15 Haziran 2016 Çarşamba

22. BASAMAK; FENA MAKAMI – RUHUN ALLAH’A TESLİMİ

22. BASAMAK; FENA MAKAMI – RUHUN ALLAH’A TESLİMİ
 

Her Bid’atın Karşısında Bir Allah’ın Velîsi Vardır. Onu Def Eder.”

“Allah’ın Evliyasına Tâbî Olan Şâkîlerden Olmaz.”


Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz hadîs-i şerifinde buyuruyor ki: “Allah’ın evliyasına tâbî olan, şâkîlerden olmaz.” Yine bir başka hadîsinde “Her bid’atın karşısında mutlaka Allah'ın bir velîsi vardır, onu def eder.” Bu iki hadîs-i şerifin Kur’ân âyetleri ve âyetlerle çelişmeyen diğer hadîslerin ışığında açıklaması şu şekildedir:
İki hadîs beraber mütalâa edildiğinde; her zaman parçasında Allah'ın dîninin ancak Allah'ın dostlarıyla birlikte yaşandığı anlaşılmaktadır. Kişi, Allah'ın dostuna (evliyasına) tâbî olmazsa cehennemlik olduğu gibi, - dîni yaşadığını zannetse de - yaşadığı bid’atlara dayalı bir dîn tatbikatıdır. Zan ve bid’atlara dayalı bir dîn tatbikatından çıkmak için o kişinin mutlaka Allah’ın dostuyla birlikte olması gerekir.
Hadîste geçen 3 esas kavram vardır:
1- Evliya
2- Tâbiiyet
3- Şâkîlik
Şâkîler, ahiret hayatında cehenneme giren insanların genel adıdır. “Şâkî” kelimesinin geçtiği âyetlerden bir tanesi Tâhâ Suresinin 123. âyet-i kerimesidir. Allahû Tealâ, hidayeti kabul eden (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişinin şâkîlerden olmayacağını ve dalâlette kalmayacağını ifade etmektedir.

20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”

“Hidayet”, insan ruhunun dünya hayatında Allah’a ulaşmasıdır. Hidayetçi, Allah katından gelir ve hidayeti tebliğ eder. Hidayeti kabul eden (hidayetçiye tâbî olan) kişi, şâkîlerden olmaz.
Allahû Tealâ, Bakara Suresinin 38. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

2/BAKARA-38: Kulnâhbitû minhâ cemîa(cemîan), fe immâ ye’tiyennekum minnî hudenfe men tebia hudâye fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz dedik ki: “Hepiniz oradan (aşağıya) inin. Benden size mutlaka hidayet gelecektir. O zaman kim hidayetime tâbî olursa, artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.”

Allahû Tealâ, âyet-i kerimenin bu kısmı itibariyle baktığımız zaman “Onlar için korku yoktur.” buyuruyor. Bu korku, cehennem korkusudur. Çünkü kişi Allah'a ulaşmayı dilediği an, Allahû Tealâ, verdiği söz gereğince mutlak suretle onu cennetine alır (Şûrâ-13).
Kişi belki de çok büyük günahlar işlemiştir. O büyük günahları işlemesine rağmen cennete gidecektir. Çünkü Allahû Tealâ, Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde, kişi Allah'a ulaşmayı dilediğinde ona furkanlar vereceğini ve mağfiret edeceğini ifade etmektedir. Allahû Tealâ Mu’minûn Suresi 102. âyet-i kerimesinde de: “Kimin hasenat tartıları ağır gelirse onlar felâha kavuşanlardır.” buyurmaktadır. Hasenat tartılarının ağır gelebilmesi için o kişinin, mutlaka Allah'a ulaşmayı dilemesi lâzımdır ki şâkî (cehennemlik) olmaktan kurtulabilsin. Çünkü Allahû Tealâ, sevap tartıları ağır gelen kişinin, cennete gitmesini sağlar.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.

Sadece Allah'a inanmakla hedefe ulaşmak mümkün değildir. Kişi, mutlaka takva sahibi olmalıdır.

10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.

Kişinin, Allah'a inanmanın ötesinde kalben Allah'a ulaşmayı dilemesi ve âmenû olup takva sahibi olması gerekir. Kişi ancak takva sahibi olduğu taktirde hem dünyada hem de ahirette Allah'ın müjdesine kavuşur. Sadece basit bir talebin karşılığında, dünyadaki müjde dünya saadetinin yarısıdır; ahiretteki müjde de 3. kat cennettir.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi 12 tane ihsana ulaştırmaktadır. Bu 12 ihsanla o kişi huşû sahibi olur. Huşû sahibi olan kişi, sabırla ve namazla (Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece hacet namazıyla) mürşidini Allah'tan talep ettiğinde, (Bakara-45) gereğince Allah, ona mutlaka mürşidini gösterir. Kişi Allahû Tealâ’nın kendisine gösterdiği mürşide ulaşıp ihsanla tâbî olur. Tâbî olunan, Allah'ın irşada memur ve mezun kıldığı velî mürşiddir. Kişi mürşidine tâbî olduğunda, hadîs-i şerifte ifade edilen “Allah'ın evliyasına” tâbî olmuştur. Allah'ın evliyasına tâbî olanlar şâkîlerden olmaz.

Hz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîs-i şerifinde: “İsteyen cennete girer, istemeyen girmez.” buyuruyor. Ebu Hureyre (R.A) Peygamber Efendimiz (S.AV)’e soruyor: “Ey Allah’ın Resûlü cennet bu kadar basit bir istekle kim istemez ki?” diyor. Peygamber Efendimiz (S.AV) cevap veriyor: “Evet. Beni istemeyen cenneti istememiştir.”
Sonuç olarak Allah'ın evliyasına tâbî olmak istemeyen kişi, kesinlikle cenneti istemeyen insandır. Cenneti isteyen insan, evliyaya tâbî olmak isteyen insandır. Hepsi birbirine bağlıdır. Peygamber Efendimiz (S.AV)’i istemeyen kişi, aynı zamanda evliyayı yani Allah'ın evliyasına tâbî olmayı istemeyen kişidir. Kişiyi evliyaya ulaştıran Allahû Tealâ’dır. Ama Allahû Tealâ, bir insanı ancak Allah'a ulaşmayı dilemesi halinde evliyaya ulaştırır.
Bir insan, Allah’a ulaşmayı gerçekten kalben dilemezse, evliyaya da tâbî olmak istemez. Kişi kalben ulaşmayı dilerse; Allah da o kişinin evliyaya tâbî olmasını zaten sağlar. Bu kişiyi huşû sahibi kılan Allah’tır. Hacet namazıyla mürşidi ona gösteren de, tâbî olduğunda ona 7 ni’meti veren de Allah’tır. Bu durumda Peygamber Efendimiz (S.AV), hadîsinde: “Allah'ın evliyasına tâbî olan şâkîlerden olmaz.” buyurarak, bir insanın kurtuluşunu dört dörtlük ifade etmektedir. Zincirin bütün halkaları boşluksuz yerli yerine oturmaktadır.
Günümüz dîn tatbikatında, insanlar tâbiiyeti (evliyaya tâbî olmayı) ortadan kaldırmışlardır. İslâm’ın 5 şartının muhtevası içinde, Allah'a ulaşmayı dilemek ve zikir yoktur. Evliya ise hiç yoktur. Şu anda dîni yaşayan insanlara “Evliya kimdir?” diye sorulduğunda verdikleri cevap: “Eskiden Allah dostları varmış ama şimdi yok.” şeklindedir.
Bir insan “Artık şu dönemde evliya yoktur, mürşid yoktur.” diyorsa bunun nedeni henüz Allah'a ulaşmayı dilememiş olmasıdır. Eğer kişi kalben Allah'a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ sözü gereği onu hemen mürşidine ulaştıracaktır. Allah'ın sözünde hulf yoktur; Allah’ın katında söz değiştirilmez.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), bir başka hadîs-i şerifinde buyuruyor ki: “Her bid’atın karşısında mutlaka Allah'ın bir velîsi vardır. Onu def eder.”

ü Ruh Vücuttan Çıkınca Kişi Ölür mü?

Günümüz İslâm tatbikatı bid’atlara dayalı bir dîn tatbikatıdır. Kişi, böyle bir dîn tatbikatının içerisindeyken, kendisine hidayet tebliğ edilerek “Allah'a ulaşmayı dile” dendiği zaman: “Ruh bize hayat verir. Ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. İnsan ruhu ancak ölümle Allah'a ulaşır. İnsan ruhunun hayattayken Allah'a ulaşması yoktur.” diyerek cevap vermektedir. Evliyanın, Allah'tan aldığı yetkiyle yaptığı tebliğe karşılık o kişi bid’atlara dayalı bir dîn tatbikatı içerisinde olduğu için bu cevabı vermektedir.
Bir insan, günah işlediği zaman ruhu, kendi elektron devir sayısını kendisi ayarlamak suretiyle vücudunun dışına çıkar. Her günah işlendiği sırada ruh vücuttan çıktığı halde kişi ölmediğine göre “Ruh vücuttan çıkınca kişi ölür.” diyenler yalan söylemektedir.
Bir insan doğmadan evvel 9 ay anne karnında bir can taşımaktadır. Ama Allahû Tealâ ancak kişi doğduğu an ruhu ona üfürür.

15/HİCR-28: Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Rabbin meleklere şöyle demişti: "Ben mutlaka, “hamein mesnûn olan salsalin”den (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) bir beşer (insan) halkedeceğim.”
15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!

Allahû Tealâ bir insanı evvela yaratır, sonra onu bir nefsle dizayn eder ve doğumla Allah ona ruhunu üfürür. Her insan doğmadan evvel anne karnındayken de canlıdır. Bu açıdan da “Ruh bize hayat verir.” diyenler Allah'a karşı yalan söylemektedirler.
Ölüm gerçekleşirken evvel emirde Allahû Tealâ mitokondrilere gelen enerjiyi keser. Vücutta da elektromanyetik alanın bitiminden sonra enerjinin gelmemesi hasebiyle fizik vücut, artık nefs ve ruh için bir mekân hüviyetinde değil, bir görüntü hüviyetindedir. Yani evvelâ kişi ölür. Ondan sonra ruh vazifeli melekler tarafından Allah’ın Zatına götürülmektedir. O halde “Ruh vücuttan çıkarsa kişi ölür.” diyenler doğru söylememekte, çeşitli açılardan Kur’ân-ı Kerim’e ters bir zanda bulunmaktadırlar.

32/SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).
De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."

ü İnsan Ruhu Allah’a Ancak Ölümle mi Ulaşır?

Ruh, hayattayken Allah’a rücû etmesi, dönmesi, ulaşması gereken emanettir. Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de “İrciî ilâ rabbiki (Rabbine dön)” emri ile ruhun Allah’a ulaşmasını insanlara farz kılmıştır. Ama bunun hayattayken gerçekleşmesi lâzımdır. Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de bu emri vaaz ettiğine göre “İnsan ruhu sadece ölümle Allah'a ulaşır.” diyenler de yalan söylemektedirler.

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!

ü İnsan Ruhunun Ölmeden Evvel Allah’a Ulaşması Var mıdır?

Gerçekten ölümle de insan ruhu Allah'a ulaşır. Ama Allahû Tealâ, âyet-i kerimelerde insan ruhunun, sadece ölümle Allah'a ulaştığını değil; ölmeden evvel de Allah'a ulaştığını ifade etmektedir. Yani Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de, ruhun Allah'a ulaşmasını iki şekilde olduğunu buyurmaktadır:

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

Öyleyse insan ruhu ölümle birlikte Allah'a ulaşır, ölümle birlikte ruhu Allah'a ulaşmayan insan yoktur. İster kâfir, ister putperest, ister mecusî kim olursa olsun, ölümle herkesin ruhu Allah'a ulaşır. Ama insan ruhunun ölümle Allah'a ulaşmasında serbest iradenin bir fonksiyonu yoktur. Serbest iradenin bir fonksiyonu olmadığı için insan ruhunun ölümle Allah'a ulaşmasında bir mükâfat ya da mücazat yoktur.
 “Ölmeden evvel ölünüz” hadîs-i şerifi gereğince gerekli şart, ruhun ölmeden evvel kişiden ayrılmasıdır. Ruhun, yaşarken Sıratı Mustakîm üzerinde seyr-i sülûk’la, 7 katlık bir gök semasını yükseldikten sonra, 7 âlemi geçip yoklukta Allah'ın Zatı’na ulaşması gerekir. Bu açıdan meseleye bakıldığında: “Dünya hayatında ruhun Allah’a ulaşması diye bir şeyin olmadığı, ruhun ancak ölümle birlikte Allah’a ulaşabileceği” Kur’ân-ı Kerim’e aykırı zanlardır, bid’atlardır. Her bid’atın karşısında da Allah'ın bir velîsi vardır. Allah, velî mürşidini hak ile kaim kılar. Allah’ın Velîsi, hakkı getirir, Hakk’ı tavsiye eder. Hakkı tavsiye edince doğrudan doğruya hak ile bâtıl asla birlikte olamaz. Allahû Tealâ, hakkı bâtılın üzerine atar, bâtılı yok eder. Bâtıl, bid’at demektir.
Öyleyse Allah'ın evliyası hak ile hüküm verirken, hak ile öğretimini gerçekleştirirken hak ile Allah'ın dînini yaşarken onun karşısında yer alanlar ise bâtıl bir dîn tatbikatının içerisindedirler. Doğal olarak Allah'ın velîsi mutlak suretle bid’atın karşısındadır ve bid’atı yok edecektir.
İçinde bulunduğumuz ahir zamanda Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in insanlara, geleceğini müjdelediği Mehdi (A.S)’ın görevlerinden bir tanesi de dîne girmiş olan bid’atlardan dîni tamamen temizlemektir. Mehdi (A.S), dîne girmiş olan bi’datlardan dîni tamamen temizleyecek olan Allah'ın bir Velî Resûlü’dür. Bid’atlardan temizlenen bir Müslümanlık, bid’atlardan temizlenen hristiyanlık, bid’atlardan temizlenen yahudilik, sadece hanif dîninin kalmasını ifade eder. Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar kendi dînlerinin hanif dîni olduğunu göreceklerdir. O zaman dînler birleşecek, sadece Allahû Tealâ’nın hak dîni, hanif fıtratıyla yarattığı bütün insanlar için vaaz ettiği Babamız İbrahim’in hanif dîninin yaşanması söz konusu olacaktır. Allahû Tealâ’nın dîn öğretiminde vazifeli kıldığı velî mürşidler elbette Allah'ın hak hükümlerine karşı insanların zanlarından oluşan bid’atları def edeceklerdir. Hadîs-i şerif bir açıdan da bunu ifade etmektedir. “Allah'ın evliyasına tâbî olan şâkîlerden olmaz.” ve “Her bid’atın karşısında mutlaka Allah'ın bir velîsi vardır. Onu def eder.” hadîsleri bir bütün olarak yerli yerine oturmaktadır.
Velî, dilimizde “dost” demektir; çoğulu “evliya”dır. Ama “evliya” kelimesi dilimize tekil olarak girmiştir. “Allah'ın evliyası” dediğimiz an “Allah'ın dostu” anlamına gelir. “Allahû Tealâ’nın velî mürşidi” dendiği zaman da “Allah’ın evliyası” mânâsına gelir. Velî mürşid, Allahû Tealâ’nın irşada memur ve mezun kıldığı bir kişidir. Allah’ın evliyası bütün insanlara tebliğ eder, “Allah'a ulaşmayı dileyin” der. Kişi dilediği taktirde 12 tane ihsanla mürşide ulaşır. Her halükârda kişi, nefs tezkiyesinin akabinde mutlak surette ruhuyla Allah'ın Zatı’na ulaşır. Her tezkiye kademesinde ruh da buna paralel olarak bir gök katı yükselir. 7 gök katını ve 7. gök katında 7 âlemi geçerek yokluktan Allah'ın Zatı’na ulaşır. Böylece o kişi Allahû Tealâ’dan mükâfat olarak 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısını alır.
Allah’ın evliyası, Allah'ın dostu, sevgilisi, Allah'tan aldığı emri insanlara tebliğ eder. Hidayeti bize tebliğ eden hidayetçidir. Allah'ın bir velî mürşididir.
Kişinin en büyük kurtuluşa ulaşabilmesi için o kişinin mutlak surette Allah'a ulaşmayı dilemesi gerekir. Bir tanesi nefs, bir tanesi ruh olmak üzere her daim akla pozitif ve negatif talepler ulaşmaktadır. Akıl da sonuçta karar verecektir. Düğümü çözen akıldır. Akıl, ruhun yanında yer alırsa, Allah'a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ, o kişiyi mutlaka Kendisine ulaştıracağını garanti eder. Akıl tebliğe muhatap olduktan sonra Allah'a ulaşmayı dilemezse, o zaman da nefs gâlip olur. Ruh, ölmeden evvel hedefine ulaşamaz.
Allah’ın katından tebliğle vazifeli olan hidayetçileri, geldiği zaman susup dinlemek gerekir. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîs-i şerifinde: “Susan kazandı.” buyurmaktadır. İnsanlar, A’râf Suresinin 204. âyet-i kerimesine uyarak Kur’ân tilâvet edildiği zaman susarak dinleseler, işitseler ve Allah'a ulaşmayı dileseler, o zaman Allahû Tealâ o insanları mutlaka rahmetine gark edecektir. Fazl ve rahmetiyle Kendisine ulaştıracaktır. Eğer kişi, dinlemeyip devamlı karşı çıkarsa, o zaman Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in söylediği hadîsin mutlaka Kur’ân âyetleriyle karşılaştırılması lâzımdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Bir gün benim hadîslerim tartışma konusu olacak. Tartışma konusu olduğu günlerde Kur’ân-ı Kerim’e bakınız. Kur’ân-ı Kerim’e aykırı bir hadîsim olamaz.” buyurmuştur. Bu konuda geçen hadîsler, Kur’ân-ı Kerim âyetleriyle karşılaştırıldığında bu hadîslerin Kur’ân’a uygun olduğu sonucuna net olarak ulaşılmaktadır.

7/A'RÂF-204: Ve izâ kuriel kur’ânu festemiû lehu ve ensıtû leallekum turhamûn (turhamûne).
Kur'ân okunduğu zaman artık onu dinleyin! Ve susun ki; böylece rahmete kavuşturulursunuz.

Şâkîlerden olmak istemeyen kişinin, mutlaka Allah'a ulaşmayı dileyerek, Allah'ın velî mürşidine tâbî olması gerekir. Tâbiiyet bütün insanlara farz kılınmıştır. Geleneksel İslâm tatbikatının içerisinde tâbiiyet olmadığı için bu tatbikatla kurtuluş mümkün değildir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.