ABD OLMAK
33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min
ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi
kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed
(A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat
Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusu). Allah,
herşeyi en iyi bilendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Âyet-i kerime açık ve kesin bir
şekilde Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in, hiçbir erkeğin babası
olmadığını, Allah’ın Resûlü olduğunu ve resûllerin değil, Nebîler’in Sonuncusu
olduğunu ifade ediyor.
Zamanımızdaki nebî ve resûl
kavramları birbirine karıştırılmış durumda olduğu için âyetin önemi çok
büyüktür. Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra başka resûllerin
geleceğini Duhan-10, 11, 12, 13, 14’te ve Furkan-27, 28, 29 ve 30’da açıklıyor.
Ve bütün nebîlerden sonra resûl geleceğini Al-i İmran Suresinin 81. âyet-i
kerimesinde açıklıyor.
44/DUHÂN-10: Fertekib
yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün,
apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.
44/DUHÂN-11: Yagşân
nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O
fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir
azaptır.
44/DUHÂN-12: Rabbenekşif
annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).
Rabbimiz,
azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.
44/DUHÂN-13: Ennâ
lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara
(herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden)
ibret almadılar.
44/DUHÂN-14: Summe
tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve
(O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra
O’NDAN yüz çevirdiler
25/FURKÂN-27: Ve
yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli
sebîlâ(sebîlen).
Ve o
gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol
ittihaz etseydim.” der.
25/FURKÂN-28: Yâ
veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar
olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.
25/FURKÂN-29: Lekad
edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni
hazûlâ(hazûlen).
Andolsun
ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve
şeytan, insana yardımı engelleyendir.
25/FURKÂN-30: Ve
kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve
resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı
terketti).” dedi.
(3/ÂLİ İMRÂN-81)
29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve
ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le
zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan
sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât
(namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek
mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ “Allah’ı zikretmek
mutlaka en büyüktür.” diyor. Zikrullah, yani Allah’ı zikretmek muhakkak ki en
büyük ibadettir. Burada 3 tane zikir vardır:
1- Kur’ân-ı Kerim tilâveti zikirdir.
2- Namaz zikirdir.
3- Zikrullah; Allah’ın ismini Allah, Allah, Allah, Allah
diye zikretmek de zikirdir.
Allahû Tealâ “Bu 3 zikirden zikrullah en büyüktür.” diyor.
Kur’ân-ı Kerim namazı değil, zikri en büyük ibadet olarak görüyor. İslâm’ın 5
şartı arasında bulunmayan, Kur’ân-ı Kerim’de hem zikir, hem çok zikir, hem
daimî zikir farz kılınmasına rağmen ne 32 farzın içinde ne 54 farzın
içinde zikir mevcuttur. Allahû Tealâ Muzemmil
Suresinin 8. âyet-i kerimesinde diyor ki:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme
rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve
Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
Demek ki zikir farzdır. Allahû Tealâ diyor ki:
33/AHZÂB-41: Yâ
eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey
âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
Nisa Suresinin 103. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor
ki: (4/NİSÂ-103)
O halde daimî zikir de farzdır.
16/NAHL-123: Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete
ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
Sonra
da sana "hanif (vahdet, tevhid ve teslimi esas alan) olarak İbrâhîm
(A.S)'ın dînine tâbî olmayı" vahyettik. Ve o, müşriklerden olmadı.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e de, Hz.
Musa ve Hz. İsa’ya verdiği emri ulaştırmıştır. Allahû Tealâ her vesileyle Hz.
İbrâhîm’in ne açık ne de gizli şirkin muhtevasında olmadığını vurgulamaktadır.
Hz. İbrâhîm, asla müşriklerden birisi olmamıştır.
Hanif dîni tek Allah’a inanmak (vahdet), Allah’a
ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir fırka (tevhid) ve Allah’a teslim
olmayı (Ruhun, vechin, nefsin ve iradenin teslimini) içerir.
32/SECDE-9: Summe
sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete),
kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn
etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için
sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası)
kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Secde
Suresinin 7, 8 ve 9. âyetleri insanın yaratılmasıyla alâkalıdır. Bu âyetlerde
Allahû Tealâ, önce âdem (A.S)’ın yaratılışını, sonra ondan sonra gelecek olan
nesilleri, şu dünya üzerinde vazifeli kılınmasını, âdem (A.S)’ın nasıl sevva
edildiğini (düzenlendiği) ve âdem (A.S)’ın içine Allah’ın ruhundan nasıl
üflediğini ve insanlarda da işitme, görme ve idrak etme hassalarını nasıl hassa
kıldığını ifade edi-yor.
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li
ya'budûn(ya'budûni).
Ve
Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar
diye yarattım.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah: “İnsanları ve cinleri Allah’a kul olsunlar diye
yarattım.” buyuruyor. Kul olmak “abd” kelimesiyle, ibadet etmek “abid”
kelimesiyle ifade edilir. Zumer-17’de Allah, sahâbenin şeytana kul olmaktan
kurtulup Allah’a kul olduğunu ifade ediyor. Sahâbe böylece bu âyetteki emri
yerine getirmiştir. (39/ZUMER-17)
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte
ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na
(Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı
ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ:
“Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olun.” diyerek en önemli olaydan
bahsetmektedir. Allah’a yönelmek, Allah’a ruhu hayatta iken ulaştırmayı dilemek
demektir. Allah’a ulaşmayı dilemek Kur’ân’ın OLMAZSA OLMAZ şartıdır. Allah’a
ulaşmayı dilemeyen kişinin cennete girmesi mümkün değildir. (10/YUNUS-7
– 8)
Allah’a
yönelenler, Allah’a ulaşmayı dileyenler ve böylece takva sahibi olanlar söz
konusudur.
Allah’a
yönelmek Allah’ın bir farz emridir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse 1. takvanın
sahibi olur. 7 kademeli takvadan birincisi Allah’a ulaşmayı dileme takvasıdır.
Buradaki
namaz, hacet namazıdır. Allahû Tealâ 7 furkanı verdikten ve o kişiyi gören,
işiten, idrak eden hale getirdikten sonra kişinin hacet namazını kılması,
mürşidini huşûya ulaşarak Allah’tan talep etmesi lâzımdır. Allahû Tealâ, bu
namazın ikame edilmesini böylece müşriklerden olunmamasını emretmektedir.
Çünkü kim
Allah’a ulaşmayı dilemezse o mutlaka şirktedir.
Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesi
o şirki anlatmaktadır.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe
yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu
zul fadlil azîm(azîmi).
Ey
âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı
ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size
mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim
âmenû olursa ve bunun sonunda Allah’a karşı takva sahibi olursa, Allah, o
insanlara doğruyu yanlıştan ayırma özelliği verir. Buna rağmen nefsin tesiri
altında insanlar yine yanlışları, hataları işleyeceklerdir; ama en azından,
doğruyu yanlıştan ayırma özelliğinin sahibi olacaklardır. Doğru yanlıştan
ayırılırsa, Allah’ın emirlerine mutlaka itaat artar, Allah’ın yasak ettiği fiiller
işlenmez. Böylece kişi, Allah’a şu veya bu olayda ihanet etmemiş olur. Bir
başka ifadeyle, mürşide ulaşmadan evvel, bir insan nefsini kendine ilâh
ediniyordu. Çünkü Allah’ın emirleri ona güç geliyordu ve gerçekleştirmiyordu.
Böylece o emri veren Allah’a değil, o emre karşı gelen nefsine itaat ediyordu
ve nefsini o olayda Allah’ın yerine koyuyordu:
45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze
ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve
ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min
ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını
kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi)
üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun
basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda
Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
Bu
muhteva içerisinde insanların güzele ulaşması için, doğruyu yanlıştan ayırması
lâzımdır. İşte burası, kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği noktadır. Çünkü âyet-i
kerime: “Ve sizler takva sahibi olun” diyor. Olduğunuz andan itibaren Allahû
Tealâ, sizi öyle bir noktaya ulaştıracak ki; günahlarınızı örtecek. Kalbinizin
mührünü açacak küfür kelimesini ve ekinneti alacak ve yerine ihbat koyacaktır.
Kalbinize konulan ihbat, furkandır. Mü’min olacaksınız. İrşad makamına tâbî
olduğunuz an, 7 tane ni’met almanız söz konusu. Bu ni’metlerden bir tanesi,
günahlarınızın sevaba çevrilmesi ve Allah’ın 1’e 10 yerine 1’e 100 vermeye
başlamasıdır:
2/BAKARA-261: Meselullezîne
yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî
kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu
vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını
Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane
(tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir.
Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah
Vâsi’dir, Alîm’dir.
Böylece
nefs tezkiyesi başlar. Tövbe merasimi sırasında ikisi birden gerçekleşir:
25/FURKÂN-70: İllâ
men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim
hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak
kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan)
mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların,
Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah,
Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
Nefsin kalbinde
faziletler biriktiği sürece o kişi, nefs tezkiyesini adım adım
gerçekleştirecektir. Nefs tezkiyesi boyunca hedefe yürümek söz konusudur. Nefs
tezkiyesi boyunca devamlı, Allah’ın âyetlerine, Allah’ın emirlerine daha çok
itaat, yasak ettiklerini işlememek konusunda daha büyük başarı söz konusu
olacaktır. Ve yine doğruyu yanlıştan ayırma özelliği “furkan” kelimesiyle ifade edilmektedir.
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi
tebtîlâ(tebtîlen).
Ve
Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İnsana
Allah tarafından üfürülmüş olan, insandaki Allah’ın ruhunun, hayatta iken
Allah’a ulaşması emrolunuyor, yani farz kılınıyor.
Secde
Suresinin 9. âyetinde Allah insana ruhundan üfürdüğünü açıklıyor.
32/SECDE-9: Summe
sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel
ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra
(Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan
üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad
(idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Fecr
Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyetlerinde Allah ruha “Geri dönerek Rabbine ulaş.”
emrini veriyor.
89/FECR-27: Yâ
eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey
mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî
ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine
dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî
fî ibâdî.
(Ey
fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın
zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî
cennetî.
Ve
cennetime gir.
(4/NİSÂ-58)
33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren
kesîrâ(kesîran).
Ey
âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Zikir
farzdır. Allahû Tealâ buyuruyor ki: (73/MUZZEMMİL-8)
Ahzab
Suresinin bu 41. âyet-i kerimesi gereğince çok zikir ve Nisa Suresinin 103.
âyet-i kerimesi gereğince daimî zikir farzdır. Allahû Tealâ ayaktayken de
otururken de yanüstü yatarken de Allah’ı zikredin emrini vermektedir ki, bir
insan sadece bu üç şekilde bulunur. Dördüncü bir müessese yoktur. Bütün
işlevler bu üç şeklin içinde yapılır. Allah’ı zikretmekle herkes vazifelidir.
Zikir de farzdır, çok zikir de farzdır, daimî zikir de farzdır; Kur’ân’ın temel
hükmü böyledir.
Bugünkü
şer’i kaidelerde ne 32 farzın içerisinde ne 54 farzın içinde zikrin farziyetine
dair bir işaret vardır. Allah’ın farz kıldığı şeyi insanlar 14 asırda farz
olmaktan çıkarmışlardır. Zikir yoksa kişinin
manevî tekâmülü yoktur. Zikir yoksa ruhun Allah’a teslimi mümkün
değildir, fizik vücudun Allah’a teslimi mümkün değildir, nefsin Allah’a teslimi
mümkün değildir, iradenin Allah’a teslimi mümkün değildir. Yani İslâm’ı yaşamak
mümkün değildir. (4/NİSÂ-103)
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe
kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte),
innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece
namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken
(yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz
zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine,
“vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada
Allahû Tealâ: “Ayaktayken de” diyor, “otururken de ve yan üstü yatarken de, 3
pozisyon hep Allah’ı zikredin” diyor. Bir insan sadece bu 3 halde bulunabilir.
Ya ayaktadır, ya oturuyordur, yada yan üstü yatıyordur. Ama 4. bir hâl kimse
için mümkün değil. Bütün insanlar için sadece 3 pozisyon var. 3 pozisyonun
3’ünde de Allahû Tealâ daimî zikri farz kılmış.
Al-i
İmran 190 ve 191’de Allahû Tealâ diyor ki:
3/ÂLİ
İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le
âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak
ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl
elbab için elbette ayetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ
İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve
yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ
bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar
(ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken,
otururken, yan üstü yatarken (daima ) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin
yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen
bunları bâtıl olarak (boşuna ) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin
azabından koru.
“Ulûl’elbab
kullarımız için, ayaktayken de, otururken de, yan üstü yatarken de hep Allah’ı
zikretmek söz konusudur” diyor Allahû Tealâ.
Anlıyoruz
ki, ulûl’elbab olanlar, daimî zikrin sahipleridir. Bu âyetle farz kılınan bir
daimî zikir. Çünkü Allahû Tealâ bütün sahâbenin daimî zikre ulaştığını, hatta
Allah’a köle olmaya kadar ulaştıklarını, irşad makamının sahibi olduklarını
kesinleştiriyor.
Öyleyse,
Allahû Tealâ burada daimî zikri açık ve kesin bir biçimde üzerimize farz
kılmış. Ve ayrıca: “Namaz üzerinize vakitleri belirli bir farz olmuştur” diyor.
Öyleyse her namazı onun vaktinin içinde kılmak mecburiyetindeyiz. Her vakti
mutlaka faydalı alan olarak kullanmak mecburiyetindeyiz.
Öyleyse
tasavvuf müessesesi, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin hayatı namazların
kazaya bırakılmasını ihtiva etmiyordu. Böylece tasavvuf mensupları, madem ki
bizler Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı hayatı yaşıyoruz,
öyleyse bizim için de aynı şey söz konusudur. Namazlarımızı, yolculukta da
olsak, olmasak da, ait olduğu zamanın ötesinde hiçbir zaman kılmamalıyız.
Allah’ın üzerimize vakitleri belirli bir farz kıldığı bir namazı, tam vaktinde
eda etmekle hepimiz mükellefiz.
Öyleyse
Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe nasıl günde 7 vakit namaz kılıyorsa, biz
de 7 vakit namaz kılarız. Nasıl her vakti mutlaka zamanında kılmışlarsa, biz de
aynı şeyi yaparız, bütün vakitleri mutlaka o vakitlerin içinde kılarız.
Öyleyse,
Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki, bir defa daha beraber olduk. Bir
defa daha Kur’ân-ı Kerim tefsirini beraberce tamamladık.
22/HACC-78: Ve câhidû fillâhi hakka cihâdih(cihâdihî),
huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fid dîni min harac(haracin), millete ebîkum
ibrâhîm(ibrâhîme), huve semmakumul muslimîne min kablu ve fî hâzâ li yekûner
resûlu şehîden aleykum ve tekûnû şuhedâe alen nâs(nâsi), fe ekîmûs salâte ve
âtuz zekâte va’tesımû billâh(billâhi), huve mevlâkum, fe ni’mel mevlâ ve ni’men
nasîr(nasîru).
Ve
Allah'da hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti. Dînde sizin için bir zorluk
kılmadı ki; o, babanız İbrâhîm (A.S)’ın dînidir. O, sizi daha önce de
“müslümanlar” (Allah’a teslim olanlar) olarak isimlendirdi. Bunda da (Kur’ân-ı
Kerim’de de), resûl size şahit olsun ve siz de insanlara şahitler olasınız
diye. Öyleyse namazı ikame edin (kılın), zekâtı verin, Allah’a sarılın
(Allah’ın Zat’ında yok olun). O, sizin Mevlâ’nız. (O), ne güzel Mevlâ (dost) ve
ne güzel yardımcı.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kişi, ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim
ederek, hakkıyla nefsi ile cihad eder. Hakkıyla cihad etmek, 7 safhada 4 teslim
oluşturmaktır. Kişi:
1- Allah’a ulaşmayı dilediğinde, 1. safha (3. basamak),
2- İrşad makamına ulaşarak, tâbiiyetini
gerçekleştirdiğinde, 2. safha (14. basamak),
3- Ruhu vücudunan ayrılarak Allah’a ulaştığında, 3. safha,
1. teslim (21. basamak),
4- Fizik vücudunu muhsin kılıp Allah’a teslim ettiğinde 4.
safha, 2. teslim (25. basamak),
5- Daimî zikre ulaşıp nefsini Allah’a teslim ettiğinde, 5.
safha, 3. teslim (26. basamak),
6- İrşad (muhlis) olduğunda 6. safha, (27. basamak)
7- İradesini Allah’a teslim ettiğinde 7. safha ve 4. teslim
(28. basamak) gerçekleşir ve teslimler tamamlanır.
Allah’ın yolunda olanlar, tâbî olanlar, hepsi 2. basamakta
seçilmişlerdir.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ onu hiçbir
zorluğa uğratmadan mutlaka Kendisine ulaştırır. O kişi böylece 21. basamakta 3.
kat cennetle dünya saadetinin yarısını kazanır.
Hz. İbrâhîm’in hanif dîni, İslâm dînidir. O, hristiyanların
da musevilerin de yahudilerin de dînidir. Başka dîn hiç olmamıştır. Âdem
(A.S)’dan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e kadar hep o tek dîn yürümüştür. Hz.
İbrâhîm zamanında da bütün peygamberler zamanında da Allahû Tealâ “müslüman”
adını kullanmaktadır. Müslümanlar, Allah’a teslim olanlardır. Öyleyse müslüman;
Allah’a ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini teslim edenlerdir.
Hac-78 Kur’ân-ı Kerim’de çok önemli bir kilometre taşıdır.
Bütün dînlerin Allah’a teslimden ibaret olduğunu çok açık bir şekilde ifade
etmektedir.
23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ
câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum
ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra
Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü
geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından
(helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın
rahmetinden) uzak olsun.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahim
Allah’ın resûllerinin ardarda, her ümmete, her kavme mutlak
olarak gönderildiği görülmektedir. Hiçbir kavim, hiçbir ümmet, hiçbir devrede
resûlsüz kalmamıştır. Bir ümmette vazifeli olan resûl öldüğü zaman Allahû Tealâ
onun yerine derhal başka bir resûlü vazifeli kılar. Şu anda da her kavimde
kendi dilleriyle konuşan resûller hayattadırlar:
14/İBRÂHÎM-4: Ve
mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe
yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul
hakîm(hakîmu).
Hiçbir
resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım.
Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah,
dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini
(Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet
Sahibi’dir.
(39/ZUMER-71)
2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ
min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi
rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ
enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun
ki Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra da birbiri ardından (araları
kesilmeksizin, peşpeşe) resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler
(açık kanıtlar) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Her ne zaman size
bir resûl, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle (emirle) geldiyse, hemen
kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da
öldürdünüz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bakara 87 âyet-i
kerimesi, Kur’ân’ın en önemli âyetlerinden bir tanesidir. Çünkü bu âyet bütün
kavimlere kesintisiz bir şekilde resûller gönderildiğini ifade ediyor: (23/MU’MİNÛN-44)
Bugün de, içinde yaşamakta olduğumuz bütün kavimlerde
Allah’ın resûlleri var. Bu resûller, peygamber değildir. Peygamber olmayan
resûllerin 4 görevi vardır:
1- Allah’ın âyetlerini okumak
2- Nefsleri tezkiye etmek
3- Kitap öğretmek
4- Hikmet öğretmek
Nebî resûllerin ise 5. görevi vardır: “Hikmetin de ötesini
öğretmek.”
Bütün kavimlere Allah resûller göndermiştir ve o resûller
İsrail kavminde de devamlı yaşamışlardır. Hz. Musa, bir peygamberdi ama İsrail
kavmiyle beraber bütün dünyaya gönderilmişti ve ondan sonra da hep resûller,
İsrail kavminin içinde varoldu. Allahû Tealâ, Hz. Musa’dan sonra 12 tane nakib
(imam) vazifeli kılmıştır. Burada bahsedilen imam, İsrail kavmine gönderilen
resûl olduğu halde Allah tarafından seçildiği için devrin imamıdır. Kavim
resûlleri arasından her devirde seçilen bir kişi huzur namazının imamlığı
görevini gerçekleştirir. Bu imamlarının hepsi Allahû Tealâ’nın resûlleridir.
Bunların velî resûller olmalarına karşılık Hz. İsa bir nebî resûldür. Allahû
Tealâ Maide Suresinin 12. âyet-i kerimesinde bunu belirtmektedir.
5/MÂİDE-12: Ve
lekad ehazallâhu mîsâka benî isrâîle, ve beasnâ minhumusney aşera
nakîbâ(nakîben), ve kâlellâhu innî meakum le in ekamtumus salâte ve âteytumuz
zekâte ve âmentum bi rusulî ve azzertumûhum ve akradtumullâhe kardan hasenen le
ukeffirenne ankum seyyiâtikum ve le udhılennekum cennâtin tecrî min tahtıhel
enhâru, fe men kefere ba’de zâlike minkum fe kad dalle sevâes sebîl(sebîli).
Ve
andolsun ki Allah, İsrailoğullarından misâk almıştı. Ve onlardan on iki nâzır
görevlendirdik. Ve Allâhu Teâla: “Eğer namazı mutlaka ikâme ederseniz, zekât
verirseniz ve Resûl’lerime iman edip onlara yardım ederseniz ve Allah’a (Allah
için) güzel bir borç verirseniz, muhakkak ki ben sizinle beraberim ve de
mutlaka sizin günahlarınızı örterim ve sizi, mutlaka altından ırmaklar akan
cennetlere koyarım.” dedi. Artık, bundan sonra sizden kim inkâr ederse mutlaka
sevvâ edilmiş (Allah’a ulaştırmak üzere dizayn edilmiş ) yoldan sapmış olur.
32/SECDE-24: Ve
cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ
yûkınûn(yûkınûne).
Ve
onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları
ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
Bugün de mutlaka onların arasında Allah’ın bir resûlü
yaşıyor: Her kavimde Allahû Tealâ’nın vazifeli kıldığı bu resûller, geleceğin
teminatıdır. Gelecekte “dînlerin birleştirilmesi” neticesinde bütün dünya için
bir sulh ve sukûn ortamı oluşacaktır. Allah sadece mutlu olmanızı ister.
İnsanlar direkt olarak Allah’a ulaşamadıkları için, kendilerinin bunu
başarmaları mümkün olmadığı için, Allah’ı hiçbir gayret sarfetmeden işitmeleri
ve O’nun gösterdiklerini görmeleri mümkün olmadığı için Allah hep bütün
devirlerde aracılar, vehbî olarak resûller tayin etmiştir.
16/NAHL-36: Ve
le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte),
fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû
fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve
andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas
ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul
olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp
kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a
ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin)
üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların
akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
(14/İBRÂHÎM-4)
17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li
nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun
vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Fatır-18 ile Isra-15
kesin bir ilişki içerisindedir.
“Kim hidayete
ermişse sadece kendi nefsi için hidayete erer.” (Isra-15)
“Kim nefsini
tezkiye etmişse kendi nefsi için tezkiye olmuştur.” (Fatır-18)
Kim hidayete
erdiyse sadece nefsi için, nefsini tezkiye ettiği için hidayete erer. Dalâlette
olanın ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan
günahı yüklenen bir kimse, bir başkasının günahını yüklenmez. Herkes kendi
günahını yüklenmek mecburiyetindedir.
Öyleyse
muhtevada nefs tezkiye edilmedikçe hidayet söz konusu değildir. Bir insanın
ruhunu Allah’a ulaştırabilmesi nefsinin kalbinde %51 nur birikmedikçe mümkün değildir.
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in
ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ,
innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve
men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük
taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer
ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan
hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû
duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini
tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş
Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).
Bu âyet-i
kerime: “Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.” diye bitmektedir.
Allahû Tealâ;
1- Bütün
kavimlere (Nahl-36).
2- Bütün zaman
parçalarında, aralıksız olarak (Mu’minun-44, Bakara-87), mutlaka resûl beas
etmektedir (göndermektedir). O kavmin içinden, orada doğan ve onların
dilleriyle konuşan (Ibrâhîm-4) bir kişi, vazifeli olmaktadır.
(23/MU’MİNÛN-44)
-(2/BAKARA-87)- (14/İBRÂHÎM-4)-(16/NAHL-36)
39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme
zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e
lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum
likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel
kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler,
zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin)
kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden
(sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini
okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler)
dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Zumer Suresi 71. âyet-i kerime Kur’ân’daki en önemli
âyetlerden bir tanesidir. Burada açık ve kesin olarak bütün insanlara, Allah’ın
resûllerinin kendilerine gelip, gelmediği cehenneme giren herkese
sorulmaktadır. Resûllerin, Allah’ın âyetlerini okudukları ifade edilmektedir.
Allahû
Tealâ resûllerini, insanları uyarmak ve müjdelemek için göndermiştir:
6/EN'ÂM-48: Ve
mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve
asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz
resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için)
göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah’a ulaşmayı dilerse) ve ıslâh olursa
(nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun
da olmazlar.
Resûller, âmenû olanları müjdeleyeceklerine olmayanları da
uyaracaklarına göre “Onlara Allah’ın âyetlerini okuyarak: “Ya Allah’a ulaşmayı
dileyin cennetinizi hakedin ya da bilin ki gideceğiniz yer cehennemdir.”
demişlerdir.
İşte Allah’ın bütün resûlleri, her kavimde, her devirde
mutlaka yaşarlar ve bu tebliğ herkese mutlaka yapılır. Çünkü bütün cehenneme
girenlere bu sözün söylendiği ve onlardan da “Evet geldiler.” ce-vabını
cehennem bekçilerinin aldığı bu âyette kesinleşmiş durumdadır. Herkese mutlaka
cehennemin kapısında bu söz söylenir. Bu, cehenneme giren herkes için kesin bir
duyurudur.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû
şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O
müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup
oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’a
yönelenler tek bir fırkayı, mü’minleri oluştururlar. Allah’a ulaşmayı
dilemeyenlerse, dînde fırkalara ayrılanlardır ve onlar geriye kalan bütün inanç
gruplarını oluştururlar. Allah’a ulaşmayı dilemezlerse, takva sahibi olmazlarsa
onlar müşriklerden olacaklardır. Şirkte oldukları için gidecekleri yer
cehennemdir.
Bugün
Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin 72 tane fırkasından bahsedilmektedir. Ama aynı
fırkaların içinde Allah’a ulaşmayı dileyen küçük birer azınlık hepsinin içinde
mevcuttur. Onlar fırkalara ayrılmayan, takva sahipleridir. Allahû Tealâ sadece
iki grup insanın olduğunu ifade etmektedir:
1-
Allah’a ulaşmayı dileyenler, takva sahibi olanlar.
2-
Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, takva sahibi olmayanlar.
Allahû
Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyip de tek bir fırkada olanları, müşriklerden olmayanları
Sebe Suresinde mü’minler olarak anlatmaktadır:
34/SEBE-20: Ve
lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel
mûminîn(mûminîne).
Ve
andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece
mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona
(şeytana) tâbî oldular.
Bu
âyette, şirkte olanlar olarak vasıflandırılanlar, fırkalara ayrılmış
olanlardır. Fırkalara ayrılmayanlar, şirkte olmayanlar sadece Allah’a yönelerek
Allah’a ulaşmayı dilemiş olanlardır. Kim Allah’a yönelirse o, Allah’a ulaşmayı
dileyen kişidir. Allah’a yönelmekle Allah’a ulaşmayı dilemek aynı şeydir.
Şura-13
Allah’a yönelmenin Allah’a ulaşmayı dilemek olduğunu ispat etmektedir. (42/ŞÛR–13)
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu
fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve
andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece
mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona
(şeytana) tâbî oldular.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet-i kerime bize açık bir şekilde, Rum Suresinin 31 ve
32. âyetlerini hatırlatıyor:
30/RÛM-31: Munîbîne
ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na
(Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı
ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne
ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim
ferihûn(ferihûne).
(O
müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup
oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler bir tek fırka, mü’minler
fırkasını oluşturuyor. Geriye kalan bütün diğer fırkalar, şeytana kul olmuşlar.
Fırkalara ayrılanlar; şirkte olanlardır.
39/ZUMER-65: Ve
lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le
yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve
senden öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah’a ulaşmayı
dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden
olursun." diye vahyolundu.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, Son Nebî (Peygamber) Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’e de O’ndan evvelkilere de aynı şeyi vahyetmişir:
“Gerçekten eğer sen şirk koşarsan yani Allah’a ulaşmayı
dilemezsen, amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden
olursun.”
Rum 31 ve 32, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin şirkte
olduğunu söylüyor. (30/RÛM-31 – 32)
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve
likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte
onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun
Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa
gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bir önceki âyet-i kerimede bahsedilen kişiler Allah’ın
âyetlerini, hidayeti, ruhun ölmeden Allah’a mülâki olmasını yalanlamakta, inkâr
etmektedirler. Onların amellerinin heba olması, yani boşa gitmesi ifade
edilmektedir. Onlar ruhlarını ölmeden önce Allah’a ulaştırmayı dilemeyenlerdir.
Amelleri boşa gittiği için gidecekleri yer mutlaka cehennemdir. Çünkü bu
durumda kaybettikleri dereceler mutlaka kazandıkları derecelerden fazla
olacaktır.
23/MU'MİNÛN-103: Ve
men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme
hâlidûn(hâlidûne).
Ve
kimin mizanı (sevap tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana
düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
32/SECDE-29: Kul yevmel fethi lâ yenfeullezîne keferû
îmânuhum ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
De
ki: "Fetih günü, kâfir olanlara (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlere) îmânları
bir fayda vermez ve onlara süre verilmez."
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada fetih gününden kıyâmet günü kastedilmektedir.
Cennete girecek olanlar için cennetin fethi söz konusudur. Onun için Allahû
Tealâ “fetih günü” diyor.
Hem îmân sahibi hem kâfir nasıl olunur? Burada Allahû
Tealâ, Allah’a inanan ama Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin îmânının var
olduğunu (Allah’a inandığı için) ama bu îmânın ona bir fayda vermeyeceğini, onu
kâfir olmaktan kurtaramayacağını söylemektedir. Allah’a ulaşmayı dilemedikçe
îmân o kişiyi cennete girebilecek bir hak mü’min kılamaz. Hak mü’min olsa zaten
gideceği yer cennettir. Îmânı olan bir kâfir, Allah’a inanır ama Allah’a
ulaşmayı dilemediği için kâfirdir. İfade son derece net:
“Kâfirlere îmânları fayda sağlamaz. Ve onlara bakılmaz.”
Yani süre verilmez. Onların cenneti fethetmeleri söz konusu değildir.
Hak mü’minler, Allah’a ulaşmayı dileyen îmân sahipleridir.
İnanan ve Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi Allah’a ulaşmayı dileseydi ve böylece
hak mü’min olsaydı, gideceği yer cennet olacaktı. Îmânı kendisine fayda verecekti.
Bu âyet Allah’a ulaşmayı dileyen hak mü’mini mü’min kabul
etmektedir. Allah’a inandığı için lûgat
mânâsıyla mü’min olan fakat Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişiyi ise açık bir
şekilde kâfir olarak isimlendirmektedir.
ABD OLMANIN 7
SAFHASI
1. SAFHA ABD
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve
enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve
onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler
(kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a
ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet sahâbeden bahsetmektedir.
Burada taguta kul olmaktan Allah’a ulaşmayı dileyerek kurtulup Allah’a kul olma
noktası ifade edilmektedir. Bu nokta aynı zamanda kişinin takva sahibi olduğu
yerdir.
2. SAFHA ABD
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır
rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri
yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı)
dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine
ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün
geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ
edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Secde
Suresinin 24. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki: (32/SECDE-24)
Bu kişi,
Allah’a ulaşmayı dilemiş, Allah onu 12 ihsanla mürşidine ulaştırmıştır. Böylece
kişinin başının üzerine devrin imamının ruhu gelmiştir. Dereceleri artıran
Allah’ın 1’e 10 verirken 1’e 100 vermeye başladığı nokta burasıdır. Ve “arşın
sahibi olan” arşı tutan melekler ve onların etrafındaki kişidir. Bu kişi Devrin
İmamı’dır. Ve emrinden bir ruh, devrin İmamı’nın ruhudur. Kullarından dilediği
kişi, Allah’a ulaşmayı dileyen kişidir, Allah da onu Kendisine ulaştırmayı
dilemiştir.
Kur’ân-ı
Kerim’in önemli âyetlerinden birisi Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesidir.
Ruhun vücuttan, devrin imamının emri üzerine nasıl ayrıldığını anlatmaktadır.
Âyet, Allah’a
ulaşmayı dileyen kişinin mürşidine tâbî olduğu zaman, başının üzerine gelen
Devrin İmamı’nın ruhundan bahsetmektedir.
3. SAFHA ABD
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey
fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın
zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Görülüyor ki fizik vücudun Allah’a kul olabilmesi, ancak
nefsin tezkiyesi ve buna bağlı olarak ruhun Allah’a ulaşması ile mümkündür.
4. SAFHA ABD
35/FÂTIR-28: Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi
muhtelifun elvânuhu kezâlik(kezâlike), innemâ yahşâllâhe min ibâdihil ulemâu,
innallâhe azîzun gafûr(gafûrun).
Ve
bunun gibi insanlardan, davarlardan, yürüyen hayvanlardan da çeşitli renkte
olanlar vardır. Ancak kullarından ulema (âlimler), Allah’a karşı huşû duyar.
Muhakkak ki Allah; Azîz’dir (üstün, yüce), Gafûr’dur (mağfiret eden).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ’nın öğrettiklerini bilenler ve Allah’a karşı huşû duyanlar âlimlerdir.
Huşû müessesesinin başladığı nokta Allah’a ulaşmayı dileme noktasıdır. Neden
acaba Allahû Tealâ huşû sahibi olanlara ulema (âlimler) diyor? Yunus Suresinin
7 ve 8. âyet-i kerimelerinde şöyle buyuruyor:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne
lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an
âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak
ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı)
dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve
onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû
yeksibûn(yeksibûne).
İşte
onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir
(cehennemdir).
Allah’a
ulaşmayı dilemeyenler ilim sahibi kabul edilmiyor, Allahû Tealâ tarafından.
Dünyaya ait ilimlerin sahipleri Allah’ın
âyetlerinden gâfil olanlardır. Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın
âyetlerinden gâfil olmayı aşarlar. Bu sebeple bu âyet-i kerime Allah’a ulaşmayı
dileyenleri âlim standatlarına sokmuştur.
Anlaşılıyor ki Allah’a mülâki
olmayı dilemeyen insanların Allah’ın âyetlerinden gâfil olmaları, onları ulema
sınıfının dışında tutuyor. Onlar âlim değiller.
5. SAFHA ABD
50/KAF-8: Tebsıraten ve zikrâ li kulli abdin munîbin.
Münib
olan (Allah’a yönelen: Allah’a ulaşmayı dileyen) bütün kullarına basiret olsun
(onların kalp gözleri açılsın) ve (çok) zikretsinler (daimî zikre ulaşsınlar)
diye.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Basiret kalp
gözünün açılmasıdır. Daimî zikrin sahiplerine Allah’ın mutlaka sağladığı bir
ni’mettir. Kim yolunda sebat eder daimî zikre ulaşırsa bu sonuç mutlaka Allah
tarafından gerçekleştirilir.
6. SAFHA ABD
15/HİCR-40: İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
Ancak
onlardan muhlis olan kulların müstesna.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İhlâs
sahibi olan kul, daimî zikrin sahibidir. Nefsinin kalbi halis olmuştur, bütün
a-fetlerden arınmıştır. Şeytan sadece afetlere tesir edebileceği için şeytanın
o kişiye tesir edebilecek olan hiçbir gücü kalmamıştır. Ne Allah’ın emirlerinden
o kişiyi men edebilir ne de Allah’ın yasak ettiği fiillere o kişiyi
zorlayabilir. İkisini de yapabilecek olan bütün imkânları iblisten alınmıştır.
İblis,
nefsinin kalbindeki bütün afetleri yok etmiş olan hiç kimseye en ufak bir
tesirde bulunamaz. Çünkü şeytan hüviyetindeki bu mahlûk, Allah’ın yasak ettiği
fiilleri işlemesini, Allah’ın emrettiği şeyleri yapmamasını ihlâs sahibine
teklif edecektir ama davetine her seferinde icabet edilmeyecek ve hep mağlûp
olacaktır. Mağlûbiyete alışmadığı için şeytan, ihlâs sahibi kullardan bir
netice alamayınca, devamlı huzursuz olacaktır.
Şeytan, ihlâs
sahibi kulların elinde sadece bir oyuncaktır. Onlara en ufak bir kötülüğünün
dokunması mümkün değildir.
7. SAFHA ABD
21/ENBİYÂ-105: Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz
zikri ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn(sâlihûne).
Andolsun
ki; zikirden (Tevrat’tan) sonra Zebur’da, arza salih kullarımızın varis
olacağını, yazdık.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ,
zikir kelimesiyleTevrat’ı kastediyor. Tevrat’ı da Zebur’u da Allahû Tealâ
indirmiştir. Zebur, Tevrat’tan sonra gelir. Tevrat tam bir kitaptır; Zebur ise
sayfalardan oluşur. Tevrat, Hz. Musa’ya; Zebur Hz. Davut’a verilmiştir. Ve her
ikisinde de Allah’ın salih kullarının arza varis olacağı yazılıdır.
Dünya adı
verilen bu gezegende Allah’ın bir veraset müessesesi vardır. Dünyaya varis
olma, kâinata varis olmanın bir parçasıdır.
Verasetin en
üst noktasında devrin imamı vardır. Ondan sonra her kavimdeki resûller gelir.
Ondan sonra Allah’ın irşad makamına tayin ettikleri gelir. Sonra irşad olanlar
gelir. Ondan sonra da Allahû Tealâ tarafından ihlâstan sonra Tövbe-i Nasuh’a
davet edilmiş olanların hepsi gelir. Yeryüzünün gerçek mirasçıları onlardır.
Bunların arasındaki en üst seviyede mirasçıysa devrin imamıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.