25 Kasım 2015 Çarşamba

VECH (FİZİK BEDEN)

VECH  (FİZİK BEDEN)


Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allahû Tealâ bizleri birlikte kıldı.
Allahû Tealâ insanı 3 vücutla yaratmıştır. Fizik vücut, nefs ve ruh. Önce Fizik vücudu yaratmayı dilemiş ve ona kuru bir balçıktan şekil vermiştir.

ü    FİZİK VÜCUDUN YARATILIŞI
             
15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.

32/SECDE-7: Ellezî ahsene kulle şey’in halakahu ve bedee halkal insâni min tîn(tînin).
Ki O, herşeyin yaratılışını en güzel yapan ve insanı yaratmaya, ilk defa tînden (nemli topraktan) başlayandır.

38/SÂD-71: İz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn(tînin).
Rabbin meleklere: "Muhakkak ki Ben, tînden (nemli topraktan, balçıktan) bir insan yaratacağım." demişti.

Allahû Tealâ fizik vücudu balçıktan yarattıktan sonra, nefsi dizayn ediyor ve ruhu da üfürerek insanı 3 vücutla yaratma işlemini tamamlamıştır. Allahû Tealâ ilk insan olan Âdem (A.S)’i 3 vücuduyla yarattıktan sonra, cinlere ve meleklere Âdem (A.S)’e secde etmeleri için emir vermiştir. İblisin bu emre itaat etmediği İsrâ Suresi 61. âyet-i kerimede ifade edilmektedir.

17/İSRÂ-61: Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâle e escudu li men halakte tînâ(tînen).
Ve meleklere: “Âdem (A.S)'a secde edin!” dediğimiz zaman iblis hariç hemen secde ettiler. (İblis): “Ben, senin topraktan yarattığın kimseye mi secde edeyim?” dedi.

17/İSRÂ-62: Kâle e raeyteke hâzellezî kerremte aley(aleyye), le in ahharteni ilâ yevmil kıyâmeti le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâ(kalîlen).
(İblis) dedi ki: “Senin görüşüne göre, benim üzerime (benden daha) mükerrem (ikram edilmiş, şerefli) kıldığın kimse bu mu? Eğer beni kıyâmet gününe (kadar) tehir edersen (ertelersen), onun zürriyetinden (neslinden) pek azı hariç, mutlaka bana (kendime) tâbî kılacağım.”

İblis insanın fizik vücudunu aşağı görüyor ve kibirleniyor. İnsanı 3 vücutla yaratan Rabbine isyan ediyor.

7/A'RÂF-11: Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne).
Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra size suret (şekil) verdik. Sonra meleklere: “Âdem (A.S)'a secde edin.” dedik. İblis hariç, secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.
7/A'RÂF-12: Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.” dedi.
7/A'RÂF-13: Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines sâgirîn(sâgirîne).
(Allahû Tealâ): “Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık. Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.
7/A'RÂF-14: Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne).
(Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.
7/A'RÂF-15: Kâle inneke minel munzarîn(munzarîne).
(Allahû Tealâ): “Muhakkak ki sen izin (mühlet) verilenlerdensin.” buyurdu.
7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.
7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.

Allah ile iblis arasında geçen bu olayı Sâd Suresinde de görüyoruz:

38/SÂD-72: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Böylece onu sevva ettiğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secde ederek yere kapanın!
38/SÂD-73: Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne).
Bunun üzerine meleklerin hepsi birden secde etti.
38/SÂD-74: İllâ iblîs(iblîse), istekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
İblis hariç ki, o kibirlendi ve kâfirlerden oldu.
38/SÂD-75: Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ halaktu bi yedeyy(yedeyye), estekberte em kunte minel âlîn(âlîne).
(Allahû Tealâ): "Ey iblis! Ellerimle (kudretimle) halkettiğim şeye secde etmenden seni men eden (şey) nedir? Kibirlendin! Yoksa sen yücelerden mi oldun?" dedi.
38/SÂD-76: Kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(İblis): "Ben, ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten, onu tînden (nemli topraktan, balçıktan) yarattın." dedi.
38/SÂD-77: Kâle fahruc minhâ fe inneke recîm(recîmun).
(Allahû Tealâ): "Haydi oradan (cennetten) çık! Artık muhakkak ki sen, kovulmuş olanlardansın." dedi.
38/SÂD-78: Ve inne aleyke la'netî ilâ yevmid dîn(dîni).
Ve muhakkak ki dîn gününe (kıyâmet gününe) kadar lânetim senin üzerinedir.
38/SÂD-79: Kâle rabbi fe enzırnî ilâ yevmi yub’asûn(yub’asûne).
(İblis): "Rabbim öyleyse beas (yeniden dirilme) gününe kadar beni inzar et (bana mühlet ver)." dedi.
38/SÂD-80: Kâle fe inneke minel munzarîn(munzarîne).
(Allahû Tealâ): "Öyleyse muhakkak ki sen, tehir edilenlerdensin." dedi.
38/SÂD-81: İlâ yevmil vaktil ma’lûm(ma’lûmi).
Vakti malum olan (bilinen) güne kadar.
38/SÂD-82: Kâle fe bi izzetike le ugviyennehum ecmaîn(ecmaîne).
(İblis): "Bundan sonra Senin izzetine (andolsun ki) onların hepsini mutlaka azdıracağım." dedi.
38/SÂD-83: İllâ ibâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
Onlardan Senin muhlis kulların hariç.
38/SÂD-84: Kâle fel hakku vel hakka ekûl(ekûlu).
(Allahû Tealâ): "İşte bu Hakk'tır. Ve Ben, hakkı söylerim." dedi.
38/SÂD-85: Le emleenne cehenneme minke ve mimmen tebiake minhum ecmaîn(ecmaîne).
Cehennemi mutlaka seninle ve onlardan sana tâbî olanların hepsiyle dolduracağım.

Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesinde kıyâmetten bir kesit veriliyor. İnsanların çoğunun iblisin adımlarına tâbî olduklarını görüyoruz.

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü'minleri oluşturan bir fırka (Allah'a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
34/SEBE-21: Ve mâ kâne lehu aleyhim min sultânin illâ li na’leme men yû’minu bil âhireti mimmen huve minhâ fî şekk(şekkin), ve rabbuke alâ kulli şeyin hafîz(hafîzun).
Ve onun (iblisin) onlar üzerinde bir sultanlığı (nüfuzu, tesiri) yoktu. Ahirete (hayatta iken ruhunu Allah'a ulaştırmaya) inanan kişi ile ondan (Allah'a ulaşmaktan) şüphe içinde olanları bilmemiz için (iblisle onları imtihan ettik). Ve senin Rabbin herşeyi hıfzedendir.

Burada ifade edilen ahiret günü, kıyâmet günü değildir. Yani Bâsu Badel Mevt değildir. Buradaki gün ölmeden önce ruhumuzu Sıratı Mustakîm üzerinden Allah’a ulaştırdığımız gündür. Ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya inanan insanlar ahiret gününe inanan insanlardır. Allah ahiret gününe inananlarla şüphe edenleri ayırıyor. Ahirete inananlar mutlaka kurtuluşa ulaşıyorlar. İnanmayanlar şeytanın adımlarına tâbî olarak cehennemi dolduracak olanlar. Eğer bugünkü insanların fikirlerine göre ahiret öldükten sonraki hayat olsaydı, insanların çoğu kurtulurdu. Dünya üzerinde ölümden sonraki hayata inananlar, inanmayanlardan çok daha fazladır. Bu gerçeği aşağıdaki âyet-i kerimelerde de net olarak görebiliriz.

30/RÛM-8: E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab'lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) inkâr edenlerdir.

Allah’a ulaşmaya, mülâki olmaya inanmamak konunun başlangıcını oluşturuyor. Rûm Suresi 8. âyet-i kerimede Allah’a mülaki olmayı dilemeyenlerin; insanların çoğu olduğu belirtiliyor. Sebe suresi 20. âyet-i kerimede olduğu gibi.

            Yûnus Suresi 7. âyet-i kerime:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

Allahû Tealâ Yunus-8’de Allah’a ulaşmayı inkâr edenlerin durumunu ifade etmektedir:

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

İnsanların çoğu Allah’a ulaşmayı dilemiyor (ahiret gününe inanmıyor). Dilemediği için iblise tâbî oluyorlar. İnsanların çoğu iblise tâbî oldukları için, Allah, insanların çoğu ile cehennemi dolduruyor. “Biz cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık).” buyuruyor.

7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.

36/YÂSÎN-62: Ve lekad edalle minkum cibillen kesîrâ(kesîran), e fe lem tekûnû ta’kılûn(ta’kılûne).
Ve andolsun ki sizden birçoklarını dalâlette bıraktı. Hâlâ akıl etmez misiniz?
36/YÂSÎN-63: Hâzihî cehennemulletî kuntum tûadûn(tûadûne).
Size vaadedilmiş olan cehennem (işte) budur.

Bütün bu âyetler şeytanın vaadini yerine getirdiğinin delilleridir. Kıyâmette insanlar iblise tâbî oldukları için iblisi suçlayacaklardır. İbrâhîm Suresi 22. âyet-i kerimede iblisin o insanlara cevabı ifade edilmektedir.

14/İBRÂHÎM-22: Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru innallâhe veadekum va’del hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy(musrıhıyye), innî kefertu bi mâ eşrektumûni min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun elîm(elîmun). Şeytan, emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah, size “hak olan vaadini” vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve ben, sizin üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim. Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim. Muhakkak ki; zalimlere acı azap vardır.”

Üç vücudumuzdan biri olan fizik vücudumuz için Allah’ın muradı; fizik vücudumuzu Allah’a kul etmemizdir. Allah’ın yasaklarına ve emirlerine uymaktır. Allahû Tealâ yalnız fizik vücudumuzdan değil, diğer 2 vücudumuzdan da O’na kul olmasını istiyor ve her üç vücudun kulluğunu birbirine sımsıkı bağlıyor. İnsanı 3 vücutla yaratan Rabbimiz 3 vücudunun birbirine paralel olarak O’na kul olmasını ister.
Fizik vücut Allah’a kul olduğu zaman, Allah’a teslim olduğu zaman nefs teslime doğru çok yol katetmiştir. Ancak fizik vücudun teslim olduğu an nefs henüz Allah’a teslim olmamış, karanlıklardan tamamen kurtulmamıştır. Velâyetin 5. makamına gelen insan, nefsini de Allah’a kul eder.
İnsan üç vücudu için verdiği yeminlerini kendisi yerine getiremez. Ruhunu Allah’a ulaştırabilmesi, fizik vucudunu Allah’a kul edebilmesi, nefsini Allah’a teslim etmesi için Allah’a ulaşmayı dileyerek, Allah’ın tayin ettiği mürşide tâbî olması gerekmektedir.
Allahû Tealâ Nahl Suresinin 36. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

Nahl-36’da Allah’ın tayin ettiği resûlün Allah’a ulaşma davetine icabet etmeyenler için “Dalâlet onların üzerine hak oldu.” buyurulmaktadır. Ama Allah’ın Resûl’üne tâbî olanlar için: “Onlar hidayete erdiler.” ifadesi kullanılmaktadır. Çünkü Resûl, onlara Allah’ın emirlerini tebliğ ederek fizik vücutlarını şeytandan kurtarıp Allah’a kul etmek üzere görevlidir.

ü  KUL OLMA EMRİ

51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.

3/ÂLİ İMRÂN-51: İnnallâhe rabbî ve rabbikum fa’budûh(fa’budûhu), hâzâ sırâtun mustakîm(mustakîmun).
Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim ve sizin de Rabbiniz'dir. O halde O'na kul olun. (İşte) bu “Sırâtı Mustakîm'dir (Allah'a ulaştıran yoldur).”

3/ÂLİ İMRÂN-64: Kul yâ ehlel kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beynekum ellâ na’bude illâllâhe ve lâ nuşrike bihî şey’en ve lâ yettehize ba’dunâ ba’den erbâben min dûnillâh(dûnillâhi), fe in tevellev fe kûlûşhedû bi ennâ muslimûn(muslimûne).
De ki: “Ey Kitab Ehli! Sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye (Tevhit sözüne) geliniz. Allah'tan başkasına kul olmayalım ve O'na hiçbir şeyi şirk (ortak) koşmayalım ve bir kısmımız, bazılarını, Allah'tan başka Rab'ler edinmesinler.” Bundan sonra eğer dönerlerse, o zaman; “Bizim müslüman olduğumuza (teslim olduğumuza) şahit olun” deyiniz.

2/BAKARA-21: Yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey insanlar! Rabbinize kul olun ki O, sizi ve sizden öncekileri yarattı. Umulur ki böylece siz, takva sahibi olursunuz.

21/ENBİYÂ-92: İnne hâzihî ummetukum ummeten vâhıdeten ve ene rabbukum fa’budûn(fa’budûni).
Muhakkak ki bu sizin ümmetiniz (topluluğunuz, dîniniz), tek bir ümmettir (dîndir). Ve Ben, sizin Rabbinizim. Öyleyse Bana kul olun!

          Bütün Allah’ın resûlleri insanları Allah’a kul olmaya davet ederler. Acaba insanlar bu daveti işitebilirler mi? Bütün insanlarda Allah’ın davetçisinin davetini işitebilmesini ve idrak etmesini engelleyecek engeller mevcuttur. Allah’ın bu davetini yapan resûllerini işitebilmek için insanın işitmesini engelleyen engellerden kurtulması gerekmektedir. Allahû Tealâ insanı bu engellerle yaratmıştır.
ü  İNSANDAKİ ENGELLER
41/FUSSİLET-5: Ve kâlû kulûbunâ fî ekinnetin mimmâ ted’ûnâ ileyhi ve fî âzâninâ vakrun ve min beyninâ ve beynike hicâbun fa’mel innenâ âmilûn(âmilûne).
Ve dediler ki: “Bizi kendisine davet ettiğin şeye karşı, kalplerimizde (idrak etmeyi önleyen) ekinnet, kulaklarımızda (işitmeyi engelleyen) vakra ve seninle bizim aramızda bir perde var. Artık (sen dilediğini) yap! Muhakkak ki biz de dilediğimizi yapacak olanlarız.”

·        Kulaklarda ağırlık (vakra), irşad makamıyla aralarında perde vardır.

7/A'RÂF-198: Ve in ted’ûhum ilel hudâ lâ yesme’û, ve terâhum yenzurûne ileyke ve hum lâ yubsırûn(yubsırûne).
Ve onları eğer hidayete (Allah'a ulaşmaya) çağırırsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün ve onlar görmezler.

·        İşitmezler ve görmezler.

7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.

·        Kalpleriyle idrak etmezler, gözleriyle görmezler, kulaklarıyla işitmezler.

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen Kur'ân'ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O'nu (Kur'ân'ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur'ân'da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.

·        Kalplerinde ekinnet, kulaklarında vakra vardır.

17/İSRÂ-97: Ve men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehum evliyâe min dûnih(dûnihî), ve nahşuruhum yevmel kıyâmeti alâ vucûhihim umyen ve bukmen ve summâ(summen), me’vâhum cehennem(cehennemu), kullemâ habet zidnâhum saîrâ(saîren).
Ve Allah, kimi (Kendisine) ulaştırırsa, artık o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse), o taktirde onlar için O'ndan (Allah'tan) başka dostlar bulamazsın. Ve kıyâmet günü onları kör, dilsiz ve sağır olarak yüzüstü (sürünerek) haşrederiz. Onların me'vası (kalacakları yer) cehennemdir. Ve Biz, onlara (ateşin) her sönmeye yüz tutuşunda (alevli ateşi) arttırdık (arttırırız).

·        Sağırlardır, dilsizlerdir, körlerdir.

45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

·        Kalplerinde mühür, görme hassasının üzerinde gışavet adında perde, işitme hassası ve kalbinde mühür vardır.

18/KEHF-57: Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî fe a’rada anhâ ve nesiye mâ kaddemet yedâh(yedâhu), innâ cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakren) ve in ted’uhum ilel hudâ fe len yehtedû izen ebedâ(ebeden).
Rabbinin âyetleri zikredildiği (hatırlatıldığı) zaman ondan yüz çeviren ve elleriyle takdim ettiklerini (günahlarını) unutan kimseden daha zalim kim vardır? Muhakkak ki Biz, onların kalplerinin üzerine (fıkıh etmeyi engelleyen) ekinnet kıldık. Ve onların kulaklarında (işitmeyi engelleyen) vakra vardır. Sen, onları hidayete davet etsen de bundan sonra onlar, ebediyyen asla hidayete eremezler.

Allahû Tealâ’nın insandaki bu engelleri ortadan kaldırmayı dilemesi gerekir ki; insan Allah’ın davetini işitebilsin. Resûl’e itaat edebilsin. Allahû Tealâ, Fâtır Suresi 22. ayet-i kerimede: “Ancak Allah dilediğine işittirir.” buyurmaktadır.

35/FÂTIR-22: Ve mâ yestevîl ahyâu ve lel emvât(emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr(kubûri).
Ve hayy (diri) olanlar ve ölüler eşit olmaz. Muhakkak ki Allah, dilediğine işittirir. Ve sen, kabirlerde (mezarlarda) olanlara işittirici değilsin.

Allah, ahiret gününe inananlara, Allah’a ulaşmayı dileyen bütün kullarına işittirmeyi diliyor. Ve ancak işitenler O’nun davetine icabet ediyor. Çünkü Allah insanda mevcut olan engellerin hepsini kaldırıyor.

6/EN'ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).
(Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem'î isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme hassasını) diriltir. Sonra ona döndürülürler. (Hayatta iken ruhu mürşid eliyle Allah'a döndürülür.)

Davete icabet edenler, böylece “Silm”e girerler. İslâm olurlar.

2/BAKARA-208: Yâ eyyuhellezîne âmenûdhulû fîs silmi kâffeh(kâffeten), ve lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
Ey âmenû olanlar! Hepiniz silm'e dahil olun (Allah'a teslim olun)! Ve şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Muhakkak ki o,size apaçık düşmandır.

Ruhun tesliminden sonra ikinci sırada gerçekleşen fizik vücudumuzun, teslimini ele alacağız.

ü  FİZİK BEDENİN KULLUĞU

Fizik bedenimizin Allah’a kulluğu; zahiri âleme ait olan fizik bedenin Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmesi, yasak ettiği hiçbir şeyi yapmaması halinde gerçekleşir. Allah ile insanın arasındaki 28 basamaktan 25. basamak insanın fizik bedenini Allah’a teslim ettiği basamaktır. İnsanın fizik vücudunun Allah’a kul olduğu bu makama ‘Muhsinler Makamı’ denir. Muhsinler Makamı velâyetin 4. makamıdır.
İnsanın fizik bedeninin başlangıçtaki durumu; fizik beden akıl tarafından verilen emirlere itaat eder. Diğer iki vücudumuz akla tesir etmeye çalışır. Aklı nefs ikna ederse fizik vücut nefsin isteklerini yerine getirmesi sebebiyle günah işler ve insan derecat kaybeder. Ama aklı ruh ikna ederse, o zaman fizik beden ruhun istekleri doğrultusunda hareket ederek sevap işler ve derecat kazanır. Çünkü Allahû Tealâ nefsi 19 afetle yaratmıştır. 19 afet insana hep şerri emreder. Aklı hep şer istikamette ikna etmeye çalışırlar. Ruhta ise 19 haslet vardır. 19 haslet aklı ikna ederek sevap işlenmesini ister. Bu aşamada nefs ile ruh başlangıçta tamamen birbirine zıttır. Ruh neyi isterse nefs onu reddeder. Fizik vücut aklın emrindedir. Eğer akıl nefs tarafından ikna edilmişse Fizik beden nefsin istekleri doğrultusunda hareket eder. Allah’ın bütün yasaklarını çiğner. Emirlerini yerine getirmez. Ruh bu sırada fizik vücuduterk eder. Onun günahlarına ortak olmaz. Ama daha sonra gelerek fizik bedene işlettiği günahlardan dolayı nefse azab eder. Fizik bedenin Allah’a kul olmasını ister. Bir gün nefsteki 19 afetin yerine fazıllar geçecek ve nefs de Allah’a teslim olacaktır. Böylece akıl hep fizik bedeni Allah’ın istediği istikamette kullanacaktır. Fizik beden asla günah işlemeyecek, hep sevap işleyecektir. Ancak nefsin teslimi fizik vücudun tesliminden sonra gerçekleşmektedir. Fizik vücut Allah’a teslim olduğu zaman nefs afetlerden tamamen kurtulmamıştır. Son kalan afetlerle aklı ikna etmeye çalışacaktır.
Başlangıçta insanın fizik bedenini şerden kurtarabilmesi kendisinin halledebileceği bir konu değildir. Çünkü nefsi ona hep şerri emrederken iblis de onu bu konuda ikna edecektir. Nefsle iblisin telkinleri birleşince aklı ikna edecek ve fizik beden ister istemez şerre alet olacaktır.

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
       
Allahû Tealâ, Kendisine ulaşmayı dileyen kuluna Rahmân esmasıyla tecelli ederek ondaki bütün engelleri kaldırıyor. Bu dünyada görevli kıldığı Resûl’üne insanı ulaştırır. Ve o Resûl’den insanı Allah’a kul etmesini ister, insanı şeytandan kurtarmasını ister.

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

Görüyoruz ki; insanın fizik bedenini Allah’a kul edebilmesi Allah’a ulaşmayı dilemesine, onu Allah’a kul olmaya davet eden Resûl’ü işitmesine ve ona tâbî olmasına bağlıdır. Allahû Tealâ, Kendisine ulaşmayı dileyen kulunu Kendisine ulaştırmayı diler. İnsanın görmesini, işitmesini, idrak etmesini engelleyen bütün engelleri ortadan kaldırır. Daveti işitmesini sağlar. O sözlerin Hakk’tan inen sözler olduğuna îmân etmesi için kalbine ihbat koyar. Allahû Tealâ bundan sonraki kalp şartlarını o insanın kalbinde oluşturur. Kalbi kendisine döndürür. Göğsünden kalbine bir nur yolu açar. Bu nur yolundan kalbin içine Allah’ın rahmetinin girmesini sağlar. Kalpte huşûyu meydana getirir. İşiten, idrak eden insan Allah’tan müşidini ister. Bu istek özel bir istektir. Kur’ân-ı Kerim’de “İstiane” olarak geçmektedir. Allahû Tealâ Fatiha-5’de buyuruyor ki:

1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.

Allahû Tealâ, Bakara-45 ve Bakara-153’te istianenin nasıl isteneceğini ifade etmektedir:

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-153: Yâ eyyuhellezîne âmenustainû bis sabri ves salât(salâti), innallâhe meas sâbirîn(sâbirîne).
Ey îmân edenler! Sabır ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle
beraberdir.

Böylece Allah kişiyi mürşidine ulaştıracaktır. Kişi mürşidine tâbî olarak tövbe edecektir. Bu tövbe ile kişinin îmânı artacak ve îmânı artan mü’min olacaktı.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).

25/FURKÂN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah'a ulaşır (hayattayken ruhu Allah'a ulaşır).

Bu tövbe merasimi Resûl’ün (mürşidin veya vekil mürşidin) önünde O’nun eli öpülerek ve O’nun sözleri tekrar edilerek gerçekleştirilir.

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah'a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).

Resûle tâbî olup Allah’ın yoluna girenler hak mü’min olur ve mağfiret sahibi olur. Çünkü her devrin imamı (Halifesi) Allah’ın tecellisindedir.

40/MU'MİN-7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbel cahîm(cahîmi).
Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret dilerler: "Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve senin yoluna (Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”

3/ÂLİ İMRÂN-31: Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, o taktirde bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve Allah "Gafur"dur, "Rahîm"dir.”

·        Resûl’e tâbî olup Allah’ın mağfiretine ulaşan kişi buna bağlı olarak salih amel işlemeye başlar.

5/MÂİDE-9: Veadellâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum magfiretun ve ecrun azîm(azîmun).
Allah, âmenû olup, ıslah edici ameller (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi) yapanlara vaad etti, onlar için mağfiret ve “Ecrun Âzim (en büyük mükâfat)” vardır.

28/KASAS-67: Fe emmâ men tâbe ve âmene ve amile sâlihân fe asâ en yekûne minel muflihîn(muflihîne).
Artık (mürşidin önünde) tövbe eden ve (ikinci defa) âmenû olup, salih amel (nefs tezkiyesi) yapanın, bu sebeple felâha erenlerden olması umulur.

Allah’ın Resûl’ünün önünde tövbe edip mağfiret dilenir. Resûl’ün de mağfiret dilemesiyle bütün günahlar sevaba çevrilir. Salih amel işlenmeye başlanır. Çünkü kalbe îmân yazılmıştır. Salih amel, kalbe yazılan îmân kelimesinin etrafına Allah’ın fazıllarının gelip yerleşmesini sağlar. Allah’ın fazılları zikir sebebiyle rahmet tarafından kalbe taşınır. Nefsin kalbinde tezkiyenin başlaması; Allah’ın nurlarıyla kalbin aydınlanmaya başlaması demektir. Nefsteki afetlerin tesiri kalp aydınlandıkça azalır. Böylelikle fizik bedeni idare eden akıl her geçen gün ruhun taleplerini daha çok öne geçirir. Çünkü aydınlıklar karanlıkları yok etmeye başlamıştır. İnsanın fizik bedeni böylece, yavaş yavaş Allah’ın emirlerine ve nehiylerine uymaya başlar. Kul olmaya başlar. Kalbe îmânın yazılmasıyla birlikte kul olmaya ilk adım atılır. Bu insan ile Allah arasındaki 28 basamağın 14. basamağını teşkil eder.

1. basamak: Kişi, olaylar yaşar,
2. basamak: Olaylar hakkında tefekkür eder. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o üçüncü basamağa ulaşır.
3. basamak: Allah’a ulaşmayı diler.
4. basamak: Allah, o kuluna Rahmân esmasıyla tecelli eder.
5. basamak: Allah gözlerindeki hicab-ı mestureyi kaldırır.
6. basamak: Resûl’ün sözlerinin işitilmesini engelleyen kulaklardaki vakrayı kaldırır.
7. basamak: Resûl’ün söylediği Hakk’tan inen sözlerin idrak edilmesini engelleyen kalpteki ekinneti kaldırır. Allah kulunun kalbine îmânı arttırmak için “İHBAT” koyar.
8. basamak: Allah kişinin nefsinin kalbine ulaşır.
9. basamak: Allah kalbin nur kapısını Kendisine döndürür.
10. basamak: Allah göğsünden nefsin kalbine nur yolu açar.
11. basamak: Allah’ı zikretmeye başlayan insanın kalbine Allah rahmetin sızmasını sağlar.
12. basamak: Allah kulunun kalbinde huşûnun meydana gelmesini sağlar.
13. basamak: Allah hacet namazıyla mürşidini soran kuluna mürşidi gösterir.
14. basamak: Allah’ın onun için tayin etmiş olduğu mürşidine ulaşır ve tâbî olur mânı artan mü’min olur. İnsan Allah’a verdiği ahdini, fizik vücudunun yeminini yerine getirmeye başlamıştır. İnsanoğlu ezelde Allahû Tealâ’ya 3 vücudu için de yeminler vermiştir:

               -Ruh, Allah’a ulaşacağına dair misak vermiştir.
               -Fizik Beden, Allah’a kul olacağına dair ahd vermiştir.
               -Nefs, tezkiye olacağına dair yemin vermiştir.
ü  FİZİK VÜCUDUN AHDİ
            İnsanoğlu fizik bedenini Allah’a kul edeceğine dair ezelde Rabbine yemin ediyor. Bu yemini “Ahd” adı altında gerçekleştiriyor.

36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
·        Fizik vücudumuzun vermiş olduğu ahdi Allahû Tealâ insanın üzerine farz kılıyor.
2/BAKARA-21: Yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey insanlar! Rabbinize kul olun ki O, sizi ve sizden öncekileri yarattı. Umulur ki böylece siz, takva sahibi olursunuz.

6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.

5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah'ın, sizin üzerinizdeki ni'metini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah'a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.

İnsanoğlu fizik bedeni için Allah’a vermiş olduğu ahdini 14. Basamakta Allah’ın tayin etmiş olduğu Resûl’e ulaşarak yerine getirmeye başlar. Bundan sonraki 7 basamakta ruh fizik vücut ve nefs birbirine bağlı olarak, o kişinin zikir sayısını arttırmasına paralel Allah’a olan kulluklarını arttırırlar. Ruh, 7 gök katını geçerken nefs, 7 kademede tezkiye olur. Ruh misakını yerine getirirken, nefs tezkiye yeminini gerçekleştirir;  otomatik olarak fizik vücut da Allah’a verdiği ahdini yerine getirmiş olur. İşte bu durumda Allahû Tealâ fizik vücuda Fecr-29 ve 30’da  diyor ki:

89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah'a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.

Artık Allah kuluna dost olmuştur. O’nun Mevlâsı olmuştur. İnsanın evliya olmasıyla birlikte Allah onun Mevlâsı oluyor.

10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.

İlk kulluğa ulaşan insan için Allahû Tealâ takvaya ulaştığını söylüyor. Bu takva henüz birinci takvadır.

3/ÂLİ İMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).
Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.

4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm'in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah'a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm'i dost edindi.

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: "Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.

2/BAKARA-112: Belâ men esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun fe lehû ecruhu inde rabbihî, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Hayır, (öyle değil), kim vechini (fizik vücudunu) Allah'a teslim ederse, o muhsin olur. Artık Rabbinin katında onun ecri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.
          
21. basamaktan sonra sıra 3 vücudun Allah’a teslim olmasına gelmiştir. Bundan sonraki ilerleme velâyet makamlarında teşekkül eder. İlk velâyet makamı ilk teslimin yapıldığı fenâ makamıdır. 21. basamakta ruhunu Allah’a ulaştırarak 22. basamakta ruhunu Allah’a teslim eden insan bundan sonraki vazifesi fizik vücudunu da Allah’a teslim etmektir. 21. basamaktan sonraki basamaklar; velâyet kademeleridir. Velâyet kademelerine olgunlaşma kademeleri denilebileceği gibi yücelme kademeleri de denilebilir. 21. basamağa kadar Kur’ân-ı Kerim’in lafzını öğrenen insan bundan sonraki velâyet kademelerinde Kur’ân’ın ruhuna girecektir.

22. basamak: Fenâ makamı, Kur’ân’ın 1. ruhuna girilir.
23. basamak: Bekâ makamı, Kur’ân’ın 2. ruhuna girilir.
24. basamak: Züht makamı, Kur’ân’ın 3. ruhuna girilir.
25. basamak: Muhsinler makamı, Kur’ân’ın 4. ruhuna girilir.
26. basamak: Ulûl’elbab makamı, Kur’ân’ın 5. ruhuna girilir.
27. basamak: İhlâs makamı, Kur’ân’ın 6. ruhuna girilir.
28. basamak: Salâh makamı, Kur’ân’ın 7. ruhuna girilir.

Böylece velâyetin 7 makamının her birinde Kur’ân-ı Kerim’in bir ruhuna girilmektedir. Velâyet makamlarının diğer önemli özelliği ise; 21. basamağa kadar insan Allah’a İlm’el yakîn hasıl etmiştir.
Velâyet makamları ile birlikte İlm’el yakîn’den Ayn’el yakîn’e geçiş başlamıştır. Velâyetin 5. ve 6. makamları kesin olarak Ayn’el yakîn’in yaşanmaya başlandığı hikmet kademeleridir. Velâyetin 7. makamında Hakk’ul yakîn’e ulaşılır.
Fizik vücudun teslimi velâyetin 4. makamında gerçekleşecektir. İnsanın bu makamlardaki yücelmesi de zikir sayısını arttırmasına bağlıdır. Her kademede % 10 zikir artışı sağlanarak nefsin kalbi karanlıklardan temizlenmeye devam eder. Fizik vücut da günbegün Rabbine daha çok teslim olur. İnsanın bu kademelerde zikir artışıyla birlikte Allah yolunda nefsiyle cihad etmesi gerekiyor. Allahû Tealâ insanları malları, evlatları ile sınar. Onları çeşitli musibetlerle imtihan eder. Onlara infâk etmeyi öğretir. Onlara, başka insanları kendilerinden öne geçirmeyi, sabrı öğretir. Rabbimiz bu olgunlaşmayı kuluna Resûl’ü vasıtasıyla ulaştırır. Resûl’e itaatin olgunlaşma kademelerindeki önemi en az başlangıçtaki kadar büyüktür.
             Allahû Tealâ kulunu dener:

3/ÂLİ İMRÂN-179: Mâ kânallâhu li yezerel mu’minîne alâ mâ entum aleyhi hattâ yemîzel habîse minet tayyib(tayyibi), ve mâ kânallâhu li yutliakum alel gaybi ve lâkinnallâhe yectebî min rusulihî men yeşâu fe âminû billâhi ve rusulih(rusulihî), ve in tu’minû ve tettekû fe lekum ecrun azîm(azîmun).”
Allah, habis olanı (kötüyü), temiz olandan (mü'min olanı, mü'min gözükenden) ayırıncaya kadar mü'minleri, sizin bulunduğunuz hâl üzere (mü'min olanla mü'min gözükenin bir arada olduğu bir durumda) terk edecek değildir. Ve Allah sizi gayba muttali edecek (gaybı bildirecek) değildir. Ve lâkin Allah, resûllerinden dilediği kimseyi seçer (gaybı o resûlüne bildirir). O halde, Allah'a ve O'nun resûllerine îmân edin. Ve eğer âmenû olur ve takva sahibi olursanız, o zaman sizin için "Büyük Ecir" vardır.

2/BAKARA-214: Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum messethumul be’sâu ved darrâu ve zulzilû hattâ yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu metâ nasrullâh(nasrullâhi), e lâ inne nasrallâhi karîb(karîbun).
Yoksa siz, kendinizden önce geçenlerin başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmedikçe, cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara (öyle) şiddetli belâ ve sıkıntılar (felâketler) dokundu ki, resûl ve onun yanındaki âmenû olanlar: “Allah'ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar sarsıldılar. Allah'ın yardımı gerçekten yakın değil mi?

2/BAKARA-155: Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel enfusi ves semerât(semerâti), ve beşşiris sâbirîn(sâbirîne).
Ve sizi mutlaka korku ve açlıktan ve mal, can ve ürün eksikliğinden imtihan ederiz. Ve sabredenleri müjdele.

Rabbimize kul olmak, ne kadar zorsa, kul olmanın mükâfatı da o kadar büyüktür. Allahû Tealâ bu dünya hayatında karşılaştığımız her güçlükte, zorlukta O’na güvenmemizi, O’na dayanmamızı ister. O’nunla birlikte olmak, O’nu çok zikretmekle mümkündür. İşte bu yüzden Rabbimiz bütün ibadetlere ihtiyacımız olduğunu bize anlatırken, en büyük yardımı ise, O’nu zikrederek alacağımızı belirtmektedir.

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah'ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
Zikrimizi her geçen gün arttırmak suretiyle teslime yaklaşırız.
33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah'ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.

33/AHZÂB-42: Ve sebbihûhu bukreten ve asîlâ(asîlen).
Ve O'nu, sabah akşam tesbih edin.
Fizik vücutlarını teslim etmek isteyen mü’minler; zikirlerini günün yarısından daha fazla yapmaya gayret ederler. Onlar Allah’ı zikrettikçe kalpleri titrer.
22/HACC-35: Ellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum vas sâbirîne alâ mâ esâbehum vel mukîmis salâti ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
Onlar, Allah'ı zikrettikleri zaman kalpleri titreyenlerdir (Allah'tan gelen bir cereyanla kalpleri ve vücutları sarsılanlardır). Onlara isabet edenlere (musîbetlere) sabredenlerdir ve salâtı (namazı) ikame edenlerdir. Ve onlar, onları rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler.

8/ENFÂL-2: İnnemel mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Gerçek mü'minler onlardır ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer (cezbelenir). Ve onlara Allah'ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını arttırır ve Rab'lerine tevekkül ederler.

25/FURKÂN-73: Vellezîne izâ zukkirû bi âyâti rabbihim lem yahırrû aleyhâ summen ve umyânen(umyânen).
Ve onlara, Rab'lerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman onlara (âyetlere) karşı kör ve sağır olmazlar.

3/ÂLİ İMRÂN-134: Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne anin nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).
Onlar (muttekîler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infâk ederler (verirler) ve onlar öfkelerini yutanlardır (tutanlardır) ve insanları affedenlerdir. Ve Allah, muhsinleri sever.

25/FURKÂN-63: Ve ibâdur rahmânillezîne yemşûne alel ardı hevnen ve izâ hâtabehumul câhilûne kâlû selâmâ(selâmen).
Ve Rahmân'ın kulları yeryüzünde tevazuyla yürür. Ve onlara cahiller hitap ettiği (lâf attığı) zaman “selâm” derler.
Bu insanlar Allah’ın Resûl’üne itaat ederler.
3/ÂLİ İMRÂN-132: Ve atîûllâhe ver resûle leallekum turhamûn(turhamûne).
Ve Allah'a ve Resûl'e itaat edin, umulur ki böylece siz rahmet olunursunuz.

24/NÛR-51: İnnemâ kâne kavlel mu’minîne izâ duû ilallâhi ve resûlihî li yahkume beynehum en yekûlû semi’nâ ve ata’nâ ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Onların aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve resûlüne davet edildikleri zaman mü'minlerin sözü “işittik ve itaat ettik” demeleridir. Ve işte onlar, onlar felâha erenlerdir.

Buradaki itaat kayıtsız şartsız itaattir.“İşittik, itaat ettik” deniyor. Anlasak da anlamasak da O’nun sözlerine, Hakk’ın sözlerine itaat etmek gerekir. Bizim de bu itaat sayesinde fizik vücudumuzu Allah’a teslim ettiğimizi yani, tam itaat ettirdiğimizi yaşamamız söz konusudur.
Fizik vücudun teslimi muhsinler makamında tamamlanır. İnsanoğlu bu mertebede muhsinlerden olur. Kişi fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir. Nefsinin kalbinde % 9 karanlık kalmıştır. Allahû Tealâ’nın Nisâ 58. âyet-i kerimede emrettiği üç emanetin ikisini yerine getirmiştir.
Allahû Tealâ'ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir dersimizin daha sonuna geldik. Bütün kardeşlerimizin, insanların dalâletten kurtulmaları için vazifeli kılınmalarını ve bu istikamette Kur'ân'ın bütün ilmine sahibi olmalarını ve Allahû Tealâ’nın hepimizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek inşaallah bugünkü dersimizi burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.