31 Mayıs 2016 Salı

HİKMET

HİKMET

17/İSRÂ-39: Zâlike mimmâ evhâ ileyke rabbuke minel hikmeh(hikmeti), ve lâ tec’al meallâhi ilâhen âhare fe tulkâ fî cehenneme melûmen medhûrâ(medhûren).
İşte bunlar, Rabbinin sana hikmetten vahyettiği şeylerdendir. Allah ile beraber başka ilâh kılma (edinme)! Yoksa kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hikmetin muhatabı olan insanların şirkten berî olan, Allah'a ulaşmayı dileyenler olduğunu bu âyetten net olarak anlıyoruz. Şirk, Allah'tan başka ilâhların da var olduğunu zannetmektir.
Allahû Tealâ, tek bir ilâh olduğunu söylemekte, kim Allah'tan başka ilâhların varolduğunu zannederek onlara inanırsa (şirke düşmüşse) kınanmış olarak gideceği yer, cehennemdir.
Hikmet; fizik ötesi Allah'ın ilmine sahip olmaktır. Daimî zikrin sahibi olmak, nefsin bütün afetlerinin yok olması, kalp gözünün açılması, kalp kulağının açılması, kişinin hikmet sahibi olması, hayır sahibi ve tezekkür sahibi olmasını ifade eder.
Baştan başlayacak olursak; kim 3. basamakta Allah'a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ Rahman esmasıyla tecelli ederek onları 7 furkanı ve bu furkanlarla birlikte Allah'ın kalbe hidayetle ulaşması, kalbin Allah'a dönmesi ve En'âm 125'e göre kalbin Allah'a giden rahmet yolunun açılmasıyla birlikte o kişi huşu sahibi olur. Huşu sahibi olan kişi perşembeyi cumaya bağlayan gece Hacet Namazı kılar da Allah'tan mürşidini talep ederse Allah onlara mutlaka mürşidi gösterecektir.

3/ÂLİ İMRÂN-79: Mâ kâne li beşerin en yu’tiyehullâhul kitâbe vel hukme ven nubuvvete summe yekûle lin nâsi kûnû ıbâden lî min dûnillâhi ve lâkin kûnû rabbâniyyîne bi mâ kuntum tuallimûnel kitâbe ve bimâ kuntum tedrusûn(tedrusûne).
Bir insan için, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra onun insanlara; "Allah'tan başka bana kul olun" demesi olamaz (mümkün değildir). Fakat, sizin kitabı tedris etmiş (okuyup öğrenmiş) olmanız ve öğretiyor olmanızdan dolayı ancak: "Rabbâni (kendini Rabb'e adamış) kullar olunuz" der.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim Allah'ın kendisi için tayin etmiş olduğu mürşida tâbî olursa teslimin kapıları birbir kendisine açılacak. Evvela 22. basamakta ruhun teslimi, 25. basamakta fizik vücut teslimi, 26. basamakta nefsin teslimi, 27'de ihlâsa ulaşmak ve 28. basamağın 4. kademesinde iradenin teslimi söz konusudur.
Allahû Tealâ burada nebîlerden bahsediyor. Nebîler etrafındaki insanlara, Allah'tan öğrendiklerini öğreten ve onların öğrenmesine vesile olanlardır.
Rabbaniyyin, Rabbe dair olan bilgileri öğrenmiş ve başkalarına öğretmekle vazifeli olan kişilerdir. Sadece Allah'ın resûllerinin etrafında bu tür insanlar oluşabilir. Rabbaniyyin mürşidlerden oluşabilir. Ötekiler zaten Allah'ın bilgisinden, Allah'ın dîninden haberdar olmadıkları için, insanları ne Allah'a ruhlarını ulaştırmak konusunda, ne mürşide ulaşmak konusunda, ne fizik vücutlarını, ne nefslerini, ne de iradelerini Allah'a teslim etmeleri konusunda bir öğretinin sahibi değillerdir.
İblis 14 asırda bütün İslâm'ı tuzağına düşürmüş ve insanları Allah'a ulaşmayı dilemekten, mürşide ulaşmaktan, ruhlarını Allah'a ulaştırıp teslim etmekten, fizik vücutlarını, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim etmekten men etmeyi başarmıştır. Kısacası hedef emirlerin hepsini insanlara unutturmuştur.
Allah'ın bütün güzelliklerinin yok edildiği bir ortamda yaşıyoruz. İnsanlar Allah'ın insanları mutluluğa ulaştıracak olan bütün ilmini yerle bir etmişler. Artık insanlar Allah'ın hedeflerine çağırılmıyor. Amaçlar, hedefler bütünüyle yok edilmiş, Allah'ın vasıta emirleri amaç olmuş. Allah'ın vasıta emirleri, hedef emirlerin yerine konulmuştur. Yani namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek insanlara artık amaç olarak gösteriliyor. Halbuki onları yapmak suretiyle, insanların Allah'a ulaşmayı dilemesi, mürşidlerine ulaşması, ruhlarını, fizik vücutlarını, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim etmesi gerekir.
Allahû Tealâ 14 asır evvel, iki cihan serveri Peygamber Efendimiz (SAV)'a indirdiği
Kur'ân-ı Kerim'de, Bakara 129'da bize şu hakikati dile getiriyor:
2/BAKARA-129: Rabbenâ veb’as fîhim resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete ve yuzekkîhim inneke entel azîzul hakîm(hakîmu).
Rabbimiz, onların arasından kendilerinden, onlara Senin âyetlerini tilâvet edecek (okuyup açıklayacak), onlara Kitap'ı (Kuranı Kerim'i) ve hikmeti öğretecek ve onların (nefsini) tezkiye (ve tasfiye) edecek bir resûl beas et (hayata getir). Muhakkak ki Sen, Sen, Azîz'sin, Hakîm'sin.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ bu âyette velî resûlden bahsederken "beas" kelimesini kullanmaktadır. “Beas” kelimesi sadece veli resuller değil, bütün resuller için geçerlidir.

Mu'minûn Suresi 44. âyette ise Allah Kavim Resûllerini peşpeşe vazifeli kıldığını açıklıyor.

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn (yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü'min olmayan kavim (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.
Bu âyetteki tezkiye, nefsin kalbinin tamamen temizlenmesi ve Allah'a teslim olmasıdır. Allahû Tealâ bütün kavimlere resûller ve bütün dünyaya Hz. İbrâhîm'in soyundan nebîler göndermiştir. Peygamber Efendimiz (S.A.V), Hz. İbrâhîm'in soyundandır.
Bakara Suresinin 151. âyet-i kerimesi nebî resûllerin görevlerini anlatmaktadır.
2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size, aranızda (görev yapmak üzere), sizden (kendinizden) bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi)tezkiye (ve tasfiye) etsin, size Kitap'ı(Kurânı Kerim'i) ve hikmeti öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Son Nebî, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz'in, sahâbeye hangi maksatla gönderildiğinin Kur'ân'daki muhtevası, bu âyette verilmektedir. Nebî-resûllerin 5 görevi vardır:
1.    Allah'ın âyetlerini okumak, anlatmak, izah etmek.
2.    Nefsleri tezkiye etmek.
3.    Kitap öğretmek.
4.    Hikmet öğretmek.
5.    Hikmetin ötesindeki bilinmeyenleri öğretmek.
Allah'ın âyetlerini okumak, anlatmak ve izah etmek, bir nevi Allah'ın üniversitesinin ön hazırlık sınıfı olarak zikrediliyor. Nefs tezkiyesini ruhun Allah'a teslimi, kitabın öğretilmesini fizik vücudun Allah'a teslimi, hikmetin öğretilmesini nefsin Allah'a teslimi ve hikmetin ötesindeki bilinmeyenlerin öğretilmesini de iradenin teslimi olarak düşünebiliriz.
Cuma-2 ve Ali İmran-164'te ise velî-resûllerin 4 görevi anlatılmaktadır:
1.    Allah'ın âyetlerini okumak.
2.    Nefsleri tezkiye etmek.
3.    Kitap öğretmek.
4.    Hikmet öğretmek.
Kavim resûlleri, hikmetin ötesini öğretemezler, buna yetkili kılınmamışlardır. Bütün kavimlere gönderilen resûller arasında bir kişi, peygamberlerin olmadığı devirlerde huzur namazının imamıdır. Onun beşinci görevi de vardır. Burada onun varlığını ifade eden "bir ni'met olsun diye" sözüdür. Devrin imamının ruhu, bütün kavimlerdeki insanların başlarının üzerine bir ni'met olarak gelir ve onları mü'min kılar.

Cuma-2 ve Ali İmran-164'te hikmetin ötesinin öğretilmesi olmadığı için, Kur'ân-ı Kerim'in bütününü ihtiva etmemektedir. Allah, herkesin Allah'a kul olmasını, Allah'a teslim olmasını ve Allah'a karşı takva sahibi olmasını emretmiştir. Bu faktörlerin üçü de salâh makamının 5. kademesinde sona erer ve hepsi de 7 safha gösterir.
1.    SAFHA: Allah'a ulaşmayı dilemek.
2.    SAFHA: Mürşide tâbî olmak.
3.    SAFHA: Ruhu Allah'a ulaştırmak.
4.    SAFHA: Fizik vücudu Allah'a teslim etmek.
5.    SAFHA: Nefsi Allah'a teslim etmek.
6.    SAFHA: İrşad olmak
7.    SAFHA: İradeyi Allah'a teslim etmek.
62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ümmîler arasından bir resûl beas eden Allah'tır. Resûl onlara Allah'ın âyetlerini okur, öğretir, nefslerini tezkiye eder yani kalplerindeki afetlerin yarıya inmesini sağlar, Kur'ân'ın lâfzını ve hikmeti öğretir. Yani onları daimî zikrin sahibi kılar. Bu resûlden evvel onların hepsi dalâletteydi. Bu âyette Allah kavim resûlü sıfatıyla 4 görevden bahsediyor. Kavim resûlleri için bu 4 görev vardır. 5. görev hikmetin ötesi devrin imamları ve peygamberler tarafından öğretilebilir.

3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada Allahû Tealâ ni’metten bahsediyor. Allahû Tealâ, başlangıçta bütün insanlara her türlü yardımda bulunur. Onları rızıklandırır, onlara para, mal verir, onları çoluk çocuk sahibi eder. Ni’metin başlangıç noktasına kadar Allahın bütün yardımları ihsan adını alır. Allahu Teala başlangıç noktasında herkese Rahman esmasıyla rahmet eder ve onlara ihsanları vardır.

4/NİSÂ-54: Em yahsudûnen nâse alâ mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, fe kad âteynâ âle ibrâhîmel kitâbe vel hikmete ve âteynâhum mulken azîmâ(azîmen).
Yoksa onlar, Allah'ın fazlından (ni'metinden) insanlara verdiği şeylere haset mi ediyorlar (çekemiyorlar mı)? Oysa Biz, Hz.İbrâhîm ailesine (soyuna) kitap ve hikmet vermiştik.Ve onlara “büyük mülk “verdik.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah bütün Nebilere (Peygamberlere) kitap ve hikmet verdiğini söylüyor (Âli-İmrân-81). Bu âyette de Hz. İbrahim’in soyundan bir çok Peygamber geldiği bahsolunuyor.
3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, ona mutlaka îmân edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye misak aldığı zaman, "İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu. (Onlar da): "İkrar ettik (kabul ettik)" dediler. (Allahû Teâlâ): "Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim." buyurdu.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İslâm dîninin bugünkü öğreticileri diyorlar ki: "Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz Son Nebî idi ama aynı zamanda da Son Resûl'dü. Artık Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘den sonra ne nebî ne de resûl gelmeyecektir. O son Nebî ve Son Resûl'dür. Yani ondan sonra gelecek olan bir Resûl, bir Mehdi (A.S) hiçbir zaman olmayacaktır." diyorlar.
Bu âyet bunun varlığının kesin delilidir. Bu iddianın sahipleri yani “Peygamber Efendimiz (S.A.V)'den sonra resûl de, nebî de gelmeyecektir.” diyenler, bir sözlerinde "nebî gelmeyecektir" sözlerinde tamamen haklıdırlar, gerçekten Kur'ân-ı Kerim Resûllerin Sonuncusu'dur, demiyor, Nebîlerin Sonuncusu'dur, diyor.
Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bütün nebîleri huzurunda toplamış, hepsinden yemini ve misaki almış, bütün nebîlerden sonra gelecek O, diyor. Sevgili dîn adamlarımız der ki: "Hayır, Allahû Tealâ bir tek Peygamber Efendimiz (S.A.V) hariç, bütün öteki nebîleri toplamış ve onlara demiş ki: "Sizlerden sonra bir Resûlümüz gelecek, işte O da Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘dir."
Ama Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'indeki bir sözünü unutuyorlar. Ahzap Suresinin 7. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
33/AHZÂB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh'tan ve Hz. İbrâhîm'den ve Hz. Musa'dan ve Meryemoğlu Hz. İsa'dan ve onlardan ağır bir misak aldık.


"O misakte Sen de vardın." Bunun mânâsı Peygamber Efendimiz (S.A.V) de Allah'ın hitap ettiği nebîlerin içindedir. Ve bütün peygamberlerden sonra gelecek olan resûlün işaretine dikkat edin. O'nun nebî olduğuna dair Allahû Tealâ hiçbir işaret vermemiş, sadece onun resûl olduğunu söylüyor. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V), Nebîlerin Sonuncusu'dur. O'ndan sonra geleceğine göre nebî olması mümkün değil. Allahû Tealâ da bu sebeple açık ve kesin bir şekilde, o gelecek olanın Nebî olmadığını, resûl olduğunu söylüyor.

Hak ile bâtıl, Kur'ân-ı Kerim'de kesin standartlarda ayrılmıştır. Ama bazı dîn adamları hakkın yerine bâtılı iddia etmekteler. Aslında birçok resûl gelecek, her kavimde zaten resûl var. Gerek Mu'minun Suresinin 44. âyet-i kerimesinde, gerek Bakara Suresinin 87. âyet-i kerimesinde, Allah bütün kâvimlere ardarda resûl gönderildiğini, aralarında fetret devri olmadığını da her iki âyette de kesinlikle ifade ediyor, yetmez, Nahl Suresinin 36. âyet-i kerimesinde bütün kavimlere resûl gönderdiğini Allahû Tealâ bir defa daha ifade ediyor:


16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh (dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn (yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü'min olmayan kavim (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.

2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki, Biz, Musa'ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem'in oğlu İsa'ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh'ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.



26/ŞUARÂ-83: Rabbi heb lî hukmen ve elhıknî bis sâlihîn(sâlihîne).
Rabbim bana hikmet bağışla ve beni salihlere dahil et.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu ifade açık ve kesin olarak anlatıyor ki Hz. İbrâhîm, gençlik devresindedir ve daha hüküm sahibi, hikmet sahibi olmamış, daimî zikre ulaşmamış veyahut bir evvelki âyette anlaşıldığı gibi henüz Cebrail (A.S)'a tâbiiyetini de gerçekleştirmemiştir. Tâbiiyetini gerçekleştirdiği zaman Hz. İbrâhîm için o gün, dîn günü olacak ve Allahû Tealâ, Hz. İbrâhîm'in günahlarını affetmekle kalmayacak, sevaba çevirecek ve onu daimî zikre ulaştıracaktır. Yani Allahû Tealâ, Hz. İbrâhîm'e daimî zikri vehbî olarak verecektir. O zaman Hz. İbrâhîm'in kalp gözü, kalp kulağı açılacak; ehli tezekkür, ehli hikmet olacak; arkasından da nefsini Allah'a teslim ettikten sonra salâh makamına geçecek ve salihlerden olacaktır.
Hz. İbrâhîm de bütün insanlar gibi devreler geçirmiştir. Hiç kimse doğduğu anda peygamber yetkilerine sahip olmuyor. Allahû Tealâ onu peygamberlik için yaratıyor. Evvelden seçilmiş ama o da bütün devrelerden geçiyor. Başta herkes gibi Hz. İbrâhîm de dalâlette sonra Allahû Tealâ ona Allah'a ulaşmayı diletiyor. Bunun üzerine Allahû Tealâ onu, Cebrail (A.S)'la karşılaştırıyor, tâbiiyetini gerçekleştiriyor. Sonra ruhu Allah'a ulaşıyor, sonra fizik vücudunu Allah'a teslim ediyor, sonra nefsini Allah'a teslim ediyor, sonra muhlis oluyor, irşada ulaşıyor. Sonra daha üst mertebede iradesini de Allahû Tealâ'ya teslim ediyor. Sonra da Allahû Tealâ'nın tasarruf rızasına ulaşıyor. Ve devrin imamı oluyor. Hz. İbrâhîm, Allahû Tealâ'nın Nebî Resûl'ü olarak, asaleten huzur namazının imametine tayin ediliyor.
Bakara Suresinin 124. âyetine baktığımız zaman, Allahû Tealâ Hz. İbrahim için şöyle buyuruyor:

2/BAKARA-124 : Ve izibtelâ ibrâhîme rabbuhu bi kelimâtin fe etemmehun(etemmehunne), kâle innî câiluke lin nâsi imâmâ(imâmen), kâle ve min zurriyyetî kâle lâ yenâlu ahdiz zâlimîn (zâlimîne).
Hani o zaman ki; Rabbi İbrâhîm'i (birtakım) kelimelerle imtihan etti. Nihayet imtihan tamamlanınca da (Allah şöyle) buyurdu: “Muhakkak ki Ben, seni insanlara imam kılacağım.” (İbrâhîm A.S): “Benim zürriyetimden de (imamlar kıl).” deyince; (Allah): “Benim ahdime (imamlık ve önderlik rahmetime, senin zürriyetinden olan) zalimler nail olamaz.” diye buyurdu.


Allahû Tealâ Hz. Musa'yı da daimî zikre erdirmek sureti ile hikmet sahibi kılmıştır.
28/KASAS-14: Ve lemmâ belega eşuddehu vestevâ âteynâhu hukmen ve ilmâ(ilmen), ve kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Ve erginlik çağına erişip kemâle erdiği zaman, ona hikmet ve ilim verdik. Ve muhsinleri, Biz işte böyle mükâfatlandırırız.

26/ŞUARÂ-21: Fe ferartu minkum lemmâ hıftukum fe vehebe lî rabbî hukmen ve cealenî minel murselîn(murselîne).
O zaman sizden korktuğumdan dolayı kaçtım. Fakat Rabbim, bana hikmet bağışladı. Ve beni, mürselinlerden (gönderilen elçilerden) kıldı.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hz. Musa, erginlik çağına ulaştığı zaman, Allahû Tealâ onun kalp gözünün ve kalp kulağının açılmasını sağlamış, onu hikmet sahibi kılmıştır. Böylece kalbindeki bütün âfetleri daimî zikir sebebiyle yok etmiştir. Allah onu hikmet, hayır ve tezekkür sahibi yaparak 7 faktörün sahibi kılmıştır. Allahû Tealâ Hz. Musa'ya risalet vermiş, elçisi yapmıştır.
Her devirde bütün kavimlerde Allah'ın resûlleri vardır. Ama Hz. Musa sadece resûl değil, aynı zamanda ulûl'azm peygamberler'den bir tanesidir. Allahû Tealâ Hz. Musa'ya risaleti nebîlikle birlikte vermiştir. Yani Hz. Musa da Peygamber Efendimiz (S.A.V), Hz. İsa, Hz. İbrâhîm, Hz. Nuh gibi nebî ve resûl'dü.
Risalet müessesesi devam etmektedir. Ama nübüvvet, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'le sona ermiştir.

45/CÂSİYE-16: Ve lekad âteynâ benî isrâîlel kitâbe vel hukme ven nubuvvete ve rezaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alel âlemîn(âlemîne).
Ve andolsun ki İsrailoğullarına, kitap, hüküm ve peygamberlik verdik. Ve onları temiz rızıklarla rızıklandırdık. Ve onları âlemlere üstün kıldık.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah İsrailoğulları'na kitap olarak Tevrat'ı, o kitaptaki hükümleri ve Hz. Musa'ya nübüvvet yani peygamberlik vermiştir. Onları temiz rızıklarla rızıklandırmış ve onları âlemlere üstün kıldığını açıklıyor.
Allah'tan fazl alan Hz. Davut da, Allahû Tealâ tarafından irşad göreviyle görevlendirilmiştir.
2/BAKARA-251: Fe hezemûhum bi iznillâhi, ve katele dâvudu câlûte ve âtâhullâhul mulke vel hikmete ve allemehu mimmâ yeşâu, ve lev lâ def’ullâhin nâse, bâ’dahum bi ba’din le fesedetil ardu ve lâkinnallâhe zû fadlin alel âlemîn(âlemîne).
Nihayet Allah'ın izniyle onları hezimete uğrattılar. Ve Davut, Calut'u öldürdü. Ve Allah ona (Davut'a), meliklik (hükümdarlık) ve hikmet verdi ve ona dilediği şeylerden öğretti. Ve eğer Allah'ın, insanları birbiriyle defetmesi olmasaydı, yeryüzünde mutlaka fesat çıkardı (yeryüzünün düzeni bozulurdu). Lâkin Allah, âlemlerin üzerine fazl sahibidir.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet, kâinatta insan olan bütün gezegenlerde Allah'ın fazl sahibi olduğunun kesin işaretini vermektedir.
Hz. Davut'un ordusu, Calut'un ordusunu yenmiştir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrindeki Mekke kâfirleriyle sahâbenin durumu gibi bu savaş da Allah'ın ordusuyla şeytanın ordusunun savaşı olmuştur. Sahâbenin hepsi Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olmuştu. Şehit olanların hepsi tâbî olanlardı. Kalplerinin içine îmân yazılan mü'minlerdi. Ve onların da üzerine Allahû Tealâ devamlı fazl gönderiyordu. Neticede hepsi daimî zikrin sahibi oldular.
Allah'ın izniyle düşmanları hezimete uğratanların kalp yapılarına bakıldığında kalplerinin mührünün Allahû Tealâ tarafından açıldığı, içine îmânın girdiği ve savaşa mü'minler olarak katıldıkları görülmektedir. Allah'ın nurları, kişinin kalbine girerek kalpte bulunan îmân kelimesinin etrafında toplanmışlardır. Allahû Tealâ fazlıyla o insanların kalplerine kuvvet vermiştir. Muhtemeldir ki onların üzerine sekînet de indirmiştir.

21/ENBİYÂ-79: Fe fehhemnâhâ suleymân(suleymâne), ve kullen âteynâ hukmen ve ılmen ve sehharnâ mea dâvudel cibâle yusebbihne vet tayr(tayre), ve kunnâ fâılîn(fâılîne).
Böylece onu (bu hükmü), Süleyman (a.s)'a anlattık. Ve hepsine hikmet ve ilim verdik. Dâvud (a.s)'la beraber tesbih eden (etsinler diye) dağları ve kuşları musahhar (emrine amade) kıldık. Ve (bunları) yapan, Biziz.
38/SÂD-20: Ve şedednâ mulkehu ve âteynâhul hikmete ve faslel hıtâb(hıtâbi).
Ve onun mülkünü (idaresini) güçlendirdik. Ve ona, hikmet ve faslı hitap (hak ile bâtılı ayırıp adaletle hükmetme, hitap etme yeteneği) verdik.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Enbiyâ-79, tesbihin ne olduğunu net olarak göstermektedir. Tesbih, Allah'ın dağlara ve kuşlara yaptırdığı bir işlevdir.
Hz. Davut'un, kuşların da dağların da kendisi ile beraber zikretmesi talebi vardı. Allah bu talebi kabul etmişti. Ve kuşlar da dağlar da Allah'ı zikrediyorlardı. Ama zikri yapan onlar değildi. Bu zikri onlara, kâinatın her zerresini kontrol altında tutan küllî İrade yaptırıyordu. Eğer dağlar ve kuşlar kendi iradeleri ile Allahû Tealâ'nın adını zikretselerdi adı zikir olurdu. Ama Allah'ın adını Küllî İrade kendilerine söylettiği için bunun adı zikir değil, tesbihtir.
Hz. Davut tesbihte yani daimî zikirdedir. Peygamber olması sebebiyle Küllî İrade onu kontrolü altında tutar ve ona "Allah, Allah, Allah" diye zikir yaptırır. Hz. Davut kendi iradesiyle Allah'ın ismini tekrar edip Allah'ı zikretmez, İlâhi İrade (Allah'ın İradesi) onun Allah kelimesini tekrar etmesini (tesbih) sağlar. Kuşlar da dağlar da Hz. Davut da Allah'ın ismini "Allah, Allah, Allah, Allah" diye tekrar ediyorlar.
Sâd 20'de ise nâtıkalı (mantıklı ve muntazam, kaidelere uygun) söz söyleyen bir Resûl olan Hz. Davut'tan bahsediyor Allahû Tealâ.

31/LOKMÂN-12: Ve lekad âteynâ lukmânel hikmete enişkur lillâh(lillâhi), ve men yeşkur fe innemâ yeşkuru li nefsih(nefsihî), ve men kefere fe innellâhe ganiyyun hamîd(hamîdun).
Ve andolsun ki Lokman'a hikmet verdik ki, Allah'a şükretsin. Ve kim şükrederse, o taktirde sadece kendi nefsi için şükreder. Ve kim küfrederse (inkâr ederse), o taktirde muhakkak ki Allah; Gani'dir (kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur), Hâmid'dir (hamdedilen).

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hz. Lokman'a hikmet verilmesinin arkasında onun Allah'a şükretme talebi vardır. Hz. Lokman daimî zikre ulaşmış, hikmet sahibi olmuş ve şükredenlerden olmuştur. Bu âyet-i kerime İnsan (Dehr) Suresinin 3. âyet-i kerimesiyle kesin olarak alâkalıdır:
76/ İNSÂN (DEHR) - 3: İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ(kefûren).
Muhakkak ki Biz, onu (Allah'a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah'a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah'a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.
Kimi (asla Allah'a ulaşmayı dilemez) küfredenlerden olur. Allah hidayete erdirmeye hazırdır ama insan Allah'a ulaşmayı dilemezse küfredenlerden, dilerse şükredenlerden olur. Allahû Tealâ'ya şükreden kişi, Allah'a ulaşmayı dileyen kişidir. Allah'a ulaşmayı dilemeyen ise hiçbir zaman şükretmeyecektir, o hep küfürde kalacaktır. Şükretse de şükrü kabule şayan olmaz.
19/MERYEM-12: Yâ yahyâ huzil kitâbe bi kuvveh(kuvvetin), ve âteynâhul hukme sabiyyâ(sabiyyen).
Ey Yahya! Kitab'ı kuvvetle (dikkatle) al (kendine mal et). Ve Biz, ona sabi iken (küçük yaşta) hikmet verdik.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Meryem-11'de Hz. Zekeriya kavmine vahyetmişti ve Hz. Yahya daha doğmamıştı. Meryem-12'de Hz. Yahya doğmuştur ve Allahû Tealâ ona emirler vermektedir. Ve Hz. Yahya hakkında dikkat çekici şeyler söylemektedir:
Allahû Tealâ, Hz. Yahya'yı daha çocukken, daimî zikre ulaştırmış, ona hikmet vermiş ve onu Allah ile konuşabilir durumda kılmıştır. Allahû Tealâ: "Yahya'ya bunu söyledik." dediğine göre Allah'ın Yahya'ya söylediği, Yahya'nın da Allah'ın sözlerini anladığı kesindir. Demek ki Allahû Tealâ, Hz. Yahya'ya vahyetmektedir. Allah ile Hz. Yahya arasında karşılıklı bir tezekkür söz konusudur.
Hz. Yahya, daha çocukken daimî zikrin, hayrın ve aynı zamanda hikmetin sahibi olduğu için onun kalbinde hiçbir afet kalmamıştır. Ve bu sebeple kalp gözü de kalp kulağı da açılmıştır. Allah'ın bütün söylediklerini işitmekte ve Allah ile içindeki sesle konuşabilmektedir.

3/ÂLİ İMRÂN-48: Ve yuallimuhul kitâbe vel hikmete vet tevrâte vel incîl(incîle).
Ve (Allah) ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hz. İsa'ya Allah'ın öğrettiği şeylerin birincisi Ümmül Kitap'tır. Ondan sonra öğreneceği hikmet, sonra Hz. İsa, kendisinden evvel Hz. Musa'ya indirilmiş olan Tevrat'ın muhtevasını yani İslâm olmayı öğrenecek, Tevrat'tan ve Kitap'tan. Hikmeti yaşayacak ve ondan sonra da Allah'ın Hz. İsa'ya verdiği İncil'i Allahû Tealâ ona öğretecek.
7. gök katının birinci âlemi olan kader hücreleri aşıldıktan sonra Ümmül Kitap'a ulaşılır. Ümmül Kitap 7. gök katının 2. âlemidir. 10 katlı bir apartman büyüklüğündedir. Ve yerden yaklaşık 4 metre yüksekten en alt noktası başlar ve hiçbir yere dayanmadan boşlukta durur. Tabiatıyla bir sağ taraftaki sayfa bir de sol taraftaki sayfa olmak üzere iki sayfası açıktır.
Allah bu Kitab'ı ona gösterecek, Kitab'ın sayfalarını açıp o sayfalarda neler olduğunu okuyacaktır. Allahû Tealâ Hz. İsa'yı daimî zikrin sahibi kılacak. Böylece hikmete ulaşacak. Kalp gözü ve kalp kulağı mutlaka açılmış olacak. Nefsinde hiç afet kalmamış olacak.
Bu dört tane temel faktörün neticesinde de hayrın sahibi olacak. Çünkü nefsi ve ruhu aynı olduğu için bütün davranışlarından deracat kazanacak ve arkasından ehli tezekkür olacak âyetlerin görüldüğü anda değerlendirilmesinin sahibi olacak. Allah'tan her an bir şeyler sormak ve cevabını almak imkânının sahibi olacak. Allah'la müzakere edebilecek, konuşmak yetkisinin sahibi olacak.
Allah'ın söylediklerini tezekkür edecek. Hangi âyeti görürse o âyetin Kur'ân âyetlerinden hangileriyle direkt ilişkide olduğunu net olarak görecek. O hikmetle Tevrat'ın esas hükümlerinin Allah'a teslim olduğunu görecek ve kendisine Allah'ın indirdiği İncil'i incelediği zaman aynı sonucu görecek.
Allah bütün peygamberlerine ruhlarını, fizik vücutlarını, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim etmelerini emretmiştir. Onların başkalarına bu emri iletmelerini de emretmiştir. Bütün peygamberler ve onlara tâbî olanların hepsi ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah'a teslim etmişlerdir.

43/ZUHRUF-63: Ve lemmâ câe îsâ bil beyyinâti kâle kad ci’tukum bil hikmeti ve li ubeyyine lekum ba’dellezî tahtelifûne fîh(fîhi), fettekûllâhe ve etîûni.
Ve Hz. İsa, beyyineler (mucizeler, deliller) ile geldiği zaman: “Ve hakkında ihtilâf ettiğiniz şeyin bir kısmını size açıklamak için size hikmeti getirdim. Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun ve bana itaat edin!” dedi.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ'nın Hz. Musa'ya söylettiği şeyler onun Tur Dağı'ndan aşağı inişinde elinde bulunan beyyineler Allah'ın ona verdiği tabletlerdir. Hz. İsa ise: "Hakkında ihtilâf ettiğiniz şeyin bir kısmını size açıklamak için size hikmeti getirdim. Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin ve Bana tâbî olun." diyor.
Nisâ Suresinin 113. âyetinde ise Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e, Kitab’ı ve hikmeti ve hikmetin ötesinde, O’nun bilmediği şeyleri O’na öğrettğini ifade buyuruyor.

4/NİSÂ-113: Ve lev lâ fadlullâhi aleyke ve rahmetuhu le hemmet tâifetun minhum en yudıllûke. Ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yadurrûneke min şey’(şey’in). Ve enzelallâhu aleykel kitâbe vel hikmete ve allemeke mâ lem tekun ta’lem(ta’lemu). Ve kâne fadlullâhi aleyke azîmâ(azîmen).
Ve eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti senin üzerine olmasaydı, onlardan bir grup mutlaka seni saptırmaya kastedecekti. Ve onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar. Ve sana hiçbir şeyle zarar veremezler. Ve Allah, sana Kitab'ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti. Ve Allah'ın senin üzerindeki fazlı çok büyüktür.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bakara Suresinin 151. âyeti kerimesinde ise Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sahâbeye Kitab’ı, hikmeti ve onların daha bilmediği şeyi; yani hikmetin ötesini öğrettiğini söylüyor Allahû Tealâ. Demek ki Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e hikmetin ötesini ögretiyor, O da sahâbeye öğretiyor. Bu Allahû Tealâ’nın Peygamberlerine yaptığı özel bir ihsanıdır. Peygamber olmayan resûller için Allahû Tealâ dört görev sayıyor. Allah’ın âyetlerini okumak ve öğretmek birinci görev, onların nefslerini tezkiye etmek ikinci görev, onlara kitap öğretmek üçüncü görev, onlara hikmet öğretmek dördüncü görev. Orada bitiyor ama Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bundan öteye geçtiğini ve bütün bunlardan sonra sahâbeye hikmetin ötesini de öğrettiğini görüyoruz. Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e öğretiyor ve O da sahâbeye öğretiyor. Oysa Peygamber olmayan resûllerin arasında hikmetin ötesini öğretmek mevcut değildir.

54/KAMER-4: Ve lekad câehum minel enbâi mâ fihî muzdecer(muzdecerun).
Ve andolsun ki onlara, içinde caydırıcı şeyler bulunan haberlerden geldi.

54/KAMER-5: Hikmetun bâligatun fe mâ tugnin nuzur(nuzuru).
(Bu haberler), son derece baliğ (açık) hikmetlerdir. Buna rağmen uyarıların bir faydası olmadı.

95/TİN-8: E leysallâhu bi ahkemil hâkimîn(hâkimîne).
Allah, hakimlerin en güzel hüküm vereni değil mi?

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kamer-4'te "Ve yemin olsun ki onlara haberler geldi." buyruluyor.
Bu haberler insanları yapacakları yanlışlardan caydırıcı hüviyette idi.
Kamer-5'te ise Allah'ın gönderdiği haberlerin buluğa ermiş yani üst seviyede olgunlaşmış hikmetler olduğu ama inzar etmelerin, uyarmaların faydası olmadığı ifade buyruluyor. Allah herkesin cennetlere gitmesini sağlayacak bütün imkânları verir ama insanların çoğu Allah'ın bütün uyarılarına rağmen cehenneme gideceklerdir.
Nitekim Tin Suresinin 8. âyetinde de belirtildiği gibi Allah hakimlerin en güzel hüküm vereni değil midir? Allah'tan daha adil bir hakim olabilir mi?


Allah razı olsun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.