8 Kasım 2015 Pazar

HİDAYET

HİDAYET

Hidayet; insan ruhunun dünya hayatında Allah’a ulaşmasıdır.

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
 Secde Suresinin 7, 8 ve 9. âyetleri insanın yaratılmasıyla alâkalıdır. Bu âyetlerde Allahû Tealâ, önce âdem (A.S)’ın yaratılışını, sonra ondan sonra gelecek olan nesilleri, şu dünya üzerinde vazifeli kılınmasını, âdem (A.S)’ın nasıl sevva edildiğini (düzenlendiği) ve âdem (A.S)’ın içine Allah’ın ruhundan nasıl üflediğini ve insanlarda da işitme, görme ve idrak etme hassalarını nasıl hassa kıldığını ifade ediyor.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olun.” diyerek en önemli olaydan bahsetmektedir. Allah’a yönelmek, Allah’a ruhu hayatta iken ulaştırmayı dilemek demektir. Allah’a ulaşmayı dilemek Kur’ân’ın OLMAZSA OLMAZ şartıdır. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin cennete girmesi mümkün değildir. (10/YUNUS-7 – 8)
Allah’a yönelenler, Allah’a ulaşmayı dileyenler ve böylece takva sahibi olanlar söz konusudur.
Allah’a yönelmek Allah’ın bir farz emridir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse 1. takvanın sahibi olur. 7 kademeli takvadan birincisi Allah’a ulaşmayı dileme takvasıdır.
Buradaki namaz, hacet namazıdır. Allahû Tealâ 7 furkanı verdikten ve o kişiyi gören, işiten, idrak eden hale getirdikten sonra kişinin hacet namazını kılması, mürşidini huşûya ulaşarak Allah’tan talep etmesi lâzımdır. Allahû Tealâ, bu namazın ikame edilmesini böylece müşriklerden olunmamasını emretmektedir.
Çünkü kim Allah’a ulaşmayı dilemezse o mutlaka şirktedir.
Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesi o şirki anlatmaktadır.

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
      Allah’a yönelenler tek bir fırkayı, mü’minleri oluştururlar. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerse, dînde fırkalara ayrılanlardır ve onlar geriye kalan bütün inanç gruplarını oluştururlar. Allah’a ulaşmayı dilemezlerse, takva sahibi olmazlarsa onlar müşriklerden olacaklardır. Şirkte oldukları için gidecekleri yer cehennemdir.
          Bugün Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin 72 tane fırkasından bahsedilmektedir. Ama aynı fırkaların içinde Allah’a ulaşmayı dileyen küçük birer azınlık hepsinin içinde mevcuttur. Onlar fırkalara ayrılmayan, takva sahipleridir. Allahû Tealâ sadece iki grup insanın olduğunu ifade etmektedir:
1- Allah’a ulaşmayı dileyenler, takva sahibi olanlar.
2- Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, takva sahibi olmayanlar.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyip de tek bir fırkada olanları, müşriklerden olmayanları Sebe Suresinde mü’minler olarak anlatmaktadır:

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.

Bu âyette, şirkte olanlar olarak vasıflandırılanlar, fırkalara ayrılmış olanlardır. Fırkalara ayrılmayanlar, şirkte olmayanlar sadece Allah’a yönelerek Allah’a ulaşmayı dilemiş olanlardır. Kim Allah’a yönelirse o, Allah’a ulaşmayı dileyen kişidir. Allah’a yönelmekle Allah’a ulaşmayı dilemek aynı şeydir.
Şura-13 Allah’a yönelmenin Allah’a ulaşmayı dilemek olduğunu ispat etmektedir.  (42/ŞÛR–13)

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesi Kur’ân-ı Kerim’in en önemli âyetlerinden biridir. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen; yani Allah’a yönelen kişiyi mutlaka Kendisine ulaştıracağını ifade etmektedir. Allahû Tealâ, insanlardan bir kısmını seçeceğini, seçtiklerinden de Allah’a ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştıracağını söylemektedir, garanti etmektedir. Bu âyet açık bir şekide Rum Suresinin 30, 31, ve 32. âyetleriyle alâkalıdır.

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.

Allahû Tealâ sadece tek bir dînin olduğunu, bütün insanları hanif fıtratıyla yarattığını ve yaratmasında değişiklik görülemeyeceğini ifade etmektedir. Allahû Tealâ, bütün insanları kıyâmete kadar hep hanif fıtratıyla yani hanif dînini yaşayabilecek olan özelliklerle yaratacaktır.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

Müşriklerden olmayan (şirke düşmeyen) kişinin, Allah’a ulaşmayı dileyen kişi olduğu kesinleşmektedir. Allahû Tealâ, Rum suresinin 32. âyet-i kerimesinde şirki anlatmaktadır:

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

Allahû Tealâ’nın şirk tarifi açık ve kesin bir şekilde burada yerli yerine oturmaktadır: Şirk içinde olanlar Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir, Allah’a yönelmeyenlerdir. Allah’a yönelmiş olsalardı tek bir fırka oluşturacaklardı (73. fırka) ve diğer bütün fırkalar bunun dışında kalacaklardı (72 fırka). Müşrikler Allah’a ulaşmayı kesinlikle dilemiyorlar, dileseler gizli şirkten kurtulacaklar. Rum-32 ve Şura-13’te gizli şirkten bahsedilmektedir.
Allah’a yönelip de takva sahibi olanların içinde bulunduğu tek fırka bütün insanlar için bir kurtuluştur. Allah kimi dilerse onu Kendisine seçer ve bu seçtiklerinden Allah’a ulaşmayı dileyenleri mutlaka Kendisine ulaştırır. Allah’ın seçtiği ve seçmediği insanlar vardır. Allahû Tealâ insanların %90’dan fazlasını seçer. Allah’a ulaşmayı dilemekten insanları men etmeyen herkes seçilir. Seçilenlerin de hepsinin kalbi kasiyet bağlamıştır. Henüz o kişi Allah’a ulaşmayı dilememiştir ve kalbi kapkaranlıktır. Bu karanlık kalpliler Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başka insanların da Allah’a ulaşmasına mani olurlarsa, Allah onları dalâlette ve şirkte bırakır, onları seçmez. Bu şirk; gizli şirktir. 
Âyet-i kerime açık ve kesin bir şekilde insanların ikiye ayrıldığını, bir kısmının Allah’a ulaşmayı dilediğini ve şirkten kurtulduğunu diğer kesimin şirkte kaldığını söylemektedir. 
Allah’ın insanlardan beklediği şey Allah’a ulaşmayı dilemeleridir. Allah, Kendisine ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştıracaktır. O insanlar ruhlarını Allah’a ulaştırmayacaklardır. Allah, onların ruhlarını Kendisine ulaştıracaktır. Bu kişilere namazı, orucu, zikri, bütün ibadetleri sevdiren Allah’tır. Allah’ın sevdirmesiyle kişi bütün ibadetlerini yerine getirir.



HİDAYET’İN 7 SAFHASI

1.     SAFHA HİDAYET
3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece Allah’ın nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sahâbeye hitap ediyor Allahû Tealâ. Bütün sahâbe kanlı katildi, hepsi başka kabilelerden birilerini öldürmüşlerdi. Her kabilenin içinde mutlaka başka kabilelerin öldürdüğü ve başka kabilelerden ölenler vardı.
Sonuç ise kalplerin Allahû Tealâ tarafından birleştirilmesi, kardeşler olmak. Burada söz konusu olan şey üst seviye bir hidayettir. Ruhun Allah’a ulaşması, fizik vücudun Allah’a teslim olması, nefsin Allah’a teslim olması, iradenin teslimi hepsi hidayet ama hidayetlerin arasında büyük farklar var.
         Asıl hidayet hak takvanın sahibi olduğu noktada gerçekleşir. Allah ile olan dostluğunuzu en güzeline ulaştıracak olan bir vesileler zinciri olarak düşünün. Her ulaştığınız kademenin daha ötesi vardır. Bihakkın takva ile herşeyin sonuna ulaşılır. Burada son görüntü olan Allahû Tealâ’nın görülmesi mümkün olur.
         Öyleyse herşeyin en güzel olduğu bir ortamda sahâbe yaşamış asırlarca önce. ve sahâbe, bugünlere ve geleceğe ışık, ibret olmuşlar.
         Allahû Tealâ bu âyette fırkalara ayrılmamaktan da bahsediyor. Sadece bir tek fırka kurtuluşa ulaşabilecek, geri kalan 72 fırka cehenneme gidecektir: (34/SEBE-20)
En’am-153’te mü’minlerin Sıratı Mustakîm üzerinde bulunanlar olduğunu görüyoruz:
 6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.
         Böylece Allahû Tealâ insanları hidayete erdirmiştir. Hidayet müessesesi teşekkül etmiştir.
Burada Allah’ın yoluna girmişken çıkmış olanlardan bahsediyor. Onların kurtuluş âyeti gibi olan Al-i Imran-103’te Allah onlara yolu göstermektedir.

6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah’a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, evvelki âyetlerde önce peygamberlerden bahsetti, hepsinin hidayete erdiğini söyledi (hepsi tasarruf takvasına ulaşmışlardı). Burada da peygamberlerin babalarından, onların zürriyetlerinden, gelecek nesillerinden, kardeşlerinden bir kısmını seçerek, Sıratı Mustakîm’e ulaştırdığını söylemektedir.

6/EN'ÂM-88: Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
          Bu âyet, Sıratı Mustakîm konusundaki en önemli bir kaç âyetten bir tanesidir. Çünkü bu âyettete, Sıratı Mustakîm’in vasfı verilmekte ve tarifi tamamlanmaktadır. Sıratı Mustakîm, insanların ruhlarını Allah’a ulaştıran yoldur. Allahû Tealâ kullarından dilediğini, Sıratı Mustakîm’le hidayete erdirir; Sıratı Mustakîm üzerinden yapılacak bir yolculukla, insanlar Allah’a ulaşır. Sıratı Mustakîm:
Ruh için, Allah’a ulaştıran yolun adıdır.
Fizik vücut için, Allah’a fizik vücudu teslim etmeye vasıta olan yolun adıdır.
Nefs için, Allah’a nefsi teslim etmeye vasıta olan yolun adıdır.
İrade için, Allah’a iradeyi teslim etmeye vasıta olan yolun adıdır.
          Allahû Tealâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de bir kavramı var: “Allah’a teslim olmak” Allah’ın vasiyeti, eğer peygamberleri de dahil ederseniz, beş tane teslimi içerir. Allahû Tealâ bize ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi, irademizi  teslim etmemizi emretmiştir. Allahû Tealâ bizden yemin, misak ve ahd almıştır. İradenin ve aklın teslim edilmesine dair  herhangibir yemin almamıştır. Bunlar ekstrem kavramlar ve otomatik olgulardır.
          Bir insan daimî zikre ulaştıktan sonra nefsinin kalbi adım adım saflaşır, saf olur. Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemez, emrettiklerini mutlaka yapar. Öyle bir gün gelir ki, düşmanlarını da sevmeye başlar. İşte o zaman, kalbi müzeyyen olur. Allahû Tealâ peygamberlerin olmadığı devirlerde resûllerinden kimi devrin imamlığı’na tayin ederse o kişi aklını da Allah’a teslim etmiştir. Seçtiği kişiyi, otomatik olarak iradî kontrolüne alır, tasarrufuna alır. O kişi, Allah’ın söylediklerini söyleyebilir, Allah’ın yaptırdıklarını yapabilir, kendiliğinde bir şey yapma veya söyleme imkânı yoktur. Bu  sebeple yaptıklarından sorumlu değildir.
          Ezelde Allahû Tealâ ruhumuzdan, vechimizden, nefsimizden yemin, misak ve ahd almıştır.

7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”
         
          Bunlara ilâve olarak irademizden de misak almıştır.

5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî, iz kultum semi’nâ ve ata’nâ, vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misakını hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.

          Ve bunların mutlaka yerine getirilmesini ister. Her birinin yerine getirilmesi bir Sıratı Mustakîm’le gerçekleşir. Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’in vasfı, hidayete erdirmesidir. Ruhumuzun hidayete ermesi; Allah’a teslimi, fizik vücudumuzun hidayete ermesi; Allah’a teslimi, nefsimizin hidayete ermesi; yani Allah’a teslimi, irademizin hidayete ermesi, irademizin Allah’a teslimi söz konusudur. Hepsinin hidayeti vardır.
          Sıratı Mustakîm hidayete erdiren yol ise ruhun hidayeti  Allah’a ulaşmak, Allah’ta yok olmaktır. (2/BAKARA-120) (3/ÂLİ İMRÂN-73)

6/EN'ÂM-71: Kul e ned’û min dûnillâhi mâ lâ yenfeunâ ve lâ yadurrunâ ve nureddu alâ a’kâbinâ ba’de iz hedânâllâhu kellezîstehvethuş şeyâtînu fîl ardı hayrâne lehû ashâbun yed’ûnehû ilel hude’tinâ, kul inne hudallâhi huvel hudâ, ve umirnâ li nuslime li rabbil âlemîn(âlemîne).
De ki: “Bize fayda ve zarar vermeyen Allah’tan başka şeylere mi dua edelim? Bizi Allah’ın hidayete erdirmesinden sonra, yeryüzünde şeytanların kandırıp, şaşkın bıraktığı arkadaşlarının “bize hidayete gel” diye çağırdığı kimse gibi topuklarımızın üzerinde geriye mi döndürülelim?” De ki: “Muhakkak ki; Allah’a ulaşmak, o, hidayettir ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.”

4/NİSÂ-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah’a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah’a) sarılanları ise, (Allah) kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, kendisine ulaştıran “Sıratı Mustakîm”e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).

          Allah’a ruh olarak misak vermişiz, ruhumuzu Allah’a ulaştırıp teslim edeceğiz.
          Fizik vücudun hidayeti, şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olmaktır.

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
         
          Fizik vücudun Sıratı Mustakîm’i, Allah’a verdiği ahdin yerine getirilmesidir.

36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.

          Allah’a verilen ahd, fizik vücudu Allah’a teslim etmektir. Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir fizik vücudun sahibi olmaktır. Bu noktaya ulaştığımız zaman, fizik vücudumuz da fizik vücut olarak, insan-ı kâmil olarak, kemâl derecelerinde öyle bir hale gelir ki; ulaştıran yol, Sıratı Mustakîm’dir.
          Nefsin hidayeti, tezkiyesi ve tasfiyesidir.

5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum. İlâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allâh'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.

          Nefs, tezkiyeye başladığı anda hidayet üzere olur. Bütün afetler yok olduğu zaman, 26. basamaktadır. Nefsin de, Sıratı Mustakîm’le bir hidayeti vardır.

6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.

          Ne zaman daimî zikre ulaşarak nefsimiz de, bütün afetlerden kurtularak, kemâl derecelerinin sonuna ulaşırsa, Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özelliği kazanırsa; ahsen olmasına sebebiyet verecek olan nefsini de Allah’a teslim eden, bir insan-ı kâmil olur. Ve nefsin tesliminin de bir Sıratı Mustakîm’i vardır.
          Allah’ın bizden aldığı yeminler, ruhun misaki, fizik vücudun ahdi, nefsin yemini iradenin misaki olmak üzere 4 safhayı oluşturur; ruhun, fizik vücudun, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi... Onların ötesi, aklın da Allah’a teslimini ihtiva eder. Allahû Tealâ aklımızın Allah’a teslimi konusunda, üzerimize vasiyet ettiği halde, sadece özel kişilere has olduğu için, bir yemin, misak ve ahd almamıştır. Kim Allah’a iradesini teslim edecekse, nasuh tövbesini yaptıktan sonra yaşarsa, otomatik olarak o noktaya gelir, kendisi Allah’a köle olur.

66/TAHRÎM-8: Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhılekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meahu, nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfirlenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O’nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, herşeye kaadirsin.” derler.

Ve aldığı yemini, misaki ve ahdi,  “Allah ile ahdimiz” diye bize takdim eder. Bizim cephemizden “yeminimiz”, “misakimiz”, “ahdimiz”, “misakimiz” var. Allah cephesinden her dördüne birden “ahd” kelimesi  kullanılmıştır. Allah’ın vasiyetinden (Mâide-7) de bahsedilmektedir. “Allah ile olan ahdinizi yerine getirin” emri Allah cephesinden, “ruhunuzu da, vechinizi de, nefsinizi de, iradenizi de Allah’a teslim edin!” demektir. Öyleyse bu da diğer iki Sıratı Mustakîm’in ötesindeki, son Sıratı Mustakîm’dir. Sıratı Mustakîmler’in hepsini ifade eden bir Sıratı Mustakîm. Ruhumuzu  Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm, fizik vücudumuzu Allah’a teslim eden Sıratı Mustakîm, nefsimizi Allah’a teslim kılan Sıratı Mustakîm.

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.

          Kim nefsini tezkiye ederse kendi nefsi için tezkiye etmiş olur  ve  Allah’a ulaşır, ruhu Sıratı Mustakîm üzerinden Allah’a ulaşıp, teslim olur.
          Böyle bir dizaynda  Allah’a ulaşmayı dileyen birisi, on iki tane ihsan alarak, mürşidine ulaşır (14. basamak). Allah ona yedi tane ni’met verir. Bu ni’metlerden dört, beş, altı ve yedincisi ruhun Allah’ın Sıratı Mustakîmi’ne ulaşması, fizik vücudun Sıratı Mustakîm’e ulaşması, nefsin Sıratı Mustakîm’e ulaşması, iradenin Sıratı Mustakîm’e ulaşması (güçlenmeye başlaması)dır. Bir başka ifadeyle, ruhun da, fizik vücudun da, nefsin de iradenin de hidayete başlamasıdır.
          Nefs tezkiye olmaya başlar, hidayete başlar. Nefsin kalbindeki afetler % 1, %1 azalır. Ne zaman kalpteki nur birikimi %7 olursa,  Allah’a doğru yola çıkan ve mürşide tâbî olan; orada bekleyen ruh oradan ayrılır, ana dergâha ulaşır. Sıratı Mustakîm üzerinden, yaptığı yolculukta  altın kapıdan çıkarak, birinci kata kadar çıkabilir. Bundan sonra her %7 nur birikiminde, nefs tezkiye olmaya devam eder. Emmare, levvame, mülhime, mutmainne, radiye, mardiyye ve tezkiye kademelerinde %7, %7 aklanarak; ruhumuz da bu aklanma boyunca, göğün 1,2,3,4,5,6 ve 7. katlarında seyr-i sülûk yapar, Allah’a doğru yükselir. Ve fizik vücut nefsin afetlerden kurtulması oranında, şeytana kul olmaktan kurtularak, Allah’a kul olur.
          Böylece bundan yedi basamak sonra ruh, Allah’a ulaşır; fizik vücut şeytana kul olmaktan daha çok, Allah’a kul olur. %51 nura kavuşmakla, şeytanın hakimiyet alanı %100’den %49’a düşmüştür. Şeytana olan köleliği %100’den, %50’nin altına düşmüştür. Yarıdan fazla nurlara tâbî olmuştur, Allah’a tâbî olmuştur, hidayetin yarısını tamamlamıştır. Nefs de afetlerin %51’ini yok ederek %51 nura sahip olmuştur. Ruhumuzun Allah’a teslim olduğu, Sıratı Mustakîm’in bittiği yer burasıdır.
          Bu noktaya kadar tezkiye olmakta devam eden nefsin kalbi, bundan sonra fenâ makamında, beka makamında, zühd makamında, muhsinler makamında nurlar kazanarak; %91 oranında nura ulaşır. %19 karanlık kalır. Bu nokta fizik vücudun Sıratı Mustakîm’inin sona erdiği noktadır. Çünkü; fizik vücudumuz burada Allah’ın emrettiği bütün emirleri yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellikte olur, Sıratı Mustakîm’ini tamamlar ve Allah’a teslim olur. Nefsimizin Sıratı Mustakîm’i burada bitmez. Daimî zikre başlar. Kişi ulûl’elbab olur, nefsin kalbindeki bütün afetler yok olur. Bu noktadan itibaren nefs de, Allah’a teslim olmuş ve hidayeti sona ermiş, Sıratı Mustakîm’i tamamlanmıştır.
          Dört Sıratı Mustakîm de 14. basamakta başlar. Ruhumuzunki 21. basamakta biterek, Allah’a ulaşır, teslim olur. Fizik vücudumuzunki 25, nefsimizinki 26. basamakta biter. İrade-mizinki 28. basamağın 4. kademesinde biter. Dört ayrı Sıratı Mustakîm, dört ayrı teslim, işte  Allahû Tealâ’nın Sıratı Mustakîmleri...
          İnsanoğlunun Allah ile olan ahdi, bu dört emanetin de Allah’a teslimini emreder. Ve teslimler Sıratı Mustakîmlerle gerçekleşir. Sıratı Mustakîm’e, “doğru yol” dediğiniz zaman, herkes kendisini Sıratı Mustakîm’de kabul etmektedir. “Ben İslâm’ın beş tane şartını yerine getiriyorum, öyleyse ben Sıratı Mustakîm’in üzerindeyim.” demektedir. Oysa ki; Sıratı Mustakîm, Allah’a ulaşmayı dilemek suretiyle dalâletten kurtulup hidayet üzere olduğu noktadan itibaren, başlayan bir vetiredir ve üç vücuda ve iradeye göre ayrı bitiş devreleri söz konusudur.

2.     SAFHA HİDAYET
39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-fazl ve salâvât-rahmet), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah, kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve İslâm’a (Allah’a teslim olmaya) açar. Teslimi gerçekleştirecek olan unsur, kişinin göğsünden kalbine yol açılmasıdır. İşte Allahû Tealâ, bu nurların gelişinden bahsetmektedir. Kur’ân-ı Kerim bir zarftır, içindeki kelimelerse mazruftur. Kişiye ikişer ikişer gelerek kalbine girecek olan nurlar rahmetle fazl ve rahmetle salâvâttır. Rahmetle salâvâtta, rahmet, zarftır; salâvât mazruftur. Rahmetle fazlda, rahmet, zarftır; fazl mazruftur. Allahû Tealâ diyor ki:

24/NÛR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).

Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmasaydı yani kalbinize ulaşmasaydı içinizden hiçbiriniz nefsinizi tezkiye edemezdiniz:

2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki; kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” dediler.
2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
Onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka döneceklerinden emin olanlar var ya), Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, hidayette olanlardır.

Nefs tezkiyesinin temelini zikirle Allah’ın katından nefsin kalbine gönderilen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât isimli iki grup nur teşkil eder.

16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sıratı Mustakîm, Allah’a ulaştıran yolun adıdır ve 2 yatay, 2 dikey olmak üzere 4 sebîlden oluşur. 1. ve 3. sebîller yatay; 2. ve 4. sebîller dikeydir. Her sebîlin başlangıcı, bir mürşidin dergâhıdır.
Sebîller, her mürşidin bulunduğu dergâhtan, devrin imamının bulunduğu dergâha kadar ulaşan, yeryüzünün sathına paralel yollardır. Bu, Sıratı Mustakîm’in 1. kesimidir.
          Devrin imamının dergâhından 7 tane gök katını birer birer aşarak 7. gök katına ulaşan 2. sebîlin adı “Tarîki Mustakîm”dir. Zemin kattan 7. kata kadar çıkaran Tarîki Mustakîm, özel bir tarıktir. Hem girişinde hem de çıkışında altın bir kapı vardır. Devrin imamının dergâhındaki altın kapıdan Tarîki Mustakîm’e girilir, 7 kat yükselip, 7. katta altın kapıdan geçerek Tarîki Mustakîm’den çıkılır. Bu, fetih kapısıdır. Tarîki Mustakîm, burada tamamlanır. Sonra 7 tane yatay âlem geçilir. Bu, Sıratı Mustakîm’in 3. sebîlidir. 7. âlemin en üst noktası olan Sidretül Münteha’dan yukarıya, Allah’a uzanan 4. yol, 4. sebîldir.

3.     SAFHA HİDAYET
2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
   “Dünya hayatını yaşarken ruhunu Allah’a ulaştıran hidayete erer.” 
   Hidayet; ruhun Allah’a ulaşarak teslim olmasıdır.
   Ruhun hidayeti (22. basamak), ruhun Allah’a ulaşması; fizik vücudun hidayeti (25. basamak), fizik vücudun Allah’ın bütün emirlerini yerine getirip yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen standartta Allah’a teslim olması; nefsin hidayeti (27. basamak), Allah’ın bütün emirlerini yerine getirip, yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemeyecek hale gelerek Allah’a teslim olması iradenin hidayeti (28. basamağın 4. kademesi), iradenin allah’a teslim olmasıdır. dördünün de hidayeti Allah’a teslim olmalarıdır. İnsan, bunların dördünü de Allah’a teslim etmekle mükelleftir. (4/NİSÂ-58)
Emanetin sahibi tektir, ama emanet 4 tanedir: Ruh, vech, nefs ve irade.
Zamanın dîn adamları bu hakikatlerden haberdar olmadıkları için insanları da bunlardan haberdar edemeyeceklerdir.
Hz. Musa zamanında ona tâbî olanlardan az sayıda insan, Hz. İsa zamanında 12 havarisi, İslâm’da da Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve O’na tâbî olanların hepsi, Allah’ın yoluna girmişler; ruhlarıyla, vechleriyle, nefsleriyle, iradeleriyle Allah’a teslim olmuşlardır. Ancak bugün bu kavimlerin çoğu Allah’a teslim olma kavramını unutmuşlardır.
İnsanlar Allah’a teslim olmak üzere yaratılmışlardır. Her peygamber zamanında  tâbî olanlar Allah’a teslim olmuşlardır. Aradan geçen yüzyıllarda, Allah’ın hakikatlerini iblis devreden çıkarmıştır. Bundan sonra insanlar, dejenere olarak, cehenneme gidecek olan büyük ve Allah’ın mükâfatlarına nail olacak olan küçük bir kesimden ibaret kalmışlardır.
Peygamberimiz’e tâbî olan Hz. Ali ve Hz. Ebubekir kolundan gelen iki grup insan, asırlar boyunca zincirin halkalarını bugüne kadar ulaştırmışlardır. bugün İslâm’ın içinde küçük bir grup, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı İslâm’ı yaşamaktadır. Ne yazık ki Allahû Tealâ’nın katında bu küçük grup dışında olanların kurtulma ümitleri yoktur. Her ümmette küçük bir grup, Allah’ın, peygamberlere verdiği Allah’a teslim olma emrini bugün de gerçekleştirmektedirler.


3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet (insan ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşması), (Allah’ın kendisine ulaştırması) Allah’ın hidayetidir, size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Size verilenin bir benzeri, yani sizin peygamberinize nasıl Tevrat verilmişse ey yahudiler, sizin peygamberinize nasıl Incil verilmişse ey hristiyanlar, bu devrin peygamberine de Kur’ân-ı Kerim ve-rilmiştir.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu işitir, bilir ve görür. Kişinin üzerinde Rahman esmasıyla tecelliye başlar, 12  ihsan verip, onu mutlaka mürşidine ulaştırır. Kişi nefs tezkiyesine başlar. Işte o zaman Allah o kişinin zikir yapması sebebiyle ona salâvatla fazlını göndermeye başlar. Öyleyse fazl Allah’ın elindedir. Çünkü herkese vermez. Sadece Rahîm esmasını kullandığı insanlar için geçerlidir.
Öyleyse bu sonuca dikkatle bakın. Burada Allahû Tealâ’nın bir güzelliği var. Rahmeti ve fazlı bir ayrı dizayn içinde Allahû Tealâ işaret ediyor. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah ona Rahman esmasıyla tecelliye başlıyor. Kişi mürşidine ulaştıktan sonra, Allah’ın elinde olan fazl artık o kişiye verilmeye başlanmıştır. Bir kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse fazlın onun iç dünyasında hiçbir faydası olmaz, çünkü fazl o kişinin içine hiçbir şekilde giremez. Kişinin göğsünden kalbine yol açılmamıştır. Birincisi kişinin kalbi mühürlüdür. Ikincisi o kişi sabahtan akşama kadar 24 saat zikir yapsa, kalbine bir damla nur girmesi mümkün değildir. Allah’ın elinde olan fazl kişiye gönderilmez, çünkü o kişi ona ehil değildir.

4.     SAFHA HİDAYET
29/ANKEBÛT-69: Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ ve innallâhe le meal muhsinîn(muhsinîne).
Ve Bizim uğrumuzda (nefsleri ile ve Allah’ın düşmanları ile) cihad edenleri, mutlaka Bizim yollarımıza (Sıratı Mustakîmler’e) hidayet ederiz (ulaştırırız). Ve muhakkak ki Allah, mutlaka muhsinlerle beraberdir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm 
Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren kişi Allah’ın yolundadır. Kim ruhunu Allah’a ölmeden evvel ulaştırırsa, o kişi Allahû Tealâ’nın indinde ilk teslime ulaşmıştır. Kişi, Allah’ın düşmanlarıyla cihad ederken aynı zamanda nefs tezkiyesi yaptığı için nefsiyle de cihad etmiş olmaktadır.
Allah fizik vücutlarını (vechlerini) Allah’a teslim edenlere “muhsinler” diyor.

4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve, hanif olarak Hz. İbrahim’in dinine tâbi olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz.İbrâhîm’i dost edindi.

5.     SAFHA HİDAYET
32/SECDE-13: Ve lev şi’nâ le âteynâ kulle nefsin hudâhâ ve lâkin hakkal kavlu minnî le emleenne cehenneme minel cinneti ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).
Ve eğer dileseydik, bütün nefslere kendi hidayetlerini elbette verirdik (herkesi hidayete erdirirdik). Fakat Benim: "Mutlaka cehennemi, tamamen cinlerden ve insanlardan dolduracağım." sözü(m) hak oldu.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

İnsanlara insan resûller, cinlere cin resûller gelir. Allah cehennemi mutlaka insanlardan ve cinlerden dolduracaktır. Onlara azap edeceği sözü hak olmuştur. ve bu azap sözünün hak olmasının işlevinde Allah buyuruyor ki: (16/NAHL-36)
Hiçbir zaman, hiçbir kavmi resûlsüz bırakmayan Allahû Tealâ, bütün kavimlerde resûl beas etmiştir. O kavimdeki insanları taguta kul olmaktan kurtarsınlar da Allah’a kul etsinler diye. Bir kısmı bu sebeple hidayete ermişlerdir. Bir kısmınınsa üzerine dalâlet hak olmuştur. Dalâletin hak olması, azabın da hak olmasını ifade eder. Dalâlet o insanların cehenneme gidip azap çekmelerine sebep olur.

40/MU'MİN-54: Huden ve zikrâ li ulîl elbâb(elbâbi).
Ulûl’elbab için hidayet ve zikir olarak.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ulûl’elbab, daimî zikrin sahipleridir. Daimî zikrin sahipleri, nefslerinde hiçbir afet kalmamış olan; kalp gözleri, kalp kulakları açılmış olanlardır.
Ulûl’elbab kavramı, Al-i İmran Suresinin 190 ve 191. âyet-i kerimelerinde ifade edilmiştir:

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette ayetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima ) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna ) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.

Üç halde bulunabilen insanlar üzerine farz olduğu için, üçünde de Allah’ı zikretmelidirler. Yani Allah’ı zikretmeleri kesintisiz olarak devam etmelidir.

6.     SAFHA HİDAYET
10/YÛNUS-9: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti yehdîhim rabbuhum bi îmânihim, tecrî min tahtihimul enhâru fî cennâtin naîm(naîmi).
Muhakkak ki âmenû olanlar ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar, îmânlarından dolayı Rab’leri, onları hidayete erdirir. Onlar, altlarından ırmaklar akan naîm cennetlerindedirler.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet-i kerime, Yunus 7 ve 8’in karşıtıdır. Bu âyet-i kerime, Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesiyle kişinin mü’min olmasını sağlayan dizayn açısından da illiyet rabıtası içerisindedir:

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya) îmân eden kavmi, Allah’a ve resûlüne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın. Velev ki; onlar, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah’ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar. Orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razıdırlar. İşte onlar, Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki; Allah, taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
Bu âyet-i kerimeye göre Allah’a ulaşmayı dileyenlerin, (Allah kalplerine ulaşarak) kalplerini Allah’a döndürür, göğüslerini yararak kalplerine nur yolunu açar. Bu kişi zikir yaptığı zaman Allah’ın rahmeti onun kalbine girmeye başlar. Bu nefs tezkiyesinin, yani amilüssalihatin başlangıcıdır.

40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü’minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.

7.     SAFHA HİDAYET
6/EN'ÂM-97: Ve huvellezî ceale lekumun nucûme li tehtedû bihâ fî zulumâtil berri vel bahr(bahri), kad fassalnal âyâti li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve kara ve denizin karanlıklarında (nefsin afetlerinin karanlığında) onunla yolunuzu bulmanız (hidayete ermeniz) için yıldızları (nebîler, resûller, mürşidler) kılan O’dur. Bilen bir kavim için, âyetleri detayları ile açıkladık.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
          Fizik dünyada kutup yıldızının muhtevasını düşünelim. Gecenin karanlığında açık denizdesiniz. Sizin için hiçbir nirengi noktasının olmadığı bir durumda ne yaparsınız? Gündüz güneş, hangi istikamete gideceğinizi ifade eder. Belli bir istikamete gidiyorsanız geminin hep aynı tarafından, aynı noktadan güneşin doğması lâzımdır. Eğer başka bir taraftan doğuyorsa tekrar rotaya girmeniz gerekir. Diğer taraftan yıldızlara baktığınız zaman da belli bir istikamette gidiyorsanız; kutup yıldızı, bulunduğunuz yerden görünüyorsa, karşınıza, gemiye göre hep aynı istikamette, aynı açıdan çıkması lâzımdır ki; istikametinizin doğru olduğu tebellür etsin. Bu, fizik standartlarda gecenin karanlıklarında yol bulmamız için gerekli olan bir konudur.          
          Öbür taraftan Allahû Tealâ burada manevi yolculuğunuz için (hidayete ermek için) açık olarak “hidayet” kelimesini kullanmaktadır: “Yıldızları kılan O’dur.” buyuruyor. Yıldızların başında Peygamber Efendimiz (S.A.V) gelir. Sonra bütün nebîler, bütün peygamberler gelir. Sonra peygamber olmadıkları, sadece resûl oldukları halde (velî resûl), huzur namazının imamlığına tayin edilenler gelir. Sonra bütün kavimlerde her devirde, her zaman var olan resûller gelir. Burada “hidayet” söz konusudur. Allahû Tealâ, bu âyette “gece” demekle, nefsin karanlıklarını ifade etmektedir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) diyor ki: “Benim sahâbem yıldızlar gibidir. Kim onlara tâbî olursa mutlaka hidayete erer.” Bu hadîs için “mevzu hadîs” (uydurma hadîs) denmektedir.
          Peygamber Efendimiz (S.A.V) de: “Benim hadîslerim tartışılacaktır, Kur’ân-ı Kerim’e bakın. Hiçbir hadîsim Kur’ân-ı Kerim’e aykırı olmaz.” buyurmuştur.
          İşte Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ ister ensar olsun, ister muhacirîn, hepsine tâbî olunduğunu ifade buyurmuştur.

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

           Tâbî olanlar da hidayete ermiştir ve adlarına “tâbiîn” denmektedir. Tâbiine tâbî olanlar da vardır. Hidayete ermenin en üst noktasına çıkmışlar, mürşid olmak seviyesine ulaşmışlardır. Onlara tâbî olanlar da vardır; “tebe-i tâbiin.” Onlara da, onlardan sonrakilere de tâbî olanlar hep olmuştur. Öyleyse bu hadîs, mevzu hadîs değildir. Tam Kur’ân-ı Kerim’le irtibat halinde, denge halinde, tam Kur’ân-ı Kerim’in söylediğini söylemektedir. Sahâbe yıldızlar gibidir. Onlara tâbî olanlar, mutlaka hidayete ererler ve ermişlerdir.
          Öyleyse âyet-i kerimeleri mânâlandırırken bir zahirî âleme göre kelime mânâsı, lâfzın mânâsı, bir de ruhun mânâsı vardır. Bu iki mânâyı birbirinden ayırdığımız zaman ruhun 7 tane mânâsına ulaşılır. Konuya hidayetten girildiğinde karşımıza 6 hidayetin 7 safhası çıkar. Bu yedi hedef, yedi tane takvayı içermektedir.
          Allah’a ulaşmayı dilemek birinci safhadır. Âmenûlar takvası hidayetin düşünce plâtformundaki ilk noktasıdır. 
          Düşünce bazında kuvveden fiile çıkmamış bir hidayettir. Mürşidinize ulaştığınız zaman fiziki hidayet başlamıştır, hidayete adım atarsınız. Ruh vücuttan ayrılmıştır. Sıratı Mustakîm’e ulaşmıştır. Allah’a doğru bir yolculuğa çıkmıştır; tâbiiyet takvasındasınız. 14. basamakta yola çıkan ruh, 21. basamakta Allah’a ulaşmıştır. Allah’a teslim olmuştur. Hidayete eren ilk varlığınız ruhunuz, evvab takvada hidayete erer; üçüncü takva. Henüz üçüncü hedeftesiniz.
          Dördüncü hedef, fizik vücudu Allah’a teslim etmektir.
          Fizik vücut, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirir, yasak ettiği hiçbir fiili işlemez bir hüviyet kazanır. Muhsinler takvasında, fizik vücut da Allah’a teslim olur, hidayete erer.                         
          Beşinci hedef, daimî zikre ulaşıp nefsi Allah’a teslim etmektir. Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanarak, nefs hidayete erer, ulûl’elbab takvaya ulaşır.
          Altıncı hedef, irşada ulaşmaktır. Burada muhlisler takvası (irşad takvası) söz konusudur.
          Ve yedinci hedef, Allah’a köle olmaktır. Yedinci kademedeki, yedinci takva olan “bihakkın takva”ya ulaşırsınız. Herbiri için hidayet söz konusuysa, iradenizin Allah’a teslim olarak hidayete erdiği yer burasıdır.
          Bütün sahâbe bu kademelerin hepsini geçmiş bütün hedeflere ulaşmışlardır. Hepsi İrşad Makamı’nın sahibi olmuşlardır.

40/MU'MİN-38: Ve kâlellezî âmene yâ kavmittebiûni ehdikum sebîler reşâd(reşâdi).
Ve âmenû olan adam şöyle dedi: "Bana tâbî olun ki sizi irşad yoluna ulaştırayım."
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hidayet kelimesi ulaşmak, ulaştırmak anlamına gelir. Bu âmenû olan adam, firavun ailesinden olan bir mürşiddir. Bihakkın takva seviyesinde; iradesini de Allah’a teslim etmiş ve Allahû Tealâ tarafından irşad makamına tayin edilmiş olan birisidir. “Bana tâbî olun ki; sizi irşad yoluna ulaştırayım.” diyor. Bunun mânâsı “Sıratı Mustakîm’e ulaştırayım.” dır. Ve o kişi, Allah’ın katında irşad makamının sahibi kılınan, kendisine “İrşada mezun ve memur kılındın.” emriyle mürşidlik verilen kişidir. Ruhunu da vechini de nefsini de iradesini de Allah’a teslim etmiştir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.