OSMANLIDA ADAP
İnsanlar tek başına yaşayamazlar; bütün
ihtiyaçlarını tek başına temin etmeleri hiçbir şekilde mümkün değildir. Her
zaman başkalarının vücuda getirdiği bir şeylere daima ihtiyaç duyarlar. Herkesin
ihtiyaç duyduğu şeyi alabilmesi için para devreye girmiştir. Herkes elindeki
parayla başkalarının yaptığı, vücuda getirdiği ama kendisinin ihtiyaç duyduğu
şeyleri satın alırlar; belki kendileri de bir şeyler yaparlar ve başkalarına satarlar.
Allahû Tealâ'nın dizaynı
içerisinde, isteseniz de istemeseniz de başka insanlarla bir şeyleri paylaşmak
mecburiyetindesiniz. Türkçemize girdiği standartlarda toplum (cemaat) daha
geniş bir kavram ifade eder. Cemaat deyince Nakşî, Kâdirî, Mevlevî cemaati gibi
gruplar akla gelir. Herkes toplumun bir parçasıdır. Toplum insanlardan oluşur
ve herkesin birbirine ihtiyacı vardır.
Toplum hayatı 2 ayrı cephede
mütâlea edilir:
1- Birbirine
kızgın, dargın ve birbirine kavgalı insanlardan oluşan bir toplum olmak.
2- Birbirini
seven, sayan ve birbiri için yaşayan bir toplum olmak.
İşte bu 2 ayrı muhtevadan Allahû
Tealâ'nın Kur'ân'daki emri, bizi bir seçime götürüyor: Biz başkaları için
yaşayan bir toplum olmak mecburiyetindeyiz. Bu muhteva davranış biçimlerinin
özünü, en üst noktasını yani zirvesini teşkil eder.
Eğer cemaat halinde yaşıyorsak, başka
insanlarla birlikte yaşamak mecburiyetindeysek o zaman aramızda mutluluğu
oluşturacak olan bir dostluk kurulmalıdır. Bu yoksa, insanlar düşman kamplara
ayrılmışsa, birbirini sevmek yerine birbirinden nefret ediyorlarsa, bu Osmanlı Adabına
yakışmaz.
Davranış biçimleri, artık başkalarını
seven insanların sergilediği davranışlar hüviyetinde değildir. Başkalarından
kendilerine kıracak davranışlar gelen insanlar, başkalarını kırmanın normal bir
şey olduğunu zannetmektedirler. En azından içlerindeki intikam duygusu,
kendisine kötü davranan kişiye kötü davranmak mecburiyetini doğurmaktadır. Asırlarca
dünyaya örnek olan Osmanlı'nın bütün adabı, bütün usulleri ne yazık ki yok
edilmiştir. Günümüzde toplumumuz dejenere olmuştur. Aslî unsurlarımız, ecdadımızdan
gelen o muhteşem Osmanlı Ahlâkı, toprağa gömülmüş durumdadır.
İnsanların hayatları başlar
ve biter. Hayat devam ederken birçok yeni doğan devreye girer ve kesintisiz
olarak ölenler ve doğanların olduğu bir standart içinde hayat devam eder. Bir
taraftan insanlar ölürken öbür taraftan da doğarlar. Bir kısmı doğarken bir
kısmı ölür.
Dünya bir geçit yeridir.
Marifet, dünya adı verilen bu gezegende yaşarken başka insanların kalbini
kırmamaktır. İnsanların, Allahû Tealâ'ya: "Hamdediyorum, şükrediyorum ki;
beni böyle bir toplumda yaratmışsın. Herkes beni seviyor, ben de herkesi
seviyorum. Ne kadar güzel bir hayatım var. Allah'ım, bu kadar güzel bir hayatı
bağışladığın için Sana sonsuz hamd ve şükrederim." diyebileceği bir toplum
standardını, Osmanlı'dan bu tarafa kaybetmişiz.
Dünyaya örnek olan Osmanlı davranış
biçimleri artık yok. Herkesin birbirini kırdığı; düşman olduğu ve zarar verdiği
bir toplum düzeni oluşmuş. Ne uğruna bu hale gelinmiş?...
Osmanlı İmparatorluğu boyunca bütün
dünya Osmanlı'ya hayrandı. Osmanlı, ülkeler fethetti ve onları sömürmedi.
Osmanlı, o ülkelere kervansaraylar yaptı. Tımar ve zeamet isimli 2 grup yaşam
biçimi oluşturdu. Her ikisi de yabancı ülkelerde fethedilen toprakların
idaresiyle alâkalıydı. O toprakları koruyacak askerler de gene oradan oluşurdu.
Osmanlı, adap denilen bir
müessesenin tamamen sahibiydi. Öyleyse Osmanlı'nın hangi sistemine baksak bugün
kaybettiğimiz bir değerin, vaktiyle yerli yerine oturtulduğu ve yaşandığı
izlenimine ulaşırız.
Esnaf ve zanaatkârlar, kişi
mürşidine tâbî olmadıkça onu çırak olarak kabul etmezlerdi. Kalfa ve usta
olması daha üst seviyede bir dizaynı gerektirirdi. Herkes namazını kılardı.
Kimseye zorla namaz kıldırılmazdı ama toplumun her ferdi, namaz kılmazsa bunun
Allah'ın karşısında bir davranış biçimi olacağının şuurundaydı. Doğruluk öyle
bir yerleşmişti ki; hiçbir esnaf ayıplı mal satmazdı.
Bir İngiliz tüccarı bir gün Osmanlı'dan
mal almaya gelir. Osmanlı, kumaşları gösterir ama bir tanesini atlar. O İngiliz
tüccarı soruyor:
-O kumaşın fiyatı ne?
Osmanlı esnafı cevap
veriyor:
-O kumaşın fiyatı
diğerlerinden ucuz. Ama sana bunu satmam.
İngiliz tüccarı kumaştan
anlıyor. Kumaşın kalitesi ötekilerden üstün olduğunu görür ama fiyatı düşük
kumaşçıya diyor ki:
-Niçin satmazsın? Ben senin
malını almak için buraya geldim. Bak, bu kumaşları satın aldım. Bunun fiyatı
daha düşükse, ben kalitesini anlıyorum, bu malın kalitesi ötekilerden daha
yüksek ve ben bunu da almak istiyorum.
Osmanlı satıcı diyor ki:
-Doğru kalitesi yüksek, ama
bu kumaş topunda hata var. Bu kumaş ayıplı kumaş. Ben bu kumaşı sana satamam.
İngiliz tüccarın ısrarla: "Ben bu
kumaşı mutlaka almak istiyorum." demesine rağmen kumaşı ona satmıyor. Çünkü
İngiliz, kendi ülkesine gidecek veya başka ülkelere gidecek (böyle bir
alternatifin var olduğunu düşünelim) ve Osmanlı'nın o meşhur kökboyasıyla
boyanmış olan, asırlar boyunca değişmeyen renkli kumaşını başkalarına satacak.
Defo, hata belli olduğu zaman, Osmanlı dışarıya hatalı, defolu kumaş satmış
olacak. İşte Osmanlı döneminde esnafımız
böyle ince düşüncelerin sahibiydi.
Osmanlı’da öğle namazının
ezanı okunduğunda hiç kimse dükkânda kalmazdı, hiçbir dükkân satışa devam
etmezdi. Her mahallede mutlaka camiler vardı. Ezan okunduğu anda müşteriler de
satıcılar da hepsi beraber camiye dolarlardı. Camiler alabildiğine doluydu, hiç
boş kalmazlardı. Herkes bilirdi ki; 5 vakit namaz farzdır ama 7 vakit kılmaları
daha efdaldir. 5 vakti mutlaka, ezan okunur okunmaz gidip
kılarlardı. Diğer 2 vakti de ya dükkânlarının bir köşesinde kılarlardı ya da
camiye yakın olanlar camiye gidip kılarlardı. Her zaman camilerin içinde namazlar kılınırdı.
Çalışmalar sırasında
zikretmek asıldı. Sessiz ya da: "Allah, Allah, Allah, Allah,
Allah..." diye sesli zikir yapılarak işlere devam edilirdi. Meselâ
bakırcılar bakırları döverken, "Allah, Allah, Allah, Allah, Allah,
Allah..." diye döverlerdi. Kapalı çarşıdan geçerken duyduğumuz o sesler hâlâ
kulağımızda çınlar. Biz çocukluğumuzda o günleri yaşadık. Her bakırcı
dükkânının içinden, bakıra her vuruşlarında mutlaka "Allah" sesi gelirdi.
Farklı bir toplumduk; kimsenin kimseyi aldatmak istemediği bir toplum. Hesabın
insanlara verilmeyeceğini, asıl hesabın Allah'a verileceğini herkes en bilinçli
şekilde kalplerine yerleştirmişti. Söylediğimiz gibi ayıplı bir mal satmaktan
utanç duyarlardı.
Davranış biçimleri dediğimiz
zaman, onlardan ibret almamız lâzımgelen o kadar çok şey var ki... Çağımızdaki
bu kargaşa, insanların dînlerini, Allah'ı unuttuklarını; nefs tezkiyesi
yapmadıkları cihetle (nefslerindeki afetler dolayısıyla) birbirlerine ters
davrandıklarını; şeytanın hâkimiyetinde birbirini küstürdüklerini; birbirlerine negatif etkiler ulaştırdıklarını
müşahede etmekdeyiz.
Günümüzde hemen hemen hırsız
girmeyen ev kalmamış durumda oysa Osmanlı'da hırsızlık olmazdı. Herkes Allah
sevgisi sebebiyle, hiç kimsenin malına tamah etmezdi.
Davranış biçimlerini
düşündüğümüzde hazin hazin Osmanlı'yı hatırlıyoruz. Osmanlı bizim için en güzel
örnekti. Çocukluk dönemimizde Muradiye mahallesinde oturuyorduk. Orada herkes
birbirine yardım ederdi. Halk fakirdi çünkü henüz işyerleri yeterli boyutta
kurulmamıştı. Nüfus artıyordu ama onun artışına paralel bir şekilde yeni
işyerlerinin açılması gelişmiyordu. Yatırımlar hep devlet eliyle yapılıyordu. O
fakir düşme, sebepsiz değildi. Osmanlı'nın hayatı hep harplerle geçmişti. Bu fakirliğe
rağmen herkes her konuda birbirine yardım ederdi.
İçinde bulunduğumuz devreye göz attığımız
da herkesin birbirine kötü davrandığı; insanların birbirini kavga ederek dövdüğü; hırsız girmeyen bir evin kalmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Öyle
ki; yolda giden bir kadının çantası, herkesin içinde zorla elinden alınıp
kaçmaya bile gerek görmeden yola devam edebilecek yol kesen hırsızlar var.
Osmanlı bu hale nasıl düştü? Bunun
arkasında Allah'tan uzaklaşma var. Osmanlı gibi bir İmparatorluk’tan günümüze
bu şekilde ulaşılmış olmasın sebebi Allah'tan uzaklaşılmış olmasıdır. Bizim
çocukluğumuzda Allah’ın mevcut olmadığını ispat etmeye çalışan kitaplar; Kur'ân öğreten insanların yakalanıp, dayak atılması
söz konusuydu ve bunlar o dönemde günlük olaylardı. Allah'a karşı bir savaş
veriliyordu. Osmanlı'nın torunları için bugünlerin hazırlanması, o günlerden
başlamıştır.
Bugün
bütün dünya üzerinde, birbirine en çok düşman insanların mevcut olduğu ülke,
bizim ülkemizdir. Şeytan aramıza fitne sokmuştur. Siyasi partilerde görev
yapanlar birbirlerine düşman durumdalar. İki taraf da bu vatanın evlâdı ama
konuşmalarını dinlediğiniz zaman tüyleriniz ürperiyor. Birbirlerine karşı
öfkeli, ve hakaretâne sözler sarfettiklerini duyuyorsunuz. Osmanlı’yı
düşündüğümüzde o insanca yaşantıdan neler kaybetmişiz… Osmanlı Ahlâkı,
birbirine karşı olan nezaket kaidelerine riayet etmeleri, hiç kimsenin kimseye
kin duymadığı, düşman olmadığı bir hayat dünyaya nam salmıştı. Gerçekten Osmanlı 7 düvele örnek olmuştu. Bu
bizim mayamız… Türk olmanın ve müslüman olmanın bize getirdiği o en güzel
davranış biçimleri dizisi, asırlarca devam etmiş.
Davranış biçimlerimizi
değiştirmek mecburiyetindeyiz. “Biz başkalarını sevdiğimiz taktirde onlar da
bizi sevecektir.” cümlesini net olarak bir kanun olarak davranış biçimlerimize
yerleştirmeliyiz. Yoksa sevilmek hakkına sahip değiliz. Sevenler sevilir…
Sizden nefret eden bir kişiyi de sevmeye çalışırsınız ama iç dünyanız devamlı
reddedecektir. Ama eğer tasavvufu yaşıyorsanız reddetse de sevmek zorundasınız.
Sizi sevmeyeni de sevmeyi başardığınız
zaman mutlu olduğunuzu göreceksiniz.
Eğer kendinizi başka
insanları mutlu etmeye adarsanız, Allahû Tealâ onların herbirine verdiğiniz
mutluluğun 2 katını size verir. Kime A kadar mutluluk verdiyseniz, size geri
dönen, Allahû Tealâ'nın sizin içinizde vücuda getirdiği mutluluk, 2A kadardır. O
güzel davranış dolayısıyla o kişinin size minnet duyması ve sizin o minnet
duyulsa da duyulmasa da, sadece ona yaptığınız o iyilik sebebiyle, ona
verdiğiniz huzur sebebiyle, Allahû Tealâ'nın iç dünyanıza verdiği bir huzuru
her zaman yaşayabilirsiniz.
Bu dünya hayatı; bütün
insanlar için huzurlu ya da huzursuz bir yaşantı olabilir. Eğer huzursuz, mutsuz bir yaşantıya
sahipseniz bunun sebebi başkalarına dayalı, kaynağı başkaları olan bir
mutsuzluk, huzursuzluk değildir; sadece kendiniz bunun sebebisiniz. Siz
başkalarına Allah'ın emrettiği biçim ve boyutta bir davranış biçimleri dizisi
sergileyemezseniz; onları sevemezseniz; onları mutlu edecek olan davranışları
kendinize şiar edinmezseniz; onları mutlu etmeyi hedef ittihaz etmezseniz; o
zaman onların mutlu olmadıklarını bir tarafa bırakalım asıl siz mutlu
olamazsınız.
Mutsuzluğunuzun sebebi
sizsiniz ama mutluluğunuz başka insanlara mutluluk vermekten geçer. 1. kapı
başkalarına verdiğiniz mutluluktur. O kapıyı açtıktan sonra içerideki 2. kapı
açılacaktır. 2. kapı onların size geri dönen güzel davranış biçimleri
olacaktır. Ama siz onlara mutluluk verdiğiniz an, zaten onların yaşadığı
mutluluğun 2 katını yaşamak gibi bir büyük imkânın sahibisiniz. Onlar da size
güzel davranışlarla geri döndükleri zaman, o zaman mutluluğunuz kat kat artar.
Artık dostluk kurulmuştur. Birbirini seven, birbirini koruyan, birbiriyle en
güzel, örnek münasebetler içinde olan bir toplum söz konusu olur.
Osmanlı! Bütün dünyaya örnek olan Osmanlı!
Dünya üzerinde hiçbir millet bunu 7 asır devam ettirememiştir.
Hangi ülkeye giderseniz
gidin, orada insanları mutsuz göreceksiniz. Ama şu anda en çok mutsuz olan
ülkelerden birisi bizim ülkemiz; Ahlâkın bu kadar bozulduğu bir ülke…
Sevgili öğrenciler, bazen
düşünüyoruz, biz bu ülkede yaşayanlarsak nasıl Osmanlı'nın torunları
olabiliriz? Bütün dünyaya mutluluğu, huzuru, güveni yaşatan bir Osmanlı vardı.
Osmanlı, ülkeler fethetmiş; oralara hep en güzel yapılar, camiler,
kervansaraylar, muhteşem binalar, evler yerleştirmiş ve bırakmış.
Biz Osmanlı'ya hayranız. Hele
şu andaki durumumuza baktıkça bu hayranlık daha da artıyor. Öyle bir kaynaktan
gelen insanımız, nasıl bu kadar dejenere olabilir. Dünyada en az suç işlenen
ülkeyken, dünyada en çok suç işlenen ülkelerden beşincisi olmuşuz. Nereden nereye gelmişiz?...
Ülkemiz bu durumdayken sizler
arasında güzel bir ahenk var. Bu kadar güzel bir anlaşma, sevgi, birbirine
karşı saygı, toplum biraraya geldiği zaman bütün topluma yayılan bir mutluluk,
kavgaların, çekişmelerin bittiği bir nizam... Allah'a sizler sebebi ile ne
kadar hamdediyoruz, şükrediyoruz; biliyor musunuz? Aranızdaki o güzel
ilişkileri kurabildiğiniz için, etrafınızdaki insanlara örnek olabildiğiniz
için, sevgi dolu bir dünyada yaşamayı, karşılıklı birbirinize güzel davranarak
başarabildiğiniz için... Yüce Rabbimizden bu güzelliği bir ömür boyu
yaşatmanızı diliyoruz.
Sizler toplum ne kadar
dejenere olursa olsun, onlara hep örnek olmak mecburiyetinde olan ve bunu
gelecek yıllarda da devirlerde de devam ettirecek olanlarsınız. Ama bu böyle
gitmeyecek. Mutlaka insanların mutluluğa ulaşacağı günler gelecek, biz hayattayken
gelecek. O günler geldiği zaman siz bize hatırlatırsınız "Vaktiyle böyle
söylemiştiniz." diye.
Sevgili öğrenciler hepinizi
çok ama çok seviyoruz.
Allah hepinizden razı
olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.