TAKVA
1. TAKVA; ÂMENÛLAR TAKVASI
30/RÛM-31: Munîbîne
ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na
(Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı
ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ:
“Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olun.” diyerek en önemli olaydan
bahsetmektedir. Allah’a yönelmek, Allah’a ruhu hayatta iken ulaştırmayı dilemek
demektir. Allah’a ulaşmayı dilemek Kur’ân’ın OLMAZSA OLMAZ şartıdır. Allah’a
ulaşmayı dilemeyen kişinin cennete girmesi mümkün değildir. (10/YUNUS-7
– 8)
Allah’a
yönelenler, Allah’a ulaşmayı dileyenler ve böylece takva sahibi olanlar söz
konusudur.
Allah’a
yönelmek Allah’ın bir farz emridir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse 1. takvanın
sahibi olur. 7 kademeli takvadan birincisi Allah’a ulaşmayı dileme takvasıdır.
Buradaki
namaz, hacet namazıdır. Allahû Tealâ 7 furkanı verdikten ve o kişiyi gören,
işiten, idrak eden hale getirdikten sonra kişinin hacet namazını kılması,
mürşidini huşûya ulaşarak Allah’tan talep etmesi lâzımdır. Allahû Tealâ, bu
namazın ikame edilmesini böylece müşriklerden olunmamasını emretmektedir.
Çünkü kim
Allah’a ulaşmayı dilemezse o mutlaka şirktedir.
Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesi
o şirki anlatmaktadır.
30/RÛM-32: Minellezîne
ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn
(ferihûne).
(O
müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup
oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’a
yönelenler tek bir fırkayı, mü’minleri oluştururlar. Allah’a ulaşmayı
dilemeyenlerse, dînde fırkalara ayrılanlardır ve onlar geriye kalan bütün inanç
gruplarını oluştururlar. Allah’a ulaşmayı dilemezlerse, takva sahibi olmazlarsa
onlar müşriklerden olacaklardır. Şirkte oldukları için gidecekleri yer
cehennemdir.
Bugün
Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin 72 tane fırkasından bahsedilmektedir. Ama aynı
fırkaların içinde Allah’a ulaşmayı dileyen küçük birer azınlık hepsinin içinde
mevcuttur. Onlar fırkalara ayrılmayan, takva sahipleridir. Allahû Tealâ sadece
iki grup insanın olduğunu ifade etmektedir:
1-
Allah’a ulaşmayı dileyenler, takva sahibi olanlar.
2-
Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, takva sahibi olmayanlar.
Allahû
Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyip de tek bir fırkada olanları, müşriklerden
olmayanları Sebe Suresinde mü’minler olarak anlatmaktadır:
34/SEBE-20: Ve
lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel
mûminîn(mûminîne).
Ve
andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece
mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona
(şeytana) tâbî oldular.
Bu
âyette, şirkte olanlar olarak vasıflandırılanlar, fırkalara ayrılmış
olanlardır. Fırkalara ayrılmayanlar, şirkte olmayanlar sadece Allah’a yönelerek
Allah’a ulaşmayı dilemiş olanlardır. Kim Allah’a yönelirse o, Allah’a ulaşmayı
dileyen kişidir. Allah’a yönelmekle Allah’a ulaşmayı dilemek aynı şeydir.
Şura-13
Allah’a yönelmenin Allah’a ulaşmayı dilemek olduğunu ispat etmektedir. (42/ŞÛR–13)
42/ŞÛRÂ-13: Şerea
lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ
bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi),
kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men
yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah)
dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni
ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.”
diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da
vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey
(Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine
seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine
ulaştırır).
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Şura
Suresinin 13. âyet-i kerimesi Kur’ân-ı Kerim’in en önemli âyetlerinden biridir.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen; yani Allah’a yönelen kişiyi mutlaka
Kendisine ulaştıracağını ifade etmektedir. Allahû Tealâ, insanlardan bir
kısmını seçeceğini, seçtiklerinden de Allah’a ulaşmayı dileyenleri Kendisine
ulaştıracağını söylemektedir, garanti etmektedir. Bu âyet açık bir şekide Rum
Suresinin 30, 31, ve 32. âyetleriyle alâkalıdır.
30/RÛM-30: Fe
ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ,
lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren
nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık
hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki;
Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın
yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar
yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
Allahû
Tealâ sadece tek bir dînin olduğunu, bütün insanları hanif fıtratıyla
yarattığını ve yaratmasında değişiklik görülemeyeceğini ifade etmektedir.
Allahû Tealâ, bütün insanları kıyâmete kadar hep hanif fıtratıyla yani hanif
dînini yaşayabilecek olan özelliklerle yaratacaktır.
30/RÛM-31: Munîbîne
ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na
(Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı
ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Müşriklerden
olmayan (şirke düşmeyen) kişinin, Allah’a ulaşmayı dileyen kişi olduğu
kesinleşmektedir. Allahû Tealâ, Rum suresinin 32. âyet-i kerimesinde şirki
anlatmaktadır:
30/RÛM-32: Minellezîne
ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim
ferihûn(ferihûne).
(O
müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup
oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Allahû
Tealâ’nın şirk tarifi açık ve kesin bir şekilde burada yerli yerine
oturmaktadır: Şirk içinde olanlar Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir, Allah’a
yönelmeyenlerdir. Allah’a yönelmiş olsalardı tek bir fırka oluşturacaklardı
(73. fırka) ve diğer bütün fırkalar bunun dışında kalacaklardı (72 fırka).
Müşrikler Allah’a ulaşmayı kesinlikle dilemiyorlar, dileseler gizli şirkten
kurtulacaklar. Rum-32 ve Şura-13’te gizli şirkten bahsedilmektedir.
Allah’a
yönelip de takva sahibi olanların içinde bulunduğu tek fırka bütün insanlar
için bir kurtuluştur. Allah kimi dilerse onu Kendisine seçer ve bu
seçtiklerinden Allah’a ulaşmayı dileyenleri mutlaka Kendisine ulaştırır.
Allah’ın seçtiği ve seçmediği insanlar vardır. Allahû Tealâ insanların %90’dan
fazlasını seçer. Allah’a ulaşmayı dilemekten insanları men etmeyen herkes
seçilir. Seçilenlerin de hepsinin kalbi kasiyet bağlamıştır. Henüz o kişi
Allah’a ulaşmayı dilememiştir ve kalbi kapkaranlıktır. Bu karanlık kalpliler
Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başka insanların da Allah’a ulaşmasına mani
olurlarsa, Allah onları dalâlette ve şirkte bırakır, onları seçmez. Bu şirk;
gizli şirktir.
Âyet-i
kerime açık ve kesin bir şekilde insanların ikiye ayrıldığını, bir kısmının
Allah’a ulaşmayı dilediğini ve şirkten kurtulduğunu diğer kesimin şirkte
kaldığını söylemektedir.
Allah’ın insanlardan beklediği
şey Allah’a ulaşmayı dilemeleridir. Allah, Kendisine ulaşmayı dileyenleri
Kendisine ulaştıracaktır. O insanlar ruhlarını Allah’a ulaştırmayacaklardır.
Allah, onların ruhlarını Kendisine ulaştıracaktır. Bu kişilere namazı, orucu,
zikri, bütün ibadetleri sevdiren Allah’tır. Allah’ın sevdirmesiyle kişi bütün
ibadetlerini yerine getirir.
8/ENFÂL-29: Yâ
eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum
seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey
âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve
bâtılı ayırma özelliği) sahibikılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve
size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl
sahibidir.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim
âmenû olursa ve bunun sonunda Allah’a karşı takva sahibi olursa, Allah, o
insanlara doğruyu yanlıştan ayırma özelliği verir. Buna rağmen nefsin tesiri
altında insanlar yine yanlışları, hataları işleyeceklerdir; ama en azından,
doğruyu yanlıştan ayırma özelliğinin sahibi olacaklardır. Doğru yanlıştan
ayırılırsa, Allah’ın emirlerine mutlaka itaat artar, Allah’ın yasak ettiği
fiiller işlenmez. Böylece kişi, Allah’a şu veya bu olayda ihanet etmemiş olur.
Bir başka ifadeyle, mürşide ulaşmadan evvel, bir insan nefsini kendine ilâh
ediniyordu. Çünkü Allah’ın emirleri ona güç geliyordu ve gerçekleştirmiyordu.
Böylece o emri veren Allah’a değil, o emre karşı gelen nefsine itaat ediyordu
ve nefsini o olayda Allah’ın yerine koyuyordu:
45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze
ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve
ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min
ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını
kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi)
üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun
basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda
Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
Bu
muhteva içerisinde insanların güzele ulaşması için, doğruyu yanlıştan ayırması
lâzımdır. İşte burası, kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği noktadır. Çünkü âyet-i
kerime: “Ve sizler takva sahibi olun” diyor. Olduğunuz andan itibaren Allahû
Tealâ, sizi öyle bir noktaya ulaştıracak ki; günahlarınızı örtecek. Kalbinizin
mührünü açacak küfür kelimesini ve ekinneti alacak ve yerine ihbat koyacaktır.
Kalbinize konulan ihbat, furkandır. Mü’min olacaksınız. İrşad makamına tâbî
olduğunuz an, 7 tane ni’met almanız söz konusu. Bu ni’metlerden bir tanesi,
günahlarınızın sevaba çevrilmesi ve Allah’ın 1’e 10 yerine 1’e 100 vermeye
başlamasıdır:
2/BAKARA-261: Meselullezîne
yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî
kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu
vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını
Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane
(tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir.
Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah
Vâsi’dir, Alîm’dir.
Böylece
nefs tezkiyesi başlar. Tövbe merasimi sırasında ikisi birden gerçekleşir:
25/FURKÂN-70: İllâ
men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim
hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak
kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan)
mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların,
Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah,
Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
Nefsin kalbinde
faziletler biriktiği sürece o kişi, nefs tezkiyesini adım adım gerçekleştirecektir.
Nefs tezkiyesi boyunca hedefe yürümek söz konusudur. Nefs tezkiyesi boyunca
devamlı, Allah’ın âyetlerine, Allah’ın emirlerine daha çok itaat, yasak
ettiklerini işlememek konusunda daha büyük başarı söz konusu olacaktır. Ve yine
doğruyu yanlıştan ayırma özelliği
“furkan” kelimesiyle ifade edilmektedir.
2. TAKVA; MÜRŞİDE ULAŞILDIĞI
ZAMAN OLUŞAN TAKVA
5/MÂİDE-35: Yâ
eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî
leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey
âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı
takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda
cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ
burada âmenû olanların takva sahibi olmasını ve Allah’a ulaştıracak olan
vesileyi, yani mürşidi Allah’tan istemelerini emrediyor. Tabiatıyla mürşide
ulaştıktan sonra da nefs tezkiyesi söz konusu. Ve Allahû Tealâ, “Allah yolunda
cihad edin." diyor . Bu cihad, hem insanın nefsiyle yapacağı büyük cihad
hem de Allah’ın düşmanlarıyla yapılan küçük cihadı kapsar. Allahû Tealâ, felâha
ermenin, kurtuluşa ermenin cihadla mümkün olacağını söylüyor. Bu âyetteki cihad
nefs tezkiyesi ve tasfiyesi olan büyük cihaddır. Nefse karşı cihad-ı ekberi kazanmak
ancak mürşide tâbî olmakla gerçekleşir. Mürşidsiz hiç kimse tek başına büyük
cihadı başaramaz. Allah’tan, Allah’a ulaştıracak olan vesileyi istemek, mürşidi
istemek, nefs tezkiyesi yapmak farzdır. Felâh, cennet müjdesine, cennet
kurtuluşuna ulaşmaktır.
Âyette
bahsedilen felâh (kurtuluş) 3. kat cennet müjdesidir. Bir insanın 3. kat cennet
kurtuluşuna ulaşması, felâha ermesi, vesileyi istemesine, mürşide ulaşmasına,
tövbe edip kalbine îmân yazıldıktan sonra nefs tezkiyesi yapmasına ve böylece
3. safha takva sahibi olup felâha ermesine bağlıdır. 1. safhadaki takva Allah’a
ulaşmayı dilemek, yani âmenû olmaktır.
Kişiyi birinci kat cennete ulaştırır (Cennetün Aliyeh). 2. safhadaki
takva âyet-i kerimede “Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi
isteyin” olarak belirtiliyor. Yani Allah’a ulaştıracak vesileyi, mürşidi
isteyip mürşidin önünde tövbe ederek, el öperek “lâ ilâhe illallâh muhammedun
resûlullâh” diyerek, 2. safhadaki takvanın sahibi olursunuz. Burada ikinci kat
cennet kazanılır (Cennetün firdevs). Sonra O’nun yolunda cihad etmeye, büyük
cihadı (nefs tezkiyesi) yapmaya başlıyorsunuz. Nefs tezkiyesi sonunda Allahû
Tealâ’nın evliyası oluyorsunuz. Tezkiye olayında ruh Allah’a ulaşır ve kişi
felâha erer. Burada 3. kat cennetin müjdesi vardır (Cennetün Huld). Böylece
âyet-i kerime bize 1. 2. ve 3. safhadaki
takva ile takva sahibi olmayı gösteriyor.
Lügat anlamı
itibarıyla sakınmak, korkmak anlamına gelen takva kavramı Kur’ân-ı Kerim’de
Maide Suresinin 93. âyet-i kerimesinde farklı seviyelere ait 2. 3. ve 4
safhadaki takvaların üçünü birden muhtevasına almıştır. Dolayısıyla bütün
âyetlerde geçen takvaları sakınmak ve korkmak şeklinde değerlendirirsek,
kavramın ifade ettiği aslî mânâdan sapmış oluruz. Günümüzde birbirinden farklı
incelediğimiz 23 tane Kur’ân-ı Kerim meallerinde bu sapmayı kolaylıkla tespit
etik.
(50/KAF-32)
- (5/MÂİDE-93)
Âyetlerde
birbirinden ayrı farklı sevyelere ait 7 safha takva vardır.
1. safha
takva: (30/RÛM-31)
2. safha
takva: (5/MÂİDE-35)
3. safha
takva: (50/KAF-31)
4. safha
takva:
22/HACC-37: Len
yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike
sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiril
muhsinîn(muhsinîne).
Onun
(kurbanların), etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat sizden O’na, takva
(Allah’a teslim olma) ulaşır. İşte böylece size, onu musahhar kıldı. Sizi
hidayete erdirdiği şey üzerine (hidayete erdirmesi sebebiyle) Allah’ı tekbir
etmeniz için. Ve muhsinleri (Allah’a fizik vücutlarını teslim edenleri) müjdele!
5. safha
takva:
7/A'RÂF-201: İnnellezînettekav
izâ messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn(mubsırûne).
Muhakkak
ki; takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu
zaman (Allah’ı) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür ederler). İşte o zaman
onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası ile görürler:
Casiye-23).
6. safha
takva:
2/BAKARA-179: Ve
lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey
ulûl’elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takva
sahibi olursunuz.
7. safha takva: (3/ÂLİ
İMRÂN-102)
57/HADÎD-28: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullahe ve âminû
bi resûlihi yu’tikum kifleyni min rahmetihi ve yec’al lekum nûren temşûne bihi
ve yagfir lekum, vallahu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey
âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler), Allah’a karşı takva
sahibi olun. Ve O’nun Resûl’üne îmân edin ki, size rahmetinden iki kat versin.
Ve sizin için, onunla beraber yürüyeceğiniz nur kılsın (versin). Ve sizi mağfiret
etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin). Ve Allah; Gafûr’dur, Rahîm’dir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’a ulaşmayı dilemek 1. takvanın sahibi olmaktır: (30/RÛM-31)
Resûlüne tâbî olmak 2. takvanın sahibi olmaktır: (5/MÂİDE-35)
Tâbiiyetle birlikte zikir yapılınca rahmetle, fazl ve
rahmetle salâvât olmak üzere 2 kat rahmet alınır. Devrin imamının ruhu kişinin
başının üzerine gelir ki, o bir nurdur. Tâbiiyetle günahlar sevaba çevrilir bu
da mağfirettir.
40/MU'MİN-15: Refîud
derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li
yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri
yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı)
dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine
ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün
geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ
edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
(25/FURKÂN-70)
25/FURKÂN-70: İllâ
men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu
seyyiâtihim hasenât (hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ (rahîmen).
Ancak
kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan)
mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların,
Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah,
Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ bir tövbe merasimini anlatmaktadır. Kim Allah’a
ulaşmayı dilerse o kişi mü’min olur. Sonra Allah, onun üzerinde Rahmân
esması ile tecelliye başlar. Ve gözlerindeki hicab-ı mesture, kulaklarındaki
vakra ve kalbindeki ekinneti alır. Kalbin mührünü açar, ihbat koyar. Allah onun
kalbine ulaşır. kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir. Göğsünden kalbine nur
yolu açar. Kişi zikir yaptığında, Allah’ın katından rahmet ve salâvat göğsüne gelir. Göğsünden kalbine ulaşır ve kalbe %2 rahmet girer.
Ve böylece kişi huşû sahibi olur. Allah’tan mürşidini sorar. Mutlaka Allah ona
mürşidini gösterir. Ve mürşidine ulaşır. Kişinin tâbiiyeti sırasında kalbine
îmânın yazılmasıyla, kalbindeki mevcut îmân artırılmış olur. Aslında kişinin
mü’min olduğu yer 3. basamaktır (Allah’a ulaşmayı dilemek). Buradaki mü’min
oluş müessesesindeki ölçü, Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetlerindeki kâfir olmanın
zıddı olan mü’min olmaktır.
14.
basamakta kişinin kalbine, Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince
Allah, îmânı yazar:
58/MUCÂDELE-22: Lâ
tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve
resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike
ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin
tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike
hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a
ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a
ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların
babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki,
(Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile
destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının
üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek.
Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar
da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır.
Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
Kalbine îmân yazılınca kişi, kalbindeki îmânı artan bir
mü’min olur. Âyet-i kerime bunu net olarak söylüyor. Kalplerin içine îmân
koyarak îmânı arttırıyor Allahû Tealâ:
48/FETİH-4: Huvellezî
enzeles sekînete fî kulûbil mu’minîne li yezdâdû îmânen mea îmânihim, ve
lillâhi cunûdus semâvâti vel ard(ardı), ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Mü’minlerin
kalplerine, îmânlarını îmân ile artırsınlar diye sekîneti indiren, O’dur.
Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Ve Allah; Alîm’dir, Hakîm’dir.
İşte îmânın îmânla artma müessesesi, kişinin kalbine Allahû
Tealâ’nın gönderdiği sekînetle îmânı yazması halidir.
Göklerin
ve yerin orduları Allah’ındır. Allah bilir ve hikmet sahibidir.
3. TAKVA; RUHUN ALLAH’A ULAŞTIĞI NOKTADAKİ
TAKVA
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre
baîdin.
Ve
cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Cennete sadece takva
sahipleri alınır.
50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin
hafîz(hafîzin).
İşte
size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak
sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış
olanlar) için.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Cennet takva sahiplerine vaadolunan şeydir. Evvab, “meab’a,
sığınağa ulaşarak sığınmış” demektir. Meab, Allah’ın Zat’ıdır. Mürşide
tâbiiyetten sonra ruh vücuttan ayrılarak Allah’a ulaşır. (78/NEBE-39)
Allah’ın Zat’ı en güzel sığınaktır. (3/ÂLİ İMRÂN-14)
78/NEBE-39: Zâlikel
yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte
o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün),
Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine
ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a
ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Mürşide
tâbî olunan gün Hakk günüdür. Dileyen kişi Sıratı Mustakîm’i yol edinir.
Allah’a ulaşan kişinin ruhuna Allah meab (sığınak) olur.
3/ÂLİ
İMRÂN-14: Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel
kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel
en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL
MEÂB(meâbi).
İnsanlara,
"kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma
atlara, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı
düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve
Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ burada, Allah’ın “en güzel sığınak” olduğunu söyleyerek âyet-i
kerimelerde buyuruyor:
(78/NEBE-39)
50/KAF-31: Ve
uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve
cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32: Hâzâ
mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte
size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak
sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış
olanlar) için.
Evvab;
meaba, sığınağa ulaşmış ve sığınmış olan insanlardır. Ruhlarını ölmeden evvel
Allah’a ulaştırmış insanlar evvabtır.
Allah’ın beka makamında
bütün evliya kullarına ihsan ettiği altın tahtlar, Allah’ın katındaki
sığınaklardandır ama bu sığınaklar Allah’ın Zat’ı gibi değildir. Altın tahtlar
da Allah’ın Zat’ı da selâm yurdudur. Allah’ın katında sığınılacak olan yer
sadece Allah’ın Zat’ı değildir, aynı zamanda bütün tahtlardır. Ama Allah’ın
Zat’ı, Allah’ın katındaki en güzel sığınaktır.
4. TAKVA; FİZİK VÜCUDUN
TESLİMİ
3/ÂLİ İMRÂN-133: Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum
ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekîn(muttekîne).
Ve,
Rabbinizden olan mağfirete ve genişliği yerler ve gökler kadar olan, muttekîler
için hazırlanmış olan cennete koşun!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Rabbinizden mağfirete koşuşun.” Yani hemen Allaha ulaşmayı
dileyin ve hacet namazını kılın, mürşidinizi Allah’tan sorun, Rabbinizden
mağfiret size ulaşsın. Allahû Tealâ günahlarınızı sevaba çevirsin ve Rahîm
esmasıyla rahmetini göndersin, mağfiret etsin. Zikir yaptığınız zaman,
nefsinizin kalbi tezkiye olmaya başlasın.
3/ÂLİ İMRÂN-134: Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved
darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne anin nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul
muhsinîn(muhsinîne)
Onlar
(muttekiler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infak ederler (verirler) ve
onlar öfkelerini yutanlardır (tutanlardır) ve insanları affedenlerdir. Ve
Allah, muhsinleri sever.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada muhsinlerden yani fizik vücutlarını Allah’a teslim
edenlerden bahsediyor ve muhsinlerin özelliklerini sayıyor Rabbimiz: bollukta
da darlıkta da infak edenlerdir, öfkelerini yutanlardır ve kendile-rine karşı
yanlış davranış içinde bulunan insanları bile affedenlerdir.Muhsinlerin fizik
vücutlarını Allaha teslim edenler olduklarını da Rabbimiz Nisa suresi 125.
ayeti kerimede ifade buyuruyor. (4/NİSÂ-125)
4/NİSÂ-125: Ve men
ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete
ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrahim’in
dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin
olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost
edindi.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
O kişi ki vechini, fizik vücudunu Allah’a teslim etmiş ve
muhsinlerden olmuştur. Ve hanif olarak Hazreti İbrâhîm’in dînine tâbî olmuştur.
Ve Allah Hazreti İbrâhîm’i dost ittihaz etmiştir.”
Burada fizik vücudun teslimi olayını görüyoruz. 22.
basamakta kişi fenafillah makamına ulaşır Allah’ın Zat’ında ruhu ifna olur. 23.
basamakta Allah ona bir altın taht ihsan eder. Kişi beka makamının sahibi olur.
24. basamakta bu kişi züht sahibi olur, zikri günün yarısını aşar. 25.
basamakta ise Muhsinlerden olur, fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir.
Ne olmuştur fizik vücut? Allah’ın emirlerini %100 yerine
getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir hüviyet kazanmıştır.
İşte bu fizik vücudun Allah’a teslim olduğunu gösterir. Zaten burada da;
“Vechini Allah’a teslim etmiştir” diyor Allahû Tealâ. Ve Muhsinlerden olmuştur
kişi. Daha halbuki nefste %19 karanlık var. Kişi bu mertebede kaldıkça, fizik
vücudunu Allah’a teslim mertebesinde kaldıkça nefsinin kalbinde %19 karanlık
vardır. Kişi daimî zikre ulaştığı takdirde %19 karanlık da nura dönüşecektir.
Ama burada o kişinin kalbinde henüz %19 karanlık vardır. Buna rağmen kişinin
fizik vücudu bu karanlıkları asla değerlendirmez, kale almaz, dikkate almaz,
onlar yokmuş gibi davranır. Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yerine getirir
yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemez.
İşte böyle bir husus, böyle bir pozisyonun sahibi olan o
kişinin, fizik vücuduna Allahû Tealâ; “Muhsin olan bir kişinin fizik vücudu”
diyor. Kişi fizik vücudunu, Allah’ın bütün emirlerini %100 yerine getiren,
yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özelliğe ulaştırmıştır ve Muhsinlerden
olmuştur. Ve: “Bu kişi hanif olarak Hazreti İbrâhîm’in dînine tâbî, olmuştur”
diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse hanif nedir? Hanif bir fıtrattır. Allahû Tealâ Rum
Suresinin 30. âyet-i kerimesinde: “Kendini dîne doğrult” diyor, “ki Biz bütün
insanları hanif fıtratı ile yarattık” diyor Allahû Tealâ. Bütün insanlar hanif
fıtratı ile yaratılmıştır. Yani ruhlarını da, vechlerini de, nefslerini de,
iradelerini de Allah’a teslim olabilecek olan bir özellikle yaratılmışlardır;
bir. Tek Allah’a inanabilecek bir özellikle yaratılmışlardır; iki. Ve Allah
yolunda yek vücut bir cemaat oluşturabilecek olan bir özellikle
yaratılmışlardır; üç.
Bu üç tane fıtrat bir araya geldiği zaman hanif fıtratını
ifade eder. Allah’ın tekliğine inanmak; tek bir Allah’ın varlığına inanmak,
Allah’a teslim olmaya inanmak; 4 açıdan birden Allah’a teslim olmaya inanmak ve
cemaat arasında tek bir yumruk gibi tek bir cemaat oluşturmak. Yani inanalar
arasındaki vahdeti, birliği, beraberliği sağlamak. Böyle bir fıtrat bütün
insanlarda mevcuttur. Ve Allahû Tealâ’ya kim fizik vücudunu teslim ederse, o
teslimin önemli bir kısmını aşmıştır, sadece daimî zikre ulaşması kalmıştır
kişinin. Öyleyse hanif olmak
şerefine kişi ermiştir.
22/HACC-37: Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve
lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ
hedâkum, ve beşşiril muhsinîn(muhsinîne).
Onun
(kurbanların), etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat sizden O’na, takva
(Allah’a teslim olma) ulaşır. İşte böylece size, onu musahhar kıldı. Sizi
hidayete erdirdiği şey üzerine (hidayete erdirmesi sebebiyle) Allah’ı tekbir
etmeniz için. Ve muhsinleri (Allah’a fizik vücutlarını teslim edenleri)
müjdele!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ruhu, fizik
vücudu, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek ayrı takva kademeleridir.
insandan Allah’a takva ulaşır. Her dört teslim Allah’a teslimdir ve mutlaka
ulaşır.
Allahû Tealâ,
Hz. Âdem’in iki oğlu birbiriyle anlaşmazlığa düştüğünde, oğullarından birinin
kurbanını kabul etmez. Fakat diğerinin Allah’a kestiği kurbanı kabul eder.
Allah, ancak takva sahiplerinin kurbanlarını kabul eder. Kur’ân-ı Kerim,
Habil’in takva sahibi olduğunu kesinleştiriyor. Buna içerleyen Kabil, Habil’i
öldürür. Habil kardeşinin kendisini öldürmesine karşı koymaz. Bu âyet onun
tamamlayıcısıdır. Kurbanın kendisi ve kanı Allah’a ulaşmaz ama takva ulaşır.
Ruh Allah’a ulaşınca Allah’a teslim olur. Ondan sonraki her teslimi Allah
bilir. Fizik vücut, nefs ve irade Allah’a teslim edildiğinde kişi herbiri için
ayrı bir takva kademesindedir. Ve Allah burada fizik vücutlarını Allah’a teslim
eden muhsinleri müjdeliyor. İşte Allahû Tealâ diyor ki: (4/NİSÂ-125)
Burada,
takva sahibi olan kişinin ruhunu Allah’a teslim ettikten sonra fizik vücudunu
da teslim ettiği (25. basamağa kadar olan) devre ifade ediliyor. Önce hidayete
erdirmiş Allahû Tealâ, kişinin ruhunu Kendisine ulaştırmış sonra bir defa daha
hidayete erdirmiş, fizik vücudunu da teslime almış. Fizik vücudu Allah’ın bütün
emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik
kazanmış.
5. TAKVA; ULÛL’ELBAB TAKVASI
7/A'RÂF-201: İnnellezînettekav izâ messehum tâifun
mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn (mubsırûne).
Muhakkak
ki; takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu
zaman (Allah’ı) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür ederler). İşte o zaman
onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası ile görürler:
Casiye-23).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Basiret, kalp gözündeki görme hassasının (basar) çalışmaya
başladığını ifade eder. Basar, görme hassasının adı; basiret, onun görmeye
başladığının işaretidir ve ikisi de aynı kökten gelir. 26. basamakta ulûl’elbab
makamına ulaşıp, daimî zikrin sahibi olunca mutlaka Allahû Tealâ, kalbin basar
hassasının üzerindeki gışavet adlı perdeyi alır (Casiye-23). Kalp gözünün basar
hassası açılır. Artık sadece başınızın üzerindeki gözlerle değil, kalbinizdeki
gözle de görmeye başlarsınız. Böyle olan insanlar takva sahipleridir.
3, 14, 21. basamaktaki takvalarda, kişinin kalp gözü açık
olmayabilir. Ancak fenâ, beka, zühd, fizik vücudun teslimi makamlarında kalp
gözünüz açılabilir.
Bu dört
basamağın, dördünde de Kur’ân’ın ruhu öğretilir. Herbiri kalp gözünün
açılmasının mümkün olduğu makamlardır. Ama kişi, ulûl’elbab makamında, daimî
zikre ulaştığı an, 7 tane vasfın sahibi olur. 4 vasıf şartı, hikmet sahibi
olmanın temelidir:
1- Kalp gözü açılmıştır.
2- Kalp kulağı açılmıştır.
3- Daimî zikrin sahibi olunmuştur.
4- Nefsin bütün afetleri temizlenmiştir.
Bu 4 temel şart, 3 tane sonuç şartını oluşturur:
1- Hikmet (hüküm) sahibi olmak
2- Hayır sahibi olmak
3- Tezekkür sahibi olmak.
Bu kademede kişi hangi fiili işlerse işlesin, muhakkak
derecat kazanır, asla kaybetmez. Çünkü daimî zikrin sahibidir. Nefs ile ruh,
aynı özelliğe sahip olmuştur. Ruh da nefs de aynı standartların sahibidir. Her
ikisi de Allah’ın emirlerini yerine getirirler, Allah’ın yasak ettiği fiili
işlemek istemezler. Akıl, bu ikili eğer eşit hareket ediyorsa, onlara uymak mecburiyetindedir.
Ve o zaman kişi, ister Allah’ın bir emrini yerine getirsin, derecat işlemiş,
hayır kazanmış olur; ister Allah’ın yasak ettiği bir fiili işlemesin, yine
hayır kazanır. İşte bu kişi, tezekkür ehlidir. Allah’la konuşmak yetkisinin
sahibidir.
45/CÂSİYE-23: E
fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ
sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min
ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını
kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi)
üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun
basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda
Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
2/BAKARA-197: El haccu eşhurun ma’lûmât(ma’lûmâtun),
fe men farada fîhinnel hacca fe lâ refese ve lâ fusûka ve lâ cidâle fîl
hacc(haccı), ve mâ tef’alû min hayrın ya’lemhullâh(ya’lemhullâhu), ve tezevvedû
fe inne hayraz zâdit takvâ, vettekûni yâ ulîl elbâb(elbâbi).
Hac,
bilinen aylardır. İşte kim onlarda (o aylarda), (ihrama girerek) haccı
(kendine) farz edinirse artık hacta kadına yaklaşmak (ve benzeri davranışlar),
fasıklık (günaha sapmak), cedelleşmek (sürtüşmek, kavga etmek) yoktur. Siz
hayırdan ne yaparsanız Allah onu bilir. (Salih amellerle) (kendinize) azık
hazırlayın. Fakat azığın en hayırlısı, muhakkak ki takva sahibi olmaktır. Ve ey
ulûl’elbab! Bana karşı takva sahibi olun.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Pozitif
dereceler kazanmak, hayırlı bir azıktır ve insanı mutluluğa ulaştırır. Şeytanî
rızıklar almak da Allahû Tealâ’nın katında küçülmektir, derecat kaybetmektir.
Ve her kaybedilen derecede merdivenlerin aşağısına doğru inilir, inilir,
inilir. Insanoğlu bunlardan hangisini dilerse kayıplarıyla iner veya kazançlarıyla
çıkar. Sonsuz basamaklı bir merdiven bloğunun hiçbir basamağında devamlı duran
kimse yoktur. Her an dereceler yükselir ve alçalır. Bir saniye evvel derecat
kaybedilmişken, bir saniye sonra kazanılabilir. Kazanılan ve kaybedilen
dereceler, devamlı olarak basamak değiştirmeyi ifade eder. Kiramen kâtibin
melekleri de kesintisiz olarak hayatı filme alırlar.
Allah hayrı da, şerri de bilir. Ve
hayırdan yapılan şeyler (nefsi ıslâh edici ameller, amilüssalihat) azıklanmaktır.
Allah’ın rızasından gıdalanmak, Allah’ın derecat kazandıran amelleriyle
beslenmektir. Muhakkak ki azığın hayırlısı, takva sahibi olmaktır. Ve sadece
Allah’ın istediği biçim ve boyutta yaşayarak takvanın sahibi olunur.
Günümüzde 22 tane Kur’ân-ı Kerim mealinde takva sahibi olmak, “Allah’tan
korkmak” parantezine alınmıştır. Bunun sonucunda da insanlar mânâya
varamamaktadır.
Dünya üzerinde hangi ilmin en büyük
uzmanı varsa, Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’i onların ne kadar yaya kaldığını en açık
standartlarda anlatmaktadır. Ama insanlar, kitaplardan öğrendikleri bilgilerle
Kur’ân-ı Kerim’i yorumlamaya kalkarlarsa bir facia oluşur. Işte insanların
%90’dan fazlası, ilimsizlik ve bilmemek sebebiyle cehenneme girecektir:
30/RÛM-8: E ve
lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ
illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi
rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı
(düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak
hak ile ve belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu,
Rab’lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) inkar
edenlerdir.
6. TAKVA; İHLÂS TAKVASI
2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl
elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey
ulûl’elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takva
sahibi olursunuz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ulûl’elbab kademesi, daimî zikir kademesidir:
3/ÂLİ
İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le
âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak
ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl
elbab için elbette ayetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ
İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve
yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ
bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar
(ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken,
otururken, yan üstü yatarken (daima ) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin
yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen
bunları bâtıl olarak (boşuna ) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin
azabından koru.
1- Nefslerini tezkiye edemeyenlere, intikam afeti sebebiyle
kısas açık bırakılır.
2- Evliya olup henüz daimî zikre ulaşamayanlara, af
emrolunur.
3- Daimî zikre ulaşanlara, hayır (kötülüğe iyilikle
karşılık vermek) emredilir.
42/ŞÛRÂ-40: Ve
cezâu seyyietin, seyyietun misluhâ, fe men afâ ve asleha fe ecruhu
alâllâh(alâllâhi), innehu lâ yuhıbbuz zâlimîn(zâlimîne).
Bir
kötülüğün cezası onun misli kadar kötülüktür. Fakat kim affeder ve ıslâh ederse
artık onun ecri (mükâfatı) Allah’a aittir. Muhakkak ki O (Allah), zalimleri
sevmez.
41/FUSSİLET-34: Ve
lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe
izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun).
Hasene
(iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel
şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost
gibi olur.
Eğer insanlar ulûl’elbab kademesinde iseler şeytanla kısas
yapmak durumundalardır.
İnsanlar,
nefsleri gece gibi karanlık olan afetlerle doğmuşlardır. Daimî zikre
ulaştıkları zaman gece, gündüz olur ve ruhun hasletleri, afetlerin
karanlıklarının yerini tamamen doldurur. Bu noktada onlar için kısas
tamamlanmıştır. Ulûl’elbab, nefsleri karanlıktayken şeytanın yaptırdığı her
türlü kötülüğün intikamını daimî zikirle almış ve kısasın böylece sahibi
olmuşlardır. Geceyi gündüze çevirerek, nefslerinin afetlerini faziletlere
çevirerek, karanlığı aydınlık yapmışlardır.
5/MÂİDE-100: Kul lâ yestevîl habîsu vet tayyibu ve lev
a'cebeke kesretul habîsi, fettekullâhe yâ ulîl elbâbi leallekum
tuflihûn(tuflihûne).
De
ki; "Habîsin (haram, murdar ve fesadın...) çokluğu senin hoşuna gitse
bile, habîs (haram ve kötü olan) ile tayyîb (helâl ve temiz olan) bir değildir.
Ey Ulûl Elbâb! Artık Allâh’a karşı takvâ sahibi olun! Umulur ki böylece siz
felâha erersiniz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ “ey ulûl’elbab” diye daimî zikrin sahiplerine
emrediyor. Ulûl’elbabın takva sahibi olduğu ihlâs makamı, felâha erilen devredir.
Takvadan Allahû Tealâ’nın muradı ise ulûl’elbabın takvası yani kişinin ihlâsa
ulaştığı 6. safha takvadır. Felâh ise burada cennet saadetinin ve dünya
saadetinin bütününü ihtiva ediyor.
7. TAKVA; SALÂH MAKAMININ
TAKVASI
3/ÂLİ İMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe
innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).
Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.
Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ezelde Allahû Tealâ A’raf-172 standartlarında bütün
insanları huzurunda toplamıştır:
7/A'RÂF-172: Ve
iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ
enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti
innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve
kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye
(dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların
zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ
şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen,
bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”
Allahû Tealâ ruhumuzdan misak istiyor, ruhlarımızın ölmeden
evvel Allah’a geri dönüp, Allah’ın Zat’ına ulaşması konusunda. Fizik
vücutlarımızdan ahd istiyor, fizik vücutlarımızı ölmeden evvel Allah’a teslim
etmemiz konusunda. Nefslerimizden yemin istiyor, nefslerimizin ölmeden evvel
Allah’a kul olması konusunda. Allahû Tealâ bütün ruhlardan aldığı misakin
yanıbaşında bütün fizik vücutlardan da ahd alı-yor ve bütün nefslerden de yemin
alıyor, %100 temizlenmesi, afetlerden tamamen arınması, faziletlerle
donatılması için. Bunun ard?ndan da
irademiz teslim olaca??na dair Allah’a misak veriyor.
Burada konu, Allah ile ahdin gerçekleşmesidir.
Allah’ın ahdi irademizin Allah’a teslim olacağına dair
Allah’a verdiğimiz misakı ifade eder. ?radenin verdiği misakı yerine
getirebilmemiz için ise daha önceki basamaklarda yer alan ruhun, fizik vücudun
ve nefsin teslimlerinin de yerine getirilmiş olması lazımdır. Yani irademizin
tesliminin yerine gelmesinin olmazsa olmaz şartı diğer teslimlerin daha önce
yerine getirilmiş olmasıdır.
Allah’a ulaşmayı dileyen kişi takva sahibi olur. (30/RÛM-31)
7 safhaya paralel olarak 7 takva kademesi burada ba?lar.
Her kim takva sahibi ise ancak onlar cennete gidebilir. İradenin teslim edildiği
28. basamağın 5. kademesinde kiii son takva kademesi olan hakka tukatihi
takvan?n da sahibi olur. (50/KAF-31)
3/ÂLİ
İMRÂN-15: Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde
rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun
mutahharatun ve rıdvânun minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).
De ki:
"Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takva sahibi olanlar için,
Rabb'lerinin katında, içinde devamlı kalacakları, altından nehirler akan
cennetler, temiz eşler ve Allah'ın rızası vardır." Allah kullarını en iyi
görendir.
Nefsin Allah’a verdiği yemin nefsin tezkiyesi ve
tasfiyesiyle alâkalıdır. Nefsin kalbindeki afetler %100’den %50’nin altına
düşerse nefs tezkiye; %100 nurlardan oluşursa tasfiye olur. Nefsin hidayete
ermesi nefsin kalbinde hiçbir afetin kalmaması demektir.
Öyleyse 2 nevi insan var, Allah ile olan ahdlerini
gerçekleştiren ve gerçekleştirmeyen insanlar. Gerçekleştirmeyenlerin gidecekleri
yer cehennem, gerçekleştirenlerin cennettir. Takva sahibi olma derecesine göre;
1. kat, 2. kat, 3. kat, 4. kat, 5. kat, 6. kat, 7. kat cennetlere girer.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o 1. kat cennetin sahibidir.
Kim mürşidine ulaşırsa 2. kat cennetin sahibidir, kim ruhunu Allah’a
ulaştırırsa 3. kat cennetin sahibidir, kim fizik vücudunu Allah’a teslim ederse
4. kat cennetin sahibidir. Kim nefsini Allah’a teslim ederse, 5. kat cennetin
sahibidir. Kim ihlâsa ulaşırsa 6. kat cennettedir, kim iradesini teslim ederse
7. ve son kat cennetin sahibidir.
Kim Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilerse, o namazı, orucu,
zikri, Allah’ın bütün ibadetlerini, Allah’ın kendisine sevdirmesi sebebiyle
seven, mutlaka onları uygulayan birisidir ve mutlaka Allah’ın cennetine
girecektir, hayatta kaldıkça daha üst cennetlerin sahipleri mutlaka olacaktır.
3/ÂLİ
İMRÂN-102: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ
temûtunne illâ ve entum muslimûn (muslimûne).
Ey
âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst
derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan
ölmeyin!
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ bütün takvaların sahibi olmamızı burada açık
bir şekilde emrediyor ve bunu sadece âmenû olanların yapabileceğini de kesin
şekilde açıklamış:
“Ey
âmenû olanlar, bu sizin görevinizdir. Âmenû olursanız bundan sonraki hedeflere
gidebilirsiniz. Eğer âmenû değilseniz, Allah’a ulaşmayı dilemediyseniz bunları
yapamazsınız.”
Takva sahibi olma emrini sadece âmenû olanlar gerçekleştirebilir.
Âmenû olunca hakkıyla takvaya ulaşılır. Bütün sahâbe gerçek anlamda Allah’a
teslim olmuşlardır. 7 takvanın sahibi olmuşlardır.
Hakk’ul yakîn’in, irşad makamının sahibi olmak, takvanın
gerçek anlamda sonudur.
Hakkıyla takva sahibi olmak, kalbi müzeyyen kılan takva
yani sadece insanın içinin aydınlanması değil, dışının da aydınlanması ve onun
daha sonrası vardır. Bu takva bihakkın takvadır. O, Allah’ı görerek takva
sahibi olmuştur. Bu takvaların sonuncusudur ve en üst makamını ifade eder.
Böylece Kur’ân-ı Kerim’de 7 kademede takva müessesesi
vardır:
1. takva Allah’a
ulaşmayı dilemek
2. takva mürşide ulaşmak
3. takva ruhu Allah’a ulaştırmak
4. takva fizik vücudu Allah’a teslim etmek
5. takva nefsi Allah’a teslim etmek
6. takva ihlasa ulaşmak
7. takva iradeyi Allah’a teslim etmek
Muhtevaya baktığımız zaman asıl
hedef bihakkkın takvadır, 7. takvadır. Sahâbe irşad makamının sahibi olmuştur
ve fevzül azîm onlara Allahû Tealâ tarafından verilmiştir. Bihakkın takva, azîm
mükâfatları gerektirir: (9/TEVBE-100)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.