5. BASAMAK; HİCAB-I MESTÛRENİN ALINMASI
6. BASAMAK; VAKRANIN ALINMASI
7. BASAMAK; EKİNNETİN ALINIP İHBATIN
KONULMASI
“Allah’ım, Kalbimi Nurlu
Kıl, Lisanımı Nurlu Kıl, Bakışımı Nurlu Kıl, İşitmemi Nurlu Kıl.”
|
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz
(S.A.V), dua ederken diyor ki: “Allah’ım,
kalbimi nurlu kıl lisanımı nurlu kıl, bakışımı nurlu kıl, işitmemi nurlu kıl.” (K: C. Sağir-1513).
Kalbin,
lisanın, bakışın ve işitmenin nurlu kılınması; kişi başlangıç
noktasında sağır, dilsiz ve kör iken Allah’ın yardımıyla işiten, gören ve idrak
eden bir insan haline gelmesi anlamına gelir. Ama Allahû Tealâ her şeyi bir
sebep ve hikmet tahtında yaratır. Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Kalbimi nurlu kıl, lisanımı nurlu kıl,
bakışımı nurlu kıl, işitmemi nurlu kıl.” sözleri ile dua ettiğine göre
başlangıçta bu hassalar ve uzuvların kapalı olduğu anlaşılmaktadır.
İnsan ile Allah arasında Allah’ın dizayn
ettiği 28 basamaklık bir İslâm merdiveni vardır. Bu basamakları aşması gereken
varlık insandır. İnsan 3 vücut ve serbest iradenin sahibidir.
v
Fizik
bedenimiz, bu âleme (zahirî âleme) aittir.
v
Nefsimiz,
berzah âlemine aittir ve tamamen karanlıklardan müteşekkildir. Nefsin manevî
kalbinde kin ve nefret, küfür, yalan, haksızlık ve zulüm, haset ve düşmanlık,
cehalet, cimrilik, öfke, isyan, sabırsızlık, kibir ve gurur, hırs ve şehvet,
nankörlük, gıybet, zan, kötü alışkanlıklar, vefasızlık, müraîlik, fitne ve
fesat olmak üzere 19 tane hastalık (afet) vardır.
v
Ruhumuz,
Allah’tan üfürülmüştür.
v
Her
insan, mutlak surette serbest iradenin sahibidir.
Allahû Tealâ sevgisi ve merhametiyle kişiye
katından, hidayetçiler ve hidayetçilerin açıkladıkları kutsal kitaplar
gönderir. Hidayetçi insanları hidayete davet eder. Hidayet, insan ruhunun dünya
hayatında Allah’a ulaşmasıdır. Allahû Tealâ’nın, hidayetçiler göndererek, insanlara
tebliğ yaptırırken aynı anda onlara olayları yaşattırmaktan muradı insanların
Allah’a ulaşmayı dilemeleridir. Yaşadıkları olayları değerlendiren insanların bir
kısmı Allah’a ulaşmayı diler; bir kısmı ise dilemez. Ama Allah’a ulaşmayı
dilemedikleri gibi başkasının dilemesine de mâni olan insanları, Allah seçmez.
Geri kalanların hepsini seçer; onları musîbetlerle imtihan eder ve tebliğe
muhatap kılar. Tebliğci, kişiye hidayeti tebliğ ettiğinde eğer kişi ilgisiz
kalırsa, Allahû Tealâ, Bakara Suresi 6 ve 7. âyet-i kerimelerinde ifade
edildiği gibi hassalarına engeller koyar.
2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem
tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar
için eşittir, onlar mü’min olmazlar.
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ
ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının
üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti.
Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.
Kişi hidayetçi karşısında, kendisindeki
emâniyye bilgiler sebebiyle tebliğe karşı çıkarsa, Allahû Tealâ o zaman da
uzuvlarına engeller koyar.
17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne
lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle âhirete
(ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı
mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen
bir perde koyduk).
17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî
âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ
edbârihim nufûrâ(nufûren).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh
edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra
(işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman
nefretle arkalarına döndüler.
Hidayetçinin tebliğine muhatap olan bazı
insanlar, karşı çıkmakla kalmayıp ona savaş açarlar ve isyan ederler. O zaman
da Allahû Tealâ onların kalblerini tabetmektedir. İşte olaylar sonucunda sergiledikleri,
davranış biçimlerine göre seçilmeyenler tab edilenlerdir. Geri kalanların hepsi
seçilir ve musîbetlerle imtihan edilir. Bu sırada kişinin hassaları ve uzuvları
üzerinde engeller olmasına rağmen herhangibir anda o kişinin aklı başına
gelebilir ve kalben Allah’a ulaşmayı dileyebilir. İşte bu dileğin sahibi olduğu
zaman Allahû Tealâ Rahmân esmasıyla tecelli eder ve Enfâl Suresinin 29. âyet-i
kerimesinde ifade edildiği gibi peş peşe furkanlar verir.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in
tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir
lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar,
Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma
özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret
eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Takva sahibi olmak, Allah’a ulaşmayı
dilemekle mümkündür. Allahû Tealâ, Rûm Suresinin 31 ve 32. âyet-i kerimelerinde
bu hakikati dile getirmektedir.
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû
minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi
olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum
ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar
ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Kalben Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, dînde
fırkalara ayrılanlardır. Dileyenler ise, kurtuluşta olan, Sıratı Mustakîm
üzerinde Fırkayı Naciye’yi vücuda getirenlerdir.
İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîste
zikrettiği gibi bir insanın kalbinin, lisanının, bakışının ve işitmesinin nurlu
kılınabilmesi için o kişinin bu furkanların sahibi olması lâzımdır.
ü
Bakışın nurlu kılınması
Allahû Tealâ, evvelâ kişinin baş gözünde
görmeye mâni olan engeli, hicab-ı mestureyi kaldırır (1. furkan). Sonra basar
hassası üzerindeki gışavet adlı perdeyi alır (2. furkan). O kişi artık görmeye
başlar. Evvelden Hakk’ı temsil eden kişiyi alelâde bir insan olarak görürken,
görme hassası ve uzuvlarındaki engeller alındığı zaman artık irşad makamını
görmeye başlar. Bu şekilde bakışları nurlu kılınmış olur.
ü
İşitmenin ve lisanın nurlu kılınması
Allahû Tealâ, varsa kulaklarda işitmeye
mâni olan engeli (vakrayı) alır (3. furkan), Sem’î hassasının mührünü açar (4.
furkan) ve kişi kelimelerin mânâsına ulaşır. Artık kulak işittiğini kalbe
ulaştırdığı için o kişinin lisanı da nurlu kılınmıştır. Çünkü lisanın
nurlanması, kelimenin mânâsına ulaşmakla gerçekleşir. Böylece gören, işiten ve
konuşan bir insan olur.
ü
Kalbin nurlu kılınması:
Son olarak Allahû Tealâ o kişinin kalbinin
üzerindeki idrake mâni olan engeli (ekinneti) alır (5. furkan) ve fıkıh hassası
mührünü açar (6. furkan), ihbatı koyar (7. furkan). Böylece o kişi idrak etmeye
başlar.
Bir insanın Allah’tan 7 furkanı alması
hadîs-i şerifte Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ettiği duanın bütününü
içermektedir. Allahû Tealâ’nın kalbi, lisanı, bakışı ve işitmeyi nurlu kılması
bir sebebe bağlıdır. Allahû Tealâ her şeyi bir sebep ve sonuç tahtında vücuda
getirir. Burada sebep; bir insanın ruhunun talebine uyarak Allah’a ulaşmayı dilemesidir.
Dilediği takdirde Allahû Tealâ Rahmân esmasıyla tecelli eder ve peş peşe bu
furkanları verir. Sonra Allah, kişinin kalbine hidayetle ulaşır ve kalbini
Kendisine çevirir. Arkasından o kişinin kalbine giden rahmet yolunu açar. Ve o
kişi zikretmeye başladığı an, salâvât taşıyıcısı ile Allah’ın katından gelen
rahmet nurları o kişinin kalbine girer. Nurlar kalbe girdiği zaman karanlıklar
çıkar ve böylece kişi huşû sahibi olur.
Huşû sahibi olan kişi, Perşembe’yi Cuma’ya
bağlayan gece hacet namazı kılarsa Allahû Tealâ ona mürşidini gösterir. Bir
insan mürşidine tâbî olduğunda Allah’tan 7 ni’met alır. Böylece o kişi Allahû
Tealâ’nın emrettiği muhteva içinde yapması gerekenleri yapar.
Hadîsler, Kur’ân-ı Kerim ile
karşılaştırıldığı zaman, bu konuları Allahû Tealâ’nın âyetlerde açıkladığı net
olarak görülmektedir. Konumuz ile ilgili bir âyet-i kerime de En’âm Suresi 122.
âyet-i kerimesidir.
6/EN’ÂM-122: E ve men kâne meyten fe
ahyeynâhu ve cealnâ lehu nûren yemşî bihî fîn nâsi ke men meseluhu fîz zulumâti
leyse bi hâricin minhâ, kezâlike zuyyine lil kâfirîne mâ kânû
ya’melûn(ya’melûne).
Ölü (Allah’a ulaşmayı dilememiş) iken (ona on iki ihsan vererek)
dirilttiğimiz ve insanlar arasında onunla yürüyeceği nur verdiğimiz kimse, karanlıklar
içinde olup, ondan çıkamayacak kimse gibi midir? Böylece kâfirlere, yapmış
oldukları şeyler süslü gösterildi.
Uyku ölümün ikiz kardeşidir. Nebîler
Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) de bu âyete uygun olarak diyor ki: “İnsanlar uykudadır. Öldükten sonra
uyanırlar.” Ölmeden evvel ölmek, ancak kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesiyle
gerçekleşir. Kişi, Allah’a ulaşmayı dilediğinde Allahû Tealâ Rahmân esmasıyla
tecelli eder ve peş peşe ona furkanlar verir. Böylece furkanların sahibi olan
bu kişi Allah’ın dizaynı gereğince bu güzelliklere kavuşur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.