3. BASAMAK–1. SAFHA; ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK
“Öyle İnsanlar Vardır ki,
Cehennemlik Amel İşlerler, Cennete Gideceklerdir. Öyle İnsanlar Vardır ki,
Cennetlik Amel İşlerler Ama Cehenneme Gideceklerdir.”
|
K: Sahih-i Buhari - Bölüm 10 -1609
Günümüzde yaşanan dîn tatbikatı, ağırlıklı
olarak Peygamber (S.A.V)’in hadîslerine dayanmaktadır. Birçok dîn adamı: “Biz
Kur’ân-ı Kerim’i açıklayamayız. Biz ancak Resûlullah (S.A.V) Efendimiz’in öğrettiği
hadîslerle dînimizi öğrenebiliriz. Size de hadîslerle dîn öğretiyoruz.”
demektedirler. Hadîslerle dînin anlaşılması elbette güzel bir şeydir. Ama
insanlar asıl tatbik edilmesi gereken hadîsi gözden kaçırmaktadırlar. Çünkü Hz.
Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz bir hadîsinde: “Bir zamanlar gelecek, Benim hadîslerim tartışması konusu olacak. Tartışma
konusu olduğu günlerde Kur’ân-ı Kerim’e bakınız. Kur’ân’a aykırı bir hadîsim
olamaz.” buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz (S.A.V), bu sözüyle hadîslerin
arasına Peygamber Efendimiz’e ait olmayan birçok mevzu hadîslerin de
karışabileceğine işaret etmiştir.
Hangi konuda hadîs veriliyorsa, evvelâ o
hadîsin Kurân-ı Kerim’le karşılaştırılması lâzımdır. Hadîslerle Kur’ân-ı
Kerim’i karşılaştırabilmek için de evvelâ, Kurân-ı Kerim’i bilmek gerekir.
İhtilâflı konularda başvurulması gereken ölçü, Kur’ân’dır. Hiç kimsenin
Kur’ân-ı Kerim’i bilmeden bu karşılaştırmayı yapması mümkün değildir. Allahû
Tealâ, Enbiyâ Suresinin 7. âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:
21/ENBİYÂ-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez
zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler)den başkasını göndermedik.
Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.
Ehli zikir, Allahû Tealâ’nın kendisine
Kur’ân-ı Kerim’i öğrettiği kişidir. Ehli zikir, Kur’ân-ı Kerim’in hangi âyetine
bakarsa, o âyetin hangi seviyeye ait olduğunu bilir; bilmiyorsa -ehli zikir
olması hasebiyle- Allah’a sorarak öğrenir. Bu açıdan tartışma konusu olan bir hadîsin
mutlaka Kur’ân-ı Kerim’le karşılaştırılması gerekir. Kur’ân-ı Kerim’e uyuyorsa,
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîsidir, Kur’ân-ı Kerim’e uymuyorsa mevzû bir
hadîstir. Bu sebeple hadîsin Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ait olup olmadığı;
Kur’ân-ı Kerim’e uyup uymadığının tesbiti için ehli zikre sormak gerekir.
14 asır evvel bizim için en güzel örnek
olan Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe, sadece İslâm’ın 5
şartına tâbî olmadılar, Kur’ân-ı Kerim’in bütününe tâbî oldular. Âli İmrân
Suresinin 119. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyurmaktadır:
3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil
kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul
enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis
sudûr(sudûri).
(Ey mü'minler)! Siz öyle kimselersiniz ki; onlar, sizi
sevmedikleri halde siz, onları seversiniz ve siz Kitab'ın bütününe îmân
edersiniz. Onlar, sizinle karşılaştıkları zaman: “Îmân ettik.” derler. Ama
tenhada, kendi başlarına kaldıkları zaman size olan öfkelerinden (dolayı),
parmak uçlarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizle ölün.” Hiç şüphesiz Allah,
sinelerde olanı bilir.
Günümüz İslâm tatbikatında dîni hadîslerle
öğretenler, İslâm’ı 5 şarta bağlamaktadırlar. Kurtuluşun İslâm’ın 5 şartında
olduğunu ifade ederek; “Onun ötesi bizi ilgilendirmez.” demektedirler. Oysa
hidayet, (Allah’a ulaşmayı dilemek) ve nefs tezkiyesinin yegâne vasıtası olan
zikir, tatbikattaki İslâm’ın 5 şartının içerisinde yoktur. Bu aslî kavramlar
olmadığında geri kalan fizik vücuda ait vasıta emirler ile hiç kimsenin kurtuluşa
ulaşması mümkün değildir. Şeytan, İslâm âlemini bu tuzağa düşürmüştur. Eğer her
hadîsin Kur’ân-ı Kerim ile karşılaştırması yapılsaydı, hiç kimse bu şeytani
tuzağa düşmezdi.
ü
İblisin Kurduğu Korkunç Tuzak; İslâm’ın Yalnızca 5 Şartını
Uygulayan İnsanları Cennet Ümidi ve Hayaliyle Aldatmak!
14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V)
İslâm âleminin şu an içine düştüğü bu tuzağı, konumuz olan hadîsi ile
açıklamaktadır.
İslâm’ın 5 şartı (namaz, oruç, zekât, hac,
kelime-i şehadet) cennetlik amellerdir, fizik bedenin yerine getirdiği vasıta
emirlerdir. Günümüzde insanlar, İslâm’ın 5 şartının içindeki cennetlik amelleri
yapıyorlar ama “Allah’a ulaşmayı dilemek” ve nefsi tezkiye eden “zikir”
bunların arasında yer almıyor. Allahû Tealâ Kehf Suresinin 103, 104 ve 105.
âyeti kerimelerinde bu durumu açıklamaktadır.
18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).
De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim
mi?”
18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum
yuhsinûne sun’â(sun’an).
Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış
(kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve
onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat
a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı (ölmeden
evvel ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba
oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse, Kehf-105’e
göre kendi iradesiyle işlediği cennetlik amellerin hepsi boşa gitmektedir. Bu
durumda geriye sadece kişinin kendi iradesiyle işlediği şerr amellerin neticesinde
kazandığı negatif dereceleri kalır ve bu negatif derecelerin başkalarının
kendisine yaptığı zulüm sebebiyle kazandığı pozitif derecelerden fazla olması
sebebiyle kişi cehennemi hak eder.
Allahû Tealâ kişinin kurtuluşunu, Allah’a
ulaşma dileği ve akabinde gelecek olan sâlih amellere, özellikle de bu
amellerden zikire bağlamaktadır. Şeytan (iblis), insanın ezelî ve ebedî
düşmanıdır. Şeytan, insanlar ibadet yapsınlar, bu ibadetlerle kurtuluşa
ulaşacaklarını zannetsinler ama hiç birisi kurtuluşa ulaşamasın hedefiyle sinsi
bir tuzak kurmuştur. Şeytan, kurtuluşa ulaştıran unsurları devreden çıkarıp
geri kalan vasıta emirlerle insanları oyalayarak hedefine ulaşmaktadır. İblis,
İslâm’ın 5 şartıyla insanları da kendisiyle birlikte cehenneme mahkûm etmektedir.
39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in
eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer
sen şirk koşarsan (Allah'a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur.
Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye vahyolundu.
ü
İnsan Gizli Şirkten Nasıl Kurtulabilir?
Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîsinde:
“Artık ümmetim için açık şirkten
korkmuyorum. Ümmetim için en çok korktuğum şey, karıncanın ayak sesinden daha
sinsi olan gizli şirktir.” buyurmaktadır. İslâm âlemi için artık açık şirk
söz konusu değildir. Ama Kehf-105’te ifade edilen ve Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’in de buyurduğu gibi asıl tehlike gizli şirktedir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), bir başka
hadîsinde buyuruyor ki: “Riya gizli
şirktir.” Nefsin 19 tane afetinden bir tanesi riyadır, o zaman nefsin hangi
afetine (hevasına) tâbî olursanız olun, bu da gizli şirktir. Eğer kişi Allah’a
ulaşmayı dilemiyorsa, ruhun talebine uymuyorsa otomatik olarak kişi nefsin
talebi olan dünya hayatını seçmiştir. Hevâsına tâbî olmuştur. Gizli şirktedir.
Gizli şirkten kurtulabilmesi için ruhun talebine uyarak, kalben Allah’a
ulaşmayı dilemesi gerekir.
Allahû Tealâ herkesi hanif fıtratıyla
yaratmıştır. Allah’ın, herkes için vaazettiği dîn, Hanif dînidir. Hanif dîninin
muhtevasında 7 safha ve 4 teslim vardır.
1.
Teslim: Ruhun teslimi
2.
Teslim: Fizik vücudun teslimi
3.
Teslim: Nefsin teslimi
4.
Teslim: İradenin teslimidir.
Her olayda akıl, beyin vasıtasıyla fizik
bedene kumanda eder. Aklın kararı önemlidir. Ruhun talebine uymak farzdır. Ama
nefs de yapısındaki âfetlerden kaynaklanan taleplerle akla ulaşır. Nefsin âfetleri,
nefsimizin manevî kalbindedir. Nefsin afetlerine karşı koyan pozitif gücün adı
iradedir. Kalben Allah’a ulaşmayı dilemek, bizzat o âfetlere karşı koyan gücün;
iradenin Allah’a ulaşmayı dilemesi demektir. İradenin beyanı, kalben o talebin
sahibi olmaktır. Ruh zaten Allahû Tealâ’nın emanetidir, o talebin sahibidir.
Akıl da kararı verirse, ruh, irade ve akıl üçlüsü beraber olunca şeytan ve
nefse karşı galibiyet sağlanmış olur.
Başlangıç noktasında olan, Nefs-i Emmare
standartları içerisindeki bir insan için fizik bedeninin kumandanı akıl, her
olayda, ya nefsin veya ruhun talebine uyar. Nefs-i Emmare’de olan bir insanda
akıl hangi ortamda şuurlanmışsa, o istikamette karar verir. Kişinin aklı
negatif ortamda şuurlanmışsa nefsin talebine uyar ve şerr işler. Ama pozitif
ortamda şuurlanan bir akıl, ruhun talebine uyar.
Göz bir uzuvdur. Göz uzvu için ışık neyse,
akıl için de vahiy kesinlikle odur. Aklın akledebilmesi için, kendisine düşeni
yapabilmesi için mutlaka âyetlerin kendisine tilâvet edilmesi lâzımdır. Ve
oradan aldığı bilgiyle, şuurlanan aklın pozitif kararı vermesi gerekir ki, o
kişi akledenlerden olsun ve Allahû Tealâ’nın fizik bedene yaptığı azaptan
kurtulsun.
10/YUNUS-100: Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi
iznillâh(iznillâhi), ve yec’alur ricse alellezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve Allah'ın izni olmaksızın, bir kimsenin (bir nefsin) mü'min olması
(mümkün) olamaz. Ve (Allah), akıl etmeyen kimselerin üzerine ceza (azap,
pislik) verir.
Aklını kullanmayan kişi, Allah’a ulaşmayı
dilemeyen kişidir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insanın aklı her olayda
nefsin talebine uyar ve o kişi kendisine zulmeden birisidir. Aklın kendisine
düşeni yapabilmesi için kişinin resûlün sohbetini dinlemesi, işitmesi ve de
ondan almış olduğu talebi, kararı hayatına tatbik etmesi; Allah’a ulaşmayı
dilemesi gerekir. İrade pozitif güçtür, ruh da Allah’ın ruhudur, her ikisi de
aynı talebin sahibidir. Aklın da onlarla birlikte hareket etmesi önemlidir.
Her olayda aklın iki müşavirinden bir
tanesi ruh diğeri nefstir. Allah’ın bizden istediği, devamlı ruhun talebine
uymak, nefsin taleplerini dinlememektir. Fizik vücudu Allah’a teslim ettiğimiz
an, nefsin 19 afeti yine vardır. Ama akıl, resûlün sohbetleriyle şuurlanarak
Kur’ân-ı Kerim’in dört ruhunu idrak ettiği için, kendisine ulaşan, nefsin afetlerinden
kaynaklanan talepleri asla tatbik etmeyecektir. Akıl, pozitif şuurlanmanın
neticesinde devamlı olarak ruhun talebine uyar, Allahû Tealâ’nın bütün
emirlerini vücut ülkesinde tatbik eder, nefsin negatif taleplerini devre dışı
bırakır. Bu sebeple fizik vücudun teslimi “Allahû Tealâ’nın bütün emirlerine
%100 itaat etmek; yasak ettiği fiilleri işlememek” anlamına gelir.
Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ’nın insanlar
için vaazettiği yegâne şey, âhiret ve dünya saadetidir. Âhiret saadeti cenneti,
dünya saadeti de bu dünyada huzur ve mutluluğu yaşamayı ifade eder.
Allahû Tealâ Mu’minûn Suresinin 102. âyet-i
kerimesinde şöyle buyurmaktadır:
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar,
felâha erenlerdir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in buyurduğu: “Öyle insanlar vardır, cennetlik amel
işlerler ama cehenneme gideceklerdir.” hadîs-i şerifi bütünüyle Kur’ân-ı
Kerim’e uymaktadır. Cennetlik amel işleyenler, kazandıkları pozitif derecelerin
boşa gitmesi halinde cehennemlik olurlar. Gizli şirkte olanların (Allah’a
ulaşmayı dilemeyenlerin) amelleri boşa gitmesi nasıl gerçekleşir? Yıllarca
İslâm’ın 5 şartını yerine getiren insanların, Allah’ın emirlerine olan
itaatlerinden dolayı kazandıkları pozitif dereceler vardır. Allahû Tealâ o
dereceleri hanelerine yazar. Eğer kişi ölümüne kadar Allah’a ulaşmayı
dilemezse, ameli boşa gider. Amelleri boşa gittiği zaman geride kalan sadece
negatif dereceleridir. Ve kişi negatif dereceleri sebebiyle cehenneme gider.
Öyle insanlar vardır ki cehennemlik amel
işlerler; hiçbir zaman namaz kılmamış, oruç tutmamış, zekât vermemiş, hacca
gitmemiştir. Aksine çok günah işlemiştir. Ama Zumer Suresinin 53, 54. âyet-i
kerimelerine göre Allah’a ulaşmayı dilemiştir ve Allahû Tealâ Enfâl Suresinin
29. âyet-i kerimesine göre onun günahlarını örtmüştür.
39/ZUMER-53: Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû
min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu
huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış)
kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah,
günahların üzerine hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O;
Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen)."
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en
ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı
dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu,
vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım
olunmazsınız.
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu
ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn (muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı
takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden
olmayın.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve
yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi
olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi
kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı
sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Bir tek dileğin karşılığında günahları
örtülen bu kişi bu dileğin kendisine kazandırdığı pozitif derecat sebebiyle
sevapları günahlarından fazla olan biri olur ve mutlaka cennete gidecektir.
İnsan sosyal bir varlık olarak diğer insanlarla birlikte yaşar. Mutlaka
çevresindeki kişilerin ona zulmü söz konusudur. Dolayısıyla hiç cennetlik amel
işlemeyen bir insanın bile amel defterinde mutlaka başkalarının kendisine
yaptığı zulüm sebebiyle de hayırlar vardır.
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha
erenlerdir.
Öyleyse insanı cehenneme götüren sebep, o
kişinin Allah’a ulaşmayı dilememesidir. Cennete götüren sebep de, o kişinin
Allah ulaşmayı dilemesidir. Allahû Tealâ’nın her kavimde o kavmin ana lisanıyla
vazifeli kıldığı resûllerin gönderiliş sebebine baktığınız zaman, En’âm
Suresinin 48. âyet-i kerimesi evrensel bir mesaj vermektedir.
6/EN'ÂM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne),
fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir
şey için) göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah'a ulaşmayı
dilerse) ve ıslah olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku
yoktur, onlar mahzun da olmazlar.
Resûl kavmine: “Allah’a ulaşmayı dilersen
bu senin için cennet müjdesidir. Dilemediğin takdirde gideceğin yer
cehennemdir.” diyerek tebliğ etmektedir. Resûllerin bu dünya hayatındaki asıl
görevi tebliğdir. Eğer kişi Allah’a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ mutlaka onu
üçüncü kat cennet ve dünya saadetinin yarısına ulaştıracaktır; ondan sonrası
kişinin kendi gayretine, zikir artışına ve dik yokuşu aşmasına bağlıdır.
Zumer Suresinin 71 ve Mulk Suresinin 8, 9
ve 10. âyet-i kerimeleri, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîsini bir kere daha
doğrulamaktadır.
39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ
cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum
hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve
yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi
alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri
zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara
derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size
Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek)
uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü
kâfirlerin üzerine hak oldu.
67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun
seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya
herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir
(uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.
67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu
min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir
gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak
büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis
saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı
arasında olmazdık.” dediler.
Resûl: “Allah’a ulaşmayı dilersen cennete
gideceksin. Dilemezsen gideceğin yer cehennemdir.” diyerek âyetleri tilâvet
etmektedir. Ama insanlar: “Eski köye yeni âdet mi getiriyorsun? Ruh vücuttan çıkınca
kişi ölür. Ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır.” diyerek, resûle karşı
çıkmışlar ve azap sözü kâfirlere hak olmuştur.
17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe
innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ
muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini
tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette
ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette
kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü
(günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.
Allahû Tealâ insanoğluna, amellerinin
karşılığında mükâfat veya ceza verir. Kişi cezalandırılan biri olmak
istemiyorsa tebliğe muhatap olduğunda hemen Allaha ulaşmayı dilemesi lâzımdır.
Allahû Tealâ, tebliğ yapmak üzere resûller göndermektedir. Resûl kanunu tebliğ
ettiğinde, kanuna aykırı hareket eden kişi, cehennemi hak eder. Kanuna uyan
kişi ise mükâfatı hak eder.
Günümüzde de dîn adamlarının durumu budur.
Allah’ın hidayetçisi, hidayet çağının imamı Allah’tan aldığı öğretiyi insanlara
açıklamaktadır. Dinleyen kişiler bu öğretiyi Kur’ân-ı Kerim’le karşılaştırıp
sağlamasını yapacaklarına gidip dîn adamlarına soruyorlar. Dîn adamları da dîni
Kur’ân-ı Kerim’den öğrenmedikleri için: “İslâm’ın 5 şartını tatbik edin,
kurtuluşa ulaşırsınız” diyorlar. Hem kendilerini, hem de o insanları cehenneme
mahkûm ediyorlar. Yazık değil mi?
Devrin İmamı, herkes için Allah’ın bir
ni’metidir. Bu ni’metten faydalanabilmesi için kişinin Allahû Tealâ’nın
Kur’ân-ı Kerim’deki hükmüne tâbî olması, itaat etmesi gerekir. Eğer o kişi
Allah’ın resûlünün sözlerine itaat etmezse hiçbir zaman hedefine ulaşamayacaktır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) de buyuruyor
ki: “Hiç kimse kendi ameliyle cennete
gidemez. Sende mi Yâ Resûlullah? Ben de. Ama Rabbim beni rahmetine gark
etmiştir.” İnsanlar bunu bilmelerine rağmen, “Allah’ın rahmetine nasıl
mazhar olacağım” diye ne kendileri öğreniyorlar, ne başka insanlara
öğretiyorlar. Sadece amellere sığınmış vaziyetteler. Kurtuluşa ulaşmak isteyen
herkesin, amelden önce Allah’ın rahmetini elde etmesi gerekir. İslâm’ın 5 şartı
sadece amellerden ve vasıta emirlerden ibarettir. Amelden önce rahmeti
ulaştıracak olan; Allah’a ulaşma dileği ve zikirdir.
Hidayet, insan ruhunun Allah’a ulaşmasıdır.
Hidayet yoksa, tâbiiyet de, zikir de, teslim de olmaz. Hidayet yoksa hiçbir şey
olmaz. Hidayet dînin omurgası, hidayet dînin âsâsı, hidayet dînin giriş
kapısıdır. Bu döneme Allahû Tealâ’nın “hidayet çağı” demesinin sebebi; Allahû
Tealâ’nın hidayetle vazifeli kıldığı, Mehdi Resûl’ü bu dönemde vazifeli
kılmasıdır.
“Kim Allah’a Ulaşmaya Muhabbet Duyarsa,
Allah da Onu Kendisine Ulaştırmaya Muhabbet Duyar. Kim Allah’a Ulaşmayı Kerih
Görürse, Allah da Onu Kendisine Ulaştırmayı Kerih Görür.”
|
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz bir
hadîs-i şerifinde buyuruyor ki: “Kim
Allah’a ulaşmayı muhabbet beslerse, severse, Allah onu Kendisine ulaştırmayı
sever, muhabbet eder. Kim Allah’a ulaşmayı kerih görürse Allah da Kendisine
ulaştırmayı kerih görür.” (K: Sahihi Buhari 12. cilt hadis no.
2043).
ü
Ruh Allah’a Nasıl Ulaşır?
Allah’a ulaşmaya muhatap olan varlık
insandır. İnsan 3 vücut ve serbest iradeyle yaratılmıştır. İnsanın zahirî âleme
ait olan fizik bedeni topraktan gelmiştir, ölümle tekrar toprağa dönecektir;
Allah’a ulaşmaz. İnsanın berzah âlemine ait olan nefsi de insanın enerji bedenidir;
Allah’a ulaşamaz. Nefs ölümle birlikte ait olduğu âlem olan berzah âlemine
giderek hayatına kıyâmet gününe kadar orada devam edecektir. İnsanın iradesi
zaten vücut değildir, Allah’a ulaşamaz. Allah’a ulaşabilen sadece Allah’ın
Zat’ından bize üfürülen ruhtur.
Bize üfürülen ruhun iki şekilde Allah’a
ulaşması söz konusudur. Birincisi; ruhun gayri iradî olarak, ölümle Allah’a
ulaşmasıdır. Ölüm bir kaderdir. Kimin ruhu ölümle Allah’a ulaşmışsa bu konuda
kişinin serbest iradesinin dahli yoktur. Ölümle ruhun Allah’a ulaşmasında
iradenin bir fonksiyonu olmadığı için ulaşan kişi için bir mükâfat ve mücâzat
söz konusu değildir. Allah’ın biz insanlardan istediği ise emanet olan ruhu
kendi irademizle, Allah’ın emrine uyarak Allah’a ulaştırıp, teslim etmemizdir.
ü
Ruhun Allah’a Ulaşması Farzdır
Allahû Tealâ ruhun Allah’a ulaşmasının farz
olduğunu, te’vile meydan vermeyecek şekilde 4 tane âyet-i kerimede bizlere
açıklamıştır. (1- Zâriyât/50, 2-Fecr/28,
3-Muzzemmil/8, 5-Ra’d/21)
51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû
ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah’a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin
için O’ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.
Âyet-i kerimede; “Allah’a firar et; Allah’a
kaç.” buyurulduğuna göre bu nefs veya
fizik beden olamaz, çünkü nefsin zemin kattan yukarıya çıkması mümkün değildir
ve de fizik vücudun topraktan gelip tekrar ölümle birlikte toprağa dönmesi söz
konusudur. Öyleyse bu emir Allah’ın bize üfürdüğü ruhadır ve Allahû Tealâ bunu
farz kılmıştır.
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki
râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış
olarak!
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve
tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve her şeyden kesilerek O’na ulaş.
Her şeyden kesilme yetkisi nefste veya
fizik bedende yoktur. Kâinatı aşıp yokluğa geçebilme yetkisi sadece insan
ruhuna aittir. Yani sadece ruh her şeyden kesilerek Allah’a ulaşabilir. Bu da
nefsin 7 kademede tezkiyesinden sonra gerçekleşir. Nefs tezkiyesinin yegâne vasıtası
da zikirdir. Zikirsiz bir nefs tezkiyesi, zikirsiz bir nefs tasfiyesi mümkün
değildir. Bu sebeple âyet-i kerimede “Allah’ın ismiyle zikret ve her şeyden
kesilerek Allah’a dön.” buyurulmaktadır.
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ
emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını
emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı
huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
Allahû Tealâ Fâtır Suresinin 18. âyet-i
kerimesinde de ruhun Allah’a ulaşmasının nefsin tezkiyesiyle mümkün olduğunu
ifade etmektedir.
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun
vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev
kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs
salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve
ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü
(günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye
(başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi.
Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim
tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o takdirde bunu sadece kendi nefsi
için yapar. Ve dönüş Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner,
ulaşır).
Öyleyse Allah’a vasıl olması gereken ruh,
Allah’ın emrindendir.
17/İSRÂ-85: Ve yes’elûneke anir
rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ
kalîlâ(kalîlen).
Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve
size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi.
ü
Ruhun Allah’a Ulaşması Bir Dileğe Bağlıdır
Her emir Allah’tan gelip nasıl tekrar
Rabbine, sahibine dönüyorsa, ruh da Allah’tan gelmiştir ve tekrar O’na dönmesi
gerekir. Bu mutlaka kendi kararımızla gerçekleşecektir. Çünkü Allahû Tealâ ruhun
dünya hayatında -fizik vücut ölmeden evvel- Allah’a ulaşmasını bize farz
kılmıştır. Yoksa kişi ister kâfir, ister putperest, ister mecusi olsun ölümle
birlikte herkesin ruhu zaten Allah’a ulaşır. Marifet, hayattayken ruhu Allah’a
ulaştırmaktır. Nitekim hayattayken ruhun Allah’a ulaşması bizim kendi
irademizin kararına, bir tek dileğe bağlıdır.
Osmanlı’da Allah dostlarına “derviş”
denirdi. Yunus Emre de bu hakikati şöyle dile getirmiştir: “Dervişlik bir dilektir. Bilene düğün dernektir.” Yani Allah’ın dostu olmak bir
dileğe bağlıdır. Bu dilek dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilemektir. Allah
kimin kalbinde bu talebi görürse mutlaka onu Kendisine ulaştıracağını garanti
etmektedir.
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû
lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men
yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz
mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na
yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
Allahû Tealâ o kişinin ruhunu Kendisine
ulaştırmasını, iradesinin kararına bağlamıştır. Kişinin iradesi talep
etmedikçe, Allah o ruhu asla Kendisine ulaştırmaz.
Nitekim Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)
Efendimiz’in amcası bu istikamette verilen çok çarpıcı bir misâldir. Peygamber
Efendimiz (S.A.V) en sevdiği amcasının kendisine tâbî olmasını istemiştir ama
amcası: “Ben sana tâbî olursam etrafımdakiler ne der?” demek suretiyle o
tâbiiyeti gerçekleştirmemiştir. Allahû Tealâ da bu hakikati beyan etmek babında
evrensel bir kanun olarak Kasas Suresinin 56. âyet-i kerimesinde şöyle
buyurmuştur:
28/KASAS-56: İnneke lâ tehdî men
ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huve a’lemu bil
muhtedîn(muhtedîne).
Muhakkak ki sen, sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin (onun ruhunu
Allah’a ulaştıramazsın). Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Ve O,
muhtedileri (hidayete erenleri) daha iyi bilir.
Demek ki biz hidayetine vesile olmak
istediğimiz kişiyi ne kadar seversek sevelim o kişi kendi iradesiyle talep
etmedikçe bizim onun Allah’a ulaşmasında bir katkımızın olması söz konusu
değildir. Diğer taraftan, eğer o kişi Allah’a ulaşmayı dilerse, biz de buna
sebep olursak veya Allah’a ulaşmayı diledikten sonra herhangi bir konuda
kendisine yardımımız dokunursa, o zaman bir katkımız olabilir. İşte hadîste
zikredilen mesaj budur: “Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah da o kişiyi
Kendisine ulaştırmayı diler.”
ü
Kalp Allah’ın Nazargâhıdıır
Allahû Tealâ devamlı insanların kalbine
bakar. Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) de bir hadîs-i şerifinde
bunu ifade etmiştir: “Allah sizin
soyunuza, mallarınıza, şekli şemâlinize bakmaz. Allahû Tealâ devamlı kalbinize
bakar.” İşte eğer kalpte Allah’a ulaşma dileği söz konusu ise Allah mutlaka
Rahmân esmasıyla o kişinin üzerine tecelli eder ve peş peşe o kişiye 7 tane
furkan verir. 7 furkanın verilmesi o kişinin kapalı olan uzuvlarının
açılmasını, engelli olan hassalarının üzerindeki engellerin de kalkmasını
sağlar. Böylece o kişi, başlangıç noktasında, uzuvlar ve hassalar üzerindeki
engeller sebebiyle sağır, dilsiz ve kör iken o engellerin kaldırılmasıyla
işiten, gören ve akleden birisi olur.
Bu kişi artık Allahû Tealâ’nın kendisi için
tayin ettiği irşad kademesini sıradan bir insan olarak değil, irşad kademesi
olarak görmeye başlar. İrşad kademesinin sözlerini alelâde sözler olarak değil,
mânâsına ulaştığı için Hakk’tan inen sözler olarak idrak etmeye başlar. Bu
sözlerin mânâsına erer, çünkü idrake ulaştıktan sonra kalbine nakşeder;
kendisine mâl eder.
Akabinde Allahû Tealâ o kişinin kalp şartını
gerçekleştirir. Buraya kadar açıklanan uzuvlar ve hassalar üzerindeki engeller
fizik bedenle alâkalıydı. Bundan sonra ifade edilecek olan 6 kalp şartı ise
nefsle alâkalıdır. Bu şartları şöyle sıralayabiliriz:
1. Allah kalbindeki
ekinneti alır.
2. Fıkıh hassasını açar.
3. Kalbine ihbatı
yerleştirir.
4. Kalbine hidayetle
ulaşır.
5. Kalbi Kendisine
çevirir.
6. Kalbine giden rahmet
yolunu açar.
Nasıl fizik vücut namazı kılmak istediğinde
abdest alması gerekirse nefsin de abdesti bu 6 tane kalp şartıdır. Bunlar
olmadıktan sonra nefs ibadetlere katılamaz.
Bu 6 tane kalp şartı o kişinin o noktadan
itibaren Allah ismini tekrar etmeye başlamasını sağlar. Allah isminin
tekrarıyla kişi huşû sahibi olur ve huşû sahibi olan kişi Perşembe’yi Cuma’ya
bağlayan gece hacet namazı kılarak Allah’tan mürşidini talep ederse, Allah ona
mürşidini gösterir.
Mürşide tâbî olduğu zaman Allahû Tealâ o
kişiye peş peşe 7 ni’met verir. Kişi 7 kademede nefs tezkiyesini
gerçekleştirir. Buna paralel olarak ruh da 7 tane gök katı yükselir. Nefs-i
Emmare’deki zikir artışıyla nefsin manevî kalbinde giren %7’lik nur birikimi
oluşur. Buna karşılık ruh da 1. gök katına çıkar. Nefs-i Levvame’de zikir
artışına paralel %7 nurlanma sonucu ruh 2. gök katına, Nefs-i Mülhime’de ruh 3.
gök katına, Nefs-i Mutmainne’de ruh 4. gök katına, Nefs-i Radiye’de ruh 5. gök
katına, Nefs-i Mardiyye’de ruh 6. gök katına ve Nefs-i Tezkiye’de ruh 7. gök
katına ulaşır. 7 âlemi geçtikten sonra ruh yoklukta Allah’ın Zat’ına ulaşır ve
böylece kişi ermiş evliya olur.
Kişiye düşen, hadîste de zikredildiği gibi
sadece bir dilektir. Onu bir tek dileği karşılığında Kendisine ulaştıran ise
Allah’tır. Sonuçta da Allah’ın evliyası olarak kişinin gideceği yer cennettir.
Konunun diğer boyutunda ise kim Allah’a
ulaşmayı kerih görürse, istemezse Allah da o kişiyi Kendisine ulaştırmayı
dilemez. Ve sonuçta o kişinin gideceği yer ise cehennemdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.