YARDIMLAŞMA
Yardımlaşma Nedir ve Tasavvuf Mensupları Arasındaki Yardımlaşma
Nasıl Olmalı?
Medine’deki her evde sahâbenin alın teri, emeği vardır.
Hepsi birbiri için çalışmayı kendisine bir zevk edindi ve çalıştı. Her biri Allah’a
hizmet için büyük bir zevk alarak yaşadı. Sahâbe için hizmet, Allah’a mukarreb
olmanın; tekarrüb’ün yani Allah’a yaklaşmanın bir vasıtasıydı. Allahû Tealâ’ya
ne kadar çok hizmet verirlerse o kadar çok Allah tarafından sevileceklerini
biliyorlardı. Hiçbiri bir diğerinden şikâyetçi olmuyordu. Herkes hangi iş
olursa olsun büyük bir şevkle, aşkla ve heyecanla
konuya adapte oluyordu ve hizmeti zevk ile yapıyordu. Sahâbe, Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’e tâbî oldular ve asr-ı saadeti yaşadılar.
İblis aradan geçen 1400 yılda Kur’ân’ın insanları
kurtuluşa ulaştıracak olan bütün hedeflerini yok etmiştir. Kur’ân’ın insanları
cennet saadetine ulaştıracak olan bütün hükümleri de dünya saadetine
ulaştıracak olan bütün hükümleri de iblis tarafından devre dışı bırakılmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’in indirilmesinden 14 asırdan daha fazla zaman geçtiği şu devre içinde
İslâm Âlemi artık İslâm’ı yaşamamaktadır. İslâm 7 temel üzerine oturur; 7 safha ve 4 teslimden oluşur:
1. safha: Allah’a ulaşmayı dilemek.
2. safha: Allah’ın tayin ettiği mürşide tâbî olmak.
3. safha: Ruhu, Allah’a teslim etmek (1. teslim).
4. safha: Fizik vücudu Allah’a teslim etmek (2. teslim).
5. safha: Nefsi Allah’a teslim etmek (3. teslim).
6. safha: İrşada ulaşmak.
7. safha: İradeyi Allah’a teslim etmek (4. teslim).
Bütün sahâbe, 7 safha 4 teslimi 14 asır evvel gerçekleştirdiler.
Sahâbe Asr-ı Saadeti Hangi Davranış Biçimi ile Yaşadı?
Sahâbe, sizlerin yaşadığı standartlardan çok daha kötü
şartlarda yaşadılar. Her an bir savaşla karşı karşıyaydılar. Her an onları
öldürmek için hazır olan insanlar vardı. O şartların içinde birbirlerine
yaklaştılar. Allah’ın söylediğiyle kardeş oldular.
Allahû Tealâ, Âli İmrân Suresinin 103. âyet-i
kerimesinde buyuruyor ki:
3/ÂLİ
İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi
aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî
ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ,
kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve
hepiniz, Allah'ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah'ın
sizin üzerinizdeki ni'metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz.
Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O'nun (Allah'ın) nimeti
ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan
kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz
hidayete erersiniz.
Bütün
sahâbe kardeş olmuşlardı. Sahâbenin davranış biçimlerine bakıldığı zaman
temelde, son derece net bir yardımlaşma hüviyeti görülmektedir. Onlar, hizmet
söz konusu olduğunda konu ne olursa olsun hizmete koşarak giderlerdi. Sabah
namazından sonra uyumazlardı; “Nerede bir hizmet var?” diye birbirlerine
sorarlardı; sonra da o hizmete
koşarlardı. Söz konusu olan hizmet idi… Kim hangi işi tuttuysa mutlaka bir arkadaşının kendisine yardıma
geleceğini bilirdi. İki kişi daha büyük bir gayretle çalışırken bir üçüncü kişi
aynı şevkin, heyecanın içinde yardıma gelirdi. İkinci, üçüncü gelenin gayesi; birinci
başlayanın işi hangi standartlardaysa ona mutlaka yardımcı olmak; onun işini
kolaylaştırarak hedefe gitmekti. Onları ter içinde canla başla bir şeyler
yapmaya çalışırken gören sahâbelerden biri daha mutlaka oraya yardım için ulaşırdı.
Arkasından diğerleri gelirdi. Herkes bilirdi ki; çalışmakta olan bir arkadaşına
yardım etmek yani imece, Allah’ın temel emridir. Elbirliğiyle bir işin üstüne
yürürlerdi. Canla başla çalışmak, iş neticelenene kadar devam ederdi. Bu davranış
biçimi sahâbenin, alâmet-i fârikasıydı
yani onları başkalarından ayıran
özellikleriydi. İş sahâbeye ağır gelmezdi. Çünkü kardeşlerinden
birinin bir işini yapmak onlara göre Allah’ın işini yapmaktı.
Allah
dostları!!! Sahâbeden 14
asır sonra Allah’ın işini yaparken sahâbe ile aynı imece ruhuna sahip misiniz? Onlarla
aynı özellikleri mi taşıyorsunuz? Allah’ın hizmeti size sadece zevk mi veriyor?
Hizmet etmek için çırpınıyor musunuz? Yoksa: “Dostlar alışverişte görsün bende çalışanlarındanım.”
deyip; hizmet etmek yerine bir şeyler yapar görünmeyi mi düşünüyorsunuz? Sahâbe
Arapça ifadesi ile “kül” halinde yani bütün olarak, hepsi, arabayı çeken atlardı. Hiçbirisi arabanın
içindeki yolcular olmadılar. Siz de onlarla aynı ruha, aynı özelliklere sahip
olabilirsiniz. Sizler ki; Osmanlı kanı taşıyorsunuz. Öyle olmalısınız...
Bir hizmet söz konusu olduğu zaman, bir hizmet yerine
gidildiğinde oradakilerin hakkınızda: “Bu da nereden geldi?” dedikleri;
başkalarına huzur yerine rahatsızlık veren bir insan, sakın olmayın.
Arkadaşını ağır bir işi yüklenmiş yorgun argın gördüğü
zaman ona sırt çeviren bir insan sakın olmayın.
“Herkes çalışıyorsa ben de oraya gider; çalışır
görünürüm” diyen insanlardan sakın olmayın.
Bir işin ucundan tuttuğunuz zaman parmağınızın ucuyla
tutmayın. Onu sırtınıza alıp asılıp götürecek olan atlar olun. Bu bir tercih
meselesidir. Bu bir meşrep meselesidir.
Allah’ın Hizmetini Hangi Gözlüklerle Görüyorsunuz?
Birçok insana hizmet her zaman ağır gelir. Kişi,
Allah’ın hizmetini angarya olarak değerlendirir. Böyle bir insansanız hizmete
hiç gitmeyin. Hedefiniz kardeşlerinize (insanlara) yardım etmek değilse, Allah
için bir gayretin sahibi olamayacaksınız orada ne işiniz var? Çalışan insanlar
çalışmalarını yürütürken sakın onların arasına gidip; karışıp onlara amirlik
taslayanlardan olmayın. Onlar, Allah için çalışıyorlar, sizde Allah için çalışın.
İnsanlara tayin olmadığınız, tayin edilmediğiniz bir yerde onların amiriymiş
gibi davranmamalısınız. Her zaman aranızda bir kardeşlik, dostluk olsun. İşleri elele gönül gönüle beraberce yüklenin. Hiçbir zaman aranızda “Neden
o iş yapmıyor da ben yapıyorum?” tarzında bir düşünce olmamalıdır.
Allahû Tealâ’nın sahâbe için kullandığı
ifadeye dikkat edin! Allahû Tealâ: “Onlar hayırlarda yarışanlardı.” buyurmaktadır.
Bunun mânâsı: “Neden o yapmıyor da ben yapıyorum.” değildir. Dayanışma, imece,
hayırlarda en önde gidenlere gıpta etmekle gerçekleşir. “O bu kadar güzel
çalışıyor da ben neden onun gibi çalışamıyorum. Ben de onun gibi
çalışabilmeliyim ondan daha güzelini yapabilmeliyim. Hemde ona yardım ederek
bunu yapmalıyım.” şeklinde düşünmelisiniz.
Bazı işleri bazı insanlar ustalıkla
yaparlar. Aynı ustalığa sahip olmak için bir kısım insan bir gayrete soyunur; o
işi ustalıkla yapan kişi gibi yapmayı kendilerine hedef ittihaz ederler. Bu
kişilerin ustalıkları adım adım artacaktır. Allah, hedefleri bu olduğu için o
kişilere yardım eder. Kişi, burada doğru bir düşünceye ve hedefe sahiptir: “Neden onlar yapmıyorlar da ben yapıyorum”
değil; “Neden onlar yapıyor da ben onlar gibi yapamıyorum?” demektedir. Başkalarının
kötü, sizi üzebilecek, tembelliğe sevk edecek standartlarını, yönlerini değil, sizi
işe özendirecek standartlarını görün. Diğerlerini görmeyin. Eğer bu tarzda, en
iyi çalışanları görüp kendinize onlara ulaşmayı; onlar gibi başarılı olmayı,
hedef ittihaz ederseniz sizin hergün biraz daha arabayı daha dikkatli çeken
atlardan olmanız başkalarının dikkatini çekecektir.
Hepiniz daha iyi hizmet verebilme
yarışında olmalısınız. Sahâbeyi sahâbe yapan özelliğinin temeli budur. Onlar
hayırlarda yarışıyorlardı. Öyleyse imecenin temeli hayırlarda yarışmaktır; sizden
daha iyi hizmet verenlere gıpta etmek; daha kötü hizmet verenleri örnek almamaktır.
Öyle bir kişi olun ki; sizin kadar hizmet vermeyenler size hayranlık duysunlar;
sizin gibi olmak istesinler. Herkesin sizin gibi olmak isteyeceği bir
özellikler yelpazesinin sahibi olmalısınız. Davranışlarınız, çalışmalarınız,
gayretiniz ve ortaya koyduğunuz kaliteli iş ile örnek biri olmalısınız.
Her yerde bir laubalilik hakim olmamalıdır.
Hizmetler, bir işe teşne (istekli) olup onu kendisine iş edinen üzerine
bırakılmaktadır. Bir işi istekle yüklenen kişi yalnız
bırakılmakta ve diğerleri: “Nasıl olsa işi başkası yapıyor ben yan gelip
yatarım.” zihniyetindeler. Allah yolunda hizmet bu zihniyette olmamalıdır.
Evvela hangi dergahtaysanız o dergaha, bulunduğunuz yere ve çevrenizde yapılan
hizmetlere karşı sorumluluklarınız olduğunu bilmelisiniz. Sizin aranıza nemelazımcılık
ve yozlaşma hiçbir zaman girememelidir. Bunun aranıza girebildiğini; sizi için
için kemirdiğini müşaede etmek istemeyiz.
Dergâh hayatı bir bütündür. Hepiniz bu
bütünün bir parçasısınız. “Başkaları hizmeti götürüyor, ben yapmasam da olur
onlar zaten bunu yapıyorlar. Hem canım; ben onların işine müdahale ettiğim
zaman belki de bana kızarlar” diye mi düşünüyorsunuz? Her konuda bir
sorumluluğunuz olmalıdır. Her iş safhası kendi açısından bir bütünü oluşturur.
Diyelim ki; bir yerde yemek yapılmakta. Mevcut malzemenin temizlenmesinden,
yıkanmasından, pişirilme safhasına gelinceye kadar geçen devrede bir kaç tane
elden geçmesi gerekecektir. Bir yemeği oturup çok beğenerek yediniz. Burada
yapmanız lâzım gelen şey o yemeğin nasıl yapıldığını onun ustasından öğrenmek
ve onun seviyesine yükselebilmek için çalışmaya başlamaktır. “Neyi nasıl
yapıyor? Nasıl başarılı oluyor? Neden aynı yemeği yapan bir başkasının yemeği
onun gibi olmuyor?” Bu soruların cevaplarını ince eleyip sık dokumalısınız.
Hizmetin hangi safhası olursa olsun sizi kendisine çeken bir cazibe merkezi, bir
görüntüsü olmalıdır. Hizmet yapmak sizi kendisine çeken bir görüntü
taşımıyorsa, size sadece sıkıntı veriyorsa o zaman yozlaşırsınız. Bu yozlaşma
geriye gidiştir. Allah’a yaklaşmak değil; Allah’tan uzaklaşmaktır.
Bir tasavvuf kardeşiniz bir işe başlamış
siz de oraya geldiniz size işiniz daha verilmemiş olsa da hemen o kardeşinize
yardıma başlamalısınız. Hangi işi yaparsa yapsın önemi yok. Eğer onun
ustalığına sahip değilseniz oda yardıma açıksa hemen onun bu işi nasıl
yaptığını inceleyip onun gibi yapmaya çalışın.
Yardım; bugünün sahâbelerinin temel hedefi
olmalıdır. Sahâbe asr-ı saadeti yaşadılar, sizler asr-ı hidayeti
yaşayacaksınız. Onlar hayırlarda yarıştılar sizler henüz yarışamıyorsunuz.
Bunun sebebi belki aldığınız bilgilerin yetersiz oluşu; belki tatbikatınızın,
uygulamanızın yetersiz oluşu; belki kendinizi Allah’ın hizmetine adapte edememeniz;
belki çalışma hayatınızda başka insanlarla olan ilişkilerinizin size negatif
faktörler olarak görünmesi olabilir. Bir yerde beraberseniz orada sosyal bir
yapının bir parçasısınızdır. Toplumdan oluşan bir faaliyet içindesinizdir.
Böyle bir dizayn da herkesin ayrı bir vazifesi olması lazımdır.
Bir dergâh halkının yemek yemesi söz
konusudur. O yemekleri yapmak için hepiniz birden vazifeli olmayacaksınız. Bir
kısmınız bu işe yeterlidir. Her yerin temizliği gerekir. Bir kısmınız da
bununla meşgul olacaksınız. Boş birisi varsa o kişi her açıdan mutlaka
birilerine yardım etmesi gerektiği cihetle: “Nerede devreye girebilirim?” diye
derhal harekete geçmelidir. Bir kısmınız içerde bir kısmınız dışarıda
çalışacaksınız.
Eğer aranızda bazı kardeşlerimiz işe teşneyse iç dünyaları o işi
yapmayı istiyorsa ve bir işi sırtlamış götürüyorlarsa öteki tasavvuf
kardeşlerimize baktığımızda: “O iş nasıl olsa yürüyor benim yapabileceğim birşey
yok. Şu anda ben birşey yapmam” diye bir kenara çekilmekteler. O kişinin üzerine
ne kadar çok iş binerse binsin ötekiler hiç aldırmamakta. Sanki kendileri o
toplumun içinde yaşamıyormuş gibi davranmaktalar. Bunun içinde çok mantıklı
zannettikleri bir düşünce ile hareket edip: “Allahû Tealâ’dan mükâfatını da
alacaktır. Ben onun işine müdahale edersem Allah’tan alacağı mükâfata da engel
olurum.” demekteler. Birbirinizle olan ilişkilerinizde böyle bir düşünce
tarzının sizi sadece yozlaştırabileceğini idrak etmelisiniz. O kardeşinize yardım
ettiğiniz zaman yardım edilmeye değer görüldüğü için bir başkası da kendisiyle
beraber aynı hizmeti paylaşacağı için bundan üzüntü değil sevinç duyar.
Yardım alan kişi mutlaka kendisine yardım
edene teşekkür etmelidir. İçinizde teşekküre gerek görmeyenleri hayretle
müşahede ediyoruz Şu fikre dayandırıyorsunuz: “Nasıl olsa onun mükâfatını Allah
verecek değil mi o bana hizmet edebilecek durumdaysa o zaman hizmetini yapsın
Allah ta nasıl olsa ona mükâfatını verecek. Benim ayrıca teşekkür etmeme gerek
yok.” Öyle mi zannediyorsunuz? Sizin teşekkür etmenize gerek yok mu sahiden?
Kişi gerçekten Allah’tan mükâfatını alacaktır ama siz size yapılan hizmetin
bedelini ödemiş oluyor musunuz? Eğer sizin yapmakta olduğunuz işe hizmet için yardıma
gelen bir kardeşiniz varsa canla başla çalışıyorsa sizin işinizde sizin işinize
ortak olması gerçekten Allah’a hizmettir. Ama yapılan iş sizin işinizse daha
evvel götürmekte olduğunuz bir işse size yardım edene bir teşekkür borçlu
olmayacak mısınız? Bu kadar vurdumduymaz olabilir misiniz? Tasavvufu yaşayanlarda
böyle bir standart olabilir mi? Nasıl kendimizi bu kadar sosyal hayatın gerçeklerinden
soyutlayabilir devredışı kalabilirsiniz?…
Tasavvufu
yaşamayan insanlar bile bir başkası kendilerine yardım ettiği zaman teşekkürü
bir vazife bilirken tasavvuf mensupları bunu nasıl bilemez? Allahû Tealâ’dan karşılığını onlar alır
veya almaz o sizin işiniz ya da sahanız değildir. Sizin işiniz kim size bir
hizmette, yardımda bulunduysa o yardımın karşılığında ona mutlaka teşekkür
etmektir. Bu sizin asli vazifenizdir. Allahû Tealâ’nın ona teşekkür etmesi veya
etmemesi, ona yardımı, onun derecat kazanması veya kazanmaması onunla Allah
arasındaki bir ilişkidir. Siz bu ilişkinin dışındasınızdır. Siz de o
kardeşinizle ilişki içerisindeyseniz o size yardım ediyorsa siz ona teşekkür
etmek mecburiyetindesiniz.
Birbirinize güler yüz gösterme gereği duyuyor
musunuz? Birbirinize karşı güleryüz gösterirseniz o zaman her olayı en güzel
standartlarda yürütürsünüz.
Dergah hayatı birçok hizmetin yapılmasını
ve ücretsiz yapılmasını gerektirir. Ücret, Allah’tan gelir. Ücretlerin en
güzeli, derecat kazanılması ve Allah’ın sizi daha çok sevmesidir.
Bir
dergah yaşantısında yemekler yapılacak; ısıtılacak; sofralar kurulacak;
bulaşıklar yıkanacak; etraf temizlenecektir. Aranızdan biri birkaç kişi diyelim
ki bunları yüklenmişler götürüyorlar. Geri kalanlar sadece seyrediyorsa bu
tablo size utanç vermiyor mu? Size teker teker: “Neden arkadaşına yardım
etmiyorsun hadi yardım etmeye başla” denmesi mi lâzım? Bunu mu bekliyorsunuz.
Biz size böyle bir ricada bulunduğumuzda o işi yaparsanız; vazifenizi gerçekten
yapmış olur musunuz?
Bütün mutfağın işlerini yapan; bulaşığı
yıkayan, fırınların temizleyen bir kişi olduğunda “Onun işine karışırsak belki
bize kızar.” diye düşünüyorsanız kendinizi boşuna aldatıyorsunuz demektir.
Hepiniz o tek başına çalışan insana yardım etmekle mükellefsiniz. Bu işler yapmayabilirsiniz ama bilin ki bu sizi Allah’ın nezninde sadece küçültür.
Bu sözlerimiz, çalışmayan, az çalışan ve
asıl ifadeyle çalışmanın zevkine varamadıkları için çalışmayı şevkle
yürütemeyen hatta çalışmanın kendilerine huzursuzluk verdiği, çalışmayı angarya
gibi düşünen kişileredir. Kişiler, yanlış davranışlar
sergilediklerinde uyarılmasalar da kalpler zaman içerisinde adıma adım o kişilere
karşı kapanır. İşleri aranızdan bazılarının üzerine yıkmayın. Hepiniz her
konuda emir beklemeden birbirinize yardımcı olun. Size emir vermek mevkiinde
olanlardan bir emir beklemeden yardımcı olmak aslî göreviniz olmalıdır.
Bir kısım tasavvuf mensupları çalışıp bir
kısmı çalışmamaktadır. Allah’ın yolunda kimseye zorla iş yaptırılmaz. Ama Allah’ın
sevgisi adım adım kaybedilir. Eğer bir nemelazımcılık müessesesi bizi
kemiriyorsa biz Allah yolunda değiliz demektir. Allah yolunda olan bir dergâhta
davranış biçimleri asla böyle olmamalıdır. Kimse ama hiç kimse yaptığı hizmette
yalnız bırakılmamalıdır. “Nasıl olsa işi götüren var. Ben yatarım keyfime
bakarım.” diye düşünüyorsanız o zaman tasavvufta ne işiniz var. Dünyada ki
insanların yüzde doksanı zaten sizin gibi düşünmektedir. Burası Allah’ın evi, burası
hizmete koşan; hizmeti kendilerine zevk edinen insanlar için kurulmuştur.
Hizmet etmek için bir emir beklemek yanlış bir düşünce tarzıdır. O zaman hizmet
dışı kalmanın hüznünü hep yaşarsınız. Hep huzursuz, sıkıntı içinde olursunuz.
Bu mutsuzluğunuzun sebebini de anlayamazsınız. Ben mutsuzum, huzursuzum ama
acaba bunun sebebi ne diye düşündüğünüz zaman eğer fikir platformunuzda,
düşünce dağarcınızda, insanlara bakış açınızda, Allah için olmanın standartları
yoksa hizmeti yürütememek sizi huzursuz eden temel faktör olur.
Bir
işi götürmek üzere o işi üstlenmiş olana yardımcı olmaya başladığınız andan
itibaren içinizden bir huzurun sizi bütünüyle kaplamaya başladığını görürsünüz.
Hizmetin karşılıksız olması bunun temel faktörüdür. Hizmet karşılıksızsa,
karşılığı Allahû Tealâ tarafından ödenecekse, o hizmet kıymetlidir. Dünyadaki
bütün insanlar para karşılığı çalışırlar. Siz onlardan değilsiniz. Onlardan
olmamalısınız. Yoksa tasavvufun dışındaki insanlardan hiçbir farkınız
olmayacaktır.
Hiç kimsenin iş yapmadığı bir ortamda
birkaç kişi oranın işlerini olağanüstü bir çalışmayla sürdürebiliyorlarsa
onlara gıptayla bakmalısınız. Onlara yardım etmeye can atın. “Nasıl olsa onlar
bu işi götürüyorlar, benim karışmama gerek yok” düşüncesi sizi mahveden düşüncedir.
Allah’tan uzaklaştıran düşüncedir. Allah’a yaklaşmanın asıl yolu Allah için
hizmettir.
İbadetlerinizi kendiniz için yaparsınız. Namazı
kendiniz için kılar; orucu kendiniz için tutarsınız. Bunlar Allah ile aranızda size ait olan
vazifelerin bölümlerini teşkil ederler.
İşe ne zaman teşne olur, iştiyak duyarsanız; “Ben artık eski
ben olmayacağım, kendimi mutlaka Allah’ın yoluna adayacağım, hizmet edeceğim,
öyle bir hizmet edeceğim ki ben nasıl hizmet edenlere bakıp da ne güzel hizmet
ediyorlar diyebiliyorsam, başkaları da benim hizmetime bakıp aynı şeyi benim
için söyleyebilmeli” diye düşünmelisiniz. İçinizdeki o en güzel duygular
Allah’tan dökülen o güzellikler, sizi diğer kardeşlerinize yardıma ulaştırmalıdır.
Toplumun yani herkesin hak sahibi olduğu
bir ortamda sakın başkalarının hakkını yemeyin. Herkes Allah’ın ni’metlerinden
eşit düzeyde faydalanmalıdır. Eğer siz başkalarından daha fazla almakta
kendiniz de hak görürseniz bu bir adaletsizlik olur.
Bütün dergâhlarda esas olan hizmetin
vücuda getirdiği meyvayı mesela yemeği eşit şartlarda paylaşmaktır. Herkes aynı
parayı öder. Dergâhın dışında böyle bir fiyata böyle bir güzellik hiçbir yerde
bulunamaz. Çünkü Allah rızası için çalışan insanlar hizmeti ücretsiz yaparlar.
Dergâhlarda yemekler pişer. Bunun için
malzeme alınacaktır. Onların mutlaka bedeli, nakliyesi, elektrik parası, temizlik
malzemeleri söz konusudur. Herşey devreye girdiği zaman herkes eşit şartlarda
buna iştirak eder. Dünyadaki en ucuz yemekler, hizmetlerle olur ama nede olsa
bir karşılığı vardır.
Öyleyse eşit şartlar içindeysek aldığımız da
eşit standartlarda olmalıdır. Eğer biz başkalarının aldığından daha fazlasını
aynı bedelle kendimize alıyorsak o bir haksızlık olur. Her yerde bütün güzellikler
bizim içindir. O zaman neden hizmet etmeyelim. Allah’ın bizi daha çok sevmesi
için bunu yapmalıyız. Eğer biz Allah’a daha çok layık olursak bizi daha çok
sevecektir.
Bazen
nefisleriniz devreye giriyor ve kardeşleriniz ile iyi ilişkiler içindeyken
birbirinize kızmaya başlıyorsunuz. Bu tür durumlar, Allahû Tealâ’nın yolunda hiç olmamalıdır. Sahâbeye dikkatle bakın! Onlar, “ihvan”
yani Allah’ın yolundaki kardeşler olmuşlardır. Birbirlerine kan olarak gelen
kardeşlikten çok daha yakın olmuşlardır. Aynı anne-babadan doğan iki çocuktan
bir tanesi Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile beraber olmuş; Allah’ın yoluna
girmiş. Öteki putperest olarak kalmış. Allah’ın yoluna giren, kendi kardeşinden
daha fazla bir sevginin içinde sahâbe ile beraber olurken kendi kardeşiyle
savaş vermek mecburiyetinde kalmış. Sahâbe arasında, kan hısımı (akrabalığı) olan
kardeşlikten çok çok ötede bir kardeşlik müessesesi kurulmuştur. “Uhuvvet”,
kardeşlik demektir. “Ahi” kardeş; “ihvan” kardeşler mânâsına gelmektedir. Allah’ın yolunun temeli kardeşliktir.
Kardeşlerinizle bir araya geldiğiniz zaman
nerede eksiklik var diye hemen etrafa göz atın. Bunu gidip de “O senin
vazifendi niye yapmadın.” demek için değil; eksiklik görürseniz ilk gören olup
onu tamamlamak için yapmalısınız. Kardeşler arasındaki yarış bu olmalıdır. Her biriniz
ilk gören, ilk yardım eden olmalısınız. Sözkonusu olan başka birinin üzerindeki
bir vazifeyse bile o işi bitirmeye can atmalısınız. Hayırlarda yarışanlardan
olmalısınız. Bütün sahâbe hayırlarda yarıştılar. Onlara hayırlarda yarışanlar
yani “sabikûn” adı verildi. Sizler, onların varislerisiniz. Onların yaşadığı
asr-ı saadetin bir benzerini gelecekte siz de ikinci asr-ı saadet olarak yaşayacaksınız.
Onlar birinci asrısaadeti en güzel boyutlarda, dünyayı imrendirecek şekilde
yaşadılar.
Bu devirde yaşayan sizler hidayet çağının
içindesiniz. Bütün dünyaya hidayeti öğreteceksiniz. Bir misafir geldiği zaman
onunla ilgilenmelisiniz. Ona tasavvuf mensubunun ne kadar güzel bir hüviyette
olduğunu ispat etmelisiniz. Misafirler, dergâhlarda olan misafirlik aşkına şahit
olmalıdırlar. Dünyanın en iyi ev sahipleri olmalısınız.
Sevgili öğrenciler, hep sizin çalışmalarınıza
bakacağız. Sizi tenkit etmek için değil; sizin iç dünyanızda Allah’ın işine
karşı daha çok istek uyandırabilmek için:
“Öğrencilerime nasıl Allah’ı daha çok sevdirebilirim? Nasıl hayırlarda
gerçek anlamda yarışanlar hüviyetine girerler?” diye düşünerek sizlere
bakacağız. Bir gün bu hizmetler sizin idealiniz olursa o zaman kendinize baktığınızda
farklı bir kişi olduğunuzu göreceksiniz. Gerçek anlamda Allah için yaşayan
birisi olacaksınız…
Hepinizin o güzelliklere, en iyiye vasıl
olmanızı dileriz.
Allah razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.