MÜRŞİD
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil
vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler);
Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun
yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ burada âmenû olanların
takva sahibi olmasını ve Allah’a ulaştıracak olan vesileyi, yani mürşidi Allah’tan
istemelerini emrediyor. Tabiatıyla mürşide ulaştıktan sonra da nefs tezkiyesi
söz konusu. Ve Allahû Tealâ, “Allah yolunda cihad edin." diyor . Bu cihad,
hem insanın nefsiyle yapacağı büyük cihad hem de Allah’ın düşmanlarıyla yapılan
küçük cihadı kapsar. Allahû Tealâ, felâha ermenin, kurtuluşa ermenin cihadla
mümkün olacağını söylüyor. Bu âyetteki cihad nefs tezkiyesi ve tasfiyesi olan
büyük cihaddır. Nefse karşı cihad-ı ekberi kazanmak ancak mürşide tâbî olmakla
gerçekleşir. Mürşidsiz hiç kimse tek başına büyük cihadı başaramaz. Allah’tan,
Allah’a ulaştıracak olan vesileyi istemek, mürşidi istemek, nefs tezkiyesi
yapmak farzdır. Felâh, cennet müjdesine, cennet kurtuluşuna ulaşmaktır.
Âyette bahsedilen felâh (kurtuluş)
3. kat cennet müjdesidir. Bir insanın 3. kat cennet kurtuluşuna ulaşması,
felâha ermesi, vesileyi istemesine, mürşide ulaşmasına, tövbe edip kalbine îmân
yazıldıktan sonra nefs tezkiyesi yapmasına ve böylece 3. safha takva sahibi
olup felâha ermesine bağlıdır. 1. safhadaki takva Allah’a ulaşmayı dilemek,
yani âmenû olmaktır. Kişiyi birinci kat
cennete ulaştırır (Cennetün Aliyeh). 2. safhadaki takva âyet-i kerimede
“Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin” olarak
belirtiliyor. Yani Allah’a ulaştıracak vesileyi, mürşidi isteyip mürşidin
önünde tövbe ederek, el öperek “lâ ilâhe illallâh muhammedun resûlullâh”
diyerek, 2. safhadaki takvanın sahibi olursunuz. Burada ikinci kat cennet
kazanılır (Cennetün firdevs). Sonra O’nun yolunda cihad etmeye, büyük cihadı
(nefs tezkiyesi) yapmaya başlıyorsunuz. Nefs tezkiyesi sonunda Allahû Tealâ’nın
evliyası oluyorsunuz. Tezkiye olayında ruh Allah’a ulaşır ve kişi felâha erer.
Burada 3. kat cennetin müjdesi vardır (Cennetün Huld). Böylece âyet-i kerime
bize 1. 2. ve 3. safhadaki takva ile
takva sahibi olmayı gösteriyor.
Lügat anlamı itibarıyla sakınmak,
korkmak anlamına gelen takva kavramı Kur’ân-ı Kerim’de Maide Suresinin 93.
âyet-i kerimesinde farklı seviyelere ait 2. 3. ve 4 safhadaki takvaların üçünü
birden muhtevasına almıştır. Dolayısıyla bütün âyetlerde geçen takvaları
sakınmak ve korkmak şeklinde değerlendirirsek, kavramın ifade ettiği aslî
mânâdan sapmış oluruz. Günümüzde birbirinden farklı incelediğimiz 23 tane
Kur’ân-ı Kerim meallerinde bu sapmayı kolaylıkla tespit etik.
(50/KAF-32) - (5/MÂİDE-93)
Âyetlerde birbirinden ayrı farklı
sevyelere ait 7 safha takva vardır.
1. safha takva: (30/RÛM-31)
2. safha takva: (5/MÂİDE-35)
3. safha takva: (50/KAF-31)
4. safha takva:
22/HACC-37: Len yenâlellâhe luhûmuhâ
ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike sahharahâ lekum li
tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiril muhsinîn(muhsinîne).
Onun (kurbanların), etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat
sizden O’na, takva (Allah’a teslim olma) ulaşır. İşte böylece size, onu
musahhar kıldı. Sizi hidayete erdirdiği şey üzerine (hidayete erdirmesi
sebebiyle) Allah’ı tekbir etmeniz için. Ve muhsinleri (Allah’a fizik
vücutlarını teslim edenleri) müjdele!
5. safha takva:
7/A'RÂF-201: İnnellezînettekav izâ
messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn(mubsırûne).
Muhakkak ki; takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen
bir vesvese dokunduğu zaman (Allah’ı) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür
ederler). İşte o zaman onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası
ile görürler: Casiye-23).
6. safha takva:
2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı
hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl’elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki
siz, takva sahibi olursunuz.
7. safha takva: (3/ÂLİ İMRÂN-102)
16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun),
ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün
yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır.
Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sıratı
Mustakîm, Allah’a ulaştıran yolun adıdır ve 2 yatay, 2 dikey olmak üzere 4
sebîlden oluşur. 1. ve 3. sebîller yatay; 2. ve 4. sebîller dikeydir. Her sebîlin
başlangıcı, bir mürşidin dergâhıdır.
Sebîller,
her mürşidin bulunduğu dergâhtan, devrin imamının bulunduğu dergâha kadar
ulaşan, yeryüzünün sathına paralel yollardır. Bu, Sıratı Mustakîm’in 1.
kesimidir.
Devrin imamının
dergâhından 7 tane gök katını birer birer aşarak 7. gök katına ulaşan 2.
sebîlin adı “Tarîki Mustakîm”dir. Zemin kattan 7. kata kadar çıkaran Tarîki
Mustakîm, özel bir tarıktir. Hem girişinde hem de çıkışında altın bir kapı
vardır. Devrin imamının dergâhındaki altın kapıdan Tarîki Mustakîm’e girilir, 7
kat yükselip, 7. katta altın kapıdan geçerek Tarîki Mustakîm’den çıkılır. Bu,
fetih kapısıdır. Tarîki Mustakîm, burada tamamlanır. Sonra 7 tane yatay âlem
geçilir. Bu, Sıratı Mustakîm’in 3. sebîlidir. 7. âlemin en üst noktası olan
Sidretül Münteha’dan yukarıya, Allah’a uzanan 4. yol, 4. sebîldir.
40/MU'MİN-38: Ve kâlellezî âmene yâ kavmittebiûni ehdikum
sebîler reşâd(reşâdi).
Ve
âmenû olan adam şöyle dedi: "Ey kavmim! Bana tâbî olun ki sizi irşad
yoluna ulaştırayım."
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hidayet
kelimesi ulaşmak, ulaştırmak anlamına gelir. Bu âmenû olan adam, firavun
ailesinden olan bir mürşiddir. Bihakkın takva seviyesinde; iradesini de Allah’a
teslim etmiş ve Allahû Tealâ tarafından irşad makamına tayin edilmiş olan
birisidir. “Bana tâbî olun ki; sizi irşad yoluna ulaştırayım.” diyor. Bunun
mânâsı “Sıratı Mustakîm’e ulaştırayım.” dır. Ve o kişi, Allah’ın katında irşad
makamının sahibi kılınan, kendisine “İrşada mezun ve memur kılındın.” emriyle
mürşidlik verilen kişidir. Ruhunu da vechini de nefsini de iradesini de Allah’a
teslim etmiştir.
18/KEHF-66: Kâle lehu mûsâ hel ettebiuke alâ en tuallimeni
mimmâ ullimte ruşdâ(ruşden).
Musa (A.S) ona şöyle dedi: “Rüşde ulaşmak üzere, sana öğretilen
(ilmi ledun) den bana öğretmen için, sana tâbî olabilir miyim?”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ’nın burada
rüşd adını verdiği şey, normal bir ilmin insana ulaştıracağı rüşd değildir. Bu,
gizli ilmin rüşdüdür. Yani burada Hz. Musa “Beni Allah’ın katındaki gizli
ilimler konusunda irşad etmen, sana öğretilen ilmi ledunden bana öğretmen için
sana tâbî olabilir miyim?” demektedir.
Her ilmin öğrenilmesi
için tâbiiyet asıldır. Ancak bu sefer tâbî olan bir Nebî; tâbî olunan ise bir
velîdir. Allah’ın katında üstün olan elbette nebîdir, peygamberdir. Peygamber,
zahirî kıstaslarla hüküm vermek mecburiyetindedir. Diğeri velîdir ama batınî
kıstaslarla hüküm verendir. Allah ile devamlı irtibat halindedir. Ne yapılması
lâzımgeldiğini Allahû Tealâ her an ona bildirmektedir.
40/MU'MİN-7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu
yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne
âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû
vettebeû sebîleke vekıhim azâbel cahîm(cahîmi).
Arşı
tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile
tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret
dilerler: "Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle)
kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve senin yoluna (Sıratı
Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları
cehennem azabından koru!”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet-i kerime, arşı
tutan meleklerin ve devrin imamının görevini bildirmektedir. Hem melekler hem
de devrin imamı âmenû olanlar (allah’a ulaşmayı dileyenler) için onların
günahlarının sevaba çevrilmesini yani mağfiret dilerler. Kim Allah’a ulaşmayı
diledikten sonra mürşidine tâbî olursa onun günahları sebava çevrilir. Yani
onlara mağfiret edilir.
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene
ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim
hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân
yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o
taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba)
çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet
gönderendir).
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez
zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum
minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ
hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur,
onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin
dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz),
onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar,
ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah, kendisine
Allah’ın hidayet yolunu seçmiş, mürşidine tâbî olmuş, Allah’tan kopması mümkün
olmayan urvetül vuskaya sımsıkı sarılmış insanların dostudur. Allah’a ulaşmayı
dileyen kişi ruhu Allah’tan bir ipe; Sıratı Mustakîm’e, kendisi de insanlardan
bir ipe; mürşid’e sarılmıştır. Allah onların kalplerine rahmetini, fazlını ve
salâvâtını ulaştırır. onları zulmetten nura çıkarır. Nefslerinin kalbini
Allah’ın nurlarıyla doldurur. Îmân kelimesinin etrafında toplanan fazıllar
nefsin kalbindeki karanlıkları kovar ve onların yerine yerleşirler. Neticede
nefsin kalbini ruhun kalbine çevirirler. mürşide tâbî olmadan evvel bunların
hiçbiri mümkün değildir.
Bütün şeytanlar,
insan şeytanlar ve cin şeytanların hepsi tagutu oluşturur. Tagut, bir şeytanlar
ordusudur. İnsan şeytanlar, insanları Allah’ın yoluna girmekten men eden
insanlardır. Cin şeytanlar, cinleri Allah’ın yoluna girmekten men eden
cinlerdir. Bu insanlar ve cinler, şeytanın görevini yaparlar, ona uşaklık
ederler. Allah’ın yolundan insanları saptırırlar ve insanların kendileriyle
beraber cehenneme gitmelerine sebep olurlar. Çünkü bu insanlar mürşidlerine
hiçbir zaman ulaşamayacaklardır. Asla ruhları vücutlarını terkedip Allah’a
doğru yola çıkamayacaktır ve kalplerine îmân yazılmayacaktır. Nefs tezkiyesine
başlayamayacaklardır. Ömürleri boyunca mü’min olmaları mümkün değildir hep
kâfir olarak kalacaklardır.
Allahû Tealâ,
âmenû olanları nefs tezkiyesine başlatır. mürşidine ulaştıktan sonra kişinin
nefsi zikirle giderek aydınlanır, aydınlanır, aydınlanır. Ruhunu Allah’a
ulaştırınca Allah’ın evliyası olur. Ama daha sonra irşad makamından şüphe
ederse fıska düşer, kalbinin içine küfür kelimesi yazılır. Tekrar küfre dönen
kişi tagutun dostudur. İnsansa insan şeytanların, cinse cin şeytanların
dostudur ve şeytanın da dostudur. Kalp karanlık hale gelir. Kalpteki îmân
kelimesi silindiği için artık kişi mü’min değildir. tagut tarafından kalbi
nurdan zulmete çıkarılmıştır. Ve o ateş ehli olduğu için, gideceği yer
cehennemdir.
3/ÂLİ İMRÂN-114: Yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri ve
ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yusâriûne fîl
hayrât(hayrâti), ve ulâike mines sâlihîn(sâlihîne).
Onlar, Allah'a ve yevmil âhire îman ederler, mâruf (irfan) ile
emreder ve kötülükten nehyederler (men ederler) ve hayırlara koşarlar. İşte
onlar, sâlihlerdendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Secde eden, âyetleri
tilâvet eden insanları sadece namaz kılanlar olarak düşünmek yanlıştır. Çünkü
bu insanlar namaz kılmanın ötesine geçmişlerdir. Onlar yevm’il âhire îmân
ederler. Yani herşeyden evvel ruhun ölmeden Allah’a ulaşmasına îmân ederler.
Eğer doğum yevm’il evvel
ise ölüm yevm’il âhirdir. Kıyâmetin yaratılması yevm’il evvelse, kıyâmet günü
yevm’il âhirdir. Mürşide ulaşmak yevm’il evvelse ruhu Allah’a ulaştırmak
yevm’il âhirdir.
Yevm’il âhir, ruhun
ölmeden evvel Allah’a ulaştığı gündür. Ma’ruf ile emretmek ve kötülükten
alıkoymak mürşidlerin görevleridir. Mürşidler hayırlarda yarışırlar. Onlar
salihlerdendir yani salâh makamının sahiplerindendir, Allah’ın 7 tane velâyet
makamının yedincisine ulaşabilmiş olanlardır.
Burada mürşide ait olan
özellikleri veriyor Allahû Tealâ. Kendileri irfanı yaşıyorlar, İlm’el
yakîni aşmışlar, Ayn’el yakînin ve
Hakk’ul yakînin sahibi olmuşlardır. İşte bu insanlar hristiyanların arasında da
yahudilerin arasında da mevcuttur ve dünya sulhunu kuracak olanlar, bütün
dînlerden salâh makamına ulaşanlardan oluşacak ama hepsi İslâm hüviyetinde
olacaklar. Çünkü onların hepsi Allah’a ruhlarını da vechlerini de nefslerini de
iradelerini de teslim etmişler ve irşad makamının sahibi olmuşlar yani salâhın
son mertebesinin sahibi olmuşlardır.
9/TEVBE-71: Vel mu’minûne vel mu’minâtu ba’duhum evlîyâu
ba’d(ba’din), ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yukîmûnas
salâte ve yu’tûnez zekâte ve yutîûnallâhe ve resûleh(resûlehu), ulâike se
yerhamuhumullâh(yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun hakîm(hakîmun).
Ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin dostlarıdır.
Ma’ruf ile emreder ve münkerden nehyederler (yasaklarlar) ve namazı ikâme
ederler ve zekâtı verirler. Allah ve O’nun resûlüne itaat ederler. İşte onlar,
Allah, onlara rahmet edecek. Muhakkak ki Allah; Azîz’dir, Hakîm’dir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada Allahû Tealâ, irşad
makamının sahipleri olan mü’min kadınlardan ve mü’min erkeklerden bahsederken
iki tarafı adeta birbirine mukayese ediyor. Sahâbe irşad makamına ulaşmışlar,
münkerden nehyetmek ve ma’ruf ile emretmek yetkisinin sahibi kılınmışlardır: (9/TEVBE-100)
Hepsi iradelerini de
Allah’a teslim eden ve kendilerine, tâbiinin tâbî olduğu kişilerdir. Münker,
yasaklanan şeylerden yasaklamaktır. Ma’rufla (irfan) emretmek, fiziğin ötesini
de ihtiva edecek olan (ruhun teslimi değil), fizik vücudun, daha ötede nefsin,
daha ötede iradenin teslimini emreden, fizik standartların ötesinde bir yerlere
ulaştırmaktadır.
Sahâbe ma’ruf ile
emredenler, münkerden nehyedenlerdir.
Allah, onlara rahmetin
en üst boyutlarını vermiş, onları salâh makamının sonuna ulaştırmıştır.
13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs
salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil
hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab’lerinin vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve
Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları
rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati,
hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel
bir) akıbeti (sonucu) vardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’ın Zat’ına
ulaşmayı dileyenler Rad-21’de anlatılmaktadır. Fakat Rad-20’dekiler ALLAH’IN
AHDİNİ yerine getirenler, yani önce ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve
iradelerini Allah’a teslim ettikten sonraki işlem olan ALLAH’IN AHDİNİ yerine getirmek
suretiyle iradelerini Allah’a teslim edenlerdir. Allah’ın vechini görenlerdir.
Ve Allah’ın Vechi’ni (Zat’ını) görmek için Allah’ın Vechi’ni dileyenlerdir.
Rad-21’de olanlar ise Allah’ın Zat’ına ulaşmak için Allah’ın Vechi’ni
dileyenlerdir.
23/MU'MİNÛN-96: İdfa’ billetî hiye ahsenus seyyieh(seyyiete),
nahnu a’lemu bi mâ yasıfûn(yasıfûne).
Seyyiati (kötülüğü), en güzel olanla yok et. Biz, (onların)
vasıflandırdıklarını en iyi biliriz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Seyyiati hasenatla değil, ahsen olanla önlemek, herkesin yapabileceği standartta bir şey
değildir. Herhangi birisi olsaydı “hasene” diyecekti Allahû Tealâ ama nebî
olduğu için “ahsenu” diyor. Ne zaman birisi Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e bir
kötülük etse ellerini açıp Allah’a şöyle yalvarırdı:
“Yarabbi, onları bağışla
çünkü onlar bilmiyorlardı.”
Hep talebi bu olmuştur.
Hiç kimseye beddua etmemiştir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bu âyette de bunu
hatırlatıyor.
Öyleyse seyyiatin
ahsenle önlenmesi, en üst seviyede bir önlenmedir.
41/FUSSİLET-34: Ve lâ testevîl hasenetu ve les
seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu
adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun).
Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir.
(Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan
kişi, samimi bir dost gibi olur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hasene ile seyyiat eşit
değildir. Çünkü birisi derecat kazandırır, öteki kaybettirir.
Bazı insanlar kötülüğe
karşı kötülük, iyiliğe karşı iyilik ederler. Bazı insanlar da iyiliğe karşı da
kötülüğe karşı da iyilik ederler. İşte bu, kötülüğe iyilikle karşılık verme
işlemidir. Bütün sahâbe, kötülüğe iyilikle mukabele ediyordu. Allahû Tealâ
buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi
tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ
lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul
mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (müminler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar
sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca
"biz îmân ettik " dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı
öfkelerinden parmak uclarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün."
Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.
Onlar, Kur’ân’ın
bütününe îmân eden sahâbeye düşmanlık ettikleri halde sahâbe onlara muhabbet
besliyor yani kötülüğe iyilikle mukabele ediyorlardı. Sahâbe Allah’a çağırıyor:
12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û
ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel
muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle
basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur.
Allah’ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.