15 Haziran 2016 Çarşamba

Hz. İbrahim’in Hanif Dîni

                        Hz. İbrahim’in Hanif Dîni

Yüce Rabbimiz bütün insanların mutluluğu için dîn olgusunu dizayn etmiştir ve bütün insanların hem bu dünyada mutlu olmalarını, hem de kıyâmetten sonra da ahirette mutlu olmalarını istemektedir. Bu sebeple Allah, bir tek dîn dizayn etmiştir. Allah’ın dîn’inde bir değişiklik yoktur. Allah’ın tek bir dîni vardır ve o dînin adı hanif dînidir. Arapça adıyla islâm, Türkçe adıyla teslim dinidir. O da babamız İbrâhîm (A.S)’ın dînidir.

Hz. Musa’nın dîni, Hz İsa’nın dîni, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in dîni; hepsi Hz. İbrâhîm’in dîni olan hanif dînidir. Aralarında dînin temelleri dikkate alındığında hiçbir farklılık yoktur. Hz. İbrâhîm’in hanif dîni aynı zamanda İslâm dînidir. Ondan evvel Hz. İsa’nın dînidir. Ondan evvel Hz. Musa’nın dînidir. Hz. Musa’dan evvel de Hz. İbrâhîm’in dînidir.

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e verdiğimiz, Hz. Musa ve Hz. İsa’ya indirdiğimiz şeriatı Sana vahyetmek suretiyle size de şeriat kıldık (yani sana ve senin sahâbene de şeriat kıldık). Dîni ayakta tutun ve fırkalara ayrılmayın.” diye buyuruyor Allahû Tealâ.  

‘Dîni ayakta tutun ve fırkalara ayrılmayın diye" ifadesi, dînin daima kıyamda kalmasını ifade eder. Rûm Suresinin 30. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “Dînin kıyamda olan (kayyum) dîn olduğunu, ezelî ve ebedî dîn olduğunu.” söylüyor. Allahû Tealâ Rûm-30'da Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e diyor ki:
30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.

“Hanif olarak vechini dîne ikame et, (dîni ayakta tutmak üzere) o dîn ki; kayyum olan dîndir (yani ezelden ebede devam edecek olan dîndir). Sen hanifsin ve Biz bütün insanları hanif fıtratıyla yarattık. Allah'ın ne hanif fıtratıyla yaratmasında ne de dînin kayyum olmasında bir değişiklik göremezsin.”

Hem insanlar hanif dîniyle (hanif fıtratıyla) yaratılır hem de dîn, hanif dînidir. Allah'ın ne dîni değiştirmesi mümkündür ne de insanları değiştirmesi söz konusudur. İkisini de değiştirmeyeceğini.’ söylüyor, Allahû Tealâ. İşte görüyoruz ki asıl olan bir tek şeriattır; Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin şeriatıdır. İnsanlar da hanif dîni üzerine hanif olarak yaratılmıştır. Dîn de sadece ve sadece hanif dînidir. İslâm dîni de hanif dîninin ta kendisidir. Hz. İbrâhîm’in hanif dînine baktığımız zaman gördüğümüz şey, gayet açık 3 esas söz konusu:

1.                Vahdet: Allah'ın tekliği.                                                                                                      
2.                Tevhid: Tek bir dîn etrafında toplanan insanlar. Allah'a ulaşmayı dilemekten irade teslimine kadar geçen, herşeyi Allah'a teslim etmek üzere Allah'a ulaşmayı dileyen insanların tek bir fırkayı oluşturması; tevhid. Bu ikinci faktör. Birinci faktör vahdet; Allah’ın tekliği. İkinci faktör tevhid; sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir topluluk.                                                                                                                                                 
3.                Teslim: Ruhun, vechin, (yani fizik vücudun) nefsin ve iradenin Allah'a teslimi.

İşte bu, tek dînin Allah'ın değişik zaman aralarında Hz. Musa’ya, Hz. İsa’ya ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’e indirdiği Tevrat, İncil ve Kur’ân’ın temelde aynı kitaplar olduğunu sizlere ispat etmek için buradayız. İslâm dîninin özelliği 7 safha ve 4 tane teslimdir.

1. safha: Allah’a ulaşmayı dilemek. (3. basamak)
2. safha: Mürşide ulaşıp tâbiiyet. (14. basamak)
3. safha: Ruhun hayattayken Allah’a ulaşması (teslimi) (22. basamak).
4. safha: Fizik vücudun Allah’a teslimi. (25. basamak) (2. TESLİM)
5. safha: Nefsin teslimi. (26. basamak) (3. TESLİM)
6. safha: Muhlis olmak. (27. basamak) Ve irşad makamına tayin edilmesi başkalarını irşad etmekle görevli oluşu.
7. safha: İradenin Allah’a teslimi. (28. basamak) (4. TESLİM)

İşte böyle bir dizayn söz konusu. Allahû Tealâ kişiyi irşad makamına tayin ediyor, 7. kademede. Şimdi bakıyoruz; Kur’ân’da acaba bunların hepsi farz kılınmış mı? Bakıyoruz ki hepsi farz. Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ulaşmayı) dilemek farz mıdır? Allahû Tealâ Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde diyor ki:


30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

“O’na yönel, (O’na ulaşmayı dile) ve O’na karşı (Allah'a karşı) takva sahibi ol." Âyet-i kerime devam ediyor: "Ve namaz kıl ve müşriklerden olma. O müşriklerden olma ki; onlar, dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Herbiri kendi elindekiyle ferahlanırlar.”

İşte burada tek dînin esası çıkıyor ortaya. Bir; fırkalara ayrılanlar var; o tek dinin dışında kalan ve çeşitli dînlere ayrılmış olan insanlar. Bu gün 72 inanç çeşidi bulunmuş vaziyette dünya üzerinde. Ama Rabbanî ve zülmanî toplum olarak 72 tane inanç söz konusu. Şimdi İslâm dîninin temelini Kur’ân-ı Kerim oluşturur. Herşey Kur’ân’a dayalıdır. Ve bakıyoruz ki 1. safha: Allah'a mülâki olmayı dilemek Kur’ân’da farz kılınmış. Söylediğimiz âyet (Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesi) onu söylüyor. O kadar mı? Hayır, Allahû Tealâ Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesinde de diyor ki:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“O’na (Allah'a) yönel! (Allah'a ulaşmayı dile) ve O’na teslim ol.” diyor. Allahû Tealâ Lokmân Suresinin 15. âyet-i kerimesinde buyuruyor:
31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
“Kim Bana yönelmişse (Bana ulaşmayı dilemişse) sen de onun yoluna tâbî ol.” diyor.
Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’de Allah'a ulaşmayı dilemek farz. Bu kişi mürşidine ulaşacaktır, 14. basamakta tâbiiyetini gerekleştirecektir. Kişinin mürşide tâbiiyeti farz mı? Elbette farz. Allahû Tealâ Mâide Suresinin 35. âyet-i kerimesinde diyor ki:
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
“Ey âmenû olanlar! (yani Allah'a ulaşmayı dileyen mü’minler, bir defa daha takva sahibi olun.) Sizi Allah'a ulaştıracak olan vesileyi Allah’tan isteyin (yani mürşidinize ulaşıp ona tâbî olun).” diyor Allahû Tealâ. Peki, demek ki mürşidimize ihsanla tâbî olmak üzerimize farz. Kimdir mürşidine ihsanla tâbî olanlar? Allah’a mülâki olmayı (ruhunu Allah'a ulaştırmayı) dileyenler, sadece onlar mürşidlerine ihsanla tâbî olanlardır.

Ne olur sonra? Allahû Tealâ bizim üzerimize Rahîm esmasıyla tecelli eder ve 7 tane gök katını ruhumuza aşırtır. 7. gök katını aşan ruhumuz Sidretül Münteha’dan Allah'a doğru yükselerek Allah'ın Zatı’nda yok olur. Peki, Allah'a mülâki olmak farz mıdır? Allah'a ulaşmak farz mıdır?  Evet, Allah'a ulaşmak (Allah’a kavuşmak) üzerimize farzdır. İşte Allahû Tealâ bunu farz kılıyor. Muzemmil Suresi 8. âyet-i kerime:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“Allah'ın ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek Allah’a ulaş.”

Demin geçen Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesi “Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu: Allah'a yönel ve O’na teslim ol.” diye devam ediyor. Önce ruhun teslimi söz konusu olduğuna göre (burada 4 teslim de ifade ediyor; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin teslimi. Ruhun teslimi bu âyet-i kerimede farz kılınmış. Peki, bu Allah’a insan ruhunun ulaşmasının farz olduğu bir emir şeklinde tecelli ediyor mu Kur’ân-ı Kerim’de? Ediyor. İşte Allahû Tealâ Ra’d Suresinin 21. âyet-i kerimesinde gayet net olarak şunu söylüyor:
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

Vellezîne: Ve onlar
yasilûne: vasıl ederler
mâ: şeyi
emerallâhu: Allah’ın emrettiği şeyi
bihî: O’na
en yûsale: ulaştırmayı.
“Ve onlar Allah'ın O’na Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) O’na ulaştırırlar.” diyor. Allahû Tealâ’nın, ruhu Allah'a ulaştırmayı emrettiği burada açık bir şekilde yer almış. Öyleyse Allah'a ulaştırılması üzerimize farz.
Peki, sonra ne oluyor? Sonra fizik vücudumuzu Allah'a teslim ediyoruz. Fizik vücudumuz Kur’ân-ı Kerim’de “Âdemoğulları” diye geçiyor. Ve bakıyoruz, Allahû Tealâ diyor ki:
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır. 
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
“Ey Âdemoğulları! Ben sizlerden ahd almadım mı şeytana kul olmayacaksınız diye? Çünkü şeytan size apaçık bir düşmandır. Ve Ben sizden Bana kul olacaksınız diye ahd almadım mı?” Hepimizden Allahû Tealâ, fizik vücutlarımızdan Allah'a kul olacağına (yani Allah'a teslim olacağına) dair kesin yemin almış, ahd almış. Demek ki fizik vücudumuzun Allah'a teslimi de farz.
Peki, nefsimizin Allah'a teslimi farz mı? Nefsimizin de Allah'a teslimi farz. Nefsin teslimi ulûl’elbab olmakla mümkündür. Kim ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de Allah’ı zikrederse o zaman nefsin kalbinde hiçbir afet kalmayacak ve nefs Allah'a teslim edilecektir. Kişi ulûl’elbab olacaktır. İşte ulûl’elbab’ın tarifi: 
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.

“Ellezîne yezkurûnallâhe kiyamen ve kuûden ve alâ cunubihim: O ulûl’elbab için ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikretmek söz konusudur.” diyor Allahû Tealâ. Peki, üzerimize farz mı?  Nisâ Suresinin 103. âyet-i kerime de Allahû Tealâ diyor ki:
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.
“Öyleyse ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin!”

Daimî zikre ulaşmak üzerimize farz. Daimî zikre ulaşanların adı: Ulûl’elbab. İşte bütün sahâbe de ulûl’elbab olmuşlar ama önemli olan şuanda (konumuz) Kur’ân-ı Kerim’de farz mı? Açık bir şekilde Allahû Tealâ daimî zikri üzerimize farz kılmış. Peki, bundan sonraki safha irşad olmak (muhlis olmak), muhlis olmak üzerimize farz mı?  Beyyine Suresinin 5. âyet-i kerimesi: 
98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.

ve mâ umirû: Onlar emrolunmadılar
illâ: sadece
li ya’budûllâhe: Allah’a abd olmak için (kul olmak için)
muhlisîne: muhlisler olarak
lehud dîne: O’nun dîninde
hunefâe: hanifler olarak
"Hanifler olarak nefsin kalbini halis kılmakla emrolundular.” diyor Allahû Tealâ sahâbe için. Ve bu emir herkes için geçerlidir. Kur’ân-ı Kerim bunu (muhlis olmayı) üzerimize farz kılmış.
Peki, ondan sonraki kademe? Ondan sonraki kademe irşad makamına tayin. Kişinin iradesini Allah’a teslim etmesi. Yani bi hakkın takvaya (hakka tukatihi takvaya) ulaşması. Farz mı? Âli İmrân Suresi-102’de Allahû Tealâ diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!

“Onlar (yani sizden evvelkiler) nasıl bi hakkın takvaya (hakka tukatihi takvaya) ulaşmışlarsa siz de onlar gibi olun. Siz de hakka tukatihi takvaya ulaşın.” Öyleyse bu bapta Kur’ân-ı Kerim’de 7 tane safhanın 7’sinin de farz kılındığını açık bir şekilde Allahû Tealâ ifade ediyor.

Allahû Tealâ Âli İmrân sûresinin 19. âyetinde buyuruyor ki;

3/ÂLİ İMRÂN-19: İnned dîne indâllâhil islâm(islâmu), ve mahtelefellezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câehumulılmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîul hısâb(hısâbı).
Muhakkak ki Allah'ın indinde dîn, İslâm'dır (teslim dînidir). Kendilerine kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki hased sebebiyle ihtilâfa düştüler. Ve kim Allah'ın âyetlerini örterse (inkâr ederse), o taktirde, muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.

Demek ki Allah’ın indinde tek din var, İslam yani hanif dini. Bütün kutsal kitapları incelediğimizde gördük ki; Allahû Tealâ İncil’de de Kur’an’da da Tevrat’ta da aynı şeyleri emretmektedir. Allahû Tealâ bütün insanlara tek bir şeriat tayin ettiğini buyuruyor;

22/HACC-67: Li kulli ummetin cealnâ menseken hum nâsikûhu fe lâ yunâziunneke fîl emri ved’u ilâ rabbik(rabbike), inneke le alâ huden mustekîm(mustekîmin).
Ve Biz, bütün ümmetler için mensek (tek bir şeriat) tayin ettik. Onlar, onunla (o şeriatle) amel ederler (etsinler). Öyleyse emrim konusunda seninle niza etmesinler (çekişmesinler). Sen, Rabbine davet et. Muhakkak ki sen, mutlaka mustakîm (Allah'a doğru istikametlenmiş) olan hidayet üzeresin.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’in de “hanif” olarak Hz.İbrahim’in dînine tâbî olduğunu görüyoruz En’am sûresinin 161. âyet-i kerîmesinde;

6/EN'ÂM-161: Kul innenî hedânî rabbî ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin) dînen kıyamen millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
“Muhakkak ki; Rabbim, beni hanif olarak Sıratı Mustakîm'e, kıyâmete kadar ayakta kalacak olan Hz. İbrâhîm'in milletinin dînine hidayet etti.” de. Ve o, müşriklerden olmadı.

Yine Allahû Tealâ Âli İmrân suresinin 95. âyetinde buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-95: Kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: "Allahû Teâla doğruyu söyledi. Öyle ise hanif olarak Hz. İbrâhim'in dînine tâbî olun. Ve o, müşriklerden olmadı."

Allahû Tealâ kâinatın tek dînini “hanif” kelimesiyle anlatmaktadır.

Allah bütün insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır ve dînini kıyâmete kadar sadece hep hanif dîni olarak sürdürecektir. Başka bir dîni hiç vücuda getirmeyecektir. Bütün insanlar kıyâmete kadar sadece hanif fıtratının özelliklerini yaşayabilecek olan standartlarda yaratılacaklardır. Allah ne dîni ne de insanların o dîni yaşayabilecek olan özelliklerini değiştirecektir. İşte o özellikler hanif fıtratını oluşturur.

Ezelden ebede kadar tek bir dîn oluşmuş ve devam edecektir. Öyleyse dînler olması mümkün değildir. Allah'ın indinde sadece tek bir dîn var olacak ve hiç değişmeyecektir. Yüce Rabbimiz “İnsanların yaradılış fıtratında ve dîninde farklılık bulamazsın.” buyurmaktadır. Öyleyse kâinattaki bütün insanların dîni tek Allah’ın tek dîni olan hanif dîni Arapça adıyla İslâm, Türkçe adıylada “teslim” dînidir.

Görüyoruz ki Hanif dini 7 Safha 4 teslimden oluşuyor. İnsanlar bu 7 safhayı yaşarken, hem dünya mutlulukları adım adım artacak hem de daha üst seviye bir cennetin sahibi olacaklardır. Bu 7 safhanın yaşanması, Allah tarafından İncil’de de Kuran’da da Tevrat’ta da emredilmiştir.

Hz. İsa da Hz. Musa da Hz. Muhammed (S.A.V) de babamız İbrâhîm (A.S)’ın dînini yaşamış ve halkına onu anlatmıştır. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem de Allah’ın, bu tek dînini yaşamış ve herkesi o dîne davet etmiştir. Allahû Tealâ Hacc suresinin 78. âyetinde buyuruyor ki:

22/HACC-78: Ve câhidû fillâhi hakka cihâdih(cihâdihî), huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fid dîni min harac(haracin), millete ebîkum ibrâhîm(ibrâhîme), huve semmakumul muslimîne min kablu ve fî hâzâ li yekûner resûlu şehîden aleykum ve tekûnû şuhedâe alen nâs(nâsi), fe ekîmûs salâte ve âtuz zekâte va’tesımû billâh(billâhi), huve mevlâkum, fe ni’mel mevlâ ve ni’men nasîr(nasîru).
Ve Allah'da hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti. Dînde sizin için bir zorluk kılmadı ki; o, babanız İbrâhîm (A.S)'ın dînidir. O, sizi daha önce de “müslümanlar” (Allah'a teslim olanlar) olarak isimlendirdi. Bunda da (Kur'ân-ı Kerim'de de), resûl size şahit olsun ve siz de insanlara şahitler olasınız diye. Öyleyse namazı ikame edin (kılın), zekâtı verin, Allah'a sarılın (ruhu ölmeden Allah’a ulaştırın). O, sizin Mevlâ'nız. (O), ne güzel Mevlâ (dost) ve ne güzel yardımcı.
Kişi, ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah'a teslim ederek, hakkıyla nefsi ile cihad eder. Hakkıyla cihad etmek, 7 safhada 4 teslim oluşturmaktır. Kişi:
1.     Allah'a ulaşmayı dilediğinde, 1. safha (3. basamak),
2.     İrşad makamına ulaşarak, tâbiiyetini gerçekleştirdiğinde, 2. safha (14. basamak),
3.     Ruhu vücudunan ayrılarak Allah'a ulaştığında, 3. safha, 1. teslim (21. basamak),
4.     Fizik vücudunu muhsin kılıp Allah'a teslim ettiğinde 4. safha, 2. teslim (25. basamak),
5.     Daimî zikre ulaşıp nefsini Allah'a teslim ettiğinde, 5. safha, 3. teslim (26. basamak),
6.     İrşad (muhlis) olduğunda 6. safha, (27. basamak)
7.     İradesini Allah'a teslim ettiğinde 7. safha ve 4. teslim (28. basamak) gerçekleşir ve teslimler tamamlanır.
Allah'ın yolunda olanlar, tâbî olanlar, hepsi 2. basamakta seçilmişlerdir.

Kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ onu hiçbir zorluğa uğratmadan mutlaka Kendisine ulaştırır. O kişi böylece 21. basamakta 3. kat cennetle dünya saadetinin yarısını kazanır.
Hz. İbrâhîm'in hanif dîni, İslâm dînidir. O, hristiyanların da musevilerin de yahudilerin de dînidir. Başka dîn hiç olmamıştır. Âdem (A.S)'dan Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e kadar hep o tek dîn yürümüştür. Hz. İbrâhîm zamanında da bütün peygamberler zamanında da Allahû Tealâ "müslüman" adını kullanmaktadır. Müslümanlar, Allah'a teslim olanlardır. Öyleyse müslüman; Allah'a ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini teslim edenlerdir.

Hac-78 Kur'ân-ı Kerim'de çok önemli bir kilometre taşıdır. Bütün dînlerin Allah'a teslimden ibaret olduğunu çok açık bir şekilde ifade etmektedir.

Sevgili öğrenciler, şimdi şeytanın insanlara nasıl bir oyun oynadığını anlayabiliyor musunuz? Şeytan, insanları farklı dînlerin mensubu olduklarına inandırmış ve onları birbirlerine düşman etmiştir. Yüz yıllar süren dîn savaşları olmuştur. Her dînin kendi içinde birbirleriyle olan mezhep kavgaları, insanları birbirinden uzaklaştırıp, fırkalara ayırmıştır. Bu fırkalar incelendiğinde 73 tane farklı inanç grubunun oluştuğu görülmektedir. Ama Allah, tek bir fırka olmamızı; gruplara ayrılmamamızı istemektedir. Bu durumda, yapmamız gereken şey, Allah’ın bu emrini yani babamız İbrâhîm (A.S)’ın hanif dînini yaşamaktır.

Hepimiz Hz. İbrâhîm’in hanif dîni üzerinde biraraya gelerek, Allah’ın hedef emirlerini yani tüm kutsal kitaplarda âyetlerle emredilen 7 safhayı yaşamakla yükümlüyüz.

Bütün kutsal kitaplarda emredilen babamız İbrâhîm (A.S)’ın dîninde biraraya gelmek, dünya barışını oluşturmak ve bütün dünyaya mutluluğu ulaştırmakla sorumluyuz. Bunun anlamı ise şudur: “Benim dînim, senin dînin, onun dîni” tartışmalarını artık geride bırakarak hepimizin kutsal kitaplarında Allah’ın yaşamamızı emrettiği yegane dînini yaşamak ana hedefimiz olmalıdır.

Ecdadımız Osmanlı, Dünya hakimiyetini elde ederken “Lâ ilahe illalah İbrâhîm halilullah” sözüyle Dünya birliğini oluşturmuştur. Osmanlı sınırları içerisinde, yüz yıllarca Müslümanlar, hristiyanlar ve yahudiler arasında Allah’ın Kur’ân’da buyurduğu gibi, en küçük bir anlaşmazlık yaşanmamıştır.

Allahû Tealâ buyuruyor ki:

NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.
Ruh, fizik beden, nefs ve iradenin tesliminden oluşan bir teslimiyet dizisi o dînin ihyasıyla ard arda gerçekleşir. Kişinin kemalat derecelerinde yükselişi ve velâyet kademelerinin en üstünü olan Allah’ın “yeryüzünde halifem” dediği salih kullardan olmanın ancak hanif dîninin yaşanmasıyla mümkün olacağını bütün kutsal kitaplarda âyetlerle farz kılındığını görüyoruz.

Allahû Tealâ bu konuda Beyyine suresinin 5. âyetinde şöyle buyuruyor:

98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.

Bütün insanlar neyle emrolunmuş? “Hanif” olarak dinde halis kul olmakla emrolunmuş. Bu âyette de bu tek dînin, yani Hz. İbrâhîm'in hanif dîninin kayyum olan dîn olduğu açıklanıyor. Dînde halis kul olmak nefsin kalbini afetlerden, önce yarıya kadar temizleyip ruhu Allah'a teslim etmek, sonra % 80'den fazla temizleyip fizik vücudu Allah'a teslim etmek, sonra %100 temizleyip nefsi Allah'a teslim etmek, sonra muhlis olmak yani irşad olmak, en sonra iradeyi de Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınmak, yani başka insanları irşad etmek için Allah tarafından yetkili kılınmak. Bütün sahabe bu şerefe ermiş, irşad makamının sahibi olmuşlardı.

Şu anda bütün dünyaya var gücümüzle bütün kutsal kitaplardaki hedef emirleri içeren teslim âyetlerini onların kendi kitaplarından ispat vasıtası olarak gösteriyoruz. Önümüzdeki günlerde yeryüzünde bir sulh ve sükûn dönemi başlayacaktır. Barış ve kardeşliğin her seyden önemlisi de tevhidin yaşanmasıyla dînlerin birleşmesi inşallah gerçekleşecektir. Bunun mânâsı; savaşların yerini sulh ve sükûnun alacağı yeni bir dünya düzeni gerçekleşeceğidir.

Allah razı olsun.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.