8 Kasım 2015 Pazar

TAKVA

TAKVA

1. TAKVA; ÂMENÛLAR TAKVASI
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olun.” diyerek en önemli olaydan bahsetmektedir. Allah’a yönelmek, Allah’a ruhu hayatta iken ulaştırmayı dilemek demektir. Allah’a ulaşmayı dilemek Kur’ân’ın OLMAZSA OLMAZ şartıdır. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin cennete girmesi mümkün değildir. (10/YUNUS-7 – 8)
Allah’a yönelenler, Allah’a ulaşmayı dileyenler ve böylece takva sahibi olanlar söz konusudur.
Allah’a yönelmek Allah’ın bir farz emridir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse 1. takvanın sahibi olur. 7 kademeli takvadan birincisi Allah’a ulaşmayı dileme takvasıdır.
Buradaki namaz, hacet namazıdır. Allahû Tealâ 7 furkanı verdikten ve o kişiyi gören, işiten, idrak eden hale getirdikten sonra kişinin hacet namazını kılması, mürşidini huşûya ulaşarak Allah’tan talep etmesi lâzımdır. Allahû Tealâ, bu namazın ikame edilmesini böylece müşriklerden olunmamasını emretmektedir.
Çünkü kim Allah’a ulaşmayı dilemezse o mutlaka şirktedir.
Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesi o şirki anlatmaktadır.

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn (ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’a yönelenler tek bir fırkayı, mü’minleri oluştururlar. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerse, dînde fırkalara ayrılanlardır ve onlar geriye kalan bütün inanç gruplarını oluştururlar. Allah’a ulaşmayı dilemezlerse, takva sahibi olmazlarsa onlar müşriklerden olacaklardır. Şirkte oldukları için gidecekleri yer cehennemdir.
Bugün Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin 72 tane fırkasından bahsedilmektedir. Ama aynı fırkaların içinde Allah’a ulaşmayı dileyen küçük birer azınlık hepsinin içinde mevcuttur. Onlar fırkalara ayrılmayan, takva sahipleridir. Allahû Tealâ sadece iki grup insanın olduğunu ifade etmektedir:
1- Allah’a ulaşmayı dileyenler, takva sahibi olanlar.
2- Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, takva sahibi olmayanlar.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyip de tek bir fırkada olanları, müşriklerden olmayanları Sebe Suresinde mü’minler olarak anlatmaktadır:

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.

Bu âyette, şirkte olanlar olarak vasıflandırılanlar, fırkalara ayrılmış olanlardır. Fırkalara ayrılmayanlar, şirkte olmayanlar sadece Allah’a yönelerek Allah’a ulaşmayı dilemiş olanlardır. Kim Allah’a yönelirse o, Allah’a ulaşmayı dileyen kişidir. Allah’a yönelmekle Allah’a ulaşmayı dilemek aynı şeydir.
Şura-13 Allah’a yönelmenin Allah’a ulaşmayı dilemek olduğunu ispat etmektedir.  (42/ŞÛR–13)

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
          Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesi Kur’ân-ı Kerim’in en önemli âyetlerinden biridir. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen; yani Allah’a yönelen kişiyi mutlaka Kendisine ulaştıracağını ifade etmektedir. Allahû Tealâ, insanlardan bir kısmını seçeceğini, seçtiklerinden de Allah’a ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştıracağını söylemektedir, garanti etmektedir. Bu âyet açık bir şekide Rum Suresinin 30, 31, ve 32. âyetleriyle alâkalıdır.

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.

          Allahû Tealâ sadece tek bir dînin olduğunu, bütün insanları hanif fıtratıyla yarattığını ve yaratmasında değişiklik görülemeyeceğini ifade etmektedir. Allahû Tealâ, bütün insanları kıyâmete kadar hep hanif fıtratıyla yani hanif dînini yaşayabilecek olan özelliklerle yaratacaktır.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

          Müşriklerden olmayan (şirke düşmeyen) kişinin, Allah’a ulaşmayı dileyen kişi olduğu kesinleşmektedir. Allahû Tealâ, Rum suresinin 32. âyet-i kerimesinde şirki anlatmaktadır:

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

          Allahû Tealâ’nın şirk tarifi açık ve kesin bir şekilde burada yerli yerine oturmaktadır: Şirk içinde olanlar Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir, Allah’a yönelmeyenlerdir. Allah’a yönelmiş olsalardı tek bir fırka oluşturacaklardı (73. fırka) ve diğer bütün fırkalar bunun dışında kalacaklardı (72 fırka). Müşrikler Allah’a ulaşmayı kesinlikle dilemiyorlar, dileseler gizli şirkten kurtulacaklar. Rum-32 ve Şura-13’te gizli şirkten bahsedilmektedir.
          Allah’a yönelip de takva sahibi olanların içinde bulunduğu tek fırka bütün insanlar için bir kurtuluştur. Allah kimi dilerse onu Kendisine seçer ve bu seçtiklerinden Allah’a ulaşmayı dileyenleri mutlaka Kendisine ulaştırır. Allah’ın seçtiği ve seçmediği insanlar vardır. Allahû Tealâ insanların %90’dan fazlasını seçer. Allah’a ulaşmayı dilemekten insanları men etmeyen herkes seçilir. Seçilenlerin de hepsinin kalbi kasiyet bağlamıştır. Henüz o kişi Allah’a ulaşmayı dilememiştir ve kalbi kapkaranlıktır. Bu karanlık kalpliler Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başka insanların da Allah’a ulaşmasına mani olurlarsa, Allah onları dalâlette ve şirkte bırakır, onları seçmez. Bu şirk; gizli şirktir.         
          Âyet-i kerime açık ve kesin bir şekilde insanların ikiye ayrıldığını, bir kısmının Allah’a ulaşmayı dilediğini ve şirkten kurtulduğunu diğer kesimin şirkte kaldığını söylemektedir. 
Allah’ın insanlardan beklediği şey Allah’a ulaşmayı dilemeleridir. Allah, Kendisine ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştıracaktır. O insanlar ruhlarını Allah’a ulaştırmayacaklardır. Allah, onların ruhlarını Kendisine ulaştıracaktır. Bu kişilere namazı, orucu, zikri, bütün ibadetleri sevdiren Allah’tır. Allah’ın sevdirmesiyle kişi bütün ibadetlerini yerine getirir.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibikılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
 AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim âmenû olursa ve bunun sonunda Allah’a karşı takva sahibi olursa, Allah, o insanlara doğruyu yanlıştan ayırma özelliği verir. Buna rağmen nefsin tesiri altında insanlar yine yanlışları, hataları işleyeceklerdir; ama en azından, doğruyu yanlıştan ayırma özelliğinin sahibi olacaklardır. Doğru yanlıştan ayırılırsa, Allah’ın emirlerine mutlaka itaat artar, Allah’ın yasak ettiği fiiller işlenmez. Böylece kişi, Allah’a şu veya bu olayda ihanet etmemiş olur. Bir başka ifadeyle, mürşide ulaşmadan evvel, bir insan nefsini kendine ilâh ediniyordu. Çünkü Allah’ın emirleri ona güç geliyordu ve gerçekleştirmiyordu. Böylece o emri veren Allah’a değil, o emre karşı gelen nefsine itaat ediyordu ve nefsini o olayda Allah’ın yerine koyuyordu:
 45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

Bu muhteva içerisinde insanların güzele ulaşması için, doğruyu yanlıştan ayırması lâzımdır. İşte burası, kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği noktadır. Çünkü âyet-i kerime: “Ve sizler takva sahibi olun” diyor. Olduğunuz andan itibaren Allahû Tealâ, sizi öyle bir noktaya ulaştıracak ki; günahlarınızı örtecek. Kalbinizin mührünü açacak küfür kelimesini ve ekinneti alacak ve yerine ihbat koyacaktır. Kalbinize konulan ihbat, furkandır. Mü’min olacaksınız. İrşad makamına tâbî olduğunuz an, 7 tane ni’met almanız söz konusu. Bu ni’metlerden bir tanesi, günahlarınızın sevaba çevrilmesi ve Allah’ın 1’e 10 yerine 1’e 100 vermeye başlamasıdır:

2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alîm’dir.

Böylece nefs tezkiyesi başlar. Tövbe merasimi sırasında ikisi birden gerçekleşir:

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
             
Nefsin kalbinde faziletler biriktiği sürece o kişi, nefs tezkiyesini adım adım gerçekleştirecektir. Nefs tezkiyesi boyunca hedefe yürümek söz konusudur. Nefs tezkiyesi boyunca devamlı, Allah’ın âyetlerine, Allah’ın emirlerine daha çok itaat, yasak ettiklerini işlememek konusunda daha büyük başarı söz konusu olacaktır. Ve yine doğruyu yanlıştan ayırma özelliği  “furkan” kelimesiyle ifade edilmektedir.

2. TAKVA; MÜRŞİDE ULAŞILDIĞI ZAMAN OLUŞAN TAKVA
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ burada âmenû olanların takva sahibi olmasını ve Allah’a ulaştıracak olan vesileyi, yani mürşidi Allah’tan istemelerini emrediyor. Tabiatıyla mürşide ulaştıktan sonra da nefs tezkiyesi söz konusu. Ve Allahû Tealâ, “Allah yolunda cihad edin." diyor . Bu cihad, hem insanın nefsiyle yapacağı büyük cihad hem de Allah’ın düşmanlarıyla yapılan küçük cihadı kapsar. Allahû Tealâ, felâha ermenin, kurtuluşa ermenin cihadla mümkün olacağını söylüyor. Bu âyetteki cihad nefs tezkiyesi ve tasfiyesi olan büyük cihaddır. Nefse karşı cihad-ı ekberi kazanmak ancak mürşide tâbî olmakla gerçekleşir. Mürşidsiz hiç kimse tek başına büyük cihadı başaramaz. Allah’tan, Allah’a ulaştıracak olan vesileyi istemek, mürşidi istemek, nefs tezkiyesi yapmak farzdır. Felâh, cennet müjdesine, cennet kurtuluşuna ulaşmaktır.
Âyette bahsedilen felâh (kurtuluş) 3. kat cennet müjdesidir. Bir insanın 3. kat cennet kurtuluşuna ulaşması, felâha ermesi, vesileyi istemesine, mürşide ulaşmasına, tövbe edip kalbine îmân yazıldıktan sonra nefs tezkiyesi yapmasına ve böylece 3. safha takva sahibi olup felâha ermesine bağlıdır. 1. safhadaki takva Allah’a ulaşmayı dilemek, yani âmenû olmaktır.  Kişiyi birinci kat cennete ulaştırır (Cennetün Aliyeh). 2. safhadaki takva âyet-i kerimede “Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin” olarak belirtiliyor. Yani Allah’a ulaştıracak vesileyi, mürşidi isteyip mürşidin önünde tövbe ederek, el öperek “lâ ilâhe illallâh muhammedun resûlullâh” diyerek, 2. safhadaki takvanın sahibi olursunuz. Burada ikinci kat cennet kazanılır (Cennetün firdevs). Sonra O’nun yolunda cihad etmeye, büyük cihadı (nefs tezkiyesi) yapmaya başlıyorsunuz. Nefs tezkiyesi sonunda Allahû Tealâ’nın evliyası oluyorsunuz. Tezkiye olayında ruh Allah’a ulaşır ve kişi felâha erer. Burada 3. kat cennetin müjdesi vardır (Cennetün Huld). Böylece âyet-i kerime bize 1. 2. ve 3. safhadaki  takva ile takva sahibi olmayı gösteriyor.
Lügat anlamı itibarıyla sakınmak, korkmak anlamına gelen takva kavramı Kur’ân-ı Kerim’de Maide Suresinin 93. âyet-i kerimesinde farklı seviyelere ait 2. 3. ve 4 safhadaki takvaların üçünü birden muhtevasına almıştır. Dolayısıyla bütün âyetlerde geçen takvaları sakınmak ve korkmak şeklinde değerlendirirsek, kavramın ifade ettiği aslî mânâdan sapmış oluruz. Günümüzde birbirinden farklı incelediğimiz 23 tane Kur’ân-ı Kerim meallerinde bu sapmayı kolaylıkla tespit etik. 
(50/KAF-32) - (5/MÂİDE-93)
Âyetlerde birbirinden ayrı farklı sevyelere ait 7 safha takva vardır.

1. safha takva: (30/RÛM-31)
2. safha takva: (5/MÂİDE-35)
3. safha takva: (50/KAF-31)
4. safha takva:
22/HACC-37: Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiril muhsinîn(muhsinîne).
Onun (kurbanların), etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat sizden O’na, takva (Allah’a teslim olma) ulaşır. İşte böylece size, onu musahhar kıldı. Sizi hidayete erdirdiği şey üzerine (hidayete erdirmesi sebebiyle) Allah’ı tekbir etmeniz için. Ve muhsinleri (Allah’a fizik vücutlarını teslim edenleri) müjdele!
5. safha takva:
7/A'RÂF-201: İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn(mubsırûne).
Muhakkak ki; takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah’ı) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür ederler). İşte o zaman onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası ile görürler: Casiye-23).
6. safha takva:
2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl’elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takva sahibi olursunuz.
7. safha takva: (3/ÂLİ İMRÂN-102)

57/HADÎD-28: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullahe ve âminû bi resûlihi yu’tikum kifleyni min rahmetihi ve yec’al lekum nûren temşûne bihi ve yagfir lekum, vallahu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler), Allah’a karşı takva sahibi olun. Ve O’nun Resûl’üne îmân edin ki, size rahmetinden iki kat versin. Ve sizin için, onunla beraber yürüyeceğiniz nur kılsın (versin). Ve sizi mağfiret etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin). Ve Allah; Gafûr’dur, Rahîm’dir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’a ulaşmayı dilemek 1. takvanın sahibi olmaktır: (30/RÛM-31)
Resûlüne tâbî olmak 2. takvanın sahibi olmaktır: (5/MÂİDE-35)
Tâbiiyetle birlikte zikir yapılınca rahmetle, fazl ve rahmetle salâvât olmak üzere 2 kat rahmet alınır. Devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine gelir ki, o bir nurdur. Tâbiiyetle günahlar sevaba çevrilir bu da mağfirettir.

40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
(25/FURKÂN-70)

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât (hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ (rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ bir tövbe merasimini anlatmaktadır. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi mü’min olur. Sonra Allah, onun üzerinde Rahmân esması ile tecelliye başlar. Ve gözlerindeki hicab-ı mesture, kulaklarındaki vakra ve kalbindeki ekinneti alır. Kalbin mührünü açar, ihbat koyar. Allah onun kalbine ulaşır. kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir. Göğsünden kalbine nur yolu açar. Kişi zikir yaptığında, Allah’ın katından rahmet ve salâvat göğsüne gelir. Göğsünden kalbine ulaşır ve kalbe %2 rahmet girer. Ve böylece kişi huşû sahibi olur. Allah’tan mürşidini sorar. Mutlaka Allah ona mürşidini gösterir. Ve mürşidine ulaşır. Kişinin tâbiiyeti sırasında kalbine îmânın yazılmasıyla, kalbindeki mevcut îmân artırılmış olur. Aslında kişinin mü’min olduğu yer 3. basamaktır (Allah’a ulaşmayı dilemek). Buradaki mü’min oluş müessesesindeki ölçü, Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetlerindeki kâfir olmanın zıddı olan mü’min olmaktır.
14. basamakta kişinin kalbine, Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince Allah, îmânı yazar:

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

Kalbine îmân yazılınca kişi, kalbindeki îmânı artan bir mü’min olur. Âyet-i kerime bunu net olarak söylüyor. Kalplerin içine îmân koyarak îmânı arttırıyor Allahû Tealâ:

48/FETİH-4: Huvellezî enzeles sekînete fî kulûbil mu’minîne li yezdâdû îmânen mea îmânihim, ve lillâhi cunûdus semâvâti vel ard(ardı), ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Mü’minlerin kalplerine, îmânlarını îmân ile artırsınlar diye sekîneti indiren, O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Ve Allah; Alîm’dir, Hakîm’dir.

İşte îmânın îmânla artma müessesesi, kişinin kalbine Allahû Tealâ’nın gönderdiği sekînetle îmânı yazması halidir.
Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah bilir ve hikmet sahibidir.

3. TAKVA; RUHUN ALLAH’A ULAŞTIĞI NOKTADAKİ TAKVA
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Cennete sadece takva sahipleri alınır.

50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Cennet takva sahiplerine vaadolunan şeydir. Evvab, “meab’a, sığınağa ulaşarak sığınmış” demektir. Meab, Allah’ın Zat’ıdır. Mürşide tâbiiyetten sonra ruh vücuttan ayrılarak Allah’a ulaşır. (78/NEBE-39)
Allah’ın Zat’ı en güzel sığınaktır.  (3/ÂLİ İMRÂN-14)

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Mürşide tâbî olunan gün Hakk günüdür. Dileyen kişi Sıratı Mustakîm’i yol edinir. Allah’a ulaşan kişinin ruhuna Allah meab (sığınak) olur.

3/ÂLİ İMRÂN-14: Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).
İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ burada, Allah’ın “en güzel sığınak” olduğunu söyleyerek âyet-i kerimelerde buyuruyor:
(78/NEBE-39)

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.

Evvab; meaba, sığınağa ulaşmış ve sığınmış olan insanlardır. Ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştırmış insanlar evvabtır.
Allah’ın beka makamında bütün evliya kullarına ihsan ettiği altın tahtlar, Allah’ın katındaki sığınaklardandır ama bu sığınaklar Allah’ın Zat’ı gibi değildir. Altın tahtlar da Allah’ın Zat’ı da selâm yurdudur. Allah’ın katında sığınılacak olan yer sadece Allah’ın Zat’ı değildir, aynı zamanda bütün tahtlardır. Ama Allah’ın Zat’ı, Allah’ın katındaki en güzel sığınaktır.

4. TAKVA; FİZİK VÜCUDUN TESLİMİ
3/ÂLİ İMRÂN-133: Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekîn(muttekîne).
Ve, Rabbinizden olan mağfirete ve genişliği yerler ve gökler kadar olan, muttekîler için hazırlanmış olan cennete koşun!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Rabbinizden mağfirete koşuşun.” Yani hemen Allaha ulaşmayı dileyin ve hacet namazını kılın, mürşidinizi Allah’tan sorun, Rabbinizden mağfiret size ulaşsın. Allahû Tealâ günahlarınızı sevaba çevirsin ve Rahîm esmasıyla rahmetini göndersin, mağfiret etsin. Zikir yaptığınız zaman, nefsinizin kalbi tezkiye olmaya başlasın.

3/ÂLİ İMRÂN-134: Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne anin nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne)
Onlar (muttekiler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infak ederler (verirler) ve onlar öfkelerini yutanlardır (tutanlardır) ve insanları affedenlerdir. Ve Allah, muhsinleri sever.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada muhsinlerden yani fizik vücutlarını Allah’a teslim edenlerden bahsediyor ve muhsinlerin özelliklerini sayıyor Rabbimiz: bollukta da darlıkta da infak edenlerdir, öfkelerini yutanlardır ve kendile-rine karşı yanlış davranış içinde bulunan insanları bile affedenlerdir.Muhsinlerin fizik vücutlarını Allaha teslim edenler olduklarını da Rabbimiz Nisa suresi 125. ayeti kerimede ifade buyuruyor. (4/NİSÂ-125)

4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrahim’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
O kişi ki vechini, fizik vücudunu Allah’a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Ve hanif olarak Hazreti İbrâhîm’in dînine tâbî olmuştur. Ve Allah Hazreti İbrâhîm’i dost ittihaz etmiştir.”
Burada fizik vücudun teslimi olayını görüyoruz. 22. basamakta kişi fenafillah makamına ulaşır Allah’ın Zat’ında ruhu ifna olur. 23. basamakta Allah ona bir altın taht ihsan eder. Kişi beka makamının sahibi olur. 24. basamakta bu kişi züht sahibi olur, zikri günün yarısını aşar. 25. basamakta ise Muhsinlerden olur, fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir.
Ne olmuştur fizik vücut? Allah’ın emirlerini %100 yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir hüviyet kazanmıştır. İşte bu fizik vücudun Allah’a teslim olduğunu gösterir. Zaten burada da; “Vechini Allah’a teslim etmiştir” diyor Allahû Tealâ. Ve Muhsinlerden olmuştur kişi. Daha halbuki nefste %19 karanlık var. Kişi bu mertebede kaldıkça, fizik vücudunu Allah’a teslim mertebesinde kaldıkça nefsinin kalbinde %19 karanlık vardır. Kişi daimî zikre ulaştığı takdirde %19 karanlık da nura dönüşecektir. Ama burada o kişinin kalbinde henüz %19 karanlık vardır. Buna rağmen kişinin fizik vücudu bu karanlıkları asla değerlendirmez, kale almaz, dikkate almaz, onlar yokmuş gibi davranır. Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yerine getirir yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemez.
İşte böyle bir husus, böyle bir pozisyonun sahibi olan o kişinin, fizik vücuduna Allahû Tealâ; “Muhsin olan bir kişinin fizik vücudu” diyor. Kişi fizik vücudunu, Allah’ın bütün emirlerini %100 yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özelliğe ulaştırmıştır ve Muhsinlerden olmuştur. Ve: “Bu kişi hanif olarak Hazreti İbrâhîm’in dînine tâbî, olmuştur” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse hanif nedir? Hanif bir fıtrattır. Allahû Tealâ Rum Suresinin 30. âyet-i kerimesinde: “Kendini dîne doğrult” diyor, “ki Biz bütün insanları hanif fıtratı ile yarattık” diyor Allahû Tealâ. Bütün insanlar hanif fıtratı ile yaratılmıştır. Yani ruhlarını da, vechlerini de, nefslerini de, iradelerini de Allah’a teslim olabilecek olan bir özellikle yaratılmışlardır; bir. Tek Allah’a inanabilecek bir özellikle yaratılmışlardır; iki. Ve Allah yolunda yek vücut bir cemaat oluşturabilecek olan bir özellikle yaratılmışlardır; üç.
Bu üç tane fıtrat bir araya geldiği zaman hanif fıtratını ifade eder. Allah’ın tekliğine inanmak; tek bir Allah’ın varlığına inanmak, Allah’a teslim olmaya inanmak; 4 açıdan birden Allah’a teslim olmaya inanmak ve cemaat arasında tek bir yumruk gibi tek bir cemaat oluşturmak. Yani inanalar arasındaki vahdeti, birliği, beraberliği sağlamak. Böyle bir fıtrat bütün insanlarda mevcuttur. Ve Allahû Tealâ’ya kim fizik vücudunu teslim ederse, o teslimin önemli bir kısmını aşmıştır, sadece daimî zikre ulaşması kalmıştır
kişinin. Öyleyse hanif olmak şerefine kişi ermiştir.
22/HACC-37: Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiril muhsinîn(muhsinîne).
Onun (kurbanların), etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat sizden O’na, takva (Allah’a teslim olma) ulaşır. İşte böylece size, onu musahhar kıldı. Sizi hidayete erdirdiği şey üzerine (hidayete erdirmesi sebebiyle) Allah’ı tekbir etmeniz için. Ve muhsinleri (Allah’a fizik vücutlarını teslim edenleri) müjdele!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ruhu, fizik vücudu, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek ayrı takva kademeleridir. insandan Allah’a takva ulaşır. Her dört teslim Allah’a teslimdir ve mutlaka ulaşır.
Allahû Tealâ, Hz. Âdem’in iki oğlu birbiriyle anlaşmazlığa düştüğünde, oğullarından birinin kurbanını kabul etmez. Fakat diğerinin Allah’a kestiği kurbanı kabul eder. Allah, ancak takva sahiplerinin kurbanlarını kabul eder. Kur’ân-ı Kerim, Habil’in takva sahibi olduğunu kesinleştiriyor. Buna içerleyen Kabil, Habil’i öldürür. Habil kardeşinin kendisini öldürmesine karşı koymaz. Bu âyet onun tamamlayıcısıdır. Kurbanın kendisi ve kanı Allah’a ulaşmaz ama takva ulaşır. Ruh Allah’a ulaşınca Allah’a teslim olur. Ondan sonraki her teslimi Allah bilir. Fizik vücut, nefs ve irade Allah’a teslim edildiğinde kişi herbiri için ayrı bir takva kademesindedir. Ve Allah burada fizik vücutlarını Allah’a teslim eden muhsinleri müjdeliyor. İşte Allahû Tealâ diyor ki: (4/NİSÂ-125)
            Burada, takva sahibi olan kişinin ruhunu Allah’a teslim ettikten sonra fizik vücudunu da teslim ettiği (25. basamağa kadar olan) devre ifade ediliyor. Önce hidayete erdirmiş Allahû Tealâ, kişinin ruhunu Kendisine ulaştırmış sonra bir defa daha hidayete erdirmiş, fizik vücudunu da teslime almış. Fizik vücudu Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanmış.

5. TAKVA; ULÛL’ELBAB TAKVASI
7/A'RÂF-201: İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn (mubsırûne).
Muhakkak ki; takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah’ı) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür ederler). İşte o zaman onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası ile görürler: Casiye-23).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Basiret, kalp gözündeki görme hassasının (basar) çalışmaya başladığını ifade eder. Basar, görme hassasının adı; basiret, onun görmeye başladığının işaretidir ve ikisi de aynı kökten gelir. 26. basamakta ulûl’elbab makamına ulaşıp, daimî zikrin sahibi olunca mutlaka Allahû Tealâ, kalbin basar hassasının üzerindeki gışavet adlı perdeyi alır (Casiye-23). Kalp gözünün basar hassası açılır. Artık sadece başınızın üzerindeki gözlerle değil, kalbinizdeki gözle de görmeye başlarsınız. Böyle olan insanlar takva sahipleridir.
3, 14, 21. basamaktaki takvalarda, kişinin kalp gözü açık olmayabilir. Ancak fenâ, beka, zühd, fizik vücudun teslimi makamlarında kalp gözünüz açılabilir.
Bu dört basamağın, dördünde de Kur’ân’ın ruhu öğretilir. Herbiri kalp gözünün açılmasının mümkün olduğu makamlardır. Ama kişi, ulûl’elbab makamında, daimî zikre ulaştığı an, 7 tane vasfın sahibi olur. 4 vasıf şartı, hikmet sahibi olmanın temelidir:
1- Kalp gözü açılmıştır.
2- Kalp kulağı açılmıştır.
3- Daimî zikrin sahibi olunmuştur.
4- Nefsin bütün afetleri temizlenmiştir.
Bu 4 temel şart, 3 tane sonuç şartını oluşturur:
1- Hikmet (hüküm) sahibi olmak
2- Hayır sahibi olmak
3- Tezekkür sahibi olmak.
Bu kademede kişi hangi fiili işlerse işlesin, muhakkak derecat kazanır, asla kaybetmez. Çünkü daimî zikrin sahibidir. Nefs ile ruh, aynı özelliğe sahip olmuştur. Ruh da nefs de aynı standartların sahibidir. Her ikisi de Allah’ın emirlerini yerine getirirler, Allah’ın yasak ettiği fiili işlemek istemezler. Akıl, bu ikili eğer eşit hareket ediyorsa, onlara uymak mecburiyetindedir. Ve o zaman kişi, ister Allah’ın bir emrini yerine getirsin, derecat işlemiş, hayır kazanmış olur; ister Allah’ın yasak ettiği bir fiili işlemesin, yine hayır kazanır. İşte bu kişi, tezekkür ehlidir. Allah’la konuşmak yetkisinin sahibidir.

45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

2/BAKARA-197: El haccu eşhurun ma’lûmât(ma’lûmâtun), fe men farada fîhinnel hacca fe lâ refese ve lâ fusûka ve lâ cidâle fîl hacc(haccı), ve mâ tef’alû min hayrın ya’lemhullâh(ya’lemhullâhu), ve tezevvedû fe inne hayraz zâdit takvâ, vettekûni yâ ulîl elbâb(elbâbi).
Hac, bilinen aylardır. İşte kim onlarda (o aylarda), (ihrama girerek) haccı (kendine) farz edinirse artık hacta kadına yaklaşmak (ve benzeri davranışlar), fasıklık (günaha sapmak), cedelleşmek (sürtüşmek, kavga etmek) yoktur. Siz hayırdan ne yaparsanız Allah onu bilir. (Salih amellerle) (kendinize) azık hazırlayın. Fakat azığın en hayırlısı, muhakkak ki takva sahibi olmaktır. Ve ey ulûl’elbab! Bana karşı takva sahibi olun.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Pozitif dereceler kazanmak, hayırlı bir azıktır ve insanı mutluluğa ulaştırır. Şeytanî rızıklar almak da Allahû Tealâ’nın katında küçülmektir, derecat kaybetmektir. Ve her kaybedilen derecede merdivenlerin aşağısına doğru inilir, inilir, inilir. Insanoğlu bunlardan hangisini dilerse kayıplarıyla iner veya kazançlarıyla çıkar. Sonsuz basamaklı bir merdiven bloğunun hiçbir basamağında devamlı duran kimse yoktur. Her an dereceler yükselir ve alçalır. Bir saniye evvel derecat kaybedilmişken, bir saniye sonra kazanılabilir. Kazanılan ve kaybedilen dereceler, devamlı olarak basamak değiştirmeyi ifade eder. Kiramen kâtibin melekleri de kesintisiz olarak hayatı filme alırlar.
          Allah hayrı da, şerri de bilir. Ve hayırdan yapılan şeyler (nefsi ıslâh edici ameller, amilüssalihat) azıklanmaktır. Allah’ın rızasından gıdalanmak, Allah’ın derecat kazandıran amelleriyle beslenmektir. Muhakkak ki azığın hayırlısı, takva sahibi olmaktır. Ve sadece Allah’ın istediği biçim ve boyutta yaşayarak takvanın sahibi olunur.
          Günümüzde 22 tane Kur’ân-ı Kerim mealinde takva sahibi olmak, “Allah’tan korkmak” parantezine alınmıştır. Bunun sonucunda da insanlar mânâya varamamaktadır.
          Dünya üzerinde hangi ilmin en büyük uzmanı varsa, Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’i onların ne kadar yaya kaldığını en açık standartlarda anlatmaktadır. Ama insanlar, kitaplardan öğrendikleri bilgilerle Kur’ân-ı Kerim’i yorumlamaya kalkarlarsa bir facia oluşur. Işte insanların %90’dan fazlası, ilimsizlik ve bilmemek sebebiyle cehenneme girecektir:
 30/RÛM-8: E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab’lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) inkar edenlerdir.

6. TAKVA; İHLÂS TAKVASI
2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl’elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takva sahibi olursunuz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ulûl’elbab kademesi, daimî zikir kademesidir:

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette ayetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima ) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna ) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.

1- Nefslerini tezkiye edemeyenlere, intikam afeti sebebiyle kısas açık bırakılır.
2- Evliya olup henüz daimî zikre ulaşamayanlara, af emrolunur.
3- Daimî zikre ulaşanlara, hayır (kötülüğe iyilikle karşılık vermek) emredilir.

42/ŞÛRÂ-40: Ve cezâu seyyietin, seyyietun misluhâ, fe men afâ ve asleha fe ecruhu alâllâh(alâllâhi), innehu lâ yuhıbbuz zâlimîn(zâlimîne).
Bir kötülüğün cezası onun misli kadar kötülüktür. Fakat kim affeder ve ıslâh ederse artık onun ecri (mükâfatı) Allah’a aittir. Muhakkak ki O (Allah), zalimleri sevmez.
41/FUSSİLET-34: Ve lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun).
Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur.

Eğer insanlar ulûl’elbab kademesinde iseler şeytanla kısas yapmak durumundalardır.
İnsanlar, nefsleri gece gibi karanlık olan afetlerle doğmuşlardır. Daimî zikre ulaştıkları zaman gece, gündüz olur ve ruhun hasletleri, afetlerin karanlıklarının yerini tamamen doldurur. Bu noktada onlar için kısas tamamlanmıştır. Ulûl’elbab, nefsleri karanlıktayken şeytanın yaptırdığı her türlü kötülüğün intikamını daimî zikirle almış ve kısasın böylece sahibi olmuşlardır. Geceyi gündüze çevirerek, nefslerinin afetlerini faziletlere çevirerek, karanlığı aydınlık yapmışlardır.

5/MÂİDE-100: Kul lâ yestevîl habîsu vet tayyibu ve lev a'cebeke kesretul habîsi, fettekullâhe yâ ulîl elbâbi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
De ki; "Habîsin (haram, murdar ve fesadın...) çokluğu senin hoşuna gitse bile, habîs (haram ve kötü olan) ile tayyîb (helâl ve temiz olan) bir değildir. Ey Ulûl Elbâb! Artık Allâh’a karşı takvâ sahibi olun! Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ “ey ulûl’elbab” diye daimî zikrin sahiplerine emrediyor. Ulûl’elbabın takva sahibi olduğu ihlâs makamı, felâha erilen devredir. Takvadan Allahû Tealâ’nın muradı ise ulûl’elbabın takvası yani kişinin ihlâsa ulaştığı 6. safha takvadır. Felâh ise burada cennet saadetinin ve dünya saadetinin bütününü ihtiva ediyor.

7. TAKVA; SALÂH MAKAMININ TAKVASI
3/ÂLİ İMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).
Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ezelde Allahû Tealâ A’raf-172 standartlarında bütün insanları huzurunda toplamıştır:

7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

Allahû Tealâ ruhumuzdan misak istiyor, ruhlarımızın ölmeden evvel Allah’a geri dönüp, Allah’ın Zat’ına ulaşması konusunda. Fizik vücutlarımızdan ahd istiyor, fizik vücutlarımızı ölmeden evvel Allah’a teslim etmemiz konusunda. Nefslerimizden yemin istiyor, nefslerimizin ölmeden evvel Allah’a kul olması konusunda. Allahû Tealâ bütün ruhlardan aldığı misakin yanıbaşında bütün fizik vücutlardan da ahd alı-yor ve bütün nefslerden de yemin alıyor, %100 temizlenmesi, afetlerden tamamen arınması, faziletlerle donatılması için. Bunun  ard?ndan da irademiz teslim olaca??na dair Allah’a misak veriyor.
Burada konu, Allah ile ahdin gerçekleşmesidir.
Allah’ın ahdi irademizin Allah’a teslim olacağına dair Allah’a verdiğimiz misakı ifade eder. ?radenin verdiği misakı yerine getirebilmemiz için ise daha önceki basamaklarda yer alan ruhun, fizik vücudun ve nefsin teslimlerinin de yerine getirilmiş olması lazımdır. Yani irademizin tesliminin yerine gelmesinin olmazsa olmaz şartı diğer teslimlerin daha önce yerine getirilmiş olmasıdır.
Allah’a ulaşmayı dileyen kişi takva sahibi olur. (30/RÛM-31)
7 safhaya paralel olarak 7 takva kademesi burada ba?lar. Her kim takva sahibi ise ancak onlar cennete gidebilir. İradenin teslim edildiği 28. basamağın 5. kademesinde kiii son takva kademesi olan hakka tukatihi takvan?n da sahibi olur. (50/KAF-31)

3/ÂLİ İMRÂN-15: Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).
De ki: "Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takva sahibi olanlar için, Rabb'lerinin katında, içinde devamlı kalacakları, altından nehirler akan cennetler, temiz eşler ve Allah'ın rızası vardır." Allah kullarını en iyi görendir.

Nefsin Allah’a verdiği yemin nefsin tezkiyesi ve tasfiyesiyle alâkalıdır. Nefsin kalbindeki afetler %100’den %50’nin altına düşerse nefs tezkiye; %100 nurlardan oluşursa tasfiye olur. Nefsin hidayete ermesi nefsin kalbinde hiçbir afetin kalmaması demektir. 
Öyleyse 2 nevi insan var, Allah ile olan ahdlerini gerçekleştiren ve gerçekleştirmeyen insanlar. Gerçekleştirmeyenlerin gidecekleri yer cehennem, gerçekleştirenlerin cennettir. Takva sahibi olma derecesine göre; 1. kat, 2. kat, 3. kat, 4. kat, 5. kat, 6. kat, 7. kat cennetlere girer.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o 1. kat cennetin sahibidir. Kim mürşidine ulaşırsa 2. kat cennetin sahibidir, kim ruhunu Allah’a ulaştırırsa 3. kat cennetin sahibidir, kim fizik vücudunu Allah’a teslim ederse 4. kat cennetin sahibidir. Kim nefsini Allah’a teslim ederse, 5. kat cennetin sahibidir. Kim ihlâsa ulaşırsa 6. kat cennettedir, kim iradesini teslim ederse 7. ve son kat cennetin sahibidir.
Kim Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilerse, o namazı, orucu, zikri, Allah’ın bütün ibadetlerini, Allah’ın kendisine sevdirmesi sebebiyle seven, mutlaka onları uygulayan birisidir ve mutlaka Allah’ın cennetine girecektir, hayatta kaldıkça daha üst cennetlerin sahipleri mutlaka olacaktır.

3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn (muslimûne).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ bütün takvaların sahibi olmamızı burada açık bir şekilde emrediyor ve bunu sadece âmenû olanların yapabileceğini de kesin şekilde açıklamış:
“Ey âmenû olanlar, bu sizin görevinizdir. Âmenû olursanız bundan sonraki hedeflere gidebilirsiniz. Eğer âmenû değilseniz, Allah’a ulaşmayı dilemediyseniz bunları yapamazsınız.”
Takva sahibi olma emrini sadece âmenû olanlar gerçekleştirebilir. Âmenû olunca hakkıyla takvaya ulaşılır. Bütün sahâbe gerçek anlamda Allah’a teslim olmuşlardır. 7 takvanın sahibi olmuşlardır.
Hakk’ul yakîn’in, irşad makamının sahibi olmak, takvanın gerçek anlamda sonudur.
Hakkıyla takva sahibi olmak, kalbi müzeyyen kılan takva yani sadece insanın içinin aydınlanması değil, dışının da aydınlanması ve onun daha sonrası vardır. Bu takva bihakkın takvadır. O, Allah’ı görerek takva sahibi olmuştur. Bu takvaların sonuncusudur ve en üst makamını ifade eder.
Böylece Kur’ân-ı Kerim’de 7 kademede takva müessesesi vardır:
1. takva  Allah’a ulaşmayı dilemek
2. takva mürşide ulaşmak
3. takva ruhu Allah’a ulaştırmak
4. takva fizik vücudu Allah’a teslim etmek
5. takva nefsi Allah’a teslim etmek
6. takva ihlasa ulaşmak
7. takva iradeyi Allah’a teslim etmek
Muhtevaya baktığımız zaman asıl hedef bihakkkın takvadır, 7. takvadır. Sahâbe irşad makamının sahibi olmuştur ve fevzül azîm onlara Allahû Tealâ tarafından verilmiştir. Bihakkın takva, azîm mükâfatları gerektirir: (9/TEVBE-100)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.