8 Haziran 2016 Çarşamba

YOZLAŞMA

YOZLAŞMA

Yozlaşma, bütün varlıklar için geçerli bir konudur. Sizler bir gül bahçesi, yetiştirmek için harekete geçtiniz. Uğraştınız, didindiniz her türlü güllerden oluşan bir bahçeniz oldu. Gül bahçesini, gübrelediniz; ayıkladınız; zararlı kesimleri ilaçladınız; gözünüz gibi baktınız. Gül bahçesi her gün biraz daha güzele gitti. Ertesi yıl, gül bahçesine hiç bakmadınız. Gül bahçesi yavaş yavaş yozlaşmaya başladı. Öyle ki, birkaç sene içerisinde yabani otlar gül bahçesini tamamen bürüdü. Böyle bir durumda bu yabancı otların, gül fidelerinin bütün besinlerini kendilerine çekmesi sebebiyle, yavaş yavaş güllerinizin öldüğünü görürsünüz. İnsan tabiatı da yozlaşmaya çok müsaittir.
Atalarımız diyorlar ki: “Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur.” O gül bahçesine ihtimamla, dikkatle, bütün gayretinizle, onu şekillendirmek istediğiniz hedefe ulaştırmak için emekler verdiniz. O güzelim gül bahçesini oluşturdunuz ve her taraf kâinatın en güzel kokusuyla, gül kokusuyla, elvan elvan gül kokmaya başladı. İşte, bu bir uğraşının sonucudur. Uğraşı varsa dağlar bağ olur. Uğraşı yoksa bağlar dağ olur. Bir nefsiniz, bir de ruhunuz var.(Allah’a ruhunu ulaştıranlar için vardı.)  İki zıt kuvvetle denge halindesiniz. Nefsinizde ne kadar negatif faktör varsa, ruhunuzda da o kadar pozitif faktör var. Birbirinin zıttı olan iki kardeşi, iç dünyanızda birlikte tutarak hayata başladınız. Yani hem %100 hasletlerle dolu ruhunuz var hem de %100 afetlerle dolu nefsiniz var. Öfke, gayz nefsinizin afeti, sükûnet ruhunuzun hasletidir. İsyan, nefsinizin afeti, itaat ruhunuzu hasletidir. İlim ruhunuzun hasleti, cehalet nefsinizin afetidir. Bütün güzellikler ruhunuzda, bütün çirkinlikler de nefsinizde toplanmıştır. Bu hengâmeden sizi kurtaracak olan, alternatifi olmayan tek çare, Allah’a ulaşmayı dilemektir.
Kim Allah’a ulaşmayı dilemişse, o yozlaşmaktan kendini kurtarmıştır. Nasıl insan, bir kadehle içkiye başlar, sonra adım adım bir kadehinin sayısı artar, artar, artar kişi neticede bakarsınız alkolik olmuştur. Hayatınızda hiçbir şeyi iptila haline getirmemelisiniz. İptila, negatif bir dizayndır. Sizi kontrolü altına alır. İptila, tiryakiliğin ötesidir. Bir insan kahve içmeye başlamıştır. Diyelim ki; hergün 3-4 bardak kahve içmekten kendisini alamamaya başlar, sonra bu sayı daha çok artar, yavaş yavaş o kişinin tiryakilik olayı, iptilaya dönüşür. Bu konuda en hızlı yol alan, insana en çok tesir eden şey beyaz zehirdir. Kişi bu illete arkadaşları tarafından davet edilir ve tatbikatına başladıktan kısa bir zaman sonra, vazgeçilemez bir standart olur ve kişi ölür. Normal standartlar altında kimse beyaz zehirden vazgeçemez. Hastanelerdeki tedaviler de acılı ve sıkıntılı geçer. Bütün insanlar yozlaşmaya açıktır. Yozlaşma karşısında, bir yozlaşmayı yok etmek konusunda ki gayretler vardır; bir de kendi halin de bırakmak yozlaşmaya adım adım teslim olmak vardır.
Her şey Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Allah’a ulaşmayı dilediğinizde; Allahû Tealâ görme hassanızı, işitme hasanızı, idrak etme hassanızı çalışır hale getirir. Bu kişi, sadece Allah’a inanmakla kalmaz, insan ruhunun Allah’a ulaşmasına da inanır, bunun bir farz olduğuna da inanır ve Allah’a ulaşmayı diler.  
Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilediğiniz zaman Allah, size yedi tane furkan verir; negatiften pozitife doğru, bir gelişme sürecinin içine koyar. Görmeyen gözleriniz, irşad makamını irşad makamı olarak görmeye başlar. İşitmeyen kulaklarınız, irşad makamının sözlerini kıymetli şeyler olarak algılamaya, mânâlarına varmaya başlar. İdrak etmeyen kalbiniz irşad makamının söylediklerini idrak etmeye başlar. Görme hassanız, görme fiilinin sonucuna ulaşır. İşitme hassanızdaki mühür alınır. Kalbinizde ki, mühür de alınır. Ekinnet yok edilir. Yedinci furkan olarak kalbinizin içine ihbat konulur. Böylece negatiften pozitife doğru bir sürecin içerisine girersiniz.
Furkanlar alan bir insan, her açıdan; görme, işitme ve idrak etme açısından doğruyu yanlıştan ayırma özelliği kazanır ve Allah’a doğru bir yaklaşımın içine girer.  Allahû Tealâ kişinin kalbine ulaşır, kalbinizin nur kapısını Allah’a çevirir, göğsünden kalbine nur yolu açar, zikir yaparsa kalbine nurlar girmeye başlar ve nefsinin kalbinde, % 2 rahmet birikimi olur. Bunların arkasından hacet namazını kılarsa Allahû Tealâ mürşidini gösterir. Bunların her biri yozlaşmaktan koruyan ve negatif faktörü pozitif kılmak istikametinde bir gayretler dizisidir. Bu kişinin kötüye doğru değil iyiye doğru bir gidişi vardır. Yani, yozlaşmak şöyle dursun adım adım yozlaşmanın zıddı bir noktaya, zıddı istikametinde pozitif olarak hareket etmektedir.
Sıfır noktasının altı daha aşağıya doğru indikçe yozlaşmayı ifade eder. Sıfır noktasının üstü yukarı doğru tekâmülü ifade eder.
Tekâmül ve yozlaşma birbirinin tamamen zıddıdır. Sıfır noktasından başlar, aşağıya doğru iniş yozlaşma yukarıya doğru çıkış tekâmüldür.
Tekâmül ruhun hasletlerinin vücuda ve nefse hâkim olmasıdır. Yozlaşma, nefsin afetlerinin kontrol mekanizmasını ele geçirmesidir. Nefsin, ruha hiçbir negatif tesiri olamaz. Ruh, hiçbir zaman değişmeyecektir, o hep 19 grup güzellikle beraber olacaktır. 19 grup haslet, ruhunuzda hiç değişmeden, ömrünüz boyunca kalacaktır ama yozlaşma varsa nefsiniz giderek azgınlaşacaktır. Bu tekâmülün zıddıdır. Aşağıya doğru iniştir.
Her şeyin en güzelini düşünün. Nefs tezkiyesine başladınız, 14. basamakta mürşidinize ulaştınız ve kalbinize “îmân” kelimesi yazıldı. Tekâmülünüz bundan sonra daha hızlı bir şekilde devam edecektir. Allah’tan gelen rahmet, fazl ve salâvât nurları kalbinize girecektir, göğsünüze göğsünüzden kalbinize ulaşacaktır, kalbinizin içine Allahû Tealâ’nın yazdığı “îmân” kelimesinin altına sizi fazilet sahibi kılmak üzere fazıllar toplanacaktır. Vücudunuzdan ayrılan ruhunuz nefsinizin kalbinde her % 7 nur birikiminde Allah’a doğru bir gök katı daha yükselecektir. Bu yedi katlık bir yolculuğun sonunda yedinci kata ulaşacaktır, yedinci gök katında soldan sağa doğru 7  âlemin geçilmesi söz konusu olacaktır:
*Kader hücrelerini
*Ümmülkitap
*Kudret denizi
*Makam-ı Mahmut
*Divanı Salih
*Zikir hücreleri
*İndi ilâhî
Kişinin, ruhu İndi İlâhî’den Allah’ın Zatı’na ulaşacaktır. Bu tekâmüldür. Nefsin kalbindeki hasletler, fazıllar, kişiyi %51 nurla donatmıştır. Nefsin kalbi %100 kapkaranlıkken %100 afetlerle doluyken bu noktada %51 nurlarla dolu olmuştur. Şeytanın hâkimiyet alanı %100 den %49’a düşmüştür. Burada %51 ölçüsünde nefsî tekâmülünüz söz konusudur. Ruhunuzda, bir değişiklik yok o hep hasletlerle donatılmış durumda ama onun hasletlerine paralel %51’lik nurlanma da nefsinizin kalbinde oluştu. Nefsinizin kalbindeki tekâmül %51’i buldu.
Kişi, zikrini arttırarak fizik vücudunu da ruhunu Allah’a ulaştırdığı gibi teslim edecektir. Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren bir hüviyete sokacaktır. Kim buraya ulaşırsa, nefsinin kalbinde %80 den fazla nur birikimi tahakkuk etmiştir, tekâmülü bu kadar çoğalmıştır. Daha sonraki safhalarda ise kişi Allah’ı kendisine vekil tayin ettikçe, Allah o kişinin vekili oldukça, kişi Allah’a tevekkül ettikçe, fizik vücudundan sonra nefsini, nefsinden sonra iradesini de Allah’a teslim edecektir ve tekâmülün en üst noktasına ulaşacaktır. İradenin Allah’a teslimi tekâmülün sonudur.
Bu iradenin teslimiyle, nefsin kalbindeki bütün afetler yok olmakla kalmamış, kişinin nefsinin kalbinde tam 19 kademe müzeyyen olması da gerçekleşmiştir ve tekâmül tamamlanmıştır. Bu noktadan sonra kişi, yeni bir tekâmülün sahibi olacak bir özellikte yaratılmamıştır. Kişi tekâmülün sonuna gelmiştir. Ambarın alabileceği her şey ambarda artık mevcuttur.
Allahû Teâlâ, hiç kimseden yapamayacağı bir şeyi istemez. İşte kişi bu noktalara kadar ulaştı ve tekâmülün sonuna geldi. Bundan sonra yozlaşma olmaz.  Daimî zikre ulaşan bir kişi için artık yozlaşma söz konusu olmaz. Ama tekâmüle başlayan, 21. basamakta ruhunu Allah’a ulaştıran, 22. basamakta ruhu Allah’ın zatında yok olan bir kişi yozlaşabilir.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar.
İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.

Nefsin kalbindeki hasletler, daha doğrusu fazıllar, faziletler artıkça kişi yozlaşmaktan adım adım kendisini kurtarmıştır. Kişi tekâmülün içindedir. Kişinin adım adım nefsinin kalbindeki afetler azalır, afetlerin azalması tekâmüldür. Kişinin ruhu Allah’a doğru yola çıkması ve Allah’a yaklaşması tekâmüldür. Kişinin ruhu öyle bir noktaya gelir ki Allah’a ulaşır. Kişinin nefsinin kalbinde %51 nur birikimi vardır. Bu rakam mutlaka %61’e kadar çıkar ve kişinin ruhu Allah’ın Zatı’nda yok olur. Buraya kadar tekâmül söz konusudur. Kişi bu noktadan sonra Allah’ı kendisine vekil tayin edemezse yani fizik vücudunu Allah’ın teslim alması, fizik vücudunu Allaha teslim etmek konusunda Allah’a tevekkül edemezse, o zaman ilerlemesi durur. Tekâmül durur.
Ruh, Allah’a 33.000 zikirle ulaşmıştır. Emanet yani ruh sahibine geri döndürülmüştür. Dönüş tamamlanmıştır. Vuslat tahakkuk etmiştir. Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Ey sahabe! Ölmeden evvel ölün.” buyurmaktadır. Bu noktada Allah kişiye 700 kat ni’met vermektedir. Ruh Allah’a ulaşmış ve kişi ölmeden evvel ölmüştür. Kritik dönem bundan sonra başlar. Bu noktaya kadar tehlike yoktur. Çünkü Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi Allah’ın mutlaka Kendisine ulaşatıracağına dair sözü vardır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Kişi Allah’a ulaşmayı diler ve Allahû Tealâ kalbinde bu talebi gördüğü anda, o kişiyi kontrol altına alır. Rahman Esması ile o kişiye tecelli eder ve o kişiye furkanlar verir.  Bütün o tecelliler, ard arda kişinin tekâmülünü ifade eder. Eğer bu kişi Allah’a ulaşmayı dilemeseydi, tecelli olmayacaktı, tekâmülde olmayacaktı. Tekâmülün oluşması tecelliye dayalıdır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, tekâmülün içindedir ve tekâmülü, ruhu Allah’a ulaşıncaya kadar mutlaka devam eder. Allah, bu devrede o kişinin yozlaşmasına müsaade etmez. Çünkü Allah’ın sözü var, mutlaka o kişiyi Kendisine ulaştıracaktır; bunun için bütün şartları Allah hazırlamıştır. Kişiye Rahman Esması ile tecelli eder.  Kişinin nefsinin kalbinde Allah’ın nurları evvela %2 rahmet nuru, tekamülün müjdecisidir. Sonra %49 fazıl nuru yerleşir ve ikisinin toplamı %51 olur.  Böyle bir dizayn da kişinin nefsinin kalbine %51 nur girmiştir. Şeytanın hâkimiyeti %100’den %49’a düşmüştür. Bu noktaya kadar Allahû Tealâ’nın İlâhi İradesi, biz insanların cüzî iradelerini kontrolü altına almaktadır. Allah’ın kontrolü altına girdiğimiz anda Allah’ın dostu oluruz. Allah’ın kontrolüne girdiğimiz anda, tagutun dostu olmaktan kurtuluruz.
Allahû Tealâ, Zumer Suresinin 17. âyeti kerimesinde diyor ki:
        
39/ZUMER-17:Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Bir insanın yozlaşmadan kurtulduğu nokta, Allah’a ulaşmayı dilediği, aynı zamanda tagutun, insan ve cin şeytanların kulu olmaktan kurtulunduğu noktadır. Burada kişi Allah’ın kulu olur. Allah’a kulluk söz konusuysa tekâmül söz konusudur. Şeytana kulluk varsa o zaman yozlaşma,  dejenarasyon söz konusudur.
Tekâmül süreci içerisinde, her şeyin en güzele doğru yaklaştığı görülmektedir. Allahû Teâlâ’nın yani İlâhi İrade’nin, bir insanın cüzî iradesini kontrolü altına aldığı Allah’a ulaşmayı dileme noktasından itibaren bu kişi tagutun kulu olmaktan kurtulur ve Allah’ın kulu olur ve derhal tekâmül başlar.
Tekâmülün başlangıç noktasında furkanlar gelir. Her furkan kişinin tekâmül ettiğinin kesin işaretidir. Kişi irşad makamının sözlerini işitmeye başlar, mânâsını anlamaya başlar, kalbine indirir ve idrak etmeye başlar. Kişi eskiden irşad makamını herhangi birinden ayırt edemezken, şimdi onun irşad makamı olduğunu hidayet makamı olduğunu idrak etmiştir. Sadece işitip mânâsına varmaz, ayrıca kalbine de indirerek idrak eder. Tekâmül büyür. Kişi irşad makamına ulaşacaktır ve tekâmülü devam edecektir. Allahû Tealâ şeytanın o kişiye müdahale etmesine, o kişiyi tuzağına düşürmesine müsaade etmez; mani olur. Kişi ruhunu Allah’a ulaştırana, ruhu Allah’ın zatında yok olana, emanetini geri alana kadar, Allah o kişi üzerinde iradesini tutar.
Allah’ın iradesi, o kişiyi şeytanın bütün tuzaklarından koruyan bir zırhtır. Hiçbir tuzağı, o kişinin üzerinde tesir icra edemez. Her geçen gün kişi biraz daha mutlu olacaktır. Tekâmülü yaşayacaktır.
Ruhunuz Allah’a ulaştı, Allah’ın Zatı’nda yok oldu. Allah sizin kalbinizi, kalbinizdeki karanlıkları, zulmeti devre dışı bırakarak adım adım kalbinizi aydınlattı ve %51 nurla doldurdu. Allahû Tealâ, Bakara Suresinin 257. âyet-i kerimesinde diyor ki:

2/BAKARA-257:Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.

Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye tekâmülü nasip kılar ve onu zulmetten nura çıkarır yani nefsinin kalbindeki karanlıkları, zulmeti yok etmek; onun kalbine nurları, fazılları yerleştirmek suretiyle o kişiyi zulmetten nura çıkarır. Başlangıçta kişinin nefsinin kalbinde hiç nur yokken nefsinin kalbinde %49 fazıl ve %2 rahmet nuru olmak üzere toplam %51 nur yerleşmiştir. Burası tekâmülün Allah’ın koruması altında olan sahasının sonudur. Bu noktadan sonra Allah’ın o kişiyi muhafaza etmesi, kişinin Allah’a tevekkül edebilmesine bağlıdır. Ayrıca kişinin aynı standartlarda kalması zikir seviyesini 33.000 de tutmasına bağlıdır. Ruhun Allah’a tesliminde zikir sayısı 33.000’ken 35.000 de olabilir. Böyle bir ortamda, yapılması lâzımgelen, Allah’a tevekkül etmektir. Yani, Allah’ı kendisine vekil tayin etmektir. Kişi eğer kesin olarak inanırsa: “Ben Allah’a ulaşmayı diledim ve Allah bana verdiği sözü tuttu, beni Kendi Zatı’na zatına ulaştırdı, beni Allah’ın evliyası yaptı. Bu tekâmül seviyesine Allah ulaştırdı. Eğer fizik vücudumu Allah’a teslim edeceğime dair bir tevekkülün sahibi olursam, Allah’ı bu konuda vekil tayin edersem,  Allahû Tealâ beni, ilk talebim üzerine kendisine ulaştırıp evliyası yapmışsa, mutlaka fizik vücudumu da teslim alır.” diye düiünerek bu inancın sahibi olan kişinin, yozlaşması söz konusu değildir. O Allah’a tevekkül eder ve fizik vücudunu da 25. basamağa ulaşarak Allah’a teslim eder. Eğer tevekkülüne devam ederse, daha sonra daimî zikrin sahibi olur. Daha sonra irşada ulaşır, daha sonra iradesini Allah’a teslim eder ve yozlaşma olmadan, yoluna devam eder. Tekamül, o kişinin zikir sayısıyla orantılıdır. Zikir, daimî zikre doğru yükselmelidir.
Kişi zikrini daimî zikre doğru yükseltiyorsa, Allah’a tevekkül etmişse ve her geçen gün zikrini daha çok artırıyorsa, arttırabilme tekâmülün devamını gösterir. Sabit kalmada onu ifade eder. Kişinin zikri, 33.000’de veya 35.000’de devam ediyorsa.  Demek ki bu kişi Allah’a tevekkül etmeye de devam ediyordur. Bu durumda henüz tekâmülden geriye dönüş, tereddi (yozlaşma), aşağıya doğru iniş yoktur. Zikir devam ettiği sürece yozlaşma olmaz.
Bakara Suresinin 257. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ:  “Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.” buyurmaktadır. Kişi 22. basamakta, ruhunu Allah’a ulaştırmış ve ruh emaneti sahibine teslim edilmiştir. Eğer bu kişi tevekkülün sahibi olamazsa yozlaşma bu noktada başlar.
Allahû Tealâ, Nisa Suresinin 58. âyet-i kerimesinde diyor ki:

4/NİSA-58:İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.

Her gün 33.000 zikir yapan ve ruhunu Allah’a ulaştırmış olan bir insan eğer  günlük olarak bu zikrini devam ettiremezse, yavaş yavaş namazlardan soğumaya başlamışsa, zikirden eski şevki, neşeyi alamıyorsa, zikirleri azalıyorsa, namazlarda teklemeler olmaya başlamışsa, bir namaz kaçırdığında ondan üzüntü duymuyorsa, umurunda değilse, etrafına karşı nefsanî davranışlarında çoğalma varsa, işte o kişi Allah’ın dostuyken ve Allah’ın kuluyken tekrar taguta kul olmak istikametinde bir şeyler kaybetmeye başlamıştır. Bu, nefsin kalbindeki kanamadır. Kanama başlamıştır.  Kişinin Allah ile olan yaşamı giderek ölüme doğru yaklaşacaktır. Kişi Allah’a tevekkül edememiştir.
Zikir azaldıkça, kalpteki nurlar azalmaya başlar. Zikir azaldıkça, kalpteki nurlar aşağıya doğru iner. Kalp giderek daha karanlık, daha karanlık, daha karanlık olacaktır. Öyle bir gün gelir ki, kişi artık zikirden elini eteğini çekmiştir. Namazlarını sureten kılmaktadır. Oruçta, şiddetle açlık hissetmektedir. Tiryakilikleri, sigara tiryakiliği, içki tiryakiliği geriye dönmüştür. İşte bu geriye dönüştür.
İnkişaf; ilerleme, terakki, ileri doğru gidiş yükselmedir. İnhitat, aşağıya doğru iniştir. Gerileme ve düşüş, yozlaşmanın kesin işaretidir.
Kişi Allah’a ulaşmayı diledi, 3.basamaktan itibaren, 22.basamakta dâhil olmak üzere hep Allah’ın kulu olmakta devam etmişti, hem de her gün daha üst seviyede bir kul olmuştu. 3. kat cennetin de sahibi olmuştu. Bu noktada kişinin: “Ben Allah’a ulaşmayı diledim. Allah beni Kendisine ulaştırdı. Öyleyse ben fizik vücudumu da Allah’a teslim etmek istiyorum” demesi kesin bir taleptir. “Allah beni mutlaka teslim alacaktır.” diye düşünen kişinin zikrinde azalma yoktur. O, zikri devamlı yükselen bir kişidir. Zikir, manevi hayatın aynasıdır ve şaşmaz bir terazisidir.
Her zaman zikrinize bakın ve kendinizi aldatmayın. Allah’ın yolunda zikirsiz bir terakki (ilerleme), gelişme, tekâmül oluşamaz. Nefsinizin kalbindeki afetlerin yok olabilmesi, sadece bir tek faktörle, zikirle mümkündür. İradenizi Allah’a teslim ettiğiniz güne kadar zikrin sahibisiniz.
Evvela daimî zikre ulaşırsınız. Salâh makamında daimî zikriniz küllî zikre dönüşür ve iradenizi de Allah’a teslim ettiğiniz gün, artık zikirde değilsiniz tesbihtesinizdir. Tekâmülün bir insan tarafından ulaşabilecek olan en üst noktasındasınızdır. Önceden seçilmemiş normal bir kişi için ulaşabilecek son nokta burasıdır. Risalete seçilen kavim resûlleri için, bir üsteki kademe söz konusudur.
İradenin Allah’a teslim edilmesi salâh makamının beşinci kademesidir ve tesbihe geçilmiştir. Normal bir insan için,  buraya kesbî olarak gelinmiştir.
Kesb etmek; hak etmektir. Kesbedilen bir şey sonradan elde edilmiş; kazanılmıştır. Kişi kıyasıya bir mücadelenin sonunda iblisi Allah’ın yardımıyla yenmiştir. Kişi kesbî olarak kendi gayretinin neticesinde almıştır. Ama Allah’ın hiçbir resûlü bunu kesbî olarak almaz. Allah ona daimî zikri vehbî olarak verir.
Vehbî; Allah’ın, karşılıksız mükâfat olarak verdikleridir. Vehbî olarak tesbihe geçirilen bir kişiyi, Allah seçmiştir. O kişiyi tekâmül yolunda geliştirir ve asla yalnız bırakmaz. O kişi her zaman Allah’a tevekkül eder. Allah onun sahibidir, Allah’ın hem kontrolündedir hem muhafazasındadır. O insanlar Allah’ın resûlleridir. Allah’ın resûlü daimî zikre kendi gayretleriyle ulaşmaz. Ulaştığı hiçbir şey kesbî değildir. Onun tarafından iktisap edilmemiştir. Allah Onu, bu makama layık görmüş ve ona göre yetiştirmiş, sahip olduğu her şey vehbî olarak verilmiştir. Allah’ın bir ni’meti olarak verilmiştir. Onun gayretinin karşılığı değildir. Onlar için düşüş söz konusu değildir. Yozlaşma Allah’ın resûllerinde mümkün değildir. Bu hedefin dışında kalan, yani doğmadan önce seçilmeyen, hayattayken Allah’a ulaşmayı dilemeden önce seçilenler için her şey kesbî olarak elde edilir ve nefsin kalbinde %61 nura kadar bu böyle devam eder. Ama %51’den sonra tehlike başlar.
Yozlaşma, kişinin zikriyle %100 ilişkili bir olaydır. Kişi, kendi kesbî gayretleriyle, müktesep hak (kazanılmış bir hak) olarak zikrini artırırsa Allah’ın yardımı gelir ama bu yardımın temelinde mutlaka kişinin, şahsi talebi ve gayreti söz konusudur. Her şeyi kendisi elde eder. Allah ona yardımcı olur.
 Kişinin zikrinde düşme başladığı zaman, inhitat başlar. İnhitat; gerileme, çökme demektir.  Düşme başladıktan sonra, artık o kişi merdivenden aşağıya doğru inecektir. Bu düşme Bakara Suresinin 257. âyet-i kerimesinin ikinci bölümünde ifade edilmektedir. Kişi aşağıya doğru inmeye başladığı noktadan itibaren yani inhitattan hemen sonra yozlaşmanın normal sınırları içine girmiştir. Terakki, yükselme, gelişme, tekâmül artık sona ermiştir. Merdivenlerden aşağıya doğru iniş başlamıştır. İnişin başladığı noktada, Allah’a kul olmaktan derhal atılır. O artık tagutun kuludur. İnsan ve cin şeytanların kuludur. Allah’ın dostu olmaktan çıkar, o tagutun dostu olur. Bakara-257’de amenû olanlar, Allah’ın kulu, dostu olarak; kâfirleri ise şeytanın kulu olarak değerlendirilmektedir.
Vuslattan sonra şeytan tarafından tuzağa düşürülen herkes için “Allah’ın kulu olmak” olayı bitmiştir. O kişi artık tagutun kuludur, nefsinin kalbindeki nurlar adım adım azalacaktır. Yozlaşmanın başladığı noktada, Allahû Tealâ emanetini tekrar o kişiye geri gönderir. O kişinin Allah’ta olan ruhu, Allah tarafından o kişiye iade edilir. O kişinin kalbindeki îmân kelimesi Allahû Tealâ tarafından alınır. Böyle bir insan eski haline geri döner. Artık o bir kâfir hüviyetindedir. Allahû Tealâ âmenû olanların dostudur, ama kafirler âmenû olmayanlardır.
Kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse, dilediği andan itibaren âmenûdur. Allah’a ulaşmaya kadar âmenû olarak devam eder ve Allah’ın Zatı’nda yok olduğu zamanda âmenûdur. Fakat yozlaşma başlarsa, artık o kişi âmenû olan birisi değildir. O kişi tagutun dostu olmuştur.
Âmenû olan, mü’mindir. Mü’min olması yozlaşma başlayıp tagutun dostu olana  kadar devam eder. Allah’a ulaşmayı dileyip, ulaşan kişinin muhtevası hep mü’mindir. Kişi hem Allah’ın dostu hem de Allah’ın kuludur.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:

10/YUNUS-62:E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah'ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.

Takva sahibi olanlar âmenû oldukları için takva sahibi olmuşlardır. Âmenû olma özelliğini kaybettikleri andan itibaren takva sahipleri değillerdir ve dünya saadeti de ahiret saadeti de onlardan alınır. Onlar Allah’ın kulu olmaktan da çıkmak mecburiyetindedirler. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın dostudurlar. Kâfirler ise şeytanın dostudurlar ve kuludurlar. Allah’ın kulu olmaktan şeytanın kulu olmaya geçmişlerdir ve iniş başlamıştır. Bu iniş, o kişinin kalbindeki bütün nurları, götürene kadar devam edecektir.
Kişi yozlaşmanın ardından aklını başına toplarsa, Allahû Tealâ bir defa daha hak verir. Tekrar aynı yolları aşarak ruhunu Allah’a ulaştırır. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği anda yeniden Allahû Tealâ’nın kulu olur ama eğer bir defa daha fıska düşerse, yani geriye dönüş, yozlaşma başlarsa, o noktadan itibaren Allahû Tealâ’nın onu kurtarması söz konusu değildir. Allahû Tealâ kalbindeki “îmân” kelimesini alır. O kişinin kalbini mühürler ve ruhunu tekrar o kişiye iade eder. Böyle mühürlü bir kalbin tekrar açılması artık mümkün değildir. Asla dönüş söz konusu değildir. Kalp mühürlüdür. Yozlaşma, bütün boyutlarıyla o kişiyi hep sinesinde tutar. Yozlaşma ömür boyu devam eder ve adım adım eski iptilalar geriye döner. Kişi her geçen gün kaybedenlerden olur.
Allah hepinizden razı olsun.

                                                  

     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.