3. BASAMAK – 1. SAFHA; ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK
“Sözün En Doğrusu Allah’ın Kitab’ıdır. Yolun En Faziletlisi Hz.
Muhammmed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in Yoludur. İşlerin En Şerrlileri
Sonradan İcat Edilen Bid’atlardır. Bid’at Dalâlettir, Dalâletin Sonu Nar-ı
Cehennemdir.”
|
Sözün
en doğrusu Allah’ın Kitab’ıdır. Yolun en faziletlisi Hz. Muhammed Mustafa
(S.A.V.) Efendimiz’in yoludur. İşlerin en şerrlileri sonradan icat edilen
bid’atlardır. Bid’at dalâlettir, dalâletin sonu nar-ı cehennemdir. (K: Müslim,
Cuma-463 İbn Mace, Mukaddime-7 İbn Hibban, Es Sahih).
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (
S.A.V) şöyle buyuruyor: “Kur’ân-ı Kerim’e
aykırı bir hadîsim olamaz.” Çünkü Resûlullah (S.A.V) Efendimiz ayaklı bir
Kur’ân-ı Kerim’di, Allah’ın tasarrufundaydı.
53/NECM-3: Ve mâ yentıku anil hevâ.
Ve o, hevasından (kendiliğinden) konuşmaz.
O’nun söylediği Allahû Tealâ’nın Kendisine
söylettirdiği vahiyden başka bir şey değildir. Dolayısıyla Resûlullah’ın
hadîsleri de vahiydir. Ama Resûllullah (S.A.V) Efendimiz, kendisinden epey bir
zaman sonra toplatılacak olan hadîslerin içerisine insanların zanları, mevzu
hadîslerin de girebileceği hesabını yaparak, hadîsleri için bize bir ölçü
vermektedir: “Bir gün Benim hadîslerim
tartışma konusu olacak. Hadîslerim tartışma konusu olduğu günlerde Kur’ân-ı
Kerim’e bakınız. Kur’ân-ı Kerim’e aykırı bir hadîsim olamaz.”
Bu hadîsi destekleyen hadîslerden bir
tanesi Veda Hutbesi’nde îrad edilen; “Size
iki emanet bırakıyorum. Bunlardan bir tanesi Allah’ın Kitab’ı, diğeri de Benim
sünnetimdir.” hadîsi, ikincisi ise, âhir zamanda geleceğini bize
müjdelediği Mehdi (A.S)’ın özelliğini belirten; “Ben nasıl vahiy üzerine mücâdele verdiysem, O da Benim sünnetim
üzerine mücâdele verecektir.” hadîsidir.
ü Sahâbenin Hepsi İslâm’ın 7 Safhasını da Yaşamışlardır
Kur’ân-ı Kerim’e baktığımız zaman A’dan
Z’ye kadar Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin 7 safha ve
4 teslimi yaşadıklarını görmekteyiz. Evvelâ bu 7 safhanın gerçekten yaşanıp
yaşanmadığına dair ispat vasıtaları Allah’ın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerim’de
hangi âyetlerde yer almaktadır, birlikte inceleyelim.
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ
ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap
ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler
(Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı
müjdele!
Sahâbenin bir dilekle, Allah’a yönelmek (Allah’a
ulaşmayı dilemek) suretiyle taguta kul olmaktan kurtulduğunu, Allah’a kul
olduklarını, 1. safhayı gerçekleştirdiklerini görüyoruz. Ama bu
yönelmenin dil ile değil, kalbî yönelme olması gerekir. Bakın evliya olan Yûnus
Emre ne diyor: “Burada dahi verdin bize, ol huri çifte helâl. (bunlar
hep nefsin talepleridir.) Andan dahi geçti arzum, azmim Sana varmak için.”
Yûnus Emre hayattayken ruhun Allah’a
ulaşacağından haberdar ve bunun idraki içerisinde olup, nefsin tüm afetlerinden
geçip; “Artık bunlardan ben geçtim Ya Rabbim! Azmim Sana varmak için. Ben Sana
ulaşmayı diliyorum.” demektedir. Öyleyse
Allah’a giden yolun başı, kalben Allah’a ulaşmayı dilemektir.
Allahû Tealâ, katından Nebîler Sultanı
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i cahiliyye dönemini yaşayan Arap bedevîlerine, o
güzel ezelî ve ebedî kayyum olan Hanif dînini, Arapça adıyla İslâm’ı
yaşattırmak üzere vazifeli kıldı. Allahû Tealâ Bakara Suresinde şöyle hitap
etmektedir:
2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum
yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve
yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir Resûl
(Peygamber) gönderdik ki; âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve
sizi (nefsinizi) tezkiye etsin, size kitap ve hikmet öğretsin ve (hikmetin de
ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.
Öyleyse Arap bedevîler cahiliyye
standartlarından kâmil insan olma noktasına, Asr-ı Saadet standartlarına gelene
kadar, her kademede Resûlullah’ın onlara karşı Allah’ın dizaynı içerisinde bir
görevi vardır. Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) Allah’ın Kitab’ı
olan Kur’ân-ı Kerim’den bahsederken buyuruyor ki: “Bir lâfzî mânâsı ile 7 suret üzere Kur’ân indirildi.” Lâfzî mânâ
Resûllullah’ın 1. görevi olarak ifade edilmektedir. Âyet-i kerimenin 1 lâfzî
mânâsı olduğu gibi, o âyet-i kerimenin diğer bütün âyetlerin muhtevası
içerisinde aynı zamanda 7 ruhu da söz konusudur. Evliyaların piri, en sevgilisi
Yûnus Emre bir şiirinde şöyle diyor:
“Şeriat, tarikat yoldur varana
Marifet, hakikat andan içeri.”
Allah’a giden 28 basamaklık İslâm
merdiveninin 21. basamağına kadar olan bölümü yükselme olup, Allah’ın Zat’ına
ulaştıran Sıratı Mustakîm yolunu ifade etmektedir. Ama yol yoklukta Allah’ın
Zat’ında bittiğine ve O’ndan öteye yol olmadığına göre 7 tane velâyet kademesinde
kişinin kemâlâta ulaşabilmesi için yücelme basamaklarını geçmesi gerekir ki
ancak o zaman kişi marifeti ve hakikati yaşar.
Hanif dîninin muhtevasına baktığımız zaman
bir tek kaynak vardır, o da Kur’ân-ı Kerim’dir. Resûllullah’ın hadîslerinin de
Kur’ân-ı Kerim’e uyması halinde, Allah’ın Resûl’ü bize buyuruyor ki; “Alın onu
ve tatbik edin.” Yani hadîsler karşımızda ikinci bir kaynak oluyor ama sözlerin en doğrusu ve ispat vasıtası
Allah’ın Kitab’ıdır.
Sahâbe Resûlullah’ın “Allah’a ulaşmayı
dileyin” tebliğine uyarak, Zumer-17’de zikredildiği gibi Allah’a ulaşmayı
diledikten sonra Hanif dîninin, Arapça adıyla İslâm’ın 2. safhası olan tâbiiyeti de gerçekleştirmişlerdir.
Sahâbenin hepsi mürşidlerin hası olan Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’e tâbî olmuşlar, biat etmişler ve Allah’ın bu farz emrini yerine
getirmişlerdir.
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ
yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ
yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi
ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar.
Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için
ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim
(ahdini) bozarsa, o takdirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği
yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim
de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine
getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine
ve dünya saadetine erdirilecektir).
60/MUMTEHİNE-12: Yâ eyyuhen nebiyyu izâ câekel
mu'minâtu yubâyı'neke alâ en lâ yuşrikne billâhi şey'en ve lâ yesrıkne ve lâ
yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehunne ve lâ ye'tîne bi buhtânin yefterînehu beyne
eydîhinne ve erculihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin fe bâyı'hunne vestagfir
lehunnallâh(lehunnallâhe), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey nebî (peygamber)! Mü’min kadınlar; Allah’a hiçbir şeyi ortak
koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinada bulunmamak, evlâtlarını öldürmemek, elleri
ve ayakları arasında bir iftira uydurmamak, maruf bir iş konusunda sana âsi
olmamak üzere, sana tâbî olmak için geldikleri zaman, artık onların biatlerini
kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafûr’dur
(mağfiret edendir, günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (Rahîm esması ile
tecelli edendir).
Bu biat kişiye ne sağlar? İhsanla
Resûllullah’a tâbî olmaları halinde, Allah sahâbenin nefsini Emmare’den almış,
Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerinde
nefslerini tezkiye ederek, ruhlarını da buna paralel 7. gök katına ulaştırarak
oradan da 7 âlemi geçtikten sonra Kendisine ulaştırmıştır. Böylece ruh Allah’a
ulaşmış ve Allah’ın Zat’ında yok olmuştur. O kişi Allah’a ermiştir. O kişi
ermiş evliyadan olmuştur. O kişi hidayete ermiştir. Bunun karşılığı Rabbimizin
ikramı olan 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısıdır.
Sahâbenin hepsi Zumer Suresi 18. âyet-i
kerimeye göre 3. safhayı da
gerçekleştirmişler ve hidayete ermişlerdir.
39/ZUMER–18: Ellezîne
yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu
ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar,
sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır
(daimî zikrin sahipleri).
Ahsen sözün sahibi Nebîler Sultanı
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’dir. O’nun sözü ya Kur’ân’dır ya da hadîstir ve
ikisi de vahiydir. Allahû Tealâ sahâbenin hidayete erdiğinden, ruhlarını
Allah’a ulaştırdıklarından bahsetmektedir. Bu, ruhun hidayetidir. Allah’a giden
yol, yükselme basamakları burada biter. Bundan sonra velâyet makamları, yücelme
basamakları başlayacaktır. Kişinin bundan sonra dik yokuşu aşması lâzımdır. Dik
yokuş fizik vücudun Allah’a teslimidir.
İslâm’ın
4. safhasını
da sahâbenin Resûlullah (S.A.V) ile birlikte gerçekleştirdiğini, Allahû Tealâ
Âli İmrân Suresinin 20. âyet-i kerimesine dile getirmektedir.
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu
vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel
ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ
aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki:
"Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim
ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik
vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o
takdirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen
sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
Sahâbenin hepsi nefslerini teslim edip 5. safhayı gerçekleştirmek suretiyle ulûl'elbab olmuşlardır. Zumer
Suresinin 18. âyet-i kerimesinin son kısmı buna işaret etmektedir: “Onların
hepsi ulûl'elbab oldular.” Kimdir ulûl'elbab? Âli İmrân 190, 191. âyet-i
kerimeleri bu suale cevap vermektedir.
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı
vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün
ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen
ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı),
rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin
sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı
zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve
derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın.
Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
Öyleyse insan için ayaktayken, otururken,
yan üstü yatarken üç hâlin üçünde de zikretmek farzdır. Eğer birisi size
“Kur’ân-ı Kerim zikirdir.” derse; “Elbette zikirdir ama kimse uykudayken
Kur’ân-ı Kerim okuyamaz.”, “Namaz da bir zikirdir.” derse; “Elbette zikirdir
ama hiç kimse uykusunda namaz kılamaz, öyleyse âyet-i kerimede farz kılınan
zikir, “Allah” isminin kalpteki tekrarı ile yapılan zikirdir.” cevabını
verebilirsiniz. Çünkü Allahû Tealâ bu zikrin “Allah” isminin iç sesimizle,
kalbimizde tekrarı olduğunu özellikle ifade etmektedir.
73/MUZEMMİL–8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi
tebtîlâ(tebtîlen).
Ve
Rabbinin İsmi'ni zikret ve her şeyden kesilerek O'na ulaş.
Ancak daimî zikirle nefsimiz Allah’a teslim olur. Ve Allahû Tealâ
bunu bütün insanlara farz kılmıştır. Sahâbenin hepsi 6. safhayı yani irşad olma hedefini de gerçekleştirmişler. Hucurât
Suresinin 7. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bu müjdeyi bize vermektedir.
49/HUCURÂT-7: Va’lemû
enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le
anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum ve kerrehe
ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah’ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda
size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı
sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih
gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de sahâbenin
hepsinin irşada ulaştığını adeta kâinata ilan etmektedir. Eğer “Resûlullah
(S.A.V)’ı gören kişiler sahâbedir” deniliyorsa, bu doğru değildir. Münâfıklar
da Resûlullah (S.A.V)’ı gördüler ama münâfıkların hiç birisi sahâbe olamadı. Kur’ân-ı Kerim’in tarif ettiği dizayn
içerisinde Sahâbe ihsanla Resûlullah (S.A.V)’a tâbî olup, 7 safhayı
yaşayanlardır.
Sahâbenin hepsinin 7. safhayı da gerçekleştirerek iradelerini de Allah’a teslim
etmişlerdir.
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel
muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû
anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden),
zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh
makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar):
Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı
ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve
muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip
oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan
(Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler
hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm)
mükâfattır.
İrade teslimini gerçekleştirmişlerse,
Allahû Tealâ onları irşada memur ve mezun kılmıştır. Bakın Allahû Tealâ Âli
İmrân Suresinin 110. âyet-i kerimesinde onlardan bahsederken ne buyuruyor:
3/ÂLİ İMRÂN-110: Kuntum hayra ummetin uhricet lin
nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne
billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul
mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).
Siz, insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan, ümmetin hayırlı
kişileri oldunuz. Mâruf ile emredersiniz ve münkerden nehy edersiniz (men
edersiniz). Ve siz, Allah'a îman ediyorsunuz. Eğer kitap ehli de îman etselerdi
elbette onlar için hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı mü'mindir ve onların çoğu
da fâsıklardır.
Neden hayırlı ümmettirler? Çünkü 7 safha ve
4 teslimi yaşamışlar ve hepsi Rabbimiz tarafından irşada memur ve mezun
kılınmışlar. İrşada memur ve mezun kılındıklarını nereden biliyoruz? Çünkü
tâbiîn ihsanla onlara tâbî olmuştur. Resûlullah (S.A.V) Efendimiz bir başka
hadîs-i şerifinde; “Benim sahâbem gökteki
yıldızlar gibidir. Hangisine tâbî olursanız hidayete erersiniz.” buyurmaktadır.
Öyleyse
dînin omurgası, esası hidayettir. Ruhun Allah’a teslimi ruhun hidayetidir.
Fizik vücudun Allah’a teslimi fizik vücudun hidayetidir. Nefsin Allah’a teslimi
nefsin hidayetidir. İradenin Allah’a teslimi iradenin hidayetidir. Kısacası
Kur’ân başlı başına hidayettir.
Onun için Resûlullah (S.A.V) hadîsinde, “Sözün en doğrusu Allah’ın Kitab’ıdır.”
dedikten sonra “En hayırlı hidayetçi de, Allah’a erdirendir.” diye devam
etmektedir. En hayırlı hidayetçi Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’dir. Allah’ın bir esması da “Hidayete erdiren” mânâsında El-Hâdî’dir.
14 asır evvel Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi Nebîler Sultanı Peygamber
Efendimiz (S.A.V) idi, asâleten devrin imamı elbette en hayırlı hidayetçidir.
ü Her Dönemde Hidayetçilerin En Hayırlısı Devrin İmamıdır
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz
(S.A.V): “Ben Hatemül Enbiya’yım, Ben’den
sonra nebî gelmeyecek. Ama Ben’den sonra halifeler, imamlar gelecek, onları
arayın bulun.” demiştir. Kesinlikle her dönemde Allahû Tealâ’nın seçtiği ve
tasarrufuna aldığı devrin imamı en hayırlı kişidir. Ve Allahû Tealâ özellikle
onunla dîni yaşamamızı istemektedir.
3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ
yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû
âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi
gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (müminler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar
sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca
"biz îmân ettik " dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı
öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün."
Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.
Sahâbenin 7 safhayı yaşamasından sonra
Allahû Tealâ noktayı koyarak diyor ki: “Ey Sahâbe! Siz öyle kimselersiniz ki,
siz, size buğz edenlere (düşmanlık edenlere) muhabbet beslersiniz. Yani siz
düşmanlarınızı bile seversiniz. Çünkü siz Kitab’ın bütününe tâbîsiniz.” Öyleyse, dînin esası sevgidir. Hz. Ali:
“Öldüğünüz an bile düşmanlarınız
üzerinize ağlasın” buyurmaktadır. Ağlanabilmesi için sizin ona içtenlikle
muhabbet duymanız, herkesi sevmeniz ve sevebilmeniz için de Allahû Tealâ’nın
size farz kıldığı 7 kademedeki nefs tezkiyesini ve tasfiyesini de
gerçekleştirmeniz gerekir. Çünkü nefsinizin manevî kalbinde 19 tane hastalık vardır.
Doğuşta bütün insanlar dalâlet standartlarında hayata başlarlar. Allahû Tealâ
bu konuyu, ulûl'azm nebîlerinden sadece Musa (A.S) ve Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’i örnek vermek suretiyle anlatmaktadır.
26/ŞUARÂ-20: Kâle fealtuhâ izen ve ene mined
dâllîn(dâllîne).
Musa (A.S): “Onu yaptığım zaman ben, dalâlette olanlardandım.”
dedi.
93/DUHÂ-7: Ve vecedeke dâllen fe hedâ.
Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.
Allahû
Tealâ dalâlet standartı içersinde hayata başlayan insanları başıboş bırakmamış
ve boşuna da yaratmamıştır.
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ
li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece)
Bana kul olsunlar diye yarattım.
Kul olabilmenin yolu, her devirde Allah’ın
katında hidayetle vazifeli olan hidayetçinin gelip insanlara, “Ey insanlar!
Allah’a ulaşmayı dileyin. Allah’ın sizdeki ruh emanetini sahibi olan Allah’a
teslim edin.” çağrısına cevap vermekten geçer.
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu
min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı
dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu,
vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım
olunmazsınız.
Allahû Tealâ insanı en şerefli varlık
olarak yaratmıştır. Nereden anlıyoruz? Şu mahlûkatın içerisine 3 vücut ve
serbest irade ile yaratılan insandan başka bir mahlûk yoktur. Meleklerde
Allah’ın ruhu ve nefs yoktur. Cinlerde Allah’ın ruhu yoktur. Zahirî âleme ait
olan bir fizik bedenle, berzah âlemine ait olan bir nefsle, Allah’ın Zat’ından
üfürülen bir ruhla ve serbest iradeyle yaratılan yegâne varlık insandır.
Allahû Tealâ insanı çok sevmektedir. Bu en
sevdiği varlık olan insanı, başlangıç noktasındaki dalâlet standartı içerisinde
kalıp, hayatını tüketmesi için değil, dalâlet standartında hayata başlayan her
insanın, Allah’ın katından gelen hidayetçinin tebliğine uymak suretiyle hidayeti
dilemesi ve 7 safha hidayeti yaşayarak kâmil insan olup, mutlu olması için
yaratmıştır.
İşte Resûlullah (S.A.V)’tan evvelki
cahiliyye dönemini yaşayan sahâbe, 7 safha ve 4 teslimi yaşamak suretiyle Asr-ı
Saadet standartlarına ulaştılar, kâmil insan oldular ve o döneme Asr-ı Saadet
dönemi olarak damgalarını vurdular.
ü Bid’at Nedir? Kimler Dalâlettedir?
Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadîsinde: “İnsanların oluşturdukları Kur’ân-ı Kerim’e
aykırı olan her şey bid’attir.” buyuruyor. “İnsan ruhu insana hayat verir,
ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. Ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır.
Hayattayken insan ruhunun Allah’a ulaşması yoktur.” demek, sözlerin en doğrusu
ve ispat vasıtası olan Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’ine aykırıdır. Kur’ân-ı Kerim’e
aykırı olan her şey bid’attir. Bu insanların hidayete ermesine engel olmaktır.
Burada Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bu dönemi yani âhir zaman
özelliğini vaaz ettiği çok mânidâr başka bir hadîs-i şerifini ifade etmek
istiyoruz:
“Benim
ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan 72’si cehennemdedir; bir fırka hariç
ki o da Fırka-ı Naciye’dir (kurtuluşa ulaşan fırkadır).” Sahâbe sorar:
-Ya Resûlullah bu
Fırka-ı Naciye kimlerdir?”
-Ben ve sizin gibi
Sıratı Mustakîm üzere olanlardır.”
Şu anda dünya üzerinde yaşayan insanlar
arasındaki inanç biçimlerinin sayısı 72’dir. Resûlullah (S.A.V)’in ifade ettiği
73. fırka, 72 fırkanın içinde dağılmış olan küçücük gruplardır ki onlar Allah’a
ulaşmayı dileyen Fırka-ı Naciye (kurtuluşa ulaşan fırka) olup Sıratı Mustakîm
üzerinde olanlardır.
Sırat; yoldur. Mustakîm, istikamet üzere
olan demektir. Bu yolun sonunda Rabbimiz söz konusu ise ve bu yol Rabbimize
ulaştırıyorsa, o zaman Sıratı Mustakîm “Allah’a
istikametlenmiş yoldur.” Bu yol üzerinde neyimizi Allah’a ulaştıracağımıza
Secde Suresi cevap vermektedir.
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min
rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsârevel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ
teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik
vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar
(görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az
şükrediyorsunuz.
Bu ruh Allah’ın ruhudur. Bizde sadece bir
emanettir. Ve sahibi olan Allahû Tealâ emanetini geri istemektedir. O halde
Kur’ân-ı Kerim’in omurgası, dînin yegâne esası olan hidayet nedir? Hidayet
emanet olan ruhun dünya hayatındayken Allah’a ulaşmasıdır. Rabbimizin bizden
istediği, emanetini serbest irademizi kullanarak Allah’a ulaştırmayı
dilememizdir. Allahû Tealâ Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde bizlere bir
söz vermiştir.
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî
nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en
ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum
ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men
yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi
(şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara
ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz
şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine
çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah,
dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu
hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Her kim kalben Allah’a ulaşmayı dilerse,
Allah onu mutlaka Kendisine ulaştırır. Bu, Allahû Tealâ’nın bütün insanlara
verdiği bir sözüdür. Allahû
Tealâ katından göndermiş olduğu hidayetçilerle insanlara hidayetin tebliğini
ulaştırır. Eğer kişi davranışlarıyla hidayeti dilemediği gibi başkalarının
hidayetine mâni olursa, Allahû Tealâ onları seçmez. Allahû Tealâ’nın artık o
kişiye kapısı kapalı demektir ve bunlar Kur’ân-ı Kerim’de cehennem ehli olarak
ifade edilmektedirler. Bunlar kendileri hidayette olmadığı gibi başkalarının da
hidayetine mâni olan insan şeytanlar, cin şeytanlar olarak tarif
edilmektedirler.
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz
(S.A.V): “Kıyâmet günü insanlar
içerisinde şerrlilerin en şerrlileri, ilmi kendisine fayda vermeyen
âlimlerdir.” buyurmaktadır. İşte o ilmi kendisine fayda vermeyen âlimler
“İnsan ruhu insana hayat verir, ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. Ancak ölümle
insan ruhu Allah’a ulaşır. Hayattayken insan ruhunun Allah’a ulaşması yoktur.”
diyerek, kendileri Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başkalarının da
dilemesine mâni olup, gizli şirkin içinde olanlardır. Bu kişiler hadîsteki “Kur’ân-ı Kerim’e aykırı olan her şey
bid’attir. Bid’at dalâlet demektir. Dalâlet ise insanı cehenneme götürür.” ifadesine muhataptırlar. Peygamber
Efendimiz (S.A.V) “Ümmetim için en çok
korktuğum şey; gizli şirktir.” buyuruyor. Kişi ancak Allah’a ulaşmayı kalben dileyerek gizli şirkten
kurtulabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.