4 Kasım 2015 Çarşamba

ŞEYTAN

ŞEYTAN

22/HACC-53: Li yec’ale mâ yulkış şeytânu fitneten lillezîne fî kulûbihim maradun vel kâsiyeti kulûbuhum, ve innez zâlimîne le fî şikâkın baîd(baîdin).
Kalplerinde maraz (hastalık) olan ve kalpleri kasiyet bağlamış (kararmış ve sertleşmiş) olanlara, şeytanın ilka ettiği (ulaştırdığı) şeyi fitne (imtihan) kılmak içindir. Ve muhakkak ki zalimler, elbette uzak bir ayrılık içindedirler (Sıratı Mustakîm’den uzaklaşmışlardır, ayrılmışlardır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Nebî Resûl veya Velî Resûl bir şey temenni ettiklerinde onların arzusuna şeytan mutlaka bir şeyler karıştırır. Şeytan varılmak istenen hedefin tam zıddı olan delilleri ona ulaştırır. Fikrinden caydırmak ister. Eğer şeytanın ulaştırdığı deliller, Velî Resûl ya da Nebî Resûl tarafından uygun görülürse (o istikamette bir karar vermeye methaldar olsa), bu sefer şeytan onun ilk kararının neden haklı olduğunu gösteren birçok delili ardarda sıralar. O peygamberden veya o resûlden onu kararsız kılmak suretiyle intikam almak ister. Bunu önlemek üzere Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e diyor ki: “Karar verdiğin zaman azmet ve kararından cayma.”
            Şeytan, karar için harekete geçmesinden karar verdiği noktaya kadar devamlı onun fikrini bir kutuptan öteki kutba devamlı değiştirmek ister. Ve çok akılcı mülâhazalar ortaya koyar. İşte bu şeytanın o resûle, o nebîye ulaşmasıdır. Bunları ilka etmesidir. Maksadı onun kararsız ve iradesinin zayıf olduğunu ispat etmektir. Allahû Tealâ bundan sonra ne olacağını bu âyet-i kerime ile göstermektedir.
            Kişi, hangi şartlar altında olursa olsun kararını tatbik sahasına koymalıdır. Kişi, kararını, devamlı değiştirmek suretiyle şeytanın oyalamasına müsaade etmemelidir. Allahû Tealâ’nın böyle bir standartta yaptığı şey, resûlünü ve nebîsini en sağlam standartta durdurmaktır. Ve şeytan ona o noktadan itibaren bir şeyler ulaştırsa da artık etkisi kalmaz. Çünkü Allahû Tealâ şeytanın ilka ettiği şeyleri neticede yok eder. Peygamberini veya peygamber olmayan resûlünü sağlamlaştırır. Onu, Allah’ın yardımını alan bir hüviyete sokar.

36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Türkçe’de “ahd almak” olarak da “ahd vermek” olarak da kullanılan kelime, âyet-i kerimede “ahd almak” olarak geçmektedir. Allahû Tealâ bizden bir talepte bulunuyor. O talebi gerçekleştirmek üzere bizden aldığı söz, Allah’ın bizden aldığı ahddir. Türkçe ile Arapça arasındaki uyum, Türkçe’de kullanılan kelimelerin farklılığı sebebiyle “Ben size ahd vermedim mi?” veya “Sizden ahd almadım mı?”  “Sizin üzerinize ahd olmadı mı?” mânâsındadır.
            Şeytana kul olmak herkesin başlangıçtaki durumudur. Herkes hayata şeytana kul olarak başlar. Bir kişi Allah’a yönelmedikçe, Allah’a ulaşmayı dilemedikçe tagutun (insan ve cin şeytanların) kuludur. Kişinin kurtulduğu nokta, Allah’a ulaşmayı dilediği (Allah’a yöneldiği) noktadır.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

            Bu âyet-i kerime başlangıçta sahâbenin de bütün insanlar gibi taguta kul olduğunu ama Allah’a yönelerek (Allah’a ulaşmayı dileyerek) taguta kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olduğunu belirtmektedir. Çünkü Allahû Tealâ sahâbe için “kullarım” ifadesini kullanmaktadır. Sahâbe, taguta kul iken Allah’a kul olmayı başarmıştır.
            Yasin Suresinin bu âyet-i kerimesi ise şeytanın bize apaçık bir düşman olduğunu kesin olarak ifade etmektedir.

36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Bu Kur’ân’ın dışındaki 22 tane Kur’ân-ı Kerim mealinin hepsi Sıratı Mustakîm’i hep “doğru yol” diye kullanıyor. Sıratı Mustakîm, “istikamet üzere olan yol” demektir. Ayrıca Allah “Sırat-ı ileyye mustakîm”, “Bana istikametlenmiş yol” ifadesini kullanmaktadır. “Doğru” kelimesi hedefi yok ediyor.
“Doğru yol” taguta kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olmaktır, Allah’a ulaşmayı dilemektir.
Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren birinci Sıratı Mustakîm’dedir. Yasin Suresinin 60 ve 61. âyet-i kerimelerinde taguta kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olduğunuz noktada birinci Sıratı Mustakîm üzere olduğunuzun kesin olarak ispatı söz konusudur.

14/İBRÂHÎM-22: Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru innallâhe veadekum va’del hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy(musrıhıyye), innî kefertu bi mâ eşrektumûni min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun elîm(elîmun).
Şeytan, emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah, size “hak olan vaadini” vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve ben, sizin üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim. Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim. Muhakkak ki; zalimlere acı azap vardır.”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Şeytan, insanlara zorla hiçbir şey yaptıramaz.
Şeytan, insanlara teklifte bulunmuş, onlar da bu teklife icabet etmişlerdir. İnsanlar, şeytanı değil, kendi nefslerini kınamalıdır.

38/SÂD-72: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Böylece onu sevva ettiğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secde ederek yere kapanın!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allahû Tealâ, Âdem (A.S)’a hayat veriyor ve ruh üflüyor. “Derhal ona secde ederek yere kapanın.” diyor.
            Secde suresinin 9. âyetinde de Allah insanın içine ruhundan üfürdüğünü açıklıyor.

38/SÂD-73: Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne).
Bunun üzerine meleklerin hepsi birden secde etti.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Âdem (A.S)’ı Allahû Tealâ şekillendiriyor, ona hayat veriyor, ruhundan üfürüyor. Ve meleklerin hepsi birden Allahû Tealâ’nın emri üzerine Âdem (A.S)’a secde ediyorlar.

38/SÂD-74: İllâ iblîs(iblîse), istekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
İblis hariç ki, o kibirlendi ve kâfirlerden oldu.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Bütün melekler secde etmesine rağmen iblis Âdem (A.S)’a secde etmeyince, büyüklük taslamış oldu ve Allahû Tealâ onu kâfirlerden kıldı.
            Kâfirlerin Allah’a inanmadıkları için değil, başka sebeplerle kâfir olduklarına, burada çok açık bir misal var. Olayların hepsi Allahû Tealâ’nın huzurunda geçiyor. Allahû Tealâ, iblisle, meleklerle konuşu-yor. Hiç iblis Allah’a inanmaz olur mu? Allahû Tealâ, herkesin Rabbi olduğuna göre iblis de Allah’ı her zaman görüyor, konuşuyor. ve de Allah’a inanmadığı için değil, Allah’ın emrine itaat etmediği için Allahû Tealâ onu küfür ehli yapıyor, o hüviyete sokuyor.

38/SÂD-75: Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ halaktu bi yedeyy(yedeyye), estekberte em kunte minel âlîn(âlîne).
(Allahû Tealâ): "Ey iblis! Ellerimle (kudretimle) halkettiğim şeye secde etmenden seni men eden (şey) nedir? Kibirlendin! Yoksa sen yücelerden mi oldun?" dedi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            “Yoksa sen yücelerden mi oldun?” diyor, Allahû Tealâ iblise. Buradan anlıyoruz ki iblis itaatsizlik etmeden evvel de bir yüceliğe bir âlî makama sahip değildi. Allah’ın, kudretiyle yarattığı insanoğlu, topraktan halkedilmiştir. Allah ona hayat vermiş, onun içine ruhundan üfürmüştür.

38/SÂD-76: Kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(İblis): "Ben, ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten, onu tînden (nemli topraktan, balçıktan) yarattın." dedi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            (İblis): “Ben, ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten, onu tînden (nemli topraktan, balçıktan) yarattın.” dedi.

38/SÂD-77: Kâle fahruc minhâ fe inneke recîm(recîmun).
(Allahû Tealâ): "Haydi oradan (cennetten) çık! Artık muhakkak ki sen, kovulmuş olanlardansın." dedi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allahû Tealâ, Âdem (A.S)’a secde etmeyince iblisi cennetten kovdu. Bu sebeple şeytana hep  “kovulmuş şeytan” denir.
            Allahû Tealâ, elleriyle yaratıyor Âdem (A.S)’ı yani kudret eliyle, kudretiyle yaratıyor; ona hayat veriyor, ruhundan üfürüyor. Onun içinde Allah’ın Ruhu olduğu için ona secde edilmesi emrediliyor.
Ne meleklerde ne ibliste ne de cinlerde ruh vardır. Onlarda ruh olmadığı, Âdem (A.S)’da ruh olduğu için Allahû Tealâ onu üstün kabul ediyor.

38/SÂD-79: Kâle rabbi fe enzırnî ilâ yevmi yub’asûn(yub’asûne).
(İblis): "Rabbim öyleyse beas (yeniden dirilme) gününe kadar beni inzar et (bana mühlet ver)." dedi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Şeytan, kıyâmet gününe, beas gününe, yeniden dirilme gününe kadar Allahû Tealâ’dan mühlet istiyor.

38/SÂD-82: Kâle fe bi izzetike le ugviyennehum ecmaîn(ecmaîne).
(İblis): "Bundan sonra Senin izzetine (andolsun ki) onların hepsini mutlaka azdıracağım." dedi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Bütün insanları azdırmak üzere Allahû Tealâ’nın huzurunda, Allah’ın adına “Senin izzetine andolsun ki, hepsini azdıracağım.” diyor, iblis.

38/SÂD-83: İllâ ibâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
Onlardan Senin muhlis kulların hariç.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            İblis: “Senin muhlis kullarını azdırmam mümkün değil ama o muhlislerin dışındaki herkesi azdıracağım.” diyor.

6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allahû Tealâ, 152. âyet-i kerime ile 153. âyet-i kerimeyi birbirine bağlamıştır. Allahû Tealâ, 152’de “Allah ile olan ahdinizi yerine getirin. İşte bu Allah’ın sizi bağladığı,  taahhüt altına koyduğu ve vasiyet ettiği şeydir.” buyuruyor. Açıklamasını da 153. âyette veriyor; “Allah ile olan ahdiniz Sıratı Mustakîm’dir.” diyor. 4 tane Sıratı Mustakîm:
            1- Ruhun Sıratı Mustakîm’i
            2- Fizik vücudun Sıratı Mustakîm’i
            3- Nefsin Sıratı Mustakîm’i
            4- İradenin Sıratı Mustakîm’i
            Ruhun Sıratı Mustakîm’i; bir yükselme yoludur. Ruhunuz dünya adı verilen bu gezegenden, sizden ayrılarak sonsuz bir hızla, sonsuz bir mesafe kat ederek Allah’ın katına ulaşır ve yedi tane âlem geçer.
            Yedinci âlemde Sidret-ül Münteha’ya ulaştığı zaman İndi İlâhi’de dikey bir yolculukla Allah’ın yokluktaki Zat’ına ulaşarak, Allah’ın Zat’ında yok olur. İşte bu vuslattır; ruhun Allah’a ulaşıp, Allah’ın Zat’ında ifna olması, yok olması, fenafillah makamının sahibi oluşunuz.
            Ruhunuz, 14. basamakta ihsanla mürşidinize tâbî olduğunuz taktirde, sizden ayrılır. Allah’a doğru bu yolculuğu yapar. Allah’ın Zat’ında yolculuk biter. Nerede tâbî olduysanız, tâbî olduğunuz noktadan itibaren ruhunuz sizden ayrılmıştır. Mürşidinizin dergâhına ulaşmıştır. Oradan 1. gök katına çıkmak imkânına kavuştuğunuz an Nefs-i Emmare’yi %7 nurla tamamladığınız an, ana dergâha (devrin imamının dergâhı) ulaşır. Oradan da 1. kata çıkmaya başlar. Sonra 2. 3. 4. 5. 6. 7. gök katlarına birer, birer tırmanır. Sonunda da Allah’a ulaşır. Bu, ruhun kendi âlemindeki reel bir yolculuğudur. Kendi âleminde fizik standartlarda yolculuk edip, Allah’a doğru yükselir. Sonunda Allah’ın Zat’ına erer, kişi “ermiş” olur. Allah’ın evliyası olur. Ruhun Sıratı Mustakîm’i, Allah’ın Zat’ında sona erer. Bu bir yücelme değil, yükselme yoludur. Fizik standartlarda, fizik olarak adına “seyr-i sülûk” denilen bir yolculuktur.
            Sonra fizik vücudun, ardından da nefsin Sıratı Mustakîm’i söz konusudur. Nefsiniz, nefs tezkiyesi yapar. Nefsin kalbindeki afetler azalır. Yerlerine ruhun hasletlerinin paralelinde olan faziletler gelip yerleşir. İşte böyle bir dizaynda ilk %7 nur birikiminde nefsin kalbindeki afetler %7 azalmıştır. Şeytan, sadece nefsinizin afetlerine tesir edebileceği için şeytanın tesir alanı da %7 küçülmüştür. İkinci defa %7 nur birikiminde şeytanın tesir etme imkânı, %7 daha küçülmüştür. Bunun mânâsı, fizik vücudunuz başlangıçta şeytanın bütün emirlerine itaat ederken, nefsinizin afetleri yok oldukça %7, %7 şeytanın emirlerine değil, Allah’ın nurlarının kontrolünde, Allah’ın nurlarının emirlerine itaat eder. Nefsinizin kalbine yerleşen fazıllar, Allah’ın bütün emirlerinin mutlaka yerine getirilmesini, yasak ettiği fiillerin de asla işlenmemesini gerçekleştirir. Ama sahip olduğu yüzdede bunu yapabilir. Nefs-i Levvame’de, nefsinizin kalbindeki nurlar henüz %14’dür. Huşûyla beraber %16’dır. Sonra yedişer, yedişer yükselecektir. Nefsinizin kalbindeki faziletlerin oranı yükseldikçe, şeytanın üzerindeki hakimiyeti adım, adım azalacak ve fizik vücudunuz da şeytana kul olmaktan o seviyede, aynı miktarda kurtulacak ve aynı miktarda Allah’a kul olacaktır. Böylece Allah’a olan kulluğu devamlı artacaktır.
            İşte ruhunuz Allah’a ulaştığı zaman nefsinizin kalbindeki nurlar %49 ve huşûdaki %2, ile %51 olmuştur. Artık nefsinizin kalbi, şeytanın hakimiyetinden kurtulmuştur. Allah’ın nurlarının yani Allah’ın hakimiyetine girmiştir. Artık 100 üzerinden 51 Allah’ın emirlerine itaat eden bir fizik vücut vardır. %51’den daha fazla emirlere itaat ve %51’den daha fazla yasaklara riayet söz konusudur. Öyleyse fizik vücudunuz, adım adım şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olur. Nefsinizin kalbinde afetler azaldıkça, nefsinizin dizaynı da şeytanın hakimiyetinden Allah’ın hakimiyetine dönük bir muhteva kazanır. Nefsinizin afetleri devamlı azalır. Ve %50’yi geçtikten sonra afetlerin azalmasıyla nefsiniz Allah’a teslim olma yolunda önemli bir mesafe alır.
            Nefsiniz bir rehinedir. Ruhunuz Allahû Tealâ’ya ulaştıktan sonra nefsiniz gene rehinedir. Ne zaman ki 22. basamakta ruhunuz Allah’ın Zat’ında ifna olursa, yok olursa fenâ makamının sahibi olursunuz. 23. basamakta beka makamının sahibi olursunuz, altın taht ihsan edilir. 24. basamakta zikriniz günün yarısını aşar, zühd sahibi olursunuz. Ve %81 nur ile fizik vücudunuz Allah’a teslim olur. Bu teslime ulaşıncaya kadar, ruhunuzun Allah’a teslim olmasına rağmen nefsiniz bir rehine olmakta devam eder. Fizik vücudunuzun Sıratı Mustakîm’i, fizik vücu-dunuzun Allah’a teslim olduğu noktada tamamlanır (25. basamak).
            Fizik vücudunuz da, nefsiniz de, ruhunuz da, iradeniz de aynı anda kulvara girerler. Aynı anda herbiri kendi Sıratı Mustakîmleri üzerinde iki tanesi aklanmaya başlar, bir tanesi (ruhunuz) yolculuğa, “seyr-i sülûk”a çıkar. İradeniz ise nefsinizin afetleri azaldıkça güçlenmeye başlar. Ve fizik vücudunuzun Allah’a teslim olduğu 25. basamağa kadar nefsiniz bir rehine olmakta devam eder. Önce bir tek emanet vardı; ruhunuz. Ruhunuz Allah’a ulaşıncaya kadar, fizik vücudunuz bir emanet değildi. Ama ne zaman ki ruhunuz Allah’a  ulaştı, o zaman nefsiniz gene rehine olmakta devam eder ama, fizik vücudunuz emanet hüviyetine girer. 23., 24. ve 25. basamakta fizik vücudunuz, “fizik vücudunuzun Sıratı Mustakîm’i” olarak yücelmeyi oluşturur ve Allah’a teslim olur. Hâlâ nefsin kalbinde bu sırada %19 karanlık vardır, henüz nefs, daimî zikre ulaşmamıştır. Ama o %19’u hiç nazari itibare almayarak fizik vücut Allah’a teslim olur. Sonra nefsiniz de aynı standarta ulaşır. Sadece bu Sıratı Mustakîm üstünde fizik vücudunuzun teslimiyle birlikte ikinci emanet de Allah’a teslim edilmiş olur. Nefsiniz rehin olmaktan kurtulur. O da emanet olur. Nefsiniz daimî zikir ile Allah’a  teslim olur. Üçüncü Sıratı Mustakîm de tamamlanır.
            Sonra 28. basamağın 4 kademesinde 4 mertebe daha; kalp müzeyyen olur. Ve iradenizin Sıratı Mustakîmi’nin sonunda Salâh Makamının (28. basamağın) 4. kademesinde iradenizi Allah’a teslim edersiniz. Böylece olay biter.
            İşte Allahû Tealâ’nın bu âyette bahsettiği Sıratı Mustakîm, 4 Sıratı Mustakîm’i birden ihata eden hüviyette bir Sıratı Mustakîm’dir.

7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme)
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin’e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.
AÇIKLAMA            
Bismillâhirrahmânirrahîm
İnsanların kurtuluş yolu Sıratı Mustakîm’dir. İblis, insanların Sıratı Mustakîmler’ine  oturarak, onları oraya ulaşmaktan men etmek ister. Kıyâmete kadar gayesi budur. Bunu emaniyyeyi kullanarak yapmaktadır. Dîn öğretenleri, insanları bu hedefe ulaşmaktan men edecek bir noktaya ulaştırmıştır. Sıratı Mustakîm’e oturmaktan muradı budur. Onlara: “İnsan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşması mümkün değildir. Çünkü insana ruh hayat verir, ruh vücudunuzdan ayrılırsa ölürsünüz. Böyle bir şey hiçbir zaman mümkün değildir.” demektedir. Ve bunun tabii neticesi olarak da onlar, buna (insan ruhunun ölmeden Allah’a ulaşmasına) karşı çıkmaktadırlar.

7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’ın emrine rağmen iblis, Âdem Aleyhisselâm’a secde etmemiştir. Allahû Tealâ, kıyâmete kadar onu yaşatacağına söz vermiştir. İblis, Allahû Tealâ’ya o hain kafasından neler geçtiğini anlatmaktadır. Bu âyette iblisin insanları nasıl tuzağına düşürdüğü belirtilmiştir.

15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Hamein”, inorganik maddelerin bazılarının, özel şartlarda bir süre sonra organik madde dönüşümüne uğramış halidir. “Mesnûn” da belli bir şeklin standardize edilmiş halidir (standart insan şekli). Toprakta bulunan inorganik azotu, organik azota çevirir. Böylece biyolojik bedenin iç yapı taşı olan aminoasitlerin amin grubunu NH2 oluşturur. Karbon atomuyla su, amino asidin asit grubu olan karboksil grubunu COOH meydana getirir. Canlı DNA (desoksiribonükleik asit)’in 4 ana amino asidi olan adenin, tionin, guanin ve sitozinin yapısının esasını organik karbon (C) ve organik azot (N) oluşturur. Toprağa gömülen cesedin parçalanması, organik azot ve organik karbonun tekrar inorganik karbon ve inorganik azota dönüşmesi esasına dayanır. Burada Allahû Tealâ, insanın inorganik sistemden organik sisteme geçen temel yapısının standartlarını iki basit ifadeyle (hamein ve salsalin) vermiştir.
Salsalin, aslında çamurken sonra kurumuş ve standart bir şekil verilmiş topraktır.
Hamein, organik dönüşüme uğramıştır ve nefsi de şekillendirmiştir.
Allahû Tealâ, zaman içerisinde toprağın inorganik standartlarının organik standartlara dönüşmesini temin ederek insanı yaratmıştır. Muhtevada; inorganik maddelerin organik maddeye, organik maddelerin de inorganik maddelere dönüşmesi dünyada devamlı bir hüviyet kazanır. İnsanın vücuda gelmesinde çamur azot tatbikatıyla, bakterilerin tesiriyle inorganik azot, organik azota çevrilir. Ve böyle bir sistemde önce aminoasitlerin birincisi amin grubu teşekkül eder ve daha sonra da desoksiribonükleik asidin (DNA) diğer 4 ana amino asidi adım adım gelişir: Adenin, tionin, guanin ve sitozin.
Allahû Tealâ inorganik maddelere (hayatla alâkası olmayan malzemeye) yavaş yavaş hayatı tutabilecek olan yeni bir hüviyet kazandırır.
Allahû Tealâ, hayatı verdiği zaman o hayatın üstlenebileceği, yerleşebileceği bir muhtevayı (aminoasitler grubunu) da oluşturmuş, sonra da insana hayat vermiştir. Bu statüyü oluştururken, sistemin inorganik başlangıcından organik başlangıca ulaşması, hayatın başlaması değildir. Organik bir sistemde hayat yoktur. Ama organik sistem hayat gelirse, o hayatı kabul edecek ve devam ettirecek olan bir vasıf taşımaktadır. İnsana hayatı veren ve “akıl” adı verilen bir mahlûkuyla insanı ne yapacağını bilen bir hüviyete sokan, Allah’tır.
“Allah’a gerek yoktur, herşey kendi kendine oluşmuştur.” tezi, Allah’ın kanunları karşısında hiçbir şey ifade etmez. Birtakım âlimler ilimden biraz bir şeyler öğrendikleri zaman Allah’ın söylediklerini yalanlamaya çalışırlar. Allah’ın onlara verdiği ilim, onları Allah’a daha çok yaklaştıracak bir ilim olmasına rağmen onları Allah’ın yokluğunu iddia edecek bir hedefe yöneltmektedir. Bunun arkasında sadece şeytan vardır. İnsanlar ilerleyen günlerde, aylarda, yıllarda şeytanı ve onun takımını çok daha iyi tanıyacaklardır.

15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
          Allahû Tealâ, insanı sevva edip onun içine ruhundan üfürdüğü ve ona hayat verdiği zaman meleklere onun önünde secde etmelerini istemiştir.
          Allah’ın meleklere verdiği emrin temelinde “bir toprak parçasından husule getirdiğim Hz. Âdem’e secde edin” demiyor. Ona ruhumdan üfüreceğim. Benim hayat verdiğim, insan adı verilen bu yaratık tekrar Bana iade etmek üzere Benim ruhumu taşıyacak. O, hiçbirinizde olmayan bu vasfın sahibidir. Aslında sizin secdeniz Hz. Âdem’in fizik vücuduna değildir, onun vücudunda bulunan Benim Ruhumadır. O, yeryüzünde Beni temsil edecektir.
          Şeytan diyor ki: “Ben Âdem’e secde etmem. Ben ondan üstünüm. Sen beni ateşten, onu çamurdan yarattın. Ateş, çamurdan üstündür.” Allah’a yalan söyleyerek O’ndan yardım istiyor iblis. Allahû Tealâ’nın “seni mutlaka cehennemde sonsuza kadar azaplandıracağım” sözü üzerine şeytan: “Bana kıyâmete kadar ömür ver. Bana verdiğin ömrü geri alma. Ben  Âdem (A.S)’ın bütün zürriyetini yoldan çıkarmaya çalışacağım.” diyor.
          Hz. Âdem de çamurdan meydana getirmiş olan fizik vücudunun ötesinde Allah’ın ruhundan üfürdüğü, meleklerin hiçbirisinde yok. İbliste de yok cinlerde de yok hayvanlarda da yok bitkilerde de yok. İblis, bu büyük hakikati görmezlikten gelerek fizik vücutları mukayese ediyor. Cinlerinkiyle şeytanınki aynı oluyor. Yakıcı ateş. Çünkü kendisinde fizik vücudun ötesinde sadece nefs var. Nefs insanda da var. Ama insan, şeytanın hiçbir zaman sahip olamayacağı bir şeye sahip. İnsanda ruh var. Onu yüceltecek olan, Allah’ın en sevgilisi yapacak olan ve Allah’ı temsil etmesine sebebiyet veren farklılık.
          Ve şimdi bazı insanlar, iblisten üstün yaratılmalarına rağmen, iblise tapıyorlar, iblise, şeytana ibadet ediyorlar.

18/KEHF-50: Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).
Ve meleklere, “Âdem’e secde edin.” demiştik. İblis hariç, hemen secde ettiler. O cinlerdendi. Böylece Rabbinin emrini (yapmayarak) fıska düştü. Hâlâ onu ve onun zürriyyetini (neslini), onlar sizin düşmanınız (olduğu halde), Benim yerime dostlar mı ediniyorsunuz? Zalimler için ne kötü bir bedel (cehennem).
AÇIKLAMA 
Bismillâhirrahmânirrahîm
          Âdem (A.S) yaratıldığı zaman Allahû Tealâ’nın huzurunda melekler ve cinler vardı. Bu cinlerden bir tanesi de iblisti. Cinler iki gruba ayrılırlar:
Birinci grup, cin olarak vasıflandırılanlardır.
İkinci grup, aslında cindir ama şeytanlar olarak vasıflandırılırlar.
İblis ve iblisin kabilesi şeytanlardır. Cinlerin dumansız ateşten yani enerjiden yaratılmıştır. Cinler de şeytanlar da enerji bedenlerin sahibidirler. 
          İnsan hayatı ise Âdem (A.S)’dan başladı ve Adem (A.S) topraktan yaratıldı. Onun kaburga kemiğinden de Havva Annemiz yaratıldı.
          Öyleyse iblis secde etmeyip sonra da kendini müdafaa ederken fizik vücutlarını mukayese etmektedir.

15/HİCR-33: Kâle lem ekun li escude li beşerin halaktehu min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
(İblis:) “Ben, hamein mesnun (standart bir şekil verilmiş, organik dönüşüme uğramış) olan salsalinden halkettiğin bir beşere secde etmem (eden olmam).” dedi.

          Şeytanın sülâlesi kıyâmete kadar devam edecektir. İblis veya soyundan kabilesinden şeytan veya şeytanlar devamlı insanlarla birliktedirler ve insanları Allah’ın yolundan saptırmaya çalışırlar.

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Secde Suresinin 7, 8 ve 9. âyetleri insanın yaratılmasıyla alâkalıdır. Bu âyetlerde Allahû Tealâ, önce âdem (A.S)’ın yaratılışını, sonra ondan sonra gelecek olan nesilleri, şu dünya üzerinde vazifeli kılınmasını, âdem (A.S)’ın nasıl sevva edildiğini (düzenlendiği) ve âdem (A.S)’ın içine Allah’ın ruhundan nasıl üflediğini ve insanlarda da işitme, görme ve idrak etme hassalarını nasıl hassa kıldığını ifade edi-yor.     

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
          Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesi Kur’ân-ı Kerim’in en önemli âyetlerinden biridir. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen; yani Allah’a yönelen kişiyi mutlaka Kendisine ulaştıracağını ifade etmektedir. Allahû Tealâ, insanlardan bir kısmını seçeceğini, seçtiklerinden de Allah’a ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştıracağını söylemektedir, garanti etmektedir. Bu âyet açık bir şekide Rum Suresinin 30, 31, ve 32. âyetleriyle alâkalıdır.

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.

          Allahû Tealâ sadece tek bir dînin olduğunu, bütün insanları hanif fıtratıyla yarattığını ve yaratmasında değişiklik görülemeyeceğini ifade etmektedir. Allahû Tealâ, bütün insanları kıyâmete kadar hep hanif fıtratıyla yani hanif dînini yaşayabilecek olan özelliklerle yaratacaktır.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

          Müşriklerden olmayan (şirke düşmeyen) kişinin, Allah’a ulaşmayı dileyen kişi olduğu kesinleşmektedir. Allahû Tealâ, Rum suresinin 32. âyet-i kerimesinde şirki anlatmaktadır:

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

          Allahû Tealâ’nın şirk tarifi açık ve kesin bir şekilde burada yerli yerine oturmaktadır: Şirk içinde olanlar Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir, Allah’a yönelmeyenlerdir. Allah’a yönelmiş olsalardı tek bir fırka oluşturacaklardı (73. fırka) ve diğer bütün fırkalar bunun dışında kalacaklardı (72 fırka). Müşrikler Allah’a ulaşmayı kesinlikle dilemiyorlar, dileseler gizli şirkten kurtulacaklar. Rum-32 ve Şura-13’te gizli şirkten bahsedilmektedir.
          Allah’a yönelip de takva sahibi olanların içinde bulunduğu tek fırka bütün insanlar için bir kurtuluştur. Allah kimi dilerse onu Kendisine seçer ve bu seçtiklerinden Allah’a ulaşmayı dileyenleri mutlaka Kendisine ulaştırır. Allah’ın seçtiği ve seçmediği insanlar vardır. Allahû Tealâ insanların %90’dan fazlasını seçer. Allah’a ulaşmayı dilemekten insanları men etmeyen herkes seçilir. Seçilenlerin de hepsinin kalbi kasiyet bağlamıştır. Henüz o kişi Allah’a ulaşmayı dilememiştir ve kalbi kapkaranlıktır. Bu karanlık kalpliler Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başka insanların da Allah’a ulaşmasına mani olurlarsa, Allah onları dalâlette ve şirkte bırakır, onları seçmez. Bu şirk; gizli şirktir.         
          Âyet-i kerime açık ve kesin bir şekilde insanların ikiye ayrıldığını, bir kısmının Allah’a ulaşmayı dilediğini ve şirkten kurtulduğunu diğer kesimin şirkte kaldığını söylemektedir. 
          Allah’ın insanlardan beklediği şey Allah’a ulaşmayı dilemeleridir. Allah, Kendisine ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştıracaktır. O insanlar ruhlarını Allah’a ulaştırmayacaklardır. Allah, onların ruhlarını Kendisine ulaştıracaktır. Bu kişilere namazı, orucu, zikri, bütün ibadetleri sevdiren Allah’tır. Allah’ın sevdirmesiyle kişi bütün ibadetlerini yerine getirir.

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
          Bu âyet-i kerimede kâfirlerin Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den mucize istemeleri söz konusudur. Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in onlara cevap olarak: “Allah dilediğini dalâlette bırakır, dilediğini hidayete erdirir.” demesini istemektedir.
          Allah’ın dilediğini dalâlette bırakması, Allah’a yönelen (ulaşmayı dileyen) kişiyi   ise Kendisine ulaştırması, yani hidayete erdirmesi söz konusudur. Başta bütün insanlar fısktadır, dalâlettedir, küfürdedir. Hiç kimse dalâlete sonradan düşmez. Kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren dalâletten kurtularak hidayete adım atmıştır. Eğer kişi, hidayete erdikten sonra tekrar dalâlete düşerse, o zaman tekrar fıska düşer.
          Bir kısım insanlar ruhlarını Allah’a ulaştırmayı yani dalâletten kurtulmayı dile-mezler. Bunun mânâsı Allah’ın da onları hidayete erdirmeyi dilememesidir. Allah’ın onları içinde bulundukları dalâlette bırakması hep yanlış anlaşılmaktadır. Bu kişiyi Allah dalâlete düşürmemiştir. Bütün insanlar doğuşlarından itibaren zaten dalâlettedirler. Allah onları kendi dalâlet hallerinde bırakır. Onlarla ilgilenmez. Onlar hiçbir zaman dalâletten kurtulamayacaklardır. Onlar her zaman dalâlette kalacaklardır. Allah, onları hidayete erdirmeyecektir. Ama kim de Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onları mutlaka hidayete erdirir.
          Kim dalâlette kalmayı istiyorsa, hidayete ulaşmayı, Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa o, Allah’ın dâlalete düşürdüğü değil, dalâlette bırakmayı dilediği kişidir. O kişi, Allah’a ulaşmayı inkâr ettiği ve başka insanları da (bir evvelki âyetteki gibi) Allah’ın yoluna ulaşmaktan men ettiği için Allah’ın hidayete ermesini dilemediği, dalâlette kalmasına müsaade ettiği kişidir.

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
          Bu âyet sahâbeden bahsetmektedir. Burada taguta kul olmaktan Allah’a ulaşmayı dileyerek kurtulup Allah’a kul olma noktası ifade edilmektedir. Bu nokta aynı zamanda kişinin takva sahibi olduğu yerdir.


22/HACC-52: Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin ve lâ nebiyyin illâ izâ temennâ elkaş şeytânu fî umniyyetih(umniyyetihî), fe yensehullâhu mâ yulkış şeytânu summe yuhkimullâhu âyâtih(âyâtihî), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Senden önce gönderdiğimiz (hiç)bir resûl ve nebî yoktur ki; (bir şey) temenni ettiği (dilediği) zaman şeytan, onun temenni ettiği şeye, (yalan) ilka etmemiş (ulaştırmamış) olsun. Fakat Allah, şeytanın ilka ettiği şeyi nesheder (kaldırır, yok eder). Sonra Allah, âyetlerini muhkem kılar (sağlamlaştırır). Ve Allah, Alîm'dir, Hakîm'dir (ilim ve hikmet sahibidir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İblis her an insanları kandırmakla meşguldür. Bu âyet-i kerime, resûller ve nebîler için çok önemli bir konudan bahsetmektedir. İblis, Allah'ın nebîleri ve resûlleri için dahi temenni ettiği şeye mutlaka bir yalanı katmak ister. Allahû Tealâ da resûlünün veya nebîsinin üzerindeki zülmanî tesiri bir anda yok eder. Bu sebeple iblisin bu âyet gereğince, Allah'ın Velî Resûllerine ve Nebî Resûllerine tesir etmek imkânı yoktur. Allahû Tealâ'nın yardımıyla hiçbir zaman bunu başaramaz.
Kişi Velî Resûl de olsa Nebî Resûl de olsa netice değişmez; şeytan mutlaka bir şeyler ulaştırır. Kişinin daimî zikirde olması bir şey ifade etmez. Daimî zikirde olan birinin nefsinin kalbinin zülmanî kapısı (füccur kapısı) kapalı olduğu için şeytan başka yollarla o kişiye mutlaka bir şeyler ilka eder. Ama Allahû Tealâ, resûlünün ve nebîsinin, şeytandan tesir almasını mutlak olarak önler.


22/HACC-54: Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ kendilerine ilim verilenlerden bahsetmektedir.
Kendilerine ilim verilenler, Allah'a ulaşmayı dilemişlerdir. Allahû Tealâ onların dileklerini görerek rahîm esmasıyla onların üzerine tecelli etmeye başlamış, gözlerindeki hicab-ı mestureyi, görme hassalarının üzerindeki gışaveti, kulaklarındaki vakrayı almış, işitme hassalarının mührünü açmış, kalplerindeki mührü açarak küfür kelimesini ve ekinneti dışarı almıştır.
Aynı zamanda burada geçen "onun" kelimesi, irşad makamını, resûlü ve nebîyi ifade etmektedir. "O'nu" kelimesi ise Allah'ı temsil etmektedir. İrşad makamının söylediklerini idrak etmek, Allah'ı idrak etmektir. Allahû Tealâ, Allah'ı idrak etmelerini sağlamak için ekinnetin yerine ihbat sistemini koymuştur.
Ayet-i kerimenin içinde bir idrak müessesesi vardır. Ve Allahû Tealâ işlemlere başlar. Bu işlemlerle Allah kalbi kasiyet bağlamış olan bu kişinin kalbinin mührünü açarak küfür kelimesini alır. Kalbindeki ekinneti alır ve yerine ihbat koyar. Bunun neticesinde kişinin göğsünden kalbine yol açılır ve kalbindeki kasiyet zikirle yok olur. Zikir Allah'ın katından rahmet ve fazl getirir. ve rahmet kalbe sızar. Sızdığı kadar karanlığı, nefsin afetini dışarıya atar. Kişi mürşidine ulaştıktan sonra nefs tezkiyesi başlar, nefsin karanlıkları devamlı dışarıya atılmaya başlanır. Karanlıkların yerini faziletler alır. Mürşide ulaşıp tâbî olmak ruhun vücuttan ayrılarak Allah'a ulaşmak üzere Sıratı Mustakîm'e varmasını, mutlaka sağlar. Sıratı Mustakîm'e ulaşan ruhu Allah mutlaka Kendisine ulaştırır.

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet-i kerime Kur'ân-ı Kerim'in en önemli âyetlerinden birisidir. Bir hidayet âyeti olan bu âyetle, Allahû Tealâ başlangıçta insanlar taguta (insan ve cin şeytanlara) kul iken, Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyerek Allah'a kul olacaklarını kesinleştiriyor:

39 / ZUMER - 17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

Sadece Allah'a ulaşmayı dileyenlerin dalâletten kurtulacakları ise Rad 27'de kesinlik kazanmaktadır:

13 / RA'D - 27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.