Mehdi Kimdir?
Sevgili kardeşlerim, acaba Allahû Tealâ, İslâm âleminin 1400 yıldır beklediği Mehdi
Resûl’ü Kur’ân-ı Kerim’de zikretmiş midir? Buna dair Kur’ân âyetleri var mı?
Allahû Tealâ, hangi özellikleriyle, vasıflarıyla Mehdi Resûl’ü âyetlerde
anlatmıştır?
Allahû
Tealâ Âli İmrân Suresinde buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum
min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le
tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ
zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve
Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size,
beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl
geldiği zaman, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım
edeceksiniz" diye misak aldığı zaman, "İkrar ettiniz mi (kabul
ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu.
(Onlar da): "İkrar ettik (kabul ettik)" dediler. (Allahu Teâlâ):
"Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim." buyurdu.
Âyet-i
kerimede, Hz. Nuh (A.S), Hz. İbrâhîm (A.S), Hz. Musa (A.S), Hz. İsa (A.S) ve en
son olarak da Hâtem’ul Enbiyâ Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz gibi ulûl’azm
peygamberler zikredilmektedir.
Ahzâb
Suresinin 7. âyet-i kerimesi, buradaki misak alınan nebîler arasında Peygamber
Efendimiz’in de varolduğunu teyid ediyor:
33/AHZÂB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min
nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan
galîzâ(galîzan).
O
zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz.
Nuh’tan ve Hz. İbrâhîm’den ve Hz. Musa’dan ve Meryemoğlu Hz. İsa’dan ve
onlardan ağır bir misak aldık.
Bütün
nebîlerin hitamından sonra gönderilen resûlün bir nebî (peygamber) olmadığını:
“Sizdekini tasdik edecek.” ifadesiyle
Allahû Tealâ bize anlatıyor.
Anlıyoruz
ki gelen resûl, nebîler gibi bir şeriat kitabının sahibi değil, evvvelki şeriat
kitabının sahibi olan nebîlerdekini tasdik ediyor. Bugün Allah’tan aldığı
öğreti ile Mehdi Resûl;
-
Tevrat’ta 7
safhanın farz olduğunu ve Hz. Musa’nın tâbiînleriyle birlikte bu 7 safhayı
yaşadığını, Tevrat âyetleriyle,
-
İncil’in de 7
safhayı muhtevî olduğunu ve havarîlerin de bu 7 safhayı yaşadığını,
-
Son şeriat kitabı
Kur’ân-ı Kerim’de de bu 7 safhanin farziyeti ve sahâbenin de bu 7 safhayı Hz
Peygamber SAV efendimiz ile birlikte yaşadığını, âyetlerle net olarak bize
ispat ediyor.
Sadece
bu zikredilen muhtevadan hareketle, neticeye ulaşabiliriz: “Dînler yoktur,
sadece bir tek dîn vardır”. Bu dîn Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. Allahû Tealâ,
Âdem (A.S)’dan kıyâmet gününe kadar yeryüzü hayatına gelebilecek kadın erkek
bütün insanlar için bir tek dîn seçmiştir. Bu dîn babamız İbrâhîm’in hanif
dînidir.
Hanif
dîni 7 safha ve 4 teslimden oluşuyor. Ve ulûl’azm peygamberlerin hitamından
sonra gelen Mehdi Resûl’ün de Allah’ın öğretisiyle 7 safha ve 4 teslimden oluşan hanif dînini
Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Kerim âyetleriyle tasdik ettiğini yaşıyoruz.
Hz.
Musa’dan 1-2 asır sonra şeytanın negatif tesiriyle, Tevrat’ta açıklanan
hükümlere ters birçok zannı ihtiva eden el yazması kitaplardan dîn öğrenen
yahudiler sebebiyle Tevrat unutulmuş. Allahû Tealâ, Hz. Musa (A.S)’dan sonra,
Hz. İsa (A.S)’ı hanif dîninin tek şeriatını ihtiva eden İncil’le vazifeli
kılıyor. Hz. İsa (A.S), tâbiînleri olan havarîlere İncil’i öğretiyor. Şeytan,
1-2 asır sonra insanları hanif dîninden saptırmak için geleneksel bir dîn
tatbikatı olan babalarının dînini dostları vasıtasıyla insanlara öğretmeye başlıyor.
Allahû
Tealâ, en çok sevdiği varlık olan insanı ahiret ve dünya saadetine ulaştırmak
için hanif dînini farz kılmıştır. Sadece hanif dîni insanları ahiret ve dünya
saadetine ulaştırabilir. Allah ihtiyaçtan münezzehtir. İnsanların elindeki
hiçbir şeye Allahû Tealâ’nın ihtiyacı yoktur. Ama insanların nasıl ekmek, hava
ve suya ihtiyaçları varsa, ahiret ve dünya saadetine ulaştıran hanif dînine de
ihtiyaçları vardır.
Allahû Tealâ
bütün insanları 7 safha 4 teslimden oluşan hanif dînini yaşamak üzere hanif
fıtratıyla yaratmıştır. Hanif fıtratıyla yaratılan bütün insanlar için
yaşanabilecek tek dîn hanif dînidir. Hz. Nuh (A.S), Hz. İbrahim (A.S), Hz. Musa
(A.S), Hz. İsa (A.S) ve Hz. Muhammed (S.A.V) ulûl’azm Peygamberlerdir. Bu
Peygamberlere tâbî olanların hepsi nefs tezkiyesi ve tasfiyesini
gerçekleştirerek 7 safha ve 4 teslimi yaşamışlar ve hepsi kesintisiz mutluluğa
ulaşmışlardır. Ama her Peygamberden birkaç asır sonra insanlar tekrar şeytana
uyarak nefs tezkiyesini unutmuşlar ve mutsuzluk kaçınılmaz olmuştur. İnsanlara
negatif istikamette tesir eden şeytan, her devrede insanların büyük bir
çoğunluğunu hanif dîninden saptırarak kendisiyle beraber cehenneme mahkûm
etmiştir. Dostlarıyla birlikte ahiret ve dünya saadetine hiçbir zaman
ulaştırmayan geleneksel dîn tatbikatını, peygamberlerden 1-2 asır sonra, hanif
dîninin yerine tatbikata koymayı başarmıştır. İnsanlar geleneksel dîn
tatbikatıyla dîni yaşadıklarını zannediyorlar, ama herkes huzursuz ve mutsuz.
Allah’ın hedef olarak gösterdiği ahiret ve dünya saadetine ulaşmak hiç kimse
için mümkün olmuyor.
İç
dünyalarında, dış dünyalarında ve Allah ile olan ilişkilerinde insanlar hep
huzursuzluğu ve mutsuzluğu yaşıyorlar. Gerçekten iç dünyadaki bu huzursuzluk
konusuna baktığımız zaman nefsle ruhun mücâdelesi bunun göstergesidir. Dış
dünyada ise etrafımızdaki insanlarla çatışma hali bunun ispatıdır. Allah ile
olan ilişkilerimize baktığımız zaman da Allah’ın yaratılıştan bize vermiş
olduğu emanetler vardır. Allah’ın üfürdüğü ruh bir emanettir. Bu emanetin
Allah’a teslim edilmesi halinde fizik vücut bir emanet olur. Bunun da Allah’a
teslim edilmesi halinde nefs emanet olur. Nefsin Allah’a teslim edilmesi
halinde ise irade emanet olur.
Yani
kısacası, sırasıyla emanetlerin Allah’a teslim edilmemesi, insanları huzursuz
ve mutsuz olan bir sonuca, hayata ulaştırmaktadır.
İnsanların
tıpkı ulûl’azm peygamberlerin dönemindeki gibi, ahiret ve dünya saadetini
yaşamaları şeytanın negatif istikamette tesir ettiği nefsimizi tezkiye ve
tasfiye etmemize bağlıdır. Dünya üzerinde ayrı lisanı konuşan bütün kavimlerde, Allahû Tealâ’nın seçtiği
vehbî olarak nefs tezkiyesi ve tasfiyesiyle vazifeli kıldığı bir velî resûlü
vardır.
14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li
yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel
azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir
resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım.
Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı
dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri)
hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.
Allahû
Tealâ, İsrâ Suresinin 15. âyet-i kerimesinde: “Resûl göndermezsek azap
etmeyiz.” buyuruyor.
17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men
dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ
muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim
hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için)
hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde
olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının
yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici
olmadık.
Kasas
Suresinin 68. âyet-i kerimesi şöyle bildirmektedir:
28/KASAS-68: Ve rabbuke yahluku mâ yeşâu ve yahtâr(yahtâru), mâ
kâne lehumul hıyarat(hıyaratu), subhânallâhi ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve
Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Ve seçim hakkı onlara ait değildir.
Allah Sübhan’dır (münezzehtir) ve (onların) şirk koştukları şeylerden yücedir.
Hiç
kimse kendi kazancıyla, gayretiyle resûl olamaz. Allahû Tealâ resûllerini
yaratılıştan seçiyor. Her devirde 7 safha ve 4 teslimden oluşan hanif dînini,
yaratılıştan seçtiği resûllerine vehbî olarak yaşattırıyor.
Bu
hakikat, Âli İmrân Suresinin 179. âyet-i kerimesinde şöyle zikredilmektedir:
3/ÂLİ İMRÂN-179: Mâ kânallâhu li yezerel mu’minîne alâ mâ entum
aleyhi hattâ yemîzel habîse minet tayyib(tayyibi), ve mâ kânallâhu li yutliakum
alel gaybi ve lâkinnallâhe yectebî min rusulihî men yeşâu fe âminû billâhi ve
rusulih(rusulihî), ve in tu’minû ve tettekû fe lekum ecrun azîm(azîmun).”
Allah,
habis olanı (kötüyü), temiz olandan (mü'min olanı, mü'min gözükenden) ayırıncaya
kadar mü'minleri, sizin bulunduğunuz hâl üzere (mü'min olanla mü'min gözükenin
bir arada olduğu bir durumda) terk edecek değildir. Ve Allah sizi gayba muttali
edecek (gaybı bildirecek) değildir. Ve lâkin Allah, resullerinden dilediği
kimseyi seçer (gaybı o resulüne bildirir). O halde, Allah'a ve O'nun
resullerine îman edin. Ve eğer âmenu olur ve takva sahibi olursanız, o
zaman sizin için "Büyük Ecir" vardır.
Hiçbir
dönemde birden fazla nebî resûl yoktur. Allahû Tealâ âyet-i kerimede, her
devirdeki kavim resûlleri arasından seçilen vekâleten devrin imamından
bahsetmektedir.
Tüm
Kutsal Kitaplar’da vaaz edilen hanif dînin unutulduğu günümüzde, Allahû
Tealâ’nın kavim resûlleri arasından seçip gaybı kendisine bildirdiği Mehdi
Resûl, tasarruf rızasının sahibi, vekâleten Devrin İmamı’dır.
72/CİNN-26: Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehaden.
O
(Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye izhar etmez (açıklamaz).
72/CİNN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni
yedeyhi ve min halfihî rasadan.
Resûllerden
razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış olanları) hariç! O taktirde, muhakkak ki O (Allah), onların önünden ve
arkasından gözetenler sevkeder ki.
Mehdi
Resûl;
·
Allah’a ulaşmayı
dileyerek Allahû Tealâ’nın kendisi için tayin ettiği mürşide tâbî olmuştur.
· Allah’ın
emaneti olan ruhunu Allah’a teslim etmiştir.
· Fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir.
· Nefsini Allah’a teslim etmiştir.
· İrşada ulaşmıştır.
· İradesini de Allah’a teslim etmiştir.
· En son olarak da, aklını da Allah’a teslim etmiştir.
Tüm
kavim resûlleri için ulaşılması gereken en üst hedef iradenin Allah’a
teslimidir. Ama velî resûller arasından Allahû Tealâ’nın seçip tasarrufuna
aldığı devrin imamı için aklın teslimi söz konusudur. Allahû Tealâ’nın kavim
resûlleri arasında seçip vekâleten Devrin İmamı olarak tayin ettiği Mehdi
Resûl, iradenin de ötesinde aklını da
Allah’a teslim etmiştir.
Allahû
Tealâ’nın irşada memur ve mezun kıldığı velî mürşitler, kavim resûlleri,
Allah’tan aldıkları emirleri aklî standartlar içerisinde tatbikata koymalarına
karşılık, Allah’ın tasarrufunda olan Mehdi Resûl’e aklı kumanda etmez, Ona
kumanda eden Allah’tır. Her dönemde sadece devrin imamı Allah’ın
tasarrufundadır. Allahû Tealâ asâleten Devrin İmamı olan Hz. Musa (A.S) için Tâhâ
Suresinin 13. âyet-i kerimesinde: “Seni seçtim. Şu andan itibaren
vahyettiklerimi dinle.” buyuruyor.
20/TÂHÂ-13: Ve enahtertuke festemi’ li mâ yûhâ.
Ve
Ben, seni seçtim. Öyleyse vahyolunan şeyi dinle!
Resûller
için Allahû Tealâ’nın kanunu Kasas 68’de açıklanmaktadır.
Allah’ın
bütün nebîleri tasarruf rızasının sahibidirler. Allah’ın bütün nebîleri,
asâleten devrin imamıdırlar. Ama her dönemde Allah’ın nebîleri yoktur.
Nebîlerin olmadığı fetret dönemlerinde velî resûller arasında Allah’ın seçtiği,
vekâleten atadığı devrin imamı vardır. O da Allah’ın tasarrufundadır.
Mânâsı
ne? Mânâsı; Kur’ân-ı Kerim’e baktığınız zaman Allahû Tealâ’nın nübüvvetle
vazifeli kıldığı nebîler için hususî mânâda geçerli hükümler âyetler, umumî
mânâda bütün vekâleten devrin imamları için de geçerlidir. Hâtem-ul Enbiyâ Hz.
Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, Allah’ın tasarrufunda olan son nebîdir. Ama
Mehdi Resûl bir peygamber değildir, nebî değildir. Nebîlerin hitamından sonra
vazifeli kılınan velî resûlleri arasından Mehdi Resûl, seçilmiştir. Mehdi
Resûl, Allah’ın, risaletle ve hidayete erdirmekle vazifeli kıldığı,
yeryüzündeki tek temsilcisidir.
Allahû
Tealâ gaybını kimseye izhar etmemesine karşın, tasarrufa aldığı velî resûlü,
lisanıyla gaybını insanlara izhar etmektedir. Mehdi Resûl Allah’ın
tasarrufunda. Allah’ın sadece kendisine söylettirdiklerini söyleyen,
yaptırdığını yapan, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisidir. Onun kendiliğinden bir
şey yapması mümkün değildir. Çünkü iradesini de, aklını da Allah’a teslim
etmiştir. Aklı kendisine kumanda etmemektedir. Diğer velî resûller, Allah’tan
aldığı emri kesinlikle aklın muhtevası içerisinde hayata geçirmesine karşılık,
tasarruf rızasının sahibi Efendimiz Mehdi Resûl (A.S), aklı kendisine kumanda
etmediği için, ona kumanda eden Allah olduğu için Allah’ın kendisine
söylettirdiğini söyleyen, yaptırdığını yapan, Allah’tan aldığını sadece
açıklayan, Allah’ın bir telefonudur. Muhterem Efendimiz’in söylediklerinin bir
bir tahakkuk etmesi Allahû Tealâ’nın ona kumanda etmesi sebebiyledir.
Dünya
hayatını yaşarken, Mehdi Resûl’ün döneminde onun tebliğine muhatap olup,
davetine icabet etmeyen veya nefsâni afetler sebebiyle zikrini yapmadığı için
cehennemle azaplandırılan fıska düşen zalimler var. Allahû Tealâ bu zalimlerin
durumunu Furkân Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyetlerinde bildirmektedir:
25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ
leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve
o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol
ittihaz etseydim.” der.
25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen
halîlâ(halîlen).
Yazıklar
olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.
25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş
şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun
ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve
şeytan, insana yardımı engelleyendir.
25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel
kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve
resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı
terketti).” dedi.
Terk
edilen kitap Kur’ân-ı Kerim olması hasebiyle, kesinlikle bu resûlün Peygamber
Efendimiz (S.A.V) olması mümkün değildir. O’nun olmadığı günümüzde Allah’ın
öğretisiyle Kur’ân-ı Kerim’i Allah’ın risaletle vazifeli kıldığı Mehdi Resûl
öğretmektedir.
Çünkü,
Âli İmrân Suresinin 119. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “Ey sahâbe! Siz öyle
kimselersiniz ki; size buğzedenlere muhabbet beslersiniz. Çünkü siz kitabın
bütününe tâbîsiniz.” buyuruyor.
3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve
tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev
addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe
alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte
siz (müminler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz
kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca: "Biz îmân
ettik" dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak
uçlarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün." Muhakkak ki Allah,
sinelerde olanı en iyi bilendir.
Sahâbe,
Resûlullah döneminde Kur’ân’ın bütününe tâbî olmuş, 7 safha ve 4 teslimi
yaşamışlar. Ama âyet-i kerimede Resûl diyor ki: “Benim kavmim Kur’ân’ı terk
etti.”
Gerçekten
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bir hadîsine baktığımız zaman âyetle hadîs,
birbiriyle %100 örtüşüyor. Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz: “Bir zamanlar gelecek, Kur’ân-ı
Kerim’in resmi, İslâm’ın ismi kalacaktır. İnsanlar İslâmî isimlerle anılacaklar
ama İslâm’dan en uzak kişiler olacaklar. Mescidlere dışarıdan bakıldığı zaman
mamur ama içindeki insanlara bakıldığı zaman, kalplerinde hidayetten eser
olmayacak. O gün yaşayan âlimler, gök kubbenin altında yaşayan insanların en
şerrlileridir. Fitne onlardan çıkmıştır ve tekrar onlara dönecektir.”
buyuruyor.
Kur’ân’ın
resmi kalmış ve İslâm’ın da ismi kalmış. Günümüzde İslâm anıldığı zaman çoğu
kişinin aklına terörizm geliyor. İnsanları ahiret ve dünya saadetine muhakkak
surette ulaştıracak olan barışın yegâne teminatı olan hanif dînini, eğer insanlar
bir terörizm vasıtası olarak görüyorlarsa o zaman kesinlikle yaşanan dîn,
Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân-ı Kerim’de açıklanan hanif dîni değildir. Hanif
dîni insanları mutluluğa eriştirecek tek kurumdur.
Üç
kitaplı dînin de esasını Hz. İbrahim’in “Hanif Dîni” teşkil eder. Sırası
ile Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Kerim 7
safha ve 4 teslimi kapsar.
Hanif Dîni üç esas ihtiva eder:
1. Vahdet: Tek Allah’a inanmak.
2. Tevhid: Allah’a ruhlarını ulaştırmayı dileyen tek bir
toplum oluşturmak. (Böylece toplumlar
arasındaki bütün kavgayı bitirmek, yok etmek.)
3. Teslim: Allah’a teslim olmak. (Ruhu, vechi, nefsi ve
iradeyi Allah’a teslim etmek.)
Ama insanlar
Allah’ın Kur’ân, Tevrat ve İncil’deki hakikatlerini bir tarafa bırakarak
sonradan kendi elleriyle yazdıkları bid’atlere tâbî olmuşlar ve bunun sonucunda
dînde fırkalara ayrılmışlardır. Demek ki bid’atler sebebiyle kitaplardaki emirler
yerine getirilmemektedir.
Allah’ın hanif dîninin unutulduğu bu dönemde, Allah’ın
öğretisiyle dînin bütünü olan HİDAYETİ, Mehdi Resûl öğretmektedir. Yaşanan
geleneksel dîn tatbikatı sebebiyle dînde fırkalara ayrılan insanları saran elim
azabı, Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimizin zikrettiği kıyametten evvel oluşacak
10 büyük alâmetten birisi olan duhan fitnesini, Allahû Tealâ Duhân
Suresinin 10, 11, 12, 13 ve 14. âyetlerinde bildirmiştir:
44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin
mubîn(mubînin).
Artık
göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.
44/DUHÂN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O
fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir
azaptır.
44/DUHÂN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).
Rabbimiz,
azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.
44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun
mubîn(mubînun).
Onlara
(herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden)
ibret almadılar.
44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun
mecnûn(mecnûnun).
Ve
(O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra
O’NDAN yüz çevirdiler.
Allahû
Tealâ 14 asır evvel Kur’ân-ı Kerim’in kendisine indirildiği Hz. Muhammed
Mustafa (S.A.V) Efendimiz’e: “Semanın apaçık bir dumanla kaplandığı günlere,
bak” diye hitap ediyor.
Ve
Allah’a inançları sebebiyle mü’min olduklarını sanan insanlar: “Bizden bu azabı
kaldır. Biz mü’minleriz.” diye dua ediyorlar. Tebliğe muhatap olmasına rağmen
Allah’ın davetine icabet etmeyen, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlere Allah azap
eder. O zaman “Bizden bu azabı kaldır. Biz mü’minleriz.” diyenler, gerçekte
mü’min olduklarını sanıyorlar, ama aslında hakiki mü’min değiller.
Allahû
Tealâ Mehdi Resûl’ü hidayetle göndermesine rağmen ibret almayanlar Resûl’den
yüz çeviriyorlar. Duhan fitnesinin kendilerinden kaynaklandığı Allah’a ulaşmayı
dilemedikleri gibi başkalarının da dilemesine mâni olan katilden büyük olan
fitnenin elebaşları dîn profesörleri, Mehdi Resûl’e: “Şeytandan vahiy alan
öğretilmiş deli” dediler.
Duhân
Suresinin 10, 11, 12, 13, 14. âyetlerinde zikredilen fitneyi 1996 yılında
Kanal-6’daki programla Türk halkına yaşattırdı. Allah’ın söylettirdiğini
söyleyen Mehdi Resûl, programa katılan
dîn profesörlerine 7 safha ve 4 teslimden oluşan 1400 yıl evvel sahâbenin
yaşadığı Kur’ân’daki İslâm’ı unuttuklarını, yaşamadıklarını onlara ispat etti.
Aynı zamanda bu programla, Allahû Tealâ âyetlerde zikredilen Resûl’ün de ahir
zamanda Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz’in geleceğini müjdelediği Mehdi Resûl
olduğunu onlara ve bütün Türk halkına da ispat etti.
Allah’ın
resûlleriyle gönderilen şeriat kitaplarıyla yaşandığı taktirde azap yoktur,
ahiret ve dünya saadeti vardır. Eğer insanlar el açıp: “Rabbimiz, bizden bu
azabı kaldır. Biz mü’minleriz.” diyorlarsa bu aynı zamanda bir itiraf
belgesidir. İnsanların saadet davetiyesi, saadet reçetesi ve saadet garantisi
olan şeriat kitaplarını yaşamadıklarının kesin itirafıdır.
Allahû
Tealâ, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da
anlatılan 7 safha ve 4 teslimden
oluşan, insanlar için seçtiği hanif dînini Mehdi Resûl vasıtasıyla bize
öğretti. Ve biz şu anda söylediğimiz her hakikati Allah’ın tasarrufunda olan
Efendimiz’den öğrendiğimiz ve yaşadığımız için mutluyuz. A’râf Suresinin 188.
âyet-i kerimesi özelde Allah’ın tasarrufunda nebîler sultanı Peygamber (S.A.V)
Efendimiz için geçerli olmasına karşılık umumi (genel) mânâda nebîlerin
olmadığı fetret devirlerinde vekâleten devrin imamları olarak seçilen herkes
için de geçerlidir. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
7/A'RÂF-188: Kul lâ emliku li nefsî nef’an ve lâ darran illâ
mâşaallâh(mâşaallâhu), ve lev kuntu a’lemul gaybe lesteksertu minel hayri ve mâ
messeniyes sûu in ene illâ nezîrun ve beşîrun li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
De
ki: “Allah’ın dilemesi hariç, ben kendime fayda veya zarar verecek güce malik
değilim. Eğer ben gaybı bilseydim,
hayrı mutlaka çoğaltırdım, bana bir kötülük dokunmazdı. Ben ancak mü’min olan
kavim için bir nezir (uyaran) ve müjdeleyiciyim.
Bu
âyet-i kerime Mehdi Resûl’ün kendi iradesiyle değil, Allah’ın İradesi ile
hareket ettiğini, Allah’ın tasarrufunda olduğunu bize ispat ediyor.
Enfâl
Suresinin 17. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ Resûlullah (S.A.V) Efendimiz’e
hitap ederek:
8/ENFÂL-17: Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum, ve mâ
remeyte iz remeyte ve lâkinnallâhe remâ, ve li yubliyel mu’minîne minhu belâen
hasenâ(hasenen), innallâhe semîun alîm(alîmun).
Onları
siz öldürmediniz ama onları Allah öldürdü. Ve attığın zaman da sen atmadın ama
Allah attı. Ve Allah, mü’minleri
Kendisinden ahsen belâ ile imtihan eder. Muhakkak ki Allah, işitendir ve
bilendir.
“Bir
avuç kumu yerden alıp düşmanın üzerine attığın zaman onu sen atmadın, Biz
attık.” buyuruyor. Aslında herkes kumu yerden alıp düşmanın üzerine atanın
Resûlullah olduğunu açıkça görüyor. Allahû Tealâ, Hz. Peygamber (S.A.V)
Efendimiz’in vücudunun her zerresine daimî tecelli ediyor. Daimî tecelli ettiği
için Resûlullah’ın eline de tecelli ediyor. Allahû Tealâ daimî tecelli
sebebiyle: “Onu sen atmadın, Biz attık.” buyuruyor.: “Görünen sensin ama aslında
Biz seni kullanarak bunu gerçekleştirdik.” buyuruyor.
Buradan
çıkan sonuç; tasarruf rızasının sahibi olan resûle Allahû Tealâ neyi yaptırırsa
resûl sadece onu yapar. Bu evrensel hüküm, ahir zamanda (içinde, bulunduğumuz
hidayet çağında) vazifeli olan Efendimiz Mehdi Resûl için de geçerlidir.
Ahzâb
Suresinin 38. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:
33/AHZÂB-38: Mâ kâne alen nebiyyi min harecin fîmâ faradallâhu
leh, sunnetallâhi fîllezîne halev min kabl(kablu), ve kâne emrullâhi kaderen
makdûrâ(makdûran).
Nebî
için, Allah’ın O’na farz kıldığı şeyi (yerine getirmesinde) O’na bir güçlük
yoktur. Daha önce gelip geçenler için
de Allah’ın sünneti buydu. Allah’ın emri, taktir edilmiş bir kader idi (yerine
getirildi).
“Nübüvvetle
vazifeli kıldığı nebîler üzerinde bir güçlük yoktur.” Çünkü nebî için vaaz
edilen bütün emirler, hükümler, Allah tarafından yerine getirilmektedir. Allah
için nasıl zorluk yoksa, Allah’ın tasarrufunda olan nebî için de zorluk yoktur.
Aynı hüküm gereğince Allah’ın tasarrufunda olan Mehdi Resûl için de zorluk
yoktur. Kur’ân, Tevrat ve İncil hükümlerine aykırı olan bid’atlerin devreye
girmesiyle, insanlar artık bid’atlere dayalı bir dîn tatbikatını
yaşamaktadırlar. Bid’atlere dayalı geleneksel dîn tatbikatıyla kimsenin
Allah’ın gösterdiği ahiret ve dünya saadeti hedefine ulaşması mümkün değil.
İşte Allahû Tealâ bu hakikati, Mâide Suresinin 15. âyet-i kerimesinde şöyle
dile getiriyor:
5/MÂİDE-15: Yâ ehlelkitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum
kesîran mimmâ kuntum tuhfûne minel kitâbi ve ya’fû an kesîr(kesîrin), kad
câekum minallâhi nûrun ve kitâbun mubîn(mubînun).
Ey
kitap ehli! (Kitap sahipleri), Kitap’tan çoğunu gizlemiş olduğunuz ve çoğundan
vazgeçtiğiniz şeyleri, size beyan eden bir Resûl’ümüz gelmiştir. Size Allah’tan
bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir.
Âyet-i
kerimede zikredilen “kitap sahipleri” hitabı sebebiyle, kitap sahipleri kavramı
yahudileri, hristiyanları ve müslümanların tümünü kapsamaktadır. Kitap
sahiplerinin terk ettiği, gizlediği, tatbikattan çıkardığı 7 safha ve 4
teslimden oluşan hanif dîninin tüm hükümlerini tekrar izhar etmek, öğretmek ve
yaşattırmak üzere dinleri birleştirmekle Allahû Tealâ Mehdi Resûl’ü hidayetle
göndermiştir. Allah’ın tasarrufunda olan, Mehdi Resûl vasıtasıyla içinde
bulunduğumuz hidayet çağında Allah nurunu tamamlayacaktır.
MEHDİ RESÛL tatbikattan çıkarılan âyetlerin tekrar yaşanmasını hidayet çağında
sağlayacak ve dîni, insanların kendi elleriyle ürettikleri bid’atlardan
temizleyecektir. İnsanların Allah’ın gönderdiği kitapları Resûlleri ile
birlikte yaşamaları halinde, peygamberler devrindeki mutluluğun tekrar
yaşanması mümkündür.. Mutsuzluktan
kurtuluş nefs tezkiyesi ve tasfiyesi ile mümkündür. Bunlar ise (her üç kitapta
bulunan) 7 safhadaki 4 teslimin yaşanmasına bağlıdır.
Hz.
Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, tasarrufla ilgili bir hadîs-i şerifinde
şöyle vaaz ediyor:
“Kul
Allah’a en çok Allah’ın farz kıldığı ibadetlerle yaklaşır. Ama nafile
ibadetlerle de yaklaşır. Allahû Tealâ: ‘Ben kulumu seversem onun gören gözü,
işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. O Benimle görür. O Benimle
işitir. O Benimle konuşur. O Benimle tutar. O Benimle yürür’. buyuruyor.”
Bu
hadis, bize her devirde tasarrufta olan devrin imamlarını anlatıyor. Kendi
devrinde, Devrin İmamı olan Yunus Emre, tasarrufta olduğunu veciz bir şekilde
şöyle açıklamaktadır:
-
“O ne derse ben
yaparım. Ben ne dersem O yapar.”
-
“Ete kemiğe
büründüm, Yunus diye göründüm.” .
Kâfir: “Allah’ın
hakikâtlerini kefreden, örten, gizleyen” demektir. Allahû Tealâ Tevbe 32’de,
bid’atlerin tatbikatta olduğu günümüzde, dîn öğreticilerinin hidayeti
dilemedikleri gibi, başkalarının dilemesine, hidayetine mâni olmaları sebebiyle
ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürdüklerinden bahsediyor:
9/TEVBE-32: Yurîdûne
en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrehu ve lev
kerihel kâfirûn(kâfirûne).
(Onlar)
ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih
görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.
Allah'ın sözü yerine
gelmiştir. Allah her şeyi bir sebep ve sonuç tahtında yaratmaktadır. Hidayet
çağında, Allah’ın kendisine söylettirdiğini söyleyen Mehdi Resûl’le Allah
nurunu tamamlayacaktır. Kısaca Mehdi Resûl’le, bütün insanlar bir ikinci Asr-ı
Saadet’i mutlaka hidayet çağında yaşayacaklar. Herkes hanif dîninin muhtevası
olan 7 safha ve 4 teslimi öğrenmek ve yaşamak suretiyle Kur’ân ahlâkıyla,
Tevrat ahlâkıyla, İncil ahlâkıyla, kısacası Allah’ın ahlâkı ile
ahlâklanacaktır.
9/TEVBE-33: Huvellezî
ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev
kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Resûlünü
müşrikler kerih görseler de, hidayetle ve hak dîn ile (bu dîni) bütün dînler
üzerine izhar etmesi (hak dîn olduğunu ispat etmesi) için gönderen O’dur.
Saff Suresinin 8. ve 9.
âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ aynı hakikati bir kere daha zikrediyor:
61/SAFF-8: Yurîdûne li yutfiû nûrallâhi bi efvâhihim vallâhu
mutimmu nûrihî ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
Onlar,
ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih
görseler bile nurunu tamamlayacak olandır.
61/SAFF-9: Huvellezî
ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev
kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Resûl’ünü
hidayet ile ve (esasları unutulmuş olan) dînlerin hepsinin üzerine, izhar etmek
(açıklayıp doğrusunu ispat etmek) için, Hakk dîn (Allah’ın ezelî ve ebedî olan
dîni) ile gönderen O’dur. Ve müşrikler, kerih görseler bile.
“Müşrikler,
kerih görseler bile Resûl’ünü hidayetle ve hak dînle, dînin bütün hükümlerini izhar
etmek, 7 safha ve 4 teslimle açıklamak üzere gönderen Allah’tır.” Allahû Tealâ,
hidayetin kaybolduğu günümüzde, tekrar dînin bütünü olan hidayetin 7 safhasını
günümüz insanına öğretmek, yaşatmak, onları kâmil mânâda ahiret ve dünya
saadetine ulaştırmakla vazifeli kıldığı Resûl’ün tüm âlemler için hidayetçi
olması sebebiyle “Mehdi” ismini vermiştir. Allah tasarruf ettiği için O’nun
kendisinden, nefsinden bir söz söylemesi mümkün değildir. Bu sebeple Allah'ın
tasarruf ettiği Mehdi Resûl’e itaat, aslında Allah'a itaattir.
4/NİSÂ-80: Men
yutiır resûle fe kad atâallâh(atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke
aleyhim hafîzâ(hafîzen).
Kim
Resûl'e itaat ederse, böylece Allah'a itaat etmiş olur. Ve kim yüz çevirirse, o taktirde
Biz seni, onların üzerine muhafız olarak göndermedik.
Âli İmrân Suresinin 132. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ evrensel hükmünü
şöyle ifade ediyor:
3/ÂLİ İMRÂN-132: Ve atîûllâhe ver resûle leallekum
turhamûn(turhamûne).
Ve,
Allah’a ve Resul’e itaat edin, umulur ki böylece siz rahmet olunursunuz.
Allah'ın
tasarrufunda olan Mehdi Resûl’e biat, aslında Allah'a biattir. Gerçekten Fetih
Suresinin 10. âyet-i kerimesine
baktığımız zaman net olarak şunu görüyoruz:
48/FETİH-10: İnnellezîne
yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe
men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede
aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak
ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin
üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli
etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece
kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine
getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine
vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en
büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine
erdirilecektir).
Allah'ın mahlûk gibi bir ele, bir uzva ihtiyacı yoktur. Allah mahlûkatın
sahip olduğu bütün sıfatlardan münezzehtir. O her zerresiyle, herşeye
kaadirdir. Ama Allahû Tealâ burada “Allah'ın eli, onların elinin üzerindedir.”
buyurmakla Hz.
Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in her zerresine daimî tecelli ettiğini
bize bildiriyor.
Bizzat: “Sana biat edenler gerçekte Allah'a biat etmişlerdir.” Eline de tecelli
ettiği için Allahû Tealâ: “Allah'ın eli onların elinin üzerindedir.” buyuruyor.
Bugün O’nun yegâne
mirasını devralan Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi, Devrin İmamı Mehdi Resûle
itaat eden Allah'a itaat eder, Mehdi Resûl’e asi olan da Allah'a asi olur.
Hz. Peygamber (S.A.V)
Efendimiz vaazettiği bir hadîste şöyle buyuruyor:
“Benden sonra nebî
gelmeyecek. Ben Hâtem’ul Enbiyâ’yım. Ama benden sonra imamlar gelecek. Onlara
itaat eden bana itaat etmiştir. Onlara asi olan, bana asi olmuştur.” buyuruyor.
Hz. Peygamber (S.A.V)
Efendimiz Kendisi için geçerli olan hükmün, bütün vekâleten devrin imamları
için geçerli olduğunu buyurduğu başka bir hadîsinde şöyle açıklıyor:
“Ben nasıl vahiy üzere
mücâdele ettiysem, O da Benim sünnetim üzerine mücâdele eder.”
Benimle insanlar nasıl
şirkten kurtuldularsa Mehdi Resûl ile fitneden kurtulacaklardır buyuruyor. Hz.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz’in sünneti Allahû Tealâ’nın Kendisine söylettirdiği
vahye tâbî olmaktır.
53/NECM-3: Ve mâ yentıku anil hevâ.
Ve o, hevasından (kendiliğinden) konuşmaz.
53/NECM-4: İn huve illâ vahyun yûhâ.
(O’nun söyledikleri), sadece O’na vahyolunan vahiydir.
Herkesin Kur’ânı
unuttuğu günümüzde, Mehdi Resûl’ün 34 yıldır Allahû Tealâ’nın öğretisiyle
Kur’ânı insanlara öğretmesi vahye tâbî olduğunu kesin ispat ediyor. Hz.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz: “En hayırlınız Kur’ânı öğrenen ve öğretendir.”
buyuruyor. Ümmetimin en hayırlısı Mehdi Resûl demesi Mehdi Resûl’ün Allah’ın
öğretisiyle sadece Kur’ânla dîni öğretmesi sebebiyledir.
Her dönemde velî
mürşidler, kavim resûlleri, asâleten ve vekâleten tüm devrin imamları devamlı
olarak insanları Allah'a davet etmektedirler. Allah'ın kendisine üfürdüğü ruh
emanetinin, Allah'a ait olduğunu bildirmektedirler. Bu emanetin ancak
hayattayken Allah'a ulaştırılması, teslim edilmesi halinde Allah'ın 3. kat
cennet ve dünya saadeti mükâfatına sahip olacağını onlara müjdelemektedirler.
Bu sebeple Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz: “Bir zamanlar gelecek, size ruh
verenler gelecek. Onları arayın, bulun. Kim zamanın imamına arif olmazsa, o
cahiliyye standartları ile ölür.” buyuruyor.
Bugün de aynı şekilde
Mehdi Resûl, 34 yıldan beri, geceli gündüzlü, 24 saatlik zaman devresi
içerisinde hep insanları Allah'a çağırmaktadır, Allah'a davet etmektedir,
Allah'ın davetini insanlara tebliğ etmektedir. “Ey insanlar! Duyduk duymadık
demeyin! Allah'a ulaşmayı dileyin. Dilerseniz, siz ruhunuzu Allah'a
ulaştırmayacaksınız, Allah sizin ruhunuzu Kendisine ulaştıracaktır.” buyuruyor.
Vuslata ermenin mükâfatı 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısıdır. Bu Allahû
Tealâ’nın bütün insanlara bir ikramıdır, bir lütfudur, bir fazl-ı keremidir.
İblis, Allah'tan
aldığı müsaade gereğince insanın sağından, solundan, önünden, arkasından girmek
suretiyle, insanın ahiret ve dünya saadetine ulaşmasına mâni olmak, insanları
kendisi ile birlikte cehenneme götürmeye çalışmaktadır. Allahû Tealâ iblise
müsaade vermesine karşılık Âdem (A.S)’a ve O’nun zürriyetine de iblisten
korunmanın vasıtası olan dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dilemeyi teslim
etmiştir.
Kim Allah'a ulaşmayı
dilerse, Allah'ın koruyucu zırhı altına girer ve Allahû Tealâ şeytanın negatif
tesirini kişi üzerinde sıfırlar, yokeder. Şeytan, fizik ötesinden kendi
düşüncesiymiş gibi, vesvese vermek suretiyle cüz’i irade sahibi insanın,
Allah'a ulaşmayı dilemesine mâni olmaktadır. Ama Allahû Tealâ katından
hidayetle gönderdiği resûller vasıtasıyla daima insanlara hidayeti tebliğ
etmektir. Cüz’i irade sahibi insan, ya şeytanın davetini veya Allah'ın
temsilcisinin davetini kabul etmek suretiyle kendisini cehenneme mahkûm edecek
veya Allah'ın vaazettiği hükümleri hayatına tatbik etmek suretiyle dünya
hayatında Allah’a ulaşmayı dileyerek cenneti Allah'ın bir ikramı olarak
hakedecektir.
Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz 14 asır evvel vaazettiği hadîste: “Bir
zaman gelecek; Kur’ân bir vadide, insanlar başka bir vadide olacak.” buyuruyor.
İnsanların bir vadide, Kur’ân’ın bir başka vadide olduğu günümüzde Allahû Tealâ
hidayetle Mehdi Resûl’ü vazifeli kılmıştır. Gaye hidayetle insanları da
Kur’ân’la da aynı vadide buluşturmaktır. Amaç dînin bütünü olan 7 safha
hidayeti Kur’ân’daki 7 safha ve 4 teslim
olan hanif dînini insanlara öğretmek ve yaşattırmaktır.
Allah'ın
rahmetine mazhar olup bir ikramı olarak 1. kat cenneti kazanmanın olmazsa olmaz
şartı dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilemektir. Kalben bu dilediğin sahibi
olan herkese Allahû Tealâ Rahmân esmasıyla tecelli eder. Kişi Allahû Tealâ’dan
aldığı 7 furkan ve 12 tane ihsanla, Allah'ın gösterdiği velî mürşide, velî
resûle, veya tayin ettiği vekâleten devrin imamına ulaşacaktır.
14 asır
evvel nasıl cahiliyye dönemini yaşayan Arap bedevîler Hz. Peygamber (S.A.V)
Efendimiz 7 safha ve 4 teslimi yaşamak suretiyle asr-ı saadete ulaştılarsa,
günümüzde mürşidine ihsanla tâbî olan herkes Mehdi Resûl’ün Allah’tan aldığı
öğretiyle 7 safha ve 4 teslimi yaşayarak ikinci bir asr-ı saadeti
yaşayacaklardır. Bu kadar emin konuşmamın sebebi; yapan Mehdi Resûl görünmesine
karşılık yaptıran O’na tasarruf eden Allah’tır, söyleyen Mehdi Resûl ama O’na
söylettiren Allah’tır.
16/NAHL-89: Ve yevme neb’asu fî kulli ummetin şehîden aleyhim min
enfusihim ve ci’nâbike şehîden alâ hâulâ(hâulâi), ve nezzelnâ aleykel kitâbe
tibyânen likulli şey’in ve huden ve rahmeten ve buşrâ lil muslimîn(muslimîne).
Ve
o gün, bütün ümmetlerin içinde, onların üzerine, onların kendilerinden bir
şahit beas ederiz (vazifeli kılarız). Ve seni de onların üzerine şahit olarak
getirdik. Ve sana, herşeyi beyan eden (açıklayan), hidayete erdiren ve
rahmet olan Kitab’ı, müslümanlara (Allah’a teslim olanlara) müjde olarak
indirdik.
En’âm
Suresinde şöyle buyuruyor:
6/EN'ÂM-38: Ve mâ min dâbbetin fîl ardı ve lâ tâirin yatîru bi
cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ farratnâ fîl kitâbi min şey’in summe ilâ
rabbihim yuhşerûn(yuhşerûne).
Ve
yeryüzünde yürüyen hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa (4
ayaklı) hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki; sizin gibi
ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra
Rab’lerine haşrolunacaklar (olunurlar).
Allahû
Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de: “Zikir ehline sorun.” buyuruyor. Bilinmeyen konuları
alelâde insanlara sormak yerine, Allahû Tealâ’nın yönlendirdiği, hedef
gösterdiği zikir ehline sormak asıldır. Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz
(S.A.V) bu konuda ne buyuruyor? “Cehaletten kurtulmanın yolu ehli zikre
sormaktır.” Âyet-i kerime ile Hz Peygamber SAV efendimiz’ın hadîsi birbiri ile
örtüşüyor.
İtilâflı
olan bir konu söz konusu olduğu zaman, çözüm için başvurulması gereken yegâne
kaynak Kur’ân’dır. Öyleyse ihtilâflı konularda herkesin Kur’ân’a ve O’nu
açıklayacak olan ehli zikre müracaat etmesi lâzım gelir.
Nebîler
Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) 14 asır evvelinde: “Bir zamanlar koyu gece
karanlıkları gibi fitneler olacaktır.” buyuruyor: Bu fitnelerin vukua geldiği
dönemde Hz. Ali (R.A): “Kurtuluş ne iledir Ey Allah’ın Resûl’ü?” deyince, Hz
Peygamber (S.A.V) Efendimiz “Allah'ın Kitab’ı olan Furkan’la, Kur’ân-ı Kerim’ledir. Çünkü sizden
evvelkilerin haberi bu Kitap’ta vardır. Sizden sonrakilerin de haberi bu
Kitap’ta vardır. Sizin aranızdakilerin de hükmü bu kitapta vardır.” Kısacası, Kur’ân-ı Kerim evvelin de zikridir,
ahirin de zikridir, anın da zikridir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim ilmi rahmeti her
şeyi kuşatan Allah'ın kelâmıdır. Bu sebeple Mehdi Resûl’ün öğretisi herkes için
ahiret ve dünya saadetinin teminatıdır. Zanna tâbî olmadan, herkesin Kur’ân
âyetleriyle Mehdi Resûl’ün anlattığı 7 safha ve 4 teslimden oluşan hanif dînini
yaşamaya başladığı Hidayet Çağı’ndayız.
Allah
razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.