ALLAH’IN
YOLUNDAN ALIKOYMAK
43/ZUHRÛF-62: Ve lâ yasuddennekumuş şeytân(şeytânu),
innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
Ve
şeytan sakın sizi, (Sıratı Mustakîm’den) men etmesin. Muhakkak ki o, sizin için
apaçık düşmandır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu
âyet-i kerimede “Sıratı Mustakîm” kelimesi geçmiyor. Ama bir evvelki âyet-i
kerimede Allahû Tealâ: “İşte bu, Sıratı Mustakîm’dir.” diyordu. Allahû Tealâ’ya
Allah’a ulaşmayı dilemek de (birinci), tâbî olmak da (ikinci), Sıratı Mustakîm’dir.
Şeytan, kişiyi Sıratı Mustakîm’den men ettiği sürece o kişi tagutun kuludur.
Zuhruf-61 ve 62 birleştirildiği
zaman şu sonuçlar ortaya çıkar: Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği an Allah’a tâbî
olur. Tagutun kulu olmaktan kurtulur. Allah’ın kulu olmak şerefine erer. Şeytan
da onu Sıratı Mustakîm’den men edememiş olur. Kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği
anda 1. Sıratı Mustakîm’in üzerindedir.
İblis, Adem (A.S)’a secde etmeyince,
Allah onu huzurundan kovduğu zaman diyordu ki: “Eğer beni kıyâmet gününe kadar
yaştırsan ben bütün bu insanların önlerinden, arkalarından, sağlarından,
sollarından Sıratı Mustakîmler’i üzerinde duracağım ve onların senin Sıratı
Mustakîm’ine ulaşmalarına engel olacağım. Ve onların pek azı hariç hepsini
kendime tâbî kılacağım.”
17/İSRÂ-62: Kâle
e raeyteke hâzellezî kerremte aley(aleyye), le in ahharteni ilâ yevmil kıyâmeti
le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâ(kalîlen).
(İblis) dedi ki: “Senin
görüşüne göre, benim üzerime (benden daha) mükerrem (ikram edilmiş, şerefli)
kıldığın kimse bu mu? Eğer beni kıyâmet gününe (kadar) tehir edersen
(ertelersen), onun zürriyetinden (neslinden) pek azı hariç, mutlaka bana
(kendime) tâbî kılacağım.”
(A'RÂF-16 – 17 )
Ne yazık ki şeytanın bu sözünü
gerçekleştirdiği vakıasıyla karşı karşıyayız. Allahû Tealâ, Sebe Suresinin 20.
âyet-i kerimesinde diyor ki:
34/SEBE-20: Ve
lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn
(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar
üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir
fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
Şeytan kıyâmet günü insanlara karşı
olan hedefini, mü’minleri oluşturan tek bir fırka hariç, bütün fırkalar (72 fırka) için gerçekleştirmiş
olacaktır. 72 fırka ifadesi Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîs-i şerifinde
geçiyor. Burada tagut ifadesi kullanılmıyor. Allah’a ulaşmayı dileyenlerin
oluşturduğu tek fırka hariç diğer fırkaların toplamı 72’dir; hepsi kâfirleri,
tagutun ve şeytanın kulları olmalarını ifade eder. Bizatihi şeytan var. Bir de
insan şeytanlar ve cin şeytanlar var. Allahû Tealâ, Nisa Suresinin 167, 168 ve
169. âyetlerinde Sıratı Mustakîm’den men eden insan şeytanlardan
bahsetmektedir. (NİSÂ-167 – 168 – 169)
Ancak
cehennem yoluna (hidayet eder,ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak
olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.
Sadece şeytan Allah’ın yolundan men
etmiyor. Allah’ın yolundan men eden insanlar da var. Allahû Tealâ insan
şeytanlara, cin şeytanlara ve şeytan olan şeytanlara “tagut” diyor. İnsanları
Allah’ın yolundan saptıranlar insan şeytanlardır.
27/NEML-24: Vecedtuhâ ve kavmehâ yescudûne liş şemsi
min dûnillâhi ve zeyyene lehümuş şeytânu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli fe
hum lâ yehtedûn(yehtedûne).
Onu
ve kavmini Allah’ın yerine güneşe secde ederken buldum. Ve şeytan, onlara
yaptıklarını süslemiş ve böylece (Allah’ın) sebîlinden (yolundan) men etmiş. Bu
sebeple onlar hidayette değiller.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Neml Suresinin 24. âyet-i kerimesi, önemli Kurân-ı
Kerim gerçeklerini ihtiva etmektedir. Güneşe secde eden bu insanlar,
şirktedirler. Çünkü açık bir şekilde Allah’tan başka ilâh edinmişlerdir. Şeytan
onlara yaptıklarını süslemiş, doğru göstermiş ve onları Allah’ın yolundan men
etmiştir. İnsanlardan da aynı hüviyette olanlar vardır. Allahû Tealâ, Nisa
Suresinin 167, 168 ve 169. âyet-i kerimelerinde buyuruyor ki: (NİSÂ-167 –
168 – 169 )
Kendileri Allah’a ulaşmayı, hidayete ermeyi
dilemeyen ve başkalarını da Allah’ın yolundan men eden insanlar tehlikeli
olanlardır, uzak bir dalâlettedirler. Bunlar kalplerinde zeyg, maraz
olanlardır, yeryüzünde fesat çıkaranlardır. Başka insanları hidayetten men
etmek için Allah’ın âyetlerini ve hidayeti, Allah’a insan ruhunun ulaşmasını
ketmedenler (gizleyenler), inkâr edenler, küfredenler ve yalanlayanlardır.
Onların amelleri boşa gider ve Allah’ın lânetine muhatap olurlar.
Bu insanlar, hem kendilerine zulmederler hem de
başka insanları Allah’ın yolundan menettikleri için onlara zulmederler. eğer bu
insanlar Allah’a ulaşmayı dileselerdi mutlaka Allah’ın yoluna, Sıratı
Mustakîm’e ulaşacaklardı. Ve tâbî oldukları an, Allah onların günahlarını
sevaba çevirecekti, onlara mağfiret edecekti. Ama onlara Allah mağfiret
etmiyor, onları Tarîki Mustakîm’e ulaştırmıyor. Onları cehennem yoluna ulaştırıyor.
Allah’a ulaşmayı dileyen herkes Allah’ın yoluna
girmiştir, mü’min olmuştur; hidayet ehli olmuştur. Allah’ın yolundan kim men
edilirse, Allah’ın yoluna giremezse, dalâlette, küfürde kalır. Neml Suresinin
24. âyet-i kerimesi, Allah’ın yolunda olmayanların hidayette olmadıklarını,
Allah’a ulaşmayı dileyenlerin gidecekleri bir yolun varlığını, bu yoldan
insanların şeytan tarafından men edildiklerini ve men edildikleri için de
hidayet üzere (hidayette) olamadıklarını anlatmaktadır. Eğer Allah’a ulaşmayı dileselerdi
Sıratı Seviyye üzerinde olacaklardı.
Allah’a ulaşmayı dileyen herkes 7 tane Sıratı
Mustakîm’den birincisine ulaşır. 7. basamağa kadar birinci sebîl devam eder. 7.
basamaktan 14. basamağa kadar 2. sebîl devam eder. 14. basamaktan 21. basamağa
kadar ruhu Allah’a ulaştıran 3. sebîl devam eder. Sıratı Mustakîm; 2 yatay ve 2
dikey sebîlden oluşan 3. sebîldir. 21. basamaktan 25. basamağa kadar, fizik
vücudun teslimi ve 25. basamaktan 26. basamağa kadar, nefsin teslimi sebîlidir.
26. basamak, 27. basamak ve 28. basamağın 5. kademesine kadar ulaşan son sebîl,
iradenin teslimi sebîlidir. Bunların herbiri ayrı bir sebîl oluştururlar.
Neml-24, hidayetin başlangıcının sebîl olduğunu
söylemektedir. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes, Allah’ın yolundadır; 1. sebîldedir,
1. Sıratı Mustakîm’dedir (7 tane sebîl, 7 tane safhayı içerir).
4/NİSÂ-160: Fe bi zulmin minellezîne hâdû harremnâ
aleyhim tayyibâtin uhıllet lehum ve bi saddihim an sebîlillâhi kesîrâ(kesîran).
Artık
Yahudilerin yaptıkları zulümlerden ve birçok kişiyi Allah'ın yolundan men
etmeleri (alıkoymaları) sebebiyle, kendileri için helâl kılınmış olan temiz ve
güzel şeyleri onlara haram kıldık.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ daha evvel birçok şey Yahudilere helâlken o yaptıkları zulüm sebebiyle ve
insanları Allah’ın yolundan men etmeleri sebebiyle, onların üzerine helâl
kılınmış şeyleri haram kıldık buyuruyor Allahû Tealâ.
Bütün
devirlerde insanlardan bir kısmı başka insanların Allah’ın yoluna girmelerini
hep engellemişlerdir. 160. âyetinin Nisa Suresi’nin dizaynına dikkatle
baktığımız zaman bu âyetin 167-168-169. âyetlerle kesin ilişkisi olduğunu
görüyoruz. Burada Allah’ın yolundan men etmeleri, bi saddihim an sebîlillâhi
diyor Allahû Tealâ Allah’ın yolundan men etmeleri sebebiyle. Şimdi Nisa
Suresinin 167-168-169. âyetlerinde açıkça aynı şeyi görüyoruz.
“İnnellezîne
keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ.” buyuruyor Allahû
Tealâ. “Onlar kâfirlerdir ve Allah’ın yolundan men ederler.” diyor Allahû
Tealâ. Ruhlarını insanların Allah’ın yoluna ulaştırmalarını men ederler.
İnnellezîne
keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum, onlar hem kâfirlerdir hem de
zalimlerdir. Neden zalimlerdir? Başka insanları Allah’ın yolundan men ederek
onlara zulm etmeleri sebebiyle zalimlerdir. Allahû Tealâ diyor ki: “lem
yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ, İllâ tarîka cehenneme
hâlidîne fîhâ ebedâ. Allah onlara asla mağfiret etmez, onların günahlarını
sevaba çevirmez.” Çünkü kendileri de hiçbir zaman Allah’ın yoluna girmeyeceklerdir.
Çünkü hiçbir zaman mürşide ulaşmayacakları için günahları asla sevaba
çevrimeyecektir. “Allah onları asla Tarîki Mustakîm’e ulaştırmayacaktır. Allah
onları sadece cehennem yoluna ulaştıracaktır ve orada ebediyyen kalacaklardır.”
diyor Allahû Tealâ.
İşte
bu âyet 160. âyet birçok insanı Allah’ın yoluna girmekten men ettiklerini
söylüyor burada, saddû an sebîlillâhi, Allah’ın yoluna girmekten ruhlarını
Allah’a ulaştırmak üzere Sıratı Mustakîm’e ulaştırmalarından bir muhteva
görüyoruz. Buna mani oluyor bu insanlar. Allahû Tealâ bunu bir zulüm olarak
kabul ediyor. (NİSÂ-167 – 168 – 169 )
9/TEVBE-9: İşterev bi âyâtillâhi semenen kalîlen fe
saddû an sebîlih(sebîlihî),innehum sâe mâ kânû ya'melûn(ya'melûne).
Allah’ın
âyetlerini az bir bedele sattılar. Böylece O’nun (Allah’ın) yolundan
(insanları) men ettiler (Sıratı Mustakîm’e insanların ulaşmasına mani oldular).
Muhakkak ki; onların yapmış oldukları kötü (fena) bir şey (muhakkak ki; onlar,
kötü bir şey yapmış oldular).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Allah’ın âyetlerinin az bir bedele satılması”,
insanların Sıratı Mustakîm’den men edilmesiyle sonuçlanıyor. Allah’ın vasiyeti,
4 tane teslimi içerir. Allahû Tealâ, bütün insanlara ruhlarını ölmeden evvel
Allah’a ulaştırmalarını, fizik vücutlarını, nefslerini ve iradelerini Allah’a
teslim etmelerini farz kılmıştır. Allahû Tealâ, burada birtakım âlimlerden;
“Allah’ın âyetlerini az bir bedele satan insanlar” olarak bahsetmektedir. O
devirde de bu insanların var olduğu kesinlik kazanıyor. Bütün devirlerde, Allah
emrini vermiş, nebî (peygamber) resûller de, velî resûller de emri tebliğ
etmişlerdir. Bütün devirlerde, her kavmin içinde Allah’ın resûlleri mutlaka
vardır.
Görülüyor ki; 1400 sene evvel inen Kur’ân-ı
Kerim’de, aslında Allahû Tealânın söyledikleri yeni bir şey değil. İslâm’ın
karşısındakiler yahudiler ise onların da peygamberi aynı güzellikleri yaşadı.
Onunla beraber olanların hepsi ruhlarını da, vechlerini de, nefslerini de,
iradelerini de Allah’a teslim ettiler. İslâm’ın karşısındakiler hristiyanlar
ise onların da Hz. İsa zamanındaki olayları da aynıydı. Onlar da ruhlarını,
vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim etmişlerdi. Ama Hz.
İsa’dan 600, Hz. Musa’dan 1000 seneden daha fazla bir zaman sonra insanlar,
kendi dînlerini, Allah’ın âyetlerini az bir bedele satanlar sebebiyle
unutmuşlardır. Bu insanlar, Allah’ın indirdiği mukaddes kitaplarda,
beyyinelerle ispat etmesine rağmen gene de hidayeti gizlemektedirler.
İnsanların Sıratı Mustakîm’e ulaşmasını engellemektedirler:
2/BAKARA-159: İnnellezîne
yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi
fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).
İndirdiğimiz o
beyyinelerden olan şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah’a
ulaştırılmasını) Kitap’ta Allah insanlara açıkladıktan sonra gizleyenler (var
ya), onlara, hem Allah lânet eder hem de lânet ediciler lânet eder.
9/TEVBE-32: Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim
ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrehu ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
(Onlar)
ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih
görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kâfirler, Allah’ın nurunu söndürmeyi, Allahû Tealâ
da tamamlamayı isti-yor. Neticede mutlaka Allahû Tealâ, nurunu tamamlayacaktır!
Gâlip gelen her zaman Allah olmuştur. Allah nurunu mutlaka, her istediği zaman
tamamlamıştır. Allah’ın nuru, bir açıdan Kur’ân-ı Kerim, bir açıdan tevhid dîni
olan Allah’ın dînidir.
Allahû Tealâ sadece bu âyette değil, başka âyetlerde
de: “Kâfirler istemese de, mücrimler istemese de” ifadelerini kullanarak:
“Nurunu tamamla-yacaktır.” veya “Tamamlamak ister.” diye, Kur’ân-ı Kerim
boyunca açıklamalar getirmiştir. Bu âyet de onlardan bir tanesidir.
9/TEVBE-34: Yâ eyyuhellezîne âmenû inne kesîren minel
ahbâri ver ruhbâni le ye'kulûne emvâlen nâsi bil bâtıli ve yasuddûne an
sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne yeknizûnez zehebe vel fıddate ve lâ
yunfikûnehâ fî sebîlillâhi fe beşşirhum bi azâbin elîm(elîmin).
Ey
âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Muhakkak ki;
ahbarlardan (yahud âlimlerden) ve ruhbanlardan (rahiplerden) çoğu, mutlaka
insanların mallarını bâtılla (boş yere, haksız olarak) yerler ve Allah’ın
yolundan engellerler (mani olurlar). Ve altın ve gümüşü biriktiren ve onu Allah
yolunda infâk etmeyen kimseler; artık onlara elîm azabı haber ver.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada gerek yahudilerden, gerek hristiyanlardan
bazı bilginlerin ve rahiplerin altını, gümüşü biriktirdikleri ve insanlardan
haksız yere para aldıkları ve bu parayı da Allah yolunda harcamadıklarını
söylüyor, Allahû Tealâ. “Onlara acı bir azabı müjdele.” diyor.
Aradan geçen zaman parçalarında iblis, bütün
insanları dejenere etmek, yozlaştırmak için elinden gelen gayreti göstermiş ve
dejenerasyon gerçekleşmiştir. Şeytana, bu istikamette uymamak asıldır. İşte
Allahû Tealâ’nın dizaynı odur ki; Allah yolunda hizmet verenler, bu konuda
kendilerine düşenleri yapmak mecburiyetindedirler.
Aradan zaman geçtikçe bütün dînlerde insanların
büyük kısmı, ne yazık ki bir yozlaşmanın içine girmişlerdir. Görünen dînlere
baktığımız zaman sadece dîn adamlarının değil, insanların da %90’dan fazlasının
Allah’ın kurtuluş reçetesini unuttuklarını, tatbik edemediklerini ve daha
kötüsü, yaptıklarının doğru olduğunu zannettiklerini görüyoruz. Zaman
içerisinde iblis, dînlerin muhtevasını bozmayı başarmış, İslâm’dan da
hristiyanlıktan da, yahudilikten de çok şey koparmıştır. Ve aradan asırlar geçtikçe iblisin, insanları
adım adım Allah’ın yolundan ayırdığının kesin işaretini görüyoruz, bu âyette.
Bu âyet-i kerime, artık yahudilerde de, hristiyanlarda da özellikle dîn
adamlarında ve rahiplerde bir yozlaşmanın, kesinlikle mevcut olduğunu işaret
etmektedir.
Bugün İslâm’da da ne yazık ki aynı şeyler söz
konusudur. İnsanlar, dînlerini unutmuşlar artık yaşamıyorlar.
16/NAHL-88: Ellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi
zidnâhum azâben fevkal azâbi bimâ kânû yufsidûn(yufsidûne).
İnkâr
edenlere (kâfirlere) ve Allah’ın yolundan men edenlere, fesat çıkarmış
olduklarından dolayı azap üstüne azabı arttırdık.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kâfir kelimesi, Allah’ı inkâr eden anlamına
gelmektedir. Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse onlar Allah’a inansalar da
kâfirdirler. Allah’ın yolundan alıkoyanlara, azap üstüne azap verilir.
Bir kişi, salt kendi günahları sebebiyle cehenneme
girerse, sadece kendi işlediği günahların azabını çeker. Fakat kim kendisi
dalâlette iken, kâfir iken, başkalarını da Allah’ın yolundan men ederse ve
başkalarını da küfürde bırakırsa, o zaman Allahû Tealâ “O kişinin günahından
ona da veririz.” buyurmaktadır.
O kişinin günahı, başkasının günah kazanmasına
sebebiyet verdiği için, kişinin omuzlarına yüklenen bir vebaldir. Allah’ın
yoluna ulaşmaktan men ettiği kişinin günahlarından bir kısmı men edene de
yüklenir. Allahû Tealâ: “Onlara azap üstüne azap veririz.” demekle “Kendi
azaplarının üzerine onların azabından da bir parça ve-ririz.” demek
istemektedir. Bu sebeple kişinin azabı artar. Azabın artması, kaybettiği derecelerin
artması demektir. Cehennemdeki azap müessesesi, kaybedilen derecelerin
kazanılan derecelerden artan miktarının büyüklüğüne göre tayin edilir. Kişinin
kaybettiği derecelerden kazandığı dereceler kiramen kâtibin melekleri
tarafından çıkartılır. Kaybedilen derecelerin ne olduğu ortaya çıkar. Bu rakam
büyüdükçe, kişilerin azabına daha çok azap katılır.
Âyette anlatılan “kişiye fazla günah yüklenmesi”,
söz konusu kişinin başkalarının da Allah’ın yolundan sapmasına, dalâlette
kalmasına sebebiyet verdiği içindir.
Başkalarını Allah’ın yolundan men edenler Nİsa
167-168 ve 169’da anlatılmaktadır.
47/MUHAMMED-32: İnnellezîne keferû ve saddû an
sebîlillâhi ve şâkkûr resûle min ba’di mâ tebeyyene lehumul hudâ len
yedurrûllâhe şey’â(şey’en), ve seyuhbitu a’mâlehum.
Muhakkak
ki inkâr edenler, Allah’ın yolundan men edenler ve onlara hidayet açıkça belli
olduktan sonra resûle muhalefet edenler, onlar Allah’a hiçbir şeyle asla zarar
veremezler. Ve (Allah) onların amellerini heba edecek.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İnkâr edenler, Allah’ın yolundan men edenler,
hidayet açıkça belli olduktan sonra resûle karşı ko-yanlar Allah’a muhakkak ki
zarar veremezler. Allah onların amellerini boşa çıkarır. Amelleri sebebiyle
kazandıkları dereceler sıfırlanır.
40/MU'MİN-37: Esbâbes semâvâti fe attalia ilâ ilâhi
mûsâ ve innî le ezunnuhu kâzibâ(kâziben), ve kezâlike zuyyine li fir’avne sûu
amelihî ve sudde anis sebîl(sebîli), ve mâ keydu fir’avne illâ fî
tebâb(tebâbin).
"Göklerin
sebeplerine (yollarına) (ulaşırım), böylece Musa’nın İlâhı’na muttali olurum.
Muhakkak ki ben, onun yalancı olduğunu zannediyorum." Ve işte böylece
firavuna kötü ameli süslendi. Ve böylece yoldan saptırıldı. Ve firavunun hilesi
hüsrandan başka birşey olmadı.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İnsanlar kötü amelle davrandıkları taktirde
öldükleri zaman beraberlerinde onları cennete götürecek olan hiçbir şey olmadan
bu dünyadan ayrılacaklardır. Bu insanlar, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için
kendilerine yazık etmişlerdir ama her devirde dünyanın %90’ından fazlası bu
türde insanlarla doludur. Firavun burada uzay yolculuğundan: “Göklerin
sebeplerine, yollarına ulaşıp Musa’nın İlâhı’na muttali olurum.” diyor.
11/HÛD-19: Ellezîne yasuddûne an sebîlillâhi ve
yebgûnehâ ivecâ(ivecen), ve hum bil âhıreti hum kâfirûn(kâfirûne).
Onlar
ki; Allah’ın yolundan (kişinin mürşidine ulaşmasına mani olarak ruhunun,
vücudundan ayrılarak Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e ulaşmasına engel
oldukları için) saptırırlar. Ve onu (ruhun ölmeden Allah’a ulaşmasını) eğmek ve
bükmek isterler (gerçek kavramından uzaklaştırmak isterler). Onlar, ahireti
(ruhun ölmeden Allah’a ulaşmasını) inkâr edenlerdir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Onlar ki kişinin, mürşide ulaşmasına mani olurlar.
Ruhunun vücudundan ayrılarak Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e ulaşmasına
engel olurlar. Dolayısıyla insanların Allah’ın yoluna girmesine engel olurlar.
Ve ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasını eğmek, bükmek ve gerçek anlamından
uzaklaştırmak isterler. Onlar ahireti (ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasını)
inkâr edenlerdir.
Allahû Tealâ’nın “ahiret” kelimesiyle burada ifade
ettiği anlam net olarak, insan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasıdır. Bu
âyet-i kerime, Nisa Suresinin 167. ve A’raf Suresinin 147. âyet-i kerimeleriyle
illiyet rabıtası içindedir. (NİSÂ-167)
7/A'RÂF-147: Vellezîne
kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhireti habitat a’mâluhum, hel yuczevne illâ mâ
kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve âyetlerimizi ve ahirete
ulaşmayı (hayatta iken ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr eden kimselerin
amelleri, heba oldu (boşa gitti). Onlar, yaptıklarından başka bir şeyle mi
cezalandırılır (karşılık verilir)?
33/AHZÂB-67: Ve kâlû rabbenâ innâ ata’nâ sâdetenâ ve
kuberâenâ fe edallûnes sebîl(sebîlâ).
Ve
cehennemde olanlar derler ki: "Yarabbi, muhakkak ki biz, sâdatlarımıza
(dînde ileri gidenlerimize) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve
böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîmi’nden) saptık."
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Dîn konusundaki sâdatlara yani dînin ileri
gelenlerine insanlar itaat etmişlerdir. Sâdatlar ise onları sebîlden
saptırmışlardır. Dikkat edin tâbiiyet kelimesi geçmiyor itaat etmek geçiyor.
Her zaman bir tarafta resûl, diğer tarafta da büyük kısmı mutlaka resûle karşı
olan o ülkenin dîn konusunda ileri gelenleri olmuşlardır. Allahû Tealâ buyuruyor
ki:
23/MU'MİNÛN-44: Summe
erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ
ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ
yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi
ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her
defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve
onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak
olsun.
Hiçbir kavim, resûlünü kabul etmemiş, büyük kısmı
ona karşı çıkmıştır. Bunun sebebi onların alıştıkları dîn statüsündeki
işlemlerdir. Dîn deyince insanlar namaz kılmayı, oruç tutmayı, zekât vermeyi,
hacca gitmeyi, kelime-i şahadet getirmeyi anlıyorlar. İslâm, teslim olmak
demektir. İnsanlar, İslâm’ın beş şartını yerine getirmekle Allah’a teslim
olacaklarını ve cennete gideceklerini düşünüyorlar. İşte bu sâdatlara itaat
etmek demektir.
Dîn, 14 asırdan beri bir yozlaşmanın içinde, buraya
kadar gelmiştir. Artık ne Allah’a ulaşmayı dilemek ne irşad makamına ulaşıp
tâbiiyet ne ruhu Allah’a ulaştırıp teslim etmek, ne fizik vücudu teslim etmek,
ne nefsi Allah’a teslim etmek, ne irşada ulaşmak, ne de iradeyi Allah’a teslim
etmek kalmıştır.
Kur’ân,
bu 7 safhayı da üzerimize farz kılmış, 14 asır evvel bütün sahâbe bu yedi
safhayı da gerçekleştirmişlerdir.
Allah’ın, Kur’ân’da mevcut olan ama yürürlükten
kaldırılmış olan, dünya ve cennet saadetine ulaştıracak olan temel farzlarının,
yani 7 safhanın hiçbiri İslâm’ı yaşadığını zanneden büyük kitlelerce gerçekleştirilmemektedir.
Mutlaka tatbik edilmesi gerekir.
43/ZUHRÛF-37: Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli
ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).
Ve
muhakkak ki onlar (şeytanlar), onları mutlaka (Allah’ın) yolundan men ederler
(alıkoyarlar). Ve onlar kendilerinin hidayette olduğunu sanırlar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ
Nur Suresinin 21. âyet-i kerimesinde diyor ki:
24/NÛR-21: Yâ
eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’
hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ
fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve
lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey
âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına
tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o
(şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak
ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize
olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen
nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve
Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).
Bir insanın
nefsinin kalbine Allah’ın nurlarının girebilmesi için insanın önce Allah’a
ulaşmayı dilemesi sonra da mürşidine ulaşıp tâbî olması lâzımdır. Ondan sonra
da zikretmesi lâzım ki nefsinin kalbine Allah’ın nurları gelerek yerleşsin ve
ruhu nefsinin tezkiyesine paralel olarak Allah’a ulaşsın. Başlangıçtaki %2
rahmet birikiminden sonra, nefsin kalbindeki her %7 fazl birikiminde ruh bir
gök katı yükselir. Sonunda 7 gök katını aşan ruh Allah’a ulaşır, kişi hidayete
erer. Ama bazı insanlar, başka insanları Allah’ın yolundan men ederler.
İnsanlar ne yazık ki büyük bir aldanışın içine girerler. Zannederler ki
içlerindeki o ses kendi düşüncelerinin sesidir. Oysaki o ses şeytanın sesidir
ve insanları, düşüncelerinin seslerini taklit ederek aldatır ve yapılmaması
lâzımgeleni yapılması lâzımmış gibi bir hüviyete sokar. Yapılması gerekeni de
yaptırmamaya çalışır ki kişi kendisiyle beraber cehenneme gitsin. İnsanlara
İslâm’ın 5 şartının onları cennete ulaştıracağına inandırır. Onlar da İslâm’ın
5 şartını yaşayarak hidayette olduklarını zannederler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.