ZULÜM
4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi
kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak
ki inkar edenler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar),
(mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Âyet-i
kerimede zikredilen kâfirler; “dünya hayatında ruhun Allah’a ulaşması yoktur, ancak
ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır” diyenlerdir. Bir insan, sadece ölümle insan ruhunun
Allah’a ulaşmasına inanıyorsa doğal olarak dünya hayatında Allah’a ulaşmayı
dilemeyecektir. Dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilemeyen bu kâfirler
başkalarını da “dünya hayatında ruhun Allah’a ulaşması yoktur” tarzında bir
yanlış inanca yönlendirmek suretiyle onları Allah’ın yolundan saptırdıkları
için uzak bir dalâlet içindedirler.
İnsanlar
hanif fıtratıyla doğmuşlar yani tek Allah’a inanmak ve Allah’a teslim olabilmek
yeteneğiyle doğmuşlar. Tebliğe muhatap olanlardan her kim tebliğe ilgisiz
kalırsa Allahû Tealâ Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetlerinde belirtildiği gibi
hassalarına engeller koyar. “Hassaları engelli bu kâfirlere söylesen de
söylemesen de netice değişmez. O kâfirler mü’min olmazlar. Onların kalpleri
mühürlüdür.” diyor.
2/BAKARA-6: İnnellezîne
keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar
muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir,
onlar mü’min olmazlar. 2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ
sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah
onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve
görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük)
bir azap vardır.
Bütün
kâfirlerin kalpleri mühürlü. Kimdir kâfir? Eğer şeytana sorarsanız insanlara
yutturduğu bir şeyle mü’min olmayanlar diyor. Allah’a inanmayanlar kâfirdir.
Îmân kelimesi inanmak anlamının içeriğine sahip olduğu için iblis bunu
insanları aldatmak için bir vesile saymış. Bir insanın mü’min olabilmesi için 7
tane kalp şartına, 7 tane inanç şartına, 4 tane de vasıf şartına sahip olması
lâzım biliyorsunuz.
1-
Kişin kalbindeki ekinneti almış olacak Allahû Tealâ
2-
Kişinin kalbinin mührünü açacak
3-
Yerine ihbat koyacak
4-
Allahû Tealâ kalbine hidayetle ulaşacak
5-
O kişinin kalbinin nur kapısını Allaha çevirecek
6-
Göğsünden kalbine nur yolu açacak
7-
Mürşidine tâbî olduğunda kalbinin içine îmân kelimesi yazılacaktır.
Allahû
Tealâ kalbe hidayetle ulaşmadıkça, yani kalbin içine îmân girmedikçe hiç kimsenin mü’min olamayacağını
söylüyor Hucurat Suresinin 14. âyet-i kerimesi.
49/HUCURÂT-14: Kâletil
a’râbu âmennâ, kul lem tû’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî
kulûbikum, ve in tutîûllâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum
şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar:
“Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah’a
ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalplerinize (içine) îmân
girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûlü’ne itaat ederseniz (Allah’a ulaşmayı
dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah; Gafur’dur,
Rahîm’dir.”
Bu
7 tane kalp şartı. Yedi tane de inanç şartı gerekli.
1-
Allah’a inanmak
2-
Meleklerine inanmak
3-
Resûllerine inanmak
4-
Kitaplarına inanmak
5-
Bâsu badel mevte inanmak
6-
Hayrın Allah’tan şerrin insanın nefsinden olduğuna inanmak
7-
Ruhu ölmeden evvel Allaha ulaştırmak, hayattayken ulaştırmak, bunun
farziyetine inanmak.
Ve 4 tane de hidayet şartı
1-
Ruhun
hidayetine başlamış olmak
2-
Fizik
vücudun hidayetine başlamış olmak
3-
Nefsin
hidayetine başlamış olmak
4-
İradenin
hidayetine başlamış olmak
Ruhun hidayeti, Allah’a
ulaşmak üzere ruhun vücudumuzdan ayrılmasıyla başlar. Fizik vücudun hidayeti,
fizik vücudumuzun şeytana kul olmaktan kurtulmaya başlamasıyla başlar. Nefsin
hidayeti ise nefsin kalbindeki afetleri temizlemeye başlamasıyla devreye girer.
Öyleyse 3 ayrı vücudumuz
3 ayrı Sıratı Mustakîm üzerinde 3 ayrı hidayetin sahibi olacak. Böyle bir
dizaynda ancak mü’min olmak söz konusudur.
1- 7 tane kalp şartı
2- 7 tane inanç şartı
3- 4 tane hidayet şartı
Kişi o zaman îmânı artan
mü’min olur. Öyleyse şimdi Allahû Tealâ’nın burada bahsettiği insanlar “Onlar
ki kâfirdirler diyor. İnnellezîne keferû diyor ve Allah’ın yolundan saptırırlar
diyor.” İnnellezîne keferû, onlar ki kâfirdirler. ve saddû saptırırlar, an
sebîlillâhi Allah’ın yolundan, kad dallû dalâlen
baîdâ. Kad, and olsun ki onlar açık bir dalâlet içindedirler. Uzak bir dalâlet
içindedirler, baîdâ uzak bir dalâlet.
Öyleyse
bu insanlar Allah’ın yoluna girmiş olsalardı ne olacaktı? Kalplerine îmân
girecekti ve küfür alınıp îmân kelimesi yazılacaktı. Hidayetler başlayacaktı.
Allah kalbin içine îmânı yazdığı için kişi mü’min olacaktı. Böyle olmadığı için
kâfirler. Allah’ın yoluna girmedikleri için kâfirler. Yetmez başka insanları da
Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Yeryüzündei fesat sebebi bu insanlar. Bakın ne
diyor Allahû Tealâ Rad 20-21’de:
13/RA'D-20: Ellezîne
yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar,
Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini
Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini
de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar. 13/RA'D-21: Vellezîne
yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel
hisâb(hisâbi).
Ve
onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi
(ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve
kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
Onlar
diyor Allahû Tealâ: “Allah ile olan ahdlerini yerine getirirler ve özellikle
misaklaerini bozmazlar.” Ve misaklerini bozmayan bu insanlar misaklerini yerine
getirirler. Nasıl? Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi
Allah’a ulaştırırlar. Böylece misak yerine getiriliyor. “Allah’ın Allaha
ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.”diyor Allahû Tealâ.
Ruhlarını, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettikleri ruhlarını Allah’a
ulaştırılar.
Aynı
surenin 25. âyet-i kerimesine bakıyoruz bu âyetler 20 ve 21. âyetlerdi. Diyor
ki Allah: “Onlar Allah’a misak verdikleri halde Allah’a ruhlarını ulaştırmayı
vuslatı keserler. Onlar yeryüzünde fesat çıkaranlardır. Başka insanların da
hidayete ermesine mani olurlar.”
13/RA'D-25: Vellezîne
yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale
ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar,
misaklerinden sonra (Allah’a ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini
teslim edeceklerine dair ezelde Allah’a misak verdikten sonra) Allah’ın ahdini
bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim
etmezler). Ve Allah’ın, O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler
(ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka
insanların da Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına mani oldukları için fesat
çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.
İşte
başka insanların da hidayete ermesine mani olur ifadesi bu âyet gereğince var,
Nisa-167 gereğince. Başka insanların Allah’ın yoluna girmesine mani olurlar
diyor. Orada da bu sebeple fesat çıkardıkları işaret ediliyor. Rad Suresinin
25. âyet-i kerimesiyle Nisa Suresinin 167. âyet-i kerimesi arasında bir illiyet
rabıtası var.
Öyleyse
bu illiyet rabıtasına dikkat edin. Allahû Tealâ’yla olan ilişkilerde bu olay
var sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler. Allahû Tealâ burada açıkça
“Onlar Allah’ın yolundan saptırırlar.” diyor. Orada da böyle olduğu için
yeryüzünde fesat çıkardıkları neticesine ulaşıyoruz Rad-25’de. Âyet-168,
167’nin devamı.169’da bir konuyu bütünlüyor.
4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem
yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak
ki inkar edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip
saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah'a ulaştıran Sıratı
Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ diyor ki: “İnnellezîne keferû, muhakkak ki onlar kâfirlerdir. ve zalemû,
ve zalimlerdir.” Niçin zalimler? Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini
önledikleri için zalimler. Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini önleyince
onların hidayetine mani oluyorlar. Rad-25’de Allahû Tealâ’nın ifade ettiği gibi
yeryüzünde fesat çıkartıyorlar. Allah’ın emirlerine itaatsizlik ediyorlar.
İsyan ediyorlar Allahû Tealâ’nın emirlerine ve yeryüzünde fesat çıkartıyorlar
bu sebeple. Ve başka insanların hidayetine mani oldukları için de Allahû Tealâ
hükmünü koyuyor “Onlar zalimdirler.” diyor. Başkalarına ve kendilerine zulm
ederler. Başkalarına mani oldukları için kendilerine de zulm etmiş oluyorlar.
“İnnellezîne keferû ve zalemû muhakkak ki onlar kâfirdirler ve zalimdirler. Lem
yekunillâhu li yagfire lehum, Allah onlara mağfiret etmez.” diyor Allahû Tealâ.
Allah onların günahlarını sevaba çevirmez. Allah olara mağfiret etmez onların
günahlarını sevaba çevirmez.
Eğer
başka insanlar da yola girmiş olsalardı, bunlar da yola girmiş olsalardı yani
Allah’a ruhlarını ulaştırmayı dileselerdi, mürşidlerine ulaşıp tâbî oldukları
anda onların bütün günahlarını Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesi gereğince
Allah sevaba çevirecekti. Ne diyor Allahû Tealâ Furkan-69’da cehenneme gidecek
olanlardan bahsediyor. Furkan-70’de ne diyor Allahû Tealâ? Diyor ki: “Ama kim
tövbe ederse mürşidin önünde yapılan bir tövbe onlar hariç diyor. Onlar
cehenneme gitmezler. Onlar mü’min olurlar diyor birinci işaret. Onlar
amilüssalihat yapmaya başlarlar diyor, nefs tezkiyesi yapmaya başlarlar diyor
ikinci işaret. Onların bütün günahlarını bütün seyyiatlerini, Allah hasenata
çevirir, sevaba çevirir yani onların bütün negatif derecelerini, nakıs
derecelerini, kaybettikleri derecelerini Allah zahid derecelere pozitif derecelere, kazanç derecelere çevirir
yani onların günahlarını sevaba çevirir.” diyor Allahû Tealâ Furkan-70’de ve
71’de de diyor ki: “Onların ruhları tövbeleri kabul edilmiş bir halde Allah’a
ulaşır.”
25/FURKÂN-70: İllâ
men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim
hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak
kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan)
mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların,
Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah,
Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
25/FURKÂN-71: Ve
men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve
kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o
taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a ulaşır
(hayattayken ruhu Allah’a ulaşır).
İşte
sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler görüyorsunuz ki Allah ile olan
ilişkilerimizde her şeyin en güzel olması söz konusu. Şimdi bu insanlar yola
girmedikleri için mürşidlerinin önünde tövbe de etmiş değiller. Tabiî günahları
da sevaba da çevrilmiş değil. “Allah onlara mağfiret etmez yani onların
günahlarını sevaba çevirmez.” diyor. Ve onları Sıratı Mustakîm’e de ulaştırmaz
diyor. “ve lâ li yehdiyehum onları ulaştırmaz tarîkâ.”
Sevgili
kardeşlerim tarik, Tarîki Mustakîm’i ifade ediyor burada. Sıratı Mustakîm 4
sebilden oluşur. Birinci sebîl yataydır. Kişinin tövbe ettiği yerle ana dergah,
devrin imamının dergahı, arasındaki yatay yolu ifade eder. Burada Tarîki
Mustakîm başlar. Tarîki Mustakîm, 7 tane gök katını aşan bir yoldur. Bu 7 tane
gök katını aşan yol 7. kata kadar ulaşır. Bundan sonra yeni bir yatay yol
başlayacaktır. Birinci âlemden 7. âleme kadar ve bu yeni yolun dizaynı
içerisinde her şey adım adım sonuçlanacaktır. Soldan sağa doğru yedi tane âlem
geçilir Sıdretül Münteha’ya ulaşılır, yatay bir yoldur üçüncü sebil. Ve
dördüncü sebîl dikey bir yoldur. Sıdretül Münteha’dan Allah’a kadar ulaşır. Ruh
Allah’a ulaştıktan sonra Allah’ın Zatında kaybolur, yok olur. Kişi fenâ fillah
olur. Allah’ın Zatında fani olur, Allah’ın evliyası olur.
İşte
burada Allahû Tealâ “Onu Tarîki Mustakîm’e ulaştırmaz diyor. Sebîlleri, birinci
sebîli aşarak Tarîki Mustakîm’e ulaşmasına Allahû Tealâ müsaade etmez.” diyor.
Eğer tâbî olsaydı mürşidine hem Allahû Tealâ onların günahlarını sevaba
çevirecekti hem de onları Sıratı Mustakîm’e mutlaka ulaştıracaktı. Tâbî
olanların mutlaka Sıratı Mustakîm’e ulaştıkları Nebe-38 ve 39’da kesinleşiyor.
Nebe-38, mürşidin önünde yapılan bir tövbe, 39’da bunun üzerine yolan çıkan
ruhun Allah’a ulaşması.
78/NEBE-38: Yevme
yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffan), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur
rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
O
gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf saf hazır
bulunurlar. Rahmân’ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve
(izin verilen) sadece sevap söylemiştir.
78/NEBE-39: Zâlikel
yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte
o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün),
Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine
ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan
kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ
ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîren).
Ancak
cehennem yoluna (hidayet eder,ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak
olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Öyleyse
bütün insanlar için söz konusu olan bir dizayndan bahsediyor Allahû Tealâ.
Burada Allahû Tealâ’nın yolunda her şeyin en güzel olduğu bir dizaynda yaşamak
söz konusu. Hepiniz için bütün güzellikler mevcut Allah’ın yolunda.
Öyleyse
Allahû Tealâ’nın açıkça ifade ettiği gibi;
1-
Yola girmeyen kâfir kalanlar var.
2-
Yola giren yani Sıratı Mustakîm’e ruhu ulaşan ve mü’min olanlar var.
1-
Günahları sevaba çevrilmeyenler var.
2-
Günahları sevaba çevrilenler var.
1-
Dalâlette olanlar var.
2-
Hidayette olanlar var.
İnsanlar Allah’a ulaşmayı dilemedikçe dalâlettedirler.
6/EN'ÂM-77: Fe
lemmâ reel kamere bâzigan kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle le in lem
yehdinî rabbî le ekûnenne minel kavmid dâllîn(dâllîne).
Ay’ı
doğarken görünce: “Benim Rabbim bu.” dedi. Fakat kaybolunca: “Eğer Rabbim beni
hidayete erdirmezse, mutlaka dalâletteki kavimden olurum.” dedi.
26/ŞUARÂ-20: Kâle
fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
Musa (A.S): “Onu yaptığım zaman
ben, dalâlette olanlardandım.” dedi.
93/DUHÂ-7: Ve
vecedeke dâllen fe hedâ.
Ve
seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.
Dalâlette olanların ise kurtuluşu söz
konusu değil. İşte Allahû Tealâ burada onlar uzak bir dalâlet içindedirler
buyuruyor. Kur’ân-ı Kerim’de 7
âyet-i kerime dalâlette olan insanların mürşidlerine ulaşmasının mümkün
olmadığını söylüyor.
1. Âyet: Kasas-50
28/KASAS-50: Fe
in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu
mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil
kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Bundan
sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa),
bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah’tan bir hidayetçi olmaksızın
(hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim
vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
2.
Âyet: Taha-123
20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ
minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî
huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû
Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz),
birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O
zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”
3.
Âyet: Kehf-17
18/KEHF-17: Ve
tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet
takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi),
men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu
veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve
güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman
sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın)
geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden
(mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete
ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık
onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
4.
Âyet: Casiye-23 (Hevalarına tâbî olanlar Kasas-50’ye göre mürşidlerine tâbî
olmayanlar.)
45/CÂSİYE-23: E
fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ
sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min
ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını
kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi)
üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun
basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda
Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
5.
Âyet: Cuma-2
62/CUMA-2: Huvellezî
bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve
yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin
mubîn(mubînin).
Ümmîler
arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O’dur. Onlara,
O’nun (Allah’ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler),
onlara Kitab’ı (Kur’ân-ı Kerim’i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (resûle tâbî
olmadan evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.
6.
Âyet: Âli İmran-164
3/ÂLİ
İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min
enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel
hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
And
olsun ki Allah, müminleri, "Onların aralarında (kendi zamanlarında, kendi
kavimleri içinde), kendilerinden bir resul beas ederek (başlarının üzerine
devrin imamının ruhu bir nimet olmak üzere)" nimetlendirdi (lutufda
bulundu). Onlara, O'nun (Allah'ın) ayetlerini tilâvet eder, onları tezkiye
eder, onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel ise (resule tâbi olmadan
evvel), onlar elbette apaçık dalâlet içinde idiler.
7.
Âyet: Ahkâf-32
46/AHKÂF-32: Ve
men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî
evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve
Allah’ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak
değildir. Ve onun Allah’tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet
içindedirler.
Allahû
Tealâ dalâlette olanların mutlaka mürşidlerine tâbî olmayanlar olduğunu
söylüyor. Öyleyse Allah’a ulaşmayı diledikten sonra mürşide tâbî olmak
kurtuluşun temelidir. Böyle bir durumda Allahû Tealâ’nın ifadesini yerli yerine
oturtmak mecburiyetindeyiz.
Allah
25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi
yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber
(Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada pişmanlığın acı
bir sonucu verilmektedir. Zalimler o gün ellerini ısırırlar. İfade çok açık ve kesin: “O gün resûlle
beraber kendime yol edinseydim.” Bu Resûl, Mehdî Resûl’dür. Bu sebîl, ruhu
Allah’a ulaştıran yoldur. Sadece adı geçen Mehdi Resûl’e tâbiiyette Allah’a
ulaştıran sebîle varılabilir. Nebe Suresinde Allahû Tealâ buyuruyor ki: (78/NEBE-39) Meab, sığınak anlamındadır.
Allah’a doğru yola çıkıldığı gün Allahû Tealâ buyuruyor:
3/ÂLİ
İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ
hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul
innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun
alîm(alîmun).
Ve
(Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler).
(Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet (insan ruhunun ölmeden önce
Allah’a ulaşması), (Allah’ın kendisine ulaştırması)s Allah’ın hidayetidir, size
verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.”. Yoksa onlar, Rabbinizin
huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın
elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi
kapsar), Alîmdir (en iyi bilendir).
İşte Allah’a
ulaşmak için tutulan o yolun adı sebîldir.
Fazl, Resûle
tâbiiyetten sonra, zikrullah ile Allah’ın müridin kalbine gönderdiği nur’un
adıdır.
25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen
halîlâ(halîlen).
Yazıklar
olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kişinin
dost edindiği insanlar, Mehdi Resûl’e karşı çıkanlar emaniyye bilgilerin
sahipleridir. Kim İslâm’ın 5 şartıyla veya kalbinde zerre kadar îmânla cennete
gidileceğini zannediyorsa, savunuyorsa işte onlar emaniyyecilerdir. İnsanı
cehenneme götüren de cennete götüren de arkadaşıdır. Arkadaş edindiği kişilerin
yaşantıları kişiye her zaman örnektir. Kişinin yanlış davranışlarının
temelinde, yanlış davranışların sahibi olan arkadaşları yatar. Edindiğiniz
çevre, geleceğiniz için son derece önemlidir.
Aldanmayın!
Dost seçerken Allah’ın dostlarını dost seçin ki; onlarla birlikte Allah’a
ulaşasınız.
25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz
câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun
ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve
şeytan, insana yardımı engelleyendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Zikrullah,
Allah’ın adını “Allah, Allah,, Allah,
Allah...” diyerek zikretmektir. Aynı zamanda Allah’ın adını hatırlamak, Kur’ân
okumak, namaz kılmak da birer zikirdir. Burada zikirden Allahû Tealâ’nın
muradı, Allah’ın Kur’ânı’ndaki manevî öğretisidir.
Bir
önceki âyet-i kerimede “keşke ben falanı dost edinmeseydim” diyen kişinin
edindiği dost ona Kur’ân’daki ilim açıklandığı halde, onu o zikirden saptırmayı
başarmıştır. Bu kişi, zikretmiyor ve başka insanların da Allah’ın yoluna
girmesine engel oluyor. Onun da engel olduğu kişinin de gideceği yer
cehennemdir. Engel olunan kişi isteseydi, iradesiyle ona karşı çıkabilirdi.
Söylediklerini kabul etmezdi. Dolayısıyla suçlu olan sadece onu zikirden
saptıran değildir. Asıl suçlu olan saptıranlara inanan ve dalâlette kalan
kişidir.
Allahû
Tealâ bu sebeple Kur’ân-ı Kerimi’nde kişisel iradeye büyük bir değer vermiştir.
Bir kişi kendi iradesiyle Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, cehennemden kurtuluşu
hiçbir zaman mümkün değildir. Cehennemden kurtulup insanı cennete alacak olan
temel başlangıç noktası, Allah’a ulaşmayı dileme noktasıdır. Herkes kendi
iradesiyle bunu gerçekleştirmek zorundadır. Ya gerçekleştirecektir, kendisini
cehennemden kurtaracaktır veya gerçekleştirmeyecektir o zaman cehenneme girmeyi
hakedecektir.
Nahl
Suresinin 36. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
16/NAHL-36: Ve
le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte),
fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû
fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve
andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas
ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a
kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp
kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a
ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin)
üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların
akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
Resûl,
o insanlara Allah’a ulaşmayı dilemelerini emrettiğinde dilerlerse Zumer
Suresinin 17. âyet-i kerimesine göre kurtulacaklardır. Dilemezlerse
kurtulamayacaklardır. Bu arada şeytanın, insanlara ulaşan bu ilmi engellemekte
çok önemli bir rolü olduğu da kesindir.
39/ZUMER-1: Tenzîlul
kitâbi minallâhil azîzil hakîm(hakîmi).
Bu
Kitab’ın indirilişi, Azîz (yüce ve üstün) ve Hakîm (hikmet ve hüküm sahibi)
olan Allah tarafındandır.
25/FURKÂN-30: Ve
kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim!
Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu resûl, Peygamber Efendimiz
(S.A.V) olamaz. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde, sahâbe Kur’ân-ı
terketmemiştir. Kur’ân’a dört elle sarılmışlardır. Allahû Tealâ diyorki:
3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ
yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû
âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi
gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz(müminler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve
onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îman edersiniz. Ve sizinle
karşılaşınca "biz iman ettik " dediler, yalnız kaldıkları zaman, size
karşı öfkelerinden parmak uclarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden
ölün." Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.
Demek ki sahâbe Kur’ân’dan sapmamış,
tam aksine Kur’ân’ın bütününe tâbî olmuşlardır. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in
kavmi Kur’ân’ı terketmediler. Zaten Kur’ân onların zamanında indirildi.
Kur’ân’ın terkedilmesi Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde olamaz. Çünkü
hayatının son 23 senesi, kendisine Kur’ân indirilmekle geçti. Kur’ân
tamamlandığı zaman da rahmetli oldu. Öyleyse aradan yüzlerce sene geçmesi lâzım
ki; seneler sonra bir resûl: “Ey Rabbim! Benim kavmim Kur’ân’ı terketti.”
diyebilsin. O resûl, bu devirdeki resûl’dür (Mehdi Resûl’dür). Her devirde
huzur namazının imamı mutlaka vardır. Ve bu devir, Kur’ân’ın terkedildiğinin
O’nun tarafından herkese ispat edildiği devirdir. Asr-ı hidayettir. Bu sebeple
bu Resûl bu devirde Huzur Namazı’nın İmamı olan ve hidayete erdiren Mehdi
Resûl’dür.
Kur’ân 7 safha içerir:
1-
Allah’a ulaşmayı dilemek. 3. basamak, 1. safha.
2-
12 ihsanla Allah’ın gösterdiği irşad makamına ulaşıp tâbî olmak. 14. basamak,
2. safha.
3-
Ruhun, nefs tezkiyesine paralel olarak 7 gök katını aşarak Allah’a ulaşıp
teslim olması. 21.
basamak 3. safha.
4-
Nefsin %80’den daha fazla arınması ve fizik vücudun Allah’a teslim olması.
Fizik vücudun
Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren ve
yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir duruma gelmesi.
25. basamak 4. safha.
5-
Nefsin Allah’a teslim olması. 26. basamak 5. safha.
6-
İrşad olması. 27. basamak 6. safha.
7-
Nefsin kalbinin tamamen afetlerden arındıktan sonra 19 mertebe müzeyyen olarak,
iradenin
de Allah’a teslim olması. 28. basamak 7.
safha.
7 tane kademe, 7 tane safha içerir.
Bu 7 safhada 4 teslim gerçekleşir. Ve bugün manzara gerçekten dehşet vericidir.
Duhan, bütün dünyayı kaplamıştır. Kâinatın tek dîni olan İslâm dîni hükümferma
değildir. Kur’ân’daki insanları kurtuluşa ulaştıracak olan hükümler
unutturulmuştur. Şeytan bunu ne yazık ki başarmıştır. Bugün dünya üzerindeki
İslâm dînini öğreten birkaç yüz üniversiteden hiçbirisi artık İslâm’ın 7
safhasından, ruhun, vechin, nefsin, iradenin Allah’a tesliminden bahsetmez
olmuştur. Sadece ALLAH’IN ÜNİVERSİTESİ bunları öğretmekle vazifelidir, ancak o
öğretebilir.
14 asır evvel Kur’ân indirilmişse,
bütün sahâbe bu 7 safhayı yaşamışlarsa, Kur’ân’ın bütününe tâbî olmuşlarsa, 4
teslimi gerçekleştirmişlerse, irşad makamına tayin edilmişlerse ve bugün
bunların hiçbirisi artık gerçekleşmiyorsa, o zaman Kur’ân gerçekten terkedilmiş
değil mi?
Peygamber Efendimiz (S.A.V) Nebî
Resûl’dü. O’ndan sonra nebî resûl hiç gelmemiştir, gelmesi de mümkün değildir.
Ama velî resûller bütün devirlerde olduğu gibi, şu anda da bütün dünyadaki
bütün kavimlerin içinde mevcuttur. Ve onlardan bir tanesi devrin imamı diyor
ki:
“Ey Rabbim, muhakkak ki; benim
kavmim Kur’ân’ı terketti.”
Defaatle bunu Rabbine ve herkese
söylemiştir, Allah’ın O Resûl’ü…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.