4 Kasım 2015 Çarşamba

ZULÜM

ZULÜM

4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkar edenler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Âyet-i kerimede zikredilen kâfirler; “dünya hayatında ruhun Allah’a ulaşması yoktur, ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır” diyenlerdir. Bir insan, sadece ölümle insan ruhunun Allah’a ulaşmasına inanıyorsa doğal olarak dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilemeyecektir. Dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilemeyen bu kâfirler başkalarını da “dünya hayatında ruhun Allah’a ulaşması yoktur” tarzında bir yanlış inanca yönlendirmek suretiyle onları Allah’ın yolundan saptırdıkları için uzak bir dalâlet içindedirler.
            İnsanlar hanif fıtratıyla doğmuşlar yani tek Allah’a inanmak ve Allah’a teslim olabilmek yeteneğiyle doğmuşlar. Tebliğe muhatap olanlardan her kim tebliğe ilgisiz kalırsa Allahû Tealâ Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetlerinde belirtildiği gibi hassalarına engeller koyar. “Hassaları engelli bu kâfirlere söylesen de söylemesen de netice değişmez. O kâfirler mü’min olmazlar. Onların kalpleri mühürlüdür.” diyor.

2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir, onlar mü’min olmazlar. 2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.

            Bütün kâfirlerin kalpleri mühürlü. Kimdir kâfir? Eğer şeytana sorarsanız insanlara yutturduğu bir şeyle mü’min olmayanlar diyor. Allah’a inanmayanlar kâfirdir. Îmân kelimesi inanmak anlamının içeriğine sahip olduğu için iblis bunu insanları aldatmak için bir vesile saymış. Bir insanın mü’min olabilmesi için 7 tane kalp şartına, 7 tane inanç şartına, 4 tane de vasıf şartına sahip olması lâzım biliyorsunuz.
1-     Kişin kalbindeki ekinneti almış olacak Allahû Tealâ
2-     Kişinin kalbinin mührünü açacak
3-     Yerine ihbat koyacak
4-     Allahû Tealâ kalbine hidayetle ulaşacak
5-     O kişinin kalbinin nur kapısını Allaha çevirecek
6-     Göğsünden kalbine nur yolu açacak
7-     Mürşidine tâbî olduğunda kalbinin içine îmân kelimesi yazılacaktır.
            Allahû Tealâ kalbe hidayetle ulaşmadıkça, yani kalbin içine îmân girmedikçe hiç kimsenin mü’min olamayacağını söylüyor Hucurat Suresinin 14. âyet-i kerimesi.

49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tû’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîûllâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah’a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûlü’ne itaat ederseniz (Allah’a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.”

            Bu 7 tane kalp şartı. Yedi tane de inanç şartı gerekli.
1-   Allah’a inanmak
2-   Meleklerine inanmak
3-   Resûllerine inanmak
4-   Kitaplarına inanmak
5-   Bâsu badel mevte inanmak
6-   Hayrın Allah’tan şerrin insanın nefsinden olduğuna inanmak
7-   Ruhu ölmeden evvel Allaha ulaştırmak, hayattayken ulaştırmak, bunun farziyetine inanmak.

            Ve 4 tane de hidayet şartı
1-   Ruhun hidayetine başlamış olmak
2-   Fizik vücudun hidayetine başlamış olmak
3-   Nefsin hidayetine başlamış olmak
4-   İradenin hidayetine başlamış olmak

            Ruhun hidayeti, Allah’a ulaşmak üzere ruhun vücudumuzdan ayrılmasıyla başlar. Fizik vücudun hidayeti, fizik vücudumuzun şeytana kul olmaktan kurtulmaya başlamasıyla başlar. Nefsin hidayeti ise nefsin kalbindeki afetleri temizlemeye başlamasıyla devreye girer.
            Öyleyse 3 ayrı vücudumuz 3 ayrı Sıratı Mustakîm üzerinde 3 ayrı hidayetin sahibi olacak. Böyle bir dizaynda ancak mü’min olmak söz konusudur.
            1- 7 tane kalp şartı
            2- 7 tane inanç şartı
            3- 4 tane hidayet şartı
            Kişi o zaman îmânı artan mü’min olur. Öyleyse şimdi Allahû Tealâ’nın burada bahsettiği insanlar “Onlar ki kâfirdirler diyor. İnnellezîne keferû diyor ve Allah’ın yolundan saptırırlar diyor.” İnnellezîne keferû, onlar ki kâfirdirler. ve saddû saptırırlar, an sebîlillâhi Allah’ın yolundan, kad dallû dalâlen baîdâ. Kad, and olsun ki onlar açık bir dalâlet içindedirler. Uzak bir dalâlet içindedirler, baîdâ uzak bir dalâlet.
            Öyleyse bu insanlar Allah’ın yoluna girmiş olsalardı ne olacaktı? Kalplerine îmân girecekti ve küfür alınıp îmân kelimesi yazılacaktı. Hidayetler başlayacaktı. Allah kalbin içine îmânı yazdığı için kişi mü’min olacaktı. Böyle olmadığı için kâfirler. Allah’ın yoluna girmedikleri için kâfirler. Yetmez başka insanları da Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Yeryüzündei fesat sebebi bu insanlar. Bakın ne diyor Allahû Tealâ Rad 20-21’de:

13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar. 13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

            Onlar diyor Allahû Tealâ: “Allah ile olan ahdlerini yerine getirirler ve özellikle misaklaerini bozmazlar.” Ve misaklerini bozmayan bu insanlar misaklerini yerine getirirler. Nasıl? Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar. Böylece misak yerine getiriliyor. “Allah’ın Allaha ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.”diyor Allahû Tealâ. Ruhlarını, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettikleri ruhlarını Allah’a ulaştırılar.
            Aynı surenin 25. âyet-i kerimesine bakıyoruz bu âyetler 20 ve 21. âyetlerdi. Diyor ki Allah: “Onlar Allah’a misak verdikleri halde Allah’a ruhlarını ulaştırmayı vuslatı keserler. Onlar yeryüzünde fesat çıkaranlardır. Başka insanların da hidayete ermesine mani olurlar.”

13/RA'D-25: Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar, misaklerinden sonra (Allah’a ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair ezelde Allah’a misak verdikten sonra) Allah’ın ahdini bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim etmezler). Ve Allah’ın, O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.

            İşte başka insanların da hidayete ermesine mani olur ifadesi bu âyet gereğince var, Nisa-167 gereğince. Başka insanların Allah’ın yoluna girmesine mani olurlar diyor. Orada da bu sebeple fesat çıkardıkları işaret ediliyor. Rad Suresinin 25. âyet-i kerimesiyle Nisa Suresinin 167. âyet-i kerimesi arasında bir illiyet rabıtası var.
            Öyleyse bu illiyet rabıtasına dikkat edin. Allahû Tealâ’yla olan ilişkilerde bu olay var sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler. Allahû Tealâ burada açıkça “Onlar Allah’ın yolundan saptırırlar.” diyor. Orada da böyle olduğu için yeryüzünde fesat çıkardıkları neticesine ulaşıyoruz Rad-25’de. Âyet-168, 167’nin devamı.169’da bir konuyu bütünlüyor.

4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkar edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allahû Tealâ diyor ki: “İnnellezîne keferû, muhakkak ki onlar kâfirlerdir. ve zalemû, ve zalimlerdir.” Niçin zalimler? Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini önledikleri için zalimler. Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini önleyince onların hidayetine mani oluyorlar. Rad-25’de Allahû Tealâ’nın ifade ettiği gibi yeryüzünde fesat çıkartıyorlar. Allah’ın emirlerine itaatsizlik ediyorlar. İsyan ediyorlar Allahû Tealâ’nın emirlerine ve yeryüzünde fesat çıkartıyorlar bu sebeple. Ve başka insanların hidayetine mani oldukları için de Allahû Tealâ hükmünü koyuyor “Onlar zalimdirler.” diyor. Başkalarına ve kendilerine zulm ederler. Başkalarına mani oldukları için kendilerine de zulm etmiş oluyorlar. “İnnellezîne keferû ve zalemû muhakkak ki onlar kâfirdirler ve zalimdirler. Lem yekunillâhu li yagfire lehum, Allah onlara mağfiret etmez.” diyor Allahû Tealâ. Allah onların günahlarını sevaba çevirmez. Allah olara mağfiret etmez onların günahlarını sevaba çevirmez.
            Eğer başka insanlar da yola girmiş olsalardı, bunlar da yola girmiş olsalardı yani Allah’a ruhlarını ulaştırmayı dileselerdi, mürşidlerine ulaşıp tâbî oldukları anda onların bütün günahlarını Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesi gereğince Allah sevaba çevirecekti. Ne diyor Allahû Tealâ Furkan-69’da cehenneme gidecek olanlardan bahsediyor. Furkan-70’de ne diyor Allahû Tealâ? Diyor ki: “Ama kim tövbe ederse mürşidin önünde yapılan bir tövbe onlar hariç diyor. Onlar cehenneme gitmezler. Onlar mü’min olurlar diyor birinci işaret. Onlar amilüssalihat yapmaya başlarlar diyor, nefs tezkiyesi yapmaya başlarlar diyor ikinci işaret. Onların bütün günahlarını bütün seyyiatlerini, Allah hasenata çevirir, sevaba çevirir yani onların bütün negatif derecelerini, nakıs derecelerini, kaybettikleri derecelerini Allah zahid derecelere  pozitif derecelere, kazanç derecelere çevirir yani onların günahlarını sevaba çevirir.” diyor Allahû Tealâ Furkan-70’de ve 71’de de diyor ki: “Onların ruhları tövbeleri kabul edilmiş bir halde Allah’a ulaşır.”

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
25/FURKÂN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a ulaşır (hayattayken ruhu Allah’a ulaşır).

            İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler görüyorsunuz ki Allah ile olan ilişkilerimizde her şeyin en güzel olması söz konusu. Şimdi bu insanlar yola girmedikleri için mürşidlerinin önünde tövbe de etmiş değiller. Tabiî günahları da sevaba da çevrilmiş değil. “Allah onlara mağfiret etmez yani onların günahlarını sevaba çevirmez.” diyor. Ve onları Sıratı Mustakîm’e de ulaştırmaz diyor. “ve lâ li yehdiyehum onları ulaştırmaz tarîkâ.”
            Sevgili kardeşlerim tarik, Tarîki Mustakîm’i ifade ediyor burada. Sıratı Mustakîm 4 sebilden oluşur. Birinci sebîl yataydır. Kişinin tövbe ettiği yerle ana dergah, devrin imamının dergahı, arasındaki yatay yolu ifade eder. Burada Tarîki Mustakîm başlar. Tarîki Mustakîm, 7 tane gök katını aşan bir yoldur. Bu 7 tane gök katını aşan yol 7. kata kadar ulaşır. Bundan sonra yeni bir yatay yol başlayacaktır. Birinci âlemden 7. âleme kadar ve bu yeni yolun dizaynı içerisinde her şey adım adım sonuçlanacaktır. Soldan sağa doğru yedi tane âlem geçilir Sıdretül Münteha’ya ulaşılır, yatay bir yoldur üçüncü sebil. Ve dördüncü sebîl dikey bir yoldur. Sıdretül Münteha’dan Allah’a kadar ulaşır. Ruh Allah’a ulaştıktan sonra Allah’ın Zatında kaybolur, yok olur. Kişi fenâ fillah olur. Allah’ın Zatında fani olur, Allah’ın evliyası olur.
            İşte burada Allahû Tealâ “Onu Tarîki Mustakîm’e ulaştırmaz diyor. Sebîlleri, birinci sebîli aşarak Tarîki Mustakîm’e ulaşmasına Allahû Tealâ müsaade etmez.” diyor. Eğer tâbî olsaydı mürşidine hem Allahû Tealâ onların günahlarını sevaba çevirecekti hem de onları Sıratı Mustakîm’e mutlaka ulaştıracaktı. Tâbî olanların mutlaka Sıratı Mustakîm’e ulaştıkları Nebe-38 ve 39’da kesinleşiyor. Nebe-38, mürşidin önünde yapılan bir tövbe, 39’da bunun üzerine yolan çıkan ruhun Allah’a ulaşması.

78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffan), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
O gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf saf hazır bulunurlar. Rahmân’ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.

4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîren).
Ancak cehennem yoluna (hidayet eder,ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Öyleyse bütün insanlar için söz konusu olan bir dizayndan bahsediyor Allahû Tealâ. Burada Allahû Tealâ’nın yolunda her şeyin en güzel olduğu bir dizaynda yaşamak söz konusu. Hepiniz için bütün güzellikler mevcut Allah’ın yolunda.
            Öyleyse Allahû Tealâ’nın açıkça ifade ettiği gibi;
            1- Yola girmeyen kâfir kalanlar var.
            2- Yola giren yani Sıratı Mustakîm’e ruhu ulaşan ve mü’min olanlar var.
            1- Günahları sevaba çevrilmeyenler var.
            2- Günahları sevaba çevrilenler var.
            1- Dalâlette olanlar var.
            2- Hidayette olanlar var.

            İnsanlar Allah’a ulaşmayı dilemedikçe dalâlettedirler.
6/EN'ÂM-77: Fe lemmâ reel kamere bâzigan kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle le in lem yehdinî rabbî le ekûnenne minel kavmid dâllîn(dâllîne).
Ay’ı doğarken görünce: “Benim Rabbim bu.” dedi. Fakat kaybolunca: “Eğer Rabbim beni hidayete erdirmezse, mutlaka dalâletteki kavimden olurum.” dedi.

26/ŞUARÂ-20: Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
Musa (A.S): “Onu yaptığım zaman ben, dalâlette olanlardandım.” dedi.

93/DUHÂ-7: Ve vecedeke dâllen fe hedâ.
Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.

            Dalâlette olanların ise kurtuluşu söz konusu değil. İşte Allahû Tealâ burada onlar uzak bir dalâlet içindedirler buyuruyor. Kur’ân-ı Kerim’de 7 âyet-i kerime dalâlette olan insanların mürşidlerine ulaşmasının mümkün olmadığını söylüyor.
            1. Âyet: Kasas-50

28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah’tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.

            2. Âyet: Taha-123

20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”

            3. Âyet: Kehf-17

18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

            4. Âyet: Casiye-23 (Hevalarına tâbî olanlar Kasas-50’ye göre mürşidlerine tâbî olmayanlar.)

45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

            5. Âyet: Cuma-2

62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O’dur. Onlara, O’nun (Allah’ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab’ı (Kur’ân-ı Kerim’i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (resûle tâbî olmadan evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.

            6. Âyet: Âli İmran-164

3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
And olsun ki Allah, müminleri, "Onların aralarında (kendi zamanlarında, kendi kavimleri içinde), kendilerinden bir resul beas ederek (başlarının üzerine devrin imamının ruhu bir nimet olmak üzere)" nimetlendirdi (lutufda bulundu). Onlara, O'nun (Allah'ın) ayetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder, onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel ise (resule tâbi olmadan evvel), onlar elbette apaçık dalâlet içinde idiler.

            7. Âyet: Ahkâf-32

46/AHKÂF-32: Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve Allah’ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah’tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.

            Allahû Tealâ dalâlette olanların mutlaka mürşidlerine tâbî olmayanlar olduğunu söylüyor. Öyleyse Allah’a ulaşmayı diledikten sonra mürşide tâbî olmak kurtuluşun temelidir. Böyle bir durumda Allahû Tealâ’nın ifadesini yerli yerine oturtmak mecburiyetindeyiz.

Allah
25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Burada pişmanlığın acı bir sonucu verilmektedir. Zalimler o gün ellerini ısırırlar.  İfade çok açık ve kesin: “O gün resûlle beraber kendime yol edinseydim.” Bu Resûl, Mehdî Resûl’dür. Bu sebîl, ruhu Allah’a ulaştıran yoldur. Sadece adı geçen Mehdi Resûl’e tâbiiyette Allah’a ulaştıran sebîle varılabilir. Nebe Suresinde Allahû Tealâ buyuruyor ki: (78/NEBE-39) Meab, sığınak anlamındadır. Allah’a doğru yola çıkıldığı gün Allahû Tealâ buyuruyor:

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet (insan ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşması), (Allah’ın kendisine ulaştırması)s Allah’ın hidayetidir, size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.”. Yoksa onlar, Rabbinizin huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîmdir (en iyi bilendir).

İşte Allah’a ulaşmak için tutulan o yolun adı sebîldir.
Fazl, Resûle tâbiiyetten sonra, zikrullah ile Allah’ın müridin kalbine gönderdiği nur’un adıdır.

25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Kişinin dost edindiği insanlar, Mehdi Resûl’e karşı çıkanlar emaniyye bilgilerin sahipleridir. Kim İslâm’ın 5 şartıyla veya kalbinde zerre kadar îmânla cennete gidileceğini zannediyorsa, savunuyorsa işte onlar emaniyyecilerdir. İnsanı cehenneme götüren de cennete götüren de arkadaşıdır. Arkadaş edindiği kişilerin yaşantıları kişiye her zaman örnektir. Kişinin yanlış davranışlarının temelinde, yanlış davranışların sahibi olan arkadaşları yatar. Edindiğiniz çevre, geleceğiniz için son derece önemlidir.
            Aldanmayın! Dost seçerken Allah’ın dostlarını dost seçin ki; onlarla birlikte Allah’a ulaşasınız.

25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Zikrullah, Allah’ın adını  “Allah, Allah,, Allah, Allah...” diyerek zikretmektir. Aynı zamanda Allah’ın adını hatırlamak, Kur’ân okumak, namaz kılmak da birer zikirdir. Burada zikirden Allahû Tealâ’nın muradı, Allah’ın Kur’ânı’ndaki manevî öğretisidir. 
            Bir önceki âyet-i kerimede “keşke ben falanı dost edinmeseydim” diyen kişinin edindiği dost ona Kur’ân’daki ilim açıklandığı halde, onu o zikirden saptırmayı başarmıştır. Bu kişi, zikretmiyor ve başka insanların da Allah’ın yoluna girmesine engel oluyor. Onun da engel olduğu kişinin de gideceği yer cehennemdir. Engel olunan kişi isteseydi, iradesiyle ona karşı çıkabilirdi. Söylediklerini kabul etmezdi. Dolayısıyla suçlu olan sadece onu zikirden saptıran değildir. Asıl suçlu olan saptıranlara inanan ve dalâlette kalan kişidir.
            Allahû Tealâ bu sebeple Kur’ân-ı Kerimi’nde kişisel iradeye büyük bir değer vermiştir. Bir kişi kendi iradesiyle Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, cehennemden kurtuluşu hiçbir zaman mümkün değildir. Cehennemden kurtulup insanı cennete alacak olan temel başlangıç noktası, Allah’a ulaşmayı dileme noktasıdır. Herkes kendi iradesiyle bunu gerçekleştirmek zorundadır. Ya gerçekleştirecektir, kendisini cehennemden kurtaracaktır veya gerçekleştirmeyecektir o zaman cehenneme girmeyi hakedecektir.
            Nahl Suresinin 36. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

            Resûl, o insanlara Allah’a ulaşmayı dilemelerini emrettiğinde dilerlerse Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesine göre kurtulacaklardır. Dilemezlerse kurtulamayacaklardır. Bu arada şeytanın, insanlara ulaşan bu ilmi engellemekte çok önemli bir rolü olduğu da kesindir.

39/ZUMER-1: Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil hakîm(hakîmi).
Bu Kitab’ın indirilişi, Azîz (yüce ve üstün) ve Hakîm (hikmet ve hüküm sahibi) olan Allah tarafındandır.

25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Bu resûl, Peygamber Efendimiz (S.A.V) olamaz. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde, sahâbe Kur’ân-ı terketmemiştir. Kur’ân’a dört elle sarılmışlardır. Allahû Tealâ diyorki:

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz(müminler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îman edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca "biz iman ettik " dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uclarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün." Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.

            Demek ki sahâbe Kur’ân’dan sapmamış, tam aksine Kur’ân’ın bütününe tâbî olmuşlardır. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in kavmi Kur’ân’ı terketmediler. Zaten Kur’ân onların zamanında indirildi. Kur’ân’ın terkedilmesi Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde olamaz. Çünkü hayatının son 23 senesi, kendisine Kur’ân indirilmekle geçti. Kur’ân tamamlandığı zaman da rahmetli oldu. Öyleyse aradan yüzlerce sene geçmesi lâzım ki; seneler sonra bir resûl: “Ey Rabbim! Benim kavmim Kur’ân’ı terketti.” diyebilsin. O resûl, bu devirdeki resûl’dür (Mehdi Resûl’dür). Her devirde huzur namazının imamı mutlaka vardır. Ve bu devir, Kur’ân’ın terkedildiğinin O’nun tarafından herkese ispat edildiği devirdir. Asr-ı hidayettir. Bu sebeple bu Resûl bu devirde Huzur Namazı’nın İmamı olan ve hidayete erdiren Mehdi Resûl’dür.
            Kur’ân 7 safha içerir:
1- Allah’a ulaşmayı dilemek. 3. basamak, 1. safha.
2- 12 ihsanla Allah’ın gösterdiği irşad makamına ulaşıp tâbî olmak. 14. basamak, 2. safha.
3- Ruhun, nefs tezkiyesine paralel olarak 7 gök katını aşarak Allah’a ulaşıp teslim olması. 21.
    basamak 3. safha.
4- Nefsin %80’den daha fazla arınması ve fizik vücudun Allah’a teslim olması. Fizik vücudun
    Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren ve yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir duruma gelmesi.
    25. basamak 4. safha.
5- Nefsin Allah’a teslim olması. 26. basamak 5. safha.
6- İrşad olması. 27. basamak 6. safha.
7- Nefsin kalbinin tamamen afetlerden arındıktan sonra 19 mertebe müzeyyen olarak, iradenin
    de Allah’a teslim olması. 28. basamak 7. safha.
            7 tane kademe, 7 tane safha içerir. Bu 7 safhada 4 teslim gerçekleşir. Ve bugün manzara gerçekten dehşet vericidir. Duhan, bütün dünyayı kaplamıştır. Kâinatın tek dîni olan İslâm dîni hükümferma değildir. Kur’ân’daki insanları kurtuluşa ulaştıracak olan hükümler unutturulmuştur. Şeytan bunu ne yazık ki başarmıştır. Bugün dünya üzerindeki İslâm dînini öğreten birkaç yüz üniversiteden hiçbirisi artık İslâm’ın 7 safhasından, ruhun, vechin, nefsin, iradenin Allah’a tesliminden bahsetmez olmuştur. Sadece ALLAH’IN ÜNİVERSİTESİ bunları öğretmekle vazifelidir, ancak o öğretebilir.
            14 asır evvel Kur’ân indirilmişse, bütün sahâbe bu 7 safhayı yaşamışlarsa, Kur’ân’ın bütününe tâbî olmuşlarsa, 4 teslimi gerçekleştirmişlerse, irşad makamına tayin edilmişlerse ve bugün bunların hiçbirisi artık gerçekleşmiyorsa, o zaman Kur’ân gerçekten terkedilmiş değil mi?
            Peygamber Efendimiz (S.A.V) Nebî Resûl’dü. O’ndan sonra nebî resûl hiç gelmemiştir, gelmesi de mümkün değildir. Ama velî resûller bütün devirlerde olduğu gibi, şu anda da bütün dünyadaki bütün kavimlerin içinde mevcuttur. Ve onlardan bir tanesi devrin imamı diyor ki:
            “Ey Rabbim, muhakkak ki; benim kavmim Kur’ân’ı terketti.”
            Defaatle bunu Rabbine ve herkese söylemiştir, Allah’ın O Resûl’ü…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.