20. Basamak Nefsi Mardiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
20. Basamak Nefsi Mardiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2016 Çarşamba

20. BASAMAK; NEFS-İ MARDİYE

20. BASAMAK; NEFS-İ MARDİYE

“Mükâfatın Büyüklüğü Belânın Büyüklüğü ile Orantılıdır. Allah Bir Cemaati Sevdi mi, Onları Musîbete Muptelâ Eder.  Kim Bunda Sabırlı Olursa, Allah da Ondan Razı Olur, Kim de Razı Olmazsa Allah da Ondan Razı Olmaz.”


Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz bir hadîs-i şerifinde şöyle buyuruyorlar: “Mükâfatın büyüklüğü belânın büyüklüğü ile orantılıdır. Allah bir cemaati sevdi mi, onları musîbete muptelâ eder. Kim bunda sabırlı olursa, Allah da ondan razı olur, kim de razı olmazsa Allah da ondan razı olmaz.” (K: Kütübü Sitte, Fezail Bölümü, Hastalık ve Musîbetlerin Faziletleri, Ravi: Enes (R.A), Hadis No: 4696).
Peygamber Efendimiz’in burada vermek istediği mesajın ne olduğuna, Kur’ân-ı Kerim âyetleri ışığında bakalım.

2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o, sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o, sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Öyleyse vücuda gelen her olay ya Allah’ın takdiridir; Allah yapar veya Allah’ın müsaadesi vardır, başkaları yapar ama Allahû Tealâ izin vermektedir. Öyleyse başa gelen sıkıntılar, belâlar, acılar, dertler insana kul olduğunu kesinlikle hatırlatır. İnsanı azgınlıktan korur, dert ve belâlara sabredenlerin mükâfatı gerçekten hem bu dünyada hem de âhirette karşılıksız olarak verilir.

ü  Belâya Sabretmenin Mükâfatı Hesapsızdır

Hadîs-i şerifte zikredildiği gibi kıyâmet gününde her amelin mükâfatı ölçüyle verilir. Ancak belâ ameline, mükâfat ölçüyle verilmez. Peygamber Efendimiz (S.A.V) hesapsız bir şekilde ödeneceğini beyan etmektedir. Belâ ameline mükâfatın hesapsız bir şekilde verileceğini görünce, sağlıklı ömür sürenler derler ki: “Ne olsaydı biz de dünyada belâlarla parça parça olsaydık da, bu sevaptan mahrum kalmasaydık.”
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V): Hastalanan kişi hastalıktan Allah’ın kendisine verdiği mükâfatı bilseydi, hiçbir zaman şifayı dilemezdi.” buyuruyor. Musîbetlere sabretmeyip feryad edenler Allahû Tealâ’ya isyan etmiş olurlar. Ağlamak, sızlamak belâ ve musîbetleri geri çevirmediği gibi imtihanı daha da ağırlaştırır. Eskilerin deyimi ile ifade etmek gerekirse: “Haziran’da giren geçer, Eylül’de bilen geçer.” Yani imtihan geldiği zaman, kişi sabırla ve metanetle bu imtihanı karşılamadığı takdirde, şikâyet ve isyan imtihanı ortadan kaldırmaz, ağırlaştırır. Sıkıntıya sabrın mükâfatını bilen bir insan, sıkıntılardan kurtulmaya heves bile etmez.
Öyleyse hadîs-i şerifte ifade edildiği gibi musîbet bir iken musîbetin geldiği kişi feryad eder, ağlar ve sızlarsa musîbet iki olur. Birincisi musîbetin kendisidir, ikincisi de sevabın gitmesidir. Acıya sabretmek, Allahû Tealâ’nın temel emrine uygun olanıdır. Her halükârda, sabredip, uğradığı felaketi gizlemesi ve kimseye şikâyet etmemesi, kişinin Allahû Tealâ’ya olan sağlam îmânındandır.
Allahû Tealâ’nın dostları Takdiri İlâhî’ye, Allah’tan gelene hep razı olmuşlar. Bunun için başlarına gelen belâlardan, sıkıntılardan, üzüntü değil zevk duymuşlar ve: “Kahrın da hoş, lütfun da hoş.” diyerek bu istikametteki nasihatleri insanlara ulaştırmışlardır. Onlar acı hissetmemişler ve devamlı olarak, Allahû Tealâ’dan gelene razı olmuşlardır.
Rabia Sultan, bir âbidin: “Ya Rabbi, benden razı ol.” diye dua ettiğini duyunca: “Kendisi Allah’tan razı olmadığı halde Allah’ın kendisinden razı olmasını nasıl isteyebilir?” diye buyurmuştur. Bunun üzerine kendisine sorulan: “Kul Allah’tan nasıl razı olur?” sualine: “Allahû Tealâ’dan gelen ni’met ve belâyı aynı gördüğü vakit.” şeklinde cevap buyurmuştur.
Allah dostları hakikatin farkına vararak, her zaman başlarına gelen olaylara sabretmişler, memnun olmuşlar, başlarına gelen sıkıntılardan dolayı kimseye şikâyette bulunmamışlar ve Cenab-ı Hakk’a karşı hiçbir zaman edebe mugayyir bir davranış sergilememişlerdir.

ü  Allah’tan Razı Olmak Ne Demektir?

Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in, hadîslerinde zikredilen bu konu için Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ: “Benden razı olandan, razı olurum” buyurmaktadır. Allahû Tealâ’nın kaza ve kaderine razı olmak, O’nun bizden razı olmasının kesin ifadesini ihtiva ediyor.
Allahû Tealâ’dan razı olmak; başa geleni şikâyet etmemek, hiçbir zaman isyan etmemekle mümkündür. Eğer başa gelen olaylardan razı değilsek, şikâyetteysek, O’na isyan ediyorsak, O da doğal olarak bizden razı değildir. Başımıza gelen bir olayın hoşumuza gitmeyişi onun kötü ve hayırsız olduğunu göstermez. Nitekim hoşlanmadığımız, şerr gördüğümüz olayların içinde daha sonra pek çok hayrın bulunduğunu görürüz. Bakara Suresinin 216. âyet-i kerimesi bunu ifade etmektedir.

2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o, sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o, sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Âyet-i kerimede Allahû Tealâ, insanların olgunlaşması babında vücuda getirdiği olayların özelliklerini dile getirmektedir. Bazı sıkıntılar, musîbetler var ki, kötülüğe karşı hayırla mukabele etmek, kişiye manevî alanda derece kazandırır ve onu Allah’a yaklaştırır. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz şöyle buyuruyor: “Kişinin Allah indinde öyle bir derecesi bulunur ki; ona ameli ile ulaşamaz. Fakat vücudu bir musîbete maruz kalır, bununla o dereceye ulaşır.”
Bir âbide gece rüyasında: “Senin cennetteki komşun şu çobandır.” denilir. Âbid çobanı merak eder, onu bulur ve evinde 3 gün misafir kalır. Âbid gece ibadet ederken çoban horul horul uyumaktadır. Çobanın evinden ayrılmadan önce: “Başka bir hasletin yok mudur?” diye sorar. “Benim ibadetlerim bu kadardır. Fakat benim küçük bir özelliğim var; darlıkta da, sıkıntıda da olsam, Allah’tan razı olurum, kimseye şikâyette bulunmam. Hatta bu hâlimden kurtulmayı da istemem. Hasta olsam bile hâlimden memnun olurum.” cevabını alır ve elini başına koyarak der ki: “Buna küçük bir özellik mi diyorsun? Bu her baba yiğidin işi değil ki.”
Buna benzer şekilde bir gün Hz. Süleyman: “Ya Rabbim, benim cennetteki komşularım kimdir?” diye sorar. Rabbimiz bir kişinin ismini verir. Hz. Süleyman cennetteki komşusunu görmek için gittiğinde yük taşıyan bir hamal ile karşılaşır. Hz. Süleyman üst seviyede bir mülkün sahibidir, Allahû Tealâ onu üst seviyede bir saltanatın sahibi kılmıştır ve cennetteki komşusuna ikramlarda bulunmak ister: “Gel. Seni maaşa bağlayayım, elimdekilerden sana vereyim, bundan sonra benim yanımda, sarayımda kal.” der, fakat hamal bu teklifleri reddeder: “Allahû Tealâ benim için bunu uygun görmüştür. Ben gelip sarayda kalsam, şu anda yaşadığım mutluluğu yaşayamam. Sarayda değil, ancak yük taşımakla ben Allah’ın bana verdiği mutluluğu yaşayabilirim.” cevabını verir. Hamalın bu sözleri Hz. Süleyman’ın çok hoşuna gider.

ü  Acılar İnsanı Terbiye Eder; Günahlara Kefaret Olur

Bazı sıkıntılar vardır ki; mü’mini kötü işlere bulaşmaktan kesinlikle alıkoyar, acı onu meşgul eder ve günahın üzerine gitmenin (günahı arttırmanın) engelini teşkil eder. Yine bazı sıkıntılar vardır ki, daha evvel işlemiş olduğumuz kusurların kefareti olur. Bazı sıkıntılar da vardır ki; daha evvel işlemiş olduğumuz günahın cezası olur.
Kısacası musîbetlerin nev’i de birbirinden farklıdır. Allahû Tealâ mü’minin kalbinin Allah’a talepte bulunmasını isterse, yine o istikamette bir takım musîbetlere duçar eder. İşte Kasas Suresinin 47. âyet-i kerimesi, bu nev’iden bir musîbeti ihtiva etmektedir.

28/KASAS-47: Ve lev lâ en tusîbehum musîbetun bimâ kaddemet eydîhim fe yekûlû rabbenâ lev lâ erselte ileynâ resûlen fe nettebia âyâtike ve nekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve eğer elleriyle takdim ettikleri (yaptıkları) sebebiyle onlara bir musîbet isabet ederse: "Rabbimiz keşke bize bir resûl gönderseydin böylece biz, Senin âyetlerine tâbî olur ve mü’minlerden olurduk." diyecek olmasalardı (seni Nebî-Resûl olarak göndermezdik).

Demek ki insanlar; musîbete duçar olunca sıkışır ve bunun bir neticesi olarak kalbini Allahû Tealâ’ya açar, ellerini açarak yardım talep eder.
Dünya ve âhiret hayatında mutlu olmak isteyen insanların, karşılaştığı sıkıntılara, musîbetlere sabretmesi asıldır. Kim Allah’a ulaşmayı dileyerek sabrederse, sıkıntılardan kurtulur, huzur bulur. Bu istikamette bir atasözü vardır: “Sabreden derviş, muradına ermiş.”
Allah’tan gelen her şeye razı olmak, büyük bir ni’mettir. Bakara Suresinin 155, 156 ve 157. âyet-i kerimeleri de yine aynı mânâda mesajları ihtiva etmektedir. 

2/BAKARA-155: Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel enfusi ves semerât(semerâti), ve beşşiris sâbirîn(sâbirîne).
Ve sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da maldan, candan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele.
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki; kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” dediler.
2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
Onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka döneceklerinden emin olanlar var ya), Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, hidayette olanlardır.

  Sahâbe: “Ya Resûlullah! Müşriklerin dînimizden dönmemiz için bize verdikleri eziyet ve sıkıntılara katlanabilmemiz için, Allah’a dua edip yardım talebinde bulunur musunuz?” deyince Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyuruyor: “Sizden önceki kavimlerde bazen bir adam getirilir, bir çukur kazılarak oraya konulur, sonra da ateşe verilerek başı testere ile ikiye ayrılırdı. Fakat bu azap bile onu dîninden döndüremezdi.”
İşte onlar her türlü sıkıntıya rağmen azimle ve sabırla hep îmânlarında sebat etmişlerdir. Bir başka hadîs-i şerifte kazaya rıza göstermenin imânın işareti olduğu zikredilmektedir: “Şu üç şeye sabreden kişi dünya ve âhiret saadetine erer. Kazaya rıza, belâya sabır ve rahatlıktayken dua etmek.”
Öyleyse Allahû Tealâ’ya ne kadar hamdetsek şükretsek azdır ki; Allahû Tealâ bu muhtevada bizim başımıza gelen her şeye razı olmamızı emir buyurmaktadır.


 Resûlullah (S.A.V)`e Soruldu: “Ey Allah`ın Resûl’ü! Kişi Hayır Yapsa, Halk da Bu Sebeple Onu Övse Bunun Hükmü Nedir?” “Bu Mü`mine, Allah’ın Razı Olduğuna Dair Peşin Bir Müjdedir." buyurdular.


Resûlullah (S.A.V)`e soruldu: “Ey Allah`ın Resûl’ü! Kişi hayır yapsa, halk da bu sebeple onu övse bunun hükmü nedir?”Bu mü`mine, Allah’ın razı olduğuna dair peşin bir müjdedir." buyurdular. (K: Kütübü Sitte, Fezail Bölümü, Fazileti Belirten Amel ve Sözler, Ravi: Ebu Zerr, Hadis No: 4689).
Bu hadîste kişinin hayır yapması ifade edilmiştir. Hayır işleyen bu kişiyi etrafındaki insanlar: “Ne güzel iş yapıyorsun” diyerek onu övmüşlerdir, bu durumun hükmü Resûlullah (S.A.V) Efendimiz’e sorulduğunda: “Bu, mü’minden Allah’ın razı olduğuna dair peşin bir müjdesidir.” şeklinde cevap buyurmuştur.

ü  İnsanların En Hayırlısı, İnsanlara En Faydalı Olandır!

Hadîs-i şerife göre; Allahû Tealâ’nın hayırlara devamlı bir teşviki vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-104: Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munker(munkeri), ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Sizin içinizden hayra davet eden (mürşidlerden) bir cemaat olsun ve mârufla emretsin, ve münkerden nehyetsin (men etsin). İşte onlar, onlar felâha erenlerdir.

Hayır; bize derecat kazandıran her şeydir. Şerr; bize derecat kaybettiren her şeydir. Öyleyse hadîsteki “kişi hayır yapsa” ifadesiyle kastedilen kişi derecat kazandıran bir iş yapmaktadır. Derecat kazandıran bu iş, başkalarına da fayda sağlamaktadır. Çünkü etraftaki insanlar bu işlediği hayırdan dolayı onu övmektedirler. Öyleyse onlar da mutlaka faydaya ulaşmaktadır. İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır. Belli ki bu kişi toplumsal bir iş yapmakta ve kesinlikle hayra ulaşmaktadır.

ü  Hidayete Vesile Olanlar

Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmuştur: “Ya Ali! Kişinin senin vesilenle hidayete ermesi o kişi için, güneşin doğduğu ve battığı yerler arasındaki yerlerin hepsine sahip olmasından daha iyidir.”
Allahû Tealâ Kur’ân’ı Kerim’de bu durumu insanları Allah’a davet etmek ve insanları Allah’a vasıl olmaya çağırmak olarak ifade etmiştir. Öyleyse her devirde, Allah’a davet eden insanlar vardır. Nitekim Fussilet Suresinin 33. âyet-i kerimesinde şöyle buyurulmaktadır:

41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah’a davet eden ve sâlih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?

Âyet-i kerimedeki kişi hem teslim olmuş, hem de Allah’ın Zat’ına çağırmaktadır. Allah’ın Zat’ına çağırma işlemi hayırlı bir iştir. Kişi hem derecat kazanır, hem de başkalarına fayda sağlar, insanları mutlu eder. Bu durumu hadîs-i şerife göre değerlendirecek olursak; mutlu olan bu insanlar, Allah’a davet eden bu kişiyi yaptığı amelden dolayı övmüşler, övdükleri için de Resûlullah (S.A.V) Efendimiz: “Bu mü’minden Allah’ın razı olduğunun kesin bir müjdesidir.” buyurmuştur.

ü  Allah Kimlerden Razıdır?

Allahû Tealâ, nefsini tezkiye edip Allah’a davet edenden razı olduğunu Fecr Suresinin 27, 28, 29. ve 30. âyet-i kerimelerinde net olarak ifade etmektedir.

89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.

Fecr Suresinin ilgili âyetlerinde zikredildiği üzere, Kur’ân-ı Kerim’de 7 tane tezkiye kademesi vardır. Bunlar;
1-      Nefs-i Emmare,
2-      Nefs-i Levvame,
3-      Nefs-i Mülhime, 
4-      Nefs-i Mutmainne,
5-      Nefs-i Radiye,
6-      Nefs-i Mardiyye
7-      Nefs-i Tezkiye Kademeleri’dir.
Bu 7 kademede, nefsini tezkiye eden bir insanın ruhu Allah’ın Zat’ına ulaşır ve o noktadan itibaren, Hakk’ı tavsiye eder duruma gelir.

103/ASR-3: İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabrı).
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.

Hakk’ı tavsiye etmek; insanları Allah’a davet etmek demektir. Kişi Allah’a ruhunu ulaştırmış, Allah’a vasıl olmuş, 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısı mükâfatına ulaşmıştır ve bunu diğer insanlara da tebliğ etmektedir. Bu kişinin diğer insanları Allah’a davet etmesi işi kendisi için hayırdır, diğer insanlar için faydadır. Bu durum o kişi için Allah’ın razı olduğuna dair peşin bir müjdedir.
Çünkü Allah ile insan arasındaki 28 basamaklık İslâm merdiveninin birinci basamağında kişi olayları yaşar ve değerlendirir. Olayları değerlendiren insanlardan bir kısmını Allahû Tealâ seçmez. Seçilmeyenler, kendisi Allah’a ulaşmayı dilemediği gibi, başkalarının da dilemesine mâni olan insanlardır. Geriye kalan diğer insanlar Allah tarafından seçilir ve seçilenlerden her kim musîbetlerle imtihan olduğunda “Ben Allah içinim” deyip Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah o kişiye Rahmân esmasıyla tecelli eder ve ona peş peşe 7 tane furkan verir, 12 tane ihsanla onu huşû sahibi kılar. Huşû sahibi kişi Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece hacet namazı kılarsa, Allahû Tealâ mutlaka ona mürşidini gösterir.
Allah’ın gösterdiği mürşide tâbî olan kişi Allah’tan 7 tane ni’met alır. 7 tane ni’metten bir tanesi; o kişinin nefs tezkiyesine başlamasıdır. Nefs tezkiyesinin ve ıslah edici amellerin yegâne vasıtası zikirdir.
Kişi Nefs-i Emmare’de iken, günbegün zikrini arttırırsa ve yoluna devam ederse, nefsin manevî kalbinde biriken fazılların miktarı %7 artar; Nefs-i Levvame kademesine ulaşır. Zikir artışıyla %7’lik bir fazl birikimi ile Nefs-i Mülhime kademesine ulaşır. Yine zikir artışıyla %7’lik fazl kalbinde birikir ve kişi Nefs-i Mutmainne kademesine ulaşır. Burada da %7’lik fazl birikir. Böylece toplam %30’luk nur birikimi kalpte teşekkül edince, o kişi doyuma ulaşır.
Hırs afetinin kendisine hâkim olduğu Nefs-i Emmare’deki bir kişi devamlı açlık içindedir. Neye sahip olursa olsun yeterli görmez. Ama nefsinin manevî kalbinde zikirle biriken fazılların miktarı toplam %28’dir. %2 de huşûdan geldiği için toplam %30’luk bir aydınlanma söz konusu olmuştur. O kişi mutlaka doyuma ulaşmıştır. Allah’ın kendisine verdiğini yeterli bulur ve Allahû Tealâ’ya hamdeder, şükreder. Akabinde Allah’tan razı olur: “Ya Rabbim, bana verdiğine ve vermediğine razıyım.” der. Çünkü kişi; Allah’ın kendisine daha fazlasını verdiğinde azabileceğini ve daha azını verdiğinde isyan edeceğini düşünür. Allahû Tealâ’nın ona vermedikleri için mutlu ve huzurludur.
Dolayısıyla bu kişi, Allah’ın kendisine verdiği her şeyin optimâl olduğunu net olarak bilir ve Allah’tan razı olur. Allah’tan razı olmanın akabinde Allah da o kişiden razı olur. Böylece nefs tezkiyesine ulaşır ki, o kişi de artık başkalarına Hakk’ı tavsiye eder duruma gelir.
Öyleyse hadîs-i şerifte zikredildiği gibi bir mü’minin yaptığı hayırlı olan bir işi başka insanların da övmesi, takdir etmesi, Allah’ın ondan razı olduğunun kesin işaretidir. Allah’ın ondan razı olduğunu insanların ona olan övgüsüyle âfâkî, nefs tezkiyesiyle rızaya kavuşarak da enfüsî olarak her iki halde yaşar.