HİDAYET
Hidayet; insan ruhunun dünya hayatında Allah’a ulaşmasıdır.
32/SECDE-9: Summe
sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete),
kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn
etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için
sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası)
kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Secde Suresinin 7, 8 ve 9. âyetleri insanın
yaratılmasıyla alâkalıdır. Bu âyetlerde Allahû Tealâ, önce âdem (A.S)’ın
yaratılışını, sonra ondan sonra gelecek olan nesilleri, şu dünya üzerinde
vazifeli kılınmasını, âdem (A.S)’ın nasıl sevva edildiğini (düzenlendiği) ve
âdem (A.S)’ın içine Allah’ın ruhundan nasıl üflediğini ve insanlarda da işitme,
görme ve idrak etme hassalarını nasıl hassa kıldığını ifade ediyor.
30/RÛM-31: Munîbîne
ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin
(Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz
kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olun.” diyerek en önemli
olaydan bahsetmektedir. Allah’a yönelmek, Allah’a ruhu hayatta iken ulaştırmayı
dilemek demektir. Allah’a ulaşmayı dilemek Kur’ân’ın OLMAZSA OLMAZ şartıdır.
Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin cennete girmesi mümkün değildir. (10/YUNUS-7 – 8)
Allah’a
yönelenler, Allah’a ulaşmayı dileyenler ve böylece takva sahibi olanlar söz
konusudur.
Allah’a
yönelmek Allah’ın bir farz emridir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse 1. takvanın
sahibi olur. 7 kademeli takvadan birincisi Allah’a ulaşmayı dileme takvasıdır.
Buradaki
namaz, hacet namazıdır. Allahû Tealâ 7 furkanı verdikten ve o kişiyi gören,
işiten, idrak eden hale getirdikten sonra kişinin hacet namazını kılması,
mürşidini huşûya ulaşarak Allah’tan talep etmesi lâzımdır. Allahû Tealâ, bu
namazın ikame edilmesini böylece müşriklerden olunmamasını emretmektedir.
Çünkü
kim Allah’a ulaşmayı dilemezse o mutlaka şirktedir.
Rum
Suresinin 32. âyet-i kerimesi o şirki anlatmaktadır.
30/RÛM-32: Minellezîne
ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim
ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki)
onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar,
kendilerinde olanla ferahlanırlar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’a yönelenler tek bir
fırkayı, mü’minleri oluştururlar. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerse, dînde
fırkalara ayrılanlardır ve onlar geriye kalan bütün inanç gruplarını
oluştururlar. Allah’a ulaşmayı dilemezlerse, takva sahibi olmazlarsa onlar
müşriklerden olacaklardır. Şirkte oldukları için gidecekleri yer cehennemdir.
Bugün Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin
72 tane fırkasından bahsedilmektedir. Ama aynı fırkaların içinde Allah’a
ulaşmayı dileyen küçük birer azınlık hepsinin içinde mevcuttur. Onlar fırkalara
ayrılmayan, takva sahipleridir. Allahû Tealâ sadece iki grup insanın olduğunu
ifade etmektedir:
1- Allah’a ulaşmayı dileyenler, takva sahibi olanlar.
2- Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, takva sahibi olmayanlar.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyip de tek bir fırkada olanları,
müşriklerden olmayanları Sebe Suresinde mü’minler olarak anlatmaktadır:
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu
fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini)
yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı
dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
Bu âyette, şirkte olanlar olarak vasıflandırılanlar, fırkalara ayrılmış
olanlardır. Fırkalara ayrılmayanlar, şirkte olmayanlar sadece Allah’a yönelerek
Allah’a ulaşmayı dilemiş olanlardır. Kim Allah’a yönelirse o, Allah’a ulaşmayı
dileyen kişidir. Allah’a yönelmekle Allah’a ulaşmayı dilemek aynı şeydir.
Şura-13
Allah’a yönelmenin Allah’a ulaşmayı dilemek olduğunu ispat etmektedir. (42/ŞÛR–13)
42/ŞÛRÂ-13: Şerea
lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî
ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure
alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve
yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz.
Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta,
hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz.
Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat
kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme)
müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni,
Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Şura Suresinin 13. âyet-i
kerimesi Kur’ân-ı Kerim’in en önemli âyetlerinden biridir. Allahû Tealâ,
Allah’a ulaşmayı dileyen; yani Allah’a yönelen kişiyi mutlaka Kendisine
ulaştıracağını ifade etmektedir. Allahû Tealâ, insanlardan bir kısmını
seçeceğini, seçtiklerinden de Allah’a ulaşmayı dileyenleri Kendisine
ulaştıracağını söylemektedir, garanti etmektedir. Bu âyet açık bir şekide Rum
Suresinin 30, 31, ve 32. âyetleriyle alâkalıdır.
30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen),
fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi),
zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık
hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki;
Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın
yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar
yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
Allahû Tealâ sadece tek bir dînin olduğunu, bütün
insanları hanif fıtratıyla yarattığını ve yaratmasında değişiklik
görülemeyeceğini ifade etmektedir. Allahû Tealâ, bütün insanları kıyâmete kadar
hep hanif fıtratıyla yani hanif dînini yaşayabilecek olan özelliklerle
yaratacaktır.
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte
ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na
(Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı
ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Müşriklerden olmayan (şirke
düşmeyen) kişinin, Allah’a ulaşmayı dileyen kişi olduğu kesinleşmektedir.
Allahû Tealâ, Rum suresinin 32. âyet-i kerimesinde şirki anlatmaktadır:
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû
şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O
müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup
oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Allahû Tealâ’nın şirk tarifi açık
ve kesin bir şekilde burada yerli yerine oturmaktadır: Şirk içinde olanlar
Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir, Allah’a yönelmeyenlerdir. Allah’a yönelmiş
olsalardı tek bir fırka oluşturacaklardı (73. fırka) ve diğer bütün fırkalar
bunun dışında kalacaklardı (72 fırka). Müşrikler Allah’a ulaşmayı kesinlikle
dilemiyorlar, dileseler gizli şirkten kurtulacaklar. Rum-32 ve Şura-13’te gizli
şirkten bahsedilmektedir.
Allah’a yönelip de takva sahibi
olanların içinde bulunduğu tek fırka bütün insanlar için bir kurtuluştur. Allah
kimi dilerse onu Kendisine seçer ve bu seçtiklerinden Allah’a ulaşmayı
dileyenleri mutlaka Kendisine ulaştırır. Allah’ın seçtiği ve seçmediği insanlar
vardır. Allahû Tealâ insanların %90’dan fazlasını seçer. Allah’a ulaşmayı
dilemekten insanları men etmeyen herkes seçilir. Seçilenlerin de hepsinin kalbi
kasiyet bağlamıştır. Henüz o kişi Allah’a ulaşmayı dilememiştir ve kalbi
kapkaranlıktır. Bu karanlık kalpliler Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başka
insanların da Allah’a ulaşmasına mani olurlarsa, Allah onları dalâlette ve
şirkte bırakır, onları seçmez. Bu şirk; gizli şirktir.
Âyet-i kerime açık ve kesin bir
şekilde insanların ikiye ayrıldığını, bir kısmının Allah’a ulaşmayı dilediğini
ve şirkten kurtulduğunu diğer kesimin şirkte kaldığını söylemektedir.
Allah’ın insanlardan beklediği
şey Allah’a ulaşmayı dilemeleridir. Allah, Kendisine ulaşmayı dileyenleri
Kendisine ulaştıracaktır. O insanlar ruhlarını Allah’a ulaştırmayacaklardır.
Allah, onların ruhlarını Kendisine ulaştıracaktır. Bu kişilere namazı, orucu,
zikri, bütün ibadetleri sevdiren Allah’tır. Allah’ın sevdirmesiyle kişi bütün
ibadetlerini yerine getirir.
HİDAYET’İN 7 SAFHASI
1.
SAFHA HİDAYET
3/ÂLİ
İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû
ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi
ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum
minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah’ın ipine
sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini
hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin
arasını birleştirdi, böylece Allah’ın nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz
ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini
size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sahâbeye hitap ediyor Allahû Tealâ. Bütün sahâbe kanlı katildi, hepsi
başka kabilelerden birilerini öldürmüşlerdi. Her kabilenin içinde mutlaka başka
kabilelerin öldürdüğü ve başka kabilelerden ölenler vardı.
Sonuç ise kalplerin Allahû Tealâ tarafından birleştirilmesi, kardeşler
olmak. Burada söz konusu olan şey üst seviye bir hidayettir. Ruhun Allah’a
ulaşması, fizik vücudun Allah’a teslim olması, nefsin Allah’a teslim olması,
iradenin teslimi hepsi hidayet ama hidayetlerin arasında büyük farklar var.
Asıl hidayet hak takvanın
sahibi olduğu noktada gerçekleşir. Allah ile olan dostluğunuzu en güzeline
ulaştıracak olan bir vesileler zinciri olarak düşünün. Her ulaştığınız
kademenin daha ötesi vardır. Bihakkın takva ile herşeyin sonuna ulaşılır.
Burada son görüntü olan Allahû Tealâ’nın görülmesi mümkün olur.
Öyleyse herşeyin en güzel
olduğu bir ortamda sahâbe yaşamış asırlarca önce. ve sahâbe, bugünlere ve
geleceğe ışık, ibret olmuşlar.
Allahû Tealâ bu âyette
fırkalara ayrılmamaktan da bahsediyor. Sadece bir tek fırka kurtuluşa
ulaşabilecek, geri kalan 72 fırka cehenneme gidecektir: (34/SEBE-20)
En’am-153’te mü’minlerin Sıratı Mustakîm üzerinde bulunanlar olduğunu
görüyoruz:
6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî
mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an
sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse
ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun
yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz
takva sahibi olursunuz.
Böylece Allahû Tealâ insanları
hidayete erdirmiştir. Hidayet müessesesi teşekkül etmiştir.
Burada
Allah’ın yoluna girmişken çıkmış olanlardan bahsediyor. Onların kurtuluş âyeti
gibi olan Al-i Imran-103’te Allah onlara yolu göstermektedir.
6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve
ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve
onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları
seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah’a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik
(ulaştırdık).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, evvelki âyetlerde önce peygamberlerden
bahsetti, hepsinin hidayete erdiğini söyledi (hepsi tasarruf takvasına
ulaşmışlardı). Burada da peygamberlerin babalarından, onların zürriyetlerinden,
gelecek nesillerinden, kardeşlerinden bir kısmını seçerek, Sıratı Mustakîm’e
ulaştırdığını söylemektedir.
6/EN'ÂM-88: Zâlike
hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita
anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte bu Allah’ın
hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk
koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet,
Sıratı Mustakîm konusundaki en önemli bir kaç âyetten bir tanesidir. Çünkü bu
âyettete, Sıratı Mustakîm’in vasfı verilmekte ve tarifi tamamlanmaktadır.
Sıratı Mustakîm, insanların ruhlarını Allah’a ulaştıran yoldur. Allahû Tealâ
kullarından dilediğini, Sıratı Mustakîm’le hidayete erdirir; Sıratı Mustakîm
üzerinden yapılacak bir yolculukla, insanlar Allah’a ulaşır. Sıratı Mustakîm:
Ruh için, Allah’a ulaştıran yolun adıdır.
Fizik vücut için, Allah’a fizik vücudu teslim
etmeye vasıta olan yolun adıdır.
Nefs için, Allah’a nefsi teslim etmeye vasıta
olan yolun adıdır.
İrade için, Allah’a iradeyi teslim etmeye
vasıta olan yolun adıdır.
Allahû
Tealâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de bir kavramı var: “Allah’a teslim olmak” Allah’ın
vasiyeti, eğer peygamberleri de dahil ederseniz, beş tane teslimi içerir.
Allahû Tealâ bize ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi, irademizi teslim etmemizi emretmiştir. Allahû Tealâ
bizden yemin, misak ve ahd almıştır. İradenin ve aklın teslim edilmesine
dair herhangibir yemin almamıştır.
Bunlar ekstrem kavramlar ve otomatik olgulardır.
Bir insan
daimî zikre ulaştıktan sonra nefsinin kalbi adım adım saflaşır, saf olur.
Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemez, emrettiklerini mutlaka yapar. Öyle bir
gün gelir ki, düşmanlarını da sevmeye başlar. İşte o zaman, kalbi müzeyyen
olur. Allahû Tealâ peygamberlerin olmadığı devirlerde resûllerinden kimi devrin
imamlığı’na tayin ederse o kişi aklını da Allah’a teslim etmiştir. Seçtiği
kişiyi, otomatik olarak iradî kontrolüne alır, tasarrufuna alır. O kişi,
Allah’ın söylediklerini söyleyebilir, Allah’ın yaptırdıklarını yapabilir,
kendiliğinde bir şey yapma veya söyleme imkânı yoktur. Bu sebeple yaptıklarından sorumlu değildir.
Ezelde
Allahû Tealâ ruhumuzdan, vechimizden, nefsimizden yemin, misak ve ahd almıştır.
7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min
zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû
belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz)
dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından
onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu.
(Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki:
“Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”
Bunlara
ilâve olarak irademizden de misak almıştır.
5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve
mîsâkahullezî vâsekakum bihî, iz kultum semi’nâ ve ata’nâ,
vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat
ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misakını hatırlayın. Allah’a
karşı takvâ sahibi olun, muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi
bilir.
Ve bunların
mutlaka yerine getirilmesini ister. Her birinin yerine getirilmesi bir Sıratı
Mustakîm’le gerçekleşir. Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’in vasfı, hidayete
erdirmesidir. Ruhumuzun hidayete ermesi; Allah’a teslimi, fizik vücudumuzun
hidayete ermesi; Allah’a teslimi, nefsimizin hidayete ermesi; yani Allah’a
teslimi, irademizin hidayete ermesi, irademizin Allah’a teslimi söz konusudur.
Hepsinin hidayeti vardır.
Sıratı
Mustakîm hidayete erdiren yol ise ruhun hidayeti Allah’a ulaşmak, Allah’ta yok olmaktır. (2/BAKARA-120)
(3/ÂLİ İMRÂN-73)
6/EN'ÂM-71: Kul e ned’û min dûnillâhi mâ lâ yenfeunâ
ve lâ yadurrunâ ve nureddu alâ a’kâbinâ ba’de iz hedânâllâhu kellezîstehvethuş
şeyâtînu fîl ardı hayrâne lehû ashâbun yed’ûnehû ilel hude’tinâ, kul inne
hudallâhi huvel hudâ, ve umirnâ li nuslime li rabbil âlemîn(âlemîne).
De ki: “Bize fayda ve zarar vermeyen Allah’tan başka
şeylere mi dua edelim? Bizi Allah’ın hidayete erdirmesinden sonra, yeryüzünde
şeytanların kandırıp, şaşkın bıraktığı arkadaşlarının “bize hidayete gel” diye
çağırdığı kimse gibi topuklarımızın üzerinde geriye mi döndürülelim?” De ki:
“Muhakkak ki; Allah’a ulaşmak, o, hidayettir ve biz âlemlerin Rabbine teslim
olmakla emrolunduk.”
4/NİSÂ-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû
bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan
mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah’a
ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah’a) sarılanları ise, (Allah) kendinden
bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, kendisine ulaştıran “Sıratı
Mustakîm”e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).
Allah’a ruh
olarak misak vermişiz, ruhumuzu Allah’a ulaştırıp teslim edeceğiz.
Fizik
vücudun hidayeti, şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olmaktır.
16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen
eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men
hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul
mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin,
kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık).
(Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin
şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir
kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete
erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık
yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın
(görün).
Fizik
vücudun Sıratı Mustakîm’i, Allah’a verdiği ahdin yerine getirilmesidir.
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ
ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza
dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun
mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu
da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
Allah’a
verilen ahd, fizik vücudu Allah’a teslim etmektir. Allah’ın bütün emirlerini
yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir fizik vücudun sahibi
olmaktır. Bu noktaya ulaştığımız zaman, fizik vücudumuz da fizik vücut olarak,
insan-ı kâmil olarak, kemâl derecelerinde öyle bir hale gelir ki; ulaştıran
yol, Sıratı Mustakîm’dir.
Nefsin
hidayeti, tezkiyesi ve tasfiyesidir.
5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum,
lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum. İlâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum
bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin
sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse
size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allâh'adır. O zaman yapmış olduğunuz
şeyleri size haber verecek.
Nefs,
tezkiyeye başladığı anda hidayet üzere olur. Bütün afetler yok olduğu zaman,
26. basamaktadır. Nefsin de, Sıratı Mustakîm’le bir hidayeti vardır.
6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî
hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil
kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne
zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum
tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en
güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin.
Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman,
yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin
(ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla
vasiyet (emir) etti.
Ne zaman
daimî zikre ulaşarak nefsimiz de, bütün afetlerden kurtularak, kemâl
derecelerinin sonuna ulaşırsa, Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak
ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özelliği kazanırsa; ahsen olmasına sebebiyet
verecek olan nefsini de Allah’a teslim eden, bir insan-ı kâmil olur. Ve nefsin
tesliminin de bir Sıratı Mustakîm’i vardır.
Allah’ın
bizden aldığı yeminler, ruhun misaki, fizik vücudun ahdi, nefsin yemini
iradenin misaki olmak üzere 4 safhayı oluşturur; ruhun, fizik vücudun, nefsin
ve iradenin Allah’a teslimi... Onların ötesi, aklın da Allah’a teslimini ihtiva
eder. Allahû Tealâ aklımızın Allah’a teslimi konusunda, üzerimize vasiyet
ettiği halde, sadece özel kişilere has olduğu için, bir yemin, misak ve ahd
almamıştır. Kim Allah’a iradesini teslim edecekse, nasuh tövbesini yaptıktan
sonra yaşarsa, otomatik olarak o noktaya gelir, kendisi Allah’a köle olur.
66/TAHRÎM-8: Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi
tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve
yudhılekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye
vellezîne âmenû meahu, nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne
rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfirlenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’a
Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve
sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O’nunla
beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar.
“Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba
çevir). Muhakkak ki Sen, herşeye kaadirsin.” derler.
Ve aldığı yemini, misaki ve ahdi, “Allah ile ahdimiz” diye bize takdim eder.
Bizim cephemizden “yeminimiz”, “misakimiz”, “ahdimiz”, “misakimiz” var. Allah
cephesinden her dördüne birden “ahd” kelimesi
kullanılmıştır. Allah’ın vasiyetinden (Mâide-7) de bahsedilmektedir.
“Allah ile olan ahdinizi yerine getirin” emri Allah cephesinden, “ruhunuzu da,
vechinizi de, nefsinizi de, iradenizi de Allah’a teslim edin!” demektir.
Öyleyse bu da diğer iki Sıratı Mustakîm’in ötesindeki, son Sıratı Mustakîm’dir.
Sıratı Mustakîmler’in hepsini ifade eden bir Sıratı Mustakîm. Ruhumuzu Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm, fizik
vücudumuzu Allah’a teslim eden Sıratı Mustakîm, nefsimizi Allah’a teslim kılan
Sıratı Mustakîm.
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men
şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve
ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi,
kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir).
(Allah’a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
Kim nefsini
tezkiye ederse kendi nefsi için tezkiye etmiş olur ve
Allah’a ulaşır, ruhu Sıratı Mustakîm üzerinden Allah’a ulaşıp, teslim
olur.
Böyle bir
dizaynda Allah’a ulaşmayı dileyen birisi,
on iki tane ihsan alarak, mürşidine ulaşır (14. basamak). Allah ona yedi tane
ni’met verir. Bu ni’metlerden dört, beş, altı ve yedincisi ruhun Allah’ın
Sıratı Mustakîmi’ne ulaşması, fizik vücudun Sıratı Mustakîm’e ulaşması, nefsin
Sıratı Mustakîm’e ulaşması, iradenin Sıratı Mustakîm’e ulaşması (güçlenmeye
başlaması)dır. Bir başka ifadeyle, ruhun da, fizik vücudun da, nefsin de
iradenin de hidayete başlamasıdır.
Nefs tezkiye
olmaya başlar, hidayete başlar. Nefsin kalbindeki afetler % 1, %1 azalır. Ne
zaman kalpteki nur birikimi %7 olursa,
Allah’a doğru yola çıkan ve mürşide tâbî olan; orada bekleyen ruh oradan
ayrılır, ana dergâha ulaşır. Sıratı Mustakîm üzerinden, yaptığı yolculukta altın kapıdan çıkarak, birinci kata kadar
çıkabilir. Bundan sonra her %7 nur birikiminde, nefs tezkiye olmaya devam eder.
Emmare, levvame, mülhime, mutmainne, radiye, mardiyye ve tezkiye kademelerinde
%7, %7 aklanarak; ruhumuz da bu aklanma boyunca, göğün 1,2,3,4,5,6 ve 7.
katlarında seyr-i sülûk yapar, Allah’a doğru yükselir. Ve fizik vücut nefsin
afetlerden kurtulması oranında, şeytana kul olmaktan kurtularak, Allah’a kul
olur.
Böylece
bundan yedi basamak sonra ruh, Allah’a ulaşır; fizik vücut şeytana kul olmaktan
daha çok, Allah’a kul olur. %51 nura kavuşmakla, şeytanın hakimiyet alanı
%100’den %49’a düşmüştür. Şeytana olan köleliği %100’den, %50’nin altına
düşmüştür. Yarıdan fazla nurlara tâbî olmuştur, Allah’a tâbî olmuştur,
hidayetin yarısını tamamlamıştır. Nefs de afetlerin %51’ini yok ederek %51 nura
sahip olmuştur. Ruhumuzun Allah’a teslim olduğu, Sıratı Mustakîm’in bittiği yer
burasıdır.
Bu noktaya
kadar tezkiye olmakta devam eden nefsin kalbi, bundan sonra fenâ makamında,
beka makamında, zühd makamında, muhsinler makamında nurlar kazanarak; %91
oranında nura ulaşır. %19 karanlık kalır. Bu nokta fizik vücudun Sıratı
Mustakîm’inin sona erdiği noktadır. Çünkü; fizik vücudumuz burada Allah’ın
emrettiği bütün emirleri yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen
bir özellikte olur, Sıratı Mustakîm’ini tamamlar ve Allah’a teslim olur.
Nefsimizin Sıratı Mustakîm’i burada bitmez. Daimî zikre başlar. Kişi ulûl’elbab
olur, nefsin kalbindeki bütün afetler yok olur. Bu noktadan itibaren nefs de,
Allah’a teslim olmuş ve hidayeti sona ermiş, Sıratı Mustakîm’i tamamlanmıştır.
Dört Sıratı
Mustakîm de 14. basamakta başlar. Ruhumuzunki 21. basamakta biterek, Allah’a
ulaşır, teslim olur. Fizik vücudumuzunki 25, nefsimizinki 26. basamakta biter.
İrade-mizinki 28. basamağın 4. kademesinde biter. Dört ayrı Sıratı Mustakîm,
dört ayrı teslim, işte Allahû Tealâ’nın
Sıratı Mustakîmleri...
İnsanoğlunun
Allah ile olan ahdi, bu dört emanetin de Allah’a teslimini emreder. Ve
teslimler Sıratı Mustakîmlerle gerçekleşir. Sıratı Mustakîm’e, “doğru yol”
dediğiniz zaman, herkes kendisini Sıratı Mustakîm’de kabul etmektedir. “Ben
İslâm’ın beş tane şartını yerine getiriyorum, öyleyse ben Sıratı Mustakîm’in
üzerindeyim.” demektedir. Oysa ki; Sıratı Mustakîm, Allah’a ulaşmayı dilemek
suretiyle dalâletten kurtulup hidayet üzere olduğu noktadan itibaren, başlayan
bir vetiredir ve üç vücuda ve iradeye göre ayrı bitiş devreleri söz konusudur.
2.
SAFHA HİDAYET
39/ZUMER-23: Allâhu
nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu
culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ
zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men
yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği
(nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer
(salâvât-fazl ve salâvât-rahmet), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi.
Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve
kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın
hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette
bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah, kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun
göğsünü yarar ve İslâm’a (Allah’a teslim olmaya) açar. Teslimi gerçekleştirecek
olan unsur, kişinin göğsünden kalbine yol açılmasıdır. İşte Allahû Tealâ, bu
nurların gelişinden bahsetmektedir. Kur’ân-ı Kerim bir zarftır, içindeki
kelimelerse mazruftur. Kişiye ikişer ikişer gelerek kalbine girecek olan nurlar
rahmetle fazl ve rahmetle salâvâttır. Rahmetle salâvâtta, rahmet, zarftır;
salâvât mazruftur. Rahmetle fazlda, rahmet, zarftır; fazl mazruftur. Allahû
Tealâ diyor ki:
24/NÛR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ
tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu
ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve
rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu,
vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî
olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına
uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri
(inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve
fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden
hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini
tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi
bilendir).
Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmasaydı yani
kalbinize ulaşmasaydı içinizden hiçbiriniz nefsinizi tezkiye edemezdiniz:
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum
musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki; kendilerine bir musîbet isabet ettiği
zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için
yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” dediler.
2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun
min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
Onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka
döneceklerinden emin olanlar var ya), Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların
üzerinedir. İşte onlar, hidayette olanlardır.
Nefs tezkiyesinin temelini zikirle Allah’ın katından
nefsin kalbine gönderilen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât isimli iki grup nur
teşkil eder.
16/NAHL-9: Ve
alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum
ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan
Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın
üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi
hidayete erdirirdi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sıratı Mustakîm, Allah’a ulaştıran yolun
adıdır ve 2 yatay, 2 dikey olmak üzere 4 sebîlden oluşur. 1. ve 3. sebîller
yatay; 2. ve 4. sebîller dikeydir. Her sebîlin başlangıcı, bir mürşidin
dergâhıdır.
Sebîller, her mürşidin bulunduğu dergâhtan, devrin imamının
bulunduğu dergâha kadar ulaşan, yeryüzünün sathına paralel yollardır. Bu, Sıratı
Mustakîm’in 1. kesimidir.
Devrin
imamının dergâhından 7 tane gök katını birer birer aşarak 7. gök katına ulaşan
2. sebîlin adı “Tarîki Mustakîm”dir. Zemin kattan 7. kata kadar çıkaran Tarîki
Mustakîm, özel bir tarıktir. Hem girişinde hem de çıkışında altın bir kapı
vardır. Devrin imamının dergâhındaki altın kapıdan Tarîki Mustakîm’e girilir, 7
kat yükselip, 7. katta altın kapıdan geçerek Tarîki Mustakîm’den çıkılır. Bu,
fetih kapısıdır. Tarîki Mustakîm, burada tamamlanır. Sonra 7 tane yatay âlem
geçilir. Bu, Sıratı Mustakîm’in 3. sebîlidir. 7. âlemin en üst noktası olan
Sidretül Münteha’dan yukarıya, Allah’a uzanan 4. yol, 4. sebîldir.
3.
SAFHA HİDAYET
2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ
hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te
ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ
nasîr(nasîrin).
Sen
onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar
senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte
o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan
andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Dünya hayatını yaşarken
ruhunu Allah’a ulaştıran hidayete erer.”
Hidayet;
ruhun Allah’a ulaşarak teslim olmasıdır.
Ruhun
hidayeti (22. basamak), ruhun Allah’a ulaşması; fizik vücudun hidayeti (25.
basamak), fizik vücudun Allah’ın bütün emirlerini yerine getirip yasak ettiği
hiçbir fiili işlemeyen standartta Allah’a teslim olması; nefsin hidayeti (27.
basamak), Allah’ın bütün emirlerini yerine getirip, yasak ettiği hiçbir fiili
asla işlemeyecek hale gelerek Allah’a teslim olması iradenin hidayeti (28.
basamağın 4. kademesi), iradenin allah’a teslim olmasıdır. dördünün de hidayeti
Allah’a teslim olmalarıdır. İnsan, bunların dördünü de Allah’a teslim etmekle
mükelleftir. (4/NİSÂ-58)
Emanetin sahibi tektir, ama emanet 4 tanedir: Ruh,
vech, nefs ve irade.
Zamanın dîn adamları bu hakikatlerden haberdar olmadıkları için
insanları da bunlardan haberdar edemeyeceklerdir.
Hz. Musa zamanında ona tâbî olanlardan az sayıda insan, Hz. İsa
zamanında 12 havarisi, İslâm’da da Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve O’na tâbî
olanların hepsi, Allah’ın yoluna girmişler; ruhlarıyla, vechleriyle,
nefsleriyle, iradeleriyle Allah’a teslim olmuşlardır. Ancak bugün bu kavimlerin
çoğu Allah’a teslim olma kavramını unutmuşlardır.
İnsanlar Allah’a teslim olmak üzere yaratılmışlardır. Her peygamber
zamanında tâbî olanlar Allah’a teslim
olmuşlardır. Aradan geçen yüzyıllarda, Allah’ın hakikatlerini iblis devreden
çıkarmıştır. Bundan sonra insanlar, dejenere olarak, cehenneme gidecek olan
büyük ve Allah’ın mükâfatlarına nail olacak olan küçük bir kesimden ibaret
kalmışlardır.
Peygamberimiz’e tâbî olan
Hz. Ali ve Hz. Ebubekir kolundan gelen iki grup insan, asırlar boyunca zincirin
halkalarını bugüne kadar ulaştırmışlardır. bugün İslâm’ın içinde küçük bir
grup, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı İslâm’ı yaşamaktadır.
Ne yazık ki Allahû Tealâ’nın katında bu küçük grup dışında olanların kurtulma
ümitleri yoktur. Her ümmette küçük bir grup, Allah’ın, peygamberlere verdiği
Allah’a teslim olma emrini bugün de gerçekleştirmektedirler.
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum,
kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde
rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu),
vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve
(Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler).
(Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet (insan ruhunun ölmeden önce
Allah’a ulaşması), (Allah’ın kendisine ulaştırması) Allah’ın hidayetidir, size
verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in
huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın
elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi
kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Size verilenin bir benzeri, yani sizin peygamberinize nasıl Tevrat
verilmişse ey yahudiler, sizin peygamberinize nasıl Incil verilmişse ey
hristiyanlar, bu devrin peygamberine de Kur’ân-ı Kerim ve-rilmiştir.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu işitir, bilir ve görür. Kişinin
üzerinde Rahman esmasıyla tecelliye başlar, 12
ihsan verip, onu mutlaka mürşidine ulaştırır. Kişi nefs tezkiyesine
başlar. Işte o zaman Allah o kişinin zikir yapması sebebiyle ona salâvatla
fazlını göndermeye başlar. Öyleyse fazl Allah’ın elindedir. Çünkü herkese
vermez. Sadece Rahîm esmasını kullandığı insanlar için geçerlidir.
Öyleyse bu sonuca dikkatle bakın. Burada Allahû Tealâ’nın bir güzelliği
var. Rahmeti ve fazlı bir ayrı dizayn içinde Allahû Tealâ işaret ediyor. Kim
Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah ona Rahman esmasıyla tecelliye başlıyor. Kişi
mürşidine ulaştıktan sonra, Allah’ın elinde olan fazl artık o kişiye verilmeye
başlanmıştır. Bir kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse fazlın onun iç dünyasında
hiçbir faydası olmaz, çünkü fazl o kişinin içine hiçbir şekilde giremez. Kişinin
göğsünden kalbine yol açılmamıştır. Birincisi kişinin kalbi mühürlüdür.
Ikincisi o kişi sabahtan akşama kadar 24 saat zikir yapsa, kalbine bir damla
nur girmesi mümkün değildir. Allah’ın elinde olan fazl kişiye gönderilmez,
çünkü o kişi ona ehil değildir.
4.
SAFHA HİDAYET
29/ANKEBÛT-69: Vellezîne
câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ ve innallâhe le meal muhsinîn(muhsinîne).
Ve Bizim uğrumuzda (nefsleri
ile ve Allah’ın düşmanları ile) cihad edenleri, mutlaka Bizim yollarımıza
(Sıratı Mustakîmler’e) hidayet ederiz (ulaştırırız). Ve muhakkak ki Allah,
mutlaka muhsinlerle beraberdir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren kişi
Allah’ın yolundadır. Kim ruhunu Allah’a ölmeden evvel ulaştırırsa, o kişi
Allahû Tealâ’nın indinde ilk teslime ulaşmıştır. Kişi, Allah’ın düşmanlarıyla
cihad ederken aynı zamanda nefs tezkiyesi yaptığı için nefsiyle de cihad etmiş
olmaktadır.
Allah fizik vücutlarını (vechlerini) Allah’a
teslim edenlere “muhsinler” diyor.
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu
lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen),
vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve, hanif olarak Hz. İbrahim’in dinine tâbi olmuş ve
vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha
ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz.İbrâhîm’i dost edindi.
5.
SAFHA HİDAYET
32/SECDE-13: Ve lev şi’nâ le âteynâ kulle nefsin
hudâhâ ve lâkin hakkal kavlu minnî le emleenne cehenneme minel cinneti ven nâsi
ecmaîn(ecmaîne).
Ve
eğer dileseydik, bütün nefslere kendi hidayetlerini elbette verirdik (herkesi
hidayete erdirirdik). Fakat Benim: "Mutlaka cehennemi, tamamen cinlerden
ve insanlardan dolduracağım." sözü(m) hak oldu.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesinde Allahû
Tealâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme
zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e
lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum
likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel
kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya
geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin)
bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller
gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi
(söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat
azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
İnsanlara insan resûller, cinlere cin resûller
gelir. Allah cehennemi mutlaka insanlardan ve cinlerden dolduracaktır. Onlara
azap edeceği sözü hak olmuştur. ve bu azap sözünün hak olmasının işlevinde
Allah buyuruyor ki: (16/NAHL-36)
Hiçbir zaman, hiçbir kavmi resûlsüz bırakmayan
Allahû Tealâ, bütün kavimlerde resûl beas etmiştir. O kavimdeki insanları
taguta kul olmaktan kurtarsınlar da Allah’a kul etsinler diye. Bir kısmı bu
sebeple hidayete ermişlerdir. Bir kısmınınsa üzerine dalâlet hak olmuştur.
Dalâletin hak olması, azabın da hak olmasını ifade eder. Dalâlet o insanların
cehenneme gidip azap çekmelerine sebep olur.
40/MU'MİN-54: Huden
ve zikrâ li ulîl elbâb(elbâbi).
Ulûl’elbab için hidayet ve
zikir olarak.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ulûl’elbab, daimî zikrin sahipleridir. Daimî
zikrin sahipleri, nefslerinde hiçbir afet kalmamış olan; kalp gözleri, kalp
kulakları açılmış olanlardır.
Ulûl’elbab kavramı, Al-i İmran Suresinin 190 ve 191. âyet-i
kerimelerinde ifade edilmiştir:
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı
vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile
gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette ayetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve
kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı),
rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin
sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima ) Allah'ı zikrederler.
Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki):
"Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna ) yaratmadın. Sen
Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
Üç halde bulunabilen insanlar üzerine farz
olduğu için, üçünde de Allah’ı zikretmelidirler. Yani Allah’ı zikretmeleri
kesintisiz olarak devam etmelidir.
6.
SAFHA HİDAYET
10/YÛNUS-9: İnnellezîne
âmenû ve amilûs sâlihâti yehdîhim rabbuhum bi îmânihim, tecrî min tahtihimul
enhâru fî cennâtin naîm(naîmi).
Muhakkak ki âmenû olanlar ve
amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar, îmânlarından dolayı Rab’leri, onları
hidayete erdirir. Onlar, altlarından ırmaklar akan naîm cennetlerindedirler.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet-i kerime, Yunus 7 ve 8’in karşıtıdır.
Bu âyet-i kerime, Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesiyle kişinin mü’min
olmasını sağlayan dizayn açısından da illiyet rabıtası içerisindedir:
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen
sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu
gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân
yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o
taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba)
çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet
gönderendir).
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel
yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev
ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve
eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru
hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e
lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya)
îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar
bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri
olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve
onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının
ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan
cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah,
onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar,
Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha
erenler değil mi?
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden evvel
Allah’a ulaşmaya) îmân eden kavmi, Allah’a ve resûlüne karşı gelenlerle sevişir
bulamazsın. Velev ki; onlar, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı
aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah’ın katından
(orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine
yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere
konurlar. Orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da
Allah’tan razıdırlar. İşte onlar, Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki; Allah,
taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
Bu âyet-i kerimeye göre Allah’a ulaşmayı
dileyenlerin, (Allah kalplerine ulaşarak) kalplerini Allah’a döndürür,
göğüslerini yararak kalplerine nur yolunu açar. Bu kişi zikir yaptığı zaman
Allah’ın rahmeti onun kalbine girmeye başlar. Bu nefs tezkiyesinin, yani
amilüssalihatin başlangıcıdır.
40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ
mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike
yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse
mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim
amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar,
(îmânı artan) mü’minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.
7.
SAFHA HİDAYET
6/EN'ÂM-97: Ve
huvellezî ceale lekumun nucûme li tehtedû bihâ fî zulumâtil berri vel
bahr(bahri), kad fassalnal âyâti li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve kara ve denizin
karanlıklarında (nefsin afetlerinin karanlığında) onunla yolunuzu bulmanız
(hidayete ermeniz) için yıldızları (nebîler, resûller, mürşidler) kılan O’dur.
Bilen bir kavim için, âyetleri detayları ile açıkladık.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Fizik
dünyada kutup yıldızının muhtevasını düşünelim. Gecenin karanlığında açık
denizdesiniz. Sizin için hiçbir nirengi noktasının olmadığı bir durumda ne
yaparsınız? Gündüz güneş, hangi istikamete gideceğinizi ifade eder. Belli bir
istikamete gidiyorsanız geminin hep aynı tarafından, aynı noktadan güneşin
doğması lâzımdır. Eğer başka bir taraftan doğuyorsa tekrar rotaya girmeniz
gerekir. Diğer taraftan yıldızlara baktığınız zaman da belli bir istikamette
gidiyorsanız; kutup yıldızı, bulunduğunuz yerden görünüyorsa, karşınıza, gemiye
göre hep aynı istikamette, aynı açıdan çıkması lâzımdır ki; istikametinizin
doğru olduğu tebellür etsin. Bu, fizik standartlarda gecenin karanlıklarında
yol bulmamız için gerekli olan bir konudur.
Öbür
taraftan Allahû Tealâ burada manevi yolculuğunuz için (hidayete ermek için)
açık olarak “hidayet” kelimesini kullanmaktadır: “Yıldızları kılan O’dur.”
buyuruyor. Yıldızların başında Peygamber Efendimiz (S.A.V) gelir. Sonra bütün
nebîler, bütün peygamberler gelir. Sonra peygamber olmadıkları, sadece resûl
oldukları halde (velî resûl), huzur namazının imamlığına tayin edilenler gelir.
Sonra bütün kavimlerde her devirde, her zaman var olan resûller gelir. Burada
“hidayet” söz konusudur. Allahû Tealâ, bu âyette “gece” demekle, nefsin
karanlıklarını ifade etmektedir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) diyor ki: “Benim sahâbem
yıldızlar gibidir. Kim onlara tâbî olursa mutlaka hidayete erer.” Bu hadîs için
“mevzu hadîs” (uydurma hadîs) denmektedir.
Peygamber
Efendimiz (S.A.V) de: “Benim hadîslerim tartışılacaktır, Kur’ân-ı Kerim’e
bakın. Hiçbir hadîsim Kur’ân-ı Kerim’e aykırı olmaz.” buyurmuştur.
İşte
Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ ister ensar olsun, ister muhacirîn, hepsine tâbî
olunduğunu ifade buyurmuştur.
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne
vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve
eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel
fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan
salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar):
Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı
ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve
muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları
için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan)
razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada
ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
Tâbî olanlar da hidayete ermiştir ve adlarına
“tâbiîn” denmektedir. Tâbiine tâbî olanlar da vardır. Hidayete ermenin en üst
noktasına çıkmışlar, mürşid olmak seviyesine ulaşmışlardır. Onlara tâbî olanlar
da vardır; “tebe-i tâbiin.” Onlara da, onlardan sonrakilere de tâbî olanlar hep
olmuştur. Öyleyse bu hadîs, mevzu hadîs değildir. Tam Kur’ân-ı Kerim’le irtibat
halinde, denge halinde, tam Kur’ân-ı Kerim’in söylediğini söylemektedir. Sahâbe
yıldızlar gibidir. Onlara tâbî olanlar, mutlaka hidayete ererler ve
ermişlerdir.
Öyleyse
âyet-i kerimeleri mânâlandırırken bir zahirî âleme göre kelime mânâsı, lâfzın
mânâsı, bir de ruhun mânâsı vardır. Bu iki mânâyı birbirinden ayırdığımız zaman
ruhun 7 tane mânâsına ulaşılır. Konuya hidayetten girildiğinde karşımıza 6
hidayetin 7 safhası çıkar. Bu yedi hedef, yedi tane takvayı içermektedir.
Allah’a
ulaşmayı dilemek birinci safhadır. Âmenûlar takvası hidayetin düşünce
plâtformundaki ilk noktasıdır.
Düşünce
bazında kuvveden fiile çıkmamış bir hidayettir. Mürşidinize ulaştığınız zaman
fiziki hidayet başlamıştır, hidayete adım atarsınız. Ruh vücuttan ayrılmıştır.
Sıratı Mustakîm’e ulaşmıştır. Allah’a doğru bir yolculuğa çıkmıştır; tâbiiyet
takvasındasınız. 14. basamakta yola çıkan ruh, 21. basamakta Allah’a
ulaşmıştır. Allah’a teslim olmuştur. Hidayete eren ilk varlığınız ruhunuz,
evvab takvada hidayete erer; üçüncü takva. Henüz üçüncü hedeftesiniz.
Dördüncü
hedef, fizik vücudu Allah’a teslim etmektir.
Fizik vücut,
Allah’ın bütün emirlerini yerine getirir, yasak ettiği hiçbir fiili işlemez bir
hüviyet kazanır. Muhsinler takvasında, fizik vücut da Allah’a teslim olur,
hidayete erer.
Beşinci
hedef, daimî zikre ulaşıp nefsi Allah’a teslim etmektir. Allah’ın bütün
emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik
kazanarak, nefs hidayete erer, ulûl’elbab takvaya ulaşır.
Altıncı
hedef, irşada ulaşmaktır. Burada muhlisler takvası (irşad takvası) söz
konusudur.
Ve yedinci
hedef, Allah’a köle olmaktır. Yedinci kademedeki, yedinci takva olan “bihakkın
takva”ya ulaşırsınız. Herbiri için hidayet söz konusuysa, iradenizin Allah’a
teslim olarak hidayete erdiği yer burasıdır.
Bütün sahâbe
bu kademelerin hepsini geçmiş bütün hedeflere ulaşmışlardır. Hepsi İrşad
Makamı’nın sahibi olmuşlardır.
40/MU'MİN-38: Ve kâlellezî âmene yâ kavmittebiûni
ehdikum sebîler reşâd(reşâdi).
Ve
âmenû olan adam şöyle dedi: "Bana tâbî olun ki sizi irşad yoluna
ulaştırayım."
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hidayet kelimesi ulaşmak,
ulaştırmak anlamına gelir. Bu âmenû olan adam, firavun ailesinden olan bir
mürşiddir. Bihakkın takva seviyesinde; iradesini de Allah’a teslim etmiş ve
Allahû Tealâ tarafından irşad makamına tayin edilmiş olan birisidir. “Bana tâbî
olun ki; sizi irşad yoluna ulaştırayım.” diyor. Bunun mânâsı “Sıratı Mustakîm’e
ulaştırayım.” dır. Ve o kişi, Allah’ın katında irşad makamının sahibi kılınan,
kendisine “İrşada mezun ve memur kılındın.” emriyle mürşidlik verilen kişidir.
Ruhunu da vechini de nefsini de iradesini de Allah’a teslim etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.