8 Haziran 2016 Çarşamba

3. BASAMAK – 1. SAFHA; ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK

3. BASAMAK – 1. SAFHA;  ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK

“Sözün En Doğrusu Allah’ın Kitab’ıdır. Yolun En Faziletlisi Hz. Muhammmed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in Yoludur. İşlerin En Şerrlileri Sonradan İcat Edilen Bid’atlardır. Bid’at Dalâlettir, Dalâletin Sonu Nar-ı Cehennemdir.”


Sözün en doğrusu Allah’ın Kitab’ıdır. Yolun en faziletlisi Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz’in yoludur. İşlerin en şerrlileri sonradan icat edilen bid’atlardır. Bid’at dalâlettir, dalâletin sonu nar-ı cehennemdir. (K: Müslim, Cuma-463 İbn Mace, Mukaddime-7 İbn Hibban, Es Sahih).

Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz ( S.A.V) şöyle buyuruyor: “Kur’ân-ı Kerim’e aykırı bir hadîsim olamaz.” Çünkü Resûlullah (S.A.V) Efendimiz ayaklı bir Kur’ân-ı Kerim’di, Allah’ın tasarrufundaydı.

53/NECM-3: Ve mâ yentıku anil hevâ.
Ve o, hevasından (kendiliğinden) konuşmaz.

O’nun söylediği Allahû Tealâ’nın Kendisine söylettirdiği vahiyden başka bir şey değildir. Dolayısıyla Resûlullah’ın hadîsleri de vahiydir. Ama Resûllullah (S.A.V) Efendimiz, kendisinden epey bir zaman sonra toplatılacak olan hadîslerin içerisine insanların zanları, mevzu hadîslerin de girebileceği hesabını yaparak, hadîsleri için bize bir ölçü vermektedir: “Bir gün Benim hadîslerim tartışma konusu olacak. Hadîslerim tartışma konusu olduğu günlerde Kur’ân-ı Kerim’e bakınız. Kur’ân-ı Kerim’e aykırı bir hadîsim olamaz.”

Bu hadîsi destekleyen hadîslerden bir tanesi Veda Hutbesi’nde îrad edilen; “Size iki emanet bırakıyorum. Bunlardan bir tanesi Allah’ın Kitab’ı, diğeri de Benim sünnetimdir.” hadîsi, ikincisi ise, âhir zamanda geleceğini bize müjdelediği Mehdi (A.S)’ın özelliğini belirten; “Ben nasıl vahiy üzerine mücâdele verdiysem, O da Benim sünnetim üzerine mücâdele verecektir.” hadîsidir.

ü  Sahâbenin Hepsi İslâm’ın 7 Safhasını da Yaşamışlardır

Kur’ân-ı Kerim’e baktığımız zaman A’dan Z’ye kadar Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin 7 safha ve 4 teslimi yaşadıklarını görmekteyiz. Evvelâ bu 7 safhanın gerçekten yaşanıp yaşanmadığına dair ispat vasıtaları Allah’ın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerim’de hangi âyetlerde yer almaktadır, birlikte inceleyelim.

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

Sahâbenin bir dilekle, Allah’a yönelmek (Allah’a ulaşmayı dilemek) suretiyle taguta kul olmaktan kurtulduğunu, Allah’a kul olduklarını, 1. safhayı gerçekleştirdiklerini görüyoruz. Ama bu yönelmenin dil ile değil, kalbî yönelme olması gerekir. Bakın evliya olan Yûnus Emre ne diyor: “Burada dahi verdin bize, ol huri çifte helâl. (bunlar hep nefsin talepleridir.) Andan dahi geçti arzum, azmim Sana varmak için.”

Yûnus Emre hayattayken ruhun Allah’a ulaşacağından haberdar ve bunun idraki içerisinde olup, nefsin tüm afetlerinden geçip; “Artık bunlardan ben geçtim Ya Rabbim! Azmim Sana varmak için. Ben Sana ulaşmayı diliyorum.” demektedir. Öyleyse Allah’a giden yolun başı, kalben Allah’a ulaşmayı dilemektir.

Allahû Tealâ, katından Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i cahiliyye dönemini yaşayan Arap bedevîlerine, o güzel ezelî ve ebedî kayyum olan Hanif dînini, Arapça adıyla İslâm’ı yaşattırmak üzere vazifeli kıldı. Allahû Tealâ Bakara Suresinde şöyle hitap etmektedir:

2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki; âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi) tezkiye etsin, size kitap ve hikmet öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.

Öyleyse Arap bedevîler cahiliyye standartlarından kâmil insan olma noktasına, Asr-ı Saadet standartlarına gelene kadar, her kademede Resûlullah’ın onlara karşı Allah’ın dizaynı içerisinde bir görevi vardır. Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) Allah’ın Kitab’ı olan Kur’ân-ı Kerim’den bahsederken buyuruyor ki: “Bir lâfzî mânâsı ile 7 suret üzere Kur’ân indirildi.” Lâfzî mânâ Resûllullah’ın 1. görevi olarak ifade edilmektedir. Âyet-i kerimenin 1 lâfzî mânâsı olduğu gibi, o âyet-i kerimenin diğer bütün âyetlerin muhtevası içerisinde aynı zamanda 7 ruhu da söz konusudur. Evliyaların piri, en sevgilisi Yûnus Emre bir şiirinde şöyle diyor:
    “Şeriat, tarikat yoldur varana
     Marifet, hakikat andan içeri.”

Allah’a giden 28 basamaklık İslâm merdiveninin 21. basamağına kadar olan bölümü yükselme olup, Allah’ın Zat’ına ulaştıran Sıratı Mustakîm yolunu ifade etmektedir. Ama yol yoklukta Allah’ın Zat’ında bittiğine ve O’ndan öteye yol olmadığına göre 7 tane velâyet kademesinde kişinin kemâlâta ulaşabilmesi için yücelme basamaklarını geçmesi gerekir ki ancak o zaman kişi marifeti ve hakikati yaşar.

Hanif dîninin muhtevasına baktığımız zaman bir tek kaynak vardır, o da Kur’ân-ı Kerim’dir. Resûllullah’ın hadîslerinin de Kur’ân-ı Kerim’e uyması halinde, Allah’ın Resûl’ü bize buyuruyor ki; “Alın onu ve tatbik edin.” Yani hadîsler karşımızda ikinci bir kaynak oluyor ama sözlerin en doğrusu ve ispat vasıtası Allah’ın Kitab’ıdır.   

Sahâbe Resûlullah’ın “Allah’a ulaşmayı dileyin” tebliğine uyarak, Zumer-17’de zikredildiği gibi Allah’a ulaşmayı diledikten sonra Hanif dîninin, Arapça adıyla İslâm’ın 2. safhası olan tâbiiyeti de gerçekleştirmişlerdir. Sahâbenin hepsi mürşidlerin hası olan Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuşlar, biat etmişler ve Allah’ın bu farz emrini yerine getirmişlerdir.

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o takdirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).

60/MUMTEHİNE-12: Yâ eyyuhen nebiyyu izâ câekel mu'minâtu yubâyı'neke alâ en lâ yuşrikne billâhi şey'en ve lâ yesrıkne ve lâ yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehunne ve lâ ye'tîne bi buhtânin yefterînehu beyne eydîhinne ve erculihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin fe bâyı'hunne vestagfir lehunnallâh(lehunnallâhe), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey nebî (peygamber)! Mü’min kadınlar; Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinada bulunmamak, evlâtlarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira uydurmamak, maruf bir iş konusunda sana âsi olmamak üzere, sana tâbî olmak için geldikleri zaman, artık onların biatlerini kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafûr’dur (mağfiret edendir, günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).

Bu biat kişiye ne sağlar? İhsanla Resûllullah’a tâbî olmaları halinde, Allah sahâbenin nefsini Emmare’den almış, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerinde nefslerini tezkiye ederek, ruhlarını da buna paralel 7. gök katına ulaştırarak oradan da 7 âlemi geçtikten sonra Kendisine ulaştırmıştır. Böylece ruh Allah’a ulaşmış ve Allah’ın Zat’ında yok olmuştur. O kişi Allah’a ermiştir. O kişi ermiş evliyadan olmuştur. O kişi hidayete ermiştir. Bunun karşılığı Rabbimizin ikramı olan 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısıdır.

Sahâbenin hepsi Zumer Suresi 18. âyet-i kerimeye göre 3. safhayı da gerçekleştirmişler ve hidayete ermişlerdir.

39/ZUMER–18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri).

Ahsen sözün sahibi Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’dir. O’nun sözü ya Kur’ân’dır ya da hadîstir ve ikisi de vahiydir. Allahû Tealâ sahâbenin hidayete erdiğinden, ruhlarını Allah’a ulaştırdıklarından bahsetmektedir. Bu, ruhun hidayetidir. Allah’a giden yol, yükselme basamakları burada biter. Bundan sonra velâyet makamları, yücelme basamakları başlayacaktır. Kişinin bundan sonra dik yokuşu aşması lâzımdır. Dik yokuş fizik vücudun Allah’a teslimidir.
İslâm’ın 4. safhasını da sahâbenin Resûlullah (S.A.V) ile birlikte gerçekleştirdiğini, Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 20. âyet-i kerimesine dile getirmektedir.
 
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: "Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o takdirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.

Sahâbenin hepsi nefslerini teslim edip 5. safhayı gerçekleştirmek suretiyle ulûl'elbab olmuşlardır. Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesinin son kısmı buna işaret etmektedir: “Onların hepsi ulûl'elbab oldular.” Kimdir ulûl'elbab? Âli İmrân 190, 191. âyet-i kerimeleri bu suale cevap vermektedir.

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.

Öyleyse insan için ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken üç hâlin üçünde de zikretmek farzdır. Eğer birisi size “Kur’ân-ı Kerim zikirdir.” derse; “Elbette zikirdir ama kimse uykudayken Kur’ân-ı Kerim okuyamaz.”, “Namaz da bir zikirdir.” derse; “Elbette zikirdir ama hiç kimse uykusunda namaz kılamaz, öyleyse âyet-i kerimede farz kılınan zikir, “Allah” isminin kalpteki tekrarı ile yapılan zikirdir.” cevabını verebilirsiniz. Çünkü Allahû Tealâ bu zikrin “Allah” isminin iç sesimizle, kalbimizde tekrarı olduğunu özellikle ifade etmektedir.

73/MUZEMMİL–8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve her şeyden kesilerek O'na ulaş.

Ancak daimî zikirle nefsimiz Allah’a teslim olur. Ve Allahû Tealâ bunu bütün insanlara farz kılmıştır. Sahâbenin hepsi 6. safhayı yani irşad olma hedefini de gerçekleştirmişler. Hucurât Suresinin 7. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bu müjdeyi bize vermektedir.

 49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah’ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.

Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de sahâbenin hepsinin irşada ulaştığını adeta kâinata ilan etmektedir. Eğer “Resûlullah (S.A.V)’ı gören kişiler sahâbedir” deniliyorsa, bu doğru değildir. Münâfıklar da Resûlullah (S.A.V)’ı gördüler ama münâfıkların hiç birisi sahâbe olamadı. Kur’ân-ı Kerim’in tarif ettiği dizayn içerisinde Sahâbe ihsanla Resûlullah (S.A.V)’a tâbî olup, 7 safhayı yaşayanlardır.

Sahâbenin hepsinin 7. safhayı da gerçekleştirerek iradelerini de Allah’a teslim etmişlerdir.

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

İrade teslimini gerçekleştirmişlerse, Allahû Tealâ onları irşada memur ve mezun kılmıştır. Bakın Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 110. âyet-i kerimesinde onlardan bahsederken ne buyuruyor:

3/ÂLİ İMRÂN-110: Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).
Siz, insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan, ümmetin hayırlı kişileri oldunuz. Mâruf ile emredersiniz ve münkerden nehy edersiniz (men edersiniz). Ve siz, Allah'a îman ediyorsunuz. Eğer kitap ehli de îman etselerdi elbette onlar için hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı mü'mindir ve onların çoğu da fâsıklardır.

Neden hayırlı ümmettirler? Çünkü 7 safha ve 4 teslimi yaşamışlar ve hepsi Rabbimiz tarafından irşada memur ve mezun kılınmışlar. İrşada memur ve mezun kılındıklarını nereden biliyoruz? Çünkü tâbiîn ihsanla onlara tâbî olmuştur. Resûlullah (S.A.V) Efendimiz bir başka hadîs-i şerifinde; “Benim sahâbem gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tâbî olursanız hidayete erersiniz. buyurmaktadır.

Öyleyse dînin omurgası, esası hidayettir. Ruhun Allah’a teslimi ruhun hidayetidir. Fizik vücudun Allah’a teslimi fizik vücudun hidayetidir. Nefsin Allah’a teslimi nefsin hidayetidir. İradenin Allah’a teslimi iradenin hidayetidir. Kısacası Kur’ân başlı başına hidayettir.

Onun için Resûlullah (S.A.V) hadîsinde, “Sözün en doğrusu Allah’ın Kitab’ıdır.” dedikten sonra En hayırlı hidayetçi de, Allah’a erdirendir.” diye devam etmektedir. En hayırlı hidayetçi Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’dir. Allah’ın bir esması da “Hidayete erdiren” mânâsında El-Hâdî’dir. 14 asır evvel Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) idi, asâleten devrin imamı elbette en hayırlı hidayetçidir.

ü  Her Dönemde Hidayetçilerin En Hayırlısı Devrin İmamıdır

Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Ben Hatemül Enbiya’yım, Ben’den sonra nebî gelmeyecek. Ama Ben’den sonra halifeler, imamlar gelecek, onları arayın bulun.” demiştir. Kesinlikle her dönemde Allahû Tealâ’nın seçtiği ve tasarrufuna aldığı devrin imamı en hayırlı kişidir. Ve Allahû Tealâ özellikle onunla dîni yaşamamızı istemektedir.

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (müminler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca "biz îmân ettik " dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün." Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.

Sahâbenin 7 safhayı yaşamasından sonra Allahû Tealâ noktayı koyarak diyor ki: “Ey Sahâbe! Siz öyle kimselersiniz ki, siz, size buğz edenlere (düşmanlık edenlere) muhabbet beslersiniz. Yani siz düşmanlarınızı bile seversiniz. Çünkü siz Kitab’ın bütününe tâbîsiniz.” Öyleyse, dînin esası sevgidir. Hz. Ali: “Öldüğünüz an bile düşmanlarınız üzerinize ağlasın” buyurmaktadır. Ağlanabilmesi için sizin ona içtenlikle muhabbet duymanız, herkesi sevmeniz ve sevebilmeniz için de Allahû Tealâ’nın size farz kıldığı 7 kademedeki nefs tezkiyesini ve tasfiyesini de gerçekleştirmeniz gerekir. Çünkü nefsinizin manevî kalbinde 19 tane hastalık vardır. Doğuşta bütün insanlar dalâlet standartlarında hayata başlarlar. Allahû Tealâ bu konuyu, ulûl'azm nebîlerinden sadece Musa (A.S) ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i örnek vermek suretiyle anlatmaktadır.

26/ŞUARÂ-20: Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
Musa (A.S): “Onu yaptığım zaman ben, dalâlette olanlardandım.” dedi.

93/DUHÂ-7: Ve vecedeke dâllen fe hedâ.
Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.

Allahû Tealâ dalâlet standartı içersinde hayata başlayan insanları başıboş bırakmamış ve boşuna da yaratmamıştır.

51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.

Kul olabilmenin yolu, her devirde Allah’ın katında hidayetle vazifeli olan hidayetçinin gelip insanlara, “Ey insanlar! Allah’a ulaşmayı dileyin. Allah’ın sizdeki ruh emanetini sahibi olan Allah’a teslim edin.” çağrısına cevap vermekten geçer.

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.

Allahû Tealâ insanı en şerefli varlık olarak yaratmıştır. Nereden anlıyoruz? Şu mahlûkatın içerisine 3 vücut ve serbest irade ile yaratılan insandan başka bir mahlûk yoktur. Meleklerde Allah’ın ruhu ve nefs yoktur. Cinlerde Allah’ın ruhu yoktur. Zahirî âleme ait olan bir fizik bedenle, berzah âlemine ait olan bir nefsle, Allah’ın Zat’ından üfürülen bir ruhla ve serbest iradeyle yaratılan yegâne varlık insandır.

Allahû Tealâ insanı çok sevmektedir. Bu en sevdiği varlık olan insanı, başlangıç noktasındaki dalâlet standartı içerisinde kalıp, hayatını tüketmesi için değil, dalâlet standartında hayata başlayan her insanın, Allah’ın katından gelen hidayetçinin tebliğine uymak suretiyle hidayeti dilemesi ve 7 safha hidayeti yaşayarak kâmil insan olup, mutlu olması için yaratmıştır.
İşte Resûlullah (S.A.V)’tan evvelki cahiliyye dönemini yaşayan sahâbe, 7 safha ve 4 teslimi yaşamak suretiyle Asr-ı Saadet standartlarına ulaştılar, kâmil insan oldular ve o döneme Asr-ı Saadet dönemi olarak damgalarını vurdular.

ü  Bid’at Nedir? Kimler Dalâlettedir?

Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadîsinde: “İnsanların oluşturdukları Kur’ân-ı Kerim’e aykırı olan her şey bid’attir.” buyuruyor. “İnsan ruhu insana hayat verir, ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. Ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır. Hayattayken insan ruhunun Allah’a ulaşması yoktur.” demek, sözlerin en doğrusu ve ispat vasıtası olan Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’ine aykırıdır. Kur’ân-ı Kerim’e aykırı olan her şey bid’attir. Bu insanların hidayete ermesine engel olmaktır. Burada Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bu dönemi yani âhir zaman özelliğini vaaz ettiği çok mânidâr başka bir hadîs-i şerifini ifade etmek istiyoruz:     

 “Benim ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan 72’si cehennemdedir; bir fırka hariç ki o da Fırka-ı Naciye’dir (kurtuluşa ulaşan fırkadır).” Sahâbe sorar:
-Ya Resûlullah bu Fırka-ı Naciye kimlerdir?”
-Ben ve sizin gibi Sıratı Mustakîm üzere olanlardır.”

Şu anda dünya üzerinde yaşayan insanlar arasındaki inanç biçimlerinin sayısı 72’dir. Resûlullah (S.A.V)’in ifade ettiği 73. fırka, 72 fırkanın içinde dağılmış olan küçücük gruplardır ki onlar Allah’a ulaşmayı dileyen Fırka-ı Naciye (kurtuluşa ulaşan fırka) olup Sıratı Mustakîm üzerinde olanlardır.

Sırat; yoldur. Mustakîm, istikamet üzere olan demektir. Bu yolun sonunda Rabbimiz söz konusu ise ve bu yol Rabbimize ulaştırıyorsa, o zaman Sıratı Mustakîm “Allah’a istikametlenmiş yoldur.” Bu yol üzerinde neyimizi Allah’a ulaştıracağımıza Secde Suresi cevap vermektedir.

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsârevel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

Bu ruh Allah’ın ruhudur. Bizde sadece bir emanettir. Ve sahibi olan Allahû Tealâ emanetini geri istemektedir. O halde Kur’ân-ı Kerim’in omurgası, dînin yegâne esası olan hidayet nedir? Hidayet emanet olan ruhun dünya hayatındayken Allah’a ulaşmasıdır. Rabbimizin bizden istediği, emanetini serbest irademizi kullanarak Allah’a ulaştırmayı dilememizdir. Allahû Tealâ Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde bizlere bir söz vermiştir. 

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Her kim kalben Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onu mutlaka Kendisine ulaştırır. Bu, Allahû Tealâ’nın bütün insanlara verdiği bir sözüdür. Allahû Tealâ katından göndermiş olduğu hidayetçilerle insanlara hidayetin tebliğini ulaştırır. Eğer kişi davranışlarıyla hidayeti dilemediği gibi başkalarının hidayetine mâni olursa, Allahû Tealâ onları seçmez. Allahû Tealâ’nın artık o kişiye kapısı kapalı demektir ve bunlar Kur’ân-ı Kerim’de cehennem ehli olarak ifade edilmektedirler. Bunlar kendileri hidayette olmadığı gibi başkalarının da hidayetine mâni olan insan şeytanlar, cin şeytanlar olarak tarif edilmektedirler.

Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Kıyâmet günü insanlar içerisinde şerrlilerin en şerrlileri, ilmi kendisine fayda vermeyen âlimlerdir.” buyurmaktadır. İşte o ilmi kendisine fayda vermeyen âlimler “İnsan ruhu insana hayat verir, ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. Ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır. Hayattayken insan ruhunun Allah’a ulaşması yoktur.” diyerek, kendileri Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başkalarının da dilemesine mâni olup, gizli şirkin içinde olanlardır. Bu kişiler hadîsteki “Kur’ân-ı Kerim’e aykırı olan her şey bid’attir. Bid’at dalâlet demektir. Dalâlet ise insanı cehenneme götürür.” ifadesine muhataptırlar. Peygamber Efendimiz (S.A.V) “Ümmetim için en çok korktuğum şey; gizli şirktir.” buyuruyor. Kişi ancak Allah’a ulaşmayı kalben dileyerek gizli şirkten kurtulabilir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.