VECH (FİZİK BEDEN)
Allahû
Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allahû Tealâ bizleri birlikte kıldı.
Allahû Tealâ insanı 3
vücutla yaratmıştır. Fizik vücut, nefs ve ruh. Önce Fizik vücudu yaratmayı
dilemiş ve ona kuru bir balçıktan şekil vermiştir.
ü FİZİK VÜCUDUN YARATILIŞI
15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein
mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan
şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
32/SECDE-7: Ellezî ahsene kulle şey’in halakahu ve bedee halkal insâni min
tîn(tînin).
Ki O, herşeyin yaratılışını en güzel yapan ve insanı yaratmaya, ilk defa
tînden (nemli topraktan) başlayandır.
38/SÂD-71: İz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min
tîn(tînin).
Rabbin meleklere: "Muhakkak ki Ben, tînden (nemli topraktan,
balçıktan) bir insan yaratacağım." demişti.
Allahû Tealâ fizik vücudu
balçıktan yarattıktan sonra, nefsi dizayn ediyor ve ruhu da üfürerek insanı 3 vücutla
yaratma işlemini tamamlamıştır. Allahû Tealâ ilk insan olan Âdem (A.S)’i 3
vücuduyla yarattıktan sonra, cinlere ve meleklere Âdem (A.S)’e secde etmeleri
için emir vermiştir. İblisin bu emre itaat etmediği İsrâ Suresi 61. âyet-i
kerimede ifade edilmektedir.
17/İSRÂ-61: Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ
iblîs(iblîse), kâle e escudu li men halakte tînâ(tînen).
Ve meleklere: “Âdem (A.S)'a secde edin!” dediğimiz zaman iblis hariç hemen
secde ettiler. (İblis): “Ben, senin topraktan yarattığın kimseye mi secde
edeyim?” dedi.
17/İSRÂ-62: Kâle e raeyteke hâzellezî kerremte aley(aleyye), le in
ahharteni ilâ yevmil kıyâmeti le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâ(kalîlen).
(İblis) dedi ki: “Senin görüşüne göre, benim üzerime (benden daha) mükerrem
(ikram edilmiş, şerefli) kıldığın kimse bu mu? Eğer beni kıyâmet gününe (kadar)
tehir edersen (ertelersen), onun zürriyetinden (neslinden) pek azı hariç,
mutlaka bana (kendime) tâbî kılacağım.”
İblis insanın fizik
vücudunu aşağı görüyor ve kibirleniyor. İnsanı 3 vücutla yaratan Rabbine isyan
ediyor.
7/A'RÂF-11: Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil
melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines
sâcidîn(sâcidîne).
Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra size suret (şekil) verdik. Sonra
meleklere: “Âdem (A.S)'a secde edin.” dedik. İblis hariç, secde ettiler. O,
secde edenlerden olmadı.
7/A'RÂF-12: Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene
hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni
secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten ve
onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.” dedi.
7/A'RÂF-13: Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc
inneke mines sâgirîn(sâgirîne).
(Allahû Tealâ): “Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz.
Hemen oradan çık. Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.
7/A'RÂF-14: Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne).
(Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin
(mühlet) ver.” dedi.
7/A'RÂF-15: Kâle inneke minel munzarîn(munzarîne).
(Allahû Tealâ): “Muhakkak ki sen izin (mühlet) verilenlerdensin.” buyurdu.
7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel
mustekîm(mustekîme).
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı
Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.
7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an
eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından,
sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden
bulmayacaksın.
Allah ile iblis arasında
geçen bu olayı Sâd Suresinde de görüyoruz:
38/SÂD-72: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu
sâcidîn(sâcidîne).
Böylece onu sevva ettiğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal
ona secde ederek yere kapanın!
38/SÂD-73: Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne).
Bunun üzerine meleklerin hepsi birden secde etti.
38/SÂD-74: İllâ iblîs(iblîse), istekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
İblis hariç ki, o kibirlendi ve kâfirlerden oldu.
38/SÂD-75: Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ halaktu bi yedeyy(yedeyye),
estekberte em kunte minel âlîn(âlîne).
(Allahû Tealâ): "Ey iblis! Ellerimle (kudretimle) halkettiğim şeye
secde etmenden seni men eden (şey) nedir? Kibirlendin! Yoksa sen yücelerden mi
oldun?" dedi.
38/SÂD-76: Kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu
min tîn(tînin).
(İblis): "Ben, ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten, onu tînden (nemli
topraktan, balçıktan) yarattın." dedi.
38/SÂD-77: Kâle fahruc minhâ fe inneke recîm(recîmun).
(Allahû Tealâ): "Haydi oradan (cennetten) çık! Artık muhakkak ki sen,
kovulmuş olanlardansın." dedi.
38/SÂD-78: Ve inne aleyke la'netî ilâ yevmid dîn(dîni).
Ve muhakkak ki dîn gününe (kıyâmet gününe) kadar lânetim senin üzerinedir.
38/SÂD-79: Kâle rabbi fe enzırnî ilâ yevmi yub’asûn(yub’asûne).
(İblis): "Rabbim öyleyse beas (yeniden dirilme) gününe kadar beni
inzar et (bana mühlet ver)." dedi.
38/SÂD-80: Kâle fe inneke minel munzarîn(munzarîne).
(Allahû Tealâ): "Öyleyse muhakkak ki sen, tehir edilenlerdensin."
dedi.
38/SÂD-81: İlâ yevmil vaktil ma’lûm(ma’lûmi).
Vakti malum olan (bilinen) güne kadar.
38/SÂD-82: Kâle fe bi izzetike le ugviyennehum ecmaîn(ecmaîne).
(İblis): "Bundan sonra Senin izzetine (andolsun ki) onların hepsini
mutlaka azdıracağım." dedi.
38/SÂD-83: İllâ ibâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
Onlardan Senin muhlis kulların hariç.
38/SÂD-84: Kâle fel hakku vel hakka ekûl(ekûlu).
(Allahû Tealâ): "İşte bu Hakk'tır. Ve Ben, hakkı söylerim." dedi.
38/SÂD-85: Le emleenne cehenneme minke ve mimmen tebiake minhum
ecmaîn(ecmaîne).
Cehennemi mutlaka seninle ve onlardan sana tâbî olanların hepsiyle
dolduracağım.
Sebe Suresinin 20. âyet-i
kerimesinde kıyâmetten bir kesit veriliyor. İnsanların çoğunun iblisin
adımlarına tâbî olduklarını görüyoruz.
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan
minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi.
Böylece mü'minleri oluşturan bir fırka (Allah'a ulaşmayı dileyenler) hariç,
hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
34/SEBE-21: Ve mâ kâne lehu aleyhim min sultânin illâ li na’leme men
yû’minu bil âhireti mimmen huve minhâ fî şekk(şekkin), ve rabbuke alâ kulli
şeyin hafîz(hafîzun).
Ve onun (iblisin) onlar üzerinde bir sultanlığı (nüfuzu, tesiri) yoktu.
Ahirete (hayatta iken ruhunu Allah'a ulaştırmaya) inanan kişi ile ondan
(Allah'a ulaşmaktan) şüphe içinde olanları bilmemiz için (iblisle onları
imtihan ettik). Ve senin Rabbin herşeyi hıfzedendir.
Burada ifade edilen
ahiret günü, kıyâmet günü değildir. Yani Bâsu Badel Mevt değildir. Buradaki gün
ölmeden önce ruhumuzu Sıratı Mustakîm üzerinden Allah’a ulaştırdığımız gündür.
Ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya inanan insanlar ahiret gününe inanan
insanlardır. Allah ahiret gününe inananlarla şüphe edenleri ayırıyor. Ahirete
inananlar mutlaka kurtuluşa ulaşıyorlar. İnanmayanlar şeytanın adımlarına tâbî
olarak cehennemi dolduracak olanlar. Eğer bugünkü insanların fikirlerine göre
ahiret öldükten sonraki hayat olsaydı, insanların çoğu kurtulurdu. Dünya
üzerinde ölümden sonraki hayata inananlar, inanmayanlardan çok daha fazladır.
Bu gerçeği aşağıdaki âyet-i kerimelerde de net olarak görebiliriz.
30/RÛM-8: E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel
arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran
minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)?
Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve
belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab'lerine
mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) inkâr edenlerdir.
Allah’a ulaşmaya, mülâki
olmaya inanmamak konunun başlangıcını oluşturuyor. Rûm Suresi 8. âyet-i kerimede
Allah’a mülaki olmayı dilemeyenlerin; insanların çoğu olduğu belirtiliyor. Sebe
suresi 20. âyet-i kerimede olduğu gibi.
Yûnus
Suresi 7. âyet-i kerime:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ
vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a
ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma
ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
Allahû
Tealâ Yunus-8’de Allah’a ulaşmayı inkâr edenlerin durumunu ifade etmektedir:
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir
(cehennemdir).
İnsanların çoğu Allah’a
ulaşmayı dilemiyor (ahiret gününe inanmıyor). Dilemediği için iblise tâbî oluyorlar.
İnsanların çoğu iblise tâbî oldukları için, Allah, insanların çoğu ile
cehennemi dolduruyor. “Biz cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık).”
buyuruyor.
7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum
kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ
yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul
gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık
(yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların
gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler.
Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar
gâfillerdir.
36/YÂSÎN-62: Ve lekad edalle minkum cibillen kesîrâ(kesîran), e fe lem
tekûnû ta’kılûn(ta’kılûne).
Ve andolsun ki sizden birçoklarını dalâlette bıraktı. Hâlâ akıl etmez
misiniz?
36/YÂSÎN-63: Hâzihî cehennemulletî kuntum tûadûn(tûadûne).
Size vaadedilmiş olan cehennem (işte) budur.
Bütün bu âyetler şeytanın
vaadini yerine getirdiğinin delilleridir. Kıyâmette insanlar iblise tâbî
oldukları için iblisi suçlayacaklardır. İbrâhîm Suresi 22. âyet-i kerimede iblisin
o insanlara cevabı ifade edilmektedir.
14/İBRÂHÎM-22: Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru innallâhe veadekum
va’del hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin
illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi
musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy(musrıhıyye), innî kefertu bi mâ eşrektumûni
min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun elîm(elîmun). Şeytan, emir yerine
getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah, size “hak olan vaadini”
vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve ben, sizin
üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim. Sadece sizi
davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni kınamayın! Kendinizi
kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim yardımcım değilsiniz.
Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim. Muhakkak
ki; zalimlere acı azap vardır.”
Üç vücudumuzdan biri olan
fizik vücudumuz için Allah’ın muradı; fizik vücudumuzu Allah’a kul etmemizdir.
Allah’ın yasaklarına ve emirlerine uymaktır. Allahû Tealâ yalnız fizik vücudumuzdan
değil, diğer 2 vücudumuzdan da O’na kul olmasını istiyor ve her üç vücudun
kulluğunu birbirine sımsıkı bağlıyor. İnsanı 3 vücutla yaratan Rabbimiz 3
vücudunun birbirine paralel olarak O’na kul olmasını ister.
Fizik vücut Allah’a kul
olduğu zaman, Allah’a teslim olduğu zaman nefs teslime doğru çok yol
katetmiştir. Ancak fizik vücudun teslim olduğu an nefs henüz Allah’a teslim
olmamış, karanlıklardan tamamen kurtulmamıştır. Velâyetin 5. makamına gelen
insan, nefsini de Allah’a kul eder.
İnsan üç vücudu için
verdiği yeminlerini kendisi yerine getiremez. Ruhunu Allah’a ulaştırabilmesi, fizik
vucudunu Allah’a kul edebilmesi, nefsini Allah’a teslim etmesi için Allah’a
ulaşmayı dileyerek, Allah’ın tayin ettiği mürşide tâbî olması gerekmektedir.
Allahû Tealâ Nahl
Suresinin 36. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz,
bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata
getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar
ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar)
diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı
dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine
dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin,
nasıl olduğuna bakın (görün).
Nahl-36’da Allah’ın tayin
ettiği resûlün Allah’a ulaşma davetine icabet etmeyenler için “Dalâlet onların
üzerine hak oldu.” buyurulmaktadır. Ama Allah’ın Resûl’üne tâbî olanlar için: “Onlar
hidayete erdiler.” ifadesi kullanılmaktadır. Çünkü Resûl, onlara Allah’ın
emirlerini tebliğ ederek fizik vücutlarını şeytandan kurtarıp Allah’a kul etmek
üzere görevlidir.
ü KUL OLMA EMRİ
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul
olsunlar diye yarattım.
3/ÂLİ İMRÂN-51: İnnallâhe rabbî ve rabbikum fa’budûh(fa’budûhu), hâzâ
sırâtun mustakîm(mustakîmun).
Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim ve sizin de Rabbiniz'dir. O halde O'na
kul olun. (İşte) bu “Sırâtı Mustakîm'dir (Allah'a ulaştıran yoldur).”
3/ÂLİ İMRÂN-64: Kul yâ ehlel kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve
beynekum ellâ na’bude illâllâhe ve lâ nuşrike bihî şey’en ve lâ yettehize
ba’dunâ ba’den erbâben min dûnillâh(dûnillâhi), fe in tevellev fe kûlûşhedû bi
ennâ muslimûn(muslimûne).
De ki: “Ey Kitab Ehli! Sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye
(Tevhit sözüne) geliniz. Allah'tan başkasına kul olmayalım ve O'na hiçbir şeyi
şirk (ortak) koşmayalım ve bir kısmımız, bazılarını, Allah'tan başka Rab'ler
edinmesinler.” Bundan sonra eğer dönerlerse, o zaman; “Bizim müslüman
olduğumuza (teslim olduğumuza) şahit olun” deyiniz.
2/BAKARA-21: Yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min
kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey insanlar! Rabbinize kul olun ki O, sizi ve sizden öncekileri yarattı.
Umulur ki böylece siz, takva sahibi olursunuz.
21/ENBİYÂ-92: İnne hâzihî ummetukum ummeten vâhıdeten ve ene rabbukum
fa’budûn(fa’budûni).
Muhakkak ki bu sizin ümmetiniz (topluluğunuz, dîniniz), tek bir ümmettir
(dîndir). Ve Ben, sizin Rabbinizim. Öyleyse Bana kul olun!
Bütün Allah’ın resûlleri insanları Allah’a
kul olmaya davet ederler. Acaba insanlar bu daveti işitebilirler mi? Bütün
insanlarda Allah’ın davetçisinin davetini işitebilmesini ve idrak etmesini
engelleyecek engeller mevcuttur. Allah’ın bu davetini yapan resûllerini
işitebilmek için insanın işitmesini engelleyen engellerden kurtulması
gerekmektedir. Allahû Tealâ insanı bu engellerle yaratmıştır.
ü İNSANDAKİ ENGELLER
41/FUSSİLET-5: Ve kâlû kulûbunâ fî ekinnetin mimmâ ted’ûnâ ileyhi ve fî
âzâninâ vakrun ve min beyninâ ve beynike hicâbun fa’mel innenâ âmilûn(âmilûne).
Ve dediler ki: “Bizi kendisine davet ettiğin şeye karşı, kalplerimizde
(idrak etmeyi önleyen) ekinnet, kulaklarımızda (işitmeyi engelleyen) vakra ve
seninle bizim aramızda bir perde var. Artık (sen dilediğini) yap! Muhakkak ki
biz de dilediğimizi yapacak olanlarız.”
·
Kulaklarda ağırlık (vakra), irşad makamıyla aralarında perde vardır.
7/A'RÂF-198: Ve in ted’ûhum ilel hudâ lâ
yesme’û, ve terâhum yenzurûne ileyke ve hum lâ yubsırûn(yubsırûne).
Ve onları eğer
hidayete (Allah'a ulaşmaya) çağırırsanız işitmezler. Ve onları sana bakar
görürsün ve onlar görmezler.
·
İşitmezler ve görmezler.
7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme
kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun
lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum
edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki;
cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların
kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla
görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar
gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.
·
Kalpleriyle idrak etmezler, gözleriyle görmezler, kulaklarıyla işitmezler.
17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ
beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen Kur'ân'ı kıraat
ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya ve
kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin
üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).
17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten
en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni
vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O'nu (Kur'ân'ı), fıkıh
(idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet
ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur'ân'da Rabbinin
tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.
·
Kalplerinde ekinnet, kulaklarında vakra vardır.
17/İSRÂ-97: Ve men yehdillâhu fe huvel
muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehum evliyâe min dûnih(dûnihî),
ve nahşuruhum yevmel kıyâmeti alâ vucûhihim umyen ve bukmen ve summâ(summen),
me’vâhum cehennem(cehennemu), kullemâ habet zidnâhum saîrâ(saîren).
Ve Allah, kimi
(Kendisine) ulaştırırsa, artık o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa
(kim Allah'a ulaşmayı dilemezse), o taktirde onlar için O'ndan (Allah'tan)
başka dostlar bulamazsın. Ve kıyâmet günü onları kör, dilsiz ve sağır olarak
yüzüstü (sürünerek) haşrederiz. Onların me'vası (kalacakları yer) cehennemdir.
Ve Biz, onlara (ateşin) her sönmeye yüz tutuşunda (alevli ateşi) arttırdık
(arttırırız).
·
Sağırlardır, dilsizlerdir, körlerdir.
45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ
ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten),
fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun
faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini
mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu
durumda Allah'tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
·
Kalplerinde mühür, görme hassasının üzerinde gışavet adında perde, işitme
hassası ve kalbinde mühür vardır.
18/KEHF-57: Ve men azlemu mimmen zukkire bi
âyâti rabbihî fe a’rada anhâ ve nesiye mâ kaddemet yedâh(yedâhu), innâ cealnâ
alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakren) ve in
ted’uhum ilel hudâ fe len yehtedû izen ebedâ(ebeden).
Rabbinin âyetleri zikredildiği
(hatırlatıldığı) zaman ondan yüz çeviren ve elleriyle takdim ettiklerini
(günahlarını) unutan kimseden daha zalim kim vardır? Muhakkak ki Biz, onların
kalplerinin üzerine (fıkıh etmeyi engelleyen) ekinnet kıldık. Ve onların
kulaklarında (işitmeyi engelleyen) vakra vardır. Sen, onları hidayete davet
etsen de bundan sonra onlar, ebediyyen asla hidayete eremezler.
Allahû Tealâ’nın
insandaki bu engelleri ortadan kaldırmayı dilemesi gerekir ki; insan Allah’ın
davetini işitebilsin. Resûl’e itaat edebilsin. Allahû Tealâ, Fâtır Suresi 22.
ayet-i kerimede: “Ancak Allah dilediğine işittirir.” buyurmaktadır.
35/FÂTIR-22: Ve mâ yestevîl ahyâu ve lel emvât(emvâtu), innallâhe yusmiu
men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr(kubûri).
Ve hayy (diri) olanlar ve ölüler eşit olmaz. Muhakkak ki Allah, dilediğine
işittirir. Ve sen, kabirlerde (mezarlarda) olanlara işittirici değilsin.
Allah, ahiret gününe
inananlara, Allah’a ulaşmayı dileyen bütün kullarına işittirmeyi diliyor. Ve
ancak işitenler O’nun davetine icabet ediyor. Çünkü Allah insanda mevcut olan
engellerin hepsini kaldırıyor.
6/EN'ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ
yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).
(Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem'î
isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar
isimli görme hassasını) diriltir. Sonra ona döndürülürler. (Hayatta iken ruhu
mürşid eliyle Allah'a döndürülür.)
Davete icabet edenler, böylece
“Silm”e girerler. İslâm olurlar.
2/BAKARA-208: Yâ eyyuhellezîne âmenûdhulû fîs silmi kâffeh(kâffeten), ve lâ
tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
Ey âmenû olanlar! Hepiniz silm'e dahil olun (Allah'a teslim olun)! Ve
şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Muhakkak ki o,size apaçık düşmandır.
Ruhun tesliminden sonra
ikinci sırada gerçekleşen fizik vücudumuzun, teslimini ele alacağız.
ü FİZİK BEDENİN KULLUĞU
Fizik bedenimizin Allah’a
kulluğu; zahiri âleme ait olan fizik bedenin Allah’ın bütün emirlerini yerine
getirmesi, yasak ettiği hiçbir şeyi yapmaması halinde gerçekleşir. Allah ile
insanın arasındaki 28 basamaktan 25. basamak insanın fizik bedenini Allah’a teslim
ettiği basamaktır. İnsanın fizik vücudunun Allah’a kul olduğu bu makama ‘Muhsinler
Makamı’ denir. Muhsinler Makamı velâyetin 4. makamıdır.
İnsanın fizik bedeninin
başlangıçtaki durumu; fizik beden akıl tarafından verilen emirlere itaat eder. Diğer
iki vücudumuz akla tesir etmeye çalışır. Aklı nefs ikna ederse fizik vücut
nefsin isteklerini yerine getirmesi sebebiyle günah işler ve insan derecat
kaybeder. Ama aklı ruh ikna ederse, o zaman fizik beden ruhun istekleri
doğrultusunda hareket ederek sevap işler ve derecat kazanır. Çünkü Allahû Tealâ
nefsi 19 afetle yaratmıştır. 19 afet insana hep şerri emreder. Aklı hep şer
istikamette ikna etmeye çalışırlar. Ruhta ise 19 haslet vardır. 19 haslet aklı
ikna ederek sevap işlenmesini ister. Bu aşamada nefs ile ruh başlangıçta
tamamen birbirine zıttır. Ruh neyi isterse nefs onu reddeder. Fizik vücut aklın
emrindedir. Eğer akıl nefs tarafından ikna edilmişse Fizik beden nefsin
istekleri doğrultusunda hareket eder. Allah’ın bütün yasaklarını çiğner.
Emirlerini yerine getirmez. Ruh bu sırada fizik vücuduterk eder. Onun
günahlarına ortak olmaz. Ama daha sonra gelerek fizik bedene işlettiği
günahlardan dolayı nefse azab eder. Fizik bedenin Allah’a kul olmasını ister.
Bir gün nefsteki 19 afetin yerine fazıllar geçecek ve nefs de Allah’a teslim
olacaktır. Böylece akıl hep fizik
bedeni Allah’ın istediği istikamette kullanacaktır. Fizik beden asla günah işlemeyecek, hep sevap işleyecektir. Ancak nefsin teslimi fizik vücudun
tesliminden sonra gerçekleşmektedir. Fizik vücut Allah’a teslim olduğu zaman
nefs afetlerden tamamen kurtulmamıştır. Son kalan afetlerle aklı ikna etmeye
çalışacaktır.
Başlangıçta insanın fizik
bedenini şerden kurtarabilmesi kendisinin halledebileceği bir konu değildir.
Çünkü nefsi ona hep şerri emrederken iblis de onu bu konuda ikna edecektir.
Nefsle iblisin telkinleri birleşince aklı ikna edecek ve fizik beden ister
istemez şerre alet olacaktır.
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ
rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka
sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği
(nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba
çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
Allahû Tealâ, Kendisine
ulaşmayı dileyen kuluna Rahmân esmasıyla tecelli ederek ondaki bütün engelleri
kaldırıyor. Bu dünyada görevli kıldığı Resûl’üne insanı ulaştırır. Ve o Resûl’den
insanı Allah’a kul etmesini ister, insanı şeytandan kurtarmasını ister.
16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl
beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek)
Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler
(sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine
Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının
(dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece
yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
Görüyoruz ki; insanın
fizik bedenini Allah’a kul edebilmesi Allah’a ulaşmayı dilemesine, onu Allah’a
kul olmaya davet eden Resûl’ü işitmesine ve ona tâbî olmasına bağlıdır. Allahû
Tealâ, Kendisine ulaşmayı dileyen kulunu Kendisine ulaştırmayı diler. İnsanın görmesini,
işitmesini, idrak etmesini engelleyen bütün engelleri ortadan kaldırır. Daveti
işitmesini sağlar. O sözlerin Hakk’tan inen sözler olduğuna îmân etmesi için
kalbine ihbat koyar. Allahû Tealâ bundan sonraki kalp şartlarını o insanın
kalbinde oluşturur. Kalbi kendisine döndürür. Göğsünden kalbine bir nur yolu
açar. Bu nur yolundan kalbin içine Allah’ın rahmetinin girmesini sağlar. Kalpte
huşûyu meydana getirir. İşiten, idrak eden insan Allah’tan müşidini ister. Bu
istek özel bir istektir. Kur’ân-ı Kerim’de “İstiane” olarak geçmektedir. Allahû
Tealâ Fatiha-5’de buyuruyor ki:
1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi)
isteriz.
Allahû Tealâ, Bakara-45 ve Bakara-153’te
istianenin nasıl isteneceğini ifade etmektedir:
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun
illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak
ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi
olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-153: Yâ eyyuhellezîne âmenustainû bis sabri ves salât(salâti),
innallâhe meas sâbirîn(sâbirîne).
Ey îmân edenler! Sabır ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Muhakkak
ki Allah, sabredenlerle
beraberdir.
Böylece Allah kişiyi mürşidine
ulaştıracaktır. Kişi mürşidine tâbî olarak tövbe edecektir. Bu tövbe ile
kişinin îmânı artacak ve îmânı artan mü’min olacaktı.
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike
yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren
rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı
artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte
onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah,
Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).
25/FURKÂN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi
metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse,
o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah'a ulaşır
(hayattayken ruhu Allah'a ulaşır).
Bu tövbe merasimi Resûl’ün
(mürşidin veya vekil mürşidin) önünde O’nun eli öpülerek ve O’nun sözleri
tekrar edilerek gerçekleştirilir.
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe),
yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî),
ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a tâbî olurlar. Onların
ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde
de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa,
o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah'a verdiği yeminleri,
ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah'a
olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o
zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya
saadetine erdirilecektir).
Resûle tâbî olup Allah’ın
yoluna girenler hak mü’min olur ve mağfiret
sahibi olur. Çünkü her devrin imamı (Halifesi) Allah’ın tecellisindedir.
40/MU'MİN-7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi
rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te
kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim
azâbel cahîm(cahîmi).
Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini
hamd ile tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan)
mağfiret dilerler: "Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle
(ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve senin yoluna
(Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir).
Onları cehennem azabından koru!”
3/ÂLİ İMRÂN-31: Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve
yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, o taktirde bana tâbi olunuz ki Allah
da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve
Allah "Gafur"dur, "Rahîm"dir.”
·
Resûl’e tâbî olup Allah’ın mağfiretine ulaşan kişi buna bağlı olarak salih
amel işlemeye başlar.
5/MÂİDE-9: Veadellâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum magfiretun ve
ecrun azîm(azîmun).
Allah, âmenû olup, ıslah edici ameller (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi)
yapanlara vaad etti, onlar için mağfiret ve “Ecrun Âzim (en büyük mükâfat)”
vardır.
28/KASAS-67: Fe emmâ men tâbe ve âmene ve amile sâlihân fe asâ en yekûne
minel muflihîn(muflihîne).
Artık (mürşidin önünde) tövbe eden ve (ikinci defa) âmenû olup, salih amel
(nefs tezkiyesi) yapanın, bu sebeple felâha erenlerden olması umulur.
Allah’ın Resûl’ünün
önünde tövbe edip mağfiret dilenir. Resûl’ün de mağfiret dilemesiyle bütün
günahlar sevaba çevrilir. Salih amel işlenmeye başlanır. Çünkü kalbe îmân
yazılmıştır. Salih amel, kalbe yazılan îmân kelimesinin etrafına Allah’ın
fazıllarının gelip yerleşmesini sağlar. Allah’ın fazılları zikir sebebiyle
rahmet tarafından kalbe taşınır. Nefsin kalbinde tezkiyenin başlaması; Allah’ın
nurlarıyla kalbin aydınlanmaya başlaması demektir. Nefsteki afetlerin tesiri
kalp aydınlandıkça azalır. Böylelikle fizik bedeni idare eden akıl her geçen
gün ruhun taleplerini daha çok öne geçirir. Çünkü aydınlıklar karanlıkları yok
etmeye başlamıştır. İnsanın fizik bedeni böylece, yavaş yavaş Allah’ın
emirlerine ve nehiylerine uymaya başlar. Kul olmaya başlar. Kalbe îmânın
yazılmasıyla birlikte kul olmaya ilk adım atılır. Bu insan ile Allah arasındaki
28 basamağın 14. basamağını teşkil eder.
1.
basamak: Kişi, olaylar yaşar,
2.
basamak: Olaylar hakkında tefekkür eder. Kim Allah’a ulaşmayı
dilerse o üçüncü basamağa ulaşır.
3.
basamak: Allah’a ulaşmayı diler.
4.
basamak: Allah, o kuluna Rahmân esmasıyla tecelli eder.
5.
basamak: Allah gözlerindeki hicab-ı mestureyi kaldırır.
6.
basamak: Resûl’ün sözlerinin işitilmesini engelleyen
kulaklardaki vakrayı kaldırır.
7.
basamak: Resûl’ün söylediği Hakk’tan inen sözlerin idrak
edilmesini engelleyen kalpteki ekinneti kaldırır. Allah kulunun kalbine îmânı arttırmak
için “İHBAT” koyar.
8.
basamak: Allah kişinin nefsinin kalbine ulaşır.
9.
basamak: Allah kalbin nur kapısını Kendisine döndürür.
10.
basamak: Allah göğsünden nefsin kalbine nur yolu açar.
11.
basamak: Allah’ı zikretmeye başlayan insanın kalbine Allah rahmetin
sızmasını sağlar.
12.
basamak: Allah kulunun kalbinde huşûnun meydana gelmesini
sağlar.
13.
basamak: Allah hacet namazıyla mürşidini soran kuluna mürşidi gösterir.
14.
basamak: Allah’ın onun için tayin etmiş olduğu mürşidine
ulaşır ve tâbî olur mânı artan mü’min olur. İnsan Allah’a verdiği ahdini, fizik
vücudunun yeminini yerine getirmeye başlamıştır. İnsanoğlu ezelde Allahû
Tealâ’ya 3 vücudu için de yeminler vermiştir:
-Ruh, Allah’a ulaşacağına
dair misak vermiştir.
-Fizik Beden, Allah’a kul olacağına dair ahd vermiştir.
-Nefs, tezkiye olacağına dair yemin vermiştir.
ü FİZİK VÜCUDUN AHDİ
İnsanoğlu
fizik bedenini Allah’a kul edeceğine dair ezelde Rabbine yemin ediyor. Bu
yemini “Ahd” adı altında gerçekleştiriyor.
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş
şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım
mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı
Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
·
Fizik vücudumuzun vermiş olduğu ahdi Allahû Tealâ insanın üzerine farz
kılıyor.
2/BAKARA-21: Yâ eyyuhen nâsu’budû
rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey insanlar!
Rabbinize kul olun ki O, sizi ve sizden öncekileri yarattı. Umulur ki böylece
siz, takva sahibi olursunuz.
6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ
billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne
bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev
kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum
tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en
kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü
ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile)
sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle
söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz
diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.
5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz
kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis
sudûr(sudûri).
Allah'ın, sizin üzerinizdeki ni'metini ve: “İşittik ve itaat ettik”
dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah'a karşı
takvâ sahibi olun, Muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.
İnsanoğlu fizik bedeni
için Allah’a vermiş olduğu ahdini 14. Basamakta Allah’ın tayin etmiş olduğu
Resûl’e ulaşarak yerine getirmeye başlar. Bundan sonraki 7 basamakta ruh fizik
vücut ve nefs birbirine bağlı olarak, o kişinin zikir sayısını arttırmasına
paralel Allah’a olan kulluklarını arttırırlar. Ruh, 7 gök katını geçerken nefs,
7 kademede tezkiye olur. Ruh misakını yerine getirirken, nefs tezkiye yeminini
gerçekleştirir; otomatik olarak fizik
vücut da Allah’a verdiği ahdini yerine getirmiş olur. İşte bu durumda Allahû
Tealâ fizik vücuda Fecr-29 ve 30’da diyor
ki:
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah'a
ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
Artık Allah kuluna dost
olmuştur. O’nun Mevlâsı olmuştur. İnsanın evliya olmasıyla birlikte Allah onun Mevlâsı oluyor.
10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum
yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun
olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva
sahibi olmuşlardır.
İlk kulluğa ulaşan insan
için Allahû Tealâ takvaya ulaştığını söylüyor. Bu takva henüz birinci takvadır.
3/ÂLİ İMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul
muttekîn(muttekîne).
Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva
sahibi olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve
muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme
halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm'in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik
vücudunu) Allah'a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim
vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm'i dost edindi.
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve
menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e
eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel
belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: "Ben ve
bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik. O kitab
verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a)
teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete
ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve
Allah, kullarını en iyi görendir.
2/BAKARA-112: Belâ men esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun fe lehû
ecruhu inde rabbihî, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Hayır, (öyle değil), kim vechini (fizik vücudunu) Allah'a teslim ederse, o
muhsin olur. Artık Rabbinin katında onun ecri vardır. Onlara korku yoktur ve
onlar mahzun olmazlar.
21. basamaktan sonra sıra
3 vücudun Allah’a teslim olmasına gelmiştir. Bundan sonraki ilerleme velâyet
makamlarında teşekkül eder. İlk velâyet makamı ilk teslimin yapıldığı fenâ makamıdır.
21. basamakta ruhunu Allah’a ulaştırarak 22. basamakta ruhunu Allah’a teslim
eden insan bundan sonraki vazifesi fizik vücudunu da Allah’a teslim etmektir.
21. basamaktan sonraki basamaklar; velâyet kademeleridir. Velâyet kademelerine
olgunlaşma kademeleri denilebileceği gibi yücelme kademeleri de denilebilir.
21. basamağa kadar Kur’ân-ı Kerim’in lafzını öğrenen insan bundan sonraki
velâyet kademelerinde Kur’ân’ın ruhuna girecektir.
22. basamak: Fenâ makamı, Kur’ân’ın 1. ruhuna girilir.
23. basamak: Bekâ makamı, Kur’ân’ın 2. ruhuna girilir.
24. basamak: Züht makamı, Kur’ân’ın 3. ruhuna girilir.
25. basamak: Muhsinler makamı, Kur’ân’ın 4. ruhuna
girilir.
26. basamak: Ulûl’elbab makamı, Kur’ân’ın 5. ruhuna
girilir.
27. basamak: İhlâs makamı, Kur’ân’ın 6. ruhuna girilir.
28. basamak: Salâh makamı, Kur’ân’ın 7. ruhuna girilir.
Böylece velâyetin 7
makamının her birinde Kur’ân-ı Kerim’in bir ruhuna girilmektedir. Velâyet
makamlarının diğer önemli özelliği ise; 21. basamağa kadar insan Allah’a İlm’el
yakîn hasıl etmiştir.
Velâyet makamları ile birlikte İlm’el yakîn’den Ayn’el yakîn’e geçiş başlamıştır. Velâyetin 5. ve 6. makamları kesin olarak Ayn’el yakîn’in yaşanmaya başlandığı hikmet kademeleridir. Velâyetin 7. makamında Hakk’ul yakîn’e ulaşılır.
Velâyet makamları ile birlikte İlm’el yakîn’den Ayn’el yakîn’e geçiş başlamıştır. Velâyetin 5. ve 6. makamları kesin olarak Ayn’el yakîn’in yaşanmaya başlandığı hikmet kademeleridir. Velâyetin 7. makamında Hakk’ul yakîn’e ulaşılır.
Fizik vücudun teslimi
velâyetin 4. makamında gerçekleşecektir. İnsanın bu makamlardaki yücelmesi de
zikir sayısını arttırmasına bağlıdır. Her kademede % 10 zikir artışı sağlanarak
nefsin kalbi karanlıklardan temizlenmeye devam eder. Fizik vücut da günbegün Rabbine
daha çok teslim olur. İnsanın bu kademelerde zikir artışıyla birlikte Allah
yolunda nefsiyle cihad etmesi gerekiyor. Allahû Tealâ insanları malları,
evlatları ile sınar. Onları çeşitli musibetlerle imtihan eder. Onlara infâk
etmeyi öğretir. Onlara, başka insanları kendilerinden öne geçirmeyi, sabrı
öğretir. Rabbimiz bu olgunlaşmayı kuluna Resûl’ü vasıtasıyla ulaştırır. Resûl’e
itaatin olgunlaşma kademelerindeki önemi en az başlangıçtaki kadar büyüktür.
Allahû Tealâ kulunu dener:
3/ÂLİ
İMRÂN-179: Mâ kânallâhu li
yezerel mu’minîne alâ mâ entum aleyhi hattâ yemîzel habîse minet
tayyib(tayyibi), ve mâ kânallâhu li yutliakum alel gaybi ve lâkinnallâhe
yectebî min rusulihî men yeşâu fe âminû billâhi ve rusulih(rusulihî), ve in
tu’minû ve tettekû fe lekum ecrun azîm(azîmun).”
Allah, habis olanı
(kötüyü), temiz olandan (mü'min olanı, mü'min gözükenden) ayırıncaya kadar
mü'minleri, sizin bulunduğunuz hâl üzere (mü'min olanla mü'min gözükenin bir
arada olduğu bir durumda) terk edecek değildir. Ve Allah sizi gayba muttali
edecek (gaybı bildirecek) değildir. Ve lâkin Allah, resûllerinden dilediği
kimseyi seçer (gaybı o resûlüne bildirir). O halde, Allah'a ve O'nun
resûllerine îmân edin. Ve eğer âmenû olur ve takva sahibi olursanız, o zaman
sizin için "Büyük Ecir" vardır.
2/BAKARA-214: Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum
meselullezîne halev min kablikum messethumul be’sâu ved darrâu ve zulzilû hattâ
yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu metâ nasrullâh(nasrullâhi), e lâ inne
nasrallâhi karîb(karîbun).
Yoksa siz, kendinizden önce geçenlerin başına gelenlerin, sizin de başınıza
gelmedikçe, cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara (öyle) şiddetli belâ ve
sıkıntılar (felâketler) dokundu ki, resûl ve onun yanındaki âmenû olanlar:
“Allah'ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar sarsıldılar. Allah'ın yardımı
gerçekten yakın değil mi?
2/BAKARA-155: Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın
minel emvâli vel enfusi ves semerât(semerâti), ve beşşiris sâbirîn(sâbirîne).
Ve sizi mutlaka korku ve açlıktan ve mal, can ve ürün eksikliğinden imtihan
ederiz. Ve sabredenleri müjdele.
Rabbimize kul olmak, ne
kadar zorsa, kul olmanın mükâfatı da o kadar büyüktür. Allahû Tealâ bu dünya
hayatında karşılaştığımız her güçlükte, zorlukta O’na güvenmemizi, O’na
dayanmamızı ister. O’nunla birlikte olmak, O’nu çok zikretmekle mümkündür. İşte
bu yüzden Rabbimiz bütün ibadetlere ihtiyacımız olduğunu bize anlatırken, en
büyük yardımı ise, O’nu zikrederek alacağımızı belirtmektedir.
29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte),
innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi
ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak
ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah'ı
zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
Zikrimizi her geçen gün
arttırmak suretiyle teslime yaklaşırız.
33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah'ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
33/AHZÂB-42: Ve sebbihûhu bukreten ve asîlâ(asîlen).
Ve O'nu, sabah akşam tesbih edin.
Fizik vücutlarını teslim
etmek isteyen mü’minler; zikirlerini günün yarısından daha fazla yapmaya gayret
ederler. Onlar Allah’ı zikrettikçe kalpleri titrer.
22/HACC-35: Ellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum vas sâbirîne alâ mâ
esâbehum vel mukîmis salâti ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
Onlar, Allah'ı zikrettikleri zaman kalpleri titreyenlerdir (Allah'tan gelen
bir cereyanla kalpleri ve vücutları sarsılanlardır). Onlara isabet edenlere
(musîbetlere) sabredenlerdir ve salâtı (namazı) ikame edenlerdir. Ve onlar,
onları rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler.
8/ENFÂL-2: İnnemel mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve
izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim
yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Gerçek mü'minler onlardır ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer
(cezbelenir). Ve onlara Allah'ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını
arttırır ve Rab'lerine tevekkül ederler.
25/FURKÂN-73: Vellezîne izâ zukkirû bi âyâti rabbihim lem yahırrû aleyhâ
summen ve umyânen(umyânen).
Ve onlara, Rab'lerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman onlara (âyetlere)
karşı kör ve sağır olmazlar.
3/ÂLİ İMRÂN-134: Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel
gayza vel âfîne anin nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).
Onlar (muttekîler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infâk ederler
(verirler) ve onlar öfkelerini yutanlardır (tutanlardır) ve insanları
affedenlerdir. Ve Allah, muhsinleri sever.
25/FURKÂN-63: Ve ibâdur rahmânillezîne yemşûne alel ardı hevnen ve izâ
hâtabehumul câhilûne kâlû selâmâ(selâmen).
Ve Rahmân'ın kulları yeryüzünde tevazuyla yürür. Ve onlara cahiller hitap
ettiği (lâf attığı) zaman “selâm” derler.
Bu insanlar Allah’ın
Resûl’üne itaat ederler.
3/ÂLİ İMRÂN-132: Ve atîûllâhe ver resûle leallekum turhamûn(turhamûne).
Ve Allah'a ve Resûl'e itaat edin, umulur ki böylece siz rahmet olunursunuz.
24/NÛR-51: İnnemâ kâne kavlel mu’minîne izâ duû ilallâhi ve resûlihî li
yahkume beynehum en yekûlû semi’nâ ve ata’nâ ve ulâike humul
muflihûn(muflihûne).
Onların aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve resûlüne davet edildikleri
zaman mü'minlerin sözü “işittik ve itaat ettik” demeleridir. Ve işte onlar,
onlar felâha erenlerdir.
Buradaki itaat kayıtsız
şartsız itaattir.“İşittik, itaat ettik” deniyor. Anlasak da anlamasak da O’nun
sözlerine, Hakk’ın sözlerine itaat etmek gerekir. Bizim de bu itaat sayesinde
fizik vücudumuzu Allah’a teslim ettiğimizi yani, tam itaat ettirdiğimizi
yaşamamız söz konusudur.
Fizik vücudun teslimi
muhsinler makamında tamamlanır. İnsanoğlu bu mertebede muhsinlerden olur. Kişi
fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir. Nefsinin kalbinde % 9 karanlık
kalmıştır. Allahû Tealâ’nın Nisâ 58. âyet-i kerimede emrettiği üç emanetin
ikisini yerine getirmiştir.
Allahû Tealâ'ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir dersimizin daha sonuna geldik. Bütün kardeşlerimizin,
insanların dalâletten kurtulmaları için vazifeli kılınmalarını ve bu
istikamette Kur'ân'ın bütün ilmine sahibi olmalarını ve Allahû Tealâ’nın
hepimizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce
Rabbimizden dileyerek inşaallah bugünkü dersimizi burada tamamlıyoruz. Allah
hepinizden razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.