2.
BASAMAK; OLAYLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
“Allah’ın
Davetine İcabet Etmeyen, Allah’ın Resûlüne Âsi Olur.”
|
Konumuzun
başında, her zaman olduğu gibi, Peygamber Efendimiz (SA.V)’in hâdisleriyle
ilgili belirttiği ölçüyü hatırlamak faydalı olacaktır: “Bir gün benim hadîslerim tartışma konusu olacak. Tartışma konusu
olduğu günlerde Kur’ân-ı Kerim’e bakınız. Kur’ân-ı Kerim’e aykırı bir hadîsim
olamaz.” İşte bu ölçüyü baz alarak Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in şu
hâdisini sizlere açıklayacağız: “Allah’ın
davetine icabet etmeyen, Allah’ın resûlüne âsi olur.” (K: Buhari, Nikah 71,
74; Müslim, Nikah 103, (1429); Tirmizi, Nikah 11, (1098); Ebu Davud, Et'ime 1,
(37, Ravi İbnu Ömer).
Allah’ın
daveti neyi ifade eder? Allahû Tealâ, Yûnus Suresinin 25. âyet-i kerimesinde
Allahû Tealâ’nın teslim yurduna davet ettiğini bizlere ifade etmektedir.
10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris
selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna,
Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.
Teslim
yurdu Allah’ın Zat’ıdır. Allahû Tealâ, devamlı olarak kullarını Kendisine,
Zat’ına davet eder. Rabbimiz bu âyet-i kerimede daveti kabul edenleri Sıratı
Mustakîm’e ulaştıracağını ifade etmektedir. Buradan hareketle, teslim yurdunun
Sıratı Mustakîm ile ilişkili olduğunu anlamaktayız.
6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve
ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve
kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah’a ruhu
ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).
6/EN'ÂM-88: Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu
min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla
hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba
olurdu (boşa giderdi).
İnsan ruhu öncelikle Sıratı Mustakîm’e ulaşır.
Sıratı Mustakîm’e ulaştıktan sonra Sıratı Mustakîm’den geçerek Allah’ın Zat’ına
hidayet olur. Allahû Tealâ Kendisine davet ediyorsa ve insan ruhu Sıratı
Mustakîm’den geçerek Allah’ın Zat’ına ulaşıyorsa, o zaman bu âyetlerden
anlıyoruz ki; Sıratı Mustakîm Allah’a
ulaştıran yolun adıdır.
Allahû
Tealâ’nın birçok âyet-i kerimede bizlere Allah’a ulaşma istikametinde farzlar
yüklemiş olduğunu görüyoruz. Şûrâ Suresinin 47. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ
şöyle buyuruyor:
42/ŞÛRÂ-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en
ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme
izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah’a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından
geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir
sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).
Neden
ecel günü gelmeden önce? Çünkü ruh zaten ölümle birlikte mutlaka Allah’a
ulaşacaktır. Kişi öldükten sonra ruhunun Allah’a ulaşması kişinin iradesi
dışında gerçekleşir, bu kaderdir. Allahû Tealâ, kişi serbest iradenin
sahibiyken bu farzı yerine getirmesini istiyor. Bu sebeple, ölmeden evvel
ruhumuzu Allah’a ulaştırmayı farz kılmıştır.
ü
Ölüm Nasıl Gerçekleşir?
Allah’tan
geri çevrilmesine çare olmayan ecel günü geldiği zaman, Allahû Tealâ kader
tahtında ölümü tahakkuk ettirir. Secde Suresinin 11. âyet-i kerimesinde
Rabbimiz bizlere bu olayı açıklamaktadır.
32/SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî
vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).
De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek
(öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."
Öncelikle vazifeli melekler gelip
mitokondrilere gelen enerjiyi keserler. Mitokondrilere gelen enerjinin
kesilmesiyle elektrik alanları son bulur. Elektrik alanlarının son bulmasıyla
manyetik alanlar ortadan kalkar. Daha evvel N kutbuyla ruhu, S kutbuyla nefsi
kendisine çeken fizik vücut, mitokondrilerdeki enerji üretimi durunca artık çekim
gücünü kaybeder. Bu noktadan sonra fizik vücut, ruh ve nefs için artık bir
mekân hüviyetinde değildir, sadece bir görüntü hüviyetine geçer.
ü
Ruhun Dünya Hayatında Allah’a Ulaşması Farz mıdır?
Allahû
Tealâ tüm insanları Kendisine yani Zat’ına ulaşmaya davet eder. Allah’ın
davetine icabet etmek isteyen herkesin, ruhu dünya hayatında Allah’a
ulaştırmayı gerçekleştirmeyi istemesi gerekir. Allahû Tealâ, Bakara Suresinin
186. âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:
2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî
karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî
leallehum yerşudûn(yerşudûne.
Ve
kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana
dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da
Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı
dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).
Görüyoruz
ki burada yine Allah’ın daveti söz konusudur. Biz Allahû Tealâ’dan talepte
bulunduğumuz zaman Allahû Tealâ, talebimize icabet edeceğini garanti eder ama
bir şartı vardır, diyor ki: “Onlar da Benim davetime icabet etsinler, mü’min
olsunlar. Böylece irşada ulaşsınlar.”
Allah’ın
daveti Kendisinedir, başka bir ifadeyle, Allah’ın daveti insan ruhunun dünya
hayatında Allah’a ulaşmasıdır. O zaman, Allah’ın davetine icabet etmek isteyen
herkesin Allah’a ulaşmayı dilemesi gerektiğini söyleyebiliriz. Nitekim Allahû
Tealâ Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin de insanları
Allah’ın Zat’ına ulaşmaya çağırdıklarını Yûsuf Suresinde ifade etmektedir.
12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ
basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle
basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah’ı
tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”
ü
Yusuf-108’deki “basiret üzere” İfadesinin Anlamı Nedir?
Bilindiği
üzere hanif dîni 7 safha ve 4 teslimden oluşmaktadır.
1.
safha: Allah’a ulaşmayı dilemek.
2.
safha: Allahû Tealâ’nın tayin ettiği mürşide tâbî olmak.
3.
safha: Ruhu Allah’a teslim etmek.
4.
safha: Fizik vücudu Allah’a teslim etmek.
5.
safha: Nefsi Allah’a teslim etmek.
6.
safha: İrşada ulaşmak.
7.
safha: İradeyi Allah’a teslim etmek.
Hanif
dîninin gereğini yerine getirebilmek mutlaka Allah’ın davetiyle başlar.
Allah’ın daveti Allah’a giden yolun giriş kapısıdır. Allahû Tealâ, 7 safha ve 4
teslimle Allah’a teslim olanları, âyet-i kerimede de zikredildiği gibi irşada
memur ve mezun kılar. İrşada memur ve mezun kılınan herkes, o noktadan itibaren
Allah’tan aldığı görev gereği insanları Allah’a davet eder.
Peygamber
Efendimiz (S.A.V) hadîs-i şerifinde
diyordu ki: “Allah’ın davetine icabet
etmeyen, Allah’ın resûlüne âsi olur.” 14 asır evvel itibariyle konuyu
değerlendirecek olursak Allah’ın davetini getirenin Allah’ın Resûl’ü olduğunu
görüyoruz. Diğer bir ifadeyle, Allah’ın Resûl’ü Allah’ın Zat’ına davet
etmiştir. O halde resûl Allah’a çağırır, Allah’a davet eder ve davete icabet
etmeyen Allah’ın resûlüne de âsi olur.
Kur'ân
âyetlerine baktığımız zaman bir hakikati çok ciddi kalbimize ve hafızamıza
nakşetmemiz gerektiğini görüyoruz.
3/ÂLİ İMRÂN-132: Ve atîûllâhe ver resûle leallekum
turhamûn(turhamûne).
Ve Allah’a ve Resûl'e itaat edin, umulur ki böylece siz rahmet
olunursunuz.
Resûl
daveti getirendir; Allah’a davet eder. Âyet-i kerimedeki “Allah’a itaat edin.”
ifadesinin anlamı, resûlün Allahû Tealâ’nın Zat’ına çağırmasıdır. İtaat eden
kişi Allah’ın davetine icabet eden kişidir. Resûl devamlı olarak insanlara
hidayeti tebliğ eder, der ki: “Ey insanlar duyduk duymadık demeyin! Allah’a
ulaşmayı dileyin. Dilerseniz bu sizin için bir cennet müjdesidir. Dilemezseniz
gideceğiniz yer cehennemdir.” Bu tebliğe muhatap olan insanlar ise 4 gruba ayrılırlar:
Birinci grup; tebliğe ilgisiz
kalanların oluşturduğu gruptur. Davet kendilerine ulaşmasına karşın dünya
hayatının cazibesi sebebiyle davete ilgi göstermeyenlerden oluşur. Allahû
Tealâ, katından göndermiş olduğu resûlün bu davetine ilgisiz kalanların
hassalarına engeller koyar.
İkinci grup: Emâniyye bilgiler
sebebiyle resûle karşı çıkıp onu yalanlayanlardır ki, Allah onların uzuvlarına
engeller koyar. Hassalarına, uzuvlarına engel konulan kişi artık Allah’ın
âyetlerine göre sağır, dilsiz ve kördür. Yani o kişi sağırdır; Allah’ın
âyetlerini işitmez. O kişi dilsizdir; Allah’ın âyetlerini konuşmaz. O kişi
kördür; kesinlikle irşad kademesini görmez.
Üçüncü grup; kişi tebliğe
muhatap olduktan sonra resûle karşı savaşırsa, bu kişi Kur’an-ı Kerîm’deki
ifadesiyle yeryüzünde fesat çıkaran birisi olur. Allahû Tealâ o kişinin kalbini
tab eder. Kimin kalbi tab edilmişse Allahû Tealâ onları seçmez yani kalbin tab
edilmesi o kişinin kurtuluş yolunun kapanması anlamına gelir. Kalbi tab
edilenler, tebliğ kendilerine ulaştığında kendileri Allah’a ulaşmayı
dilemezler, bunun ötesinde daveti yapan resûle karşı insanları kışkırtırlar ve
böylece başka insanların hidayet ine mâni olurlar. Günümüzde ateşe çağıran
imamlar bu grupta yer almaktadırlar.
Günümüzde
Allah’ın Resûl’ü yıllardır Allah’tan aldığı öğretiyle “Ey insanlar Allah’a
ulaşmayı dileyin. Dilerseniz bu sizin için bir cennet müjdesidir. Dilemediğiniz
takdirde gideceğiniz yer cehennemdir.” diye devamlı olarak tebliğ edip
uyarmasına rağmen, tebliğe muhatap olan insanların büyük bir kısmı gidip bu
duyduklarını dîn öğreticilerine sormaktadırlar. Dîn öğreticileri de hiç
inceleme gereği duymadan “Hayır, o bilmiyor. O âyetleri kendisine göre
yorumluyor. Doğru değil.” diye hüküm vermektedirler. Buradan anlıyoruz ki
kendileri Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar ve bu şekilde davranarak başkalarının
da dilemesine mâni oluyorlar. Böylece onların üzerinde vebal oluşuyor. Allahû
Tealâ bu kişilerin birçok özelliğini Kur’ân âyetlerinde vermiştir. Bu
özelliklerin bazılarını sayacak olursak; Allahû Tealâ bu kişilerin üzerinde
Allah’ın lâneti olduğunu, bu kişilerin yeryüzünde fesat çıkaranlar ve kalpleri
tab edilenler olduklarını, onların Allah’ın âyetlerini inkâr edip ameli boşa
gidenler olduklarını buyuruyor. Ve bu insanlar Allahû Tealâ tarafından
seçilmiyorlar.
ü
Allah’a ve Resûlüne İtaat Edenler Kimlerdir?
Dördüncü grup; Seçilenler devamlı
olarak musîbetlerle imtihan olurlar. Musîbetler bir nevî Allahû Tealâ’nın
öğütleri, ibret almamız gereken güzellikleridir. İşte seçilenler arasından o
güzelliğin farkına varan, musîbet kendisine ulaşsa dahi “Ben Allah içinim.”
diyen kişi tebliğe muhatap olduğu zaman, Allah’a ulaşmayı diler. Kişi Allah’a
ulaşmayı diledikten sonra da Allahû Tealâ, o kişiye Rahmân esmasıyla tecelli
eder. Allah’ın Rahmân esmasıyla tecelli etmesi, o kişiye artık rahmetin gelmeye
başlaması anlamına gelir. (Âli İmrân-132)
Davete
icabet edip Allah’a ulaşmayı dileyen kişi temelde Allah’a itaat etmiştir, fakat
Allah’a ulaşma davetini getiren resûl olduğu için kişi aynı zamanda resûle de
itaat etmiş olur. Zaten Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin daha sonra resûlün
davetine icabet etmemesi mümkün değildir. Ayrıca görüyoruz ki, başlangıç
noktası itibariyle bu kişi musîbetleri yaşadıktan sonra mutlaka Allah için
olduğunu söyleyip Allah’a ulaşmayı dilemektedir. Öyleyse kişi ölümle herkesin
ruhunun Allah’a ulaşacağından emindir.
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun,
kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki; kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz
muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve
muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” dediler.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû
rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki;
onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda
ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
Bunun
yanında hayattayken serbest iradesiyle Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde, Şûrâ
Suresinin 13. âyet-i kerimesi gereğince Allahû Tealâ’nın, kendisini mutlaka
mürşidine ve mürşidi vasıtası ile de Zat’ına ulaştıracağından emindir.
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî
nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en
ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum
ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men
yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi
(şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara
ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz
şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın
şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini
Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken
Kendisine ulaştırır).
Konunun
buraya kadar olan bölümünde gördük ki önemli olan o kişinin evvel emirde Allah
tarafından seçilmesidir. Zaten insanların büyük bir kısmı - %90’dan fazlası -
seçilir. Fakat ne yazık ki, seçilenlerin arasından ancak %10’dan azı dünya
hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı diler. Allah’a ulaşmayı dilemenin bu kadar
önemli olması ise kuşkusuz Allahû Tealâ’nın hiç kimseye vermediği ruhu insana
vermesinden kaynaklanmaktadır. Ahzâb Suresinin 72. âyet-i kerimesinde Allahû
Tealâ şöyle buyuruyor:
33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti
vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal
insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik
(sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve
insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.
İşte
Allah’ın bize üfürdüğü ruh Allah’ın ruhudur, bizde bir emanettir ve bu emaneti
insandan başka yüklenen olmamıştır. İnsanın en şerefli mahlûk olması ve
Allah’ın insana secde edilmesini emretmesi Allah’ın üfürdüğü bu ruh
sebebiyledir. Nitekim âyetlere baktığımız zaman Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
15/HİCR-28: Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî
hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Rabbin meleklere şöyle demişti: "Ben mutlaka, “hamein mesnûn
olan salsalin”den (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış
salsalinden) bir beşer (insan) halkedeceğim.”
15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû
lehu sâcidîn (sâcidîne).
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!
Allahû
Tealâ’nın âyet-i kerimede meleklere: “Ben bir beşer halkedeceğim” ifadesi fizik
bedenimize işarettir, “Onu bir nefsle dizayn edeceğim” ifadesi ise nefsimize
işarettir. Ardından gelen “Ona ruhumdan üfürdüğüm zaman hepiniz ona secde edin”
ifadesinden anlıyoruz ki Allahû Tealâ’nın meleklerin ve cinlerin Âdem (A.S)’a
secde etmesini emretmesi, Allah’ın üfürdüğü ruh sebebiyledir. Yani meleklerin
ve cinlerin aslında Allah’ın ruhuna secde etmeleri söz konusudur. İblis bu
hakikati bilmediği için secde emrine muhatap olduğu zaman “Beni ateşten
yarattın, onu çamurdan yarattın. Ben onun önünde secde etmem.” demiştir.
İnsanoğlu
3 vücut ve serbest iradeyle yaratılan bir mahlûktur. Kişi fizik vücudun, nefsin
ya da ruhun talebine uyabilir. Fizik vücudun ve nefsin talepleri çok çeşitli
doğrultularda olabilir ama ruhun talebi tektir. Ruh Allah’ın ruhudur ve ruhun,
Allah’ın Zat’ından başka ne cennetle, ne cehennemle, ne de dünya ile hiçbir
ilişkisi, isteği yoktur, sadece ve sadece Allah’ı dilemektedir. Bu açıdan
insanoğlunu şeytan ve nefsi karşısında gâlip getirecek yegâne olay, ruhun
talebine uyarak Allah’a ulaşmayı dilemesidir. Bu dilek kalben yapılmış bir
dilek olmalıdır. Kişi dili ile bu dileğini ikrar edebilir (etmese de olur) ama
sadece dili ile dilediğinde Allah’ın katında bu geçerli değildir, kalben
dilemesi şarttır.
ü
Allah’a Ulaşmayı Dileyenler
Kişi
kalben Allah’a ulaşmayı dilerse Allah’ın yardımıyla bütün ibadetleri sevmeye ve
istekle yerine getirmeye başlar. Çünkü Allah’ın devamlı olarak nazar ettiği yer
kalptir. Allah’ın, kişinin kalbinde o talebi gördüğü takdirde, onu mutlaka
Kendisine ulaştıracağına dair sözü vardır. (Şûrâ-13)
Allahû
Tealâ’nın verdiği sözü yerine getirmemesi mümkün değildir. Kişi kalben Allah’a
ulaşmayı dilediği anda Allahû Tealâ sözünü yerine getirmek üzere, öncelikle o
kişiye Rahmân esmasıyla tecelli eder ve Enfâl Suresi 29. âyet-i kerimesine göre
5. 6. ve 7. basamaklarda peş peşe hassalar ve uzuvlardaki engelleri kaldırarak
o kişiyi 7 tane furkanın sahibi kılar. 7 furkanın sahibi olan kişi işiten ve
akleden birisi haline gelir.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe
yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu
zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan
(hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı
örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük
fazl sahibidir.
Kişi
mürşidine tâbî olduğu an Allahû Tealâ Rahîm esmasıyla o kişinin üzerinde
tecelli eder. Rahmân
esmasının tecellisi sebebiyle önceden kişi zikir yaptığında gelen
rahmet-salâvât ikilisine tâbîiyetle
salâvat-fazl
eklenir. Dolayısıyla, Rahîm esmasının tecellisiyle birlikte, kişi zikir yaptığında
Allah’tan iki çift nur alması söz konusudur. Bundan sonra Devrin İmamı’nın ruhu
bir ni’met olarak o kişinin başının üzerine gelip yerleşir ve böylece o kişi
Allah’ın insanlar arasında yürüyebilmesi için kendisine nur bahşettiği birisi
olur. Allahû Tealâ aynı konuyu En’âm Suresinin 122. âyet-i kerimesinde de
açıklamıştır:
6/EN'ÂM-122: E ve men kâne meyten fe ahyeynâhu ve
cealnâ lehu nûren yemşî bihî fîn nâsi ke men meseluhu fîz zulumâti leyse bi
hâricin minhâ, kezâlike zuyyine lil kâfirîne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ölü (Allah’a ulaşmayı dilememiş) iken (ona
on iki ihsan vererek) dirilttiğimiz ve insanlar arasında onunla yürüyeceği nur
verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde olup, ondan çıkamayacak kimse gibi midir?
Böylece kâfirlere, yapmış oldukları şeyler süslü gösterildi.
ü
Allah’a Ulaşmayı Dilemeyenler
En’âm
Suresinin 36. âyet-i kerimesine baktığımızda kişinin işitebilmesi için davete
icabet etmesinin gerekli olduğunu görüyoruz.
6/EN'ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne
yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).
(Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü
olan sem’î isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü
olan basar isimli görme hassasını) diriltir. Sonra ona döndürülürler. (Hayatta
iken ruhu mürşid eliyle Allah’a döndürülür.)
Yûnus
Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dilemeyen, davete
icabet etmeyen kişilerin dünya hayatından razı olduklarını ve onunla mutmain
olduklarını belirtmektedir. Bu kişiler Allah’ın âyetlerinden gâfildir ve
âyetlerden gâfil olanların âyetlerin mânâsına nüfuz etmesi mümkün değildir.
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû
bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a
ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma
ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû
yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer
ateştir (cehennemdir).
Nitekim
günümüzde kendi aklî standartları içinde, zanlara dayalı olarak Kur’ân
âyetlerini yorumlayanların hepsinin ne yazık ki sağır, dilsiz ve körlerden
oluştuğunu görmekteyiz. Bir kişi Allah’a ulaşmayı dilemediği takdirde dünya
hayatından razıdır. Dünya hayatından razı olan kişi, Allah’ın âyetlerinden
gâfildir ve amelleri boşa gideceği için gideceği yer cehennemdir. Allahû Tealâ
bunu bizlere Kehf Suresinin 103, 104 ve 105. âyet-i kerimelerinde şöyle
açıklamaktadır.
18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne
a’mâlâ(a’mâlen).
De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim
mi?”
18/KEHF-104: Ellezîne dalle
sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).
Onlar, dünya hayatında amelleri
(çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha
fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti
rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti
veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden
evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba
oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Bu
açıdan bakıldığında Allah’a ulaşmayı dilemek cennetin anahtarı, cehennemin
kilididir. Allah’a ulaşmayı dilememekse cehennemin anahtarı, cennetin
kilididir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen birisi 80 yıl ibadet yapsa da Allah’a
ulaşmayı dilemediği için gizli şirktedir ve Zumer Suresinin 65. âyet-i
kerimesinde zikredildiği gibi maalesef amelleri boşa gider. Bu sebeple, Allah’a
ulaşmayı dilememek kişi için cenneti ulaşılmaz kılmaktadır.
39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne
min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel
hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer
sen şirk koşarsan (Allah’a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur.
Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye vahyolundu.
Öyleyse
amelinin boşa gitmesini istemeyenlerin Allah’a ulaşmayı dilemesi gerekir. Zaten
dilediği takdirde Allahû Tealâ onun günahlarını örter. Günahlarının örtülmesi
nedeniyle mutlaka cennete gider. Diğer taraftan, Allah’a ulaşmayı dilemeyenin
ameli boşa gider ve günahları sebebiyle o kişi cehenneme gider. Allahû Tealâ
Hadîd Suresinde şöyle buyurmaktadır:
57/HADÎD-28: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullahe ve
âminû bi resûlihi yu’tikum kifleyni min rahmetihi ve yec’al lekum nûren temşûne
bihi ve yagfir lekum, vallahu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler),
Allah’a karşı takva sahibi olun. Ve O’nun Resûl’üne îmân edin ki, size rahmetinden
iki kat versin. Ve sizin için, onunla beraber yürüyeceğiniz nur kılsın
(versin). Ve sizi mağfiret etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin). Ve Allah;
Gafûr’dur, Rahîm’dir.
Resûle
îmân ve resûle itaat aynı noktayı işaret etmektedir ve bu nokta, 7 safha 4
teslimden oluşan hanif dîninin 2. safhasıdır. Görülüyor ki her şey Allah’ın
davetine icabet etmeye dayanmaktadır. Davete icabet etmeyen insanın, resûle
itaat etmesi mümkün değildir; ikinci safhaya ulaşamaz.
Bize
düşen Allah’ın davetine icabet etmektir, çünkü davete icabetten sonrasını Allah
gerçekleştirir. O kişiyi mürşidine götüren, 7 furkanı veren, 12 ihsanı veren, 7
ni’meti veren, vasıta emirleri o kişiye sevdiren, 7 kademede o kişinin nefsini
tezkiye eden, gök katlarında ruhun yükselmesini yani seyr-i sülûku gerçekleştiren
ve ruhu da yoklukta Kendi Zat’ına ulaştıran gene Allahû Tealâ’dır.
Görüyoruz
ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîsiyle âyetler birlikte incelendiği zaman
dört dörtlük bir uyum ortaya çıkmaktadır. Kur’ân âyetleri ışığında açıklandığı
üzere Allah’a ulaşmayı dileyenler davete icabet edenlerdir. Allah’a ulaşmayı
dilemeyenler ise davete icabet etmeyenlerdir ve o kişiler bu sebeple Allah’ın
resûlüne âsi olurlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.