31 Ekim 2015 Cumartesi

ŞİRK

                                                                  ŞİRK
              Allahû Tealâ, Kur'ân-ı Kerim'de "gizli şirk" ve "açık şirk" olmak üzere 2 çeşit şirkten bahsetmektedir.
             Açık şirk, genellikle insanların kendileri dışında elleriyle yonttuğu bir ağacı ya da bir taşı put addetmesiyle ona tapmaya başlaması ve onu Allah'a ortak koşmasıyla tezahür eden bir olaydır. Bu tip insanlara, "Kâinatı yaratan, gökten size rızık veren kimdir?" şeklinde bir soru sorulduğunda: "Allah’tır” derler. "Peki, bu putlara neden tapıyorsunuz?" diye soru yöneltildiğinde ise; "Onlar, bizi Allah'a yaklaştıracak olanlardır." şeklinde cevap verirler. Bu durum, kesinlikle açık bir şirktir. Ne yazık ki bu inancın sahibi olan insanlar, elleriyle tahtadan, taştan yaptıkları bu putların, bir şeyi işitmeyen, görmeyen, konuşmayan nesneler olduklarını unutmaktadırlar. Allahû Tealâ, Yûnus Suresi 18. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
10/YÛNUS-18: Ve ya'budûne min dûnillâhi mâ lâ yedurruhum ve lâ yenfeuhum ve yekûlûne hâulâi şufeâunâ indallâh(indallâhi), kul e tunebbiûnâllâhe bimâ lâ ya'lemu fîs semâvâti ve lâ fîl ard(ardı), subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve onlara fayda ve zarar vermeyen Allah'tan başka şeylere (putlara) kulluk (ibadet) ediyorlar. Ve “Bunlar, Allah'ın yanında bizim şefaatçilerimiz.” diyorlar. De ki: “Yeryüzünde ve semalarda bilmediği bir şeyi Allah'a haber mi veriyorsunuz?” O, Sübhan'dır (münezzehtir), onların ortak koştuğu şeylerden yücedir.
            Allahû Tealâ, Ankebût Suresi 17. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

29/ANKEBÛT-17: İnnemâ ta’budûne min dûnillâhi evsânen ve tahlukûne ifkâ(ifken), innellezîne ta’budûne min dûnillâhi lâ yemlikûne lekum rızkân, febtegû indallâhir rızka va’budûhu veşkurû leh(lehu), ileyhi turceûn(turceûne).
Fakat siz, Allah'tan başka putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Muhakkak ki sizin, Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye malik değillerdir. Öyleyse rızkı, Allah'ın katından isteyin ve O'na kul olun ve O'na şükredin. O'na döndürüleceksiniz.
              Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, Allah tarafından nübüvvetle vazifeli kılındığı zaman Mekke'de müşrikler hâkimdi. Kâbe'nin içi putlarla doluydu. İnsanlar bu putlara tapıyorlardı. Putlara tapmak, Allah'a ortak koşmak ise kesinlikle bir şirktir. İnsanlık tarihi boyunca, Allahû Tealâ'nın nebîlere verdiği kutsal kitapların özünde Allah'ın yasak ettiği birinci fiil, “Allah'a ortak koşmak”tır. Yani şirktir. Allahû Tealâ, En'âm Suresi 151. âyet-i kerimede emir ve yasaklarını açıklamaktadır. Allah’ın emir ve yasaklarının başında da, “Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmamak” vardır. Allahû Tealâ'nın: "şirk koşmayın" şeklinde buyurduğu bu muhtevanın içerisinde açık şirk de gizli şirk de yer almaktadır. Allahû Tealâ, En’âm Suresi 151. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
6/EN'ÂM-151: Kul teâlev etlu mâ harreme rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â(şey’en), ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak(imlakin), nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl fevâhışe mâ zahere minhâ ve mâ batan(batane), ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
De ki: “Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım; O'na bir şeyi ortak koşmayın. Anne, babaya ihsanla davranın. Yokluk (fakirlik) sebebiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de yalnız Biz rızıklandırırız. Kötülüğün açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haklı olmanız hariç kimseyi öldürmeyin ki; onu Allah haram kıldı. İşte bunları size vasiyet (emir) etti. Böylece siz, akıl edersiniz.”
             Allahû Tealâ, açık şirki de gizli şirki de yasaklamaktadır. Tarih boyunca insanlar cinlere sığınmışlar, cinleri Allah'a ortak koşmuşlardır. Meleklere sığınmışlar, melekleri Allah'a ortak koşmuşlardır. Kur'ân-ı Kerim âyetleri incelendiği zaman, insanların ağaçlara da tapmış oldukları görülmektedir. Bu konuda Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ise: "Ben ümmetim için açık şirkten korkmuyorum. Ümmetim için korktuğum şirk, gizli şirktir." buyurmuştur. Acaba gizli şirk nedir? Gizli şirkin ne olduğunu açıklamadan önce, insanı yakından tanımak daha yerinde olacaktır. Allah'ın muhatap olarak kabul ettiği, kutsal kitaplar ve resûller lisanıyla kendisine hitap ettiği insan, bu zahirî âleme ait olan "halâka" fiiliyle yaratılan bir fizik bedenin sahibidir. Aynı zamanda berzah âlemine ait olarak dizayn edilmiş bir nefsin ve "nefeha" fiili ile Allah'ın Zat'ından kendisine üfürülen bir ruhun sahibidir. Bir üçlü ile yaratılmıştır. Allahû Tealâ, insana serbest irade ve akıl vermiştir.
             Fizik beden, içinde yaşadığı bu zahirî âleme aittir. Allahû Tealâ, Hicr Suresi 26. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
             Berzah âlemine ait olan nefs, yarım ağırlıklar kanununa göre fizik beden içerisinde bulunmaktadır. Allahû Tealâ, Şems Suresi 7. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
             Ruh, Allahû Tealâ tarafından insana üfürülmüştür. Allahû Tealâ, Secde Suresi 9. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
              Ruh; nurdan müteşekkil, 19 tane hasletle mücehhez ve Allah'ın emrindendir. Nefs ise ruhun tam aksi istikametindedir. Tamamen karanlıklardan müteşekkil, 19 tane afetle mücehhezdir. Nefs, şeytanın vücuda giriş kapısıdır. Başlangıç noktasında yapısındaki 19 afet sebebiyle bütün emirlere isyan eden ve yasakların hepsini işlemek isteyen bir hüviyettedir. Şeytan da yapısı itibariyle insanları Allah'ın emirlerine isyan ettirmek ve yasaklarını da onlara yaptırmak isteyen bir varlıktır. Bu sebeple nefs ile paralel bir dizayn arz etmektedir. Nefsin afetlerle donatılmış olduğu gerçeği karşısında gizli şirkin ne olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Gizli şirk, kişinin nefsinin afetlerini Allah'ın yerine koyması, yani nefsinin afetlerine tâbî olmasıdır. Kişi nefsine tâbî olduğu noktada Allah'ı Rab mevkiinden indirip, nefsini Rab mevkiine koymaktadır. Allahû Tealâ, Câsiye Suresi 23. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
             Kişi nefsinin afetlerine tâbî olduğu zaman, Allahû Tealâ'yı Rab mevkiinden indirerek, nefsini Allah'ın yerine koyarak ve nefsinin emirlerini yerine getirmektedir. Nefsini ilâh edinmektedir. Allahû Tealâ, Furkân Suresi 43. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
25/FURKÂN-43: E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen).
Hevasını ilâh edinen kişiyi gördün mü? Yoksa sen mi ona vekil olacaksın?
             Furkân Suresi 43. âyet-i kerimeden anlaşılacağı gibi; hevasına, nefsinin afetlerine tâbî olan kişilerin hidayetçiye tâbî olmayacağı açıkça ortadadır. O kişi gizli şirkin içerisindedir. Allahû Tealâ, hevaya tâbî olmak yerine, ruhun hasletlerine ve taleplerine tâbî olunmasını buyurmaktadır. Kişi nefsini ilâh edinmişse, o zaman sahip olduğu ilim onu dalâlette bırakarak, onu hidayete ulaştırmamaktadır. Bu kişinin sahip olduğu ilim emaniyye bilgileri içermektedir. Emaniyyenin muhtevası içerisinde Allah'a ulaşmayı dilemek yer almamaktadır. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de, Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişinin şirkte olduğunu, bu kişinin takva sahibi olmadığını açıklamaktadır. Allahû Tealâ, Rûm Suresi 31. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Allahû Tealâ, Rûm Suresi 32. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını bağışlamamaktadır. Bu günahın dışındakileri ise, dilediği kimse için bağışlamaktadır. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 48. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

4/NİSÂ-48: İnnallâhe lâ yagfiru en yuşreke bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki Allah, O'na şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimse için bağışlar. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde büyük bir günah işleyerek iftira etmiştir.
             Allah, Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişinin kalbini ve kulaklarını mühürlemektedir. Gözlerinin üzerine gışavet adlı bir perde çekmektedir. Allahû Tealâ, kişi Allah'a ulaşmayı dilemedikçe bu engelleri açmamaktadır. Allahû Tealâ, Ra’d Suresi 27. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
            Allahû Tealâ'nın, "Allah dilediğini dalâlette bırakır, dilediğini hidayete erdirir." ifadesi yanlış anlaşılmaktadır. Başlangıç noktasında tüm insanlar küfürde, dalâlette ve gayy yolunun üzerindedirler. Allahû Tealâ, her kavmin içerisinde resûllerini vazifeli kılmaktadır. Onların lisanıyla âyetlerini açıklamaktadır. Bu resûller, insanları Allah'ın Zat'ına çağırmaktadırlar. Allah'a ulaşmayı dileme davetinde bulunmaktadırlar. Allah'ın daveti, dünya hayatını yaşarken ruhen Allah'a ulaşmayı dilemektir. Her kim resûlün davetini kabul ederse, o kişi âmenû olarak takva sahibi olmaktadır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, Allah'ın birinci kulluğuna ulaşmaktadır. Bu kişi, Allah'ın hidayetini dileyendir. Felâha, birinci kat cennete ulaşmaktadır. Allah, Allah'a ulaşmayı dilemeyerek şirk koşanları âyetlerinden çevireceğini belirtmektedir. Allahû Tealâ, A’râf Suresi 146. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
7/A'RÂF-146: Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
             Allahû Tealâ her devirde insanlara resûller göndermektedir. Resûller âyetleri tilâvet etmektedir. A’râf Suresi 146. âyet-i kerimede sözü edilen kişi; îmân etmeyen, mürşide tâbî olmayan kişidir. Bu kişi Allah'a ulaşmayı dilemeyerek, küfrü tercih etmektedir. Küfrü tercih eden bir insan, îmânı inkâr eden bir insandır. Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin mürşidi şeytandır. Şeytan, zaten gayy yolunun üzerindedir. O kişi de Allah'a ulaşmayı dilemeyerek gayy yolunu tercih etmekte ve küfür üzere olmaktadır. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 167, 168 ve 169. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki onlar, kâfirdirler ve zalimdirler (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptırdıkları için). Allah, onlara asla mağfiret etmez (günahlarını sevaba çevirmez) ve yola (Allah'a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm'e) ulaştırmaz.
4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîren).
Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.
             Nisâ Suresi 167, 168 ve 169. âyet-i kerimelerde sözü edilen kişi; kâfirdir, gayy yolunda hayatını devam ettirmektedir ve başka insanların da Allah’a ulaşmayı dilemelerini engellemektedir. Bu kişi, "ruhumuz ancak ölümle Allah'a ulaşır" diyerek uzak bir dalâlet içerisine girmektedir. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 116. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
4/NİSÂ-116: İnnallâhe lâ yagfiru en yuşreke bihî ve yagfiru mâdûne zâlike li men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîdan).
Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki şeyleri ise, dilediği kimse için mağfiret eder. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde o, uzak bir dalâletle sapmıştır.
            Şirkten kurtulmak, mutlaka dünya hayatını yaşarken ruhen Allah'a ulaşmayı dilemekle gerçekleşmektedir. Allahû Tealâ, şirk içinde olanların mağfiret talebini kabul etmemektedir. Şirk içinde olanların yaptığı iyi ameller boşa gitmektedir. Sadece terazilerinde sağ taraftaki kefede, başkalarının kendisine yaptığı zulüm neticesinde kazandığı pozitif dereceler vardır. Sol taraftaki kefede de kişinin kendi işlediği günahlar neticesinde kazandığı negatif dereceler vardır. Allahû Tealâ, negatif dereceler ağır olduğu için onların kazandıkları negatif dereceler sonucunda gidecekleri yerin cehennem olduğunu açıklamaktadır. Allahû Tealâ, Mu’minûn Suresi 103. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
           Hasenat tartıları ağır olanlar Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir. Allahû Tealâ, Mu’minûn Suresi 102. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
           Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin günahlarını örtmekte ve birinci kat cennet müjdesini vermektedir. Allah, 12 ihsanla mürşidine tâbî olan kişiyi 7 tane ni'metle desteklemektedir. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin ruhunu Kendi’sine ulaştıracağının garantisini vermekte ve onu 21. basamağa ulaştırmaktadır. O kişi 7 kademede nefsini tezkiye ettiği için, fizik bedeni şeytana kul olmaktan kurtulup Allah'ın kulları arasına girmektedir. Ruhu Allah'ın Zat'ına ulaşıp Allah'ın evliyası olmaktadır. 7 kademede nefsini tezkiye ederek ashab-ı yeminden birisidir. Allah, bu mükâfatların hepsini kişinin basit bir talebi sonucunda garanti etmektedir. Allah'ın dînini yaşamak, hanif fıtratı ile yaratılan bütün insanlara farzdır. Ölümle ruhun Allah'a ulaşmasına kimsenin itirazı yoktur. Ölen kişi ne olursa olsun, ruhu Allahû Tealâ'ya ulaşmaktadır. Kâfiri îmân sahibinden, îmân sahibini kâfirden ayıran şey, ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dilemek ya da dilememektir.
            Ruhen Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişi kesinlikle kalbine îmân girmeyen birisidir. O, sadece ağzıyla îmân etmektedir. Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de onların mü'min sayılamayacağını ifade etmektedir. 3 vücut, serbest irade ve akıl ile yaratılan insanlar, 28 basamaklık İslâm merdiveninin birinci basamağında olayları yaşamaktadır. İkinci basamakta herkes olayları değerlendirmektedir. Olayları değerlendirmek, ruh penceresinden olabileceği gibi nefsin penceresinden de olabilmektedir. Nefsin penceresinden olayları değerlendiren insan, nefsinin hoşuna gidenleri hayır, gitmeyenleri şerr olarak görmektedir. Meselâ kumardan para kazanan kişi nefsin hoşuna gittiği için, kişi buna "hayır" gözüyle bakmaktadır. Arabası çalınan kişi ise; olayı "şerr" olarak görmektedir. Olaylar Kur'ân-ı Kerim âyetleri ile değerlendirildiği zaman, Allahû Tealâ'nın Kur'ân-ı Kerim'de kumarı yasakladığı görülmektedir. Arabası çalınan derecat kazanmakta, çalan kişi ise derecat kaybetmektedir. Allahû Tealâ, olayları değerlendirme neticesinde insanları seçmektedir. Allahû Tealâ seçtiklerini de musîbetlerle imtihan etmektedir. Seçilenlerin büyük kısmı Allah'a ulaşmayı dilemezler. Allahû Tealâ, Bakara Suresi 156. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O'na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.
            Allahû Tealâ’nın imtihanını kazananlar 4 inanç şartının sahibi olanlardır.          4 inanç şartı şöyledir:
           1- Allah'a inanmak.
           2- Ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşacağına inanmak.
           3- Ruhun Allah'a ulaşacağının farz olduğuna inanmak.
           4- Bu farzın da mutlaka kendisi tarafından yerine getirilmesinden emin olmak.
Kişi 3. basamakta Allah'a ulaşmayı dilemektedir. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye 4. basamakta Rahmân esması ile tecelli ederek ardarda 12 ihsan vermektedir.
1. ihsan: Allah, o kişinin baş gözlerindeki hicab-ı mestureyi kaldırır.
2. ihsan: Kişinin basar hassasının üzerindeki gışavet alınır.
3. ihsan: Kişinin kulaklarındaki vakra alınır.
4. ihsan: Kişinin sem'î hassasının üzerindeki mühür açılır.
5. ihsan: Kalbin mührü açılır.
6. ihsan: Kişinin kalbindeki ekinnet alınır.
7. ihsan: Kalbe ihbat konur.
8. İhsan: Allah kişinin kalbine ulaşır.
9. ihsan: Kişinin kalbinin nur kapısı Allah'a çevrilir.
10. ihsan: Kişinin göğsünden kalbine nur yolu açılır.
11. ihsan: Açılan bu yoldan kalbe nur girer. Kişi huşûya ulaşır.
12. ihsan: Hacet namazı ile Allah, o kişiye mürşidini gösterir.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin mürşidine tâbî olması durumunda da ona 7 tane de ni'met vermektedir:
1. ni'met, devrin imamının ruhunun Allahû Tealâ tarafından o kişinin başının üzerine gönderilmesidir.
2. ni'met, kalbe îmân yazılmasıdır.
3. ni'met, bütün günahların sevaba çevrilmesi ve sevapların 1'e 10' dan 100'e çıkarılarak 700’e kadar artan derecat sisteminin değişmesidir.
4. ni'met, ruhun Sıratı Mustakîm üzerine çıkmasıdır.
5. ni'met, nefs tezkiyesinin başlamasıdır.
6. ni'met, fizik vücudun Allahû Tealâ'ya kul olmaya başlamasıdır.
7. ni'met, iradenin güçlenmeye başlamasıdır.
Allah'tan 7 furkan, 12 ihsan ve 7 ni'meti alan kişi, Allah sevdirdiği için bütün vasıta emirleri severek yerine getirmektedir. 7 kademede nefsini tezkiye etmektedir.

           Hanif fıtratı ile yaratılan insan için, hanif dînini yaşamaktan daha kolay bir şey yoktur. Küfrün karanlığı,  şirktir. Gizli şirkten kurtulmayı sağlayacak tek yol, “Allah'a ulaşmayı dilemek”tir. Allah’a ulaşmayı dileyerek, mürşidine tâbi olan, 7 kademede nefs tezkiyesini gerçekleştiren kişi daha sonra mürşidinden ve Allah’a ulaşmaktan şüphe ederse fıska düşmektedir. Fıska düşmekten kurtulmanın yegâne reçetesi ise, Allah'ı vekil kılmak”tır. Kişi Allah'ı kendisine vekil tayin ederse Allah da onu şeytandan koruyacaktır. Zikir artışıyla velâyet makamları olan fenâ, beka, zühd kademeleri geçilerek fizik vücut teslimi gerçekleşecektir. Nefsin teslimi ile ulûl'elbab kademesinde daimî zikre ulaşıldığı zaman; o kişi için ne şirk vardır, ne fısk vardır ne de isyan söz konusudur.     
Allah razı olsun.   
                                                   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.