DALÂLET
Allah’a ulaşmayı
dilemeyenler dalâlettedir.
10/YÛNUS-7: İnnellezîne
lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an
âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize
ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya
hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar
âyetlerimizden gâfil olanlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kur’ân-ı Kerim’in en önemli âyetlerinden
biriyle karşı karşıyasınız.
Bu
âyet-i kerime, Kur’ân-ı Kerim’in birinci safhasını anlatır:
ALLAH’A
ULAŞMAYI DİLEMEK
Bir tek dilek; Allah’a ulaşmayı dilemek yoksa,
kurtuluş da yoktur. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan, Allah’ın hanif
fıtratıyla yarattığı bütün sistemlerini, kapalı ve mühürlü tutmaya karar vermiş
bir insandır. Âyetleri bilse de bilmese de netice değişmez. Bir insan Allah’a
ulaşmayı dilemedikçe, cennete gitmesi mümkün değildir.
İnsanlar için sadece iki tane alternatif
vardır:
1- Allah’a ulaşmayı dilemek.
2- Allah’a ulaşmayı dilememek.
Bir insan, hayattayken
ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilemezse gideceği yer cehennemdir. Bu insan, 80
yaşında ölse, sorumluluk 15 yaşında başladığı için hayatının 65 senesini
ibadetle geçirmiş ve İslâm’ın 5 şartını ömür boyunca ye-rine getirmiş olsa,
yani namaz kılmış, oruç tutmuş, zekât vermiş, hacca gitmiş, kelime-i şahadet
getirmiş olsa bile en önemli, en büyük ibadet olan zikri yapmamıştır. İslâm’ın
5 şartı arasına zikri koymamıştır. Allah’a ulaşmayı dilemediği cihetle bu
ibadetlerin hiçbiri onu kurtaramaz. İbadet yapmıştır ama Allah’a kul
olamamıştır. Çünkü ilk kulluk, Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Ve de Allah’a
kul olamayan cennete giremez, dünyada da mutlu olamaz.
“İslâm”
kelimesi, Allah’a teslim olmak demektir. İslâm ve teslim kelimeleri aynı kökten
gelir: Sin, lâm ve mim. İslâm’ın 5 şartının içinde teslim olmak yoktur. Oysaki,
Allahû Tealâ:
1- Ruhu
2- Fizik vücudu
3- Nefsi
4- İradeyi Allah’a teslim etmeyi emretmektedir.
Bunlar üzerinize farz kılınmıştır.
Bütün sistemleri 7’li
olan İslâm’ın inanç şartları, bugün 6’ya indirilmiştir. Mü’min olmanın 7. inanç
şartı (ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaştırılmasına inanmak) devreden
çıkarılmıştır. İslâm’ın 6. ve 7. şartlarının da bu asr-ı hidayette yerli yerine
ulaştırılması lâzımdır. İslâm’ın 5 tane şartı, kurtuluşu içermemektedir. Ama
eğer onlara ruhu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı dilemek 6. şart olarak;
ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek 7. şart olarak ilâve
edilirse o zaman İslâm’a lâyık bir değer oluşur. Bütün sahâbe, bu 7 tane şartı
yerli yerine oturtmuş, hepsini gerçekleştirmişlerdir.
Allah’ın sözü var. Kim
Allah’a ulaşmayı dilerse, Kendisine ulaştırır. Yani o kişi, Allah’a ulaşmaz.
Allah, onu Kendisine ulaştırır. Allah’ın kontrolünde, Allah ona öyle yardımlar
eder ki, kişi Allah’tan otomatik olarak 12 tane ihsan alır ve bu ihsanlarla
mürşidine ulaşır.
Allah önce Rahmân
esmasıyla tecelliye başlar, gözlerdeki hicab-ı mestureyi alır, kulaklardaki
vakrayı alır, kalpteki mührü açar, küfrü alır, kalpteki ekinneti alır, yerine
ihbat koyar. Allahû Tealâ, kişinin kalbine ulaşır, kalbin nur kapısını Allah’a
çevirir, göğsünden kalbine nur yolu açar, kişinin huşûya ulaşmasını sağlar.
Mürşidini gösterir. Ve kişi mürşidine ulaşıp, önünde diz çökerek tövbe eder. 7
tane ni’met alır. Ve bu ni’metlerle kişi önce ruhunu, sonra vechini, nefsini ve
iradesini adım adım Allah’a teslim etmek için hazır hale gelir.
Böylece nefs tezkiyesini
gerçekleştirecek ve ruhunu Allah’a ulaştıracaktır. Allah’ın sözü buraya
kadardır. Ondan sonra kişi, şeytanın şiddetli saldırısına defalarca uğrar.
İblis onu o hidayet noktasından tekrar aşağı düşürmek için ardarda bütün
gayretini sarfeder.
Bu âyet, birçok âyetle
illiyet rabıtası içerisindedir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin cehenneme
gitmesi burada, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin kurtuluşu ise Vel Asr Suresinde anlatılmaktadır:
103/ASR-1: Vel asrı.
Asra yemin olsun.
103/ASR-2: İnnel insâne le fî husrin.
Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.
103/ASR-3: İllellezîne âmenû ve amilûs
sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabrı).
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs
tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı
tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü
7 basamağı aşanlar) hariç.
Allah’a ulaşmayı
dileyenler Allah’a ulaşacaklardır. Yunus Suresinin 7. âyet-i kerimesi aşağıdaki
4 âyetle direkt olarak ilişkilidir.
11/HÛD-29: Ve yâ kavmi lâ es’elukum
aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû,
innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere)
karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa
ancak Allah’a aittir. Ve ben âmenû olanları ((Allah’a ulaşmayı dileyenleri)
tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab’lerine
mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim
olarak görüyorum.
(29/ANKEBUT-5)
29/ANKEBÛT-6: Ve men câhede fe innemâ
yucâhidu li nefsih(nefsihî), innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).
Ve kim cihad ederse, o taktirde sadece kendi nefsi
için cihad eder. Muhakkak ki Allah, âlemlerden müstağnidir (hiçbir şeye
ihtiyacı yoktur).
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ
vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve
îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ
ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men
yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği
(farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda
(dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya
vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları,
kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah,
dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu
hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Kim Allah’a ulaşmayı
dilemezse bu dünyadaki titri, hangi ilim kademesini temsil ederse etsin o,
Allah’ın âyetlerinden gâfildir.
10/YÛNUS-8: Ulâike
me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları
(dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, bu âyet-i
kerime gereğince, Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin gideceği yerin mutlak
olarak cehennem olduğunu söylüyor. Bu, Kur’ân-ı Kerim’in “olmazsa olmaz” şartıdır.
Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse, dilemeyen kişinin kurtuluşu hiçbir şekilde
mümkün değildir. Dileyen kişi ise mutlaka Allah’ın cennetine girer. Yunus
Suresi 7 ve 8. âyet-i kerimeleri, cennetin anahtarı, cehennemin de kilididir.
Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse gideceği yer cehennemdir. Ama dileyenin de
Allah’ın yardımı geleceği için gideceği yer mutlak olarak Allah’ın cennetidir.
Bundan 14 asır evvel
bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler ve Allah’a ulaşmışlardır: (39/ZUMER-18)
İnsanoğlunun ruhunu Allah’a
ulaştırma noktasına dikkatle bakın: Kişi, Allah’a ulaşmayı diliyor, Allah onu
mürşidine ulaştırıyor, nefs tezkiyesine başlatıyor ve kişi mutlaka ruhunu
Allah’a ulaştırıyor.
Allah’a ulaştığı
taktirde kişinin kurtulmaması mümkün değildir.
13/RA'D-27: Ve
yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul
innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe). Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse
olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette
bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet-i kerimede kâfirlerin Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den mucize
istemeleri söz konusudur. Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in onlara
cevap olarak: “Allah dilediğini dalâlette bırakır, dilediğini hidayete
erdirir.” demesini istemektedir.
Allah’ın dilediğini
dalâlette bırakması, Allah’a yönelen (ulaşmayı dileyen) kişiyi ise Kendisine ulaştırması, yani hidayete
erdirmesi söz konusudur. Başta bütün insanlar fısktadır, dalâlettedir,
küfürdedir. Hiç kimse dalâlete sonradan düşmez. Kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği
andan itibaren dalâletten kurtularak hidayete adım atmıştır. Eğer kişi,
hidayete erdikten sonra tekrar dalâlete düşerse, o zaman tekrar fıska düşer.
Bir kısım insanlar
ruhlarını Allah’a ulaştırmayı yani dalâletten kurtulmayı dile-mezler. Bunun
mânâsı Allah’ın da onları hidayete erdirmeyi dilememesidir. Allah’ın onları
içinde bulundukları dalâlette bırakması hep yanlış anlaşılmaktadır. Bu kişiyi
Allah dalâlete düşürmemiştir. Bütün insanlar doğuşlarından itibaren zaten
dalâlettedirler. Allah onları kendi dalâlet hallerinde bırakır. Onlarla
ilgilenmez. Onlar hiçbir zaman dalâletten kurtulamayacaklardır. Onlar her zaman
dalâlette kalacaklardır. Allah, onları hidayete erdirmeyecektir. Ama kim de
Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onları mutlaka hidayete erdirir.
Kim dalâlette kalmayı
istiyorsa, hidayete ulaşmayı, Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa o, Allah’ın dâlalete
düşürdüğü değil, dalâlette bırakmayı dilediği kişidir. O kişi, Allah’a ulaşmayı
inkâr ettiği ve başka insanları da (bir evvelki âyetteki gibi) Allah’ın yoluna
ulaşmaktan men ettiği için Allah’ın hidayete ermesini dilemediği, dalâlette
kalmasına müsaade ettiği kişidir.
10/YÛNUS-45: Ve
yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne
beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû
muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ),
gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları
toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar).
Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar,
hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler)
olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet, hidayetin Allah’a
mülâki olmak demek olduğunu bir defa daha ispat etmekte, ruhu ölmeden evvel
Allah’a ulaştırmak olduğunu bir defa daha anlatmaktadır. Eğer kişi Allah’a
ulaşmayı dileseydi, hidayete erecekti ama yalanlıyor, tekzip ediyor. Allahû
Tealâ: “Onlar hidayete ermediler.” diyor.
Allahû Tealâ, Kehf
Suresinin 105. âyet-i kerimesinde de aynı şeyi söylemektedir:
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi
âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel
kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki
olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların
amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Burada Allahû Tealâ, iki
hususu birleştirerek hidayetin, Allah’a mülâki olmak olduğunu
kesinleştirmiştir. Bu âyet-i kerime, Al-i İmran Suresinin 73 ve Bakara
Suresinin 120. âyet-i kerimesiyle illiyet rabıtası içindedir.
(ÂLİ
İMRÂN-73, BAKARA-120)
Burada da Allahû Tealâ
aynı şeyi bir defa daha söylemiştir: “Allah’a mülâki olmayı, ulaşmayı
yalanlayanlar, onlar hidayete ermediler.”
Yalanlamasalardı,
dileselerdi, hidayete mutlaka ereceklerdi.
DALÂLETTE OLANLARIN; 7 ÂYET-İ KERİME GRUBU
GEREĞİNCE GİDECEKLERİ YER CEHENNEMDİR
1.
GRUP ÂYET-İ KERİME
17/İSRÂ-97: Ve
men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehum
evliyâe min dûnih(dûnihî), ve nahşuruhum yevmel kıyâmeti alâ vucûhihim umyen ve
bukmen ve summâ(summen), me’vâhum cehennem(cehennemu), kullemâ habet zidnâhum
saîrâ(saîren).
Ve Allah, kimi (Kendisine)
ulaştırırsa, artık o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim
Allah’a ulaşmayı dilemezse), o taktirde onlar için O’ndan (Allah’tan) başka
dostlar bulamazsın. Ve kıyâmet günü onları kör, dilsiz ve sağır olarak yüzüstü
(sürünerek) haşrederiz (edeceğiz, toplayacağız). Onların me’vası (kalacakları
yer) cehennemdir. Ve Biz, onlara (ateşin) her sönmeye yüz tutuşunda (alevli
ateşi) arttırdık (arttıracağız).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, bu âyet-i
kerimede hidayeti bir defa daha anlatmakta, insanların Allah’tan başka dostunun
olmadığını söylemektedir.
Allahû Tealâ Kehf
Suresinin 17. âyet-i kerimesinde de diyor ki:
18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat
tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum
fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe
huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen
murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ
tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından
geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde
bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi
Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa
(kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden
evliya) bulunmaz.
Dalâlette kalanlar için
Allahû Tealâ tarafından bir mürşid tayin edilmez. Allah gene o kişinin dostu
olarak kalacaktır. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği an onu mutlaka Allah
Kendisine ulaştıracaktır. Kur’ân, hidayet üzerine bina edilmiştir. Hidayet
müessesesine dikkat edildiğinde; 7 safhadan ve 4 tane teslimden oluşan bir
hidayet dizaynı, Kur’ân’ın ruhunu ve vücudunu teşkil eder. Öyleyse bu âyet-i
kerime, Kur’ân’ın önemli âyetlerinden birisidir.
2.
GRUP ÂYET-İ KERİME
54/KAMER-47: İnnel
mucrimîne fî dalâlin ve suur(suurin).
Muhakkak ki mücrimler
(suçlular), dalâlet ve çılgınlık içindedir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bütün suçlular muhakkak ki
dalâlet ve çılgınlık içindedirler. Neden dalâlettedirler? Bütün suçlular Kur’ân
hükümlerini çiğnedikleri için suçludurlar. Herşeyden önce Allah’a ulaşmayı
dilemedikleri için dalâlettedirler. (13/RA’D-27)
Aynı zamanda Allah’a
ulaşmayı dilemedikleri için kâfirdirler. (30/RÛM-31 – 32)
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim
iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını
(hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a
ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
Takva sahibi değildirler. (30/RÛM-31)
Şirktedirler. (30/RÛM-31
– 32)
Hidayette değildirler ve
hüsrandadırlar. (10/YÛNUS-45)
Amelleri boşa gider.
39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve
ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le
tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere:
"Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah’a ulaşmayı dilemezsen), amellerin
mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye
vahyolundu.
(18/KEHF-105)
Şeytanın kuludurlar.
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte
en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul
olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a
yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse
kullarımı müjdele!
Şeytanın dostudurlar.
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne
âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut
tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun
nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı
dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura
çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan
kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete
çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
3.
GRUP ÂYET-İ KERİME
25/FURKÂN-34: Ellezîne
yuhşerûne alâ vucûhihim ilâ cehenneme ulâike şerrun mekânen ve edallu
sebîlâ(sebîlen).
Cehenneme yüzleri üstü
haşredilenler (toplananlar), işte onlar, gideceği mekânı şerrli olanlar ve
sebîlden sapanlar (dalâlette kalanlar)dır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kıyâmet
günü herkes hayat filmini baştan aşağı görür. Hayat filminde kaybettiği veya
kazandığı dereceler fazla olanlar iki sonuca ulaşabilirler. Kimin kaybettiği
dereceler fazla ise onların hayat filmleri kendilerine sol taraflarından teslim
edilir. Kimin kazandığı dereceler fazla ise onların hayat filmleri kendilerine
sağ taraflarından teslim edilir. Kıyâmet günü cennete girecek olanlar da
cehenneme girecek olanlar da önce cehenneme gideceklerdir. Ama girişleri
birbirinden farklıdır.
Kapı
hüviyetinde olmayan çok yüksek kapılar 200-300 m . uzunluğunda devam eden
şeffaf, bombeli şekilde aşağı iner. Cennete girecek olanlar cehenneme bu şeffaf
nesnenin içinden uçarak girerler, bütün katları gezerler. Sonra da Allah’a
sonsuz hamd ve şükrederek cehennemi terkederler, cennetin hangi katına
gideceklerse oraya giderler. Ama cehennemde kalacaklar için durum aynı
değildir. Onlar o kapıya geldikleri zaman kulaklarında vakra, gözlerinde
hicab-ı mesture, kalplerinde ekinnet olduğu için uçarak içeri giremezler.
Mulk-8, 9, ve 10. âyetlerde Allahû Tealâ diyor ki:
67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel
gayz(gayzı), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum
nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi
olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size
nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.
67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun
fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey’(şey’in), in entum illâ fî dalâlin
kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet,
bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey
indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev
na’kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık,
alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.
İşte
böyle söyleyenlerin cehenneme uçarak girmesi mümkün değildir. Kapılar onları
asla geçirmez, ona göre programlanmışlardır. Cehennem bekçileri kapıyı onların
geçeceği kadar yerden kaldırırlar. Burunları yere sürtünerek cehenneme girmek
mecburiyetindedirler. (23/MU’MİNUN-103)
Günahları
sevaplarından çok olan herkes için gidilecek yer cehennemdir. Onlar, kapıların
kaldırılması suretiyle burunları sürtünerek, dizleri yere sürtünerek cehennemin
dış kesimine gireceklerdir.
Kim
cehennemin iç kesimine (ateşte yakılacağı kısma) girerse bilsin ki cehennemde
ebediyyen kalacaktır. Cehennemden çıkıp da cennete girme diye bir olay hiçbir
zaman söz konusu değildir. Cennete girenler de ebediyyen orada kalacaklardır.
Hiçbir zaman oradan çıkıp da cehenneme girmeleri söz konusu olmayacaktır.
4.
GRUP ÂYET-İ KERİME
7/A'RÂF-178: Men yehdillâhu fehuvel muhtedî ve men
yudlil fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
Allah
kimi hidayete erdirirse (kendisine ulaştırırsa), artık o hidayete ermiştir. Ve
kim dalâlette bırakılırsa, işte onlar, onlar artık hüsrana uğrayanlardır
(nefslerini hüsrana düşürenlerdir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Allah, kimi Kendisine
ulaştırırsa o kişi, o zaman hidayete erer. Kim de dalâlette ise onun için bir
velî mürşid, bir evliya mürşid bulunmaz.” (Kehf-17). Bu âyet ile Kehf-17’nin 1. bölümünde
birbirine eşitlik vardır.
“Allah kimi Kendisine
ulaştırırsa o kişi, o zaman hidayete erer.”
Kur’ân’da hidayet kavramı,
Allahû Tealâ tarafından şekillenmiş bir dizayndır. Ruh için de, fizik vücut
için de, nefs için de hidayet söz konusudur. Böyle bir muhtevada Allahû Tealâ,
hidayeti ruh açısından “Allah’a ulaşmak” olarak değerlendirmektedir. (18/KEHF-17)
23/MU'MİNÛN-103: Ve
men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme
hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap
tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar,
cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sevapları günahlarından az
olanlar hüsranda olanlardır. Sevapların günahlardan az olması veya günahların
sevaplardan fazla olması aynı şeydir. Bu durumda olanlar, nefslerini hüsrana
düşürenlerdir. Onların gidecekleri yer cehennemdir ve ebediyyen orada
kalacaklardır.
Hüsranda olan kişi,
nefsini hüsrana düşürmüştür. Ölçü nettir. Mu’minun-102 ve 103 son derece önemli
bir gerçeği ifade etmektedir. Allahû Tealâ: “Ebediyyen cehennemde kalacaklardır.”
buyurmaktadır. Bu ifadeye dikkat edilmelidir. Kurtuluş yok! Bu konuda Kur’ân-ı
Kerim’de 53 tane âyet vardır. Cehenneme giren de ebediyyen orada
kalacaktır. Kıyâmet günü insanların bir kısmı cehennemde ebediyyen kalmak üzere cehenneme girerler. Cennete girecek olanlar da
kıyâmet günü önce cehenneme giderler. kendilerini cehenneme değil de cennete
alacağı için Allah’a sonsuz hamd ve şükretsinler diye onlara cehennem mutlaka
gösterilir. Bunlar Allah’a sonsuz hamd ve şükrederek cehennemden ayrılır ve
cennete girerler.
Mu’minun Suresinin 102 ve
103. âyetleri, Yunus Suresinin 7 ve 8. âyetleriyle alâkalı oldukları için büyük
önem taşırlar. (10/YUNUS-7 – 8 )
Mu’minun Suresinin 103.
âyet-i kerimesinde bahsedilen kişiler, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler olarak da
değerlendirilebilir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin kaybettikleri dereceler
kazandıkları derecelerden fazla olanlar yani kazandıkları dereceler
kaybettikleri derecelerden az olanlardır. Gidecekleri yer cehennemdir. Allah’a
ulaşmayı dileselerdi, Allahû Tealâ derhal onlara Rahîm esmasıyla tecelli
edecekti. Gözlerindeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı, kalplerindeki
ekinneti alacaktı. Herbirini alırken onlara öyle dereceler verecekti ki
verilenler kaybettikleri derecatı aşacaktı. Yani günahlarını örtmüş olacaktı
Allahû Tealâ.
5.
GRUP ÂYET-İ KERİME
7/A'RÂF-179: Ve
lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ
yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne
bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi,
insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır,
onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler.
Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta
daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hüsranda olan kişi,
nefsini hüsrana düşürmüştür. Ölçü nettir. Mu’minun-102 ve 103 son derece önemli
bir gerçeği ifade etmektedir. Allahû Tealâ: “Ebediyyen cehennemde kalacaklardır.”
buyurmaktadır. Bu ifadeye dikkat edilmelidir. Kurtuluş yok! Bu konuda Kur’ân-ı
Kerim’de 53 tane âyet vardır. Cehenneme giren
de ebediyyen orada kalacaktır. Kıyâmet günü
insanların bir kısmı cehennemde ebediyyen kalmak üzere cehenneme girerler.
Cennete girecek olanlar da kıyâmet günü önce cehenneme giderler. kendilerini
cehenneme değil de cennete alacağı için Allah’a sonsuz hamd ve şükretsinler
diye onlara cehennem mutlaka gösterilir. Bunlar Allah’a sonsuz hamd ve
şükrederek cehennemden ayrılır ve cennete girerler.
Mu’minun Suresinin 102 ve
103. âyetleri, Yunus Suresinin 7 ve 8. âyetleriyle alâkalı oldukları için büyük
önem taşırlar. (10/YUNUS-7 – 8 )
Mu’minun Suresinin 103.
âyet-i kerimesinde bahsedilen kişiler, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler olarak da
değerlendirilebilir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin kaybettikleri dereceler
kazandıkları derecelerden fazla olanlar yani kazandıkları dereceler
kaybettikleri derecelerden az olanlardır. Gidecekleri yer cehennemdir. Allah’a
ulaşmayı dileselerdi, Allahû Tealâ derhal onlara Rahîm esmasıyla tecelli
edecekti. Gözlerindeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı, kalplerindeki
ekinneti alacaktı. Herbirini alırken onlara öyle dereceler verecekti ki
verilenler kaybettikleri derecatı aşacaktı. Yani günahlarını örtmüş olacaktı
Allahû Tealâ.
6.
GRUP ÂYET-İ KERİME
36/YÂSÎN-62: Ve
lekad edalle minkum cibillen kesîrâ(kesîran), e fe lem tekûnû
ta’kılûn(ta’kılûne).
Ve andolsun ki sizden
birçoklarını dalâlette bıraktı. Hâlâ akıl etmez misiniz?
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bütün insanlar doğuşlarından itibaren dalâlette
olarak hayata başlarlar. İnsanlara tebligat
yapıldıktan sonra iki çeşit insan oluşur:
1- Allah’a ulaşmayı dileyenler.
2- Allah’a ulaşmayı dilemeyenler.
Tebligattan evvel başlangıçta bütün insanlar
dalâlettedirler. Tebligattan sonra da Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes
dalâlette kalmaya devam eder.
Hidayette olmayan zaten dalâlette olan insanları
Allah nasıl dalâlete düşürebilir ki? Dalâlette kalmak veya hidayete adım atmak
(hidayet üzere olmak) birbirinin zıddı olan iki kavramdır. Bütün insanlar
Allah’a uaşmayı dileyene kadar dalâlette kalırlar.
Bir insan Allah’a ulaşmayı diledikten sonra kendine
düşenleri yaparsa, mürşidine ulaşırsa ondan sonra ruhu vücudundan ayrılarak 21.
basamakta Allah’a ulaşır, 22. basamakta Allah’ın Zat’ında yok olur, emanet
sahibine iade edilir. Kişi hidayete ermiştir. Allah’a ulaşmayı dileyip hidayete
erdikten sonra tekrar şeytan tarafından dalâlete döndürülmek dalâlete
düşmektir. Dalâlette kalmakla, dalâlete düşmek aynı şey değildir. Dalâlete
düşmek hidayetten sonra tekrar dalâlet ehli olmayı ifade eder.
Allahû Tealâ’nın “Ve andolsun ki sizden
birçoklarını dalâlette bıraktı.” ifadesi, sadece dalâlette kalanlar, Allah’a
ulaşmayı dilemeyenler için geçerlidir.
Allah Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e: “Seni
dalâlette bulup da hidayete erdirmedik mi?” diyor. Peygamberler dahi aşlangıçta
dalâlettedirler.
93/DUHÂ-7: Ve vecedeke dâllen fe hedâ.
Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.
36/YÂSÎN-63: Hâzihî
cehennemulletî kuntum tûadûn(tûadûne).
Size vaadedilmiş olan
cehennem (işte) budur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kişi, şeytana tâbî olursa,
Allah’a ulaşmayı dilemezse o zaman taguta (insan ve cin şeytanlara) tâbî olmuş
olur; o zaman o kişiye vaadolunan şey cehennemdir.
7.
GRUP ÂYET-İ KERİME
4/NİSÂ-167: İnnellezîne
keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve
Allah’ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları
için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
Kâfirdirler diyor
insanlara. Neden kâfir insanlar? Kalplerinin içinde küfür kelimesi yazdığı
için. Biliyorsunuz bütün insanlar doğuşlarından itibaren kalplerinde küfür
kelimesi yazan insanlardır. Bu küfür kelimesini Allahû Tealâ insanların kalbine
yazıyor ve kalpleri mühürlüyor. Bütün kalpler mühürlü. bütün insanların
kalbinde küfür yazıyor ve insanlar hanif fıtratıyla doğmuşlar yani tek Allah’a
inanabilmek yeteneğiyle, Allah’a teslim olabilmek yeteneğiyle doğmuşlar.
Vahdeti oluşturacak şartlara da sahip insanlar yani Allah yolunda tek bir kitle
olmak, bu açıdan insanların vahdeti Allah’ın vahdaniyetine tekliğine inanmak
iki, bir de Allah’a teslim olabilmek yeteneğiyle fıtrat olarak tabiatlarında bu
var olarak doğmuşlar. Ama herkesin de kalbinde küfür yazıyor ve herkesin kalbi
mühürlü. Bütün mühürlü kalplerin sahiplerinin kâfirler olduğunu söylüyor Allahû
Tealâ.
Bakara Suresinin 6 ve 7.
âyetlerinde Allahû Tealâ diyor ki: “Habibim sen o kâfirlere söylesen de
söylemesen de netice değişmez. O kâfirler mü’min olmazlar. Onların kalpleri
mühürlüdür.” diyor.
2/BAKARA-6: Innellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum
em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen
de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü’min olmazlar. 2/BAKARA-7:
Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun),
ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme
(sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine
gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.
Bütün kâfirlerin kalpleri
mühürlü. Kimdir kâfir? Eğer şeytana sorarsanız insanlara yutturduğu bir şeyle
mü’min olmayanlar diyor. Allah’a inanmayanlar kâfirdir. Îmân kelimesi inanmak
anlamının içeriğine sahip olduğu için iblis bunu insanları aldatmak için bir
vesile saymış. Bir insanın mü’min olabilmesi 7 tane kalp şartına, 7 tane inanç
şartına, 3 tane de vasıf şartına sahip olması lazım biliyorsunuz.
1- Kişin kalbindeki ekinneti almış olacak Allahû
Tealâ
2- Yerine ihbat koyacak
3- O kişinin kalbinin nur kapısını Allaha
çevirecek
4- Göğsünden kalbine nur yolu açacak
5- Kişinin kalbinin mührünü açacak
6- Kalbin içindeki küfür kelimesini dışarı alacak
7- Kalbin içine îmân kelimesini yazacak
Kalbin içine îmân
yazılmadıkça hiç kimsenin mü’min olamayacağını söylüyor Hucurat Suresinin 14.
âyet-i kerimesi.
49/HUCURAT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve
lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve
resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun
rahîm(rahîmun).
Araplar dediler ki: “Biz mü’min olduk.” (Habibim)
de ki: “Mü’min olduk, demeyin. Lâkin; Islâm (dairesine) girdik, deyin. Çünkü
(Allah’a ulaşmayı dilemediğiniz için) kalplerinizin içine îmân girmedi. Ve eğer
Allah’a ve resûlüne itaat ederseniz, amellerinizden bir şey eksilmez. Allah
Gafur’dur, Rahîm’dir.”
Bu 7 tane kalp şartı. Yedi tane de inanç şartı
gerekli.
1- Allah’a inanmak
2- Meleklerine inanmak
3- Resûllerine inanmak
4- Kitaplarına inanmak
5- Bâsu badel mevte inanmak
6- Hayrın Allah’tan şerrin insanın nefsinden
olduğuna inanmak
7- Ruhu ölmeden evvel Allaha ulaştırmak,
hayattayken ulaştırmak, bunun farziyetine inanmak.
Ve 3 tane de hidayet şartı
1- Ruhun hidayetine başlamış olmak
2- Fizik vücudun hidayetine başlamış olmak
3- Nefsin hidayetine başlamış olmak
Ruhun hidayeti, Allah’a
ulaşmak üzere ruhun vücudumuzdan ayrılmasıyla başlar. Fizik vücudun hidayeti,
fizik vücudumuzun şeytana kul olmaktan kurtulmaya başlamasıyla başlar. Nefsin
hidayeti ise nefsin kalbindeki afetleri temizlemeye başlamasıyla devreye girer.
Öyleyse 3 ayrı vücudumuz
3 ayrı Sıratı Mustakîm üzerinde 3 ayrı hidayetin sahibi olacak. Böyle bir
dizaynda ancak mü’min olmak söz konusudur.
1- 7 tane kalp şartı
2- 7 tane inanç şartı
3- 3 tane hidayet şartı
Kişi o zaman mü’min olur.
Öyleyse şimdi Allahû Tealâ’nın burada bahsettiği insanlar “Onlar ki kâfirdirler
diyor. Innellezîne keferû diyor ve Allah’ın yolundan saptırırlar diyor.”
Innellezîne keferû, onlar ki kâfirdirler. ve saddû saptırırlar, an sebîlillâhi
Allah’ın yolundan, kad dallû dalâlen baîdâ. Kad, and olsun ki onlar açık bir
dalâlet içindedirler. Uzak bir dalâlet içindedirler, baîdâ uzak bir dalâlet.
Öyleyse bu insanlar
Allah’ın yoluna girmiş olsalardı ne olacaktı? Kalplerindeki küfür kelimesi
alınıp îmân kelimesi yazılacaktı. Hidayetler başlayacaktı. Allah kalbin içine
îmânı yazdığı için kişi mü’min olacaktı. Böyle olmadığı için kâfirler. Allah’ın
yoluna girmedikleri için kâfirler. Yetmez başka insanları da Allah’ın yolundan
alıkoyuyorlar. Yeryüzündei fesat sebebi bu insanlar. Bakın ne diyor Allahû Tealâ
Rad 20-21’de:
13/RAD-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel
misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını,
vechlerini, nefslerini teslim ettikten sonra iradelerini Allah’a teslim
ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a
teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.
13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale
ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a
ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve
Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten)
korkarlar.
Onlar diyor Allahû Tealâ:
“Allah ile olan ahdlerini yerine getirirler ve özellikle misaklaerini
bozmazlar.” Ve misaklerini bozmayan bu insanlar misaklerini yerine getirirler.
Nasıl? Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a
ulaştırırlar. Böylece misak yerine getiriliyor. “Allah’ın Allaha
ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.”diyor Allahû Tealâ.
Ruhlarını, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettikleri ruhlarını Allah’a
ulaştırılar.
Aynı surenin 25.
âyet-i kerimesine bakıyoruz; diyor ki Allah: “Onlar Allah’a misak verdikleri
halde Allah’a ruhlarını ulaştırmayı vuslatı keserler. Onlar yeryüzünde fesat
çıkaranlardır. Başka insanların da hidayete ermesine mani olurlar.”
13/RA'D-25: Vellezîne
yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale
ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar, misaklerinden sonra
(ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair
ezelde Allah’a misak verdikten sonra) Allah’ın ahdini bozarlar (ruhlarını,
vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim etmezler). Ve Allah’ın,
O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a
ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı
Mustakîm’e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar
içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.
İşte başka insanların da
hidayete ermesine mani olur ifadesi bu âyet gereğince var, Nisa-167 gereğince.
Başka insanların Allah’ın yoluna girmesine mani olurlar diyor. Orada da bu
sebeple fesat çıkardıkları işaret ediliyor. Rad Suresinin 25. âyet-i
kerimesiyle Nisa Suresinin 167. âyet-i kerimesi arasında bir illiyet rabıtası
var.
Öyleyse bu illiyet
rabıtasına dikkat edin. Allahû Tealâ’yla olan ilişkilerde bu olay var sevgili
öğrenciler, izleyenler, dinleyenler. Allahû Tealâ burada açıkça “Onlar Allah’ın
yolundan saptırırlar.” diyor. Orada da böyle olduğu için yeryüzünde fesat
çıkardıkları neticesine ulaşıyoruz Rad-25’de. Âyet-168, 167’nin devamı. 169’da
bir konuyu bütünlüyor.
4/NİSÂ-168: İnnellezîne
keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum
tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri
(başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret
edecek değildir ve yola (Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e) hidayet edecek
değildir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ diyor ki: “Innellezîne
keferû, muhakkak ki onlar kâfirlerdir. ve zalemû, ve zalimlerdir.” Niçin
zalimler? Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini önledikleri için zalimler.
Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini önleyince onların hidayetine mani
oluyorlar. Rad-25’de Allahû Tealâ’nın ifade ettiği gibi yeryüzünde fesat çıkartıyorlar.
Allah’ın emirlerine itaatsizlik ediyorlar. Isyan ediyorlar Allahû Tealâ’nın
emirlerine ve yeryüzünde fesat çıkartıyorlar bu sebeple. Ve başka insanların
hidayetine mani oldukları için de Allahû Tealâ hükmünü koyuyor “Onlar
zalimdirler.” diyor. Başkalarına ve kendilerine zulm ederler. Başkalarına mani
oldukları için kendilerine de zulm etmiş oluyorlar. “Innellezîne keferû ve
zalemû muhakkak ki onlar kâfirdirler ve zalimdirler. Lem yekunillâhu li yagfire
lehum, Allah onlara mağfiret etmez.” diyor Allahû Tealâ. Allah onların günahlarını
sevaba çevirmez. Allah olara mağfiret etmez onların günahlarını sevaba
çevirmez.
Eğer başka insanlar da
yola girmiş olsalardı, bunlar da yola girmiş olsalardı yani Allah’a ruhlarını
ulaştırmayı dileselerdi, mürşidlerine ulaşıp tâbî oldukları anda onların bütün
günahlarını Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesi gereğince Allah sevaba
çevirecekti. Ne diyor Allahû Tealâ Furkan-69’da cehenneme gidecek olanlardan
bahsediyor. Furkan-70’de ne diyor Allahû Tealâ? Diyor ki: “Ama kim tövbe ederse
mürşidin önünde yapılan bir tövbe onlar hariç diyor. Onlar cehenneme gitmezler.
Onlar mü’min olurlar diyor birinci işaret. Onlar amilüssalihat yapmaya başlarlar
diyor, nefs tezkiyesi yapmaya başlarlar diyor ikinci işaret. Onların bütün
günahlarını bütün seyyiatlerini, Allah hasenata çevirir, sevaba çevirir yani
onların bütün negatif derecelerini, nakıs derecelerini, kaybettikleri
derecelerini Allah zahid derecelere
pozitif derecelere, kazanç derecelere çevirir yani onların günahlarını
sevaba çevirir.” diyor Allahû Tealâ Furkan-70’de ve 71’de de diyor ki: “Onların
ruhları tövbeleri kabul edilmiş bir halde Allah’a ulaşır.”
25/FURKAN-70: Illâ men tâbe ve âmene ve amile amelen
sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu
gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece
kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi)
yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata
(sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir
(rahmet gönderendir).
25/FURKAN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu
ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel
(nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş
olarak Allah’a ulaşır (hayattayken ruhu Allah’a ulaşır).
Işte sevgili öğrenciler,
izleyenler ve dinleyenler görüyorsunuz ki Allah ile olan ilişkilerimizde her şeyin
en güzel olması söz konusu. Şimdi bu insanlar yola girmedikleri için mürşidlerinin
önünde tövbe de etmiş değiller. Tabiî günahları da sevaba da çevrilmiş değil.
“Allah onlara mağfiret etmez yani onların günahlarını sevaba çevirmez.” diyor.
Ve onları Sıratı Mustakîm’e de ulaştırmaz diyor. “ve lâ li yehdiyehum onları
ulaştırmaz tarîkâ.”
Sevgili kardeşlerim
tarik, Tarîki Mustakîm’i ifade ediyor burada. Sıratı Mustakîm 4 sebilden oluşur.
Birinci sebîl yataydır. Kişinin tövbe ettiği yerle ana dergah, devrin imamının
dergahı, arasındaki yatay yolu ifade eder. Burada Tarîki Mustakîm başlar.
Tarîki Mustakîm, 7 tane gök katını aşan bir yoldur. Bu 7 tane gök katını aşan
yol 7. kata kadar ulaşır. Bundan sonra yeni bir yatay yol başlayacaktır.
Birinci âlemden 7. âleme kadar ve bu yeni yolun dizaynı içerisinde her şey adım
adım sonuçlanacaktır. Soldan sağa doğru yedi tane âlem geçilir Sıdretül
Münteha’ya ulaşılır, yatay bir yoldur üçüncü sebil. Ve dördüncü sebîl dikey bir
yoldur. Sıdretül Münteha’dan Allah’a kadar ulaşır. Ruh Allah’a ulaştıktan sonra
Allah’ın Zatında kaybolur, yok olur. Kişi fenâ fillah olur. Allah’ın Zatında
fani olur, Allah’ın evliyası olur.
Işte burada Allahû Tealâ
“Onu Tarîki Mustakîm’e ulaştırmaz diyor. Sebîlleri, birinci sebîli aşarak
Tarîki Mustakîm’e ulaşmasına Allahû Tealâ müsaade etmez.” diyor. Eğer tâbî
olsaydı mürşidine hem Allahû Tealâ onların günahlarını sevaba çevirecekti hem
de onları Sıratı Mustakîm’e mutlaka ulaştıracaktı. Tâbî olanların mutlaka Sıratı
Mustakîm’e ulaştıkları Nebe-38 ve 39’da kesinleşiyor. Nebe-38, mürşidin önünde
yapılan bir tövbe, 39’da bunun üzerine yolan çıkan ruhun Allah’a ulaşması.
78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffen),
lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
Melekler (arşı tutan melekler), saf saf olarak ve
ruh (devrin imamının ruhu) oradadırlar. Kendisine Rahmân’ın izin verdiğinden başka
kimse konuşamaz. Ve sevap söyler (günahların sevaba çevrilmesini müjdeler).
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze
ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
Işte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere
öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı
dileyen) kişi, kendisini Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol
ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah), meab (sığınak, melce)
olur.
4/NİSÂ-169: İllâ
tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi
yesîrâ(yesîren).
Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır),
onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Öyleyse bütün insanlar
için söz konusu olan bir dizayndan bahsediyor Allahû Tealâ. Burada Allahû
Tealâ’nın yolunda her şeyin en güzel olduğu bir dizaynda yaşamak söz konusu.
Hepiniz için bütün güzellikler mevcut Allah’ın yolunda.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın açıkça ifade ettiği gibi
1- Yola girmeyen kâfir kalanlar var.
2- Yola giren yani Sıratı Mustakîm’e ruhu ulaşan
ve mü’min olanlar var.
1- Günahları sevaba çevrilmeyenler var.
2- Günahları sevaba çevrilenler var.
1- Dalâlette olanlar var.
2- Hidayette olanlar var.
Insanlar mürşidlerine ulaşmadıkça
dalâletteler. Dalâlette olanların ise kurtuluşu söz konusu değil. Işte Allahû
Tealâ burada onlar uzak bir dalâlet içindedirler buyuruyor. Kur’ân-ı Kerim’de
10 âyet-i kerime insanların mürşidlerine ulaşmadıkça dalâlette olduğunu
söylüyor.
1- Kasas-50: “Habibim eğer
senin davetine icabet etmezlerse bil ki onlar nefslerinin hevasına tâbî
olanlardır. Kim Allah’ın davetçisine değil de kendi hevasına tâbî olursa ondan
daha çok dalâlette olan kim vardır.” diyor Allahû Tealâ.
28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ
yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden
minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin
hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler.
Allah’tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine
tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini
hidayete erdirmez.
2- Taha-123: “Hadi oradan
hepiniz aşağı inin birbirinize düşman olarak. Size hidayetim ve hidayetçim
gelecek. Kim hidayetçime tâbî olursa sadece onlar dalâletten kurtulurlar şaki
de olmazlar.”
20/TAHA-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın
aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ
yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “Ikiniz oradan (aşağı)
inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden
size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetçime tâbî olursa artık o,
dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”
3- Kehf-17: “Allah kimi
Kendi Zat’ına ulaştırırsa o zaman o kişi hidayete erer. Kim dalâletteyse onlar
için bir veli mürşid bulunmaz.”
18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim
zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin
minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel
muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından
geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün.
Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. Işte bu, Allah’ın
âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o
hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse)
artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
4- Casiye-23 Allahû Tealâ
diyor ki: “Habibim o nefslerini hevalarını kendilerine ilâh edinenleri
görüyorsun. Allah onları onların ilimleri üzere dalâlette bırakır.” Hevalarına
tâbî olanlar Kasas-50’ye göre mürşidlerine tâbî olmayanlar.
45/CASIYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve
edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî
gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ
tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü?
Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme
hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet
(perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir?
Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
5- Cuma-2: “Biz bütün
kavimlerde ümmilerin arasında resûl beas ederiz. Bu resûle tâbî olmadan evvel
onlar apaçık bir dalâlet içindedirler.”
62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum
yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel
hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Onlara, onların içinde Allah’ın âyetlerini okusun,
onları tezkiye etsin ve onlara kitap ve hikmeti öğretsin diye, ümmîler için
onların aralarından resûl beas eden (vazifeli kılan, hayata getiren) O Allah’tır.
Ondan evvel (bu resûle tâbî olmadan evvel) onlar, açık bir dalâlet içinde
idiler.
6- Ali Imran-164: “Bütün
kavimlerde resûl beas ederiz. Mü’minlerin başının üzerinde ni’met olsunlar diye.
Bu resûle tâbî olmadan evvel onlar apaçık bir dalâlet içindeydiler.”
3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel
mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve
yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le
fî dalâlin mubîn(mubînin).
Andolsun ki Allah, mü’minlerin (başlarının)
üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni’met olmak üzere (onların aralarında,
kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O’nun
(Allah’ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve
hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten
açık bir dalâlet içinde idiler.
7- Ahkaf-32: “Kim Allah’ın
davetine icabet etmezse icabet etmedikleri için onlar apaçık bir dalâlet
içindedirler.” diyor Allahû Tealâ.
46/AHKÂF-32: Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi
mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin
mubîn(mubînin).
Ve Allah’ın davetçisine icabet etmeyen kimse,
yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah’tan başka dostları
yoktur. Işte onlar apaçık dalâlet içindedirler.
Ve daha sonra 3 âyette
daha Allahû Tealâ dalâlette olanların mutlaka mürşidlerine tâbî olmayanlar olduğunu
söylüyor. Öyleyse tâbî olmak kurtuluşun temelidir. Böyle bir durumda Allahû
Tealâ’nın ifadesini yerli yerine oturtmak mecburiyetindeyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.