11 Nisan 2016 Pazartesi

MÜRŞİD

MÜRŞİD

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ burada âmenû olanların takva sahibi olmasını ve Allah’a ulaştıracak olan vesileyi, yani mürşidi Allah’tan istemelerini emrediyor. Tabiatıyla mürşide ulaştıktan sonra da nefs tezkiyesi söz konusu. Ve Allahû Tealâ, “Allah yolunda cihad edin." diyor . Bu cihad, hem insanın nefsiyle yapacağı büyük cihad hem de Allah’ın düşmanlarıyla yapılan küçük cihadı kapsar. Allahû Tealâ, felâha ermenin, kurtuluşa ermenin cihadla mümkün olacağını söylüyor. Bu âyetteki cihad nefs tezkiyesi ve tasfiyesi olan büyük cihaddır. Nefse karşı cihad-ı ekberi kazanmak ancak mürşide tâbî olmakla gerçekleşir. Mürşidsiz hiç kimse tek başına büyük cihadı başaramaz. Allah’tan, Allah’a ulaştıracak olan vesileyi istemek, mürşidi istemek, nefs tezkiyesi yapmak farzdır. Felâh, cennet müjdesine, cennet kurtuluşuna ulaşmaktır.
Âyette bahsedilen felâh (kurtuluş) 3. kat cennet müjdesidir. Bir insanın 3. kat cennet kurtuluşuna ulaşması, felâha ermesi, vesileyi istemesine, mürşide ulaşmasına, tövbe edip kalbine îmân yazıldıktan sonra nefs tezkiyesi yapmasına ve böylece 3. safha takva sahibi olup felâha ermesine bağlıdır. 1. safhadaki takva Allah’a ulaşmayı dilemek, yani âmenû olmaktır.  Kişiyi birinci kat cennete ulaştırır (Cennetün Aliyeh). 2. safhadaki takva âyet-i kerimede “Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin” olarak belirtiliyor. Yani Allah’a ulaştıracak vesileyi, mürşidi isteyip mürşidin önünde tövbe ederek, el öperek “lâ ilâhe illallâh muhammedun resûlullâh” diyerek, 2. safhadaki takvanın sahibi olursunuz. Burada ikinci kat cennet kazanılır (Cennetün firdevs). Sonra O’nun yolunda cihad etmeye, büyük cihadı (nefs tezkiyesi) yapmaya başlıyorsunuz. Nefs tezkiyesi sonunda Allahû Tealâ’nın evliyası oluyorsunuz. Tezkiye olayında ruh Allah’a ulaşır ve kişi felâha erer. Burada 3. kat cennetin müjdesi vardır (Cennetün Huld). Böylece âyet-i kerime bize 1. 2. ve 3. safhadaki  takva ile takva sahibi olmayı gösteriyor.
Lügat anlamı itibarıyla sakınmak, korkmak anlamına gelen takva kavramı Kur’ân-ı Kerim’de Maide Suresinin 93. âyet-i kerimesinde farklı seviyelere ait 2. 3. ve 4 safhadaki takvaların üçünü birden muhtevasına almıştır. Dolayısıyla bütün âyetlerde geçen takvaları sakınmak ve korkmak şeklinde değerlendirirsek, kavramın ifade ettiği aslî mânâdan sapmış oluruz. Günümüzde birbirinden farklı incelediğimiz 23 tane Kur’ân-ı Kerim meallerinde bu sapmayı kolaylıkla tespit etik. 
(50/KAF-32) - (5/MÂİDE-93)
Âyetlerde birbirinden ayrı farklı sevyelere ait 7 safha takva vardır.

1. safha takva: (30/RÛM-31)
2. safha takva: (5/MÂİDE-35)
3. safha takva: (50/KAF-31)
4. safha takva:
22/HACC-37: Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiril muhsinîn(muhsinîne).
Onun (kurbanların), etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat sizden O’na, takva (Allah’a teslim olma) ulaşır. İşte böylece size, onu musahhar kıldı. Sizi hidayete erdirdiği şey üzerine (hidayete erdirmesi sebebiyle) Allah’ı tekbir etmeniz için. Ve muhsinleri (Allah’a fizik vücutlarını teslim edenleri) müjdele!
5. safha takva:
7/A'RÂF-201: İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn(mubsırûne).
Muhakkak ki; takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah’ı) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür ederler). İşte o zaman onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası ile görürler: Casiye-23).
6. safha takva:
2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl’elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takva sahibi olursunuz.
7. safha takva: (3/ÂLİ İMRÂN-102)

16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sıratı Mustakîm, Allah’a ulaştıran yolun adıdır ve 2 yatay, 2 dikey olmak üzere 4 sebîlden oluşur. 1. ve 3. sebîller yatay; 2. ve 4. sebîller dikeydir. Her sebîlin başlangıcı, bir mürşidin dergâhıdır.
Sebîller, her mürşidin bulunduğu dergâhtan, devrin imamının bulunduğu dergâha kadar ulaşan, yeryüzünün sathına paralel yollardır. Bu, Sıratı Mustakîm’in 1. kesimidir.
            Devrin imamının dergâhından 7 tane gök katını birer birer aşarak 7. gök katına ulaşan 2. sebîlin adı “Tarîki Mustakîm”dir. Zemin kattan 7. kata kadar çıkaran Tarîki Mustakîm, özel bir tarıktir. Hem girişinde hem de çıkışında altın bir kapı vardır. Devrin imamının dergâhındaki altın kapıdan Tarîki Mustakîm’e girilir, 7 kat yükselip, 7. katta altın kapıdan geçerek Tarîki Mustakîm’den çıkılır. Bu, fetih kapısıdır. Tarîki Mustakîm, burada tamamlanır. Sonra 7 tane yatay âlem geçilir. Bu, Sıratı Mustakîm’in 3. sebîlidir. 7. âlemin en üst noktası olan Sidretül Münteha’dan yukarıya, Allah’a uzanan 4. yol, 4. sebîldir.

40/MU'MİN-38: Ve kâlellezî âmene yâ kavmittebiûni ehdikum sebîler reşâd(reşâdi).
Ve âmenû olan adam şöyle dedi: "Ey kavmim! Bana tâbî olun ki sizi irşad yoluna ulaştırayım."
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hidayet kelimesi ulaşmak, ulaştırmak anlamına gelir. Bu âmenû olan adam, firavun ailesinden olan bir mürşiddir. Bihakkın takva seviyesinde; iradesini de Allah’a teslim etmiş ve Allahû Tealâ tarafından irşad makamına tayin edilmiş olan birisidir. “Bana tâbî olun ki; sizi irşad yoluna ulaştırayım.” diyor. Bunun mânâsı “Sıratı Mustakîm’e ulaştırayım.” dır. Ve o kişi, Allah’ın katında irşad makamının sahibi kılınan, kendisine “İrşada mezun ve memur kılındın.” emriyle mürşidlik verilen kişidir. Ruhunu da vechini de nefsini de iradesini de Allah’a teslim etmiştir.

18/KEHF-66: Kâle lehu mûsâ hel ettebiuke alâ en tuallimeni mimmâ ullimte ruşdâ(ruşden).
Musa (A.S) ona şöyle dedi: “Rüşde ulaşmak üzere, sana öğretilen (ilmi ledun) den bana öğretmen için, sana tâbî olabilir miyim?”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ’nın burada rüşd adını verdiği şey, normal bir ilmin insana ulaştıracağı rüşd değildir. Bu, gizli ilmin rüşdüdür. Yani burada Hz. Musa “Beni Allah’ın katındaki gizli ilimler konusunda irşad etmen, sana öğretilen ilmi ledunden bana öğretmen için sana tâbî olabilir miyim?” demektedir.
Her ilmin öğrenilmesi için tâbiiyet asıldır. Ancak bu sefer tâbî olan bir Nebî; tâbî olunan ise bir velîdir. Allah’ın katında üstün olan elbette nebîdir, peygamberdir. Peygamber, zahirî kıstaslarla hüküm vermek mecburiyetindedir. Diğeri velîdir ama batınî kıstaslarla hüküm verendir. Allah ile devamlı irtibat halindedir. Ne yapılması lâzımgeldiğini Allahû Tealâ her an ona bildirmektedir.

40/MU'MİN-7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbel cahîm(cahîmi).
Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret dilerler: "Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve senin yoluna (Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet-i kerime, arşı tutan meleklerin ve devrin imamının görevini bildirmektedir. Hem melekler hem de devrin imamı âmenû olanlar (allah’a ulaşmayı dileyenler) için onların günahlarının sevaba çevrilmesini yani mağfiret dilerler. Kim Allah’a ulaşmayı diledikten sonra mürşidine tâbî olursa onun günahları sebava çevrilir. Yani onlara mağfiret edilir.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allah, kendisine Allah’ın hidayet yolunu seçmiş, mürşidine tâbî olmuş, Allah’tan kopması mümkün olmayan urvetül vuskaya sımsıkı sarılmış insanların dostudur. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi ruhu Allah’tan bir ipe; Sıratı Mustakîm’e, kendisi de insanlardan bir ipe; mürşid’e sarılmıştır. Allah onların kalplerine rahmetini, fazlını ve salâvâtını ulaştırır. onları zulmetten nura çıkarır. Nefslerinin kalbini Allah’ın nurlarıyla doldurur. Îmân kelimesinin etrafında toplanan fazıllar nefsin kalbindeki karanlıkları kovar ve onların yerine yerleşirler. Neticede nefsin kalbini ruhun kalbine çevirirler. mürşide tâbî olmadan evvel bunların hiçbiri mümkün değildir.
            Bütün şeytanlar, insan şeytanlar ve cin şeytanların hepsi tagutu oluşturur. Tagut, bir şeytanlar ordusudur. İnsan şeytanlar, insanları Allah’ın yoluna girmekten men eden insanlardır. Cin şeytanlar, cinleri Allah’ın yoluna girmekten men eden cinlerdir. Bu insanlar ve cinler, şeytanın görevini yaparlar, ona uşaklık ederler. Allah’ın yolundan insanları saptırırlar ve insanların kendileriyle beraber cehenneme gitmelerine sebep olurlar. Çünkü bu insanlar mürşidlerine hiçbir zaman ulaşamayacaklardır. Asla ruhları vücutlarını terkedip Allah’a doğru yola çıkamayacaktır ve kalplerine îmân yazılmayacaktır. Nefs tezkiyesine başlayamayacaklardır. Ömürleri boyunca mü’min olmaları mümkün değildir hep kâfir olarak kalacaklardır. 
            Allahû Tealâ, âmenû olanları nefs tezkiyesine başlatır. mürşidine ulaştıktan sonra kişinin nefsi zikirle giderek aydınlanır, aydınlanır, aydınlanır. Ruhunu Allah’a ulaştırınca Allah’ın evliyası olur. Ama daha sonra irşad makamından şüphe ederse fıska düşer, kalbinin içine küfür kelimesi yazılır. Tekrar küfre dönen kişi tagutun dostudur. İnsansa insan şeytanların, cinse cin şeytanların dostudur ve şeytanın da dostudur. Kalp karanlık hale gelir. Kalpteki îmân kelimesi silindiği için artık kişi mü’min değildir. tagut tarafından kalbi nurdan zulmete çıkarılmıştır. Ve o ateş ehli olduğu için, gideceği yer cehennemdir.

3/ÂLİ İMRÂN-114: Yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yusâriûne fîl hayrât(hayrâti), ve ulâike mines sâlihîn(sâlihîne).
Onlar, Allah'a ve yevmil âhire îman ederler, mâruf (irfan) ile emreder ve kötülükten nehyederler (men ederler) ve hayırlara koşarlar. İşte onlar, sâlihlerdendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Secde eden, âyetleri tilâvet eden insanları sadece namaz kılanlar olarak düşünmek yanlıştır. Çünkü bu insanlar namaz kılmanın ötesine geçmişlerdir. Onlar yevm’il âhire îmân ederler. Yani herşeyden evvel ruhun ölmeden Allah’a ulaşmasına îmân ederler.
Eğer doğum yevm’il evvel ise ölüm yevm’il âhirdir. Kıyâmetin yaratılması yevm’il evvelse, kıyâmet günü yevm’il âhirdir. Mürşide ulaşmak yevm’il evvelse ruhu Allah’a ulaştırmak yevm’il âhirdir.
Yevm’il âhir, ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaştığı gündür. Ma’ruf ile emretmek ve kötülükten alıkoymak mürşidlerin görevleridir. Mürşidler hayırlarda yarışırlar. Onlar salihlerdendir yani salâh makamının sahiplerindendir, Allah’ın 7 tane velâyet makamının yedincisine ulaşabilmiş olanlardır.
Burada mürşide ait olan özellikleri veriyor Allahû Tealâ. Kendileri irfanı yaşıyorlar, İlm’el yakîni  aşmışlar, Ayn’el yakînin ve Hakk’ul yakînin sahibi olmuşlardır. İşte bu insanlar hristiyanların arasında da yahudilerin arasında da mevcuttur ve dünya sulhunu kuracak olanlar, bütün dînlerden salâh makamına ulaşanlardan oluşacak ama hepsi İslâm hüviyetinde olacaklar. Çünkü onların hepsi Allah’a ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de teslim etmişler ve irşad makamının sahibi olmuşlar yani salâhın son mertebesinin sahibi olmuşlardır.

9/TEVBE-71: Vel mu’minûne vel mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’d(ba’din), ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yukîmûnas salâte ve yu’tûnez zekâte ve yutîûnallâhe ve resûleh(resûlehu), ulâike se yerhamuhumullâh(yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun hakîm(hakîmun).
Ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin dostlarıdır. Ma’ruf ile emreder ve münkerden nehyederler (yasaklarlar) ve namazı ikâme ederler ve zekâtı verirler. Allah ve O’nun resûlüne itaat ederler. İşte onlar, Allah, onlara rahmet edecek. Muhakkak ki Allah; Azîz’dir, Hakîm’dir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada Allahû Tealâ, irşad makamının sahipleri olan mü’min kadınlardan ve mü’min erkeklerden bahsederken iki tarafı adeta birbirine mukayese ediyor. Sahâbe irşad makamına ulaşmışlar, münkerden nehyetmek ve ma’ruf ile emretmek yetkisinin sahibi kılınmışlardır: (9/TEVBE-100)
Hepsi iradelerini de Allah’a teslim eden ve kendilerine, tâbiinin tâbî olduğu kişilerdir. Münker, yasaklanan şeylerden yasaklamaktır. Ma’rufla (irfan) emretmek, fiziğin ötesini de ihtiva edecek olan (ruhun teslimi değil), fizik vücudun, daha ötede nefsin, daha ötede iradenin teslimini emreden, fizik standartların ötesinde bir yerlere ulaştırmaktadır.
Sahâbe ma’ruf ile emredenler, münkerden nehyedenlerdir.
Allah, onlara rahmetin en üst boyutlarını vermiş, onları salâh makamının sonuna ulaştırmıştır.

13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab’lerinin vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allah’ın Zat’ına ulaşmayı dileyenler Rad-21’de anlatılmaktadır. Fakat Rad-20’dekiler ALLAH’IN AHDİNİ yerine getirenler, yani önce ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ettikten sonraki işlem olan ALLAH’IN AHDİNİ yerine getirmek suretiyle iradelerini Allah’a teslim edenlerdir. Allah’ın vechini görenlerdir. Ve Allah’ın Vechi’ni (Zat’ını) görmek için Allah’ın Vechi’ni dileyenlerdir. Rad-21’de olanlar ise Allah’ın Zat’ına ulaşmak için Allah’ın Vechi’ni dileyenlerdir.

23/MU'MİNÛN-96: İdfa’ billetî hiye ahsenus seyyieh(seyyiete), nahnu a’lemu bi mâ yasıfûn(yasıfûne).
Seyyiati (kötülüğü), en güzel olanla yok et. Biz, (onların) vasıflandırdıklarını en iyi biliriz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Seyyiati hasenatla değil, ahsen olanla önlemek, herkesin yapabileceği standartta bir şey değildir. Herhangi birisi olsaydı “hasene” diyecekti Allahû Tealâ ama nebî olduğu için “ahsenu” diyor. Ne zaman birisi Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e bir kötülük etse ellerini açıp Allah’a şöyle yalvarırdı:
“Yarabbi, onları bağışla çünkü onlar bilmiyorlardı.”
Hep talebi bu olmuştur. Hiç kimseye beddua etmemiştir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bu âyette de bunu hatırlatıyor.
Öyleyse seyyiatin ahsenle önlenmesi, en üst seviyede bir önlenmedir.
41/FUSSİLET-34: Ve lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun).
Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hasene ile seyyiat eşit değildir. Çünkü birisi derecat kazandırır, öteki kaybettirir.
Bazı insanlar kötülüğe karşı kötülük, iyiliğe karşı iyilik ederler. Bazı insanlar da iyiliğe karşı da kötülüğe karşı da iyilik ederler. İşte bu, kötülüğe iyilikle karşılık verme işlemidir. Bütün sahâbe, kötülüğe iyilikle mukabele ediyordu. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (müminler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca "biz îmân ettik " dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uclarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün." Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.

Onlar, Kur’ân’ın bütününe îmân eden sahâbeye düşmanlık ettikleri halde sahâbe onlara muhabbet besliyor yani kötülüğe iyilikle mukabele ediyorlardı. Sahâbe Allah’a çağırıyor:

12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah’ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.