15 Haziran 2016 Çarşamba

18. BASAMAK; NEFS-İ MUTMAİNNE

18. BASAMAK; NEFS-İ MUTMAİNNE

“Zengin Olan Çok Malı Olan Değil, Hakk’ın, Kendisine Verdiğine Kanaat Edendir.”


(K: Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 130. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 40; İbni Mâce, Zühd 9, Müslim: 1051, Kütübi Sitte, Kanaat Bölümü, Ravi: Ebu Hureyre, Hadis No: 4860)
Hadîs-i şerif, insan ile Allah arasındaki 28 basamaklık olgunlaşma merdiveninden 18. basamağı ihtiva etmektedir. Bu noktaya kadar gelebilmek isteyen bir kimsenin her şeyden evvel, mutlak surette Allah’a ulaşmayı dilemesi gerekir. 3. basamakta Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye Allah, 4. basamakta Rahmân esmasıyla tecelli eder. Zikirle birlikte huşû sahibi olan kişi, Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece hacet namazı kılarak, Allah’ın ona gösterdiği mürşide tâbî olması halinde Allah’tan 7 tane ni’met alır. Aldığı 7 ni’metten bir tanesi de nefs tezkiyesidir. Nefs tezkiyesinin yegâne vasıtası zikirdir.

ü  Allah’ın Kendisine Verdiklerine Kanaat Eden Kişi Kimdir?

 Nefs-i Emmare’deki kişinin nefsinin manevî kalbinde %7 fazl birikimi oluşur; 15. basamaktadır.  Nefs-i Levvame’de, zikir artışlarıyla bir %7 fazl birikimi daha söz konusu olur; 16. basamaktadır. Kişi zikrini artırmaya devam eder. 17. basamakta, Nefs-i Mülhime’de nefsinin manevî kalbinde %7 fazl birikimi daha oluşur. Böylece kalp %23 aydınlanmıştır. 18. basamakta zikrini daha da artırır, %7 fazl birikimi ile nefsinin manevî kalbi %30 aydınlığa ulaşır; Nefs-i Mutmainne’dedir.
%30 aydınlanan bir nefsin sahibi olan kişinin kalbinde %30 nur, %70 karanlık vardır. Bu kişi kalbindeki nurlar sebebiyle, Allah’ın kendisine verdiklerine kanaat eden kişidir. Kendisi için Allahû Tealâ’nın verdiği ve vermediği her şeyin optimâl seviyede olduğunu düşünür: “Ya Rabbim, iyi ki verdiklerinden daha azını vermedin; bana bundan daha azını verseydin belki de isyan ederdim. İyi ki verdiklerinden daha fazlasını vermedin; daha fazla vermiş olsaydın belki de azardım.” diyerek elindekilere kanaat eder.
Öyleyse bu kişi hangi seviyede olursa olsun, Allahû Tealâ’nın her şeyden haberdar olduğunu, her şeyin en güzelini bildiğini ve Allah’ın, kendisi için optimâl seviyede olanı mutlaka verdiğinin farkına varmıştır. Hadîs-i şerif bu seviyeyi anlatmaktadır.

ü  Hırsla Çalışmak İnsanı Zenginleştirir mi?

Peygamber Efendimiz bir sahâbeye: Zengin kimdir?” sualini soruyor. Sahâbe: “Malı çok olandır.” şeklinde cevap veriyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Zengin, malı çok olan değil Hakk’ın kendisine verdiğine kanaat edendir.” buyuruyor ve: Fakir kimdir?” diye soruyor. Sahâbe: “Fakir parası olmayandır.” cevabını veriyor. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Fakir, kalbinde Allah’ın âyetleri bulunmayan kişidir.” buyuruyor.
Demek ki fakir parası olmayan kişi değildir. Fakir; Allah’a ulaşmayı dilemeyen, kalbinde Allah’ın âyetleri bulunmayan kişidir. 
İnsanın nefsinin manevî kalbinde 19 afetten bir tanesi de hırstır. Hırs afeti insanda hüküm ferma olursa, o kişi sahip olduğu hiçbir şeyi yeterli görmez. Neye sahip olursa olsun yeterli görmez. Hırs afetinin hüküm ferma olduğu insanlar hep açgözlüdürler, doymak nedir bilmezler, hep daha ötesini isterler. Böyle bir insan Allah’a ulaşmayı dilemedikten, mürşidine tâbî olarak nefs tezkiyesine başlamadıktan, kalbinde Allah’ın âyetleri bulunmadıktan sonra, neyi elde ederse etsin, fakir kalmaya mahkûmdur.
Eğer kişi Allah’a ulaşmayı dilemiş, mürşidine tâbî olmuş, zikirle nefsin manevî kalbinde %30’luk aydınlanma (nurlanma) oluşmuşsa, o zaman Hakk’ın kendisine verdiğine kanaat eden birisidir. Mutmain olmuştur, doymuştur, tatmin olmuştur.

 “Zikrin En İyisi Hafî (Gizli) Olanı, Rızkın En Hayırlısı Kâfi Gelenidir.”


Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bir başka hadîs-i şerifini açıklayacağız inşaallah.  “Zikrin en iyisi hafî (gizli) olanı, rızkın en hayırlısı kâfi gelenidir.” (K: Ahmed b Hanbel; 1/172-180-187).

ü  Yan Üstü Yatarken Yapılan Zikir

Hadîs-i şerifteki iki ana mesajdan bir tanesi “Zikrin en iyisi hafî (gizli) olanı” cümlesindedir. Hafî zikrin dışında bir de cehrî zikir vardır. Hadîste zikredilen ise hâfi zikirdir. Daimî zikre cehrî zikirle ulaşmak mümkün değildir. Çünkü; hanif fıtratıyla yaratılan insanın zamanının belli bir parçasında, dinlenebilmesi için uyuması lâzım gelir. Uyurken cehrî zikir yapamaz. Uyurken yapılabilen tek zikir, hafî zikirdir. Kur’ân-ı Kerim’e baktığımız zaman Allahû Tealâ Nisâ Suresinin 103. âyet-i kerimesinde net olarak bunu ifade etmektedir.

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah’ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü’minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz” olmuştur.

İşte bu âyet-i kerime, insanoğlunun içinde bulunduğu üç hâlin üçünde de Allah’ı zikretmesini emretmektedir. Ayaktayken, otururken ve geceleyin yatağımızda yan üstü yatarken de zikredeceğiz. Yan üstü yatarken hiç kimse cehrî zikir yapamaz. Allahû Tealâ âyet-i kerimede yan üstü yatarken hafî zikirle zikretmemizi emir buyurmaktadır.
Yatağınıza yatıp, başımızı yastığın üzerine koyduğunuz zaman ileri-geri hareket ettirmek suretiyle kulaklarımızda oluşan basınç sebebiyle kalbimizin ritmik atışlarını duyarız. Duyduğumuz sese paralel olarak içimizden devamlı “Allah” ismini tekrar ederiz. Kalbimize, Allahû Tealâ eğer Rahmân esmasıyla tecelli etmişse; salâvât ve rahmet, eğer Rahîm esmasıyla tecelli etmişse; salâvât ve fazl iki çift nur birden mutlaka gelir.
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) yine; “Âlimin uykusu cahilin ibadetinden iyidir.” buyurarak, âlim olan kişinin uykudayken zikredebilen kişi olduğunu net olarak bize ifade etmektedir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) yatarken de zikretmekteydi. Nitekim hadîs-i şerifte; “Benim gözlerim uyur ama kalbim uyumaz.” buyurmuştur. Öyleyse, uykudayken de olmak üzere her hâlükârda zikreden Peygamber Efendimiz (S.A.V) hangi zikri yapıyordu? Hafî zikri yapıyordu. Peygamber Efendimiz (S.A.V), beraber çıktıkları hicret yolculuğunda, mağarada kendisiyle birlikte olan Hz. Ebû Bekir’e de hafî zikri öğretmiştir ve Hz. Ebû Bekir hayatı boyunca hep hafî zikirle Allah’ı zikretmiştir.
Öyleyse hadîs-i şerifte verilen mesaj gereğince, her halükârda mutlaka Allahû Tealâ’yı hafî zikirle zikretmemiz lâzımdır.

ü  Verilen ve Verilmeyen Her Ni’mete Hamd ve Şükür

Hadîs-i şerifteki bir diğer ana mesaj, “Rızkın en hayırlısı kâfi gelendir.” cümlesindedir. Allah’ın zikri ile zikreden kişinin nefsinin manevî kalbinde %30’luk bir nurlanma gerçekleşmişse, o kişi nefsin hırs afetini kontrolü altına almıştır. Kişi, kendisine hırs afeti hüküm ferma olduğu sürece, sahip olduğu hiçbir şeyi yeterli görmeyecektir. Hep aç gözlü olarak daha ötesini, daha ötesini isteyecektir. Ama bu noktada kalbinde %30’luk bir nurlanma gerçekleşmişse, o zaman o kişi sahip olduklarını yeterli görecektir.
“Rızkın en hayırlısı kâfi gelendir.” ifadesiyle verilmek istenen mesaj; “Ya Rabbim! İyi ki bundan daha azını vermedin, daha azını verseydin belki de isyan ederdim. İyi ki daha çoğunu vermedin, çoğunu verseydin belki de azardım.” düşüncesinin sahibi olunmasıdır.
Öyleyse Nefs-i Mutmainne’de kişi, Allah’ın kendisine verdiği her şeyin optimâl standartlarda olduğunun idrakine ulaşır ve daha azında isyan, daha fazlasında ise azma olayının gerçekleşebileceğini düşünerek Allahû Tealâ’ya devamlı hamd ve şükreder. Eğer bir insan, Allah’ın kendisine verdiği her şeyi optimâl ve yeterli görüyorsa, elindeki rızık açısından en hayırlı noktaya ulaşmış demektir. 

“De ki: Allah’ım Senden Mutmain Olan Bir Lütuf İstiyorum. Sana Ulaşmaya İnanan, Hükmüne Rıza Gösteren ve Sana Kanaat Eden Bir Nefs.”


Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz bir adama şöyle dedi: “De ki: Allah’ım Senden mutmain olan bir lütuf istiyorum. Sana ulaşmaya inanan, hükmüne rıza gösteren ve Sana kanaat eden bir nefs.” (K: İbn Kesir, Muhtasar, III, 639).

ü  Mutmain Olan Lütuf Nedir?

Mutmain olan lütuf; aslında bir tek dilekle 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısını mükâfat olarak Allah’tan almaktır. Çünkü Allahû Tealâ Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:

42/ŞÛRÂ-13: … allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Kendisine ulaştıran Allah’tır. Allahû Tealâ’nın bir tek dileğimize karşılık ruhumuzu Kendisine ulaştırması Allah’ın bir lütfudur. Çünkü Allahû Tealâ ruhumuzu Kendisine ulaştırmak için;
1)      Bize Rahmân esmasıyla tecelli eder.
2)      Bize 7 tane furkanı verir.
3)      Bizi 12 tane ihsanla destekler.
4)      Bizi huşû sahibi kılar.
5)      Huşû sahibi olan kişiye hacet namazı ile mürşidini gösterir.
6)      Gösterdiği mürşide tâbî olması halinde 7 ni’meti verir.
7)      Nefsini 7 kademede tezkiye eder.
8)      Ruhunu 7. gök katında yükselterek, 7 âlemi geçtikten sonra Kendisine vasıl eder.
9)      Böylece 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısını ona verir.

Bütün bunlar Allah’ın lütfu içerisine girmektedir.

ü  Allah’a Ulaşmaya İnanmak

Bütün bunların gerçekleşebilmesi için o kişinin;
1-Ruhun dünya hayatında Allah’a ulaşmaya inanması,
2-Ruhun dünya hayatında Allah’a ulaştırılmasının farz olduğuna inanması,
3-Kalben Allah’a ulaşmayı dilemesi halinde Allah’ın onun ruhunu mutlaka Kendisine ulaştıracağına inanması.
Kişi kalben Allah’a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ’nın da -o kişinin vekili olarak- şeytanın negatif tesirini sıfırlayarak o kişiyi Kendisine ulaştırması mutlaktır.
Allahû Tealâ kişiyi mürşidine ulaştırır. Vasıta emirleri, özellikle de nefs tezkiyesinin yegâne vasıtası olan zikri kişiye sevdirir. Kişi zikirle; Nefs-i Emmare, Nefs-i Levvame, Nefs-i Mülhime, Nefs-i Mutmainne’ye ulaşır.

ü  Allah’a Kanaat Eden Bir Nefs

Mutmain olan nefs kanaat eden bir nefstir.
Bu durum hadîste: “Sana kanaat eden bir nefs istiyorum.” şeklinde ifade edilmektedir. Kişinin bu noktaya ulaşabilmesi ancak zikirle mümkündür.

ü  Allah’ın Hükmüne Rıza Göstermek

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!

Allah’ın hükmüne rıza göstermek; “râdıyeten mardıyyeh” yani kişinin Allah’tan razı olması hâlidir. Kişinin Allah’tan razı olması hâli %37’lik nurun o kişinin kalbinde oluşmasıyla mümkündür. Hadîs-i şerifte verilen mesaj bu şekilde sonuçlanmaktadır.
Kısacası; Allah’tan dilememiz gereken lütuf, aslında 7 kademede nefs tezkiyesi ile ruhun Allah’a ulaşmasıdır. Dileğin bize ait olmasına karşılık bunu tamamıyla gerçekleştiren Allahû Tealâ’dır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.