10 Haziran 2016 Cuma

5. BASAMAK; HİCAB-I MESTÛRENİN ALINMASI 6. BASAMAK; VAKRANIN ALINMASI 7. BASAMAK; EKİNNETİN ALINIP İHBATIN KONULMASI

5. BASAMAK;  HİCAB-I MESTÛRENİN ALINMASI
6. BASAMAK; VAKRANIN ALINMASI
7. BASAMAK; EKİNNETİN ALINIP İHBATIN KONULMASI

“Allah’ım, Kalbimi Nurlu Kıl, Lisanımı Nurlu Kıl, Bakışımı Nurlu Kıl, İşitmemi Nurlu Kıl.”


Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V), dua ederken diyor ki: “Allah’ım, kalbimi nurlu kıl lisanımı nurlu kıl, bakışımı nurlu kıl, işitmemi nurlu kıl.” (K: C. Sağir-1513).

Kalbin, lisanın, bakışın ve işitmenin nurlu kılınması; kişi başlangıç noktasında sağır, dilsiz ve kör iken Allah’ın yardımıyla işiten, gören ve idrak eden bir insan haline gelmesi anlamına gelir. Ama Allahû Tealâ her şeyi bir sebep ve hikmet tahtında yaratır. Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Kalbimi nurlu kıl, lisanımı nurlu kıl, bakışımı nurlu kıl, işitmemi nurlu kıl.” sözleri ile dua ettiğine göre başlangıçta bu hassalar ve uzuvların kapalı olduğu anlaşılmaktadır.

İnsan ile Allah arasında Allah’ın dizayn ettiği 28 basamaklık bir İslâm merdiveni vardır. Bu basamakları aşması gereken varlık insandır. İnsan 3 vücut ve serbest iradenin sahibidir.

v  Fizik bedenimiz, bu âleme (zahirî âleme) aittir.
v  Nefsimiz, berzah âlemine aittir ve tamamen karanlıklardan müteşekkildir. Nefsin manevî kalbinde kin ve nefret, küfür, yalan, haksızlık ve zulüm, haset ve düşmanlık, cehalet, cimrilik, öfke, isyan, sabırsızlık, kibir ve gurur, hırs ve şehvet, nankörlük, gıybet, zan, kötü alışkanlıklar, vefasızlık, müraîlik, fitne ve fesat olmak üzere 19 tane hastalık (afet) vardır.
v  Ruhumuz, Allah’tan üfürülmüştür.
v  Her insan, mutlak surette serbest iradenin sahibidir.

Allahû Tealâ sevgisi ve merhametiyle kişiye katından, hidayetçiler ve hidayetçilerin açıkladıkları kutsal kitaplar gönderir. Hidayetçi insanları hidayete davet eder. Hidayet, insan ruhunun dünya hayatında Allah’a ulaşmasıdır. Allahû Tealâ’nın, hidayetçiler göndererek, insanlara tebliğ yaptırırken aynı anda onlara olayları yaşattırmaktan muradı insanların Allah’a ulaşmayı dilemeleridir. Yaşadıkları olayları değerlendiren insanların bir kısmı Allah’a ulaşmayı diler; bir kısmı ise dilemez. Ama Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başkasının dilemesine de mâni olan insanları, Allah seçmez. Geri kalanların hepsini seçer; onları musîbetlerle imtihan eder ve tebliğe muhatap kılar. Tebliğci, kişiye hidayeti tebliğ ettiğinde eğer kişi ilgisiz kalırsa, Allahû Tealâ, Bakara Suresi 6 ve 7. âyet-i kerimelerinde ifade edildiği gibi hassalarına engeller koyar.

2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir, onlar mü’min olmazlar.
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.

Kişi hidayetçi karşısında, kendisindeki emâniyye bilgiler sebebiyle tebliğe karşı çıkarsa, Allahû Tealâ o zaman da uzuvlarına engeller koyar.

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle âhirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).
17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.

Hidayetçinin tebliğine muhatap olan bazı insanlar, karşı çıkmakla kalmayıp ona savaş açarlar ve isyan ederler. O zaman da Allahû Tealâ onların kalblerini tabetmektedir. İşte olaylar sonucunda sergiledikleri, davranış biçimlerine göre seçilmeyenler tab edilenlerdir. Geri kalanların hepsi seçilir ve musîbetlerle imtihan edilir. Bu sırada kişinin hassaları ve uzuvları üzerinde engeller olmasına rağmen herhangibir anda o kişinin aklı başına gelebilir ve kalben Allah’a ulaşmayı dileyebilir. İşte bu dileğin sahibi olduğu zaman Allahû Tealâ Rahmân esmasıyla tecelli eder ve Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde ifade edildiği gibi peş peşe furkanlar verir.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
 Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

Takva sahibi olmak, Allah’a ulaşmayı dilemekle mümkündür. Allahû Tealâ, Rûm Suresinin 31 ve 32. âyet-i kerimelerinde bu hakikati dile getirmektedir.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

Kalben Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, dînde fırkalara ayrılanlardır. Dileyenler ise, kurtuluşta olan, Sıratı Mustakîm üzerinde Fırkayı Naciye’yi vücuda getirenlerdir.

İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîste zikrettiği gibi bir insanın kalbinin, lisanının, bakışının ve işitmesinin nurlu kılınabilmesi için o kişinin bu furkanların sahibi olması lâzımdır.

ü  Bakışın nurlu kılınması

Allahû Tealâ, evvelâ kişinin baş gözünde görmeye mâni olan engeli, hicab-ı mestureyi kaldırır (1. furkan). Sonra basar hassası üzerindeki gışavet adlı perdeyi alır (2. furkan). O kişi artık görmeye başlar. Evvelden Hakk’ı temsil eden kişiyi alelâde bir insan olarak görürken, görme hassası ve uzuvlarındaki engeller alındığı zaman artık irşad makamını görmeye başlar. Bu şekilde bakışları nurlu kılınmış olur.

ü  İşitmenin ve lisanın nurlu kılınması

Allahû Tealâ, varsa kulaklarda işitmeye mâni olan engeli (vakrayı) alır (3. furkan), Sem’î hassasının mührünü açar (4. furkan) ve kişi kelimelerin mânâsına ulaşır. Artık kulak işittiğini kalbe ulaştırdığı için o kişinin lisanı da nurlu kılınmıştır. Çünkü lisanın nurlanması, kelimenin mânâsına ulaşmakla gerçekleşir. Böylece gören, işiten ve konuşan bir insan olur.

ü  Kalbin nurlu kılınması:

Son olarak Allahû Tealâ o kişinin kalbinin üzerindeki idrake mâni olan engeli (ekinneti) alır (5. furkan) ve fıkıh hassası mührünü açar (6. furkan), ihbatı koyar (7. furkan). Böylece o kişi idrak etmeye başlar.

Bir insanın Allah’tan 7 furkanı alması hadîs-i şerifte Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ettiği duanın bütününü içermektedir. Allahû Tealâ’nın kalbi, lisanı, bakışı ve işitmeyi nurlu kılması bir sebebe bağlıdır. Allahû Tealâ her şeyi bir sebep ve sonuç tahtında vücuda getirir. Burada sebep; bir insanın ruhunun talebine uyarak Allah’a ulaşmayı dilemesidir. Dilediği takdirde Allahû Tealâ Rahmân esmasıyla tecelli eder ve peş peşe bu furkanları verir. Sonra Allah, kişinin kalbine hidayetle ulaşır ve kalbini Kendisine çevirir. Arkasından o kişinin kalbine giden rahmet yolunu açar. Ve o kişi zikretmeye başladığı an, salâvât taşıyıcısı ile Allah’ın katından gelen rahmet nurları o kişinin kalbine girer. Nurlar kalbe girdiği zaman karanlıklar çıkar ve böylece kişi huşû sahibi olur.

Huşû sahibi olan kişi, Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece hacet namazı kılarsa Allahû Tealâ ona mürşidini gösterir. Bir insan mürşidine tâbî olduğunda Allah’tan 7 ni’met alır. Böylece o kişi Allahû Tealâ’nın emrettiği muhteva içinde yapması gerekenleri yapar.

Hadîsler, Kur’ân-ı Kerim ile karşılaştırıldığı zaman, bu konuları Allahû Tealâ’nın âyetlerde açıkladığı net olarak görülmektedir. Konumuz ile ilgili bir âyet-i kerime de En’âm Suresi 122. âyet-i kerimesidir.

6/EN’ÂM-122: E ve men kâne meyten fe ahyeynâhu ve cealnâ lehu nûren yemşî bihî fîn nâsi ke men meseluhu fîz zulumâti leyse bi hâricin minhâ, kezâlike zuyyine lil kâfirîne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ölü (Allah’a ulaşmayı dilememiş) iken (ona on iki ihsan vererek) dirilttiğimiz ve insanlar arasında onunla yürüyeceği nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde olup, ondan çıkamayacak kimse gibi midir? Böylece kâfirlere, yapmış oldukları şeyler süslü gösterildi.

Uyku ölümün ikiz kardeşidir. Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) de bu âyete uygun olarak diyor ki: “İnsanlar uykudadır. Öldükten sonra uyanırlar.” Ölmeden evvel ölmek, ancak kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesiyle gerçekleşir. Kişi, Allah’a ulaşmayı dilediğinde Allahû Tealâ Rahmân esmasıyla tecelli eder ve peş peşe ona furkanlar verir. Böylece furkanların sahibi olan bu kişi Allah’ın dizaynı gereğince bu güzelliklere kavuşur.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.