22. BASAMAK; FENA MAKAMI – RUHUN ALLAH’A TESLİMİ
“Her
Bid’atın Karşısında Bir Allah’ın Velîsi Vardır. Onu Def Eder.”
“Allah’ın Evliyasına Tâbî Olan
Şâkîlerden Olmaz.”
|
Hz. Muhammed Mustafa
(S.A.V) Efendimiz hadîs-i şerifinde buyuruyor ki: “Allah’ın evliyasına tâbî olan, şâkîlerden olmaz.” Yine bir başka
hadîsinde “Her bid’atın karşısında
mutlaka Allah'ın bir velîsi vardır, onu def eder.” Bu iki hadîs-i şerifin
Kur’ân âyetleri ve âyetlerle çelişmeyen diğer hadîslerin ışığında açıklaması şu
şekildedir:
İki hadîs beraber mütalâa
edildiğinde; her zaman parçasında Allah'ın dîninin ancak Allah'ın dostlarıyla
birlikte yaşandığı anlaşılmaktadır. Kişi, Allah'ın dostuna (evliyasına) tâbî
olmazsa cehennemlik olduğu gibi, - dîni yaşadığını zannetse de - yaşadığı
bid’atlara dayalı bir dîn tatbikatıdır. Zan ve bid’atlara dayalı bir dîn
tatbikatından çıkmak için o kişinin mutlaka Allah’ın dostuyla birlikte olması
gerekir.
Hadîste geçen 3 esas
kavram vardır:
1- Evliya
2- Tâbiiyet
3- Şâkîlik
Şâkîler, ahiret hayatında
cehenneme giren insanların genel adıdır. “Şâkî” kelimesinin geçtiği âyetlerden
bir tanesi Tâhâ Suresinin 123. âyet-i kerimesidir. Allahû Tealâ, hidayeti kabul
eden (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişinin şâkîlerden olmayacağını ve dalâlette
kalmayacağını ifade etmektedir.
20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın
aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ
yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz
(şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka
hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz
ve şâkî olmaz.”
“Hidayet”, insan ruhunun
dünya hayatında Allah’a ulaşmasıdır. Hidayetçi, Allah katından gelir ve
hidayeti tebliğ eder. Hidayeti kabul eden (hidayetçiye tâbî olan) kişi,
şâkîlerden olmaz.
Allahû Tealâ, Bakara
Suresinin 38. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
2/BAKARA-38:
Kulnâhbitû minhâ cemîa(cemîan), fe immâ
ye’tiyennekum minnî hudenfe men tebia hudâye fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum
yahzenûn(yahzenûne).
Biz dedik ki: “Hepiniz oradan (aşağıya) inin. Benden size mutlaka hidayet
gelecektir. O zaman kim hidayetime tâbî olursa, artık onlara korku yoktur
ve onlar mahzun da olmazlar.”
Allahû Tealâ, âyet-i
kerimenin bu kısmı itibariyle baktığımız zaman “Onlar için korku yoktur.”
buyuruyor. Bu korku, cehennem korkusudur. Çünkü kişi Allah'a ulaşmayı dilediği
an, Allahû Tealâ, verdiği söz gereğince mutlak suretle onu cennetine alır
(Şûrâ-13).
Kişi belki de çok büyük
günahlar işlemiştir. O büyük günahları işlemesine rağmen cennete gidecektir.
Çünkü Allahû Tealâ, Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde, kişi Allah'a
ulaşmayı dilediğinde ona furkanlar vereceğini ve mağfiret edeceğini ifade
etmektedir. Allahû Tealâ Mu’minûn Suresi 102. âyet-i kerimesinde de: “Kimin
hasenat tartıları ağır gelirse onlar felâha kavuşanlardır.” buyurmaktadır. Hasenat
tartılarının ağır gelebilmesi için o kişinin, mutlaka Allah'a ulaşmayı dilemesi lâzımdır ki şâkî (cehennemlik)
olmaktan kurtulabilsin. Çünkü Allahû Tealâ, sevap tartıları ağır gelen
kişinin, cennete gitmesini sağlar.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe
yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu
zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan
(hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı
örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük
fazl sahibidir.
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike
humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar,
felâha erenlerdir.
Sadece Allah'a inanmakla
hedefe ulaşmak mümkün değildir. Kişi, mutlaka takva sahibi olmalıdır.
10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim
ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar,
mahzun da olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû
yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden
evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl
âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul
azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır.
Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.
Kişinin, Allah'a inanmanın
ötesinde kalben Allah'a ulaşmayı dilemesi ve âmenû olup takva sahibi olması
gerekir. Kişi ancak takva sahibi olduğu taktirde hem dünyada hem de ahirette Allah'ın müjdesine kavuşur. Sadece
basit bir talebin karşılığında, dünyadaki müjde dünya saadetinin yarısıdır;
ahiretteki müjde de 3. kat cennettir.
Allahû Tealâ, Allah’a
ulaşmayı dileyen kişiyi 12 tane ihsana ulaştırmaktadır. Bu 12 ihsanla o
kişi huşû sahibi olur. Huşû sahibi olan kişi, sabırla ve namazla (Perşembe’yi
Cuma’ya bağlayan gece hacet namazıyla) mürşidini Allah'tan talep ettiğinde,
(Bakara-45) gereğince Allah, ona mutlaka mürşidini gösterir. Kişi Allahû
Tealâ’nın kendisine gösterdiği mürşide ulaşıp ihsanla tâbî olur. Tâbî olunan,
Allah'ın irşada memur ve mezun kıldığı velî mürşiddir. Kişi mürşidine tâbî olduğunda,
hadîs-i şerifte ifade edilen “Allah'ın evliyasına” tâbî olmuştur. Allah'ın evliyasına tâbî olanlar şâkîlerden
olmaz.
Hz. Peygamber Efendimiz
(S.A.V) bir hadîs-i şerifinde: “İsteyen
cennete girer, istemeyen girmez.” buyuruyor. Ebu Hureyre (R.A) Peygamber
Efendimiz (S.AV)’e soruyor: “Ey Allah’ın Resûlü cennet bu kadar basit bir
istekle kim istemez ki?” diyor. Peygamber Efendimiz (S.AV) cevap veriyor: “Evet. Beni istemeyen cenneti istememiştir.”
Sonuç olarak Allah'ın
evliyasına tâbî olmak istemeyen kişi, kesinlikle cenneti istemeyen insandır.
Cenneti isteyen insan, evliyaya tâbî olmak isteyen insandır. Hepsi birbirine
bağlıdır. Peygamber Efendimiz (S.AV)’i istemeyen kişi, aynı zamanda evliyayı
yani Allah'ın evliyasına tâbî olmayı istemeyen kişidir. Kişiyi evliyaya
ulaştıran Allahû Tealâ’dır. Ama Allahû Tealâ, bir insanı ancak Allah'a ulaşmayı
dilemesi halinde evliyaya ulaştırır.
Bir insan, Allah’a
ulaşmayı gerçekten kalben dilemezse, evliyaya da tâbî olmak istemez. Kişi
kalben ulaşmayı dilerse; Allah da o kişinin evliyaya tâbî olmasını zaten
sağlar. Bu kişiyi huşû sahibi kılan Allah’tır. Hacet namazıyla mürşidi ona
gösteren de, tâbî olduğunda ona 7 ni’meti veren de Allah’tır. Bu durumda
Peygamber Efendimiz (S.AV), hadîsinde: “Allah'ın
evliyasına tâbî olan şâkîlerden olmaz.” buyurarak, bir insanın kurtuluşunu
dört dörtlük ifade etmektedir. Zincirin bütün halkaları boşluksuz yerli yerine
oturmaktadır.
Günümüz dîn tatbikatında,
insanlar tâbiiyeti (evliyaya tâbî olmayı) ortadan kaldırmışlardır. İslâm’ın 5
şartının muhtevası içinde, Allah'a ulaşmayı dilemek ve zikir yoktur. Evliya ise
hiç yoktur. Şu anda dîni yaşayan insanlara “Evliya kimdir?” diye sorulduğunda
verdikleri cevap: “Eskiden Allah dostları varmış ama şimdi yok.” şeklindedir.
Bir insan “Artık şu
dönemde evliya yoktur, mürşid yoktur.” diyorsa bunun nedeni henüz Allah'a
ulaşmayı dilememiş olmasıdır. Eğer kişi kalben Allah'a ulaşmayı dilerse, Allahû
Tealâ sözü gereği onu hemen mürşidine ulaştıracaktır. Allah'ın sözünde hulf
yoktur; Allah’ın katında söz değiştirilmez.
Peygamber Efendimiz
(S.A.V), bir başka hadîs-i şerifinde buyuruyor ki: “Her bid’atın karşısında mutlaka Allah'ın bir velîsi vardır. Onu def
eder.”
ü Ruh Vücuttan Çıkınca Kişi Ölür mü?
Günümüz İslâm tatbikatı
bid’atlara dayalı bir dîn tatbikatıdır. Kişi, böyle bir dîn tatbikatının
içerisindeyken, kendisine hidayet tebliğ edilerek “Allah'a ulaşmayı dile”
dendiği zaman: “Ruh bize hayat verir. Ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. İnsan
ruhu ancak ölümle Allah'a ulaşır. İnsan ruhunun hayattayken Allah'a ulaşması
yoktur.” diyerek cevap vermektedir. Evliyanın, Allah'tan aldığı yetkiyle
yaptığı tebliğe karşılık o kişi bid’atlara dayalı bir dîn tatbikatı içerisinde
olduğu için bu cevabı vermektedir.
Bir insan, günah işlediği
zaman ruhu, kendi elektron devir sayısını kendisi ayarlamak suretiyle vücudunun
dışına çıkar. Her günah işlendiği sırada ruh vücuttan çıktığı halde kişi
ölmediğine göre “Ruh vücuttan çıkınca kişi ölür.” diyenler yalan söylemektedir.
Bir insan doğmadan evvel 9
ay anne karnında bir can taşımaktadır. Ama Allahû Tealâ ancak kişi doğduğu an
ruhu ona üfürür.
15/HİCR-28: Ve iz kâle rabbuke lil
melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Rabbin meleklere şöyle demişti: "Ben mutlaka, “hamein mesnûn
olan salsalin”den (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış
salsalinden) bir beşer (insan) halkedeceğim.”
15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî
fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona
secde ederek yere kapanın!
Allahû Tealâ bir insanı
evvela yaratır, sonra onu bir nefsle dizayn eder ve doğumla Allah ona ruhunu
üfürür. Her insan doğmadan evvel anne karnındayken de canlıdır. Bu açıdan da
“Ruh bize hayat verir.” diyenler Allah'a karşı yalan söylemektedirler.
Ölüm gerçekleşirken evvel
emirde Allahû Tealâ mitokondrilere gelen enerjiyi keser. Vücutta da
elektromanyetik alanın bitiminden sonra enerjinin gelmemesi hasebiyle fizik
vücut, artık nefs ve ruh için bir mekân hüviyetinde değil, bir görüntü
hüviyetindedir. Yani evvelâ kişi ölür. Ondan sonra ruh vazifeli melekler
tarafından Allah’ın Zatına götürülmektedir. O halde “Ruh vücuttan çıkarsa kişi
ölür.” diyenler doğru söylememekte, çeşitli açılardan Kur’ân-ı Kerim’e ters bir
zanda bulunmaktadırlar.
32/SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum
summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).
De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek
(öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."
ü İnsan Ruhu Allah’a Ancak Ölümle mi Ulaşır?
Ruh, hayattayken Allah’a
rücû etmesi, dönmesi, ulaşması gereken emanettir. Allahû Tealâ, Kur’ân-ı
Kerim’de “İrciî ilâ rabbiki (Rabbine
dön)” emri ile ruhun Allah’a ulaşmasını insanlara farz kılmıştır.
Ama bunun hayattayken gerçekleşmesi lâzımdır. Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de
bu emri vaaz ettiğine göre “İnsan ruhu sadece ölümle Allah'a ulaşır.” diyenler
de yalan söylemektedirler.
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten
mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış
olarak!
ü İnsan Ruhunun Ölmeden Evvel Allah’a Ulaşması Var mıdır?
Gerçekten ölümle de insan
ruhu Allah'a ulaşır. Ama Allahû Tealâ, âyet-i kerimelerde insan ruhunun, sadece
ölümle Allah'a ulaştığını değil; ölmeden evvel de Allah'a ulaştığını ifade
etmektedir. Yani Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de, ruhun Allah'a ulaşmasını iki
şekilde olduğunu buyurmaktadır:
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim
ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında)
muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde
inanırlar.
Öyleyse insan ruhu ölümle
birlikte Allah'a ulaşır, ölümle birlikte ruhu Allah'a ulaşmayan insan yoktur.
İster kâfir, ister putperest, ister mecusî kim olursa olsun, ölümle herkesin
ruhu Allah'a ulaşır. Ama insan ruhunun ölümle Allah'a ulaşmasında serbest
iradenin bir fonksiyonu yoktur. Serbest iradenin bir fonksiyonu olmadığı için
insan ruhunun ölümle Allah'a ulaşmasında bir mükâfat ya da mücazat yoktur.
“Ölmeden
evvel ölünüz” hadîs-i şerifi gereğince gerekli şart, ruhun ölmeden evvel
kişiden ayrılmasıdır. Ruhun, yaşarken Sıratı Mustakîm üzerinde seyr-i sülûk’la,
7 katlık bir gök semasını yükseldikten sonra, 7 âlemi geçip yoklukta Allah'ın
Zatı’na ulaşması gerekir. Bu açıdan meseleye bakıldığında: “Dünya hayatında
ruhun Allah’a ulaşması diye bir şeyin olmadığı, ruhun ancak ölümle birlikte
Allah’a ulaşabileceği” Kur’ân-ı Kerim’e aykırı zanlardır, bid’atlardır. Her
bid’atın karşısında da Allah'ın bir velîsi vardır. Allah, velî mürşidini hak
ile kaim kılar. Allah’ın Velîsi, hakkı getirir, Hakk’ı tavsiye eder. Hakkı
tavsiye edince doğrudan doğruya hak ile bâtıl asla birlikte olamaz. Allahû
Tealâ, hakkı bâtılın üzerine atar, bâtılı yok eder. Bâtıl, bid’at demektir.
Öyleyse Allah'ın evliyası
hak ile hüküm verirken, hak ile öğretimini gerçekleştirirken hak ile Allah'ın
dînini yaşarken onun karşısında yer alanlar ise bâtıl bir dîn tatbikatının
içerisindedirler. Doğal olarak Allah'ın velîsi mutlak suretle bid’atın
karşısındadır ve bid’atı yok edecektir.
İçinde bulunduğumuz ahir
zamanda Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in insanlara, geleceğini
müjdelediği Mehdi (A.S)’ın görevlerinden
bir tanesi de dîne girmiş olan bid’atlardan dîni tamamen temizlemektir.
Mehdi (A.S), dîne girmiş olan bi’datlardan dîni tamamen temizleyecek olan
Allah'ın bir Velî Resûlü’dür. Bid’atlardan temizlenen bir Müslümanlık,
bid’atlardan temizlenen hristiyanlık, bid’atlardan temizlenen yahudilik, sadece
hanif dîninin kalmasını ifade eder. Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar
kendi dînlerinin hanif dîni olduğunu göreceklerdir. O zaman dînler birleşecek,
sadece Allahû Tealâ’nın hak dîni, hanif fıtratıyla yarattığı bütün insanlar için
vaaz ettiği Babamız İbrahim’in hanif dîninin yaşanması söz konusu olacaktır.
Allahû Tealâ’nın dîn öğretiminde vazifeli kıldığı velî mürşidler elbette
Allah'ın hak hükümlerine karşı insanların zanlarından oluşan bid’atları def
edeceklerdir. Hadîs-i şerif bir açıdan da bunu ifade etmektedir. “Allah'ın evliyasına tâbî olan şâkîlerden
olmaz.” ve “Her bid’atın
karşısında mutlaka Allah'ın bir velîsi vardır. Onu def eder.” hadîsleri bir
bütün olarak yerli yerine oturmaktadır.
Velî, dilimizde “dost”
demektir; çoğulu “evliya”dır. Ama “evliya” kelimesi dilimize tekil olarak
girmiştir. “Allah'ın evliyası” dediğimiz an “Allah'ın dostu” anlamına gelir.
“Allahû Tealâ’nın velî mürşidi” dendiği zaman da “Allah’ın evliyası” mânâsına
gelir. Velî mürşid, Allahû Tealâ’nın irşada memur ve mezun kıldığı bir kişidir.
Allah’ın evliyası bütün insanlara tebliğ eder, “Allah'a ulaşmayı dileyin” der.
Kişi dilediği taktirde 12 tane ihsanla mürşide ulaşır. Her halükârda kişi, nefs
tezkiyesinin akabinde mutlak surette ruhuyla Allah'ın Zatı’na ulaşır. Her
tezkiye kademesinde ruh da buna paralel olarak bir gök katı yükselir. 7 gök
katını ve 7. gök katında 7 âlemi geçerek yokluktan Allah'ın Zatı’na ulaşır.
Böylece o kişi Allahû Tealâ’dan mükâfat olarak 3. kat cennet ve dünya
saadetinin yarısını alır.
Allah’ın evliyası,
Allah'ın dostu, sevgilisi, Allah'tan aldığı emri insanlara tebliğ eder.
Hidayeti bize tebliğ eden hidayetçidir. Allah'ın bir velî mürşididir.
Kişinin en büyük kurtuluşa
ulaşabilmesi için o kişinin mutlak surette Allah'a ulaşmayı dilemesi gerekir.
Bir tanesi nefs, bir tanesi ruh olmak üzere her daim akla pozitif ve negatif
talepler ulaşmaktadır. Akıl da sonuçta karar verecektir. Düğümü çözen akıldır.
Akıl, ruhun yanında yer alırsa, Allah'a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ, o kişiyi
mutlaka Kendisine ulaştıracağını garanti eder. Akıl tebliğe muhatap olduktan
sonra Allah'a ulaşmayı dilemezse, o zaman da nefs gâlip olur. Ruh, ölmeden
evvel hedefine ulaşamaz.
Allah’ın katından tebliğle
vazifeli olan hidayetçileri, geldiği zaman susup dinlemek gerekir. Çünkü
Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîs-i şerifinde: “Susan kazandı.” buyurmaktadır. İnsanlar, A’râf Suresinin 204.
âyet-i kerimesine uyarak Kur’ân tilâvet edildiği zaman susarak dinleseler,
işitseler ve Allah'a ulaşmayı dileseler, o zaman Allahû Tealâ o insanları
mutlaka rahmetine gark edecektir. Fazl ve rahmetiyle Kendisine ulaştıracaktır.
Eğer kişi, dinlemeyip devamlı karşı çıkarsa, o zaman Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’in söylediği hadîsin mutlaka Kur’ân âyetleriyle
karşılaştırılması lâzımdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Bir gün benim hadîslerim tartışma konusu olacak. Tartışma konusu
olduğu günlerde Kur’ân-ı Kerim’e bakınız. Kur’ân-ı Kerim’e aykırı bir hadîsim
olamaz.” buyurmuştur. Bu konuda geçen hadîsler, Kur’ân-ı Kerim âyetleriyle
karşılaştırıldığında bu hadîslerin Kur’ân’a uygun olduğu sonucuna net olarak
ulaşılmaktadır.
7/A'RÂF-204:
Ve izâ kuriel kur’ânu festemiû lehu ve ensıtû leallekum turhamûn (turhamûne).
Kur'ân
okunduğu zaman artık onu dinleyin! Ve susun ki; böylece rahmete
kavuşturulursunuz.
Şâkîlerden olmak istemeyen
kişinin, mutlaka Allah'a ulaşmayı dileyerek, Allah'ın velî mürşidine tâbî
olması gerekir. Tâbiiyet bütün insanlara farz kılınmıştır. Geleneksel İslâm
tatbikatının içerisinde tâbiiyet olmadığı için bu tatbikatla kurtuluş mümkün
değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.