11 Kasım 2015 Çarşamba

HANİF FITRATI

HANİF FITRATI

3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh (tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye misak aldığı zaman, "İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu. (Onlar da): "İkrar ettik (kabul ettik)" dediler. (Allahu Teâlâ): "Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim." buyurdu.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Her ikisinde de “le” kullanmış Allahû Tealâ, mânâyı kuvvetlendirmek üzere. Bunu bir zorunluluk olarak söylüyor, mutlaka bunu yapmak mecburiyetindesiniz ve bunun için sizden misak istiyorum, diyor. O’na îmân edeceğinize ve O’na yardım edeceğinize dair Bana misak vereceksiniz, diyor Allahû Tealâ.
İslâm dîninin bugünkü öğreticileri diyorlar ki: “Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz Son Nebî idi ama aynı zamanda da Son Resûl’dü. Artık Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘den sonra ne nebî ne de resûl gelmeyecektir. O son Nebî ve Son Resûl’dür. Yani ondan sonra gelecek olan bir Resûl, bir Mehdi (A.S) hiçbir zaman olmayacaktır.” diyorlar.
Bu âyet bunun varlığının kesin delilidir. Bu iddianın sahipleri yani Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘den sonra resûl de, nebî de gelmeyecektir, diyenler bir sözlerinde “nebî gelmeyecektir” sözlerinde tamamen haklıdırlar, gerçekten Kur’ân-ı Kerim Resûllerin Sonuncusu’dur, demiyor, Nebîlerin Sonuncusu’dur, diyor.
Al-i İmran Suresinin 81. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bütün nebîleri huzurunda toplamış, hepsinden yemini ve misaki almış, bütün nebîlerden sonra gelecek O, diyor. Sevgili dîn adamlarımız der ki: “Hayır, Allahû Tealâ bir tek Peygamber Efendimiz (S.A.V) hariç, bütün öteki nebîleri toplamış ve onlara demiş ki: “Sizlerden sonra bir Resûlümüz gelecek, işte O da Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘dir.”
Ama Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’indeki bir sözü unutuyorlar. Allahû Tealâ diyor ki:
Öyleyse bu konuda eksik olan şey, bu konunun ispatıdır. Ahzap Suresinin 7. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

33/AHZÂB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh’tan ve Hz. İbrâhîm’den ve Hz. Musa’dan ve Meryemoğlu Hz. İsa’dan ve onlardan ağır bir misak aldık.

“O misakte Sen de vardın.” Bunun mânâsı Peygamber Efendimiz (S.A.V) de Allah’ın hitap ettiği nebîlerin içindedir. Ve bütün peygamberlerden sonra gelecek olan resûlün işaretine dikkat edin. O’nun nebî olduğuna dair Allahû Tealâ hiçbir işaret vermemiş, sadece onun resûl olduğunu söylüyor. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V), Nebîlerin Sonuncusu’dur. O’ndan sonra geleceğine göre nebî olması mümkün değil. Allahû Tealâ da bu sebeple açık ve kesin bir şekilde, o gelecek olanın Nebî olmadığını, resûl olduğunu söylüyor.
Hak ile bâtıl, Kur’ân-ı Kerim’de kesin standartlarda ayrılmıştır. Ama bazı dîn adamları hakkın ye-rine bâtılı iddia etmekteler. Aslında birçok resûl gelecek, her kavimde zaten resûl var. Gerek Mu’minun Suresinin 44. âyet-i ke-rimesinde, gerek Bakara Suresinin 87. âyet-i kerimesinde, Allah bütün kâvimlere  ardarda resûl gönderildiğini, aralarında fetret devri olmadığını da her iki âyette de kesinlikle ifade edi-yor, yetmez Nahl-36’da da gene bütün kavimlere resûl gönderdiğini Allahû Tealâ bir defa daha buyuruyor: (23/MU’MİNÛN-44, 2/BAKARA-87, 16/NAHL-36)
Öyleyse bütün kavimlere, kesintisiz olarak Allahû Tealâ resûl gönderiyor, biri ölünce yerine başka bir resûlünü, hayatta olanlardan birini vazifeli kılıyor ve kıyâmete kadar da bütün kavimlerde bu resûller yaşamaya devam edecek ve şu anda da bütün kavimlerde bu resûller mevcuttur. Ama bunlardan bir tanesinden bahsediyor Allahû Tealâ; O, Mehdi Resûl’dür. İkinci asr-ı saadeti gerçekleştirecek olan kişidir. Dînlerin birleştirilmesini sağlayacak olan kişidir. Ve O’ndan Allahû Tealâ, Duhan Suresinin 10, 11, 12, 13 ve 14. âyetlerinde de bahsediyor: (44/DUHÂN-10 – 11 – 12 – 13 – 14)
Duhan olayı oldu. Kuveyt’i işgal eden Irak orduları, Kuveyt’ten çekilirken rafineleri ateşe verdiler ve günlerce, gece ve gündüzün ayrılmayacağı kadar kesif bir duman bütün gökleri kapladı. İşte bu Duhan olayıydı ve o devrede, Allahû Tealâ’nın vazifeli kıldığı bir Resûl, deli ilân edildi, hatta bu deliyi deliler evine koymak için televizyonda açıkça talepte de bulunuldu ve iddia edildi ki ve halk inandırıldı ki, o bir delidir, mecnundur.
Ayrıca o Resûl’ün Resûl olmadığı, bir sahtekâr olduğu, bir deli olduğu ve ayrıca da şeytandan ilham aldığı söylendi ve halkı buna inandırdılar. Oysaki O, Allah’ın Resûlü’ydü. Ve onların söylediği şeyler, O’nu hiç alâkadar etmiyordu. O topluma bir mesaj veriyordu, tam 7 defa bu mesajı verdi: “Dîn elden gitmiştir.”
İslâm’ın insanları cennet saadetine ulaştıracak olan, Allah’a ulaşmayı dileme safhası, mürşide ulaşma safhası, ruhun Allah’a ulaştırılması safhası bütünüyle dînden kaldırılmış, yok edilmiştir, Allah’a teslimin son 2 safhasını temsil eden, fizik vücudun ve nefsin Allah’a teslimi de yok edilmiştir. Cennet saadetine ulaştıracak olan farzlar kaldırılarak İslâm’ın bacakları kesilmiş, dünya saadetine ulaştıracak olan   farzlar yok edilerek İslâm’ın kolları da kesilmiş ve İslâm bitkisel hayata atılmıştır. 14 asır evvel yaşanan İslâm’la, bugünki İslâm arasında bu kadar büyük farklılıklar vardır. İnsanları İslâm’ın 5 şartının kurtarması mümkün değildir, bu hakikatler insanlar tarafından mutlaka öğrenilmelidir. O, bunları söyledi, onların kendisi hakkındaki iftiraları O’nu hiç alâkadar etmedi. Biliyordu ki O, Allah’ın muhafazası altındadır.
O günler çok uzaklarda değildir; dünya dînlerinin birleştirilmesi ve yeni bir asr-ı saadet. İşte O, hedefe yönelik olarak bir gayretin içindedir. Allah neyi emrettiyse, o mutlaka olur. Bu âyette açık olarak, Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘den sonra, bir resûlün mutlaka geleceğini söylüyor Allahû Tealâ. Bütün resûllerden bahsetmiyor, bu resûllerden sadece bir tanesinden bahsediyor. Duhan Suresinin 14’ü müteakip âyetlerinde de aynı Resûl’den (Mehdi Resûl’den) bahsedilmektedir.
Öyleyse kim böyle bir iddianın sahibiyse, Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘den sonra resûl gelmez, diyorsa, ona bu iki grup âyeti gösterin ve o zaman görecektir ki, Allahû Tealâ’nın bahsettiği, açık bir şe-kilde ortaya koyduğu, bütün peygamberlerden sonra gelecek olan bir Resûl, Kur’ân-ı Kerim’de mevcuttur ve dünya üzerinde de şu anda resûller yaşamaktadır.

45/CÂSİYE-13: Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada, göklerde olan 7 kattan söz ediyor Allahû Tealâ.
Fizik standartlarda bütün göklere, en uzak gezegenlere, ayrı ayrı galaksilere gitmek için Allah herkese imkân hazırlamıştır.
Her rüyada nefs vücuttan ayrılır ve sonsuz hızla hareket etmek imkânının sahibidir. Bilinmeyen âlemlerde, bilinmeyen insanlarla karşılaşırsınız. Ve oralar normal standartlarda hava gemileriyle de olsa kolay kolay gidilemeyecek çok uzak yerler de olabilir.
            Ruh vücuttan ayrıldıktan sonra Allah’a doğru yaptığı seyr-i sülûk adlı yolculukla, göklerde olan bütün gök katları insanın emrine musahhar kılınmıştır ve de ruh onlara adım adım yükselir. 1. gök katında açıkta secde edilir. 2. gök katında suvarılma havuzlarına girer ruhlar; suvarılmak üzere secde eder. Suvarılma işlemi, o kişinin ruhunu farklı bir hüviyete ulaştırır. 3. katta iki katlı bir mescidde, suvarılmış olan ruhlar secde ederler, namaz kılarlar. Sonra Mihenk Menfezi’nden 4. kata çıkarlar; 4. katta Beyt’ül Makdes’in aslında secde ederler. Daima ön saflar ayrılarak daha yukarılara çıkarlar. Çoğu daha yukarılara çıkar ve çıktıkça sayı, yavaş yavaş azalır. 5. katta, Beyt’ül Haram’ın aslında secde edilir. 6. katta, Allahû Tealâ’nın boyasına boyanmak üzere bir imkânın sahibi olur kişi. Yüzü ve elleri çok açık  yeşil-beyaz bir renge bürünür. 7. katta ise 7. gök katının 7 tane âlemine grup grup ruhlar yerleşirler. Oradaki işlevlerini sürdürürler. Neticede zikir hücrelerindeki zikirlerini de tamamladıktan sonra Sidretül Münteha’ya ulaşan her ruh, oradan Allah’a ulaşır. Diğerleri aynı kafileler halinde zemin kattaki ana dergâha dönerler. Bu yolculuğu Allah’ın kalp gözüne gösterdiği kişi görür ki gerçekten her gök katındaki şeyler emre musahhar kılınmışlardır.

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Rum Suresinin 30. âyet-i kerimesi dînlerin birleştirilmesinde çok önemli bir yeri vardır. Kur’ân’ın önemli âyetlerinden birisidir; Allahû Tealâ kâinatın tek dînini hanif kelimesiyle anlatmaktadır.
Hanif dîninin 3 esası, vahdet, tevhid ve teslimdir:
1- Vahdet: Allah’ın tekliğidir.
2- Tevhid: Bütün insanların Allah’a ulaşmayı dileyerek tek bir fırkayı, mü’minleri oluşturmasıdır.
3- Teslim: İnsanların sırasıyla Allah’a ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim etmeleridir.
Allah bütün insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır.
Allah dînini kıyâmete kadar sadece hep hanif dîni olarak sürdürecektir. Başka bir dîni hiç vücuda getirmeyecektir. Bütün insanlar kıyâmete kadar sadece hanif fıtratının özelliklerini yaşayabilecek olan standartlarda yaratılacaklardır. Allah ne dîni ne de insanların o dîni yaşayabilecek olan özelliklerini değiştirecektir. İşte o özellikler hanif fıtratını oluşturur.
Ezelden ebede kadar tek bir dîn oluşmuş ve devam edecektir. Öyleyse dînler olması mümkün değildir. Allah’ın indinde sadece tek bir dîn var olacak ve hiç değişmeyecektir. Nitekim sadece hanif dîni vardır. Ama 21. yüzyılda insanlar 72 tane inanç grubuna ayrılmışlardır.
Şu anda her milletin içinde mutlaka Allah’ın bir resûlü vardır ve insanlara hanif dîninin esaslarını anlatmaktadır.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olun.” diyerek en önemli olaydan bahsetmektedir. Allah’a yönelmek, Allah’a ruhu hayatta iken ulaştırmayı dilemek demektir. Allah’a ulaşmayı dilemek Kur’ân’ın OLMAZSA OLMAZ şartıdır. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin cennete girmesi mümkün değildir. (10/YUNUS-7 – 8)
Allah’a yönelenler, Allah’a ulaşmayı dileyenler ve böylece takva sahibi olanlar söz konusudur.
Allah’a yönelmek Allah’ın bir farz emridir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse 1. takvanın sahibi olur. 7 kademeli takvadan birincisi Allah’a ulaşmayı dileme takvasıdır.
Buradaki namaz, hacet namazıdır. Allahû Tealâ 7 furkanı verdikten ve o kişiyi gören, işiten, idrak eden hale getirdikten sonra kişinin hacet namazını kılması, mürşidini huşûya ulaşarak Allah’tan talep etmesi lâzımdır. Allahû Tealâ, bu namazın ikame edilmesini böylece müşriklerden olunmamasını emretmektedir.
Çünkü kim Allah’a ulaşmayı dilemezse o mutlaka şirktedir.
Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesi o şirki anlatmaktadır.
57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’ın zikri kalplere rahmet, fazl ve salâvât nurlarını ulaştırır. Bu nurlar kalpte HUŞÛ oluşturur. Zikir yapılmazsa kalpler katılaşır. Onların çoğu fasıktırlar.

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ burada âmenû olanların takva sahibi olmasını ve Allah’a ulaştıracak olan vesileyi, yani mürşidi Allah’tan istemelerini emrediyor. Tabiatıyla mürşide ulaştıktan sonra da nefs tezkiyesi söz konusu. Ve Allahû Tealâ, “Allah yolunda cihad edin." diyor . Bu cihad, hem insanın nefsiyle yapacağı büyük cihad hem de Allah’ın düşmanlarıyla yapılan küçük cihadı kapsar. Allahû Tealâ, felâha ermenin, kurtuluşa ermenin cihadla mümkün olacağını söylüyor. Bu âyetteki cihad nefs tezkiyesi ve tasfiyesi olan büyük cihaddır. Nefse karşı cihad-ı ekberi kazanmak ancak mürşide tâbî olmakla gerçekleşir. Mürşidsiz hiç kimse tek başına büyük cihadı başaramaz. Allah’tan, Allah’a ulaştıracak olan vesileyi istemek, mürşidi istemek, nefs tezkiyesi yapmak farzdır. Felâh, cennet müjdesine, cennet kurtuluşuna ulaşmaktır.
Âyette bahsedilen felâh (kurtuluş) 3. kat cennet müjdesidir. Bir insanın 3. kat cennet kurtuluşuna ulaşması, felâha ermesi, vesileyi istemesine, mürşide ulaşmasına, tövbe edip kalbine îmân yazıldıktan sonra nefs tezkiyesi yapmasına ve böylece 3. safha takva sahibi olup felâha ermesine bağlıdır. 1. safhadaki takva Allah’a ulaşmayı dilemek, yani âmenû olmaktır.  Kişiyi birinci kat cennete ulaştırır (Cennetün Aliyeh). 2. safhadaki takva âyet-i kerimede “Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin” olarak belirtiliyor. Yani Allah’a ulaştıracak vesileyi, mürşidi isteyip mürşidin önünde tövbe ederek, el öperek “lâ ilâhe illallâh muhammedun resûlullâh” diyerek, 2. safhadaki takvanın sahibi olursunuz. Burada ikinci kat cennet kazanılır (Cennetün firdevs). Sonra O’nun yolunda cihad etmeye, büyük cihadı (nefs tezkiyesi) yapmaya başlıyorsunuz. Nefs tezkiyesi sonunda Allahû Tealâ’nın evliyası oluyorsunuz. Tezkiye olayında ruh Allah’a ulaşır ve kişi felâha erer. Burada 3. kat cennetin müjdesi vardır (Cennetün Huld). Böylece âyet-i kerime bize 1. 2. ve 3. safhadaki  takva ile takva sahibi olmayı gösteriyor.
Lügat anlamı itibarıyla sakınmak, korkmak anlamına gelen takva kavramı Kur’ân-ı Kerim’de Maide Suresinin 93. âyet-i kerimesinde farklı seviyelere ait 2. 3. ve 4 safhadaki takvaların üçünü birden muhtevasına almıştır. Dolayısıyla bütün âyetlerde geçen takvaları sakınmak ve korkmak şeklinde değerlendirirsek, kavramın ifade ettiği aslî mânâdan sapmış oluruz. Günümüzde birbirinden farklı incelediğimiz 23 tane Kur’ân-ı Kerim meallerinde bu sapmayı kolaylıkla tespit etik. 
(50/KAF-32) - (5/MÂİDE-93)
Âyetlerde birbirinden ayrı farklı sevyelere ait 7 safha takva vardır.

1. safha takva: (30/RÛM-31)
2. safha takva: (5/MÂİDE-35)
3. safha takva: (50/KAF-31)
4. safha takva:
22/HACC-37: Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiril muhsinîn(muhsinîne).
Onun (kurbanların), etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat sizden O’na, takva (Allah’a teslim olma) ulaşır. İşte böylece size, onu musahhar kıldı. Sizi hidayete erdirdiği şey üzerine (hidayete erdirmesi sebebiyle) Allah’ı tekbir etmeniz için. Ve muhsinleri (Allah’a fizik vücutlarını teslim edenleri) müjdele!
5. safha takva:
7/A'RÂF-201: İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn(mubsırûne).
Muhakkak ki; takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah’ı) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür ederler). İşte o zaman onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası ile görürler: Casiye-23).
6. safha takva:
2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl’elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takva sahibi olursunuz.
7. safha takva: (3/ÂLİ İMRÂN-102)

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ bir tövbe merasimini anlatmaktadır. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi mü’min olur. Sonra Allah, onun üzerinde Rahmân esması ile tecelliye başlar. Ve gözlerindeki hicab-ı mesture, kulaklarındaki vakra ve kalbindeki ekinneti alır. Kalbin mührünü açar, ihbat koyar. Allah onun kalbine ulaşır. kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir. Göğsünden kalbine nur yolu açar. Kişi zikir yaptığında, Allah’ın katından rahmet ve salâvat göğsüne gelir. Göğsünden kalbine ulaşır ve kalbe %2 rahmet girer. Ve böylece kişi huşû sahibi olur. Allah’tan mürşidini sorar. Mutlaka Allah ona mürşidini gösterir. Ve mürşidine ulaşır. Kişinin tâbiiyeti sırasında kalbine îmânın yazılmasıyla, kalbindeki mevcut îmân artırılmış olur. Aslında kişinin mü’min olduğu yer 3. basamaktır (Allah’a ulaşmayı dilemek). Buradaki mü’min oluş müessesesindeki ölçü, Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetlerindeki kâfir olmanın zıddı olan mü’min olmaktır.
14. basamakta kişinin kalbine, Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince Allah, îmânı yazar:

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

Kalbine îmân yazılınca kişi, kalbindeki îmânı artan bir mü’min olur. Âyet-i kerime bunu net olarak söylüyor. Kalplerin içine îmân koyarak îmânı arttırıyor Allahû Tealâ:

48/FETİH-4: Huvellezî enzeles sekînete fî kulûbil mu’minîne li yezdâdû îmânen mea îmânihim, ve lillâhi cunûdus semâvâti vel ard(ardı), ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Mü’minlerin kalplerine, îmânlarını îmân ile artırsınlar diye sekîneti indiren, O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Ve Allah; Alîm’dir, Hakîm’dir.

İşte îmânın îmânla artma müessesesi, kişinin kalbine Allahû Tealâ’nın gönderdiği sekînetle îmânı yazması halidir.
Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah bilir ve hikmet sahibidir.

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Cennete sadece takva sahipleri alınır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.