GÜZEL
AHLÂK
Tasavvufu Yaşayanlar, Güzel Ahlâklı ve Topluma Örnek
Olan İnsanlardır
Tasavvuf bir yaşam biçimidir. Tasavvufî yaşamda başkalarına
örnek olunacak davranış biçimleri sergilenir. Kişi, dergâh hayatında dışarıdaki
davranışlarından farklı yeni bir dizayna kendisini alıştırmak hedefine
yönelmelidir. Tasavvuf mensupları,
güzel ahlâklı ve örnek olan insanlardır. İnsanlık tarihi boyunca bu hep böyle
olmuştur.
Tasavvuf, Allah’a teslim olma standartlarının
yaşanmasıdır. Bütün dinler, aslında Hz. İbrâhîm’in Hanif Dîni yani İslâm,
Teslim Dîni olarak, tek bir dîn olarak var olmuştur. Tasavvufu yaşayanlar Âdem
(A.S)’dan bu tarafa hep başkalarına örnek davranışlar sergileyen insanlar
olmuşlardır.
Tasavvufun İnsanlara Kazandırdığı Davranış
Biçiminde Hedef Nedir?
Tasavvufun kazandırmak istediği davranış
biçiminde; kişinin elinden ve dilinden kimsenin rahatsız olmadığı; olgun, kemâle
erişmiş; örnek alınacak insan tipini vücuda getirmek vardır. Hedef, kişinin bütün
davranışlarında mutlaka Allah’ın emirlerini yerine getiren ve Allah’ın yasak
ettiği fiilleri işlemeyen; herşeyi en güzel standartlarda tatbikata koyan bir
davranış biçimi sergilemesidir. Bununla amil olmasıdır.
Allah, insanlar arasında bir dostluk halesini,
meltemini yaymasını ve esmesini istemektedir. Bu davranış biçimi, kişiyi başkalarından
ayrı kılan bir özelliktir. Başkalarına ulaşan herşey, sadece onları mutlu
kılacak olan davranışlar olmalıdır.
Tasavvufî Yaşamda Sevgi ve Saygının Önemi
Başkalarını sevmeli ve onlara karşı saygılı olmalısınız.
Ancak o zaman onların da sizi seveceklerini ve saygı duyacaklarını hiç
unutmamalısınız. Siz başkalarına karşı saygısız davranırsanız; sizden başkalarını
üzecek davranışlar sadır olursa o zaman başkalarının da size karşı davranışları
aynı statüde olur. Saygısızlığın mukabili saygısızlıktır. Sevgisizliğin mukabili
sevgisizliktir. Karşımızdaki kişiye nasıl davranırsanız öyle bir davranışa
muhatap olursunuz. Eğer siz başkalarına en iyi şekilde davranışlar
sergilerseniz bunun mutluluğunu yaşarsanız. Sizden onlara ulaşan, o en iyi
davranış biçimlerinin başkalarından da size aksetmesi oluşursa, o zaman insanlar
arasındaki münasebetler, Allah’ın emrettiği en güzel forma oturmuş olur.
Tasavvuf mensupları, güzel
davranışları benimsemek; yerli yerine oturtmak ve tatbik etmek durumundadırlar. Tasavvufun temel
ilkesi; çevresel şartlar ile yozlaşmamaktır. Çevrenizdeki
insanlar, tasavvufî hayatı yaşamayanlar, sizden çok farklı davranışlarda bulunabilirler.
Bu kişiler içki içebilirler; kumar oynayabilirler; birbirlerine karşı saygısız
davranışlarda bulunabilirler; kırıcı olabilirler; kavga edebilirler;
birbirlerini yaralayabilirler. Ama tasavvufta
olanlar onlar gibi olmamak için tasavvufu yaşarlar.
Küçükler, büyüklere karşı saygılı davranışlar
içinde bulunmalıdır. Elbette büyükler de küçüklere karşı sevgi ile
yaklaşmalıdır. Tasavvufun dizaynında hiyerarşik merdiven vardır ama başkalarına
kırıcı bir şekilde emretmek yoktur. Tasavvuf, hiç kimseyi kırabilecek olan bir
davranışı tecviz etmez; cevaz vermez
(müsaade etmez).
Tasavvufu Yaşayan Bir İnsan Olmanın Alâmet-i
Fârikası
Tasavvuf mensubu olmanın alâmet-i fârikasını, yani
sizi başkalarından farklı kılan özelliği, örnek davranışlar sergileyerek hayatınıza
hep tatbik etmek mecburiyetindesiniz. İnsanlar, sizin davranışlarınızı
başkalarına hep örnek gösterebilmelidir. Farkınızı: “Ben şöyle davranırım,
böyle yaparım.” tarzında laflarla değil, davranışlarınızla ispat etmek
zorundasınız. Böyle bir dizaynda sizi başkalarından ayıran perde, Allah’ın emirlerine itaatiniz ve yasak ettiği
fiilleri işlememenizdir. Hayatın her
saniyesinde bunu düşünmelisiniz. Sizden çevrenize ulaşan her söz, her fiiliyat ölçülü olmalıdır.
İnsanları kıracak, üzecek sözler ve davranışlar tasavvufu yaşayanlar yani
sizler tarafından sergilenmemelidir.
Hoşgörülü ve Anlayışlı Olmak
Beşerî münasebetler çok cepheden hüküm ifade
eder. Başkalarında birtakım yanlış şeyleri görebilirsiniz. Tasavvuf mensupları
arasında da eksik davranış biçimleri, olması lâzımgelenin dışında davranış
biçimleri görülebilir. Elbette herkes aynı seviyede değildir. Sizin aranızda da
kırıcı sözler söyleyenler ya da yanlış davranışlarda bulunanlar olabilir. Burada
dikkat edilmesi lâzımgelen en önemli şey; başkalarının yanlışını fark ettiğiniz
zaman, kendinizin de aynı yanlışları yapıp yapmadığınızı kontrol etmenizdir. Örneğin: Bir kişi yanlış bir davranışta bulundu. Siz de
ona en güzel davranışlarda bulunarak onun daha güzele ulaşması için, yapılması lâzım gelen şeyleri
ifade ederek, ondan taraf olarak, ikaz ettiniz. Burada siz herşeyi doğru
yaptığınızı düşünüyorsunuz ama bir başka kişide yani üçüncü kişi de sizin ona
söylediğinizi duyduğunda, sizin de aslında aynı hataları yaptığınızı ama bunun
farkında olmadığınızı görebilir.
Birçok insan hata yapar ama hata yaptığını fark
etmez. Başkalarının yaptıkları size hata olarak görünür fakat kendi yaptıklarınız
size hata olarak görünmez. Başkalarını bir tenkit süzgecinden geçirdiğiniz
zaman, hedefiniz o kişiye mutsuzluk vermek olmamalıdır. Yani onu ikaz ederken,
onu üzecek, kıracak bir davranış biçimi uyguladığınız zaman, siz onun
hatasından daha büyük bir hatayı yapmış olursunuz. Eğer bir kişiye
davranışlarından dolayı uyarı yapacaksanız evvelâ kendinize bakmalısınız. Sakın
siz de aynı hatayı yapmakta olan birisi olmayasınız? Birçok kişi için bu durum geçerlidir.
Onun için üçüncü kişiyi misal olarak verdik. İkinci kişi, birinci kişiye hatayı söylüyor ama onları duyan üçüncü kişi
bakıyor ki; o gördüğü hatayı söyleyen de aynı hatayı defalarca yapmış ama hiç farkında
değil.
Bir başkasında bir hata gördüğünüz zaman, ilk iş;
“Acaba ben de bu hatayı işliyor muyum?” diye kendinizi bir süzgeçten geçirmektir.
Eğer siz de aynı hatayı yapıyorsanız, evvelâ karşınızdakine hoşgörülü
davranmalısınız. Eğer siz aynı hatayı yapmıyorsanız gene de hoşgörülü
davranmalısınız.
İnsanların hatalarını, yüzlerine karşı, sert bir
şekilde söylemek, yanlış bir davranış biçimidir. Bu davranış biçimlerini
doğruya dönüştürmekle tasavvuf mensupları mükelleftir. En güzel davranış
biçimini, kimsenin kalbini kırmadan sergilemek gerekir. Böyle bir durum ile karşılaştığınızda:
“Bu konuda ne yapılabilir? Nasıl yapılabilir? Bu dizayn hangi dizayn olmalı?”
şeklinde en doğru davranış biçimini, kimsenin kalbini kırmadan nasıl devreye
sokacağınızı düşünerek hareket etmelisiniz.
Evvelâ insanlara hoşgörülü davranmak, usul haline
getirilmelidir. Kişi her gördüğü yanlışlıkta: “Acaba ben de aynı yanlışlığı
yapıyor muyum?” diye dikkatle bakmalıdır ve kendisine çeki düzen vermelidir. Davranışlarınız, herkesi en güzele yaklaştırıcı
olmalıdır. Herkese karşı davranış biçiminiz, onları kırmadan, güzellikleri sergilemek
istikametinde olmalıdır.
Tasavvufu yaşayanlar, Allah’ın emirlerini yapmalı
ve Allah’ın yasak ettiklerini yapmamalıdır. Herşey bu kadar basit bir kanuna
dayanmaktadır. Ama tatbikata geçildiğinde nefsin afetleri devreye mutlaka
girer. Nefs afetleri şeytan ile birlikte Allah’ın emirlerinin tersini yapmaya; Allah
neyi yasaklamışsa onu da mutlaka yaptırmaya zorlar. Tatbikatta yapılan yanlışlıkların sebebi dikkat edilmemesinden
kaynaklanmaktadır. Dikkatsiz tatbikatlar asıl kötü standartları başlatır. İblis,
tasavvufî yaşantıyı, olması lâzımgelen yönün tamamen tersinden dikte ederek,
hep yanlış şeyler yapılmasına sebebiyet verir.
Başkaları ile İlişkilerinizde Her Zaman Herşeyi Yerli Yerine Oturtmalısınız
Burada bir örnek vererek davranış biçimlerini inceleyelim: Eğer
bir kişinin arkadaşının arabasına ihtiyacı olmuşsa bu konuda arkadaşından
müsaade istemelidir. Araba sahibi de zaten bu
ihtiyacın farkındaysa ihtiyacı olan kişiye bunu kendisinin teklif etmesi
gerekir. Ama bu teklif de bulunabilmesi için o anda arabaya ihtiyacı olmaması veya
arabayı diğer kardeşimizin emrinde kullanabilmesi için, müsait zeminin var
olması gerekir. Burada araba sahibinin görevi; imkânları müsait olduğu
sürece arabasını tahsis etmesidir. Bu teklif ondan gelmelidir. Bu konudaki
tarafların hepsi; araba sahibi ve arabaya ihtiyaç duyan diğer kişilerin
tasavvuf mensubu olduğunu varsayarak davranış biçimlerini incelemeye devam
edelim. Arabanın asıl sahibi olmadıkları halde sahibinin tasavvuf mensubu
olması sebebiyle o arabadan istifade etmek isteyen kişiler: “Ben tasavvuf
mensubuyum o da tasavvuf mensubu; biz dışarıdaki insanlar değiliz. Onun da
arabası olduğuna göre bu arabayı mutlaka benim ihtiyacım olduğu zaman bana
tahsis etmeli.” diye düşündüklerinde büyük bir hata yapmış olurlar.
“Tasavvuf mensubu olup araba sahibi olan kişiler,
arabalarını, araba sahibi olmayanlara her an tahsis etmelidir” diye bir izlenimin
meydana gelmesi çok yanlıştır. Bu izlenimle ve düşünceyle hareket etmek arabaya
sahip olmadıkları halde arabanın kendisine tahsis edilmesini isteyen kişilerin ihtiyacı, araba sahibinin ihtiyacından önde
gelirmiş gibi bir davranış biçimi sergilemelerine sebep olmaktadır. Araba
sahibinin tasavvuf mensubu olması bu
beklenti ve düşüncenin oluşması için yeterli sebep olarak görülmektedir.
Tasavvufta olduğu için bunun kendilerine
verilen bir hak olduğu düşünülmektedir. Çünkü eğer araba sahibi tasavvufta olmasaydı
o araba kolay kolay istenmezdi.
Yukarıda verdiğimiz misalde meseleye dikkatle bakmalısınız! Bir araba herşeyden evvel kullanılma açısından araba
sahibinin ihtiyaçları için alınmıştır. Elbette çevresindeki kişilerin ihtiyacı olduğu
zaman o arabadan istifade etmelidirler. Ama arabanın sahibi olmadığı halde
arabanın tahsis edildiği kişiler bunun bir lütuf olduğunun bilincinde olmalılar.
O arabayı arabanın sahibine hak tanımadan, sanki asıl sahibi olan kişi o
arabanın üzerinde hiçbir hak sahibi değilmiş de sadece onların
ihtiyaçlarına diledikleri zaman tahsis edilmesi en tabiî haklarıymış gibi
düşünüyorlarsa bu tasavvufa uygun bir düşünce tarzı değildir. Bu düşüncelerin dışa
vurulması da tasavvufa uygun bir davranış biçimi değildir.
Araba sahipleri, nasıl ihtiyacı olan kardeşlerine
kendi ihtiyaçlarının dışındaki zaman parçalarında arabalarını tahsis etmekle
mükellefseler, o arabadan istifade edecekler de o arabanın sahibinin haklarına,
kendilerinden daha önde gelen bir hak olarak riayet etmek mecburiyetindedirler.
Evvelâ arabanın sahibi hak sahibidir. Kişilerin: “Acaba şu anda
o araba o kişiye lâzım mı, değil mi?” diye hiç düşünmeden “Gel beni falan
yerden al; falan yere götür. Beraber çarşıya çıkacağız; alışveriş edeceğiz.
Arabanı şu saatte şurada hazır bulundur.” gibi bir takım talepleri usûl haline
getirmeleri hiç uygun değildir.
Tasavvuf Hiç Kimseye Başkasının Haklarını Çiğneme
Yetkisi Vermez.
Tasavvuf; davranış biçimlerinizin, başkalarını
huzursuz edecek bir hüviyette olmasına asla müsaade etmez. Böyle bir davranış
biçimi, güzel ahlâkla bağdaşmaz. Verdiğimiz örnekte o arabanın sahibi olan kişi,
size her an hiç düşünmeden arabasını vermekteyse ve siz de bunu her seferinde o
araba size tahsis ediliyor diye kendi hakkınız gibi görmeye başladıysanız,
burada büyük bir yanlışlık vardır.
Emrivakilerde Bulunmak Adabı Muaşeret Kaidelerine
Uygun mudur?
Bir kişiden, bir kardeşinizden bir talepte
bulunurken evvelâ düşünmeniz lâzımgelen şey; o anda o vasıtaya, onun sahibinin
ihtiyacının olup olmadığını tespit etmektir. Bunu ondan sormak
mecburiyetindesiniz. Eğer sormuyorsanız, sormak gereğini duymuyorsanız, o zaman
siz, tasavvufa uygun davranış biçimini sergilemiyorsunuz. Daha da kötüsü,
tasavvufta olmayı, bu yanlış davranışı yapabilmek için sizi yetki sahibi kılan
bir özellik olarak değerlendiriyorsunuz demektir. “Ben tasavvuftayım, isterim.
O araba onun olduğu kadar da benimdir. Onun ihtiyacı olsun olmasın, benim o
anda ihtiyacım varsa, ben o arabayı isterim ve alırım; kullanırım.” diyorsanız
böyle bir hakkı Allahû Tealâ size veriyor mu? Araba
sahibi olan tasavvuftaki kardeşleriniz, arkadaşlarınız size arabalarını tahsis
edeceklerdir. Ama bu onlar için zevk duyacakları bir ortam olmalıdır.
Başkalarına yardım edebilme fırsatı ellerine geçti diye sevinerek bunu
yapacaklardır ama siz, arabaları isteyenler, eğer hiçbir şekilde en ufak bir
adabı muaşeret kaidesine, nezaket kaidesine riayet etmeden, her an kendi
ihtiyacı olsun olmasın, size arabasını dilediğiniz standartlarda tahsis
etmesini istiyorsanız, burada haklı mısınız? Araba sahibinin ya da ailesinin o
anda o arabaya ihtiyacı varsa önce onun hakkı gelmez mi? Allahû Tealâ aksini mi
önerir? Burada ki yanlış davranış;
hiç sormak gereğini duymadan, karşı tarafa emrivakiler yapılmasıdır. Hiç kimse
bu yetkinin sahibi değildir. Hiçbir kimse canının istediği an başka birine ait
olan arabayı emir şeklinde, kendisine tahsis etmesini isteyemez. En basit
nezaket kuralları bunu gösterir. Tasavvufta ise bu daha bir incelik kazanır. Kişi:
“Ben de tasavvuftayım, o da tasavvufta. Ben dilediğim an onun arabasını
alırım.” diye düşünüyorsa o zaman tasavvuf o kişiyi, basit nezaket kurallarını
bile sergileyemeyecek şekilde daha da dejenere etmiştir. Burada büyük bir
yanlışlık vardır. Tasavvufu yaşayanlar, nezaket kurallarına tasavvufun
dışındakilerden daha çok, daha titizlikle ve incelikle riayet etmek
mecburiyetindedirler.
Örneğimizde de ifade ettiğimiz gibi eğer bir vasıtanın
sahibine: “Hadi buyurun! Sizi dilediğiniz yere götüreyim.” tarzında bir talebi
olmaksızın, siz kendi kendinize emirler
vermeye kalkarsanız, o zaman sergilediğiniz doğru bir davranış biçimi olmaz.
En Basit Nezaket Kurallarına Bile Riayet Etmeyen,
Sadece Kendini Düşünen ve Nezaketsiz Bir İnsan
Tasavvufu Yaşayabilir mi?
Araba sahibi olanlar ile çevresindekileri bir
örnek olarak vermiştik şimdi buradaki
davranış biçimini incelemeye devam ediyoruz. Araba sahipleri ihtiyacı olmadığı
bütün zaman parçalarında, onu, ihtiyaç sahiplerinin kullanmasına müsaade
etmelidir. Araba
sahibi olmayı bir üzüntü haline getirmeye; onlara karşı yapılan davranışlarla üzüntü
vermeye, hiç kimsenin hakkı yoktur. Bu açıkça haksızlıktır. Tasavvufa ise hiçbir şekilde yakışmaz. Çünkü o arabanın
benzinini alan, taksitini ödeyen, bütün masraflarını yapan odur ve çevresindekiler,
bunların hiçbiri umurunda bile olmaksızın, dilediği anda onun arabasına el
koymak imkânına sahip olduğunu zannederlerse yanılırlar.
Evvelâ adaletin yerine gelmesi gerekir. Kimin
arabasını kullanıyorsanız o istikamette
masraflarına iştirak etmek mecburiyetindesiniz. Belki siz teklif ettiğiniz
zaman, almayacaktır; o başka konudur. Büyük şehirlerde mesafeler varsa, bir
araba sahibini, başka bir yerden sizin bulunduğunuz yere getirip de ondan bir
hizmet istemeniz, o kişinin saatlerini, zamanını, size adamak standartlarındaysa;
vaziyeti, müsait olup olmadığını incelemeniz gerekmektedir. Yoksa “Mademki ben
tasavvuftayım, o da tasavvufta, ben karşı taraftayım, o da öbür tarafta ama
olsun, köprüyü geçecek, gelecek, bana hizmetini edecek, ondan sonra geri
dönecek, ne yaparsa yapsın.” diye mi düşünüyorsunuz? Bu kadar düşüncesizlik
olabilir mi? Arabanın oradan oraya gelmesi, bir zamanı ve bir sürü benzin
parasını gerektirir. Karşıdan karşıya geçmek söz konusuysa, köprü parası vardır.
Bunu o araba sahibinin üzerine yüklediğiniz zaman haksızlık doğar.
Tasavvufta, etrafınızda olan davranış
biçimlerinde, nezaket kurallarına, başkalarından (tasavvufun dışındakilerden)
daha çok riayet etmek mecburiyetindesiniz. Hepiniz diğerinize, en güzel
davranışı gösterdiğiniz zaman, onlardan da en güzel davranışı aldığınız zaman,
tasavvufu yaşarsınız. En basit nezaket kurallarına bile riayet etmeden
tasavvufu yaşamak, hiç kimsenin harcı değildir. Onlar tasavvufu yaşamazlar.
Tasavvuf Baştan
Aşağı Adaptır; Edeptir; Güzel Ahlâktır
Şeytanın ve nefsinizin afetlerinin sizi
etkilemesine müsaade vermemelisiniz. Sizi etkilemesi başkalarına yanlış
davranışlar olarak yansımaktadır. Yanlış davranışlarla çevrenizdekileri huzursuz
kılıp sıkıntıya sokarsınız. Buna hakkınız var mı? Sizin herhangi bir
ihtiyacınız görülecek diye başkalarının sıkılmasına sebep olmamalısınız. Buna
dikkat etmelisiniz. Nereye kadar hakkınızın olup olmadığını nerede durmanız
gerektiğini bilmek mecburiyetindesiniz. Her
yerde bir adap vardır. Tasavvuf ise baştan aşağı adaptır.
Tasavvufta, Nezaket Kurallarına Riayet Etmek Vardır
Tasavvufta, başkaları konuşurken, sabırla
sözlerin dinlenmesi onun sözünü kesmemek asıldır. Tasavvufta,
nezaket kurallarına, tasavvufta olmayan insanlardan çok ötesinde yer verilir. Tasavvufta
edep öğrenilir. Kişiler birbirlerine karşı davranışlarında sürekli olarak bu
adaba riayet etmelidirler.
Çocukları, devamlı daha güzele yaklaştırmakla
hepiniz mükellefsiniz. Büyükler konuşurken, çocuklar sözleri kesip konuşmak
için kafalarından geçeni söylemek için yetki isterler. Bunun bu şekilde
yapılmaması gerektiğini çocuklara öğretmekle; anlatmakla ve en önemlisi bu
konuda onlara örnek olmakla mükellefsiniz. Onların da doğruyu öğrenmesi,
devamlı olarak büyüklerinin sözünü kesmemesi asıl hedef olmalıdır.
Davranış biçimlerine dikkat edilmelidir.
Arkadaşlarınıza, yaşıtlarınıza ya da küçüklerinize hitap ettiğiniz zaman
onların isimlerini kullanmalısınız. Onları elinizle dürterek, “Şişt!” diyerek,
onlara “Hey! Bana baksana!” tarzında ifadelerle, tasavvuf dışı bir davranış
biçimleri yerine, onun isminin kullanılması daha güzeldir. Hiç kimsenin
davranış biçimlerinde, tasavvufî hayatı zedelemeye yetkisi yoktur. Çünkü
tasavvuf, örnek alınması lâzımgelen bir müessesedir. Başkaları sizin hayatınızı
gördükleri zaman, “Hah işte! Bu toplum tasavvufu yaşıyor. Hepsinin davranışları
örnek davranışlar.” diyebilmeliler. Adaba uygun davranışları, sadece aranıza bir
misafir geldiği zaman değil, hayatınızın her saniyesinde tatbik etmek
mecburiyetindesiniz. Dergâh hayatı bunu icabet ettirir.
Tasavvufta Verilen Söze Riayet Edilir
Davranış biçimlerinde bir diğer önemli konu da
verilen söze riayet etmektir. Eğer falanca yerde, falanca saatte olacağınıza dair
söz vermişseniz; yarım saat, bir saat sonra buluşma yerine gidip af dileme
gereği bile duymuyorsanız burada yine yanlış bir davranış biçimi sözkonusudur.
Hem sözünüze riayet etmediniz hem de hem
de kabahatinizin affı için en basit nezaket kurallarından olan, bir özüre bile
gerek görmediniz. O kişinin ne kadar zamanını gasp ettiğinizi hiç düşünmediniz.
Tasavvufu Yaşayanlar Zamanı İyi Kullanmalıdırlar
Herkes için zaman Allah’ın en büyük hazinesidir.
Yaşlandıkça, daha yapılacak görevleriniz olduğunu düşündükçe, zamanın önemini
daha çok anlarsınız. Zamanı en iyi şekilde kullanmak mecburiyetindesiniz.
Özür Dilemek
Başkalarına onlardan neyi gasp ettiyseniz, onun rızası
olmaksızın aldıysanız, onun bedelini bir özürle ödemek mecburiyetindesiniz.
Bütün davranışlarınız en güzele dönük; sizi nezaket ve edep sahibi kılacak
hüviyette olmalıdır.
Hapşırdığınız, öksürdüğünüz, geğirdiğiniz zaman
çevrenize bunun bir negatif etkisi olmamasına, çok dikkat etmelisiniz. Bir
“Affedersiniz.” demek, hepiniz için farklılığı oluşturmanız açısından asgari
gerekliliktir
Yardım Etmek ve Yardım İstemek
Tasavvuf yaşayan insan alelâde bir insan
değildir. O, Allah tarafından seçilmiştir sonra Allah’a ulaşma dileğinin sahibi
olmasıyla Allah onu Kendine ulaştırmıştır. Allah’ın evliyası olma şerefine lâyık görülmüştür.
Öyleyse kişi bunun bedelini, en güzel davranışlarla ödemek mecburiyetindedir. Bulunduğunuz hizmet noktalarında herkes, birbirine
yardım etmek mecburiyetindedir. Örneğin; dergahlarda yemeklerin yapılması,
sofraların kurulması, yemeğin yenmesi, etrafın temizlenmesi vb. gibi bir sürü
iş vardır. Bu işler yapılırken, birileri diğerlerine, onları hiçe sayarcasına
emir vermemelidir. Bir kişiye bir rica, bir talep usulünce söylendiği zaman
karşısındakini kırmaz. Ama ona emretmeye kalkarsanız, onun üzerinde bir
mevkinin sahibiymiş gibi davranırsanız, bu davranışınızla onu kırarsanız,
Allah’ın emrettiği bir şeyi değil, yasak ettiği bir şeyi yapmış olursunuz. Hiç kimsenin davranış biçimleriyle,
başkasının üzülmesini oluşturması tecviz edilemez. Davranışlarınızda tevazuyu
öne almalısınız. Hiç kimseye emretmemelisiniz. Bir yardım talebinde bulunmak
başka şey, emretmek başka şeydir. Emretmek
her zaman kırıcıdır. Her ifade eğer sizin ağzınızda yumuşayarak başkasına
ulaşırsa, oradan pozitif bir tepki alırsınız. Yaşça karşınızdakinden büyükseniz
bile: “Ben ondan yaşlıyım, ona emredebilirim.” şeklinde düşünemezsiniz. Usulü
dairesinde istediğiniz herşey için,
etrafınızdaki insanlar, size o istikamette yardım etmek üzere her zaman hazır
olurlar.
Bir isteğin başkasını kıracak bir şekilde tahakkuk
etmesi; ifade edilmesi; bir üstünlük kisvesine bürünmesi yanlış bir
davranıştır. Bunu yaparsanız, bir haksız davranışın içine girersiniz.
Sizden bir şey talep edildiği zaman, derhal
yardım elinizi uzatmalısınız. Tasavvufun yaşandığı bir toplumda her
zaman, herkes herkese yardım etmeye
hazırdır. Herkes için hedef tayin edilen,
herkesin etrafındaki herkese onlardan yardım istemek değil, yardım etmek talebinde
bulunmasıdır.
Başkalarına yardım ya da iyilik yapmak konusunda
sergilenen yanlış davranış biçimlerinin bir cephesi de yardım eden kişilerin
yardım edileni küçük görmesidir. Eğer: “İşte bak sen bunu yapamıyorsun;
alamıyorsun; elde edemiyorsun. Bunu ancak ben sana getirebiliyorum. Benim
kıymetimi bil.” tarzında bir davranış biçimi ve tutum varsa bu düşüncenin
sahibi olan kişiler büyük bir yanlışın içindedirler. Bu, insanın yaptıklarını
başa kakmasıdır. Allahû Tealâ, böyle bir davranış biçimini asla emretmez.
Yardım istemek konusunda yapılan yanlışlardan
biri de şu şekilde tahakkuk etmektedir: Diyelimki; bir kişiye size bir yardım
etmesi için teklifte bulundunuz ama karşınızdakinin durumu müsait olmadı. Şeytan;
“Hayır, aslında onun şartları müsait ama sana öyle söylüyor.” diye bin tane
dereden su getirip, sizin ona kırılmanızı temin etmeye çalışır. Şeytanın bir
tek gayesi vardır. Bu gaye; herkesi sadece üzmek, kırmak ve birbirine düşman
olmalarını sağlamaktır.
Kişinin daha evvel verdiği bir söz olabilir ya da
yardımcı olamamasının başka bir nedeni olabilir. O zaman üzülüp size yardımcı
olamayan kişiye kırılmamalısınız. Gerçekten o kişinin şartlarının o sırada
uygun olmayabileceğini kabul etmelisiniz ve şeytanın bu konudaki gayretlerini
boşa çıkartmalısınız; bir kırgınlık yaşamamalısınız.
Teşekkür Etmek
Size bir kişi bir yardımda bulunduğu zaman, bir
iyilikte bulunduğu zaman, ona teşekkür etmediğiniz takdirde tasavvufun
gereklerini yapmamış olursunuz. Tasavvufu yaşamayan insanlar da güzel
davranışta bulunduğu zaman onlara da teşekkür etmek hep asıldır. Tasavvufun
dışındaki insanlar da birbirlerine teşekkür ederler. “Ben tasavvuftayım, o bana
bu iyiliği yaptı Allahû Tealâ nasıl olsa
ona mükâfatını verecek, derecatını yükseltecek, benim ayrıca teşekkür etmeme
gerek yok.” diye düşünürseniz bu konuda büyük hata yapmış olursunuz. Hiç kimse size iyilik yapmak mecburiyetinde değildir.
Eğer siz dışarıdan bir pozitif tesir almışsanız, bu sizi memnun eden bir şeyse;
bir ihtiyacınızın tatmini söz konusuysa, bunun için size bir yardımda
bulunulmuşsa, siz de: “Ben de tasavvuftayım, o da tasavvufta. Onda var, bende
yok. Onu bana almaya, onu bana vermeye mecbur.” tarzında düşündüğünüzde yanlış
yaparsınız. Hiç kimse size birşeyler
vermeye, almaya vs. mecbur değildir.
Kim kendisinde olan bir şeyi bir başkasına meselâ
size veriyorsa; bir yakınınız, bir arkadaşınız size ihtiyacınız olan bir şeyi
alıyorsa; size bunu teslim ediyorsa; ihtiyacınız olduğunuzun farkına varmışsa; sizin
o anda o şeyi temin edebilecek imkânınız yoksa ya da imkanınız olsa bile o
kardeşinizin size bunu temin etmesi; hediye etmesi, sizin ona teşekkür etmenizi
gerektirir. Böyle bir durumda: “Ben buna lâyık olduğum için bu bana verildi.
Benim bunun için teşekkür etmem gerekmiyor.” tarzında bir düşüncenin sahibi
olmanız ve teşekkür etmemeniz yanlıştır. Eğer bu tarz bir düşüncenin sahibi
olmadığınız halde teşekkür etme alışkanlığınız olmadığı için teşekkür
etmiyorsanız bu da yanlış bir davranış biçimidir. Size göre teşekkür
etmemenizin sebebi ne olursa olsun önemli olan sizin gördüğünüz sebep değildir.
Önemli olan; sizden insanlara ulaşan davranış biçiminizdir. Çevrenizdeki insanları üzecek veya
sevindirecek olan sizin düşünceleriniz değil, sizin düşüncelerinizin dışarıya
yansımasıdır. Başkaları size hangi lütufta bulunmuşsa, onun karşılığında da
mutlaka teşekkür etmelisiniz.
Eğer size yapılan bir iyilik varsa, bunun
karşılığını sözle bir teşekkür ederek bile veremiyorsanız buna gerek
duymuyorsanız, tasavvufa yakışmayan bir davranış biçimi sergilersiniz. Size
yapılan güzel davranışın cevabını verememiş ve üzerinize düşeni yerine
getirememiş olursunuz. Size
birisi bir iyilikte bulunduğu zaman, o iyiliğin öncesinde o size borçlu bile
olsa onun yaptığı bu iyilikle siz de ona bir teşekkür etmeye borçlanırsınız. Mutlaka
teşekkür etmek mecburiyetindesiniz. Allah’ın emri böyledir! Size yapılan bir
iyilik için o kişi kendisine düşen gayreti göstermiştir. Onu size sağlamıştır.
Onun altında kalmak; teşekkür etmemekle oluşur. Eğer nefsiniz devreye girmişse,
teşekkür etmeyi size onur kırıcı bir şeymiş gibi gösterir.
Misafirlikte Dikkat Edilecek Ahlâk Kuralları
Bir yere misafirliğe giderken, oraya haber
vermeden gidilmesi yanlış bir davranış biçimidir. Evvelâ gidilecek kişinin uygun
olup olmadığı öğrenilmelidir. Birini ziyaret edeceğiniz zaman karşınızdaki kişinin standartlarına,
uymak mecburiyetinde olan sizsinizdir. Tasavvufta birini ziyaret ederken: “Ben de
o arkadaşım da ya da kardeşim de tasavvuf mensubuyuz. Canım istediği zaman
giderim. Ne kadar istersem de o kadar kalırım.” diye düşünülemez. Hem ziyarete
gideceğiniz zaman hem de orada kalacağınız süre ile ilgili olarak karşınızdaki
kişinin şartlarına riayet etmelisiniz; kişisel işleri vb. her zaman olabilir.
Onun uygun saatinde, uygun standartlarda biraraya gelmeniz söz konusu olmalıdır.
Bir eve ziyarete gidildiğinde, o evdeki herşeyi
kullanmak hakkının sahibi değilsiniz. Her yerde neyi kullanacaksanız müsaade
almak mecburiyetindesiniz. Mesela aynı dergâhın içinde ayrı odalarda
yaşıyorsunuz ama bir başka kardeşinizin odasına ziyaretine gitmek istediniz. O
zaman o kişinin odasına gitmek için izin istemek mecburiyetindesiniz. Oradaki
eşyalarını onun rızası olmadan kullanmamak mecburiyetindesiniz. “Tasavvufta
böyle şey olur mu? Hepimizin eşyası herkesindir.” diye düşünemezsiniz.
Hepinizin eşyası herkesin değildir. Herkesin şahsî eşyası kendisine aittir ve
onu siz kullanmak istiyorsanız, mutlaka sahibinden izin almak
mecburiyetindesiniz. Özellikle de toplum olarak yaşanıyorsa herşeyi bir sıraya
koymak mecburiyetindesiniz. Örneğin; banyoyu kullanmak, tuvaleti kullanmak her konuda belli bir nezaket kaidesine, her
zaman riayet etmek mecburiyetindesiniz.
Tasavvufu yaşayanlar, etraflarındaki herkese
faydalı olmak ve edepli, güzel ahlâk sahibi insanlar olarak doğru davranış biçimleri
sergilemek mecburiyetindedirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.