20. BASAMAK; NEFS-İ MARDİYE
“Mükâfatın Büyüklüğü
Belânın Büyüklüğü ile Orantılıdır. Allah Bir Cemaati Sevdi mi, Onları
Musîbete Muptelâ Eder. Kim Bunda
Sabırlı Olursa, Allah da Ondan Razı Olur, Kim de Razı Olmazsa Allah da Ondan
Razı Olmaz.”
|
Hz.
Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz bir hadîs-i şerifinde şöyle buyuruyorlar: “Mükâfatın büyüklüğü belânın büyüklüğü ile
orantılıdır. Allah bir cemaati sevdi mi, onları musîbete muptelâ eder. Kim bunda sabırlı olursa, Allah da ondan razı
olur, kim de razı olmazsa Allah da ondan razı olmaz.” (K: Kütübü Sitte, Fezail Bölümü, Hastalık ve
Musîbetlerin Faziletleri, Ravi: Enes (R.A), Hadis No: 4696).
Peygamber
Efendimiz’in burada vermek istediği mesajın ne olduğuna, Kur’ân-ı Kerim
âyetleri ışığında bakalım.
2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu
ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en
tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ
ta’lemûn(ta’lemûne).
Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize
farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o, sizin için bir hayırdır.
Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o, sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları)
Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Öyleyse
vücuda gelen her olay ya Allah’ın takdiridir; Allah yapar veya Allah’ın
müsaadesi vardır, başkaları yapar ama Allahû Tealâ izin vermektedir. Öyleyse
başa gelen sıkıntılar, belâlar, acılar, dertler insana kul olduğunu kesinlikle
hatırlatır. İnsanı azgınlıktan korur, dert ve belâlara sabredenlerin mükâfatı
gerçekten hem bu dünyada hem de âhirette karşılıksız olarak verilir.
ü
Belâya Sabretmenin Mükâfatı Hesapsızdır
Hadîs-i
şerifte zikredildiği gibi kıyâmet gününde her amelin mükâfatı ölçüyle verilir.
Ancak belâ ameline, mükâfat ölçüyle verilmez. Peygamber Efendimiz (S.A.V)
hesapsız bir şekilde ödeneceğini beyan etmektedir. Belâ ameline mükâfatın
hesapsız bir şekilde verileceğini görünce, sağlıklı ömür sürenler derler ki:
“Ne olsaydı biz de dünyada belâlarla parça parça olsaydık da, bu sevaptan
mahrum kalmasaydık.”
Nebîler
Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Hastalanan kişi hastalıktan Allah’ın
kendisine verdiği mükâfatı bilseydi, hiçbir zaman şifayı dilemezdi.” buyuruyor. Musîbetlere sabretmeyip
feryad edenler Allahû Tealâ’ya isyan etmiş olurlar. Ağlamak, sızlamak belâ ve
musîbetleri geri çevirmediği gibi imtihanı daha da ağırlaştırır. Eskilerin
deyimi ile ifade etmek gerekirse: “Haziran’da
giren geçer, Eylül’de bilen geçer.” Yani imtihan geldiği zaman, kişi
sabırla ve metanetle bu imtihanı karşılamadığı takdirde, şikâyet ve isyan
imtihanı ortadan kaldırmaz, ağırlaştırır. Sıkıntıya sabrın mükâfatını bilen bir
insan, sıkıntılardan kurtulmaya heves bile etmez.
Öyleyse
hadîs-i şerifte ifade edildiği gibi musîbet bir iken musîbetin geldiği kişi
feryad eder, ağlar ve sızlarsa musîbet iki olur. Birincisi musîbetin
kendisidir, ikincisi de sevabın gitmesidir. Acıya sabretmek, Allahû Tealâ’nın
temel emrine uygun olanıdır. Her halükârda, sabredip, uğradığı felaketi
gizlemesi ve kimseye şikâyet etmemesi, kişinin Allahû Tealâ’ya olan sağlam
îmânındandır.
Allahû
Tealâ’nın dostları Takdiri İlâhî’ye, Allah’tan gelene hep razı olmuşlar. Bunun
için başlarına gelen belâlardan, sıkıntılardan, üzüntü değil zevk duymuşlar ve:
“Kahrın da hoş, lütfun da hoş.” diyerek
bu istikametteki nasihatleri insanlara ulaştırmışlardır. Onlar acı
hissetmemişler ve devamlı olarak, Allahû Tealâ’dan gelene razı olmuşlardır.
Rabia
Sultan, bir âbidin: “Ya Rabbi, benden razı ol.” diye dua ettiğini duyunca:
“Kendisi Allah’tan razı olmadığı halde Allah’ın kendisinden razı olmasını nasıl
isteyebilir?” diye buyurmuştur. Bunun üzerine kendisine sorulan: “Kul
Allah’tan nasıl razı olur?” sualine: “Allahû Tealâ’dan gelen ni’met ve belâyı aynı gördüğü vakit.”
şeklinde cevap buyurmuştur.
Allah
dostları hakikatin farkına vararak, her zaman başlarına gelen olaylara
sabretmişler, memnun olmuşlar, başlarına gelen sıkıntılardan dolayı kimseye
şikâyette bulunmamışlar ve Cenab-ı Hakk’a karşı hiçbir zaman edebe mugayyir bir
davranış sergilememişlerdir.
ü
Allah’tan Razı Olmak Ne Demektir?
Nebîler
Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in, hadîslerinde zikredilen bu konu için
Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ: “Benden
razı olandan, razı olurum” buyurmaktadır. Allahû Tealâ’nın kaza ve kaderine
razı olmak, O’nun bizden razı olmasının kesin ifadesini ihtiva ediyor.
Allahû Tealâ’dan
razı olmak; başa geleni şikâyet etmemek, hiçbir zaman isyan etmemekle mümkündür. Eğer başa gelen
olaylardan razı değilsek, şikâyetteysek, O’na isyan ediyorsak, O da doğal
olarak bizden razı değildir. Başımıza gelen bir olayın hoşumuza gitmeyişi onun
kötü ve hayırsız olduğunu göstermez. Nitekim hoşlanmadığımız, şerr gördüğümüz
olayların içinde daha sonra pek çok hayrın bulunduğunu görürüz. Bakara
Suresinin 216. âyet-i kerimesi bunu ifade etmektedir.
2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu
ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en
tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ
ta’lemûn(ta’lemûne).
Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o, sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o, sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o, sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o, sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Âyet-i
kerimede Allahû Tealâ, insanların olgunlaşması babında vücuda getirdiği
olayların özelliklerini dile getirmektedir. Bazı sıkıntılar, musîbetler var ki,
kötülüğe karşı hayırla mukabele etmek, kişiye manevî alanda derece kazandırır
ve onu Allah’a yaklaştırır. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz şöyle
buyuruyor: “Kişinin Allah indinde öyle
bir derecesi bulunur ki; ona ameli ile ulaşamaz. Fakat vücudu bir musîbete
maruz kalır, bununla o dereceye ulaşır.”
Bir
âbide gece rüyasında: “Senin cennetteki komşun şu çobandır.” denilir. Âbid
çobanı merak eder, onu bulur ve evinde 3 gün misafir kalır. Âbid gece ibadet
ederken çoban horul horul uyumaktadır. Çobanın evinden ayrılmadan önce: “Başka
bir hasletin yok mudur?” diye sorar. “Benim ibadetlerim bu kadardır. Fakat
benim küçük bir özelliğim var; darlıkta da, sıkıntıda da olsam, Allah’tan razı
olurum, kimseye şikâyette bulunmam. Hatta bu hâlimden kurtulmayı da istemem.
Hasta olsam bile hâlimden memnun olurum.” cevabını alır ve elini başına koyarak
der ki: “Buna küçük bir özellik mi diyorsun? Bu her baba yiğidin işi değil ki.”
Buna
benzer şekilde bir gün Hz. Süleyman: “Ya Rabbim, benim cennetteki komşularım
kimdir?” diye sorar. Rabbimiz bir kişinin ismini verir. Hz. Süleyman cennetteki
komşusunu görmek için gittiğinde yük taşıyan bir hamal ile karşılaşır. Hz.
Süleyman üst seviyede bir mülkün sahibidir, Allahû Tealâ onu üst seviyede bir
saltanatın sahibi kılmıştır ve cennetteki komşusuna ikramlarda bulunmak ister:
“Gel. Seni maaşa bağlayayım, elimdekilerden sana vereyim, bundan sonra benim
yanımda, sarayımda kal.” der, fakat hamal bu teklifleri reddeder: “Allahû Tealâ
benim için bunu uygun görmüştür. Ben gelip sarayda kalsam, şu anda yaşadığım
mutluluğu yaşayamam. Sarayda değil, ancak yük taşımakla ben Allah’ın bana
verdiği mutluluğu yaşayabilirim.” cevabını verir. Hamalın bu sözleri Hz.
Süleyman’ın çok hoşuna gider.
ü
Acılar İnsanı Terbiye Eder; Günahlara Kefaret Olur
Bazı
sıkıntılar vardır ki; mü’mini kötü işlere bulaşmaktan kesinlikle alıkoyar, acı
onu meşgul eder ve günahın üzerine gitmenin (günahı arttırmanın) engelini
teşkil eder. Yine bazı sıkıntılar vardır ki, daha evvel işlemiş olduğumuz
kusurların kefareti olur. Bazı sıkıntılar da vardır ki; daha evvel işlemiş
olduğumuz günahın cezası olur.
Kısacası
musîbetlerin nev’i de birbirinden farklıdır. Allahû Tealâ mü’minin kalbinin
Allah’a talepte bulunmasını isterse, yine o istikamette bir takım musîbetlere
duçar eder. İşte Kasas Suresinin 47. âyet-i kerimesi, bu nev’iden bir musîbeti
ihtiva etmektedir.
28/KASAS-47: Ve lev lâ en tusîbehum
musîbetun bimâ kaddemet eydîhim fe yekûlû rabbenâ lev lâ erselte ileynâ resûlen
fe nettebia âyâtike ve nekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve eğer elleriyle takdim ettikleri (yaptıkları) sebebiyle onlara
bir musîbet isabet ederse: "Rabbimiz keşke bize bir resûl gönderseydin
böylece biz, Senin âyetlerine tâbî olur ve mü’minlerden olurduk." diyecek
olmasalardı (seni Nebî-Resûl olarak göndermezdik).
Demek
ki insanlar; musîbete duçar olunca sıkışır ve bunun bir neticesi olarak kalbini
Allahû Tealâ’ya açar, ellerini açarak yardım talep eder.
Dünya
ve âhiret hayatında mutlu olmak isteyen insanların, karşılaştığı sıkıntılara,
musîbetlere sabretmesi asıldır. Kim Allah’a ulaşmayı dileyerek sabrederse,
sıkıntılardan kurtulur, huzur bulur. Bu istikamette bir atasözü vardır: “Sabreden derviş, muradına ermiş.”
Allah’tan
gelen her şeye razı olmak, büyük bir ni’mettir. Bakara Suresinin 155, 156 ve
157. âyet-i kerimeleri de yine aynı mânâda mesajları ihtiva etmektedir.
2/BAKARA-155: Ve le nebluvennekum bi
şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel enfusi ves
semerât(semerâti), ve beşşiris sâbirîn(sâbirîne).
Ve sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da maldan, candan ve
ürünlerden eksiltmekle imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele.
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum
musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki; kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz
muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve
muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” dediler.
2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun
min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
Onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka döneceklerinden emin
olanlar var ya), Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar,
hidayette olanlardır.
Sahâbe: “Ya Resûlullah! Müşriklerin dînimizden
dönmemiz için bize verdikleri eziyet ve sıkıntılara katlanabilmemiz için,
Allah’a dua edip yardım talebinde bulunur musunuz?” deyince Peygamber Efendimiz
(S.A.V) şöyle buyuruyor: “Sizden önceki kavimlerde bazen bir adam getirilir,
bir çukur kazılarak oraya konulur, sonra da ateşe verilerek başı testere ile
ikiye ayrılırdı. Fakat bu azap bile onu dîninden döndüremezdi.”
İşte
onlar her türlü sıkıntıya rağmen azimle ve sabırla hep îmânlarında sebat
etmişlerdir. Bir başka hadîs-i şerifte kazaya rıza göstermenin imânın işareti
olduğu zikredilmektedir: “Şu üç şeye
sabreden kişi dünya ve âhiret saadetine erer. Kazaya rıza, belâya sabır ve
rahatlıktayken dua etmek.”
Öyleyse
Allahû Tealâ’ya ne kadar hamdetsek şükretsek azdır ki; Allahû Tealâ bu
muhtevada bizim başımıza gelen her şeye razı olmamızı emir buyurmaktadır.
Resûlullah (S.A.V)`e Soruldu: “Ey Allah`ın
Resûl’ü! Kişi Hayır Yapsa, Halk da Bu Sebeple Onu Övse Bunun Hükmü Nedir?”
“Bu Mü`mine, Allah’ın Razı Olduğuna Dair Peşin Bir Müjdedir."
buyurdular.
|
Resûlullah
(S.A.V)`e soruldu: “Ey Allah`ın Resûl’ü!
Kişi hayır yapsa, halk da bu sebeple onu övse bunun hükmü nedir?” “Bu mü`mine, Allah’ın razı olduğuna dair
peşin bir müjdedir." buyurdular. (K:
Kütübü Sitte, Fezail Bölümü, Fazileti Belirten Amel ve Sözler, Ravi: Ebu
Zerr, Hadis No: 4689).
Bu
hadîste kişinin hayır yapması ifade edilmiştir. Hayır işleyen bu kişiyi
etrafındaki insanlar: “Ne güzel iş yapıyorsun” diyerek onu övmüşlerdir, bu
durumun hükmü Resûlullah (S.A.V) Efendimiz’e sorulduğunda: “Bu, mü’minden
Allah’ın razı olduğuna dair peşin bir müjdesidir.” şeklinde cevap buyurmuştur.
ü
İnsanların En Hayırlısı, İnsanlara En Faydalı Olandır!
Hadîs-i
şerife göre; Allahû Tealâ’nın hayırlara devamlı bir teşviki vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-104: Veltekun minkum
ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil
munker(munkeri), ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Sizin içinizden hayra davet eden (mürşidlerden) bir cemaat olsun
ve mârufla emretsin, ve münkerden nehyetsin (men etsin). İşte onlar, onlar
felâha erenlerdir.
Hayır;
bize derecat kazandıran her şeydir. Şerr; bize derecat kaybettiren her şeydir.
Öyleyse hadîsteki “kişi hayır yapsa” ifadesiyle kastedilen kişi derecat
kazandıran bir iş yapmaktadır. Derecat kazandıran bu iş, başkalarına da fayda
sağlamaktadır. Çünkü etraftaki insanlar bu işlediği hayırdan dolayı onu
övmektedirler. Öyleyse onlar da mutlaka faydaya ulaşmaktadır. İnsanların en
hayırlısı insanlara faydalı olandır. Belli ki bu kişi toplumsal bir iş yapmakta
ve kesinlikle hayra ulaşmaktadır.
ü
Hidayete Vesile Olanlar
Nebîler
Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmuştur: “Ya Ali! Kişinin senin vesilenle hidayete ermesi o kişi için, güneşin
doğduğu ve battığı yerler arasındaki yerlerin hepsine sahip olmasından daha
iyidir.”
Allahû
Tealâ Kur’ân’ı Kerim’de bu durumu insanları Allah’a davet etmek ve insanları
Allah’a vasıl olmaya çağırmak olarak ifade etmiştir. Öyleyse her devirde,
Allah’a davet eden insanlar vardır. Nitekim Fussilet Suresinin 33. âyet-i
kerimesinde şöyle buyurulmaktadır:
41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen
mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah’a davet eden ve sâlih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve:
“Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
Âyet-i
kerimedeki kişi hem teslim olmuş, hem de Allah’ın Zat’ına çağırmaktadır.
Allah’ın Zat’ına çağırma işlemi hayırlı bir iştir. Kişi hem derecat kazanır,
hem de başkalarına fayda sağlar, insanları mutlu eder. Bu durumu hadîs-i şerife
göre değerlendirecek olursak; mutlu olan bu insanlar, Allah’a davet eden bu
kişiyi yaptığı amelden dolayı övmüşler, övdükleri için de Resûlullah (S.A.V)
Efendimiz: “Bu mü’minden Allah’ın razı
olduğunun kesin bir müjdesidir.” buyurmuştur.
ü
Allah Kimlerden Razıdır?
Allahû
Tealâ, nefsini tezkiye edip Allah’a davet edenden razı olduğunu Fecr Suresinin
27, 28, 29. ve 30. âyet-i kerimelerinde net olarak ifade etmektedir.
89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul
mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki
râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış
olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu
Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
Fecr
Suresinin ilgili âyetlerinde zikredildiği üzere, Kur’ân-ı Kerim’de 7 tane
tezkiye kademesi vardır. Bunlar;
1- Nefs-i Emmare,
2- Nefs-i Levvame,
3- Nefs-i Mülhime,
4- Nefs-i Mutmainne,
5- Nefs-i Radiye,
6- Nefs-i Mardiyye
7- Nefs-i Tezkiye
Kademeleri’dir.
Bu
7 kademede, nefsini tezkiye eden bir insanın ruhu Allah’ın Zat’ına ulaşır ve o
noktadan itibaren, Hakk’ı tavsiye eder duruma gelir.
103/ASR-3: İllellezîne âmenû ve amilûs
sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabrı).
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar
(ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü
7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar)
hariç.
Hakk’ı
tavsiye etmek; insanları Allah’a davet etmek demektir. Kişi Allah’a ruhunu
ulaştırmış, Allah’a vasıl olmuş, 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısı
mükâfatına ulaşmıştır ve bunu diğer insanlara da tebliğ etmektedir. Bu kişinin
diğer insanları Allah’a davet etmesi işi kendisi için hayırdır, diğer insanlar
için faydadır. Bu durum o kişi için Allah’ın razı olduğuna dair peşin bir
müjdedir.
Çünkü
Allah ile insan arasındaki 28 basamaklık İslâm merdiveninin birinci basamağında
kişi olayları yaşar ve değerlendirir. Olayları değerlendiren insanlardan bir
kısmını Allahû Tealâ seçmez. Seçilmeyenler, kendisi Allah’a ulaşmayı dilemediği
gibi, başkalarının da dilemesine mâni olan insanlardır. Geriye kalan diğer
insanlar Allah tarafından seçilir ve seçilenlerden her kim musîbetlerle imtihan
olduğunda “Ben Allah içinim” deyip Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah o kişiye
Rahmân esmasıyla tecelli eder ve ona peş peşe 7 tane furkan verir, 12 tane
ihsanla onu huşû sahibi kılar. Huşû sahibi kişi Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan
gece hacet namazı kılarsa, Allahû Tealâ mutlaka ona mürşidini gösterir.
Allah’ın
gösterdiği mürşide tâbî olan kişi Allah’tan 7 tane ni’met alır. 7 tane
ni’metten bir tanesi; o kişinin nefs tezkiyesine başlamasıdır. Nefs
tezkiyesinin ve ıslah edici amellerin yegâne vasıtası zikirdir.
Kişi
Nefs-i Emmare’de iken, günbegün zikrini arttırırsa ve yoluna devam ederse,
nefsin manevî kalbinde biriken fazılların miktarı %7 artar; Nefs-i Levvame
kademesine ulaşır. Zikir artışıyla %7’lik bir fazl birikimi ile Nefs-i Mülhime
kademesine ulaşır. Yine zikir artışıyla %7’lik fazl kalbinde birikir ve kişi Nefs-i
Mutmainne kademesine ulaşır. Burada da %7’lik fazl birikir. Böylece toplam
%30’luk nur birikimi kalpte teşekkül edince, o kişi doyuma ulaşır.
Hırs
afetinin kendisine hâkim olduğu Nefs-i Emmare’deki bir kişi devamlı açlık
içindedir. Neye sahip olursa olsun yeterli görmez. Ama nefsinin manevî kalbinde
zikirle biriken fazılların miktarı toplam %28’dir. %2 de huşûdan geldiği için
toplam %30’luk bir aydınlanma söz konusu olmuştur. O kişi mutlaka doyuma
ulaşmıştır. Allah’ın kendisine verdiğini yeterli bulur ve Allahû Tealâ’ya
hamdeder, şükreder. Akabinde Allah’tan razı olur: “Ya Rabbim, bana verdiğine ve
vermediğine razıyım.” der. Çünkü kişi; Allah’ın kendisine daha fazlasını
verdiğinde azabileceğini ve daha azını verdiğinde isyan edeceğini düşünür.
Allahû Tealâ’nın ona vermedikleri için mutlu ve huzurludur.
Dolayısıyla
bu kişi, Allah’ın kendisine verdiği her şeyin optimâl olduğunu net olarak bilir
ve Allah’tan razı olur. Allah’tan razı olmanın akabinde Allah da o kişiden razı
olur. Böylece nefs tezkiyesine ulaşır ki, o kişi de artık başkalarına Hakk’ı
tavsiye eder duruma gelir.
Öyleyse
hadîs-i şerifte zikredildiği gibi bir mü’minin yaptığı hayırlı olan bir işi
başka insanların da övmesi, takdir etmesi, Allah’ın ondan razı olduğunun kesin
işaretidir. Allah’ın ondan razı olduğunu insanların ona olan övgüsüyle âfâkî,
nefs tezkiyesiyle rızaya kavuşarak da enfüsî olarak her iki halde yaşar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.