KARARLI OLMAK
Her insanın en yakınından başlayıp en uzağına kadar
uzanan bir çevresi vardır. Kişinin çevresindeki bu sıralama bütün dünyaya kadar
ulaşır.
Dünya üzerinde en az 7 milyar insan olduğunu
düşündüğümüzde bu 7 milyar insanın şu anda % 90’nından çok daha fazlası
cehenneme doğru yol almaktadır. Şeytan da bu durumdan büyük bir zevk alarak;
insanları bu konuda alaya almakla meşguldür. Şeytan: “Ben iblisim ve hepinizle
alay ediyorum. Sizin % 90’nınızdan fazlasını mutlaka kendimle beraber cehenneme
götüreceğim. Çünkü sizin hepinize vahyetme imkânının sahibiyim.”demektedir.
Her an içinizden bir şey size hep ne yapmanız lâzım
geldiğini fısıldar. İki seçenek vardır, karar vereceksiniz. Diyelim ki bir
seçeneği düşündünüz; “a” ve “b” şıklarından birincisini; “a”yı tercih ettiniz;
onu gerçekleştirmek üzeresiniz; şeytan mutlaka devreye girer. O tercihinize
amil olan; tercihinizin oluşmasına sebebiyet veren; düşünce terazinizi tamamen
tersine çevirecek olan deliller getirir.Yani birinci şık yerine ikinci şıkkı
tercih etmeniz için, sizin düşündüğünüzün ötesinde bir takım şeyleri daha
devreye getirir. Siz daha birinci alternatifi gerçekleştirme kararını
verdiğiniz anda derhal size ikinci alternatifi daha uygun gösterir. Bunda
genellikle şeytan başarı sağlar çünkü deliller gerçekten inandırıcıdır. Diyelim
ki bu delillere uydunuz ikinci şıkkı tercih ettiniz; şeytan boş durmaz; hemen
tekrar birinciye döndürmek için daha da kuvvetli deliller sunar. Siz bunları
kendi düşüncenizin mahsulü zannedersiniz. Ama şeytanın maksadı sizi kararsız
bir insan yapmaktır. Yani verdiğiniz kararı mütemadiyen değiştirmenizi temin
edip sizinle alay etmektir.
Herkesle alay etmek şeytanın en büyük zevkidir. Bütün
insanlar iblisin kendilerine telkinde bulunduğunun farkında bile olmadan hep
kendi düşünceleriyle mütemadiyen fikir değiştirdiklerini zannederler. Oysaki
eğer kendi düşünceleri olsaydı, daha birincide kişi, en üstün olanı tercih
edecekti; işi bitirecekti. Kişi karar verene kadar o istikamette gayret sarf
eden iblis, o kişi karar verdikten hemen sonra, birkaç saniye içinde ikinci
alternatifi o kişinin aklına getirir. İblis, bu sefer, kişi birinci verdiği
karardan caysın diye ikinci alternatifi, birincisine verdiği delillerden daha
sağlam, daha üstün delillerle destekler. Kişi kararından cayıp ikinciye
döndüğünde de daha üst delillerle tekrar birinciye dönmesini sağlamaya
çalışır. Bu devam ederse kişi devamlı
birinciden ikinciye, ikinciden üçüncüye, üçüncüden dördüncüye, dördüncüden
beşinciye, devamlı karar değiştirir. Hâlbuki sadece iki tane alternatif vardır.
Ama hep kişi birinden ötekine karar değiştirir ve şeytanın elinde maskara olur.
Şeytanın
sizinle alay etmesine müsaade etmeyin. Bir konuda karar verirken iyi düşünün.
Düşündükten sonra herşeyi mantık ölçülerinize göre yerli yerine oturtun ve
kararınızı verin, ondan sonra şeytan size ne söylerse söylesin asla kararınızı
değiştirmeyin.
Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e: “İyi
düşün. Karar ver. Karar verdikten sonra asla değiştirme. Karar vermeden evvel
bize sor.” buyurmuştur.
Allahû Tealâ
diyor ki: “Sana ne emredersek sadece onu yap, fikir değiştirme. Asla sözünden
dönme, şartlar ne olursa olsun.”
Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i insanlar
içinde en üstün insan olarak yaratmıştır ve O’na emri:“Karar verdiğin zaman
kararından asla dönme.” şeklindedir.
En büyük
düşmanınız olan iblis, hep sizi aslî hedeflerinizden caydırmaya çalışır. Hep
kararlarınızı değiştirmeye çalışır. Başkaları için yaşamak, bu hedeflerin, en
üstün olanıdır.
Başkaları için Yaşamak
Başkaları için yaşayan insan, ona düşmanlık bile
edilse o düşmanlığı yapan kişiyi de kurtarmaya çalışandır. Başkaları için
yaşayan bir insanın düşman olabileceği bir kişi yoktur. O, en kötü insana bile
iyilik yapmak için yaşar. Onu doğru yola kazandırabilmek için hidayetine vesile
olmak için çalışır. Ömrü hep başkaları için çalışmakla geçer. Günlerin nasıl
geçtiğini hiç anlayamaz. Bu konuda kendi şahsı için gerekli olan şeyleri
yapmaya fırsat bulamaz.
Başkaları için yaşayan bir insan, daimî zikre
ulaştıktan sonra iradesini de Allah’a teslim eden bir kişilikle bu noktaya
ulaşır. Böyle bir noktada kişinin nefsinin kalbinde hiç afet kalmamıştır. Hiç
afet kalmadığı için bu kişi mutludur. Huzur içindedir. Kin, nefret, düşmanlık vb.
gibi afetler mevcut olmadığı için
başkalarına kin tutamaz; onlardan nefret edemez; onları da kurtarmaya çalışır.
Ömrü hep böyle geçecektir.
İnsan, her noktada başkaları için yaşamaya
başlayabilir gibi görünse de realite öyle değildir. Çünkü nefsinin kalbinde
nefs tezkiyesini ve tasfiyesini gerçekleştiremeyen bir kişi: “Ben başkaları
için yaşıyorum.” derse o zaman yalan söylemiş olur.
Başkaları için yaşayan bir insan, yaptığı
fedakârlıkların ve kendisine yapılan kötü davranışların bedelini kimseye ödettirmeye
çalışmaz. O bilir ki Allahû Tealâ’nın her şeyden haberi vardır. Allahû Tealâ
ona böyle bir şey yapılacağını bilmektedir. Böyle bir dizayn o kişi için
Allah’ın iç dünyasına verdiği hedeftir. Başkaları için yaşar. Hayatını
başkalarına vakfetmiştir. Onların mutluluğunu gerçekleştirmek için yaşar.
Hayatının her dakikasını başkalarına ait olan işler, görevler işgal etmiştir.
Onun açısından bunlar görevleridir, ama hep başkalarının mutluluğu için elzem
olan hususlardır bu nedenle onları yapar. Kendisine ayıracak zamanı yoktur.
Öyle günler geçirir ki; ona olan müracaatlarda bazen kimin önde olduğunu bile
fark edemeden bu uğraşılarda başkaları için çalışırken 24 saatlik zaman devresi
kapanmıştır. Ona yapılan müracatlarda bazıları ondan gerekli cevabı alamamıştır.
Çünkü bu sırada mutlaka bir başkası devreye girmiştir ve onun için birşeyler
yapmıştır. Gerekli cevabı, yardımı ya da çalışmayı ulaştıramadıklarının hüznünü
yaşar.
Başkaları için yaşayan bir insan hayatını Allah’ın
emrettiği dizaynı gerçekleştirmek üzere harcar. Allah’a hizmet eder. Bunun
mânâsı başkalarına yardımdır. Başkalarının yolunda gayret etmektir. Onlar için
olmaktır. Her biri için Allah’a dua etmektir. Allah’ın sonsuz hazinesinden
ister, Allah’ın hazineleri tükenmez. O başı dertte olan herkes için Allahû
Tealâ tarafından onların problemlerini çözecek olan imkânları versin diye
Allah’a dua eder. Hayatı hep başka insanlar için dua etmekle geçer. Mutludur,
huzur içindedir.
Her 24 saatlik zaman devresinde bir iki kişi mutlaka
cevabını alamadığı sorular ona ulaştırmıştır. Onları da cevap vermek için
çırpınması neticeyi değiştirmez. Mutlaka bunlar onun hayatında oluşacak olan,
istemese de karşılaşacağı Allah’ın hakikatleridir. Her gün kesinlikle görür ki
herkesin istediğinin cevabı vermek mümkün değildir. Bu sebeple hep birilerinin
sualleri cevapsız kalacaktır. Belki ikinci defada, belki üçüncü defada cevap
alacaklardır. Oysaki böyle olduğunu düşünemeyenler ona serzenişte bulunurlar.
Kendilerinin sevilmediğini zannederler. Oysaki o herkesi sever. En az
sevdiğinden en çok sevdiğine doğru bir dizi vardır; ama sevmediği kimse yoktur.
Ona kötülük etmiş bile olsalar yüreğinde onların da bir sevgi payı mutlaka
vardır. Bilir ki şeytan ve onların nefsleri, belki de iç dünyaları (kalpleri)
gerçek anlamda istemese de onlara bu yanlışları yaptırmış ve ona düşmanca
davranışlar sergilemişlerdir. O affeder…
Sevgili kardeşlerim, öyle bir dünya ki, bu dünyada yaşarken hepiniz Allah’ı düşünün.
Allah’ın "Size verilen görevin, etrafınızda kim varsa onların mutluluğu
istikametinde şekle bağlanmasını” istediğini düşünün. Allahû Tealâ onları
sevmenizi, onlara yardım etmenizi ister. Kendi kendinize etrafınızdaki
insanlara hangi ölçüde yardımcı olabildiğinizi; sizden bir şeyler bekleyenlerin
ne kadarını cevaplandırabildiğinizi sorun.
Başkaları için yaşayan insan için öyle bir yaşantı söz
konusudur ki; herkes onun hayatında önemli bir yer tutar; insanları sevmiştir;
çok sevmiştir. Bu nedenle de onların yardımcısıdır. Onun da yardımcısı
Allah’tır. İşte bilmecenin çözüldüğü yer burasıdır. Çünkü Allah’ın hem
hazineleri, hem vakti sonsuzdur. Allahû Tealâ, bütün zamanlarda var olmuştur. Şimdi de
vardır. Hep var olacaktır. Hep vardı. Allah’a bir başlangıç noktası izafe etmek
söz konusu değildir. Çünkü Allah vardı ama zaman yoktu. Allah kâinatı yaratarak
zamanı başlattı. İşte O Yüce Allah ki
hepinizi çok sever. Hata yapanların yapmamasını ister. Onların
başkalarına zarar vermemesini, insanları incitmemesini, huzursuz etmemesini
ister. Ama bütün insanlar hep kendi menfaatleri için başkalarını incitmekten
çekinmezler. Burada çok bariz bir hata, büyük bir yanlışlık söz konusudur.
Hiç kimseyi incitmemek hedef alındığı zaman mutlu
olunur. Daha fazla mutluluk hedefleniyorsa sadece başkalarını incitmemek de
yetmez; sonsuz mutluluğu yaşayabilmek için başkaları için yaşamak kendini
devreden çıkartmak gerekir. Böyle bir insan kendisi için hiçbirşey yapmaya
zamanı kalmadan; üzerine bir elbise, bir ayakkabı, bir gömlek almaya bile
gidecek zamanı olmadan başkaları için yaşar.
O kişi Allah’ın kölesidir; Allah’ın azatsız kölesi...
Sadece Allah’a kul olanlar değil, Allah’a kul olmanın
ötesini yaşayabilenler, Allah’a köle olabilenler, başkaları için
yaşayabilenlerdir. Onlar başkaları için yaşamak sebebiyle kendileri ile ilgili
problemleri düşünebilecek olan zamanın sahibi değillerdir. Bu sebeple huzursuz
olmaları mümkün değildir. Her zaman muhakkak herkesin eksik bir şeyleri vardır.
Şu dünyaya müteâllik giyim, kuşam, yemek… İşte onlar onun gözüne hiç görünmez.
Önemli olan onun etrafına saçtığı mutluluk meltemleridir ve etrafındaki
insanların hepsinin mutlu olması için yaşar.
Başkaları için yaşayan bir insan, etrafındakiler için
olmayı hayatına tatbik ettiği zaman onların bir kısmı gerçek anlamda bunun
mânâsını idrak edebilirler. Onun bu sevgisini ve fedakârlığını idrak edebilen
insanlar da ona köle olurlar. Bir kısmı
ise bu durumu idrak edemez ve kendilerine verilen değer karşısında yanlış
davranışlar sergilerler. İnsanlara değer vermek Allah’ın emridir. Ama kişi
değer verilen bir insan olma noktasına ulaştığında hele yaptığı işler konusunda
tek ise o zaman kendisini bulunduğu noktanın daha ötesinde görmeye başlayabilir
ve “Benden başka bu işi yapacak kimse yok.” diyebilir. Böyle düşündüğü zaman da
insanlarla ilişkilerinde hatalar başlar. Başkaları için yaşayan kişi ise değer
verdiği insanlar tarafından bu tür hatalı davranışlar görse de onlara
katlanmakla ve herkesin muhtevasına göre davranışlar sergilemekle mükelleftir.
İnsanlar nefs sahipleridir. Sadece Allah’a yakın
olanlar, başkaları için yaşayanlara gerekli kıymeti en üst seviyede verirler.
Hiçbir söylediğini onları üzecek, incitecek sözler olarak değerlendirmezler.
Tam aksine her sözünden gerekli ibret dersini alarak, kendilerini biraz daha
biraz daha Allah’a yakın olmak hedefine ulaştıracak olan bir çekidüzen verme
istikametinde geliştirirler.
Her zaman
başkaları için yaşayanın yanında birileri vardır. Ona lâyık olanlar en büyük
mevkîlere sahip olmalarına rağmen onun karşısında hiçbir şeyin sahibi değilmiş
gibi ve hiçbir şeyin sahibi değilmiş standartlarında ona başkalarından çok çok
daha ötede saygıyı gösterirler, çünkü onlar hakikati bilenlerdir. Allah’ın
karşısında onun neyi ifade ettiğinin farkında olanlardır. Onlar hiçbir zaman
nefslerini devreye sokmazlar. Onun verdiği her emrin aslında kendi manevi
tekâmüllerinin gerçekleşebilmesi için bir vasıta olduğunu ve mutlakiyet
taşıdığını, kendi manevi gelişmelerinin olmazsa olmaz şartı olduğunu idrak
edenlerdir. Böyle insanlar çok nadir bulunur. Yani o başkaları için yaşayanın
yanında bulunanlar arasında bu söylediğimiz standartta sadece birkaç insan
bulunur.
Herkes nefsinin kendisiyle olan ilişkilerinde bir
davranış biçimleri seviyesinin sahibidir. Başkaları için yaşayan kişi,
herkesten en iyisini almak için, Allah yolunda hizmetin en iyisini almak için
gayret gösterir. Nefs sahipleri, bu hizmeti verirken nefslerine kapılırlar.
Onun kendilerine karşı olan davranışlardaki aslî unsuru idrak edemezler. O aslî
unsurda küçültmek yoktur; aşağılamak yoktur. Ama görevin yapılmasının gerekleri
mutlaka hatırlatılır. İşte özellikle gerçekten bir şeyler yapanlar bu
hatırlatmayı onurlarına dokunan bir görüntüyle zihinlerine işlerler. Ve böyle
bir dizaynda üzülmeleri söz konusu olur.
İnsanlara, her konuda görevler verilir. Bu görevin
liyakatle yönetilmesi, kişinin davranış biçimleri ile kendisini ortaya koyar.
Bir kısım insanlar kendilerine yetki verildiği zaman başkalarına tahakküm
etmeye başlarlar; onları hükümleri altına almak ve bu hükmün içine nefsin
afetlerini de sokmakla gerçekleşen bir davranış biçimleri dizisi sergilerler.
Böylece insanların üzerinde huzursuzluk verici bir hegemonya kurarlar. Bu da
başka insanlar için yaşamayan, kendisine verilen yetkiyi nefsinin afetlerini de
katarak kullanan bir dizaynı ifade eder. Onlar etraflarındaki insanlar
tarafından sevilmezler. Emirlerine itaat edilir. Çünkü onu o mevkîye getirip
koymuşlardır.
Başkalarına zulmetmek nefsinizin afetleriyle onlara
emretmenin tabii sonucudur. O zaman sevilmezsiniz. Emirlerinize sadece itaat
edilir. Ama böyle insanlardan etraflarına ulaşan şey onlara verdikleri
emirlerdir ve kendilerini saydırmaktır. Ona değer verirler. Kendilerinin
sayılmasını isterler. Ne zaman siz insanları severseniz, onlar için yaşamaya
başlarsanız neticede onlar sizi seveceklerdir.
Sadece
nefslerinin esiri olan insanlar, yanlış davranışlar sergileyebilirler. Bu da eşyanın
tabiatına son derece uygundur. Herkes sadece seviyesi kadar bir davranış biçimi
sergileyebilir. Daha fazlasını kimseden isteyemezsiniz.
Şartlar sizi hangi standarda ulaştırırsa ulaştırsın
insanları sevin. Eğer severseniz adil olursunuz. İnsanlara adaletle
davranırsınız. Eğer bir yerde emir vermek yetkisindeyseniz insanları ezmeye
çalışmamalısınız. Bundan sakının. Üstünlüğünüzü ispat etmeniz gerekmez.
Davranışlarınızla Allah için olduğunuzu ispat etmelisiniz. Başkaları için
yaşamaya hazırlanmalısınız. Yakın gelecekte bu davranış biçimi hepinize lâzım
olacaktır.
Bütün dünyada sulh ve sükûnun oluşacağı, bütün
kavgaların biteceği, dînler arası diyaloğun, birlik ile noktalanacağı güzel
günlere doğru gidilmektedir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de neyi söylemişse
zamanı geldiğinde mutlaka onlar gerçekleşmiştir. Her şey Allah’ın koyduğu zaman
skalasında sahip olduğu yerde tezahür eder; ortaya çıkar ve insanlar onu bir
sevgi dizaynı içersinde dikkate alırlar.
Yakın gelecek dünyaya çok güzel günler getirecektir.
Allah’ın söyledikleri, üç dînin mensupları tarafından da kabul edilecek ve
sonuca ulaşılacaktır.
Hz İbrahim’in Hanif Dîninin temelini 7 safha teşkil
eder. İslam’da da Hristiyanlıkta da Musevilikte de 7 safha farzdır. Peygamber
Efendimiz (S.A.V) ve onun sahâbesi de Hz İsa ve ona tâbî olan havarileri de Hz
Musa ve ona tâbî olanlar da hepsi bu farzları gerçekleştirmişlerdir. Bu farz
olan hususları hepsinin gerçekleştirdikleri gene kendi kitaplarında yazılıdır.
Dîn hayatına kalın çizgilerle baktığımız zaman hepsinin aslında kendilerine ait
birer dîn olmadığını hepsinin Hz. İbrahim’in Hanif Dîni olduğunu; yani Allah’a
ulaşmayı dilemeyi ve tâbiiyeti ihtiva ettiğini görmekteyiz. Ruhun, vechin,
nefsin ve iradenin Allah’a teslimini ihtiva eden 7 safha 4 teslimden oluşan Hz.
İbrahim’in Hanif Dîni’dir. Hepside aynı Allah’ın dînidir. Başka bir şeriat hiç
olmamıştır.
Başkaları için yaşamayı hedef alın. Kendinizi devreden çıkarın. O zaman
mutluluğun ne olduğunu yaşayacaksınız. Elbette
bunu hemen başaracak değilsiniz. Ama başaramadınız diye üzülmeyin.
Vazgeçmezseniz kararlı olursanız, hedefinize yıllar yıllar süren gayretlerden
sonra adım adım yaklaşacaksınız. Allahû Tealâ size teminat veriyor ki, her
geçen gün daha çok daha çok daha çok mutlu olacaksınız. İnsanları seveceksiniz; çok seveceksiniz; onlar için yaşamaya başlayacaksınız. Herkesin
mutluluğu için siz gayret sarf edeceksiniz. Sizin hayatınız onların mutluluğu
için bir geçit kapısı olacak. Siz onların mutluluğuna ışık olacaksınız, renk
olacaksınız. Onların mutluluk güneşi olacaksınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.