ŞEYTAN
22/HACC-53: Li yec’ale mâ yulkış şeytânu fitneten
lillezîne fî kulûbihim maradun vel kâsiyeti kulûbuhum, ve innez zâlimîne le fî
şikâkın baîd(baîdin).
Kalplerinde
maraz (hastalık) olan ve kalpleri kasiyet bağlamış (kararmış ve sertleşmiş)
olanlara, şeytanın ilka ettiği (ulaştırdığı) şeyi fitne (imtihan) kılmak
içindir. Ve muhakkak ki zalimler, elbette uzak bir ayrılık içindedirler (Sıratı
Mustakîm’den uzaklaşmışlardır, ayrılmışlardır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Nebî
Resûl veya Velî Resûl bir şey temenni ettiklerinde onların arzusuna şeytan
mutlaka bir şeyler karıştırır. Şeytan varılmak istenen hedefin tam zıddı olan
delilleri ona ulaştırır. Fikrinden caydırmak ister. Eğer şeytanın ulaştırdığı
deliller, Velî Resûl ya da Nebî Resûl tarafından uygun görülürse (o istikamette
bir karar vermeye methaldar olsa), bu sefer şeytan onun ilk kararının neden
haklı olduğunu gösteren birçok delili ardarda sıralar. O peygamberden veya o
resûlden onu kararsız kılmak suretiyle intikam almak ister. Bunu önlemek üzere
Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e diyor ki: “Karar verdiğin zaman
azmet ve kararından cayma.”
Şeytan,
karar için harekete geçmesinden karar verdiği noktaya kadar devamlı onun
fikrini bir kutuptan öteki kutba devamlı değiştirmek ister. Ve çok akılcı
mülâhazalar ortaya koyar. İşte bu şeytanın o resûle, o nebîye ulaşmasıdır.
Bunları ilka etmesidir. Maksadı onun kararsız ve iradesinin zayıf olduğunu
ispat etmektir. Allahû Tealâ bundan sonra ne olacağını bu âyet-i kerime ile
göstermektedir.
Kişi,
hangi şartlar altında olursa olsun kararını tatbik sahasına koymalıdır. Kişi,
kararını, devamlı değiştirmek suretiyle şeytanın oyalamasına müsaade
etmemelidir. Allahû Tealâ’nın böyle bir standartta yaptığı şey, resûlünü ve
nebîsini en sağlam standartta durdurmaktır. Ve şeytan ona o noktadan itibaren
bir şeyler ulaştırsa da artık etkisi kalmaz. Çünkü Allahû Tealâ şeytanın ilka
ettiği şeyleri neticede yok eder. Peygamberini veya peygamber olmayan resûlünü
sağlamlaştırır. Onu, Allah’ın yardımını alan bir hüviyete sokar.
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ
ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey
Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı?
Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Türkçe’de
“ahd almak” olarak da “ahd vermek” olarak da kullanılan kelime, âyet-i kerimede
“ahd almak” olarak geçmektedir. Allahû Tealâ bizden bir talepte bulunuyor. O
talebi gerçekleştirmek üzere bizden aldığı söz, Allah’ın bizden aldığı ahddir.
Türkçe ile Arapça arasındaki uyum, Türkçe’de kullanılan kelimelerin farklılığı
sebebiyle “Ben size ahd vermedim mi?” veya “Sizden ahd almadım mı?” “Sizin üzerinize ahd olmadı mı?”
mânâsındadır.
Şeytana
kul olmak herkesin başlangıçtaki durumudur. Herkes hayata şeytana kul olarak
başlar. Bir kişi Allah’a yönelmedikçe, Allah’a ulaşmayı dilemedikçe tagutun
(insan ve cin şeytanların) kuludur. Kişinin kurtulduğu nokta, Allah’a ulaşmayı
dilediği (Allah’a yöneldiği) noktadır.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût
tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve
onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler
(kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a
ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Bu
âyet-i kerime başlangıçta sahâbenin de bütün insanlar gibi taguta kul olduğunu
ama Allah’a yönelerek (Allah’a ulaşmayı dileyerek) taguta kul olmaktan
kurtulup, Allah’a kul olduğunu belirtmektedir. Çünkü Allahû Tealâ sahâbe için
“kullarım” ifadesini kullanmaktadır. Sahâbe, taguta kul iken Allah’a kul olmayı
başarmıştır.
Yasin
Suresinin bu âyet-i kerimesi ise şeytanın bize apaçık bir düşman olduğunu kesin
olarak ifade etmektedir.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun
mustekîm(mustekîmun).
Ve
Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm
(üzerinde bulunmak)tır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu
Kur’ân’ın dışındaki 22 tane Kur’ân-ı Kerim mealinin hepsi Sıratı Mustakîm’i hep
“doğru yol” diye kullanıyor. Sıratı Mustakîm, “istikamet üzere olan yol”
demektir. Ayrıca Allah “Sırat-ı ileyye mustakîm”, “Bana istikametlenmiş yol”
ifadesini kullanmaktadır. “Doğru” kelimesi hedefi yok ediyor.
“Doğru yol” taguta kul olmaktan kurtulup, Allah’a
kul olmaktır, Allah’a ulaşmayı dilemektir.
Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren
birinci Sıratı Mustakîm’dedir. Yasin Suresinin 60 ve 61. âyet-i kerimelerinde
taguta kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olduğunuz noktada birinci Sıratı
Mustakîm üzere olduğunuzun kesin olarak ispatı söz konusudur.
14/İBRÂHÎM-22: Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru
innallâhe veadekum va’del hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye
aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû
enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy(musrıhıyye), innî
kefertu bi mâ eşrektumûni min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun
elîm(elîmun).
Şeytan,
emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah, size “hak olan
vaadini” vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve
ben, sizin üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim.
Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni
kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim
yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de
inkâr ettim. Muhakkak ki; zalimlere acı azap vardır.”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bismillâhirrahmânirrahîm
Şeytan,
insanlara zorla hiçbir şey yaptıramaz.
Şeytan,
insanlara teklifte bulunmuş, onlar da bu teklife icabet etmişlerdir. İnsanlar, şeytanı
değil, kendi nefslerini kınamalıdır.
38/SÂD-72: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî
fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Böylece
onu sevva ettiğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secde
ederek yere kapanın!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ, Âdem (A.S)’a hayat veriyor ve ruh üflüyor. “Derhal ona secde ederek yere
kapanın.” diyor.
Secde
suresinin 9. âyetinde de Allah insanın içine ruhundan üfürdüğünü açıklıyor.
38/SÂD-73: Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne).
Bunun
üzerine meleklerin hepsi birden secde etti.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Âdem
(A.S)’ı Allahû Tealâ şekillendiriyor, ona hayat veriyor, ruhundan üfürüyor. Ve
meleklerin hepsi birden Allahû Tealâ’nın emri üzerine Âdem (A.S)’a secde
ediyorlar.
38/SÂD-74: İllâ iblîs(iblîse), istekbere ve kâne minel
kâfirîn(kâfirîne).
İblis
hariç ki, o kibirlendi ve kâfirlerden oldu.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bütün
melekler secde etmesine rağmen iblis Âdem (A.S)’a secde etmeyince, büyüklük
taslamış oldu ve Allahû Tealâ onu kâfirlerden kıldı.
Kâfirlerin
Allah’a inanmadıkları için değil, başka sebeplerle kâfir olduklarına, burada
çok açık bir misal var. Olayların hepsi Allahû Tealâ’nın huzurunda geçiyor.
Allahû Tealâ, iblisle, meleklerle konuşu-yor. Hiç iblis Allah’a inanmaz olur
mu? Allahû Tealâ, herkesin Rabbi olduğuna göre iblis de Allah’ı her zaman
görüyor, konuşuyor. ve de Allah’a inanmadığı için değil, Allah’ın emrine itaat
etmediği için Allahû Tealâ onu küfür ehli yapıyor, o hüviyete sokuyor.
38/SÂD-75: Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ
halaktu bi yedeyy(yedeyye), estekberte em kunte minel âlîn(âlîne).
(Allahû
Tealâ): "Ey iblis! Ellerimle (kudretimle) halkettiğim şeye secde etmenden
seni men eden (şey) nedir? Kibirlendin! Yoksa sen yücelerden mi oldun?"
dedi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Yoksa
sen yücelerden mi oldun?” diyor, Allahû Tealâ iblise. Buradan anlıyoruz ki
iblis itaatsizlik etmeden evvel de bir yüceliğe bir âlî makama sahip değildi.
Allah’ın, kudretiyle yarattığı insanoğlu, topraktan halkedilmiştir. Allah ona
hayat vermiş, onun içine ruhundan üfürmüştür.
38/SÂD-76: Kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min
nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(İblis):
"Ben, ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten, onu tînden (nemli topraktan,
balçıktan) yarattın." dedi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
(İblis):
“Ben, ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten, onu tînden (nemli topraktan,
balçıktan) yarattın.” dedi.
38/SÂD-77: Kâle fahruc minhâ fe inneke recîm(recîmun).
(Allahû
Tealâ): "Haydi oradan (cennetten) çık! Artık muhakkak ki sen, kovulmuş
olanlardansın." dedi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ, Âdem (A.S)’a secde etmeyince iblisi cennetten kovdu. Bu sebeple şeytana
hep “kovulmuş şeytan” denir.
Allahû
Tealâ, elleriyle yaratıyor Âdem (A.S)’ı yani kudret eliyle, kudretiyle
yaratıyor; ona hayat veriyor, ruhundan üfürüyor. Onun içinde Allah’ın Ruhu
olduğu için ona secde edilmesi emrediliyor.
Ne meleklerde ne ibliste ne de cinlerde ruh vardır.
Onlarda ruh olmadığı, Âdem (A.S)’da ruh olduğu için Allahû Tealâ onu üstün
kabul ediyor.
38/SÂD-79: Kâle rabbi fe enzırnî ilâ yevmi
yub’asûn(yub’asûne).
(İblis):
"Rabbim öyleyse beas (yeniden dirilme) gününe kadar beni inzar et (bana
mühlet ver)." dedi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Şeytan,
kıyâmet gününe, beas gününe, yeniden dirilme gününe kadar Allahû Tealâ’dan
mühlet istiyor.
38/SÂD-82: Kâle fe bi izzetike le ugviyennehum
ecmaîn(ecmaîne).
(İblis):
"Bundan sonra Senin izzetine (andolsun ki) onların hepsini mutlaka
azdıracağım." dedi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bütün
insanları azdırmak üzere Allahû Tealâ’nın huzurunda, Allah’ın adına “Senin
izzetine andolsun ki, hepsini azdıracağım.” diyor, iblis.
38/SÂD-83: İllâ ibâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
Onlardan
Senin muhlis kulların hariç.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İblis:
“Senin muhlis kullarını azdırmam mümkün değil ama o muhlislerin dışındaki
herkesi azdıracağım.” diyor.
6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen
fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an
sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve
muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve
(başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte
böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ, 152. âyet-i kerime ile 153. âyet-i kerimeyi birbirine bağlamıştır.
Allahû Tealâ, 152’de “Allah ile olan ahdinizi yerine getirin. İşte bu Allah’ın
sizi bağladığı, taahhüt altına koyduğu
ve vasiyet ettiği şeydir.” buyuruyor. Açıklamasını da 153. âyette veriyor;
“Allah ile olan ahdiniz Sıratı Mustakîm’dir.” diyor. 4 tane Sıratı Mustakîm:
1-
Ruhun Sıratı Mustakîm’i
2-
Fizik vücudun Sıratı Mustakîm’i
3-
Nefsin Sıratı Mustakîm’i
4-
İradenin Sıratı Mustakîm’i
Ruhun
Sıratı Mustakîm’i; bir yükselme yoludur. Ruhunuz dünya adı verilen bu
gezegenden, sizden ayrılarak sonsuz bir hızla, sonsuz bir mesafe kat ederek
Allah’ın katına ulaşır ve yedi tane âlem geçer.
Yedinci
âlemde Sidret-ül Münteha’ya ulaştığı zaman İndi İlâhi’de dikey bir yolculukla
Allah’ın yokluktaki Zat’ına ulaşarak, Allah’ın Zat’ında yok olur. İşte bu
vuslattır; ruhun Allah’a ulaşıp, Allah’ın Zat’ında ifna olması, yok olması,
fenafillah makamının sahibi oluşunuz.
Ruhunuz,
14. basamakta ihsanla mürşidinize tâbî olduğunuz taktirde, sizden ayrılır.
Allah’a doğru bu yolculuğu yapar. Allah’ın Zat’ında yolculuk biter. Nerede tâbî
olduysanız, tâbî olduğunuz noktadan itibaren ruhunuz sizden ayrılmıştır.
Mürşidinizin dergâhına ulaşmıştır. Oradan 1. gök katına çıkmak imkânına
kavuştuğunuz an Nefs-i Emmare’yi %7 nurla tamamladığınız an, ana dergâha
(devrin imamının dergâhı) ulaşır. Oradan da 1. kata çıkmaya başlar. Sonra 2. 3.
4. 5. 6. 7. gök katlarına birer, birer tırmanır. Sonunda da Allah’a ulaşır. Bu,
ruhun kendi âlemindeki reel bir yolculuğudur. Kendi âleminde fizik
standartlarda yolculuk edip, Allah’a doğru yükselir. Sonunda Allah’ın Zat’ına
erer, kişi “ermiş” olur. Allah’ın evliyası olur. Ruhun Sıratı Mustakîm’i,
Allah’ın Zat’ında sona erer. Bu bir yücelme değil, yükselme yoludur. Fizik
standartlarda, fizik olarak adına “seyr-i sülûk” denilen bir yolculuktur.
Sonra
fizik vücudun, ardından da nefsin Sıratı Mustakîm’i söz konusudur. Nefsiniz,
nefs tezkiyesi yapar. Nefsin kalbindeki afetler azalır. Yerlerine ruhun
hasletlerinin paralelinde olan faziletler gelip yerleşir. İşte böyle bir
dizaynda ilk %7 nur birikiminde nefsin kalbindeki afetler %7 azalmıştır.
Şeytan, sadece nefsinizin afetlerine tesir edebileceği için şeytanın tesir
alanı da %7 küçülmüştür. İkinci defa %7 nur birikiminde şeytanın tesir etme
imkânı, %7 daha küçülmüştür. Bunun mânâsı, fizik vücudunuz başlangıçta şeytanın
bütün emirlerine itaat ederken, nefsinizin afetleri yok oldukça %7, %7 şeytanın
emirlerine değil, Allah’ın nurlarının kontrolünde, Allah’ın nurlarının
emirlerine itaat eder. Nefsinizin kalbine yerleşen fazıllar, Allah’ın bütün
emirlerinin mutlaka yerine getirilmesini, yasak ettiği fiillerin de asla
işlenmemesini gerçekleştirir. Ama sahip olduğu yüzdede bunu yapabilir. Nefs-i
Levvame’de, nefsinizin kalbindeki nurlar henüz %14’dür. Huşûyla beraber
%16’dır. Sonra yedişer, yedişer yükselecektir. Nefsinizin kalbindeki
faziletlerin oranı yükseldikçe, şeytanın üzerindeki hakimiyeti adım, adım
azalacak ve fizik vücudunuz da şeytana kul olmaktan o seviyede, aynı miktarda
kurtulacak ve aynı miktarda Allah’a kul olacaktır. Böylece Allah’a olan kulluğu
devamlı artacaktır.
İşte
ruhunuz Allah’a ulaştığı zaman nefsinizin kalbindeki nurlar %49 ve huşûdaki %2,
ile %51 olmuştur. Artık nefsinizin kalbi, şeytanın hakimiyetinden kurtulmuştur.
Allah’ın nurlarının yani Allah’ın hakimiyetine girmiştir. Artık 100 üzerinden
51 Allah’ın emirlerine itaat eden bir fizik vücut vardır. %51’den daha fazla
emirlere itaat ve %51’den daha fazla yasaklara riayet söz konusudur. Öyleyse
fizik vücudunuz, adım adım şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olur.
Nefsinizin kalbinde afetler azaldıkça, nefsinizin dizaynı da şeytanın
hakimiyetinden Allah’ın hakimiyetine dönük bir muhteva kazanır. Nefsinizin
afetleri devamlı azalır. Ve %50’yi geçtikten sonra afetlerin azalmasıyla
nefsiniz Allah’a teslim olma yolunda önemli bir mesafe alır.
Nefsiniz
bir rehinedir. Ruhunuz Allahû Tealâ’ya ulaştıktan sonra nefsiniz gene
rehinedir. Ne zaman ki 22. basamakta ruhunuz Allah’ın Zat’ında ifna olursa, yok
olursa fenâ makamının sahibi olursunuz. 23. basamakta beka makamının sahibi
olursunuz, altın taht ihsan edilir. 24. basamakta zikriniz günün yarısını aşar,
zühd sahibi olursunuz. Ve %81 nur ile fizik vücudunuz Allah’a teslim olur. Bu
teslime ulaşıncaya kadar, ruhunuzun Allah’a teslim olmasına rağmen nefsiniz bir
rehine olmakta devam eder. Fizik vücudunuzun Sıratı Mustakîm’i, fizik
vücu-dunuzun Allah’a teslim olduğu noktada tamamlanır (25. basamak).
Fizik
vücudunuz da, nefsiniz de, ruhunuz da, iradeniz de aynı anda kulvara girerler.
Aynı anda herbiri kendi Sıratı Mustakîmleri üzerinde iki tanesi aklanmaya
başlar, bir tanesi (ruhunuz) yolculuğa, “seyr-i sülûk”a çıkar. İradeniz ise
nefsinizin afetleri azaldıkça güçlenmeye başlar. Ve fizik vücudunuzun Allah’a
teslim olduğu 25. basamağa kadar nefsiniz bir rehine olmakta devam eder. Önce
bir tek emanet vardı; ruhunuz. Ruhunuz Allah’a ulaşıncaya kadar, fizik
vücudunuz bir emanet değildi. Ama ne zaman ki ruhunuz Allah’a ulaştı, o zaman nefsiniz gene rehine olmakta
devam eder ama, fizik vücudunuz emanet hüviyetine girer. 23., 24. ve 25.
basamakta fizik vücudunuz, “fizik vücudunuzun Sıratı Mustakîm’i” olarak
yücelmeyi oluşturur ve Allah’a teslim olur. Hâlâ nefsin kalbinde bu sırada %19
karanlık vardır, henüz nefs, daimî zikre ulaşmamıştır. Ama o %19’u hiç nazari
itibare almayarak fizik vücut Allah’a teslim olur. Sonra nefsiniz de aynı
standarta ulaşır. Sadece bu Sıratı Mustakîm üstünde fizik vücudunuzun
teslimiyle birlikte ikinci emanet de Allah’a teslim edilmiş olur. Nefsiniz
rehin olmaktan kurtulur. O da emanet olur. Nefsiniz daimî zikir ile
Allah’a teslim olur. Üçüncü Sıratı
Mustakîm de tamamlanır.
Sonra
28. basamağın 4 kademesinde 4 mertebe daha; kalp müzeyyen olur. Ve iradenizin
Sıratı Mustakîmi’nin sonunda Salâh Makamının (28. basamağın) 4. kademesinde
iradenizi Allah’a teslim edersiniz. Böylece olay biter.
İşte
Allahû Tealâ’nın bu âyette bahsettiği Sıratı Mustakîm, 4 Sıratı Mustakîm’i
birden ihata eden hüviyette bir Sıratı Mustakîm’dir.
7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum
sırâtekel mustekîm(mustekîme)
(İblis):
“Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin’e
onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İnsanların
kurtuluş yolu Sıratı Mustakîm’dir. İblis, insanların Sıratı
Mustakîmler’ine oturarak, onları oraya
ulaşmaktan men etmek ister. Kıyâmete kadar gayesi budur. Bunu emaniyyeyi kullanarak
yapmaktadır. Dîn öğretenleri, insanları bu hedefe ulaşmaktan men edecek bir
noktaya ulaştırmıştır. Sıratı Mustakîm’e oturmaktan muradı budur. Onlara:
“İnsan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşması mümkün değildir. Çünkü insana ruh
hayat verir, ruh vücudunuzdan ayrılırsa ölürsünüz. Böyle bir şey hiçbir zaman
mümkün değildir.” demektedir. Ve bunun tabii neticesi olarak da onlar, buna
(insan ruhunun ölmeden Allah’a ulaşmasına) karşı çıkmaktadırlar.
7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve
min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum
şâkirîn(şâkirîne).
Sonra,
elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim
ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’ın emrine
rağmen iblis, Âdem Aleyhisselâm’a secde etmemiştir. Allahû Tealâ, kıyâmete
kadar onu yaşatacağına söz vermiştir. İblis, Allahû Tealâ’ya o hain kafasından
neler geçtiğini anlatmaktadır. Bu âyette iblisin insanları nasıl tuzağına
düşürdüğü belirtilmiştir.
15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min
hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun
ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş
ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Hamein”, inorganik maddelerin bazılarının, özel
şartlarda bir süre sonra organik madde dönüşümüne uğramış halidir. “Mesnûn” da
belli bir şeklin standardize edilmiş halidir (standart insan şekli). Toprakta
bulunan inorganik azotu, organik azota çevirir. Böylece biyolojik bedenin iç
yapı taşı olan aminoasitlerin amin grubunu NH2 oluşturur. Karbon atomuyla su,
amino asidin asit grubu olan karboksil grubunu COOH meydana getirir. Canlı DNA
(desoksiribonükleik asit)’in 4 ana amino asidi olan adenin, tionin, guanin ve
sitozinin yapısının esasını organik karbon (C) ve organik azot (N) oluşturur.
Toprağa gömülen cesedin parçalanması, organik azot ve organik karbonun tekrar
inorganik karbon ve inorganik azota dönüşmesi esasına dayanır. Burada Allahû
Tealâ, insanın inorganik sistemden organik sisteme geçen temel yapısının
standartlarını iki basit ifadeyle (hamein ve salsalin) vermiştir.
Salsalin, aslında çamurken sonra kurumuş ve standart
bir şekil verilmiş topraktır.
Hamein, organik dönüşüme uğramıştır ve nefsi de
şekillendirmiştir.
Allahû Tealâ, zaman içerisinde toprağın inorganik
standartlarının organik standartlara dönüşmesini temin ederek insanı
yaratmıştır. Muhtevada; inorganik maddelerin organik maddeye, organik maddelerin
de inorganik maddelere dönüşmesi dünyada devamlı bir hüviyet kazanır. İnsanın
vücuda gelmesinde çamur azot tatbikatıyla, bakterilerin tesiriyle inorganik
azot, organik azota çevrilir. Ve böyle bir sistemde önce aminoasitlerin
birincisi amin grubu teşekkül eder ve daha sonra da desoksiribonükleik asidin
(DNA) diğer 4 ana amino asidi adım adım gelişir: Adenin, tionin, guanin ve
sitozin.
Allahû Tealâ inorganik maddelere (hayatla alâkası
olmayan malzemeye) yavaş yavaş hayatı tutabilecek olan yeni bir hüviyet
kazandırır.
Allahû Tealâ, hayatı verdiği zaman o hayatın
üstlenebileceği, yerleşebileceği bir muhtevayı (aminoasitler grubunu) da
oluşturmuş, sonra da insana hayat vermiştir. Bu statüyü oluştururken, sistemin
inorganik başlangıcından organik başlangıca ulaşması, hayatın başlaması
değildir. Organik bir sistemde hayat yoktur. Ama organik sistem hayat gelirse,
o hayatı kabul edecek ve devam ettirecek olan bir vasıf taşımaktadır. İnsana
hayatı veren ve “akıl” adı verilen bir mahlûkuyla insanı ne yapacağını bilen
bir hüviyete sokan, Allah’tır.
“Allah’a gerek yoktur, herşey kendi kendine
oluşmuştur.” tezi, Allah’ın kanunları karşısında hiçbir şey ifade etmez.
Birtakım âlimler ilimden biraz bir şeyler öğrendikleri zaman Allah’ın
söylediklerini yalanlamaya çalışırlar. Allah’ın onlara verdiği ilim, onları
Allah’a daha çok yaklaştıracak bir ilim olmasına rağmen onları Allah’ın
yokluğunu iddia edecek bir hedefe yöneltmektedir. Bunun arkasında sadece şeytan
vardır. İnsanlar ilerleyen günlerde, aylarda, yıllarda şeytanı ve onun takımını
çok daha iyi tanıyacaklardır.
15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî
fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Artık
onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere
kapanın!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ, insanı sevva edip onun içine ruhundan üfürdüğü ve ona hayat verdiği
zaman meleklere onun önünde secde etmelerini istemiştir.
Allah’ın
meleklere verdiği emrin temelinde “bir toprak parçasından husule getirdiğim Hz.
Âdem’e secde edin” demiyor. Ona ruhumdan üfüreceğim. Benim hayat verdiğim,
insan adı verilen bu yaratık tekrar Bana iade etmek üzere Benim ruhumu
taşıyacak. O, hiçbirinizde olmayan bu vasfın sahibidir. Aslında sizin secdeniz
Hz. Âdem’in fizik vücuduna değildir, onun vücudunda bulunan Benim Ruhumadır. O,
yeryüzünde Beni temsil edecektir.
Şeytan
diyor ki: “Ben Âdem’e secde etmem. Ben ondan üstünüm. Sen beni ateşten, onu
çamurdan yarattın. Ateş, çamurdan üstündür.” Allah’a yalan söyleyerek O’ndan
yardım istiyor iblis. Allahû Tealâ’nın “seni mutlaka cehennemde sonsuza kadar
azaplandıracağım” sözü üzerine şeytan: “Bana kıyâmete kadar ömür ver. Bana
verdiğin ömrü geri alma. Ben Âdem
(A.S)’ın bütün zürriyetini yoldan çıkarmaya çalışacağım.” diyor.
Hz.
Âdem de çamurdan meydana getirmiş olan fizik vücudunun ötesinde Allah’ın
ruhundan üfürdüğü, meleklerin hiçbirisinde yok. İbliste de yok cinlerde de yok
hayvanlarda da yok bitkilerde de yok. İblis, bu büyük hakikati görmezlikten
gelerek fizik vücutları mukayese ediyor. Cinlerinkiyle şeytanınki aynı oluyor.
Yakıcı ateş. Çünkü kendisinde fizik vücudun ötesinde sadece nefs var. Nefs
insanda da var. Ama insan, şeytanın hiçbir zaman sahip olamayacağı bir şeye
sahip. İnsanda ruh var. Onu yüceltecek olan, Allah’ın en sevgilisi yapacak olan
ve Allah’ı temsil etmesine sebebiyet veren farklılık.
Ve
şimdi bazı insanlar, iblisten üstün yaratılmalarına rağmen, iblise tapıyorlar,
iblise, şeytana ibadet ediyorlar.
18/KEHF-50: Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe
secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih(rabbihî),
e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum
aduvv(aduvvun), bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).
Ve
meleklere, “Âdem’e secde edin.” demiştik. İblis hariç, hemen secde ettiler. O
cinlerdendi. Böylece Rabbinin emrini (yapmayarak) fıska düştü. Hâlâ onu ve onun
zürriyyetini (neslini), onlar sizin düşmanınız (olduğu halde), Benim yerime
dostlar mı ediniyorsunuz? Zalimler için ne kötü bir bedel (cehennem).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Âdem
(A.S) yaratıldığı zaman Allahû Tealâ’nın huzurunda melekler ve cinler vardı. Bu
cinlerden bir tanesi de iblisti. Cinler iki gruba ayrılırlar:
Birinci grup, cin olarak vasıflandırılanlardır.
İkinci grup, aslında cindir ama şeytanlar olarak
vasıflandırılırlar.
İblis ve iblisin kabilesi şeytanlardır. Cinlerin
dumansız ateşten yani enerjiden yaratılmıştır. Cinler de şeytanlar da enerji
bedenlerin sahibidirler.
İnsan
hayatı ise Âdem (A.S)’dan başladı ve Adem (A.S) topraktan yaratıldı. Onun
kaburga kemiğinden de Havva Annemiz yaratıldı.
Öyleyse
iblis secde etmeyip sonra da kendini müdafaa ederken fizik vücutlarını mukayese
etmektedir.
15/HİCR-33: Kâle
lem ekun li escude li beşerin halaktehu min salsâlin min hamein
mesnûn(mesnûnin).
(İblis:)
“Ben, hamein mesnun (standart bir şekil verilmiş, organik dönüşüme uğramış)
olan salsalinden halkettiğin bir beşere secde etmem (eden olmam).” dedi.
Şeytanın
sülâlesi kıyâmete kadar devam edecektir. İblis veya soyundan kabilesinden
şeytan veya şeytanlar devamlı insanlarla birliktedirler ve insanları Allah’ın
yolundan saptırmaya çalışırlar.
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve
ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ
teşkurûn(teşkurûne).
Sonra
(Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan
üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad
(idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Secde
Suresinin 7, 8 ve 9. âyetleri insanın yaratılmasıyla alâkalıdır. Bu âyetlerde
Allahû Tealâ, önce âdem (A.S)’ın yaratılışını, sonra ondan sonra gelecek olan
nesilleri, şu dünya üzerinde vazifeli kılınmasını, âdem (A.S)’ın nasıl sevva
edildiğini (düzenlendiği) ve âdem (A.S)’ın içine Allah’ın ruhundan nasıl
üflediğini ve insanlarda da işitme, görme ve idrak etme hassalarını nasıl hassa
kıldığını ifade edi-yor.
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan
vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd
dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum
ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men
yunîb(yunîbu).
(Allah)
dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni
ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye
Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da
vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey
(Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine
seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine
ulaştırır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Şura
Suresinin 13. âyet-i kerimesi Kur’ân-ı Kerim’in en önemli âyetlerinden biridir.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen; yani Allah’a yönelen kişiyi mutlaka
Kendisine ulaştıracağını ifade etmektedir. Allahû Tealâ, insanlardan bir
kısmını seçeceğini, seçtiklerinden de Allah’a ulaşmayı dileyenleri Kendisine
ulaştıracağını söylemektedir, garanti etmektedir. Bu âyet açık bir şekide Rum
Suresinin 30, 31, ve 32. âyetleriyle alâkalıdır.
30/RÛM-30: Fe
ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ,
lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren
nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık
hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki;
Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın
yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak)
dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
Allahû
Tealâ sadece tek bir dînin olduğunu, bütün insanları hanif fıtratıyla
yarattığını ve yaratmasında değişiklik görülemeyeceğini ifade etmektedir.
Allahû Tealâ, bütün insanları kıyâmete kadar hep hanif fıtratıyla yani hanif
dînini yaşayabilecek olan özelliklerle yaratacaktır.
30/RÛM-31: Munîbîne
ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na
(Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı
ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Müşriklerden
olmayan (şirke düşmeyen) kişinin, Allah’a ulaşmayı dileyen kişi olduğu
kesinleşmektedir. Allahû Tealâ, Rum suresinin 32. âyet-i kerimesinde şirki
anlatmaktadır:
30/RÛM-32: Minellezîne
ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim
ferihûn(ferihûne).
(O
müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup
oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Allahû
Tealâ’nın şirk tarifi açık ve kesin bir şekilde burada yerli yerine
oturmaktadır: Şirk içinde olanlar Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir, Allah’a
yönelmeyenlerdir. Allah’a yönelmiş olsalardı tek bir fırka oluşturacaklardı
(73. fırka) ve diğer bütün fırkalar bunun dışında kalacaklardı (72 fırka).
Müşrikler Allah’a ulaşmayı kesinlikle dilemiyorlar, dileseler gizli şirkten
kurtulacaklar. Rum-32 ve Şura-13’te gizli şirkten bahsedilmektedir.
Allah’a
yönelip de takva sahibi olanların içinde bulunduğu tek fırka bütün insanlar
için bir kurtuluştur. Allah kimi dilerse onu Kendisine seçer ve bu
seçtiklerinden Allah’a ulaşmayı dileyenleri mutlaka Kendisine ulaştırır.
Allah’ın seçtiği ve seçmediği insanlar vardır. Allahû Tealâ insanların %90’dan
fazlasını seçer. Allah’a ulaşmayı dilemekten insanları men etmeyen herkes
seçilir. Seçilenlerin de hepsinin kalbi kasiyet bağlamıştır. Henüz o kişi
Allah’a ulaşmayı dilememiştir ve kalbi kapkaranlıktır. Bu karanlık kalpliler
Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başka insanların da Allah’a ulaşmasına mani
olurlarsa, Allah onları dalâlette ve şirkte bırakır, onları seçmez. Bu şirk;
gizli şirktir.
Âyet-i
kerime açık ve kesin bir şekilde insanların ikiye ayrıldığını, bir kısmının
Allah’a ulaşmayı dilediğini ve şirkten kurtulduğunu diğer kesimin şirkte
kaldığını söylemektedir.
Allah’ın
insanlardan beklediği şey Allah’a ulaşmayı dilemeleridir. Allah, Kendisine
ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştıracaktır. O insanlar ruhlarını Allah’a
ulaştırmayacaklardır. Allah, onların ruhlarını Kendisine ulaştıracaktır. Bu
kişilere namazı, orucu, zikri, bütün ibadetleri sevdiren Allah’tır. Allah’ın
sevdirmesiyle kişi bütün ibadetlerini yerine getirir.
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile
aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî
ileyhi men enâb(enâbe).
Ve
kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki:
“Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi
Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu
âyet-i kerimede kâfirlerin Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den mucize istemeleri
söz konusudur. Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in onlara cevap
olarak: “Allah dilediğini dalâlette bırakır, dilediğini hidayete erdirir.”
demesini istemektedir.
Allah’ın
dilediğini dalâlette bırakması, Allah’a yönelen (ulaşmayı dileyen) kişiyi ise Kendisine ulaştırması, yani hidayete
erdirmesi söz konusudur. Başta bütün insanlar fısktadır, dalâlettedir,
küfürdedir. Hiç kimse dalâlete sonradan düşmez. Kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği
andan itibaren dalâletten kurtularak hidayete adım atmıştır. Eğer kişi,
hidayete erdikten sonra tekrar dalâlete düşerse, o zaman tekrar fıska düşer.
Bir
kısım insanlar ruhlarını Allah’a ulaştırmayı yani dalâletten kurtulmayı
dile-mezler. Bunun mânâsı Allah’ın da onları hidayete erdirmeyi dilememesidir.
Allah’ın onları içinde bulundukları dalâlette bırakması hep yanlış
anlaşılmaktadır. Bu kişiyi Allah dalâlete düşürmemiştir. Bütün insanlar
doğuşlarından itibaren zaten dalâlettedirler. Allah onları kendi dalâlet
hallerinde bırakır. Onlarla ilgilenmez. Onlar hiçbir zaman dalâletten
kurtulamayacaklardır. Onlar her zaman dalâlette kalacaklardır. Allah, onları
hidayete erdirmeyecektir. Ama kim de Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onları
mutlaka hidayete erdirir.
Kim
dalâlette kalmayı istiyorsa, hidayete ulaşmayı, Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa o,
Allah’ın dâlalete düşürdüğü değil, dalâlette bırakmayı dilediği kişidir. O
kişi, Allah’a ulaşmayı inkâr ettiği ve başka insanları da (bir evvelki âyetteki
gibi) Allah’ın yoluna ulaşmaktan men ettiği için Allah’ın hidayete ermesini
dilemediği, dalâlette kalmasına müsaade ettiği kişidir.
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût
tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan
ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini
kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara
müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet sahâbeden bahsetmektedir.
Burada taguta kul olmaktan Allah’a ulaşmayı dileyerek kurtulup Allah’a kul olma
noktası ifade edilmektedir. Bu nokta aynı zamanda
kişinin takva sahibi olduğu yerdir.
22/HACC-52: Ve mâ
erselnâ min kablike min resûlin ve lâ nebiyyin illâ izâ temennâ elkaş şeytânu
fî umniyyetih(umniyyetihî), fe yensehullâhu mâ yulkış şeytânu summe
yuhkimullâhu âyâtih(âyâtihî), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Senden önce gönderdiğimiz
(hiç)bir resûl ve nebî yoktur ki; (bir şey) temenni ettiği (dilediği) zaman
şeytan, onun temenni ettiği şeye, (yalan) ilka etmemiş (ulaştırmamış) olsun.
Fakat Allah, şeytanın ilka ettiği şeyi nesheder (kaldırır, yok eder). Sonra
Allah, âyetlerini muhkem kılar (sağlamlaştırır). Ve Allah, Alîm'dir, Hakîm'dir
(ilim ve hikmet sahibidir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İblis
her an insanları kandırmakla meşguldür. Bu âyet-i kerime, resûller ve nebîler
için çok önemli bir konudan bahsetmektedir. İblis, Allah'ın nebîleri ve
resûlleri için dahi temenni ettiği şeye mutlaka bir yalanı katmak ister. Allahû
Tealâ da resûlünün veya nebîsinin üzerindeki zülmanî tesiri bir anda yok eder.
Bu sebeple iblisin bu âyet gereğince, Allah'ın Velî Resûllerine ve Nebî
Resûllerine tesir etmek imkânı yoktur. Allahû Tealâ'nın yardımıyla hiçbir zaman
bunu başaramaz.
Kişi
Velî Resûl de olsa Nebî Resûl de olsa netice değişmez; şeytan mutlaka bir
şeyler ulaştırır. Kişinin daimî zikirde olması bir şey ifade etmez. Daimî
zikirde olan birinin nefsinin kalbinin zülmanî kapısı (füccur kapısı) kapalı
olduğu için şeytan başka yollarla o kişiye mutlaka bir şeyler ilka eder. Ama
Allahû Tealâ, resûlünün ve nebîsinin, şeytandan tesir almasını mutlak olarak
önler.
22/HACC-54: Ve li
ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite
lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın
mustakîm(mustakîmin).
Ve kendilerine ilim
verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün)
söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri,
onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp
yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki
Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e
hidayet edendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ kendilerine ilim verilenlerden bahsetmektedir.
Kendilerine
ilim verilenler, Allah'a ulaşmayı dilemişlerdir. Allahû Tealâ onların
dileklerini görerek rahîm esmasıyla onların üzerine tecelli etmeye başlamış,
gözlerindeki hicab-ı mestureyi, görme hassalarının üzerindeki gışaveti,
kulaklarındaki vakrayı almış, işitme hassalarının mührünü açmış, kalplerindeki
mührü açarak küfür kelimesini ve ekinneti dışarı almıştır.
Aynı
zamanda burada geçen "onun" kelimesi, irşad makamını, resûlü ve
nebîyi ifade etmektedir. "O'nu" kelimesi ise Allah'ı temsil
etmektedir. İrşad makamının söylediklerini idrak etmek, Allah'ı idrak etmektir.
Allahû Tealâ, Allah'ı idrak etmelerini sağlamak için ekinnetin yerine ihbat
sistemini koymuştur.
Ayet-i
kerimenin içinde bir idrak müessesesi vardır. Ve Allahû Tealâ işlemlere başlar.
Bu işlemlerle Allah kalbi kasiyet bağlamış olan bu kişinin kalbinin mührünü
açarak küfür kelimesini alır. Kalbindeki ekinneti alır ve yerine ihbat koyar.
Bunun neticesinde kişinin göğsünden kalbine yol açılır ve kalbindeki kasiyet
zikirle yok olur. Zikir Allah'ın katından rahmet ve fazl getirir. ve rahmet
kalbe sızar. Sızdığı kadar karanlığı, nefsin afetini dışarıya atar. Kişi
mürşidine ulaştıktan sonra nefs tezkiyesi başlar, nefsin karanlıkları devamlı
dışarıya atılmaya başlanır. Karanlıkların yerini faziletler alır. Mürşide
ulaşıp tâbî olmak ruhun vücuttan ayrılarak Allah'a ulaşmak üzere Sıratı
Mustakîm'e varmasını, mutlaka sağlar. Sıratı Mustakîm'e ulaşan ruhu Allah
mutlaka Kendisine ulaştırır.
16/NAHL-36: Ve le
kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe
minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû
fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün
ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik,
vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan
(insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye.
Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri)
Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak
oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl
olduğuna bakın (görün).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu
âyet-i kerime Kur'ân-ı Kerim'in en önemli âyetlerinden birisidir. Bir hidayet
âyeti olan bu âyetle, Allahû Tealâ başlangıçta insanlar taguta (insan ve cin
şeytanlara) kul iken, Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyerek Allah'a
kul olacaklarını kesinleştiriyor:
39 / ZUMER - 17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Sadece Allah'a ulaşmayı dileyenlerin dalâletten kurtulacakları ise Rad 27'de kesinlik kazanmaktadır:
13 / RA'D - 27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve
kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki:
“Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi
Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.