ŞİRK
Allahû Tealâ, Kur'ân-ı Kerim'de
"gizli şirk" ve "açık şirk" olmak üzere 2 çeşit şirkten
bahsetmektedir.
Açık şirk, genellikle insanların
kendileri dışında elleriyle yonttuğu bir ağacı ya da bir taşı put addetmesiyle
ona tapmaya başlaması ve onu Allah'a ortak koşmasıyla tezahür eden bir olaydır.
Bu tip insanlara, "Kâinatı yaratan, gökten size rızık veren kimdir?" şeklinde
bir soru sorulduğunda: "Allah’tır” derler. "Peki, bu putlara neden
tapıyorsunuz?" diye soru yöneltildiğinde ise; "Onlar, bizi Allah'a
yaklaştıracak olanlardır." şeklinde cevap verirler.
Bu durum, kesinlikle açık bir şirktir. Ne yazık ki bu inancın sahibi
olan insanlar, elleriyle tahtadan, taştan yaptıkları bu putların, bir şeyi
işitmeyen, görmeyen, konuşmayan nesneler olduklarını unutmaktadırlar. Allahû
Tealâ, Yûnus Suresi 18. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
10/YÛNUS-18:
Ve ya'budûne min dûnillâhi mâ lâ yedurruhum ve lâ yenfeuhum ve yekûlûne hâulâi şufeâunâ
indallâh(indallâhi), kul e tunebbiûnâllâhe bimâ lâ ya'lemu fîs semâvâti ve lâ
fîl ard(ardı), subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve onlara fayda ve zarar
vermeyen Allah'tan başka şeylere (putlara) kulluk (ibadet) ediyorlar. Ve
“Bunlar, Allah'ın yanında bizim şefaatçilerimiz.” diyorlar. De ki: “Yeryüzünde
ve semalarda bilmediği bir şeyi Allah'a haber mi veriyorsunuz?” O, Sübhan'dır
(münezzehtir), onların ortak koştuğu şeylerden yücedir.
Allahû Tealâ, Ankebût Suresi 17.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
29/ANKEBÛT-17:
İnnemâ ta’budûne min dûnillâhi evsânen ve tahlukûne ifkâ(ifken), innellezîne
ta’budûne min dûnillâhi lâ yemlikûne lekum rızkân, febtegû indallâhir rızka
va’budûhu veşkurû leh(lehu), ileyhi turceûn(turceûne).
Fakat siz, Allah'tan başka
putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Muhakkak ki sizin, Allah'tan
başka taptıklarınız, size rızık vermeye malik değillerdir. Öyleyse rızkı,
Allah'ın katından isteyin ve O'na kul olun ve O'na şükredin. O'na
döndürüleceksiniz.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)
Efendimiz, Allah tarafından nübüvvetle vazifeli kılındığı zaman Mekke'de
müşrikler hâkimdi. Kâbe'nin içi putlarla doluydu. İnsanlar bu putlara
tapıyorlardı. Putlara tapmak, Allah'a ortak koşmak ise kesinlikle bir şirktir. İnsanlık
tarihi boyunca, Allahû Tealâ'nın nebîlere verdiği kutsal kitapların özünde
Allah'ın yasak ettiği birinci fiil, “Allah'a ortak koşmak”tır. Yani şirktir.
Allahû Tealâ, En'âm Suresi 151. âyet-i kerimede emir ve yasaklarını
açıklamaktadır. Allah’ın emir ve yasaklarının başında da, “Allah'a hiçbir şeyi
şirk koşmamak” vardır. Allahû Tealâ'nın: "şirk koşmayın" şeklinde buyurduğu
bu muhtevanın içerisinde açık şirk de gizli şirk de yer almaktadır. Allahû
Tealâ, En’âm Suresi 151. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
6/EN'ÂM-151:
Kul teâlev etlu mâ harreme rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â(şey’en), ve
bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak(imlakin),
nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl fevâhışe mâ zahere minhâ ve mâ
batan(batane), ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı),
zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
De ki: “Gelin, Rabbinizin size
neleri haram kıldığını okuyayım; O'na bir şeyi ortak koşmayın. Anne, babaya
ihsanla davranın. Yokluk (fakirlik) sebebiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Onları
da, sizi de yalnız Biz rızıklandırırız. Kötülüğün açığına da, gizlisine de
yaklaşmayın. Haklı olmanız hariç kimseyi öldürmeyin ki; onu Allah haram kıldı.
İşte bunları size vasiyet (emir) etti. Böylece siz, akıl edersiniz.”
Allahû Tealâ, açık şirki de gizli
şirki de yasaklamaktadır. Tarih boyunca insanlar cinlere sığınmışlar, cinleri
Allah'a ortak koşmuşlardır. Meleklere sığınmışlar, melekleri Allah'a ortak
koşmuşlardır. Kur'ân-ı Kerim âyetleri incelendiği zaman, insanların ağaçlara da
tapmış oldukları görülmektedir. Bu konuda Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)
Efendimiz ise: "Ben ümmetim için açık şirkten korkmuyorum. Ümmetim için
korktuğum şirk, gizli şirktir." buyurmuştur. Acaba gizli şirk nedir? Gizli
şirkin ne olduğunu açıklamadan önce, insanı yakından tanımak daha yerinde olacaktır. Allah'ın
muhatap olarak kabul ettiği, kutsal kitaplar ve resûller lisanıyla kendisine
hitap ettiği insan, bu zahirî âleme ait olan "halâka" fiiliyle
yaratılan bir fizik bedenin sahibidir. Aynı zamanda berzah âlemine ait olarak
dizayn edilmiş bir nefsin ve "nefeha" fiili ile Allah'ın Zat'ından
kendisine üfürülen bir ruhun sahibidir. Bir üçlü ile yaratılmıştır. Allahû
Tealâ, insana serbest irade ve akıl vermiştir.
Fizik beden, içinde yaşadığı bu zahirî âleme aittir.
Allahû Tealâ, Hicr Suresi 26. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
15/HİCR-26:
Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein
mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme
uğramış salsalinden) yarattık.
Berzah âlemine ait olan nefs,
yarım ağırlıklar kanununa göre fizik beden içerisinde bulunmaktadır. Allahû
Tealâ, Şems Suresi 7. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
91/ŞEMS-7:
Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene
dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
Ruh, Allahû Tealâ tarafından insana
üfürülmüştür. Allahû Tealâ, Secde Suresi 9. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
32/SECDE-9:
Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel
ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti
ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için
sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası)
kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Ruh; nurdan müteşekkil, 19 tane
hasletle mücehhez ve Allah'ın emrindendir. Nefs ise ruhun tam aksi istikametindedir.
Tamamen karanlıklardan müteşekkil, 19 tane afetle mücehhezdir. Nefs, şeytanın
vücuda giriş kapısıdır. Başlangıç noktasında yapısındaki 19 afet sebebiyle
bütün emirlere isyan eden ve yasakların hepsini işlemek isteyen bir
hüviyettedir. Şeytan da yapısı itibariyle insanları Allah'ın emirlerine isyan
ettirmek ve yasaklarını da onlara yaptırmak isteyen bir varlıktır. Bu sebeple
nefs ile paralel bir dizayn arz etmektedir. Nefsin afetlerle donatılmış olduğu
gerçeği karşısında gizli şirkin ne olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Gizli
şirk, kişinin nefsinin afetlerini Allah'ın yerine koyması, yani nefsinin
afetlerine tâbî olmasıdır. Kişi nefsine tâbî olduğu noktada Allah'ı Rab
mevkiinden indirip, nefsini Rab mevkiine koymaktadır. Allahû Tealâ, Câsiye
Suresi 23. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
45/CÂSİYE-23:
E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ
sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min
ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen
kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette
bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme)
hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan sonra onu kim
hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
Kişi nefsinin afetlerine tâbî
olduğu zaman, Allahû Tealâ'yı Rab mevkiinden indirerek, nefsini Allah'ın yerine
koyarak ve nefsinin emirlerini yerine getirmektedir. Nefsini ilâh edinmektedir.
Allahû Tealâ, Furkân Suresi 43. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
25/FURKÂN-43:
E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi
vekîlâ(vekîlen).
Hevasını ilâh edinen kişiyi
gördün mü? Yoksa sen mi ona vekil olacaksın?
Furkân Suresi 43. âyet-i kerimeden
anlaşılacağı gibi; hevasına, nefsinin afetlerine tâbî olan kişilerin
hidayetçiye tâbî olmayacağı açıkça ortadadır. O kişi gizli şirkin
içerisindedir. Allahû Tealâ, hevaya tâbî olmak yerine, ruhun hasletlerine ve
taleplerine tâbî olunmasını buyurmaktadır. Kişi nefsini ilâh edinmişse, o zaman
sahip olduğu ilim onu dalâlette bırakarak, onu hidayete ulaştırmamaktadır. Bu
kişinin sahip olduğu ilim emaniyye bilgileri içermektedir. Emaniyyenin
muhtevası içerisinde Allah'a ulaşmayı dilemek yer almamaktadır. Allahû Tealâ
Kur’ân-ı Kerim’de, Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişinin şirkte olduğunu, bu
kişinin takva sahibi olmadığını açıklamaktadır. Allahû Tealâ, Rûm Suresi 31.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
30/RÛM-31:
Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel
muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a
ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz
kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Allahû Tealâ, Rûm Suresi 32.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
30/RÛM-32:
Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim
ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki)
onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar,
kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Allah,
Kendisi’ne şirk koşulmasını bağışlamamaktadır. Bu günahın dışındakileri ise,
dilediği kimse için bağışlamaktadır. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 48. âyet-i
kerimede buyuruyor ki:
4/NİSÂ-48:
İnnallâhe lâ yagfiru en yuşreke bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu ve
men yuşrik billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki Allah, O'na şirk
koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimse için bağışlar.
Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde büyük bir günah işleyerek iftira
etmiştir.
Allah, Allah'a ulaşmayı dilemeyen
kişinin kalbini ve kulaklarını mühürlemektedir. Gözlerinin üzerine gışavet adlı
bir perde çekmektedir. Allahû Tealâ, kişi Allah'a ulaşmayı dilemedikçe bu
engelleri açmamaktadır. Allahû Tealâ, Ra’d Suresi 27. âyet-i kerimede buyuruyor
ki:
13/RA'D-27:
Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul
innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir
âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği
kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete
erdirir).”
Allahû Tealâ'nın, "Allah
dilediğini dalâlette bırakır, dilediğini hidayete erdirir." ifadesi yanlış
anlaşılmaktadır. Başlangıç noktasında tüm insanlar küfürde, dalâlette ve gayy
yolunun üzerindedirler. Allahû Tealâ, her kavmin içerisinde resûllerini
vazifeli kılmaktadır. Onların lisanıyla âyetlerini açıklamaktadır. Bu resûller,
insanları Allah'ın Zat'ına çağırmaktadırlar. Allah'a ulaşmayı dileme davetinde bulunmaktadırlar.
Allah'ın daveti, dünya hayatını yaşarken ruhen Allah'a ulaşmayı dilemektir. Her
kim resûlün davetini kabul ederse, o kişi âmenû olarak takva sahibi olmaktadır.
Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, Allah'ın birinci kulluğuna ulaşmaktadır. Bu
kişi, Allah'ın hidayetini dileyendir. Felâha, birinci kat cennete ulaşmaktadır. Allah, Allah'a ulaşmayı
dilemeyerek şirk koşanları âyetlerinden çevireceğini belirtmektedir. Allahû
Tealâ, A’râf Suresi 146. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
7/A'RÂF-146:
Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev
kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen
ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû
bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere
kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona
inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu
görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan
gâfil olmaları sebebiyledir.
Allahû Tealâ her devirde insanlara
resûller göndermektedir. Resûller âyetleri tilâvet etmektedir. A’râf Suresi
146. âyet-i kerimede sözü edilen kişi; îmân etmeyen, mürşide tâbî olmayan
kişidir. Bu kişi Allah'a ulaşmayı dilemeyerek, küfrü tercih etmektedir. Küfrü
tercih eden bir insan, îmânı inkâr eden bir insandır. Allah'a ulaşmayı
dilemeyenlerin mürşidi şeytandır. Şeytan, zaten gayy yolunun üzerindedir. O
kişi de Allah'a ulaşmayı dilemeyerek gayy yolunu tercih etmekte ve küfür üzere
olmaktadır. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 167, 168 ve 169. âyet-i kerimelerde
buyuruyor ki:
4/NİSÂ-167:
İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve
Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları
için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
4/NİSÂ-168:
İnnellezîne keferû ve zalemû lem
yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki onlar, kâfirdirler ve zalimdirler (başkalarını da mürşide
ulaşmaktan men edip saptırdıkları için). Allah, onlara asla mağfiret etmez
(günahlarını sevaba çevirmez) ve yola (Allah'a ulaştıran yola, Sıratı
Mustakîm'e) ulaştırmaz.
4/NİSÂ-169:
İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi
yesîrâ(yesîren).
Ancak cehennem yoluna (hidayet
eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için
kolaydır.
Nisâ Suresi 167, 168 ve 169.
âyet-i kerimelerde sözü edilen kişi; kâfirdir, gayy yolunda hayatını devam ettirmektedir ve
başka insanların da Allah’a ulaşmayı dilemelerini engellemektedir. Bu kişi,
"ruhumuz ancak ölümle Allah'a ulaşır" diyerek uzak bir dalâlet
içerisine girmektedir. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 116. âyet-i kerimede buyuruyor
ki:
4/NİSÂ-116:
İnnallâhe lâ yagfiru en yuşreke bihî ve yagfiru mâdûne zâlike li men yeşâu ve
men yuşrik billâhi fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîdan).
Muhakkak ki Allah, kendisine
şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki şeyleri ise, dilediği kimse için
mağfiret eder. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde o, uzak bir dalâletle
sapmıştır.
Şirkten kurtulmak,
mutlaka dünya hayatını yaşarken ruhen Allah'a ulaşmayı dilemekle
gerçekleşmektedir. Allahû Tealâ, şirk içinde olanların mağfiret
talebini kabul etmemektedir. Şirk içinde olanların yaptığı iyi ameller boşa gitmektedir.
Sadece terazilerinde sağ taraftaki kefede, başkalarının kendisine yaptığı zulüm
neticesinde kazandığı pozitif dereceler vardır. Sol taraftaki kefede de kişinin
kendi işlediği günahlar neticesinde kazandığı negatif dereceler vardır. Allahû
Tealâ, negatif dereceler ağır olduğu için onların kazandıkları negatif
dereceler sonucunda gidecekleri yerin cehennem olduğunu açıklamaktadır. Allahû
Tealâ, Mu’minûn Suresi 103. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
23/MU'MİNÛN-103:
Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme
hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap
tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar,
cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
Hasenat tartıları ağır olanlar
Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir. Allahû Tealâ, Mu’minûn Suresi 102. âyet-i
kerimede buyuruyor ki:
23/MU'MİNÛN-102:
Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap
tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı
dileyen kişinin günahlarını örtmekte ve birinci kat cennet müjdesini
vermektedir. Allah, 12 ihsanla mürşidine tâbî olan kişiyi 7 tane ni'metle
desteklemektedir. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin ruhunu
Kendi’sine ulaştıracağının garantisini vermekte ve onu 21. basamağa ulaştırmaktadır.
O kişi 7 kademede nefsini tezkiye ettiği için, fizik bedeni şeytana kul
olmaktan kurtulup Allah'ın kulları arasına girmektedir. Ruhu Allah'ın Zat'ına
ulaşıp Allah'ın evliyası olmaktadır. 7 kademede nefsini tezkiye ederek ashab-ı
yeminden birisidir. Allah, bu mükâfatların hepsini kişinin basit bir talebi
sonucunda garanti etmektedir. Allah'ın dînini yaşamak, hanif fıtratı ile
yaratılan bütün insanlara farzdır. Ölümle ruhun Allah'a ulaşmasına kimsenin
itirazı yoktur. Ölen kişi ne olursa olsun, ruhu Allahû Tealâ'ya ulaşmaktadır. Kâfiri
îmân sahibinden, îmân sahibini kâfirden ayıran şey, ölmeden evvel Allah'a
ulaşmayı dilemek ya da dilememektir.
Ruhen Allah'a ulaşmayı dilemeyen
kişi kesinlikle kalbine îmân girmeyen birisidir. O, sadece ağzıyla îmân etmektedir.
Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de onların mü'min sayılamayacağını ifade
etmektedir. 3 vücut, serbest irade ve akıl ile yaratılan insanlar, 28
basamaklık İslâm merdiveninin birinci basamağında olayları yaşamaktadır. İkinci
basamakta herkes olayları değerlendirmektedir. Olayları değerlendirmek, ruh penceresinden
olabileceği gibi nefsin penceresinden de olabilmektedir. Nefsin penceresinden olayları
değerlendiren insan, nefsinin hoşuna gidenleri hayır, gitmeyenleri şerr olarak
görmektedir. Meselâ kumardan para kazanan kişi nefsin hoşuna gittiği için, kişi
buna "hayır" gözüyle bakmaktadır. Arabası çalınan kişi ise; olayı
"şerr" olarak görmektedir. Olaylar Kur'ân-ı Kerim âyetleri ile değerlendirildiği
zaman, Allahû Tealâ'nın Kur'ân-ı Kerim'de kumarı yasakladığı görülmektedir. Arabası
çalınan derecat kazanmakta, çalan kişi ise derecat kaybetmektedir. Allahû
Tealâ, olayları değerlendirme neticesinde insanları seçmektedir. Allahû Tealâ
seçtiklerini de musîbetlerle imtihan etmektedir. Seçilenlerin büyük kısmı
Allah'a ulaşmayı dilemezler. Allahû Tealâ, Bakara Suresi 156. âyet-i kerimede
buyuruyor ki:
2/BAKARA-156:
Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki, kendilerine bir
musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O'na ulaşmak ve
teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.
Allahû Tealâ’nın imtihanını
kazananlar 4 inanç şartının sahibi olanlardır. 4 inanç şartı şöyledir:
1- Allah'a inanmak.
2- Ruhun dünya hayatında Allah'a
ulaşacağına inanmak.
3- Ruhun Allah'a ulaşacağının farz
olduğuna inanmak.
4- Bu farzın da mutlaka kendisi
tarafından yerine getirilmesinden emin olmak.
Kişi 3. basamakta Allah'a
ulaşmayı dilemektedir. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye 4.
basamakta Rahmân esması ile tecelli ederek ardarda 12 ihsan vermektedir.
1. ihsan: Allah, o kişinin baş
gözlerindeki hicab-ı mestureyi kaldırır.
2. ihsan: Kişinin basar
hassasının üzerindeki gışavet alınır.
3. ihsan: Kişinin kulaklarındaki
vakra alınır.
4. ihsan: Kişinin sem'î
hassasının üzerindeki mühür açılır.
5. ihsan: Kalbin mührü açılır.
6. ihsan: Kişinin kalbindeki
ekinnet alınır.
7. ihsan: Kalbe ihbat konur.
8. İhsan: Allah kişinin kalbine
ulaşır.
9. ihsan: Kişinin kalbinin nur
kapısı Allah'a çevrilir.
10. ihsan: Kişinin göğsünden
kalbine nur yolu açılır.
11. ihsan: Açılan bu yoldan kalbe
nur girer. Kişi huşûya ulaşır.
12. ihsan: Hacet namazı ile
Allah, o kişiye mürşidini gösterir.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı
dileyen kişinin mürşidine tâbî olması durumunda da ona 7 tane de ni'met
vermektedir:
1. ni'met, devrin imamının
ruhunun Allahû Tealâ tarafından o kişinin başının üzerine gönderilmesidir.
2. ni'met, kalbe îmân
yazılmasıdır.
3. ni'met, bütün günahların
sevaba çevrilmesi ve sevapların 1'e 10'
dan 100'e çıkarılarak 700’e kadar artan derecat sisteminin değişmesidir.
4. ni'met, ruhun Sıratı Mustakîm
üzerine çıkmasıdır.
5. ni'met, nefs tezkiyesinin
başlamasıdır.
6. ni'met, fizik vücudun Allahû
Tealâ'ya kul olmaya başlamasıdır.
7. ni'met, iradenin güçlenmeye
başlamasıdır.
Allah'tan 7 furkan, 12 ihsan ve
7 ni'meti alan kişi, Allah sevdirdiği için bütün vasıta emirleri severek yerine
getirmektedir. 7 kademede nefsini tezkiye etmektedir.
Hanif fıtratı ile yaratılan insan
için, hanif dînini yaşamaktan daha kolay bir şey yoktur. Küfrün karanlığı, şirktir. Gizli
şirkten kurtulmayı sağlayacak tek yol, “Allah'a
ulaşmayı dilemek”tir. Allah’a ulaşmayı dileyerek, mürşidine tâbi olan, 7
kademede nefs tezkiyesini gerçekleştiren kişi daha sonra mürşidinden ve Allah’a
ulaşmaktan şüphe ederse fıska düşmektedir. Fıska düşmekten kurtulmanın yegâne
reçetesi ise, “Allah'ı vekil kılmak”tır. Kişi Allah'ı kendisine vekil tayin
ederse Allah da onu şeytandan koruyacaktır. Zikir artışıyla velâyet makamları
olan fenâ, beka, zühd kademeleri geçilerek fizik vücut teslimi
gerçekleşecektir. Nefsin teslimi ile ulûl'elbab kademesinde daimî zikre ulaşıldığı
zaman; o kişi için ne şirk vardır, ne fısk vardır ne de isyan söz konusudur.
Allah razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.