2. Basamak Olayların Değerlendirilmesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2. Basamak Olayların Değerlendirilmesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Haziran 2016 Çarşamba

2. BASAMAK; OLAYLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ


2.    BASAMAK;  OLAYLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

“Allah’ın Davetine İcabet Etmeyen, Allah’ın Resûlüne Âsi Olur.”


Konumuzun başında, her zaman olduğu gibi, Peygamber Efendimiz (SA.V)’in hâdisleriyle ilgili belirttiği ölçüyü hatırlamak faydalı olacaktır: “Bir gün benim hadîslerim tartışma konusu olacak. Tartışma konusu olduğu günlerde Kur’ân-ı Kerim’e bakınız. Kur’ân-ı Kerim’e aykırı bir hadîsim olamaz.” İşte bu ölçüyü baz alarak Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in şu hâdisini sizlere açıklayacağız: “Allah’ın davetine icabet etmeyen, Allah’ın resûlüne âsi olur.” (K: Buhari, Nikah 71, 74; Müslim, Nikah 103, (1429); Tirmizi, Nikah 11, (1098); Ebu Davud, Et'ime 1, (37, Ravi İbnu Ömer).
Allah’ın daveti neyi ifade eder? Allahû Tealâ, Yûnus Suresinin 25. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nın teslim yurduna davet ettiğini bizlere ifade etmektedir.

10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.

Teslim yurdu Allah’ın Zat’ıdır. Allahû Tealâ, devamlı olarak kullarını Kendisine, Zat’ına davet eder. Rabbimiz bu âyet-i kerimede daveti kabul edenleri Sıratı Mustakîm’e ulaştıracağını ifade etmektedir. Buradan hareketle, teslim yurdunun Sıratı Mustakîm ile ilişkili olduğunu anlamaktayız.

6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah’a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).
6/EN'ÂM-88: Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).

 İnsan ruhu öncelikle Sıratı Mustakîm’e ulaşır. Sıratı Mustakîm’e ulaştıktan sonra Sıratı Mustakîm’den geçerek Allah’ın Zat’ına hidayet olur. Allahû Tealâ Kendisine davet ediyorsa ve insan ruhu Sıratı Mustakîm’den geçerek Allah’ın Zat’ına ulaşıyorsa, o zaman bu âyetlerden anlıyoruz ki; Sıratı Mustakîm Allah’a ulaştıran yolun adıdır.
Allahû Tealâ’nın birçok âyet-i kerimede bizlere Allah’a ulaşma istikametinde farzlar yüklemiş olduğunu görüyoruz. Şûrâ Suresinin 47. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

42/ŞÛRÂ-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah’a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).

Neden ecel günü gelmeden önce? Çünkü ruh zaten ölümle birlikte mutlaka Allah’a ulaşacaktır. Kişi öldükten sonra ruhunun Allah’a ulaşması kişinin iradesi dışında gerçekleşir, bu kaderdir. Allahû Tealâ, kişi serbest iradenin sahibiyken bu farzı yerine getirmesini istiyor. Bu sebeple, ölmeden evvel ruhumuzu Allah’a ulaştırmayı farz kılmıştır.

ü  Ölüm Nasıl Gerçekleşir?

Allah’tan geri çevrilmesine çare olmayan ecel günü geldiği zaman, Allahû Tealâ kader tahtında ölümü tahakkuk ettirir. Secde Suresinin 11. âyet-i kerimesinde Rabbimiz bizlere bu olayı açıklamaktadır.

32/SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).
De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."

 Öncelikle vazifeli melekler gelip mitokondrilere gelen enerjiyi keserler. Mitokondrilere gelen enerjinin kesilmesiyle elektrik alanları son bulur. Elektrik alanlarının son bulmasıyla manyetik alanlar ortadan kalkar. Daha evvel N kutbuyla ruhu, S kutbuyla nefsi kendisine çeken fizik vücut, mitokondrilerdeki enerji üretimi durunca artık çekim gücünü kaybeder. Bu noktadan sonra fizik vücut, ruh ve nefs için artık bir mekân hüviyetinde değildir, sadece bir görüntü hüviyetine geçer.

ü  Ruhun Dünya Hayatında Allah’a Ulaşması Farz mıdır?

Allahû Tealâ tüm insanları Kendisine yani Zat’ına ulaşmaya davet eder. Allah’ın davetine icabet etmek isteyen herkesin, ruhu dünya hayatında Allah’a ulaştırmayı gerçekleştirmeyi istemesi gerekir. Allahû Tealâ, Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:

2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne.
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).

Görüyoruz ki burada yine Allah’ın daveti söz konusudur. Biz Allahû Tealâ’dan talepte bulunduğumuz zaman Allahû Tealâ, talebimize icabet edeceğini garanti eder ama bir şartı vardır, diyor ki: “Onlar da Benim davetime icabet etsinler, mü’min olsunlar. Böylece irşada ulaşsınlar.”
Allah’ın daveti Kendisinedir, başka bir ifadeyle, Allah’ın daveti insan ruhunun dünya hayatında Allah’a ulaşmasıdır. O zaman, Allah’ın davetine icabet etmek isteyen herkesin Allah’a ulaşmayı dilemesi gerektiğini söyleyebiliriz. Nitekim Allahû Tealâ Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin de insanları Allah’ın Zat’ına ulaşmaya çağırdıklarını Yûsuf Suresinde ifade etmektedir.

12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah’ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”

ü  Yusuf-108’deki “basiret üzere” İfadesinin Anlamı Nedir?


Bilindiği üzere hanif dîni 7 safha ve 4 teslimden oluşmaktadır.
1. safha: Allah’a ulaşmayı dilemek.
2. safha: Allahû Tealâ’nın tayin ettiği mürşide tâbî olmak.
3. safha: Ruhu Allah’a teslim etmek.
4. safha: Fizik vücudu Allah’a teslim etmek.
5. safha: Nefsi Allah’a teslim etmek.
6. safha: İrşada ulaşmak.
7. safha: İradeyi Allah’a teslim etmek.

Hanif dîninin gereğini yerine getirebilmek mutlaka Allah’ın davetiyle başlar. Allah’ın daveti Allah’a giden yolun giriş kapısıdır. Allahû Tealâ, 7 safha ve 4 teslimle Allah’a teslim olanları, âyet-i kerimede de zikredildiği gibi irşada memur ve mezun kılar. İrşada memur ve mezun kılınan herkes, o noktadan itibaren Allah’tan aldığı görev gereği insanları Allah’a davet eder.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)  hadîs-i şerifinde diyordu ki: “Allah’ın davetine icabet etmeyen, Allah’ın resûlüne âsi olur.” 14 asır evvel itibariyle konuyu değerlendirecek olursak Allah’ın davetini getirenin Allah’ın Resûl’ü olduğunu görüyoruz. Diğer bir ifadeyle, Allah’ın Resûl’ü Allah’ın Zat’ına davet etmiştir. O halde resûl Allah’a çağırır, Allah’a davet eder ve davete icabet etmeyen Allah’ın resûlüne de âsi olur.
Kur'ân âyetlerine baktığımız zaman bir hakikati çok ciddi kalbimize ve hafızamıza nakşetmemiz gerektiğini görüyoruz.

3/ÂLİ İMRÂN-132: Ve atîûllâhe ver resûle leallekum turhamûn(turhamûne).
Ve Allah’a ve Resûl'e itaat edin, umulur ki böylece siz rahmet olunursunuz.

Resûl daveti getirendir; Allah’a davet eder. Âyet-i kerimedeki “Allah’a itaat edin.” ifadesinin anlamı, resûlün Allahû Tealâ’nın Zat’ına çağırmasıdır. İtaat eden kişi Allah’ın davetine icabet eden kişidir. Resûl devamlı olarak insanlara hidayeti tebliğ eder, der ki: “Ey insanlar duyduk duymadık demeyin! Allah’a ulaşmayı dileyin. Dilerseniz bu sizin için bir cennet müjdesidir. Dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir.” Bu tebliğe muhatap olan insanlar ise  4 gruba ayrılırlar:
Birinci grup; tebliğe ilgisiz kalanların oluşturduğu gruptur. Davet kendilerine ulaşmasına karşın dünya hayatının cazibesi sebebiyle davete ilgi göstermeyenlerden oluşur. Allahû Tealâ, katından göndermiş olduğu resûlün bu davetine ilgisiz kalanların hassalarına engeller koyar.
İkinci grup: Emâniyye bilgiler sebebiyle resûle karşı çıkıp onu yalanlayanlardır ki, Allah onların uzuvlarına engeller koyar. Hassalarına, uzuvlarına engel konulan kişi artık Allah’ın âyetlerine göre sağır, dilsiz ve kördür. Yani o kişi sağırdır; Allah’ın âyetlerini işitmez. O kişi dilsizdir; Allah’ın âyetlerini konuşmaz. O kişi kördür; kesinlikle irşad kademesini görmez.
Üçüncü grup; kişi tebliğe muhatap olduktan sonra resûle karşı savaşırsa, bu kişi Kur’an-ı Kerîm’deki ifadesiyle yeryüzünde fesat çıkaran birisi olur. Allahû Tealâ o kişinin kalbini tab eder. Kimin kalbi tab edilmişse Allahû Tealâ onları seçmez yani kalbin tab edilmesi o kişinin kurtuluş yolunun kapanması anlamına gelir. Kalbi tab edilenler, tebliğ kendilerine ulaştığında kendileri Allah’a ulaşmayı dilemezler, bunun ötesinde daveti yapan resûle karşı insanları kışkırtırlar ve böylece başka insanların hidayet ine mâni olurlar. Günümüzde ateşe çağıran imamlar bu grupta yer almaktadırlar.
Günümüzde Allah’ın Resûl’ü yıllardır Allah’tan aldığı öğretiyle “Ey insanlar Allah’a ulaşmayı dileyin. Dilerseniz bu sizin için bir cennet müjdesidir. Dilemediğiniz takdirde gideceğiniz yer cehennemdir.” diye devamlı olarak tebliğ edip uyarmasına rağmen, tebliğe muhatap olan insanların büyük bir kısmı gidip bu duyduklarını dîn öğreticilerine sormaktadırlar. Dîn öğreticileri de hiç inceleme gereği duymadan “Hayır, o bilmiyor. O âyetleri kendisine göre yorumluyor. Doğru değil.” diye hüküm vermektedirler. Buradan anlıyoruz ki kendileri Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar ve bu şekilde davranarak başkalarının da dilemesine mâni oluyorlar. Böylece onların üzerinde vebal oluşuyor. Allahû Tealâ bu kişilerin birçok özelliğini Kur’ân âyetlerinde vermiştir. Bu özelliklerin bazılarını sayacak olursak; Allahû Tealâ bu kişilerin üzerinde Allah’ın lâneti olduğunu, bu kişilerin yeryüzünde fesat çıkaranlar ve kalpleri tab edilenler olduklarını, onların Allah’ın âyetlerini inkâr edip ameli boşa gidenler olduklarını buyuruyor. Ve bu insanlar Allahû Tealâ tarafından seçilmiyorlar.

ü  Allah’a ve Resûlüne İtaat Edenler Kimlerdir?

Dördüncü grup; Seçilenler devamlı olarak musîbetlerle imtihan olurlar. Musîbetler bir nevî Allahû Tealâ’nın öğütleri, ibret almamız gereken güzellikleridir. İşte seçilenler arasından o güzelliğin farkına varan, musîbet kendisine ulaşsa dahi “Ben Allah içinim.” diyen kişi tebliğe muhatap olduğu zaman, Allah’a ulaşmayı diler. Kişi Allah’a ulaşmayı diledikten sonra da Allahû Tealâ, o kişiye Rahmân esmasıyla tecelli eder. Allah’ın Rahmân esmasıyla tecelli etmesi, o kişiye artık rahmetin gelmeye başlaması anlamına gelir. (Âli İmrân-132)
Davete icabet edip Allah’a ulaşmayı dileyen kişi temelde Allah’a itaat etmiştir, fakat Allah’a ulaşma davetini getiren resûl olduğu için kişi aynı zamanda resûle de itaat etmiş olur. Zaten Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin daha sonra resûlün davetine icabet etmemesi mümkün değildir. Ayrıca görüyoruz ki, başlangıç noktası itibariyle bu kişi musîbetleri yaşadıktan sonra mutlaka Allah için olduğunu söyleyip Allah’a ulaşmayı dilemektedir. Öyleyse kişi ölümle herkesin ruhunun Allah’a ulaşacağından emindir.

2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki; kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” dediler.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
 O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

Bunun yanında hayattayken serbest iradesiyle Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde, Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi gereğince Allahû Tealâ’nın, kendisini mutlaka mürşidine ve mürşidi vasıtası ile de Zat’ına ulaştıracağından emindir.

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Konunun buraya kadar olan bölümünde gördük ki önemli olan o kişinin evvel emirde Allah tarafından seçilmesidir. Zaten insanların büyük bir kısmı - %90’dan fazlası - seçilir. Fakat ne yazık ki, seçilenlerin arasından ancak %10’dan azı dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı diler. Allah’a ulaşmayı dilemenin bu kadar önemli olması ise kuşkusuz Allahû Tealâ’nın hiç kimseye vermediği ruhu insana vermesinden kaynaklanmaktadır. Ahzâb Suresinin 72. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.

İşte Allah’ın bize üfürdüğü ruh Allah’ın ruhudur, bizde bir emanettir ve bu emaneti insandan başka yüklenen olmamıştır. İnsanın en şerefli mahlûk olması ve Allah’ın insana secde edilmesini emretmesi Allah’ın üfürdüğü bu ruh sebebiyledir. Nitekim âyetlere baktığımız zaman Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

15/HİCR-28: Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Rabbin meleklere şöyle demişti: "Ben mutlaka, “hamein mesnûn olan salsalin”den (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) bir beşer (insan) halkedeceğim.”
15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn (sâcidîne).
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!

Allahû Tealâ’nın âyet-i kerimede meleklere: “Ben bir beşer halkedeceğim” ifadesi fizik bedenimize işarettir, “Onu bir nefsle dizayn edeceğim” ifadesi ise nefsimize işarettir. Ardından gelen “Ona ruhumdan üfürdüğüm zaman hepiniz ona secde edin” ifadesinden anlıyoruz ki Allahû Tealâ’nın meleklerin ve cinlerin Âdem (A.S)’a secde etmesini emretmesi, Allah’ın üfürdüğü ruh sebebiyledir. Yani meleklerin ve cinlerin aslında Allah’ın ruhuna secde etmeleri söz konusudur. İblis bu hakikati bilmediği için secde emrine muhatap olduğu zaman “Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın. Ben onun önünde secde etmem.” demiştir. 
İnsanoğlu 3 vücut ve serbest iradeyle yaratılan bir mahlûktur. Kişi fizik vücudun, nefsin ya da ruhun talebine uyabilir. Fizik vücudun ve nefsin talepleri çok çeşitli doğrultularda olabilir ama ruhun talebi tektir. Ruh Allah’ın ruhudur ve ruhun, Allah’ın Zat’ından başka ne cennetle, ne cehennemle, ne de dünya ile hiçbir ilişkisi, isteği yoktur, sadece ve sadece Allah’ı dilemektedir. Bu açıdan insanoğlunu şeytan ve nefsi karşısında gâlip getirecek yegâne olay, ruhun talebine uyarak Allah’a ulaşmayı dilemesidir. Bu dilek kalben yapılmış bir dilek olmalıdır. Kişi dili ile bu dileğini ikrar edebilir (etmese de olur) ama sadece dili ile dilediğinde Allah’ın katında bu geçerli değildir, kalben dilemesi şarttır.

ü  Allah’a Ulaşmayı Dileyenler

Kişi kalben Allah’a ulaşmayı dilerse Allah’ın yardımıyla bütün ibadetleri sevmeye ve istekle yerine getirmeye başlar. Çünkü Allah’ın devamlı olarak nazar ettiği yer kalptir. Allah’ın, kişinin kalbinde o talebi gördüğü takdirde, onu mutlaka Kendisine ulaştıracağına dair sözü vardır. (Şûrâ-13)
Allahû Tealâ’nın verdiği sözü yerine getirmemesi mümkün değildir. Kişi kalben Allah’a ulaşmayı dilediği anda Allahû Tealâ sözünü yerine getirmek üzere, öncelikle o kişiye Rahmân esmasıyla tecelli eder ve Enfâl Suresi 29. âyet-i kerimesine göre 5. 6. ve 7. basamaklarda peş peşe hassalar ve uzuvlardaki engelleri kaldırarak o kişiyi 7 tane furkanın sahibi kılar. 7 furkanın sahibi olan kişi işiten ve akleden birisi haline gelir.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

Kişi mürşidine tâbî olduğu an Allahû Tealâ Rahîm esmasıyla o kişinin üzerinde tecelli eder. Rahmân esmasının tecellisi sebebiyle önceden kişi zikir yaptığında gelen rahmet-salâvât ikilisine tâbîiyetle salâvat-fazl eklenir. Dolayısıyla, Rahîm esmasının tecellisiyle birlikte, kişi zikir yaptığında Allah’tan iki çift nur alması söz konusudur. Bundan sonra Devrin İmamı’nın ruhu bir ni’met olarak o kişinin başının üzerine gelip yerleşir ve böylece o kişi Allah’ın insanlar arasında yürüyebilmesi için kendisine nur bahşettiği birisi olur. Allahû Tealâ aynı konuyu En’âm Suresinin 122. âyet-i kerimesinde de açıklamıştır:

6/EN'ÂM-122: E ve men kâne meyten fe ahyeynâhu ve cealnâ lehu nûren yemşî bihî fîn nâsi ke men meseluhu fîz zulumâti leyse bi hâricin minhâ, kezâlike zuyyine lil kâfirîne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ölü (Allah’a ulaşmayı dilememiş) iken (ona on iki ihsan vererek) dirilttiğimiz ve insanlar arasında onunla yürüyeceği nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde olup, ondan çıkamayacak kimse gibi midir? Böylece kâfirlere, yapmış oldukları şeyler süslü gösterildi.

ü  Allah’a Ulaşmayı Dilemeyenler

En’âm Suresinin 36. âyet-i kerimesine baktığımızda kişinin işitebilmesi için davete icabet etmesinin gerekli olduğunu görüyoruz.

6/EN'ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).
(Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem’î isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme hassasını) diriltir. Sonra ona döndürülürler. (Hayatta iken ruhu mürşid eliyle Allah’a döndürülür.)

Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dilemeyen, davete icabet etmeyen kişilerin dünya hayatından razı olduklarını ve onunla mutmain olduklarını belirtmektedir. Bu kişiler Allah’ın âyetlerinden gâfildir ve âyetlerden gâfil olanların âyetlerin mânâsına nüfuz etmesi mümkün değildir.

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

Nitekim günümüzde kendi aklî standartları içinde, zanlara dayalı olarak Kur’ân âyetlerini yorumlayanların hepsinin ne yazık ki sağır, dilsiz ve körlerden oluştuğunu görmekteyiz. Bir kişi Allah’a ulaşmayı dilemediği takdirde dünya hayatından razıdır. Dünya hayatından razı olan kişi, Allah’ın âyetlerinden gâfildir ve amelleri boşa gideceği için gideceği yer cehennemdir. Allahû Tealâ bunu bizlere Kehf Suresinin 103, 104 ve 105. âyet-i kerimelerinde şöyle açıklamaktadır.

18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).
De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?”
18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).
Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.

Bu açıdan bakıldığında Allah’a ulaşmayı dilemek cennetin anahtarı, cehennemin kilididir. Allah’a ulaşmayı dilememekse cehennemin anahtarı, cennetin kilididir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen birisi 80 yıl ibadet yapsa da Allah’a ulaşmayı dilemediği için gizli şirktedir ve Zumer Suresinin 65. âyet-i kerimesinde zikredildiği gibi maalesef amelleri boşa gider. Bu sebeple, Allah’a ulaşmayı dilememek kişi için cenneti ulaşılmaz kılmaktadır.

39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah’a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye vahyolundu.

Öyleyse amelinin boşa gitmesini istemeyenlerin Allah’a ulaşmayı dilemesi gerekir. Zaten dilediği takdirde Allahû Tealâ onun günahlarını örter. Günahlarının örtülmesi nedeniyle mutlaka cennete gider. Diğer taraftan, Allah’a ulaşmayı dilemeyenin ameli boşa gider ve günahları sebebiyle o kişi cehenneme gider. Allahû Tealâ Hadîd Suresinde şöyle buyurmaktadır:

57/HADÎD-28: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullahe ve âminû bi resûlihi yu’tikum kifleyni min rahmetihi ve yec’al lekum nûren temşûne bihi ve yagfir lekum, vallahu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler), Allah’a karşı takva sahibi olun. Ve O’nun Resûl’üne îmân edin ki, size rahmetinden iki kat versin. Ve sizin için, onunla beraber yürüyeceğiniz nur kılsın (versin). Ve sizi mağfiret etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin). Ve Allah; Gafûr’dur, Rahîm’dir.

Resûle îmân ve resûle itaat aynı noktayı işaret etmektedir ve bu nokta, 7 safha 4 teslimden oluşan hanif dîninin 2. safhasıdır. Görülüyor ki her şey Allah’ın davetine icabet etmeye dayanmaktadır. Davete icabet etmeyen insanın, resûle itaat etmesi mümkün değildir; ikinci safhaya ulaşamaz.
Bize düşen Allah’ın davetine icabet etmektir, çünkü davete icabetten sonrasını Allah gerçekleştirir. O kişiyi mürşidine götüren, 7 furkanı veren, 12 ihsanı veren, 7 ni’meti veren, vasıta emirleri o kişiye sevdiren, 7 kademede o kişinin nefsini tezkiye eden, gök katlarında ruhun yükselmesini yani seyr-i sülûku gerçekleştiren ve ruhu da yoklukta Kendi Zat’ına ulaştıran gene Allahû Tealâ’dır.
Görüyoruz ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîsiyle âyetler birlikte incelendiği zaman dört dörtlük bir uyum ortaya çıkmaktadır. Kur’ân âyetleri ışığında açıklandığı üzere Allah’a ulaşmayı dileyenler davete icabet edenlerdir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler ise davete icabet etmeyenlerdir ve o kişiler bu sebeple Allah’ın resûlüne âsi olurlar.