8 Haziran 2016 Çarşamba

TASAVVUF MENSUBU

TASAVVUF MENSUBU

İnsanlar cemaat halinde yaşama mecburiyeti olan bir yapının sahibidir. Allahû Tealâ insanı sosyal bir varlık olarak yaratmıştır. Bu sosyal mahlûk, Allahû Tealâ’nın dizaynı içinde en iyiye yönelik bir hüviyet kazanacaktır.
İnsanoğlunun, başka insanlarla birlikte yaşamak mecburiyeti, aslında Allah’ın bir ihsanı, daha üst seviyede bir ni’metidir. Çünkü çevrenizdeki her insan aslında mutluluğunuzun bir vasıtasıdır.
Toplum içinde yaşıyoruz ve bir takım görevlerimiz, vazifelerimiz var. Hepimiz için söz konusu olan bir davranış biçimleri dizisi var. Etrafımızdaki insanlarla bir bütün teşkil etmekteyiz. Herkes yalnız başına bir hiçtir. Başkalarıyla beraber olunca bütünün iki parçası birbirine ulaşmış olur.
Herkes başkalarına muhtaçtır. Başkasına muhtaç olmayan hiç kimse yoktur. Her ihtiyacımızı temin etmek mecburiyetindeyiz. Her bir ihtiyacımızı başka başka insanlar vücuda getirmektedir. Yani ayakkabılarımızı bir yerden, elbiselerimizi başka yerden, gıda maddelerimizi vb. bütün ihtiyaçlarımızı başka başka yerlerden temin ederiz. İhtiyaçlarımızı bizlere sunmak üzere arz eden insanlar topluluğunun içerisinde yaşarız. Herkes bir şeyler üretir, herkesin bir şeylere katkısı vardır. Kişi kendi ürettiğine katkıda bulunarak satar, başka insanların yaptıklarını da kendi ihtiyaçları için temin eder. Bu insanlara has bir ihtiyaç dizaynıdır. Herkes herkese muhtaçtır. Böyle bir durumda insanlar bizim için önemli bir hüviyetin sahibidir. Etrafımızdaki bütün insanlar aslında bizim mutluluğumuzun anahtarlarıdır.
Tasavvuf mensubları, öyle insanlar olmalıdırlar ki tasavvufun dışındaki insanlar onlara baktıkları zaman, örnek bir toplum görsünler.
Osmanlı imparatorluğu boyunca tasavvuf hep yaşandı. Başlangıçta toplumun %90’dan fazlası tasavvufu yaşarken sonra bu oran Osmanlıda giderek azaldı. Gerileme devrinde ise çok gerilere gitti.
Osmanlı bir imparatorluktu. Allah’ın değer ölçülerine sadık kaldığı sürece Osmanlı imparatorluğu bir cihan hâkimiyetini simgeledi. Bu cihan hâkimiyetini Osmanlı “nizami âlem” kelimesi ile ifade ediyordu. Tasavvuftan ayrıldıkça yani Allah’ın kâinattaki tek dîninin standartlarından yavaş yavaş koptukça, nizami âlem, nizami cedide (yeni nizama) dönüştü. Osmanlı o andan itibaren artık cihan hâkimiyetini götüremeyeceğini buna yapısının artık müsait olmadığını fark etti.
Sizler yükselme dönemindeki o Osmanlı insanının yaşantısını yaşıyorsunuz. Allah’ın manevî yolunda yoğruluyorsunuz. Tasavvuf mayasıyla mayalanıyorsunuz.
Tasavvuf; kâinatın tek dîni olan Hz. İbrahim’in hanif dîninin hayata geçirilmesidir. Bu hanif dîni Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e indirilen Kur’an-ı Kerim’de hanif dîni olarak geçmektedir. Arapça adı İslâm’dır.
Toplum halinde yaşadığınız için toplumla ilişkilerinizde çok dikkatli olmalısınız. Siz: “Ben tasavvuftayım, Allah’ın bana emrettiklerini yapıyorum başkalarının benim hayatımda bir değeri yok.” diye düşünürseniz tasavvuf mensubu olamazsınız. Herkes hayatınızda değer kazanmalıdır. Herkesin muhtevası bu değerlerle yoğrulmalıdır.
Hepiniz başka insanlara muhtaçsınız. Dikkat edin! Çevrenin size bakışını şekillendiren şey, sizin çevrenize, tasavvufun dışındaki insanlara karşı olan davranışlarınızdır. Onları ihmal etmemek ve sevmek mecburiyetindesiniz. Onlara bir mutasavvuf (tasavvuf mensubu) olduğunuzu: “Ben tasavvuf mensubuyum.” demekle ispat edemezsiniz. Tasavvuf mensubu olduğunuz, davranışlarınızdan anlaşılmalıdır.
Tasavvuf, dışındaki insanlara saygılı olmak mecburiyetindesiniz. Osmanlı’dan bu tarafa gelen geleneklerimizi bir bakışta kırıp geçemezsiniz. Vefa borcunuzu herkese ödemelisiniz. Komşuluk münasebetlerine gereken önemi vermek mecburiyetindesiniz. Komşu hakkı Allah’ın katında çok değerli bir haktır. Çiğnenmesi asla söz konusu olmamalıdır.
Osmanlı’nın bize bıraktığı mirası ne yazık ki; hovardaca harcamış, o muhteşem sükûnetini, hoşgörüsünü, eve gelen misafire saygısını bizim tasavvuf mensuplarının bir kısmı unutmuş görünmektedirler. “Benim evime gelen misafir tasavvuftan değil, ben ona tasavvuf kardeşlerimize gösterdiğim sevgiyi göstermek mecburiyetinde değilim. Tasavvuf mensubu kardeşlerime gösterdiğim saygıyı da onlara göstermek mecburiyetinde değilim.” tarzında bir düşünce sizi Allah’ın katında mahkûm eder. Manevi değerinizde çatlaklıklar oluşur.
Allah sizin tasavvufu dört başı mağrur yaşamanızı emreder. Allahû Tealâ’nın emrettiklerini çevrenizdekiler gibi değil; çevredeki bütün insanlardan daha çok Allah’a yakın bir kişinin davranışları olarak sergilemek mecburiyetindesiniz.
Tasavvuf toplumu, görenek ve gelenek olarak tasavvufun içindekilere de dışındakilere de saygılı olan örnek bir saygıyı kendisine hedef ittaz edenlerden örülür.
Eşleri tasavvufta olmayan bu güzellikleri yaşayamayan pek çok tasavvuf mensubu vardır. Onların eşlerine: “Ben tasavvufun gereklerini yaparım. Tasavvuf mensubu olarak Allah’a ve onun dostlarına verdiğim değeri sana vermem.” tarzında bir düşünce ile yanlış davranışlar sergilemesi, sizi sadece Allah’ın gözünde küçük düşürür. İnsanların gözünde siz: “O mu? O, tasavvuf mensubudur. Etrafındaki bütün insanlardan daha saygılı, daha sevecendir. O, gerçek bir Allah dostudur. Her davranışından bunu rahatça okumak mümkündür.” denilen bir insan olmalısınız. Şeytan sizin nefsinize: “İyi ama o tasavvuf mensubu değil, ona saygı göstermek mecburiyetinde değilim.” diye bir büyük yanlış düşünceyi bir de bakmışmışsınız kabul ettirivermiş. Eğer bu düşünceye sahip olursanız ancak davranışlarınızdan sonra bunun hatalı olduğunu kabul edersiniz.
Görevini, davranış biçimlerinizin herkese karşı mutluluk olarak ulaşmasıdır. Bunu saygı çerçevesinde tasavvuf mensuplarına yakışır bir disiplin içerisinde vermek, göstermek mecburiyetindesiniz. Sizden çevrenizdekilere ulaşan, sevgi ve saygı olmalıdır. “Ben tasavvuf mensubuyum o değil, ben üstünüm. Öyleyse ona üstün olduğumu her davranışımla ispat ederim.” tarzında mı düşünüyorsunuz? Bu, bir büyük yanlış düşüncedir.
Tasavvuf mensubu olarak, herkese en mütevazı davranışları sergilemek mecburiyetinde olanlarsınız. Tasavvuf mensubuyum diye kibirlenmek, başkalarından kendisini üstün görmek, sizi tasavvufun dışındakilerin negatif çevresiyle aynı seviyeye düşürür. Tasavvufun dışındaki insanlardan bir kısmı kötü bir tabiatın ve yanlış standartların sahibidirler. Özellikle Allahû Tealâ’nın emirlerini çiğnerler, yasaklarını da işlerler ve bu durum umurlarında bile değildir. Tasavvufun dışında olan bir başka grup insanın ise her ne kadar tasavvufu, İslâm’ı, Hz. İbrahim’in hanif dînini yaşamıyor olsalar bile onu yaşayanlara saygıları vardır. Kendinizi dışarıdaki insanlarla mukayese edin. Eğer siz başka insanlara, onların tasavvuf mensuplarına gösterdiği saygıyı gösteremiyorsanız, nasıl tasavvuf mensubu olabilirsiniz ki?
Tasavvufu yaşamayanlar sizden daha çok saygılıysa, siz onlara onların sizlere karşı takındığı dostça tavırlara, nefsinize kurban olarak davranışlarınızla yanlış cevaplar iletiyorsanız, nasıl tasavvuf mensubu olursunuz? Her davranış, başkası için bir şifredir. Onu size çeken veya iten bir davranıştır. Sizin yaydığınız dalga boyları, sizi antipatik veya sempatik kılar. Herkes her davranışında, birtakım dalga boylarını mutlaka yayar. Siz etrafınıza rahatsızlık veren bir insansanız, bu bütün davranışlarınızdan ortaya çıkacaktır.
İnsanları, “tasavvufu yaşamıyorlar” diye ikinci sınıf insanlar mertebesine koymak, hiçbirinize yakışmaz ve bu hiçbir zaman doğru olamaz. Hiçbiriniz yarın onların sizden daha üstün tasavvuf mensupları olmayacağını garanti edemezsiniz. Her an onlardan birisi de Allah’a ulaşmayı dileyebilir ve tövbe edebilir. Allahû Tealâ’nın yardımı onları evliya yapana kadar üst seviyede mutlak gelecektir, mutlaka Allahû Tealâ onları hedeflerine ulaştıracaktır.
Sizler bir taraf, tasavvufun dışındakiler ikinci tarafı oluşturuyorsunuz. Onlarla iyi ilişkiler içerisinde olmak üzerinize borçtur. İnsan haklarını çiğnememelisiniz. Allah’ın hepinize temel emri budur.
Tasavvuf; tasavvufun dışında olan eşinize, yanlış şekilde lanse edilmemelidir. Eğer siz tasavvufta olmayan eşinizle olan yaşantınızda her fırsatta: “Ben tasavvuf mensubuyum, tasavvufun gerektirdiği şeyleri yaparım ve senin sözlerin benim için değerli değildir.” imajını verirseniz bir mutasavvıf gibi davranmadınız demektir. Bu şekilde tasavvufta olmayan bir insandan daha kötü bir standarda girersiniz. Çünkü davranışlarınızla ve sözlerinizle onları Allah’a düşman yapmak konusunda, farkına varmadan harekete geçmiş olursunuz.
Bütün insanlar için bir değer ölçüsü olmalısınız. Tasavvufun dışında olan eşinizi, ailenizin diğer fertlerini sakın tasavvuf ile karşı karşıya getirmeyin. “Tasavvuf veya sen söz konusu olduğunuz zaman ben tasavvufu seçerim. Sen hiçbir zaman tasavvuf kadar değerli olamazsın. Ben tasavvufun gereklerini yerine getiririm, senin söylediklerini yapmam.” tarzındaki düşünceniz ve davranış biçiminiz, tasavvufu yaşamayanlarla aranızdaki ilişkilerde düşünülebilecek olan en büyük yanlıştır. Onlara öyle örnek olmalısınız ki: “Ha, demek ki tasavvuf buymuş; benim eşim tasavvufa girdikten sonra ne kadar değişti, bana karşı muamelesi daha da güzelleşti. Daha çok sözlerimi dinleyen, beni sevdiğini her vesilede belli eden bir hüviyete girdi.” dedirtebilmelisiniz. Eşinize ve çevrenizdekilere davranışlarınızla bu düşünceyi ilham etmelisiniz.
Bu noktada hepiniz için söz konusu olan şey bu hedefe yaklaşmaktır. Tasavvufa girdiğiniz noktadan itibaren, eşinize ve ailenizin tasavvufa girmemiş olan mensuplarına, tasavvuftan evvelkiyle tasavvuf hayatı arasındaki en güzel farklılıkları belirtebilecek, hissettirebilecek bir yapıya kavuşmak mecburiyetindesiniz. O zaman tasavvufu yaşıyor olursunuz. O zaman nefsinize hâkimsiniz demektir.
Şeytan tasavvufu bir vasıta olarak kullanır. Şeytan: “Sen tasavvuf mensubusun, o ise tasavvuf mensubu değil…” diyerek hep ona üstünlük taslamanızı öğütler. Ama  tasavvuf sizi eskiye göre daha çok tevâzu sahibi kılmalı ve tevâzuyu hepiniz öğrenmek mecburiyetindesiniz. Evinizde tasavvufa girmemiş olan insanların: “O tasavvufa girdiğinden beri beni ihmal etmeye başladı, artık benimle ilgilenmiyor.” diyebilecekleri bir zemin hazırlıyorsanız, büyük bir hatanın içerindesiniz demektir. Tasavvufta olan bir insan, en güzele ulaşmakla görevlidir. Sizler bunu kibirle değil; tevâzu ile yapacaksınız. Tevâzu, tasavvufu öğretmek üzere Allah’ın ortaya koyduğu bir sistemdir ve tasavvuf size kibiri öğütlemez.
Allah’ın size öğretisiyle sizin davranış biçimleriniz birbirinden farklı ise fiileriniz hedeften uzaktaysa tasavvufu yaşadığınızdan emin bir halde olmamalısınız. Çünkü tasavvuf mensubu; kendisinden başkalarına sadece onları mutlu edecek davranışlar ulaşan özel bir kişi olmalıdır. Etrafındaki insanların sevgi duyduğu, vazgeçemeyecekleri bir insan olmalıdır.
Tasavvuf mensubu; Hz. İbrahim’in hanif dîni olan İslâm’ı yaşayan, kişidir. O kişinin elinden ve dilinden hiç kimseye zarar gelmez.
Dedikodu yapıyorsanız; insanlar hakkında yanlış şeyleri başkalarına ulaştırıyorsanız; onları üzebilecek olan şeyleri, farkına bile varmadan, kendi iradenizle de birşeyler ekleyip başkalarına ulaştırıyorsanız, ne kadar büyük bir yanlışın içinde olduğunuzun farkına bile varmadan, başka insanları karalamış olursunuz.  Sizin: “Evet. Ben bunları söylemiş olabilirim ama kötü bir niyetle söylemedim.” demeniz, bir kurtuluş değildir. Hiçbir bahane ya da nedenle dedikodu yapmamanız gerekir.
Dedikodu; bir tasavvuf mensubunun, hiçbir zaman müracaat etmemesi gereken büyük bir yanlıştır. İnsanlar, başkaları tarafından önemli görünmek için yaparlar. Tasavvuf mensubu olmayanların hiçbir dayanağı yoktur. Onlar önemli görünmek için çeşitli yollara başvururlar. Sizler! Tasavvuf mensupları sizin buna ihtiyacınız yok. Siz Allah’ın dostlarısınız.
Söylediğiniz sözlere, konuşmalarınıza dikkat etmelisiniz! Başkalarının yapmadıkları şeyleri, sanki yapmışlar gibi göstererek, başkalarına ulaştırdığınız zaman, Allah’ın yolundan çok uzakta bir görüntü çizersiniz. Allahû Tealâ, size bu davranış biçimini emretmemektedir. Allahû Tealâ, tarafından dedikodu, iftira kesinlikle yasaklanmıştır. İnsanları başka insanların gözünde, farklı bir görüntüye sokmakla hiçbirşey kazanmazsınız. Diyelim ki; siz, başkalarını küçültecek olan sözleri o kişiyi küçültmek maksadıyla söylemediniz. Allahû Tealâ’nın dizaynında bir insanın davranış biçimlerinin, kendi iç dünyası içindeki pozitifliği başkaları içinde geçerli olmak mecburiyetindedir. Kötü niyetle söylemediğiniz bir şey aslında iç dünyanızda şeytanın size kötü niyetli olmadığınız intibağanı vererek size kullandırmasından kaynaklanır.  Şeytan: “Evet. Sen böyle bir şey söyledin. Çok hatalar yaptın. Ama sen bunların hiçbirisini kötü niyetle söylemedin ki…” diyerek sizi avutur. Ama aslında davranış biçiminiz bütünüyle yanlıştır. Başkaları hakkında başka insanlarda, şüphelere yol açabilecek olan, onu küçültebilecek olan, dedikodu konusu olabilecek, hakikat olmayan şeyleri başkalarına söylemekte büyük bir hata içerisine girersiniz. Allahû Tealâ’nın indinde; “Kötü niyetim yok” demeniz de sizi kurtaramaz. Çünkü insanlar olayları sizin gözlüklerinizle değil; kendi gözlüklerini kullanarak değerlendirirler. Onların gözlüğü ise tasavvuf gözlüğü değildir. Tasavvuf gözlüğü olsa da netice değişmez. Siz dedikodu yapıyorsanız; Allah’ın yasak ettiği bir fiili işleyen bir insansınızdır.
“Neden dedikodu yapılır? Üstelikte insanların yapmadıkları şeyi yapmış gibi gösterdiğinizde, benim tasavvufun dışındaki insanlardan ne farkım kalır? Her şeyin en güzelini konuşmak varken neden başkaları hakkında dedikodu yapma gereğini duyuyorum? Neden Allah’tan değil de başka insanlardan bahsediyorum?” sorularını kendi kendinize sormalısınız. Eğer siz, dedikodu yapıyorsanız sadece dilinizin gevşekliği yüzünden ve dedikodu yapma ihtiyacınız yüzünden kendinize yazık ederseniz. Misal olarak bir yerde misafir oluyorsunuz, sonra oradaki izlenimlerinizi başkalarına anlatıyorsunuz. O izlenimlerinizi sizi misafir edenleri küçültecek bir hüviyette anlatıyorsunuz. Hem sözleriniz doğru değil, hem de küçültme hedefine yönelik sözler söylüyorsunuz. Belki “Ben küçültme maksadıyla söylemedim. Evet. Biraz mübalağa etmiş olabilirim.” diyebilirsiniz.  Neden insanların güzel taraflarını değil de, size göre dedikodu konusu olarak seçilen alanlarını, o insanları küçültecek biçimde insanlara ulaştırmak istiyorsunuz? Böyle bir dizayn hepiniz için çok yanlış değil mi? O zaman, insanlar sizinle beraber olmak istemezlerse haklı değiller mi? Gözlemleriniz sadece başkalarına bir şeyler ulaştırmaya dayalıysa, dedikoduyu seviyorsanız, bundan vazgeçemiyorsanız, o zaman insanların size karşı sevgisinin azalması yanlış mı dersiniz?
Tasavvufun sizlere kazandırması gereken hasletler olmalıdır. Evvela tasavvuf mensubu dedikodu yapmaz. Hüsniye çerçevesinde yani güzellikleri anlatan bir  konuşmada eğer başka insanları hedef alıyorsanız; anlatımlarınız onların güzelliklerine dayalı olmalıdır. Davranış biçimlerinize dikkat edin! Davranışlarınız, sözleriniz, başkaları hakkındaki konuşmalarınız, onların yanlışlarına yönelik olmamalıdır. Ayrıca onlar doğruyu yaparken siz onu, kendi süzgeçlerinizden geçirirken yanlış bir kaba koymuş da olabilirsiniz. Ama bir başkası ile ilgili size göre yanlış olan davranışını bir muhteva içerisinde başkalarına ulaştırdığınızda, o kişiyi küçültmüş olursunuz.
Başkaları hakkında eğer bir başkasına bir şeyler söyleyebilecekseniz, kendinizi bir şeyler söylemek mecburiyetinde hissediyorsanız, bu o kişinin güzel davranışları olmalıdır.
Birine söylediğiniz, başkasını küçültücü sözler, sizi Allah karşısında çok güç vaziyette bırakır. Bir de bu söyledikleriniz doğru değilse o zaman daha da kötü bir durumdasınız demektir. Böyle bir davranış biçimini gerçekleştirmemek için gayretin sahibi olun. Eğer bir kişinin hatasını görmüşseniz, bunu söyleme ihtiyacı duyuyorsanız bunu Allah’a söyleyin. Allahû Teâlâ, sizin içinize sükûnet verir.
Unutmayın! Göreviniz insanlara mutsuzluk taşımak değildir. İnsanlara mutluluk taşımaktır. Onları saadete ulaştıracak olan şeyler, onları mutlu kılacak olan şeylerdir. Bu muhtevada en güzel standartlar içersinde, sunmakla mükellefsiniz.
Şeytan, hep sizin nefsinize tesir etmek suretiyle, başkalarının küçük düşürülmesi istikametinde sizi bir şeyler söylemeye zorlar.
Bir başkasının davranışlarından incinmiş olsanız bile, onu başkalarına şikâyet etmeniz onun hakkında dedikodu yapmanız anlamını taşır. Bunu mutlaka önlemelisiniz. Dedikodu sizi sadece küçültür. Bir insana başka birisi hakkında söyleyebileceğiniz sözler bittiğinde, konuştuğunuz kişi: “Bu falanca hakkında bunları bana rahat rahat söyleyebildiğine göre, onu bu ölçüde zemmedebildiğine (kınadığına, çekiştirebildiğine) göre, benim için de başkalarına kim bilir neler söyleyecektir?” tarzında bir düşünceye sahip olacaktır.
Dedikodu denilen şey, ne uğruna yapılıyor? Önemli bir kişi olduğunuzu mu belirtmek istiyorsunuz? Sizin kendinizi başkalarından üstün göstermek üzere gayretleriniz, sizi nereye ulaştırabilir ki? Nereye ulaşabileceğinizi zannediyorsunuz? Sözlerinizin bir kısmının, yalan olduğu anlaşılmayacak mı? O zaman, o yalanları söylediğiniz kişilerin önünde, mahcup olmayacak mısınız? Dedikodu yaptığınızda tasavvufun ve Allah’ın sizi ulaştırmak istediği yerle, sizin bulunduğunuz yer, birbirinden neden o kadar uzak düşüyor hâlâ anlamıyor musunuz?
Allahû Tealâ’nın rızası istikametinde hayatınızı başkalarına hasretmek, dünyayı yaşanacak güzel bir yer hüviyetinde görmek ve yaşamak acaba çok mu güç? Hayır! Sadece bazı anlarda, bir süre şeytanın esiri oluyorsunuz. Onun sizi düşürdüğü tuzağa düşüyor, hep başkaları hakkında dedikodu ediyorsunuz. Neden sizleri yüceltecek olan güzellikleri başkalarına anlatarak, onlara Allah’ın mutluluğunu ulaştırmıyorsunuz da, neden tasavvufun dışındaki insanların yaptığının aynını siz de yapıyorsunuz?
İnsanların dedikodusunu, gıybetini ediyorsunuz, insanlara bir şeyler yakıştırıyorsunuz ve sözlerinizle onları incitiyorsunuz. Bu sizi büyütür mü yüceltir mi? Başkalarının gözünde daha üst noktaya çıkartır mı? Hayır. Sadece başka insanların gözünde sizi küçültür, düşürür. “Ben bunca yıldır tasavvuf mensubuyum, hep en güzeli yaptığımı zannediyordum, öyle de yapıyorum ama insanlar beni sevmiyorlar, insanlar bana layık olduğum değeri vermiyorlar.” diyorsanız. Arkasında başka birini aramayın. Sadece siz varsınız.
Tasavvuf mensubu olan sizler, eşleriniz ile iyi geçinmelisiniz. İki taraf da kendi dizaynı içerisinde fedakârlıkta bulunursa, birbirlerine hayatlarını zindan etmezler. Karı koca arasında birbirine saygı ve sevgi çerçevesinde davranış biçimleri sergilemek karşı tarafı mutlu edecek şekilde davranışlarınızı ayarlamak o kadar zor bir şey mi? İslâm, sulh ve sükûnu yaşamak değil midir?  Kavgayı değil; sulh ve sükûnu yaşamalısınız. Bazı tasavvuf mensuplarının doğru davranışların sahibi olduğunu, görebiliyoruz. Onların sayıları her geçen gün daha da artacaktır.
Şeytan’a esir olmayın. O, hepiniz için sadece bir düşmandır. Sadece o başkalarının, huzursuz olacağı şeyleri size yaptırmak ister. Gayesi çok bellidir. Sizi başkalarına önemli görünen bir insan hüviyetine ulaşmış göstererek, aslında sizi işletir. Elinde oyuncak olursunuz.
Allahû Tealâ sizden sadece mutlu olmanızı ister. Hepiniz genel çerçeve içerisinde farklı bir insanlar ordusunu oluşturuyorsunuz. Tasavvufun temel gayelerini, dostluğu, dünya sulhunu, insanları mutlu etmeyi hedef alan bir tasavvuf yaşantısı yerine, hâlâ eski yanlışlarda ısrar ederek; dedikodu yaparak; insanların yanlışlarını yakalamaya çalışarak; başka insanları vasıta olarak kullanarak kendinizi önemli kişiler yerine koymaya çalışırsanız kendinize yazık edersiniz. Bu dünya yaşanmaya değer,  güzel bir dünyadır.
 Unutmayın, Allahû Tealâ sizden hepinizden mutlu olmanızı ister. Saadet, mutluluk bu sizin varmanız gereken hedeftir. Ama o hedefe başkalarının dedikodusunu yaparak: “Ben tasavvuf mensubuyum. Ben üstünüm. Ben seni adam yerine koymam. Her zaman tasavvufu tercih ederim.” diyerek gidemezsiniz. Davranışlarınızla etrafınızdaki insanlara meydan okumak, şeytanın sizi kullandığının açık delilleridir. Oysaki hedefiniz, başkalarına mutluluk vererek mutlu olmaktır. Tasavvufun, İslâm’ın, Hz. İbrahim’in hanif dîninin temelinde; başka insanlara mutluluk vererek, başka insanları mutlu ederek mutlu olmak vardır. Toplum dizaynı içerisinde o derin yardımlaşmayı, sahâbenin yardımlaşmasını, herkese mutluluk vermek üzere canla başla uğraşmalarını, sizlerde de görmek istiyoruz.
Mutluluk bu kadar yakınınızdayken, temel faktörlerin hepsini öğrenmenize rağmen onu tatbik edemiyorsanız; hâlâ etrafınıza sadece mutsuzluk ulaştırıyorsanız burada bir yanlışlık olduğunu anlamalısınız.  Eğer tasavvuf mensubuysanız; kendinizi etrafınızdaki insanların mutluluğuna adamanız lâzım. Şeytanın tuzağını bozmanız ve külahı ona ters giydirmeniz lâzım. Şeytan sizi nereye yöneltmek isterse siz sadece onun zıddını yapacaksınız. O zaman hep kazananlardan olacaksınız. O zaman etrafına hep mutluluk saçan bir insan olacaksınız.
Tasavvuf yolunda tasavvufun gereklerini yaparsanız, tasavvufu yaşarsınız. Hem siz mutlu olursunuz, hem de etrafınızdaki insanları mutlu edersiniz. Eğer tasavvufu yaşamak istemiyorsanız yaşamazsınız ama o zaman sakın hataları başkalarında aramayın. Tasavvufun dışındaki insanlar tasavvuf mensuplarından çok daha fazla sayıdalar. Ama hepsi mutsuzlar. Tasavvufun içindekiler de eğer tasavvufu yaşamazlarsa onlar gibi mutsuz olurlar.

Allah hepinizden razı olsun. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.