Kararlı Olmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kararlı Olmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2015 Cumartesi

KARARLI OLMAK

KARARLI OLMAK
Her insanın en yakınından başlayıp en uzağına kadar uzanan bir çevresi vardır. Kişinin çevresindeki bu sıralama bütün dünyaya kadar ulaşır.
Dünya üzerinde en az 7 milyar insan olduğunu düşündüğümüzde bu 7 milyar insanın şu anda % 90’nından çok daha fazlası cehenneme doğru yol almaktadır. Şeytan da bu durumdan büyük bir zevk alarak; insanları bu konuda alaya almakla meşguldür. Şeytan: “Ben iblisim ve hepinizle alay ediyorum. Sizin % 90’nınızdan fazlasını mutlaka kendimle beraber cehenneme götüreceğim. Çünkü sizin hepinize vahyetme imkânının sahibiyim.”demektedir.
Her an içinizden bir şey size hep ne yapmanız lâzım geldiğini fısıldar. İki seçenek vardır, karar vereceksiniz. Diyelim ki bir seçeneği düşündünüz; “a” ve “b” şıklarından birincisini; “a”yı tercih ettiniz; onu gerçekleştirmek üzeresiniz; şeytan mutlaka devreye girer. O tercihinize amil olan; tercihinizin oluşmasına sebebiyet veren; düşünce terazinizi tamamen tersine çevirecek olan deliller getirir.Yani birinci şık yerine ikinci şıkkı tercih etmeniz için, sizin düşündüğünüzün ötesinde bir takım şeyleri daha devreye getirir. Siz daha birinci alternatifi gerçekleştirme kararını verdiğiniz anda derhal size ikinci alternatifi daha uygun gösterir. Bunda genellikle şeytan başarı sağlar çünkü deliller gerçekten inandırıcıdır. Diyelim ki bu delillere uydunuz ikinci şıkkı tercih ettiniz; şeytan boş durmaz; hemen tekrar birinciye döndürmek için daha da kuvvetli deliller sunar. Siz bunları kendi düşüncenizin mahsulü zannedersiniz. Ama şeytanın maksadı sizi kararsız bir insan yapmaktır. Yani verdiğiniz kararı mütemadiyen değiştirmenizi temin edip sizinle alay etmektir.
Herkesle alay etmek şeytanın en büyük zevkidir. Bütün insanlar iblisin kendilerine telkinde bulunduğunun farkında bile olmadan hep kendi düşünceleriyle mütemadiyen fikir değiştirdiklerini zannederler. Oysaki eğer kendi düşünceleri olsaydı, daha birincide kişi, en üstün olanı tercih edecekti; işi bitirecekti. Kişi karar verene kadar o istikamette gayret sarf eden iblis, o kişi karar verdikten hemen sonra, birkaç saniye içinde ikinci alternatifi o kişinin aklına getirir. İblis, bu sefer, kişi birinci verdiği karardan caysın diye ikinci alternatifi, birincisine verdiği delillerden daha sağlam, daha üstün delillerle destekler. Kişi kararından cayıp ikinciye döndüğünde de daha üst delillerle tekrar birinciye dönmesini sağlamaya çalışır.   Bu devam ederse kişi devamlı birinciden ikinciye, ikinciden üçüncüye, üçüncüden dördüncüye, dördüncüden beşinciye, devamlı karar değiştirir. Hâlbuki sadece iki tane alternatif vardır. Ama hep kişi birinden ötekine karar değiştirir ve şeytanın elinde maskara olur.
Şeytanın sizinle alay etmesine müsaade etmeyin. Bir konuda karar verirken iyi düşünün. Düşündükten sonra herşeyi mantık ölçülerinize göre yerli yerine oturtun ve kararınızı verin, ondan sonra şeytan size ne söylerse söylesin asla kararınızı değiştirmeyin.
Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e: “İyi düşün. Karar ver. Karar verdikten sonra asla değiştirme. Karar vermeden evvel bize sor.” buyurmuştur.
 Allahû Tealâ diyor ki: “Sana ne emredersek sadece onu yap, fikir değiştirme. Asla sözünden dönme, şartlar ne olursa olsun.”

Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i insanlar içinde en üstün insan olarak yaratmıştır ve O’na emri:“Karar verdiğin zaman kararından asla dönme.” şeklindedir.
En büyük düşmanınız olan iblis, hep sizi aslî hedeflerinizden caydırmaya çalışır. Hep kararlarınızı değiştirmeye çalışır. Başkaları için yaşamak, bu hedeflerin, en üstün olanıdır.

Başkaları için Yaşamak
Başkaları için yaşayan insan, ona düşmanlık bile edilse o düşmanlığı yapan kişiyi de kurtarmaya çalışandır. Başkaları için yaşayan bir insanın düşman olabileceği bir kişi yoktur. O, en kötü insana bile iyilik yapmak için yaşar. Onu doğru yola kazandırabilmek için hidayetine vesile olmak için çalışır. Ömrü hep başkaları için çalışmakla geçer. Günlerin nasıl geçtiğini hiç anlayamaz. Bu konuda kendi şahsı için gerekli olan şeyleri yapmaya fırsat bulamaz.
Başkaları için yaşayan bir insan, daimî zikre ulaştıktan sonra iradesini de Allah’a teslim eden bir kişilikle bu noktaya ulaşır. Böyle bir noktada kişinin nefsinin kalbinde hiç afet kalmamıştır. Hiç afet kalmadığı için bu kişi mutludur. Huzur içindedir. Kin, nefret, düşmanlık vb. gibi afetler  mevcut olmadığı için başkalarına kin tutamaz; onlardan nefret edemez; onları da kurtarmaya çalışır. Ömrü hep böyle geçecektir.
İnsan, her noktada başkaları için yaşamaya başlayabilir gibi görünse de realite öyle değildir. Çünkü nefsinin kalbinde nefs tezkiyesini ve tasfiyesini gerçekleştiremeyen bir kişi: “Ben başkaları için yaşıyorum.” derse o zaman yalan söylemiş olur.
Başkaları için yaşayan bir insan, yaptığı fedakârlıkların ve kendisine yapılan kötü davranışların bedelini kimseye ödettirmeye çalışmaz. O bilir ki Allahû Tealâ’nın her şeyden haberi vardır. Allahû Tealâ ona böyle bir şey yapılacağını bilmektedir. Böyle bir dizayn o kişi için Allah’ın iç dünyasına verdiği hedeftir. Başkaları için yaşar. Hayatını başkalarına vakfetmiştir. Onların mutluluğunu gerçekleştirmek için yaşar. Hayatının her dakikasını başkalarına ait olan işler, görevler işgal etmiştir. Onun açısından bunlar görevleridir, ama hep başkalarının mutluluğu için elzem olan hususlardır bu nedenle onları yapar. Kendisine ayıracak zamanı yoktur. Öyle günler geçirir ki; ona olan müracaatlarda bazen kimin önde olduğunu bile fark edemeden bu uğraşılarda başkaları için çalışırken 24 saatlik zaman devresi kapanmıştır. Ona yapılan müracatlarda bazıları ondan gerekli cevabı alamamıştır. Çünkü bu sırada mutlaka bir başkası devreye girmiştir ve onun için birşeyler yapmıştır. Gerekli cevabı, yardımı ya da çalışmayı ulaştıramadıklarının hüznünü yaşar.
Başkaları için yaşayan bir insan hayatını Allah’ın emrettiği dizaynı gerçekleştirmek üzere harcar. Allah’a hizmet eder. Bunun mânâsı başkalarına yardımdır. Başkalarının yolunda gayret etmektir. Onlar için olmaktır. Her biri için Allah’a dua etmektir. Allah’ın sonsuz hazinesinden ister, Allah’ın hazineleri tükenmez. O başı dertte olan herkes için Allahû Tealâ tarafından onların problemlerini çözecek olan imkânları versin diye Allah’a dua eder. Hayatı hep başka insanlar için dua etmekle geçer. Mutludur, huzur içindedir.
Her 24 saatlik zaman devresinde bir iki kişi mutlaka cevabını alamadığı sorular ona ulaştırmıştır. Onları da cevap vermek için çırpınması neticeyi değiştirmez. Mutlaka bunlar onun hayatında oluşacak olan, istemese de karşılaşacağı Allah’ın hakikatleridir. Her gün kesinlikle görür ki herkesin istediğinin cevabı vermek mümkün değildir. Bu sebeple hep birilerinin sualleri cevapsız kalacaktır. Belki ikinci defada, belki üçüncü defada cevap alacaklardır. Oysaki böyle olduğunu düşünemeyenler ona serzenişte bulunurlar. Kendilerinin sevilmediğini zannederler. Oysaki o herkesi sever. En az sevdiğinden en çok sevdiğine doğru bir dizi vardır; ama sevmediği kimse yoktur. Ona kötülük etmiş bile olsalar yüreğinde onların da bir sevgi payı mutlaka vardır. Bilir ki şeytan ve onların nefsleri, belki de iç dünyaları (kalpleri) gerçek anlamda istemese de onlara bu yanlışları yaptırmış ve ona düşmanca davranışlar sergilemişlerdir. O affeder…
 Sevgili kardeşlerim, öyle bir dünya ki, bu dünyada yaşarken hepiniz Allah’ı düşünün. Allah’ın "Size verilen görevin, etrafınızda kim varsa onların mutluluğu istikametinde şekle bağlanmasını” istediğini düşünün. Allahû Tealâ onları sevmenizi, onlara yardım etmenizi ister. Kendi kendinize etrafınızdaki insanlara hangi ölçüde yardımcı olabildiğinizi; sizden bir şeyler bekleyenlerin ne kadarını cevaplandırabildiğinizi sorun.
Başkaları için yaşayan insan için öyle bir yaşantı söz konusudur ki; herkes onun hayatında önemli bir yer tutar; insanları sevmiştir; çok sevmiştir. Bu nedenle de onların yardımcısıdır. Onun da yardımcısı Allah’tır. İşte bilmecenin çözüldüğü yer burasıdır. Çünkü Allah’ın hem hazineleri, hem vakti sonsuzdur. Allahû Tealâ,  bütün zamanlarda var olmuştur. Şimdi de vardır. Hep var olacaktır. Hep vardı. Allah’a bir başlangıç noktası izafe etmek söz konusu değildir. Çünkü Allah vardı ama zaman yoktu. Allah kâinatı yaratarak zamanı başlattı. İşte O Yüce Allah ki  hepinizi çok sever. Hata yapanların yapmamasını ister. Onların başkalarına zarar vermemesini, insanları incitmemesini, huzursuz etmemesini ister. Ama bütün insanlar hep kendi menfaatleri için başkalarını incitmekten çekinmezler. Burada çok bariz bir hata, büyük bir yanlışlık söz konusudur.
Hiç kimseyi incitmemek hedef alındığı zaman mutlu olunur. Daha fazla mutluluk hedefleniyorsa sadece başkalarını incitmemek de yetmez; sonsuz mutluluğu yaşayabilmek için başkaları için yaşamak kendini devreden çıkartmak gerekir. Böyle bir insan kendisi için hiçbirşey yapmaya zamanı kalmadan; üzerine bir elbise, bir ayakkabı, bir gömlek almaya bile gidecek zamanı olmadan başkaları için yaşar.  O kişi Allah’ın kölesidir; Allah’ın azatsız kölesi...
Sadece Allah’a kul olanlar değil, Allah’a kul olmanın ötesini yaşayabilenler, Allah’a köle olabilenler, başkaları için yaşayabilenlerdir. Onlar başkaları için yaşamak sebebiyle kendileri ile ilgili problemleri düşünebilecek olan zamanın sahibi değillerdir. Bu sebeple huzursuz olmaları mümkün değildir. Her zaman muhakkak herkesin eksik bir şeyleri vardır. Şu dünyaya müteâllik giyim, kuşam, yemek… İşte onlar onun gözüne hiç görünmez. Önemli olan onun etrafına saçtığı mutluluk meltemleridir ve etrafındaki insanların hepsinin mutlu olması için yaşar.
Başkaları için yaşayan bir insan, etrafındakiler için olmayı hayatına tatbik ettiği zaman onların bir kısmı gerçek anlamda bunun mânâsını idrak edebilirler. Onun bu sevgisini ve fedakârlığını idrak edebilen insanlar da ona köle olurlar.  Bir kısmı ise bu durumu idrak edemez ve kendilerine verilen değer karşısında yanlış davranışlar sergilerler. İnsanlara değer vermek Allah’ın emridir. Ama kişi değer verilen bir insan olma noktasına ulaştığında hele yaptığı işler konusunda tek ise o zaman kendisini bulunduğu noktanın daha ötesinde görmeye başlayabilir ve “Benden başka bu işi yapacak kimse yok.” diyebilir. Böyle düşündüğü zaman da insanlarla ilişkilerinde hatalar başlar. Başkaları için yaşayan kişi ise değer verdiği insanlar tarafından bu tür hatalı davranışlar görse de onlara katlanmakla ve herkesin muhtevasına göre davranışlar sergilemekle mükelleftir.
İnsanlar nefs sahipleridir. Sadece Allah’a yakın olanlar, başkaları için yaşayanlara gerekli kıymeti en üst seviyede verirler. Hiçbir söylediğini onları üzecek, incitecek sözler olarak değerlendirmezler. Tam aksine her sözünden gerekli ibret dersini alarak, kendilerini biraz daha biraz daha Allah’a yakın olmak hedefine ulaştıracak olan bir çekidüzen verme istikametinde geliştirirler.
 Her zaman başkaları için yaşayanın yanında birileri vardır. Ona lâyık olanlar en büyük mevkîlere sahip olmalarına rağmen onun karşısında hiçbir şeyin sahibi değilmiş gibi ve hiçbir şeyin sahibi değilmiş standartlarında ona başkalarından çok çok daha ötede saygıyı gösterirler, çünkü onlar hakikati bilenlerdir. Allah’ın karşısında onun neyi ifade ettiğinin farkında olanlardır. Onlar hiçbir zaman nefslerini devreye sokmazlar. Onun verdiği her emrin aslında kendi manevi tekâmüllerinin gerçekleşebilmesi için bir vasıta olduğunu ve mutlakiyet taşıdığını, kendi manevi gelişmelerinin olmazsa olmaz şartı olduğunu idrak edenlerdir. Böyle insanlar çok nadir bulunur. Yani o başkaları için yaşayanın yanında bulunanlar arasında bu söylediğimiz standartta sadece birkaç insan bulunur.
Herkes nefsinin kendisiyle olan ilişkilerinde bir davranış biçimleri seviyesinin sahibidir. Başkaları için yaşayan kişi, herkesten en iyisini almak için, Allah yolunda hizmetin en iyisini almak için gayret gösterir. Nefs sahipleri, bu hizmeti verirken nefslerine kapılırlar. Onun kendilerine karşı olan davranışlardaki aslî unsuru idrak edemezler. O aslî unsurda küçültmek yoktur; aşağılamak yoktur. Ama görevin yapılmasının gerekleri mutlaka hatırlatılır. İşte özellikle gerçekten bir şeyler yapanlar bu hatırlatmayı onurlarına dokunan bir görüntüyle zihinlerine işlerler. Ve böyle bir dizaynda üzülmeleri söz konusu olur.
İnsanlara, her konuda görevler verilir. Bu görevin liyakatle yönetilmesi, kişinin davranış biçimleri ile kendisini ortaya koyar. Bir kısım insanlar kendilerine yetki verildiği zaman başkalarına tahakküm etmeye başlarlar; onları hükümleri altına almak ve bu hükmün içine nefsin afetlerini de sokmakla gerçekleşen bir davranış biçimleri dizisi sergilerler. Böylece insanların üzerinde huzursuzluk verici bir hegemonya kurarlar. Bu da başka insanlar için yaşamayan, kendisine verilen yetkiyi nefsinin afetlerini de katarak kullanan bir dizaynı ifade eder. Onlar etraflarındaki insanlar tarafından sevilmezler. Emirlerine itaat edilir. Çünkü onu o mevkîye getirip koymuşlardır.
Başkalarına zulmetmek nefsinizin afetleriyle onlara emretmenin tabii sonucudur. O zaman sevilmezsiniz. Emirlerinize sadece itaat edilir. Ama böyle insanlardan etraflarına ulaşan şey onlara verdikleri emirlerdir ve kendilerini saydırmaktır. Ona değer verirler. Kendilerinin sayılmasını isterler. Ne zaman siz insanları severseniz, onlar için yaşamaya başlarsanız neticede onlar sizi seveceklerdir.
Sadece nefslerinin esiri olan insanlar, yanlış davranışlar sergileyebilirler. Bu da eşyanın tabiatına son derece uygundur. Herkes sadece seviyesi kadar bir davranış biçimi sergileyebilir. Daha fazlasını kimseden isteyemezsiniz.
Şartlar sizi hangi standarda ulaştırırsa ulaştırsın insanları sevin. Eğer severseniz adil olursunuz. İnsanlara adaletle davranırsınız. Eğer bir yerde emir vermek yetkisindeyseniz insanları ezmeye çalışmamalısınız. Bundan sakının. Üstünlüğünüzü ispat etmeniz gerekmez. Davranışlarınızla Allah için olduğunuzu ispat etmelisiniz. Başkaları için yaşamaya hazırlanmalısınız. Yakın gelecekte bu davranış biçimi hepinize lâzım olacaktır.
Bütün dünyada sulh ve sükûnun oluşacağı, bütün kavgaların biteceği, dînler arası diyaloğun, birlik ile noktalanacağı güzel günlere doğru gidilmektedir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de neyi söylemişse zamanı geldiğinde mutlaka onlar gerçekleşmiştir. Her şey Allah’ın koyduğu zaman skalasında sahip olduğu yerde tezahür eder; ortaya çıkar ve insanlar onu bir sevgi dizaynı içersinde dikkate alırlar.
Yakın gelecek dünyaya çok güzel günler getirecektir. Allah’ın söyledikleri, üç dînin mensupları tarafından da kabul edilecek ve sonuca ulaşılacaktır.
Hz İbrahim’in Hanif Dîninin temelini 7 safha teşkil eder. İslam’da da Hristiyanlıkta da Musevilikte de 7 safha farzdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve onun sahâbesi de Hz İsa ve ona tâbî olan havarileri de Hz Musa ve ona tâbî olanlar da hepsi bu farzları gerçekleştirmişlerdir. Bu farz olan hususları hepsinin gerçekleştirdikleri gene kendi kitaplarında yazılıdır. Dîn hayatına kalın çizgilerle baktığımız zaman hepsinin aslında kendilerine ait birer dîn olmadığını hepsinin Hz. İbrahim’in Hanif Dîni olduğunu; yani Allah’a ulaşmayı dilemeyi ve tâbiiyeti ihtiva ettiğini görmekteyiz. Ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimini ihtiva eden 7 safha 4 teslimden oluşan Hz. İbrahim’in Hanif Dîni’dir. Hepside aynı Allah’ın dînidir. Başka bir şeriat hiç olmamıştır.
Başkaları için yaşamayı hedef alın. Kendinizi devreden çıkarın. O zaman mutluluğun ne olduğunu yaşayacaksınız. Elbette bunu hemen başaracak değilsiniz. Ama başaramadınız diye üzülmeyin. Vazgeçmezseniz kararlı olursanız, hedefinize yıllar yıllar süren gayretlerden sonra adım adım yaklaşacaksınız. Allahû Tealâ size teminat veriyor ki, her geçen gün daha çok daha çok daha çok mutlu olacaksınız. İnsanları seveceksiniz; çok seveceksiniz;  onlar için yaşamaya başlayacaksınız. Herkesin mutluluğu için siz gayret sarf edeceksiniz. Sizin hayatınız onların mutluluğu için bir geçit kapısı olacak. Siz onların mutluluğuna ışık olacaksınız, renk olacaksınız. Onların mutluluk güneşi olacaksınız.