2 Mart 2016 Çarşamba

Engeller

                                     Engeller

Sevgili kardeşlerim, bu günkü konumuz engeller.
İnsanlar hangi kavimde ve hangi devrede yaşarlarsa yaşasınlar, bulundukları kavmin içinde onların dilleriyle konuşan bir resûl mutlaka bulunur.
14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.

Allahû Tealâ insanların Allah’a ulaşmayı dileyerek, dünya ve ahiret saadetine ulaşmaları için resûlleri aracılığıyla tebliğini mutlaka duyurur, herkese tebligat yapılır, tebligatı duymayan yoktur. Mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemesi, dilemenin farz olduğu herkes tarafından öğrenilir.

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzı), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey’in, in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na’kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.

Her kavim içindeki resûl, Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilemeyenleri, cehenneme gitmekle uyarmakta, Allah’a ulaşmayı dileyenleri (amenû olanları) ise cennetle müjdelemektedirler.

6/EN'ÂM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah’a ulaşmayı dilerse) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki: 
“Ben nasıl müjdeliyorsam sizde öyle müjdeleyin, müjdeleyin ki Allah’ın Zatı’na şahit olanlar cennette birlikte olacaklardır.”

İşte böyle bir dizayn içerisinde bütün insanlara “Allah’a ulaşmayı dileyin. Dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir.” diye mutlaka tebligat ulaşır. “Şirkte kalırsınız, küfürde kalırsınız, dalâlette kalırsınız, hüsranda kalırsınız.” gibi uyarılar mutlaka herkese yapılır.

“Allah’a ulaşmayı dile yoksa gideceğin yer cehennem olur.” tarzında bir hitaba muhatap olan insanların;
·        Birinci davranış biçimi konuyla hiç ilgilenmemeleridir,
·        İkinci davranış biçimi reddetmektir,
·    Üçüncü davranış biçimi hem reddetmek hem de başkalarını da Allah’ın yolundan uzaklaştırmaya çalışmaktır.
·        Dördüncü davranış biçimi kabul etmektir.  

Kabul etmeyip ses çıkarmamak ilgilenmemeyi ifade eder. Ama bir de kişinin tepkisi hem ses çıkarmadan durmamak yani kendisine tebliğ yapıldığı zaman karşılık vermek hatta kavga etmek şeklinde de tecelli edebilir. Bir insan Allah’ın yoluna davet edildiği zaman kabul etmezse, Allahû Tealâ buna seyirci kalamaz, o kişi üzerinde mutlaka engeller oluşturur. Her bir grupta oluşturduğu  engeller farklılık gösterir.

Allahû Tealâ Secde 9’da insanlarda işitme, görme ve idrak etme hassalarını kıldığını ifade ediyor.

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

Göz, kulak ve kalp vücudumuzdaki uzuvlardır. Allahû Tealâ A’râf 179’da ise bu uzuvlarımızdan bahsetmektedir;

A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.

İşte Allahû Tealâ, görmemizi, işitmemizi ve idrak etmemizi sağlayan sistemler oluşturmuştur, bunlar uzuvlarımız ve hassalarımızdır. Allahû Tealâ engelleri bu sistemler üzerine yerleştirir.
Hassalar:
·        Görme (basar) hassası,
·        İşitme (sem’i) hassası,
·        İdrak etme (fıkıh) hassası.

Uzuvlar:
·Görmeyi sağlayan gözler,
·İşitmeyi sağlayan kulaklar,
·İdrak etmeyi sağlayan kalptir.


ü          Allahû Tealâ’nın yerleştirdiği engeller ise şöyledir.

Hassalardaki engeller:
1- Görme  (basar) hassası üzerine gişavet (perde) konur.
2- İşitme (sem’i) hassası mühürlenir.
3- İdrak hassası mühürlenir.

Uzuvlardaki engeller:
1- Gözlerinin üzerine hicab-ı mesture (gizli perde) konur.
2- Kulaklarına vakra konur.
3- Kalbe ekinnet konur.

Başlangıç noktasında hiç kimsede engel yoktur. Akil ve baliğ olan herkese hidayetçiler hidayeti tebliğ ederler. Tebliğ karşısında davranış biçimleri ve sonuçlarına göre insanları dört grupta incelememiz gerekir.

1.     Gruptaki insanlar:

1. gruptaki insanlar tebliğ yapanı dinlerler; itiraz etmezler ama tâbî de olmazlar. Ortaya bir anlaşmazlık çıkarmazlar. Eğer bir insan kendisine tebliğ yapılır da bu tebliğe muhatap olduğunda sessiz kalırsa, o davranışa karşı cephe almazsa (kavga etmezse); Allahû Tealâ böyle olan insanların görme hassasını, işitme hassasını ve idrak hassalarını kapatır (mühürler).

2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü’min olmazlar.

2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.

45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

2.gruptakiinsanlar :                                                                                                                                     
2. grup insanlar, sadece çekimser kalan, umursamaz durumda olan insanlar değildirler, kendilerine tebliğ yapanlara karşı çıkan ve onları engelleyenlerdir. Allahû Tealâ işte bu engelleyen insanların (kavga ediyorlarsa), onların görme uzvu olan gözlerinin üzerine, işitme uzvu olan kulaklarının üzerine, idrak etme uzvu olan kalplerinin üzerine engeller koyar.

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.

Hicab; perde, mesture de; gizli anlamındadır. Allahû Tealâ burada: “Onlarla senin arana bunu koyarız.” dediği zaman, “O uzvu mühürleriz.” demiş olmaktadır. Görmelerine mâni olmak için, hicab-ı mesturenin o kişinin gözleri üzerine konulması lâzımdır. O zaman onlar o gözleriyle irşad makamını, irşad makamı olarak göremezler, alelâde bir insan olarak değerlendirirler.

Allahû Tealâ, irşad makamı hidayete müteallik şeyleri söylediğinde, irşad makamını inkâr etsinler, kabul etmesinler diye kulaklara engel (vakra) koyar ve irşad makamının söylediklerini işitemezler. Onların kalplerinin üzerine irşad makamını idrak etmelerine mâni olmak için de ekinnet koyar. İrşad makamının söylediği şeyin ne mânâya geldiğini ve ne kadar önemli olduğunu anlayamazlar.

3. gruptaki insanlar :                                                                                                
Kişi kendisi hidâyette olmadığı gibi, başkalarının da hidâyetine mani oluyorsa bu taktirde Allahû Tealâ hem hassalarına hem de uzuvlarına engeller koyar. Allahû Tealâ onların gözleri üzerine hicab-ı mesture ve görme hassasının üzerine görmeyi engelleyecek olan bir engel koyar, görme hassasını mühürler. O kişinin işitme uzvu olan kulaklarına vakra koyar ve o kişinin sem’î isimli işitme hassasını mühürler. Allahû Tealâ, o kişinin kalbindeki idrak hassasını ve kalbini de mühürler. Yetmez, o kalbe bir de idrak etmeyi önleyen bir müessese (ekinnet) koyar.
A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.
4. gruptaki insanlar:
Eğer kişi tebliğe muhatap olduğunda hiç karşı çıkmadan hemen kabul eder ve Allah’a ulaşmayı dilerse o zaman hiç engel konmadığı için Allah ona sadece ihbat sistemini yerleştirir.
Bu kişiler artık işiten ve idrak eden kişilerdir ve bu sebeple Allah’a ve Resûlü’ne itaat edenlerdir.

24/NÛR-51: İnnemâ kâne kavlel mu’minîne izâ duû ilallâhi ve resûlihî li yahkume beynehum en yekûlû semi’nâ ve ata’nâ ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Onların aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve resûlüne davet edildikleri zaman mü’minlerin sözü “işittik ve itaat ettik” demeleridir. Ve işte onlar, onlar felâha erenlerdir.

25/FURKÂN-73: Vellezîne izâ zukkirû bi âyâti rabbihim lem yahırrû aleyhâ summen ve umyânâ(umyânen).
Ve onlara, Rab’lerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman onlara (âyetlere) karşı kör ve sağır olmazlar.

Bir kişi, Allah’ın koyduğu engeller oluştuktan sonra aklı başına gelip de Allah’a ulaşmayı dilerse ne olur?

Allahû Tealâ o zaman o kişinin eskiden olan hatasını dikkate almaz. Eğer o kişi ölmeden evvel (hayattayken) Allah’a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ ilk 3 grubun üçünde de hangi engeli koymuşsa, o engeli mutlaka kaldırır.

Eğer sadece hassaları üzerine engel koymuşsa, o kişinin görme hassasının, işitme hassasının ve idrak etme hassasının üzerindeki engelleri kaldırır (1.grup).

Eğer uzuvları üzerine (gözlerin, kulakların ve kalbin üzerine ) engeller koymuşsa onları kaldırır (2.grup).

Eğer hem hassası hem uzvu üzerine engeller koymuşsa onları da kaldırır (3.grup).

Çünkü Allahû Tealâ affedicidir. Kişi ne kadar günah işlerse işlesin; eğer o kişi Allah’a ulaşmayı dilerse o kişinin gideceği yer cennettir. Çünkü Allah o kişinin günahlarını örtecektir.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Furkan sahibi kılmak tüm engellerin kaldırılması demektir. Yetmez ! Allahû Tealâ bir de kişinin irşad makamının sözlerini idrak etmesini sağlayacak olan ihbat müessesesini kalbe yerleştirir.

22/HACC-54: Ve li ya’lemellezîne ûtûl ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sıratın mustakîm(mustakîmin).
Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl’ün, Nebî Resûl’ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O’na îmân etmeleri, onların kalplerinin O’nu (Allah’ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm’e hidayet edendir.
“tuhbite lehu kulûbuhum” Kalplerinin onu ihbat etmesi için, idrak etmesi için demektir.

22/HAC-34: Ve li kulli ummetin cealnâ menseken li yezkurûsmallâhi alâ mâ razakahum min behîmetil en’âm(en’âmi), fe ilâhukum ilâhun vâhıdun fe lehû eslimû ve beşşiril muhbitîn(muhbitîne).
Ve Biz, bütün ümmetler için (kurban konusunda aynı) usulleri tayin ettik ki onlara, (Allah’ın) rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine Allah’ın İsmi’ni zikretsinler (Allah’ın İsmi ile kurbanları kessinler). O halde, sizin İlâhınız Tek Bir İlâh’tır. Öyleyse O’na teslim olun! Ve muhbitleri müjdele.

11/HUD-23: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve ahbetû ilâ rabbihim ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Muhakkak ki; âmenû olanlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenler), ıslâh edici amel (nefs tezkiyesi) yapanlar ve Rab’lerine huşû duyanlar (kalplerine ihbat konulanlar, razı ve itaatkâr olanlar), işte onlar, cennet ehlidir. Onlar, orada ebedî kalanlardır.

Fıska düşen insanlar :
Allah yoluna giren kişiye Allah furkanlar verir ve hidayete erdirir, ama kişi yoldan ayrılıp dalâlete düşerse bu kişi fıska düşer. Bu 2.fısktır.  

(Çünkü başta bütün insanlar fısktadır (1.fısk). Nefs 19 afeti barındırdığı için kapkaranlık bir nefs kalbiyle hayata başlarız. İnsan yaratıldığı anda nefsinin bu özellikleri sebebiyle doğuşundan itibaren dalalettedir. Bu nedenle başta bütün insanlar fısktadır.)

2.fısktaki kişi tekrar Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah bu kişiyi 2. defa hidayete erdirir. Ama kişi tekrar yoldan ayrılıp, dalâlete düşerse bu kişi 3.kez fıska düşer. İşte kişi 3.defa fıska düşerse o zaman Allah o kişinin kalbini ve hassalarını geri dönüşsüz olarak mühürler bir daha hidayete ermelerine müsaade edilmez.

16/NAHL-106: Men kefere billâhi min ba’di îmânihî illâ men ukrihe ve kalbuhu mutmainnun bil îmâni ve lâkin men şereha bil kufri sadran fe aleyhim gadabun minallâh(minallâhi), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Kalbi îmânla mutmain olmuş olduğu halde zorlanan kimse hariç, fakat kim îmânından (hidayete erdikten) sonra Allah’ı inkâr ederse ve kim küfre göğüs açarsa (irşad makamından şüphe edip fıska düşerse, kişinin küfrü talebi sebebiyle, Allahû Tealâ, onun göğsünü küfre açar, şerheder), artık Allah’tan bir gazap onların üzerinedir ve onlar için azîm azap vardır.

16/NAHL-108: Ulâikellezîne tabeallâhu alâ kulûbihim ve sem’ihim ve ebsârihim, ve ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
İşte onlar, Allah’ın kalplerini, işitme hassalarını ve görme hassalarını tabettiği (mühürlediği) kimselerdir. Ve işte onlar; onlar, gâfillerdir.

4/NİSÂ-137: İnnellezîne âmenû, summe keferû, summe âmenû, summe keferû, summezdâdû kufran lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki onlar âmenû oldular, sonra inkâr ettiler. Sonra yine âmenû oldular sonra inkâr ettiler. Daha sonra da küfürlerini artırdılar. Allah, onları mağrifet edecek değildir ve onları yola (Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e) hidayet edecek değildir.

5/MÂİDE-71: Ve hasibû ellâ tekûne fitnetun fe amû ve sammû summe tâballâhu aleyhim summe amû ve sammû kesîrun minhum. Vallâhu basîrun bimâ ya’melûn(ya’melûne).
Ve yaptıklarının bir fitne olmayacağını sandılar böylece kör ve sağır (hakkı görmez ve işitmez) oldular. Sonra, Allah onların tövbesini kabul etti. Sonra yine onlardan bir çoğu kör ve sağır oldular. Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi görendir.

Fesat çıkartanlar, kalpleri tab edilenler;
Bir insan kendisine yapılan tebliğe cevap vermediği ve tartışmaya girdiği gibi, bunun ötesinde başka insanları da Allah’ın yolundan çevirmeye kalkıyorsa, bu konuda bir gayretin sahibiyse, “İnsan ruhu vücuttan ayrılırsa insan ölür. O insanın hedefe gitmesi (Allah’a ulaşması) mümkün değildir” diyorsa ve Allah’ın Resûlü’nü yalancılıkla ve sahtekârlıkla suçluyorsa; bunlar hem Allahû Tealâ’nın söylediklerine karşı çıkmış olurlar ve bununla kalmayıp hem de başka insanların da Allah’a ulaşmayı dilemelerine mâni olarak, o cennete girecek olan insanların (Allah’a ulaşmayı dileseler hepsi cennete girecekler) cehenneme gitmelerine sebebiyet verirler.

Bu sebeple Allahû Tealâ tüm engellerin ötesinde fesat çıkartan bu insanların kalplerini tab eder. Onların artık geri dönüşü, hidayete ulaşmaları mümkün değildir.

4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah’ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.

4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e) hidayet edecek değildir.

4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîren).
Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.

47/MUHAMMED-24: E fe lâ yetedebberûnel kur’âne em alâ kulûbin akfâluhâ.
Hâlâ Kur’ân’ı tefekkür etmezler mi? Yoksa kalpler üzerinde kilitleri mi var?

İşte o büyük lânetle lânetlenenler, başka insanların dalâlette kalmalarını temin eden, bilerek ve isteyerek hidayeti gizleyen ve başka insanların Allah’a ulaşmasına bilerek ve isteyerek mâni olanlardır.

33/AHZÂB-67: Ve kâlû rabbenâ innâ ata’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnâs sebîl(sebîlâ).
Ve cehennemde olanlar derler ki: "Yarabbi, muhakkak ki biz, sâdatlarımıza (dînde ileri gidenlerimize) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîmi’nden) saptık."

33/AHZÂB-68: Rabbenâ âtihim dı’feyni minel azâbi vel anhum la’nen kebîrâ(kebîren).
Rabbimiz, onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle lânetle.

2/BAKARA-159: İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).
Muhakkak ki, beyyinelerden indirdiğimiz şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaştırılmasını) Kitap'ta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenlere, işte onlara, Allah lânet eder ve lânet ediciler de onlara lânet eder.
Öyleyse bir kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse yani kendisine yapılan bütün tebliğlere ve tüm açıklamalara rağmen: “Hayır, sen yanlış söylüyorsun. Benim söylediğim doğrudur. Ben böyle bir şeyi kabul etmiyorum.” diye devamlı karşı çıkan bir tutum sergilerse, böyle bir insan için kurtuluş yoktur. O insan hiçbir zaman Allah’a ulaşmayı dilemeyecektir. Dilemediği için de gideceği yer mutlak olarak cehennem olacaktır. Zaten böyle olan bir kişinin nefsinin kalbinde afetler duruma hâkim olduğu için, o kişi devamlı sıkıntı içerisinde yaşayacaktır. Eğer buna ilaveten başkalarını da olumsuz etkiler  ve onların da Allah’a ulaşmayı dilemesine engel olursa o zaman cezası kat kat artacaktır.

Bu engellerin neticesinde olanlar:                                                                   

Bakara 6,7 deki kişiler Allah'a ulaşmayi dilemedikleri takdirde, Yunus 7 ve 8'e göre cehenneme giderler.

YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

YUNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

İsra-45,46 ve Araf -179'daki kişiler (yalanlayan, engelleyip fesad çıkaranlar) Allah'a ulaşmayi dilemedikleri takdirde, Rad 25, Nisa 167,168,169'a göre cehennemin daha alt katlarina giderler.

13/RAD-25: Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar, misaklerinden sonra (Allah’a ruhlarını teslim edeceklerine dair ezelde Allah’a misak verdikten sonra) Allah’ın ahdini bozarlar (ruhlarını Allah'a ulaştırmazlar). Ve Allah’ın, O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler. Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.
Bu konunun başlangıcında, kişinin kendisine yapılan tebliğe cevabı yatıyor. Tebliğe muhatap olmayan hiç kimse yoktur. Herkese tebliğ mutlaka yapılır. Allahû Tealâ tebliğ yaparsa o tebliğin muhtevasında, kişinin davranış biçimi önem taşır. Kişiye tebliğ yapılmıştır, kabul eder veya etmez. İlgisiz kalırsa kâfir olmakta devam eder. Tebliğe ilgisiz kalmadan evvel, kendisine tebliğ edilmeden kişi zaten küfürdeydi. Allah’a ulaşmayı dilemesi lâzım ki; küfürden kurtulabilsin. Tebliğe ilgisiz kaldı, kişinin küfrü devam ediyor. Bu, onların küfür kademesinde kalmasını ifade eder.

Allahû Tealâ’nın indinde Allah’ın bir talebi var; herkesin irşad makamının söylediklerini işitmesini ve idrak etmesini istiyor. Kişi işitmiyor sadece arkasından Allahû Tealâ’nın harekete geçtiğini görüyoruz. Karşı koymayan kişinin hassalarına engeller koyuyor, işitme, görme ve idrak hassalarına. Eğer kişi irşad makamıyla tartışırsa, o zaman da uzuvlarına engeller koyuyor. Daha ötede, bir insanın başkalarını engellemesinin yattığını görüyoruz. Kendisi Allah’a ulaşmayı dilemiyor ama başka insanları da gelip kendisine sordukları zaman: “Yahu Allah’a ulaşmayı dilemek diye bir şey varmış. Biz hiç böyle bir şey duymadık. Sen ne diyorsun?” dediği zaman onlara şiddetle: “Kesinlikle böyle bir şey yok! Sakın Allah’a ulaşmayı dilemeyin. Dilemeniz hiçbir zaman gerekmiyor. Onlar sapıklardır.” tarzında bir şeyler söylediği zaman işte bu, kişinin hem uzuvlarına hem hassalarına Allahû Tealâ engel koyar ve genellikle bu insanlar, zaten devamlı olarak fıskta kalacak olanlardır. 

İşte böyle bir dizaynda Allah ile olan ilişkilerimizde, Allah bizi ya engellerle engeller ya da kim Allah’a ulaşmayı dilerse, engellerin mahiyeti ne olursa olsun, dilediği anda bütün engelleri aynı anda kaldırılır. İşte Allahû Tealâ’nın, bir ucu günahların örtülmesine ulaşan, öbür ucu kişinin amelleri sebebiyle kazandığı derecelerin heba olmasına (yok olmasına) ulaşan, iki tarafı da birbirinin tamamen zıddı neticelere ulaştıran bir sistem.

Herkesin Allah yoluna girerek tüm teslimlerini gerçekleştirebilmesini yüce Rabbimizden dileriz.


Allah razı olsun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.