TAHAKKÜM
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de Nur Suresinin 21.
âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
24/NUR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ
tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil
fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ
minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe
yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey
âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına
tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o
(şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak
ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve
fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden
hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini
tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi
bilendir).
Şeytanın adımlarına tâbî olanlar fuhuşla (her çeşit
kötülükle) ve münker (inkârı ve Allah’ın yasak ettikleri) ile emrolurlar. Tahakküm
şeytanın kumandası altında bir kişinin yapabileceği bir şeydir. Nefsin
afetlerinin devreye girmesi halidir. Bu, yozlaşmanın bir işaretini taşır.
Her zaman ifratla
tefrit arasındaki bir noktada olmalısınız. Birbirinize dost olmayı, en sıcak
ilişkiler içinde bulunmayı, etrafınızdaki insanları sevmeyi usul haline getirmelisiniz.
Biz insanlar hep bir gayretin içinde olmaları lâzımgelenlerizdir. Boyutlarımızdan
birisi şu dünya hayatını yaşarken çalışmak; bir başkası da istirahat etmek,
dinlenmektir. Ya çalışma ya da dinlenme halindeyizdir. Tahakküm müessesesini
yerli yerine oturtabilmek için 2 unsuru dikkate almak mecburiyetindeyiz:
1- Emir ve kumanda mevkiinde olanlar
2- Emredilenler
Allahû Tealâ tarafından emir ve kumanda mevkiine
getirilenlerin başkalarına zulmetmesi, kendisine verilen emir ve kumanda
yetkisini nefsinin afetleri istikametinde kullanması, onu Allah’ın huzurunda
küçültür. O kişi bundan sadece kaybeder. Nefsimiz sadece başkalarından üstün
olmayı istemez; daha ötesini bunu onlara zorla kabul ettirmeyi de ister. Üstün
olmakla yetinmez, bunu onlara kabul ettirmeyi ve tasdik ettirmeyi ister.
Onlardan bu yönde davranışlar bekler. O davranışlar, kendisinin üstün olduğunu
ispat edecek bir hüviyet kazanmalıdır.
Bu hüviyete dikkatle bakın! Şeytan insanları en çok bu
noktadan yakalar. Hangi ekibin başına kim gelirse bir süre sonra korozyon,
yozlaşma müessesesi başlar. Yetkili kılınan kişi başkalarından daha üstün bir
pozisyondadır. Bu üstünlüğü ona Allah adına verilmiştir. Başkalarıyla birlikte
bir ekip çalışması yapacaktır, hizmet söz konusu olacaktır, bir üretim
faaliyetine iştirak edecektir veya herhangi bir konuda başkanlık edecektir.
Başkanlık eden kişinin nefsi, kendisinin diğerlerinden üstün bir pozisyonda
olduğunu bilmektedir. Yanlışlık burada başlar. Sadece bunun bir standart olduğu
ona yetmez. Kişi etrafındaki insanların kendisinden aşağıda olduğunun onlara
ispat edilmesi gerektiğini düşünmeye başlar ve adım adım davranışları onları
rahatsız eden, aşağılayan bir hüviyet kazanır. İşte konunun problem oluşturan
noktası buradadır. Bu kişi nefsini devreye koymuştur. Nefsinin afetleri her an
onun başkalarından üstün olduğunu şu veya bu hareketiyle ispat etmesini
gerektirir. İblis, nefsi bu istikamette kullanmayı çok güzel başarır. Artık o
kişi için söz konusu olan şey bir üretim faaliyeti değildir, sadece etrafındaki
kişilere üstünlüğünü ispat etmek gayretidir. Kişi, nefsinin elinde bir oyuncak
olur. Emrindeki kişiler onu sevmezler. O da yavaş yavaş bir sevgisizlik çemberi
içerisinde etrafındakileri sevmemeye başlar. Onlar onun uşaklarıymış, köleleriymiş
gibi davranmaya başlar. Nefsi bu pohpohlanmaya, bu üstün görme eğilimine iyice
teşne (istekli) olur. Kişi her olayda üstünlüğünü kanıtlama gayreti içindedir. Bunu
başkalarına, etrafındaki insanlara değer vermediğini, onlardan üstün olduğunu
hep ispat etmek gayreti içinde olarak yapacaktır. Kaybedenler hep buradan
kaybeder.
Etrafınızdaki insanlar sizin düşmanlarınız değil,
kardeşlerinizdir. Onlara üstünlüğünüzün ispat edilmesi gerekmiyor. Allahû Tealâ
sizi o üstün mevkiye zaten koymuştur. “Onlara daha güzel hizmet vermeleri
konusunda yardım etmek dururken, onları ezmek gayreti nereden kaynaklanıyor?”
diye kendi kendinize sormalısınız. Arkasında sadece nefsinizin afetleri var.
İşte o afetlerin ortaya koyduğu sonuç tahakküm adını alır.
Siz, Allah’ın emrinde bir şeylerin üretilmesi
konusunda bir ekip başısınız. Böyle bir ekip başının fonksiyonu, etrafındaki
insanları bir sevgi çemberi içerisinde kucaklamak, onları bir sevgi içerisinde,
hem kendisiyle onlar arasındaki sevgiyi hem de onların birbiriyle
ilişkilerindeki sevgiyi her gün biraz daha arttırmaya çalışarak, Allah
yolundaki hizmetin bir zevk olduğunu onlara yaşatmak olmalıdır. Bütün
ulûl’emirlerin temel gayreti mutlaka bu olmalıdır. Yapılması lâzımgelen şey,
sizlerin onlara verdiğiniz emirler değildir, yapılması lâzımgelen, sadece
Allah’ın emirlerini onlara iletmektir. Ne zaman nefsiniz Allah’ın emirlerinin
ötesinde bir şeyi onlara dikte etmeye, onları sizin nefsinizin talebine itaate
zorlarsa bunun adı tahakküm olur. Bu korkunç yanlışlığın içine nasıl
düştüğünüzü anlayamazsınız. İblis, sizi böyle bir tuzağa her zaman sürüklemek
gayretindedir.
Bir ulûl’emir, bir ekibin başındaki kişi ya da birçok
ekiplerin başında olan kişi, nefsinin onu yanlış bir istikamette sürüklemesine
hiçbir zaman müsaade etmemelidir. Nefsiniz, özellikle tahakküm konusunda en
sinsi düşmanınızdır. Bir süre sonra etrafınızdaki insanlardan gelecek olan
bütün talepleri sırf nefsiniz istiyor diye geri çevirmeye başlarsınız. Onlar
“A” demişlerse, siz mutlaka “B” demek zorundaymışsınız gibi, hep onların
karşılarına engeller çıkartırsınız. Onların dediklerinin olmayacağı, sadece
sizin söylediklerinizin gerçekleşeceği konusunda iç dünyanız size bir ispatlar
silsilesini kullandırır. Bunları yaparken gururunuz, başkaları tarafından saygı
gören bir insan hüviyetine sizi sokmak için çabalar durur. Ama tahakküm
ederseniz, siz sevilen bir insan değil, korkulan bir insan olursunuz. Korkan
korktuğundan kaçar; seven sevdiğine koşar…
Öyle bir ulûl’emir, çalışma başkanı olun ki, orada
siz, etrafınızdaki insanlar tarafından el üstünde
tutulan birisi olun. Öyle bir sevgi bağıyla size bağlansınlar ki, Allah’ın
emrini yerine getirirken hiç kimse bundan gocunmasın. O hizmeti yapanlar, ne
kadar büyük fedakârlıklar içinde çalışıyorlar biliyorsunuz. Onlara bir köle
gibi davranmak çok büyük bir yanlışlıktır.
Çalışmanıza dair yanlış giden birşeyler
sizin de üstünüzdeki kişilere ulaştırıldı diye kızmak onlardan intikam almak
doğru bir davranış değildir. Onlar söylemese de Allah herşeyi bilir. Yani hatayı
yapmak değil, hatayı örtmek için de bir gayret sarfetmek ve kim bunun karşısına
çıkarsa ona düşman olmak söz konusu ise burada bir yanlış var demektir. Bencil
düşüncelerin, nefsinizin afetlerinin tesiri altına girmemelisiniz.
Tahakkümün sonu ne olur?
Tahakküm; etrafınızdaki insanları sizden birer birer uzaklaştırır.
O insanlar sizden kaçmaya başlarlar. Sizinle beraber olmaktan kaçarlar.
Etrafınızdaki insanların azaldığını görüyorsanız büyük bir hatanın içindesiniz.
Nefsinizin zebunu, esiri olmuşsunuzdur. Bunun arkasında tahakküm vardır. Sadece
Allah’ın emirlerinin yapılması yerine nefsinizin afetlerinin emirlerini onlara
dikte ederseniz ve onları zorlarsanız Allah’ın size verdiği yetkiyi kötüye
kullanmış olursunuz. Biz o fedakâr kardeşlerimize çok değer veriyoruz.
Eğer bütün davranışlarınız, hep negatifi yansıtıyorsa; insanlar sizi sevmiyorlarsa siz o zaman
Allah yolunda hizmet eden biri değilsiniz; hizmeti bilerek, isteyerek aksatan bir
hüviyettesiniz demektir. “O insanlar, hangi dar şartların içinde, hangi
sıkıntılar içersinde Allah için hizmete koşuyorlar?” sizi alakâdar etmeli; onların kalplerini kırarken, onları
ezerken kalbiniz daralmalı; huzursuzluk hissetmelisiniz. Eğer hissetmiyorsanız kalbiniz o kadar
nasır bağlamış durumda demektir.
Eğer size bir görev verilmişse siz oraya başkalarını
ezmek için, onlara üstünlüğünüzü ispat etmek için, nefsinizin afetlerini;
gurur, kibir afetini tatmin etmek için tayin olunmadınız. Orada intizam içinde
bir güzelliği yaşamak ve etrafınızdaki size tâbî olanlara, sizin emrinize itaat
edeceklere yaşatmak için getirildiniz. Onlara dünyayı zindan ederseniz. Onları
da kendinizi de mutsuz edersiniz.
Allahû Tealâ’nın size verdiği vazifenin mukaddes, kudsî
bir vazife olduğunu anlamalı ve sadece Allah için çalışmanın o müstesna
heyecanını, huzurunu yaşamalısınız. Nerede nefsinizin afetleri varsa orada
şeytan vardır. Şeytan hem sizi, hem etrafınızdaki kişileri sadece huzursuz
etmek ister. Kötüye kullanılan, başka insanlara üstünlük taslamak istikametinde
kullanılan her yetki, kişiyi Allah gözünde sadece aşağı indirir. Fedakarlık, zamanınızın
bir kısmını başkaları ile geçirmek, onlara eziyet etmek, onları yaşadıklarına
pişman etmek değildir. Görevinizin etrafınızdaki insanlara mutluluk vermek
olduğunu, onların o sahâbenin yaşadığı gönül ferahlığı içinde hizmetini
sağlamakla vazifeli olduğunuzu anlamalısınız. Bu bir gönül meselesi…
Ulûl’emir olmak, başkalarına emretmek mevkiinde
bulunmak bir sorumluluk işidir. Hedefiniz, nefsinize dur diyebilmek,
etrafınızdaki insanların sizden sadece huzur duyması, sizinle mutluluğu
yaşamaları ve severek yapılan bir işin vücuda getireceği bereketli sonuçlara
ulaşmak olmalıdır. Birlikte çalıştığınız kişileri, mutlaka ezilmesi lâzımgelen,
sizin üstünlüğünüzü kanıtlama, ispat edilme vasıtaları kabul etmemelisiniz. Hem
çevrenizdekilere hem de kendinize zulmetmemelisniz. Onlardan üstün olduğunuzu
onlara ispat etmek uğruna tahakküm gibi bir yanlış davranış içerisine girmeyin
çünkü zaten o işi yapabilecek hüviyette olduğunuz için bulunduğunuz noktaya,
göreve getirildiniz. Başkalarını ezerseniz, nefsinizin afetleri istikametinde
hareket ederseniz asıl işte o zaman küçülürsünüz ve bulunduğunuz yeri
haketmeyen bir duruma düşersiniz.
Tahakküm, Allahû Tealâ’nın
mutlak olarak yasak ettiği bir müessesedir. Allah’ın emirlerini yerine
getirirken, nefsinizin emirlerini de onlara bunun bir tabî neticesiymiş gibi
kabul ettirmek gayretidir.
Sadece Allah’ın emirlerini yerine getirmek için oradasınız. Davranış
biçimlerinizin başkalarını rencide edici, küçük düşürücü, onlara huzursuzluk
verici bir hüviyet taşımaması asıldır. Allah’ın emridir. Sevgiyle işlerin
yürütülmesi, üretimin, hizmetin sağlanması söz konusudur. Öyleyse tahakkümü
mutlaka devre dışında tutmak mecburiyetindesiniz.
Bir ekip çalışması nasıl
olmalıdır?
Hangi konuda bir faaliyet söz konusuysa, ulûl’emirle,
emrinde olanlar arasında tam bir ahenk oluşmalıdır. Bu ahengin sevgi
platformunda oluşması asıldır. Bu ahenk nefret platformunda oluştuğu zaman
devamlı olamaz, ekip kan kaybetmeye başlar. O ekibin mensupları oraya
başkalarını da davet etmek şöyle dursun, kendileri de o ortamdan kaçmak
isteyeceklerdir. Eğer o ekipte siz başkansanız, yanlış davranışlarınız ile etrafınızdaki
insanların giderek size sevgisiz insanlar olmasına sebebiyet verirsiniz. Kur’ân
emirlerinden, tasavvuftan, Allah’a yakınlıktan ne kadar uzaklaştığınızı anlamazsınız.
Biz anlatmak mevkiindeyiz; sizler anlamaları gerekenlersiniz. Bizi, idrak
dağarcığınıza ne ölçüde bir şeyler girerse, o kadar anlayacaksınız. Sizlere hep
şunu söylüyoruz: “Nerede, hangi mecliste olursanız olun, etrafınıza nefret
dalgaları yaymayın, sevgi dalgaları yayın. Allah’ın bir sevgilisi olduğunuz her
halinizden belli olsun.”
Size iki türlü itaat edilir. Sevgi halesi içinde bir
itaat varsa, ekibinizdeki insanlar: “Aman! Öyle bir davranış biçimi
sergileyelim ki, öyle güzel görevimizi yapalım ki, O’nun üzerimizdeki sevgisi
azalmasın” derler. Ey ekip başları! etrafınızdaki insanlar size böyle
bakıyorlarsa, o zaman siz, Allah’a lâyık bir ulûl’emirsiniz demektir.
Ulûl’emir, etrafındaki insanlara kendi nefsinin
istediklerini yaptırmak mevkiinde olan kişi değildir. Allah’ın emirlerini
yaptırmak mecburiyetindedir. Bunu hiçbir zaman zor kullanarak yapamaz.
Allahû Tealâ: “Aman! Elimizden gelen bütün gayreti
gösterelim, biz Allah için çalışıyoruz. Öyle bir çalışalım ki, O’nun bizim üzerimizdeki
sevgisi azalmasın.” diyen ekipler ister. Eğer Allah yolunda bir gayretin
sahibiyseniz, Allah için çalışıyorsanız, ürettiğiniz şeyin satılması ve Allah
yolunda kazanılanın kullanılabilmesi sizlerin gayretlerine bağımlıysa, iki
türlü de sonuca ulaşabilirsiniz:
1. yol:
Sizden nefret edilerek, onları zorla esir gibi
çalıştırarak bir yere varabilirsiniz, bir şeyler üretebilirsiniz. Ne bereketini
görürsünüz ne de hayrını görürsünüz. Yaraladığınız, kırdığınız kalpler de cabası
olur. Sevilmeyen bir insan olursunuz ve gelir Bize: “Acaba ben neden sevilmiyorum?
Beni hiç sevmiyorlar?” diye sorarsınız. Elbette sevmezler. Siz kendinize: “Onları
seviyor muyum? Yoksa onları değersiz köleler olarak mı düşünüyorum?” diye
sordunuz mu? Kölelerin en kölesi Biziz. Biz, Allah’ın azadsız kölesiyiz.
Hayatımızı Allah yolunda seve seve hemen şu anda veririz. Bu kalbimizde O’na
karşı olan sonsuz sevgiden kaynaklanır. Hayatımızın hiç değeri yoktur.
“Yanlış yapmayalım da Allah’ın Bize karşı
olan o muhteşem sevgisinde azalma olmasın” diye düşünmelisiniz. Bu güzelliğe dikkatle bakın! Siz etrafınızdaki
insanları severseniz onlar da sizi mutlaka severler. Onlara davranışlarınızda dikkat edin! Hasbelkader o mevkiiye getirilmeniz sizi
yozlaştırıyorsa, arkasında tahakküm vardır. Her geçen gün daha sinirli, asabî
bir kişiliğiniz oluşuyorsa, etrafınızdaki insanlarda size karşı devamlı artan
bir sevgi söz konusu değilse, sevginin yerini size karşı nefret almışsa,
insanlar sizinle beraber hizmet ederken bundan sadece sıkıntı, huzursuzluk
duyuyorlarsa, siz etrafınıza onlara vazife yaptıracağım diye sadece işkence
eden bir insan haline gelmişseniz, o zaman Allah yolunda hizmet yaptığınızı zannediyorsunuz
ama yapmıyorsunuz demektir.
Göreviniz etrafınızdaki insanları mutlu kılarak, sevgi
bazında onları daha çok üretecek bir hüviyete ulaştırmak olmalıdır. İnsanları
zorlayarak bunu yaptıramazsınız. Onlara kötü davranarak, kelimeye dökülmeyen bir
hakaret anlamında onları küçülterek, davranışlarınızla onları ezerek bir yere
varamazsınız. Hiç kimse bundan müstağni değildir yani bunun dışında kalamaz.
Allah’ın kanunları herkese çalışır. Bu kanunun 1. maddesi sevmektir. Sevilmek,
sevmenin neticesinde size geri dönecektir. Onları sevebilirseniz o zaman bir
hedefe gidersiniz. Burada ifratla tefriti yerli yerine oturtmak mecburiyetindesiniz.
Bir ulûl’emir, Allah’ın verdiği emirleri tebliğ
ederken, emrin yerine getirilip getirilmediğini kontrol ederken, üretimin her
safhasında bir gözlemci olarak, emredici unsur olarak onların başlarında
elindeki kırbaçla dolaşan bir esir tüccarı gibi olursa, bu bir başarı değildir.
Zaten sonuç çözülmedir. Hepinize
tavsiyemiz çok zikretmenizdir. Zikir mutlak olarak sizi nefsinize tâbî olmaktan
koruyacak olan bir müessesedir. Yaptırmanız lâzımgelen şey, sadece Allah’ın
emrettiğidir, sizin nefsinizin onlara dikte ettirmek; zorla yaptırmak istediği şeyler değildir.
İnsanların arasındaki ilişkilerin, Allahû Tealâ’nın
istediği boyutu kazanabilmesi, sadece temelinde sevgi olan davranış biçimleri
dizisinin tabiî neticesidir. Bir başka alternatif yoktur. Nefretle, korkuyla,
zorla bu yolda başarı sağlanamaz. Allah’ın yolunda, karşılıksız hizmet vardır.
Sevgi yoksa hizmet yürümez. Her gün etrafınızdaki insanların sayısı azalır. Eğer
etrafınızdaki insanların sayısı her geçen gün azalıyorsa arkasında sadece sizin
kör nefsiniz vardır. O nefs sizi her zaman alaşağı eder. Allah’ın size olan
sevgisini her gün sadece biraz daha azaltır. Hem emek sahipleri, hem her grubun
başındakiler hepiniz Allah yolunda hizmet ediyorsunuz. Bu hizmetle söz konusu
olan şey, sevgi ile hedeflere yürümektir. Davranışlarınızın en ince detaylarına
kadar girip de, her saniye ne yapmanız gerektiği konusunda sizlere uzun uzun
sözler söylemek gerekmez. Kalın çizgilerle sevgi kelimesi bütün kapıları açan
bir anahtar olarak karşımıza çıkar. Onları, her işlerini kontrol edip bir kısım
şeylerden onları men etmek suretiyle, bir yerlere gideceğinizi zannediyorsanız
yanılıyorsunuz. Engellemek değil, teşvik etmekle mükellefsiniz. Hedefiniz, insanları
gönül rızasıyla, sevgiyle Allah yolunda daha rasyonel bir çalışmaya ulaştırmak
olmalıdır. Konunun temelinde sevgi vardır.
Allah’ın emrini yaptırırken o emrin
ötesinde, üstünlüğünüzü ispat etmek sadedinde, nefsinizin afetleri
doğrultusunda, onlara yapmak mecburiyetinde olmadıkları şeyleri emrederseniz bu
ifrattır, haddini aşmaktır. Böyle bir dizaynda görevinizi size itibar
sağlayacak olan bir açıdan kilitlemiş olursunuz. Allah’ın sevgisinin
kilitlendiği bir noktadasınız. Bir süre sonra Allah’ın size karşı olan sevgisi
azalmaya başlar. Bu sadece etrafınıza zulmetmek değildir. Her zulmeden
kendisine de zulmeder. Zulmün ölçüsü derecat kaybetmektir. Nefsinizin afetleri
sebebiyle kime bir kötülük yaparsanız, kime karşı zor kullanırsanız, sadece
nefsiniz istiyor diye onlara mecbur olmadıkları şeyleri yaptırmaya kalkarsanız,
o zaman bu bir tahakkümdür. Allah’ın emirlerinin yanı başında nefsinizin
emirleri devreye girer. Onları küçültmeye çalışmak; onları aşağılayarak, onlara kötü davranarak, onları
yaşadıklarına pişman ederek iş yapmak hem kendinize hem de onlara zulumdür. İmkânsızlıklar
içinde, sahâbe gibi canla başla çalışan o tertemiz insanları yaşadıklarına
pişman edecek seviyeye getirmek büyük bir hatadır.
Dikkat
edin! Allah yolunda hizmet ederken sakın başkalarının kalbini kırmayın! Siz,
Allah’ın emrini vücuda getirmek için oradasınız, nefsinizin emirlerini yerine
getirmek için değil. Ne zaman Allah’ın emrinin ötesine taşarsanız, o noktada
tahakküm devreye girmiştir.
Tahakküm,
ifratın temelidir. Tahakküm varsa ifrat, haddi aşma ve israf vardır.
Zamanın israfı, iradî yapının israfı söz konusudur. Onların iradeleri size
hizmet etmek istikametinde artık çalışmaz; size hizmet etmeyi istemezler,
sizden kaçmaya başlarlar. Etrafınızdaki insanların birer birer azaldığını
hissedersiniz. O zaman kendinizi sorgulayın. Arkasında yatan bir tek sebep
bulabilirsiniz; tahakküm ve nefsinizin afetleri… Böyle bir standartta ulûl’emir
huzursuz, insanlar huzursuz, herkes sıkıntılı ve hiç kimse mutlu değildir. Üretim
giderek düşer.
2.
yol:
Bir de en güzel ilişkiler içinde bir ekip çalışması
düşünelim: Orada herkes Allah yolundaki hizmetten büyük bir zevk alır.
Evlerinde yaşayamadıkları bir büyük zevki bir kardeşlik havası içerisinde orada
yaşarlar. Ulûl’emirleri tarafından sevilen insanlar, bu sevginin ışığında en
büyük gayretle en büyük üretimi gerçekleştirirler. Bunun arkasında sadece sevgi
vardır. Onları Allah’ın güzelliklerine doğru sevgi bayrağı altında yönetmek,
yöneltmek ve yönlendirmelisiniz. Öbür taraftan; sevilen bir ortamda Allah’ın
emirlerini de yerine getirmekten, o konuda onlarla ilgilenmeden “Bana onları
sevmem emredildi, ben onları seviyorum. Onlara müdahale etmemem lâzım. Müdahale
edersem belki nefsim devreye girer.” şeklinde bir düşünceyle hizmetlerin
yapılmaması noktasına gelirseniz, herkeste bir tembellik, bir hizmet yapmama,
hizmetten kaçma eğilimi görürseniz ve bu sizi hiç alakâdar etmezse: “Bana
verilen emir onları sevmek, ben onları seviyorum, iş yapmazlarsa yapmazlar.” dediğiniz
zaman da tefrite girersiniz. Sizden beklenen hizmeti vermemiş olursunuz. Siz
orada nefsinizin emirlerini onlara yaptırmak için bulunmuyorsunuz. Allah’ın
emirlerini yaptırmak için bulunuyorsunuz. Allah’ın
emrinin tebliği hiçbir zaman zor kullanılarak gerçekleştirilemez. Hüner en
güzeli yapabilmektir.
“Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.
Şahsın
görünür rütbe-i aklı eserinde.”
Siz öyle bir ulûl’emir olmalısınız ki; Allah’ın emrini
onlara yaptırırken onlar size olan o büyük sevgileri içerisinde, o hizmeti en
güzel şekilde yapmanın isteği içinde büyük bir arzuyla çalışan insanlar
olmalılar. Ne zaman onları teşvik ederseniz, bir sevgi yumağı halinde onları
kucaklarsanız, her zaman onlara olan sevginizi hissettirirseniz o zaman
muhakkak ki en güzele ulaşmış olacaksınız. İfratla tefritin arasındaki unsur
budur. Allah’ın hizmetlerinin mutlaka gerçekleştirildiği, zor kullanmadan,
nefreti devreye almadan, nefsinizin afetlerini asla bir muhtevaya sokmadan
sevgiyle çalışan bir müesseseyi gerçekleştirmek gerekemektedir. Hedefiniz, Allah’ın
emrini size karşı olan sevgileri sebebiyle en güzel boyutlarda onların içinden
gelerek gerçekleştirmeleri olmalıdır.
Tahakküme sakın kapılarınızı aralamayın, tahakküme
geçit vermeyin. Çalışan kardeşlerimiz ulûl’emirlerini çok sevsinler,
ulûl’emirler de onları çok sevsinler. Her geçen gün sizden birbirinizi ne kadar
sevdiğinize dair sözler yükselsin.
Unutmayın ki; Allah hepinizi çok seviyor. O’nun
sevgisini azaltacak yanlışlarda ısrar etmeyin. Allahû Tealâ’nın yolunda en
güzeli yansıtan, en verimli insanlar olmalısınız. Birbirinizi sevgiyle
kucaklamalı, her davranışınızda etrafınızdaki insanlara karşı sevgi fışkırmalıdır.
Her biriniz bir sevgi merkezi olmalısınız ve Allah yolunda böyle bir hizmet söz
konusu olmalıdır.
Tahakküme sakın geçit vermeyin. Allah’ın sizi daha çok
sevmesi buna bağlıdır. İnsanları severseniz onların da sizi sevmesiyle ne kadar
büyük mutlulukları yaşayacağınızı görebilirsiniz. Bunu yaşadıkça daha güzele
yönelirsiniz. Allah’ın hepinizden istediği, karşılıklı bir sevgi halesi içinde
en güzel hizmeti vermektir.
Allah razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.