BAŞKALARI İÇİN YAŞAMAK
İnsan, sosyal bir mahlûktur; başka insanlarla bir
arada yaşamak mecburiyetindedir. İnsanlar yaşarken sadece iki tane muhteva
vardır; mutlu olurlar ve başkalarını da
mutlu ederler ya da mutsuz olurlar ve başkalarını da mutsuz ederler. Dünya
saadetine ulaşmak isteyen herkes mutlaka başka insanlar için yaşamalıdır. Etrafınızda
ya mutlu insanların oluşturduğu bir hale ya da mutsuz insanların oluşturduğu
bir karanlık olur. Onlar mutsuzsa siz de mutsuz olursunuz; veya onlar mutluysa siz
de mutlu olursunuz.
İnsanların mutluluğunun veya mutsuzluğunun mimarı
başkaları değildir; kendileridir. Kişinin davranış biçimleri, kendisini ve çevresindekileri
ya mutlu ya da mutsuz kılar.
Kendinizin ve çevrenizdeki insanların mutlu olmasını
diliyorsanız bilin ki; bunu rahatlıkla başkalarından yana olarak
gerçekleştirebilirsiniz.
Çevrenizdeki
insanlar bir takım davranış biçimleri sergilerler. Siz de onları kendi
vicdanınızda muhakeme edersiniz. Bunlar size göre yanlış veya doğru
davranışlardır. Siz, başka bir insanın size göre yanlış olan davranışlarını
dikkate aldığınız zaman o kişi için hükümlere varırsınız. “Şöyle bir yanlışın
sahibi. Şöyle bir doğrunun sahibidir.” diyerek o kişiyi yargılar ve mahkum
edersiniz.
Başkalarını
yargılayıp mahkûm ettiğiniz zaman acaba ne ölçüde haklısınız? Vicdanınızda “Hatalı davranıyor.” diye mahkûm
ettiğiniz kişi üzerinde acaba hangi tesirler varken size göre yanlış olan, yanlış
saydığınız o olayı vücuda getirmiştir. Böyle bir vicdan muhakemesi yapıyor
musunuz? Herkese göre doğrular ve yanlışlar vardır. Kalın çizgilerle herkesin
doğru kabul ettiği ve yanlış kabul ettiği olayların dışına çıkın. Çıktığınız
zaman şunu göreceksiniz; herkese göre doğrular, ve yanlışların bittiği yerden
insanlara göre doğrular ve yanlışlar kendilerini göstermeye başlar.
Hem herkese göre doğruların ve yanlışların var olduğu
ahvalde hem de insanlara göre nevî şahsına münhasır doğruların ve yanlışların
var olduğu ortamda insanları yargılamadan evvel kendinizi onların yerine
koymalısınız. “Ben olsam böyle bir olayda ne yapardım?” diye düşünmelisiniz. Yetmez!
“Acaba onun iç dünyasında sizin dışarıdan gördüklerinizin ötesinde neler var,
neler oluşmuş?” bunları da hesaba katmalısınız.
İnsanları kabahatli, hatalı görmek son derece kolay
bir olaydır. Bu hatalardan onu kurtarma teamülü ile ona hatalarını söylersiniz.
Acaba böyle bir davranış biçimiyle doğruyu mu yapmış olursunuz? İnsanları
suçlamak hatalar yaptığını söylemek size göre bir sonuç mudur? Öyle olduğunu mu
zannediyorsunuz? Etrafınızda birçok insanın hatalı davranışlarını tespit
ettiniz ve onlara hatalarını söyleyip “Böyle olmamalıydı.” diyorsunuz.
Öncelikle o kişinin davranışlarının dışında ne yapılabilirdi onu düşünmek
mecburiyetindesiniz. İkinci olarak, yanlış yaptığını düşündüğünüz kişiyi,
kardeşinizi o yanlışa götüren size ait nedenler de olabilir mi? Bunu düşünmelisiniz:
Bir kişide bir sıkıntı, huzursuzluk
görüyorsanız, acaba böyle bir şeyin oluşmasında siz de methaldar olabilir
misiniz yani sizinle de ilgisi olabilir mi? Sizin o kişiye karşı sergilediğiniz
herhangi bir yanlış davranış, onu sıkıntıya sokacak, sıkıntısını hissettiren
tablolar sergileyecek olan bir konuma ulaştırabilir mi?
Herkesin olayları ortaya koyuş tarzı var ve siz
bunlarda hatalar tespit ettiniz. Böyle bir standartta bir kardeşinizin huzursuz,
sıkıntılı, stresli olduğunu fark ettiniz. Burada iki türlü davranış biçimi söz
konusudur:
1. davranış
biçimi: Karşınızdaki kişinin stresini
görürsünüz ve ona haddini bildirirsiniz. Yani “Sen huzursuzsun, sıkıntılısın ve
böyle davranman yanlış.” dersiniz. Bunu demekle doğruyu yaptığınızı,
görevinizin bittiğini zannediyorsanız çok yanılırsınız. Hangi kardeşiniz hangi sıkıntının içinde?
Davranışlarında onu ve sizi huzursuz eden neler var? Böyle bir dizaynda
yapmanız lazım gelen şey etrafımızda ki insanlara hadlerini bildirmek, onları
suçlamak mı yoksa onlardan yana olmak mı olmalıdır? “Sen şurada şöyle
davrandın, burada böyle davrandın bu davranışlarında bizi üzdü ve bu
davranışlar yanlış davranışlar” demeniz size ve ya ona ne fayda sağlar? Bunun
muhakemesini yapmalısınız? Hiç
düşündünüz mü? Kişinin yüzüne sizi rahatsız eden davranışını söylemeniz neyi
değiştirir.
2. davranış
biçimi: Karşınızdaki kişinin
stresini, sıkıntısını görürüsünüz ve şöyle dersiniz: “Seni biraz hüzünlü,
sinirli, stresli görüyorum acaba bu stresin oluşmasında benim bir payım
olabilir mi? Kendimi sorumlu görüyorum. Bunun için sana geldim. Bu sıkıntılı
noktaya ulaşmanda benim yanlış bir davranışımın katkısı var mı? Eğer varsa ben
Allah karşısında suçlu olurum ve bu hatamı düzeltmek isterim. Onun için sana
Allah rızası için şunu sormak istiyorum; benim bu konuda senin üzerine
yüklediğim, bir stres oluşmasını vücuda getirecek bir davranışım, oldu mu? Eğer
olduysa bana bildirirsen minnettar olurum. Ben ne sana ne de bir başkasına üzüntü,
huzursuzluk vermek istemem. Seni böyle gördüğüme göre bunun bir sebebi olmalı?
Bu sebeplerden biri bensem veya sadece bensem o zaman Allah’ın bana yasak
ettiği bir fiili işlemiş ve seni üzmüş duruma girmiş olurum. Öyleyse bana
lütfen hatamı söyler misin?”
Yukarıda ifade ettiğimiz bu iki davranış biçiminden ikincisinde
“başkalarından yana olmak” vardır.
Başkalarından
yana olmak 2 vasıf taşır:
1- Hatayı kendinde aramak.
2- Başkasının hatalı taraflarını değil, hatasız
taraflarını yakalamaya çalışmak.
Bir kişi huzursuz, sıkıntılı, stresliyse neden bu
elektrikli ortamın oluştuğunu ve o kişinin haklı olduğu noktalarını araştırmak
mecburiyetindesiniz.
Eğer Allah yolunda, Allah’ın sizi ulaştırmak istediği
hedefe yönelik olmak ya da en azından Allahın bir sevgilisi olmak istiyorsanız,
yapmanız lazım gelen şey o kişiden yana olmanızdır. Yani başkalarına: “Ben
senin bu davranışını hiç beğenmedim, sen bunu yanlış yapıyorsun buna hakkın yok.”
dediğiniz an siz, başkalarının hatasını arayan, onu yakalayan ve yüzüne çarpan bir
kişisinizdir.
Eğer siz: “Acaba bu kardeşimiz bana karşı neden asık
yüzlü? Ben bu kardeşimizin farkına bile varmadan kalbini mi kırdım? Acaba
davranışlarımda bir bozukluk mu var? Onun gözüne batıp da, onu huzursuz edecek,
tasavvufa sığmayan ya da daha güzele ulaşmamı engelleyen yanlışlarım mı var?”
diye düşünürseniz kendinizi tenkit süzgecinden geçiriyorsunuz demektir. Bundan
sonra da onun haklı tarafını aramalısınız ve şu şekilde düşünmelisiniz: “Bu
kardeşimiz böyle davrandığına göre mutlaka ona böyle davranmasını icap
ettirecek bir tesir gelmiş olmalı, bu tesirin sebebi ben de olabilirim; bir
başkası da olabilir.”
Her halükarda, eğer etrafınızdaki bir insan
hüzünlüyse, kederliyse nerede olursanız olun, hangi toplumda olursanız olun,
karşınızdaki kişi kim olursa olsun size düşen ona yaklaşmaktır. Kederinin,
hüznünün, sinirliliğinin, stresinin arkasında neyin yattığını kendinizde suç
arayarak ona sormaktır. Böyle bir davranış biçimiyle onun haklı taraflarını,
kendinizin haksız taraflarını aramanızdır. Bu “başkalarından yana olmak” tır ve
davranış biçimlerinin temelinde, başkalarından yana olmak vardır.
Eğer siz bir başkasını kuru bir dizayn içersinde onun
yaptığı bir hata dolayısıyla sadece tenkit ediyor: “Senin bu yaptığın yanlış.”
diyorsanız bu sizi de onu da huzursuz edecek olan nefsanî bir davranış
biçimidir; Rabbanî değildir. Bu şekilde asla karşınızdakinden yana bir
davranışın sahibi değilsinizdir. Sadece
nefsinizin bir afetinden yanasınız. O zaman size göre hatalı bir davranış
sergilenmişse onun sahibi tenkit edilip; dikkati çekilip; ikaz edilmelidir.
Böylece bir daha böyle bir şey yapmamalıdır. Size göre o kişinin etrafındaki
kişilere böyle stresli, sert davranmaya hakkı yoktur ve ona haddini bildirmeniz
gerekmektedir. Eğer böyle düşünüyorsanız
şunu bilmelisiniz ki: Hayır. Sizin de ona haddini bildirmeye buna hakkınız yok.
Eğer etrafınızdaki kişiler şu veya bu sebeple huzursuz
ve sıkıntılıysa her şeyden evvel: “Bu sıkıntıya acaba ben hangi sebeple neden
oldum’’ diye düşünmeniz lazım. Bunun en
kesin çözümü o arkadaşınıza bunu: “Arkadaşım, seni hüzünlü, stresli görüyorum
evvelâ bu stresi senden uzaklaştırmak için ben ne yapabilirim?” diyerek
sormaktır. İkinci davranışınız da: “Acaba bu strese sebep olan ben miyim veya
sebep olanlardan birisi miyim?” diye sormak olmalıdır.
Hepinizin bunu yaptığı gün: “Allah’ın toplumu”
olacaksınız. Sahâbe gibi olacaksınız. Sahâbe birbirlerine hep öyle
davranmışlardır. Kim hüzünlüyse, bir şeye öfkelenmişse; bir sıkıntısı varsa
etrafındaki herkes: “Acaba ben bu kardeşime nasıl yardım edebilirim? Bu
üzüntüsünde, bu öfkesinde acaba benim ona yaptığım farkına bile varmadığım bir
hatamı var?” diye düşünürdü.
Bir toplum dizaynı içinde yaşamak mecburiyetindeyiz.
Bir toplum dizaynı asgari standartlarda başkalarına saygıyı emreder.
Başkalarını rahatsız edecek davranışlarda bulunmamanız gerekir. Her toplumun
muhtevasında oraya ait olan kurallar, genel kaideler vardır. Herkesin ona
uymakta alışkanlık kazandığı bir kurallar demeti her toplumda özellikle
dergâhlar da asıldır.
Etrafınızdaki
insanları davranışlarınızla mutlu edebildiğiniz sürece o insanlar, sizin için
bir mutluluk vasıtasıdırlar. Bir kişiyi sıkıntılı, sinirli gördüğünüzde sadece:
“Senin davranışın yanlış; bir daha böyle bir davranışı yapmaman için seni uyarıyorum.”
gibi kelimeleri kullanmasanız bile bu tarz bir davranış biçimi sergiliyorsanız,
tasavvufa sığmayan bir büyük yanlışın içindesinizdir. Bu size hiçbirşey
kazandırmaz. Onun kalbini kırdığınız için siz hüzünlenirsiniz; o kişiye de hiçbirşey
kazandırmaz öfkesinin daha çok artmasına neden olur.
Davranış biçimlerinin bel kemiğini, omurgasını
başkalarından yana olmak teşkil eder. Eğer tasavvufu yaşamak istiyorsanız;
sahâbenin bununla o hedefe ulaştığını bilmelisiniz. Allahû Teâlâ: “Ey sahâbe
siz başlangıçta birbirininiz can düşmanıydınız, sonra Allah kalplerinizi
birleştirdi, can dostu oldunuz.” buyurmaktadır.
3/ÂLİ
İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ
teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz
kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî
ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ,
kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz,
Allah'ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah'ın sizin
üzerinizdeki ni'metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra
sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O'nun (Allah'ın) nimeti ile
kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan
kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz
hidayete erersiniz.
Kalplerin telifi, herkesin etrafındaki insanlardan yana, o anda
karşısında olan kimse ondan yana olma halidir. Onun A’dan Z’ye kadar bir sürü
davranış biçiminden hangisini işlediyse o işlediği davranış biçiminde onu haklı
kılan nedenleri araştırmalısınız. Çünkü onu haksız kılan nedenleri herkes
bilir. Tasavvufun içindeki insanların görevi ise o kişinin size üzen davranış
biçiminin arkasında onun haklı sebeblerinin neler olabileceğini düşünmektir. Birinci
açıdan olaya, karşı tarafın cephesinden bakmalısınız. İkinci açıdan, kendi
cephenizden; konuya bakmalısınız ve: “Acaba onu bu huzursuz noktaya iten sebeblerden
biri ben olabilir miyim?”diye düşünerek kendi hatanızı araştırmalısınız. Bir
olayda başkalarının haklı sebeblerini,
sizin haksız sebeplerinizi ortaya koyarak teşrih etmelisiniz. Teşrih masasına olayı yatırmalısınız
yani parça parça olaylar dizisini incelemelisiniz. Başkalarının
huzursuzluğunuzda ne kadar payınız olduğunu araştırmalısınız. Sizler, bunu
yaptığınız gün, “Üzüm üzüme bakarak kararır.” sözünün tam tersini “Işık ışığa bakarak
aydınlanır.” sözündeki güzelliği oluşturacaksınız. Hepinizden çevrenizdeki
herkese nur saçılacak.
Sahâbe gibi hidayetin bir ışığı olabilmeniz başkalarından
yana olmayı iki safhası ile tatbik etmenize bağlıdır. Bir toplum içinde
yaşarken aranızdaki herkes farklı düşüncelerin sahibidir. Herkesin heran
başkalarından farklı bir düşüncenin sahibi olması, eşyanın tabiatına son derece
uygundur. Bu farklı düşüncelerinizi her zaman başkalarına mutluluk verecek
şekilde dizayn etmelisiniz. Bu davranış
biçimlerini sergilerken başarılı olup olmadığınızı etrafınızdaki insanlardan
anlayacaksınız. Eğer insanlar huzursuz ve sıkıntılıysa başaramadınız demektir.
O zaman davranışlarınızla etrafınızdaki insanlara eza vermektesiniz. Etrafınızdaki
insanlar davranış biçimlerinizden mutluluk duymuyorsa bu size ait olan bir
yanlıştır.
Birlik, beraberlik ruhunun, Allah yolunda birbiriyle
perçinlenmiş tek bir kitle oluşturmanın, temelinde herkesin
kendisini devamlı tenkit süzgecinden geçirmesi yatar. Biz başkalarını ne zaman
tenkit edersek o tenkitimiz başkalarına sadece huzursuzluk verir ve bu
tasavvufun tamamen dışında bir olaydır. Onun için Allahû Teâlâ diyor ki:
“Meseleyi Allah Resûlüne götürün.” Eğer resûle ulaşırsanız evvela size
hatalarınızı soracaktır; sonra da diğer tarafa onun hatalarını soracaktır.
Böylelikle size karşı sizin hatalarınızı sorarak sizden yana olduğunu ispat
eder. Siz hatalarınızı söyledikçe çözüm getirecektir. Sizin söylemediğiniz
hataları da size ilave edecektir.
İnsanlar için kabahat, açıklanması
gerekmeyen, açıklanması zor bir olaydır. Bu yüzden birçok kişi olayların
yapılmasından, işlenmesinden yana bir sıkıntı duymaz ama resûlün o olayı
öğrenmesinden büyük sıkıntı duyar. Bu yanlış bir düşünce sistemidir. Hata
işlenmesi zaten bir hatadır. Bu hatanın gizlenmesi daha büyük bir hatadır.
Halbuki hata işleyen kişi ulaşıp: “Ben böyle
böyle bir hata işledim.” derse her zaman onun bir çözümü vardır. Mutlaka bir
başka birine karşı bu hata işlenmiştir. Öbür taraf da devreye alındığın da
mesele resûl tarafından mutlaka tatlıya bağlanır. Bu davranışın arkasında iki
taraftan da olmak vardır. Her iki kişi içinde birinci kişi için onun
hatalarını, birinci kişiye göre karşısındakinin haklı taraflarını anlatmak.
İkinci içinde aynı şey söz konusu, ikincinin hatalarını birincinin haklı
taraflarını müzakere etmektir.
İnsanlar hatalarını itiraf etmekten her
zaman kaçarlar ama daima hatalar vardır. O hataları kendinize itiraf etmeniz
yetmez. Onu bile yapmıyorsunuz ama yapsanızda yetmez. Başkalarına: “Sevgili
kardeşim seni böyle üzgün gördüm bu sıkıntıda ben sana şöyle şöyle bir şeyler
söylemiştim acaba bunun bir dahli olabilir mi? Söylerken seni uyarmanın doğru
bir şey olduğunu zannediyordum. Söylediğim şeyi seni üzmek için söylemedim.
Hedefim bu değildi.” diyebiliyor musunuz?
İnsanları tenkit etmek için, başkalarını
kırmak için bir şeyler arıyorsanız dünya kadar koz bulmak çok kolaydır. Tenkit
süzgecinden geçirdiğimiz olayın arkasından başkalarını suçlamak en azından ona
ezvab sıkıntı veren bir olay değil midir?
Neden öyle yapalım? Davranışımız başkalarına huzursuzluk veriyorsa biz
orada haklı değilizdir. Bu sebepler
yüzlerce de olsa hiçbiri geçerli değildir.
İnsanları üzmekle, huzursuz etmekle vazifeli
değilsiniz. Bu konuda biz de sizin üzerinize bekçi değiliz. Size nasıl mutlu
olabileceğinizi anlatmakla vazifeliyiz. Sizin yaptıklarınızın tenkiti bizim
görevimiz değil. Her olayda size haksız taraflarınızı karşınızdakinin haklı
taraflarını aratmakla vazifeliyiz. Siz arayıp bulacaksınız. Siz bulacaksınız ve
bunu başarabildiğiniz zaman büyük bir iç huzuruna kavuşacaksınız.
Davranış biçimlerinizle başkalarını mutlu
etmek yerine mutsuz ettiğiniz sürece bundan en çok huzursuzluğa kapılacak olan siz
olursunuz. Başkasına verdiğiniz her huzursuzluğun arkasından Allah sizi mutlaka
azap eder. Başkasını üzersiniz,
arkasındanda siz üzülürsünüz.
Başkasını
üzmenizin arkasında onu haksız bulmanız, kendinizi haklı bulmanız yatar. Düşünce sisteminiz, mantık ölçülerinize
göre çalışır. Başkalarını suçlamak çok
kolay bir olaydır. Ondan sonrada yaptıkları hatalar dolayısıyla onları tenkit
edersiniz. Asıl unsura ulaşmadıkça
meselenin derininde yatan yengeci, yılanı oradan çıkarmadıkça meselenize çözüm
getiremezsiniz.
Nefsinizin afetleri ve şeytan sizi hep
başkalarının kalbini kıracak bir yerlere ulaştırır. Bu bir hatadır. Hangi
olayın sonunda konuştuğunuz kişi sizin söylediklerinizden üzüntü, sıkıntı
duyduysa söylediğiniz sözler onun üzerine karanlık bir gölge gibi çöktüyse, onu
huzursuz ettiyseniz siz de huzursuz olursunuz. Bu davranışınızdan dolayı Allahû
Teâlâ sizi mutlaka azablandırır. Bu azabı mutlaka yaşarsınız.
Allah’ın emrettiği gibi davranırsanız;
kendinizin haklı olan değil haksız olan taraflarınızı ele alarak yola
çıkarsanız ve arkadaşınıza da: “Açık açık bu olayda benim şurada şurada hatam
var. Ben bu hatalarımla seni rahatsız etmişim, üzmüşüm beni Allahû Tealâ’nın
huzurunda bağışlamanı dilerim, Allahû Teâlâ’dan da hatalarım için af dilerim.”
diyebiliyor musunuz? Yoksa bu size zor mu geliyor?.
Her olayda etrafınızdaki insanlara huzur
sağlayacak davranışların sahibi olmalısınız. Her konuşmanızın sonunda
karşınızdakine huzur verdiğinizin bilinciyle, gönül rahatlığıyla muhatabınızdan
ayrılmalısınız. Konuşmadan evvel ki durumuyla siz onunla konuştuktan sonra ki
durumu arasında onu sıkıntıya sokan bir sonuç mu var? Onu huzursuz mu ettiniz?
Ona sıkıntı mı verdiniz? Bunu başarıp başaramadığınızı karşınızdaki kişiye
dikkatle bakarak öğrenebilirsiniz.
Tasavvuf mensupları insanlarısınız. Siz
gerçek İslâmı, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı İslâmı,
Kur’an-ı Kerim’deki İslâm’ı yaşayanlar olmakla mükellefsiniz. Sokaktaki
insanlar, bir ahlâksızlık deryası içerisinde toplumu dejenere etmiş durumdalar.
Her tarafta ahlâksızlıklar, her tarafta hırsızlıklar, suistimaller her şey
başkalarını aldatma üzerine kurulmuş.
Biz Osmanlının yükselme devresinin kökeni,
temeli olan tasavvufu yani Peygamber Efendimiz(S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı
hayatı öğretmekteyiz. Onlar bütün dünyaya mutluluk vermek üzere yaşadılar.
Osmanlı bir cihan devletiydi. Nizamı
âlemdi. Âleme, dünyalara nizam veren Osmanlının arkasında Allah vardı.
Etrafınızdaki insanlara dikkatle bakın kim
hüzünlü bir ifadenin sahibiyse hemen ona gidip: “Seni bugün hüzünlü görüyorum
bir derdin mi var? Acaba hangi şekilde sana yardım edebilirim? Bana düşen
nedir? Lütfen söyle ki ben sana yardım etmeye çalışayım?” Bu sözleri söylemeniz
hiçbirşey yapamasanız bile o kişiyi mutlu etmek için yeterlidir. Çünkü onunla
meşgul oldunuz, onun sıkıntısını ondan almak için teşebbüste bulundunuz.
Başaramadığınızı düşünelim, hiç önemli değil. Bunu söyleyebildiğiniz için
bundan sonraki diyalog en güzel standartlarda yürüyecektir. O kişide size içini
dökebilir. Bazen de açıklamada bulunamayacak, başka biriyle alakalı, bir
başkasının sırrıyla alakalı bir olay olabilir.
En azından o size derse ki: “Hay Allah
razı olsun. Gerçekten öylemi görünüyorum? Beni aşan, benimle alakalı olmayan
sebepler var. Onun için bir hüzünüm var.
Bana bunu söylemen var ya bana dünyaları vermiş oldu.” Bunu söylediği
zaman siz mutluluk, huzur hissedersiniz.
Eğer toplumun büyük kısmı bizim aramızda
da mutsuzsa o zaman yanlış davranıyorsunuz demektir; öğrettiklerimizi
değerlendirmiyorsunuz ve kendinize göre yorumluyorsunuz demektir. Son derece
basit sağlam kaidelerden bahsediyoruz. Başkalarından yana olacaksınız! Bu
kadar…
Başkalarında yana olmak için iki
alternatifiniz var:
1- Kendinizin hatalarını arayacaksınız.
2- Karşı tarafın haklı hususlarını,
davranışlarındaki haklılıkları arayacaksınız.
İnsanların kusurları olabilir, onları
görmemezlikten geldiğiniz zaman siz Allah için olursunuz. Herkesin kusurlarını
arayıp bulan, onları yüzlerine çarpan insanlar da var. Her gittikleri toplumda
kendilerinden yaka silkilen: “Aman bizim aramıza katılmasa, gitse başka bir
grupla bir arada olsa.” diye insanların bucak bucak kaçtığı insanlar var.
Onların dedikodusunu yapan, başkalarına çekiştiren ve beraber olmaktan sıkıntı,
eza duyulan insanlar var. Bu söylediklerimi, ana kaidelerini hep düşünün. Sakın
böyle insanlar olmayın.
İradenizi kullanarak şeytanın sizi
sürüklemek istediği o kötü noktaya ulaşmayın. Başkalarını küçültmeye
çalıştığınız, başkalarına hatalarını bildirerek onlara hadlerini bildirmek,
sözlerinizin sonunda insanların mutsuz oluşuna sebebiyet veren noktaya
ulaşmayın. Bunlar asla İslâm ile ve tasavvufla bağdaşamaz.
Allah’ın indinde bütün güzellikleri
yaşamak sizin elinizde ve kanun kendinizden yana olmak değil başkalarından yana
olmaktır. Bir başka ifadeyle şeytan ne diyorsa onun tersini yapmaktır.
Allah insanlara başkalarından yana olmayı
emreder, şeytan kendi kör nefsinizden yana olmanızı, başkalarını ezmenizi
emreder.
Allah size kendi hatalarınızı bulup onları
yok etmenizi emreder, şeytan ise hatalarınızı saklamanızı emreder.
Hataları yapmak ve duyulmasını önlemek son
derece yanlış bir davranıştır. İki defa üst üste yanlışlık yapılmasıdır. Hatayı
yapmak bir yanlış, onun örtülmesine çalışmak, ikinci yanlışlıktır. Eğer bu
arada yalan da bir vasıta olarak kullanılıyorsa bu da üçüncü yanlışlıktır. Her
yalanın saklanabilmesi için yeni bir yalanı gerektirir. Onun için yalan
çirkindir. Yalan, daima hakikatlerin dışındaki hedefleri insanlara doğruymuş
gibi göstermeye yöneltir.
Hatayı
işlemek birinci suç, onu örtmeye çalışmak ikinci suç, bunun için de yalanı
devreye sokmak üçüncü suçtur.
Hataları işlemek yerine doğruları
yaptığınız gün bu meseleyi kökünden çözeceksiniz. Etrafınızdaki insanlara
karşı, onları mutlu edecek davranışlar sergilemeye başlayacaksınız. O zaman
onlar için yaşamaya başlayacaksınız. Başkalarından yana olmak, başkaları için
yaşamanın başlangıcıdır.
Kendinizden yana olmamak gene başkaları
için yaşamanın başlangıcıdır. Her geçen gün duruma biraz daha hâkim
olacaksınız. Kendinizden yana olmadığınız takdirde mutlu olabileceğinizi idrak
edeceksiniz.
Başkalarından yana olduğunuz zaman mutlu
olabilirsiniz. Hatalarınızı tespit edip onları düzeltmekle ancak mutlu
olabilirsiniz.
Başka insanların hatalarını değil size
hata gibi görünen davranışındaki haklı sebeplerini bulabilmekle ancak
ferahlamalısınız.
Sevgili öğrenciler, bir gün hidayet
çağının meşaleleri, nurları olacaksınız. O bozuk toplum dizaynın da hepiniz
birer ışık, birer nur olacaksınız. Davranış biçimleri örnek olan insanlar
olacaksınız. Bu hedeflere ulaşmanız için Allahû Tealâ’nın temelde bir kanunu
vardır: Bu kanun başkalarından yana olmaktır. Başkalarından yana olmak bütün
olaylarda acaba nerede hata yaptım diye kendi hatalarınızı aramak, o hatalar
tespit edilince onları bir daha yapmamaya azmetmektir. Bu arada güzel
davranışlarınızı da arayabilirsiniz. İşte ne zaman başkalarından yana
olduysanız o bir güzel davranıştır, onu da arayıp bulacaksınız. Niçin? Onu da
hayatınıza tatbik edip hep öyle yapmak için.
Mademki toplum olarak yaşamak mecburiyetindeyiz, mademki
başka insanların mutluluğunda da mutsuzluğunda da bizim davranışlarımız mutlak
etken bizden sadır olacak olan bütün davranışlar başkalarına mutluluk verecek
davranışlar olmalıdır.
Bizden sadır olacak bütün davranışlar başkalarına
huzursuzluk vermeyecek olan davranışlar olmalıdır. Her olayın arkasından,
konuştuğunuz ve konuşmayı tamamladığınız kardeşinize dikkatle bakın acaba onda
bir mutluluk mu mutsuzluk mu vücuda getirdiniz? Sizinle beraber olmak, onu
huzurlu mu kıldı? Yoksa varlığınız onu rencide edip huzursuz mu kıldı? Bir daha
sizinle beraber olmak içinden gelmeyecek bir noktaya mı ulaştırdınız?
Allah katında başkalarına sadece mutluluk
ulaştıran birisi olduğunuz zaman en kıymetli olursunuz. O zaman siz her
davranışınızda Allah’ı temsil edersiniz. Allah herkesin hep mutlu olmasını
ister. Allahû Tealâ bütün kanunlarını, dînin bütün temel esaslarını insanları
bu hedefe ulaştırmak için koymuştur.
Allah, yolunda herşey o kadar güzel ki bu güzellikleri daha
güzele ulaştırmak sizlerin elindedir. Hepiniz toplumun bir ferdisiniz. Sizden
çevrenize güzellikler yayılıyorsa çevrenizden de size güzellikler yayılır. Hep
pozitif dalga boyları yayın. Başkalarına mutluluk veren, huzur veren
davranışların sahibi olun.
Başkalarını üzmemeye, başkalarını mutlu
etmeye dikkat ederseniz ikisini de yapabilirsiniz. Onları üzmemek, onları mutlu
kılmak ikisi de onların huzuru için gereklidir. Bazı insanlar: “Başkalarını
üzmeyeyim de ben kendim mi üzüleyim” diye düşünenler var. Hayır, tam aksine
başkalarını üzmediğiniz zaman siz üzülmezsiniz. Başkalarını üzmediğiniz,
başkalarına mutluluk verdiğiniz zaman onun iki katı kadar mutluluğu kazanacak
olan asıl siz olursunuz.
Unutmayın! Mutlu olabilmeniz başkalarına
verebileceğiniz mutluluğun üzerine bina edilir. Etrafınızdaki her kişi sizin
mutluluğunuzun bir anahtarıdır. Sözlerimizi hiç unutmayın, göreviniz
başkalarına eza vermek değildir. Göreviniz etrafınızda ki insanları mutlu
kılmaktır. Öğrencilerimize bunları anlatıyoruz ve hayırlı neticelerini aldığımızda
çok mutlu oluyoruz. Söylediklerimizi dinleyen öğrencilerimiz, bu mutluluğumuzu
çok iyi bilirler.
Başkalarını farkına bile varmadan huzursuz
eden bir insan, eğer Allah’ın kanunlarına riayet ederse bir de bakar ki artık
onları mutsuz, huzursuz etmiyor aksine onlara mutluluk vermeye başlamış.
Allah’ın hepinizden beklediği budur.
Unutmayın, hepiniz bunu yapabilecek vasıflarla
mücehhezsiniz. Başkalarını mutlu etmek için bu vasıflarınızı kullanın.
Allah hepinizden
razı olsun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.