17 Kasım 2015 Salı

DOĞRU DÜŞÜNME ALIŞKANLIĞI

DOĞRU DÜŞÜNME ALIŞKANLIĞI

Allahû Tealâ, bütün insanları mutlu olmaları için yaratmıştır. Mutluluk; Allah’ın temel dizaynıdır. Herkesin mutlu olması, Allah’ın yegâne hedefidir. Allah’ın indinde kişiyi mutluluğa ulaştıracak olan bütün faktörler birer birer verilmiştir.
Allahû Tealâ insanları sosyal mahluklar olarak; başka insanlarla beraber yaşamak mecburiyetinde olan bir özellikte yaratmıştır. Allah ile olan ilişkilerde mutluluk müessesesi, sosyal mahluklar olarak yaratılan biz insanlar için mutlaka başkalarına karşı olan davranış biçimleriyle şekillenmektedir. Bu dizayn içerisinde insanlar en güzelini gerçekleştirmek durumundadır.
            İnsanların kendileri, başkaları ve Allah ile olan ilişkileri vardır. Kişilerin başka insanlar ile arasındaki ilişkiler bir birleşik kaplar usulüne tam paraleldir. Birleşik kaplar sisteminde herşey eşitlik içinde tahakkuk eder. Kişi topluma ne ekerse onu geri alır. Her zaman Allah’ın kanunu budur.
 Bir kişiden başkalarına yayılan negatif dalga boylarıysa karşısındakilerden de geri dönen aynı şekilde negatif dalga boyları olur. Bir kişi topluma öfkeli, stres içinde onları azarlayan, onları devamlı rahatsız eden bir hüvviyette ise, toplumdan da ona devamlı rahatsız edecek davranışlar yansır. Kişi, başkalarını küçük düşürmek, başkalarını ezmek için kendisinin üstünlüğünü ispat etmek için yaptığı, her davranış biçiminin toplumdan geri döneceğini bilmelidir. Kişiye dönen cevaplar hep kendisinin başlattığı istikamette geri dönecektir.
Allah’ın insanları yaratmaktan muradı insanların mutlu olmasıdır.
Toplum içinde yaşayan bir insanın hem toplumu mutlu etmek, hem de kendisini mutlu etmek istikametinde yapabileceği nelerdir? İki temel faktöre dikkat edilmelidir. Birincisi, düşünce statüsüdür. Bu düşünce hep: “Ben bugün başka insanları nasıl mutlu edebilirim?” şeklinde olmalıdır. Bu madalyonun bir yüzüdür. Kişiden çevresine yayılması lazım gelen şey mutlaka onlara mutluluk vermek olmalıdır.
Madalyonun öbür tarafında ise kişi yoktur, başkaları vardır. Başka insanlar size ya da diğer insanlara iyi de kötü de davranabilirler. Onların davranışlarına mani olamazsınız. Kişiler diledikleri gibi davranabilirler. Siz kendi davranışlarınızı şekillendirebilirsiniz.
Eğer karşınızdaki kişi Allah’ın bir hizmetini yaparken size ters gelen sizi kıracak olan bir davranış biçiminde bulunursa bu negatif davranış biçiminin sizi üzmemesi için bir düşünce sistemini devreye koymalısınız. Evvela: “ Ben başka bir insanın bana yaptığı bir yanlış davranış sebebiyle üzülmemeliyim. Bu benim hatam değil, onun hatası” diye düşünülmelidir.
Yanlış bir davranış biçimi karşısında üzülmemek, tesir almamak için bundan müteessir olmamak için “Allah’ım bana güç, sabır, kuvvet vermeni, beni dayanıklı kılmanı dilerim.” diye Allahû Tealâ’ya müracaat edilmelidir.
 İlk yapılacak davranış olaydan etkilenmemektir. Herkes yanlış yapabilir, sizde yapabilirsiniz. Burada kişiye düşen görev, bundan etkilenmemektir. Bir gayretin sahibi olmalısınız ve olayın negatif cephesini dikkate almamayı başarmalısınız.
 İlk düşünmeniz lazım gelenler şunlardır: “O neden bana böyle davrandı? Böyle bir yanlış davranışı o yapmazdı. Öyleyse bunun bir sebebi olmalıdır. Acaba neden yaptı? Maksadı beni üzmek mi? Bana haddimi bildirmek mi? Bana hakaret etmek mi yoksa benim yaptığım bir yanlışı bana söylemek suretiyle beni daha güzele ulaştırmak mı?  Yaptığı davranışın arkasında benimle alakalı olan kesime dikkatle bakmalıyım. Acaba hedefi bana hakaret etmek mi? Beni ezmek kendisini yükseltmek mi? Yoksa beni tasavvufu daha iyi yaşayan bir insan hüvviyetine ulaştırma konusunda bana yardım etmek mi?” Bunların hepsi söz konusu olabilir.
 Olaya bu cepheden bakıldığı zaman daha ilk anda bir çözüm kişiye ulaşacaktır. O kişi arkadaşınızdır ve sizin yaptığınız bir yanlışı söylemektedir. Bu yanlışa dikkatle bakın; o yanlışı düzeltirseniz, siz Allah indinde daha sevgili olursunuz, Allah’a karşı görevlerinizi, Allah yolundaki hizmetinizi daha güzel yaparsınız. Düşünün! Eğer durum düşündüğünüz gibiyse o zaman neden kızıyorsunuz? Ayrıca bununla kişi görevli ise o zaman bir defa daha üzülmemeniz için sebep ortaya çıkmıştır.
Eğer bir başkası sizi daha iyiye ulaştırmak; Allah’a daha layık bir kul haline getirmek üzere harekete geçmiş ise davranışınızın yanlışlarını size bir bir haber veriyorsa sizi çok da seviyorsa ve muradı sizi daha güzele daha güzele daha güzele ulaştırmaksa o zaman kızmak, kırılmak niye...
Evvela kırılma faktörünü devreden çıkartmalısınız. Etrafınızdaki insanlar size karşı yanlış davranışlarda bulunuyorlarsa, bu yanlış davranışların mânâsını düşünmelisiniz. Acaba o kişi size bunu niye yaptı? Niçin bunu söyledi? Eğer niyeti halis ise ve bunu düzeltmek istikametinde ikaz ettiyse, gerçekten siz de hata yaptıysanız bunu tabiî bir olay olarak değerlendirmeniz gerekir. Bu olayın sizi üzüntüye düşürmemesi gerekir. Size bir doğruyu gösterdiği için daha güzele ulaştırmak üzere  yaptığı bu davranışına teşekkür etmelisiniz.
            Herşeyin en güzel olduğu bir ortamda yaşamak istiyorsanız; o zaman toplumun da sizin de daha güzele ulaşmanız için zemin hazırlamalısınız.
Eğer bu zemini hazırlamak için doğru düşünüp doğru hareket etme gayretinde olursanız; kötüye dönmesi kuvvetle mümkün olan, sonucunda iki tarafın da yanlış davranışlar sergileyeceği, karşılıklı hakaretlerin edileceği olaylar bile sizin bir güzel davranışınızla başlamadan bitebilir; sulh olursunuz; huzur ortamını sağlarsınız.
            Karşınızdaki kişinin size olan öfkesinden size yanlış yapmış olduğunu düşünelim. O zaman şunu düşünmeniz gerekir: “Bu kardeşim bana böyle öfkeli davrandığına, beni kıracak bir şekilde hareket ettiğine göre acaba bunun arkasında ne olabilir?”
 İlk aklınıza gelen; “Muhakkak benim ona bundan evvel yaptığım bir hata olmalı ki bu hatanın karşılığında bu kişi bana doğruyu, bana ne yapmam lazım geldiğini bildiriyor.” olmalıdır.
 Bir başka kişinin size karşı yanlış davranması her zaman mümkündür. Onun için hemen kırılmamalı; üzülmemeli ve küsmemelisiniz. Olayları irdelemeniz gerekmektedir. Acaba onun böyle davranması için siz ona daha önce birşey yapmış olamaz mısınız?
Karşınızdaki kişinin niyetinin ne olduğunu anlamanız son derece kolay ve basittir. Hemen karşınızdaki kişiye: “Sen bana böyle bir davranış da bulundun. Bu davranış mutlaka benim sana evvelce yaptığım bir yanlışın bana olan cevabı olmalı. Eğer durum böyle ise o zaman Allah’ın karşısında senden özür dilerim, af dilerim. Beni bağışlamanı isterim, Allahû Tealâ’dan beni bağışlamasını dilerim. Lütfen hangi konuda, hangi hatayı yaptığımı bana söyler misin?” diye sormalısınız.
 Bu davranışınızla size öfkeli bir tutum içinde olan kişinin daha çok öfkelenmesini sağlayacak bütün kapıları kapatırsınız. Onun sizi üzen bir başka davranışla devam etmemesi için de şartları hazırlarsınız. Çünkü kötü sözü söyleyen, kötü davranışta bulunan o, ama siz yapmış olduğunuz hata sebebiyle belki de hakikatte bir hatanız da olmadığı halde ondan af dileme büyüklüğünü gösterdiniz. O zaman o kişinin yapacak bir şeyi kalmaz. Eğer bir hatanız varsa da Allah’tan af dilemeniz ve Allah’ın huzurunda ondan af dilemeniz için mutlaka size söyleyecektir.
Eğer kişi hatanız olmadığı halde kasıtlı olarak size kötü davranmışsa ve o kişi bir tasavvuf mensubuysa bu kasıtlı davranışından utanç duyacaktır ve yaptığının yanlış bir davranış olduğunu idrak edecektir.
            Davranış biçimlerinde her halükarda bir açık kapı mutlaka vardır. Kişilerin dostlukları zedelenirken ve bozulması söz konusuyken doğru bir müdahale ile bu durdurulmuş olur. O kişiden af dilediğiniz zaman onun size söyleyecek sözü kalmaz. Eğer sizin bir hatanız varsa, onu size söylemesi gerekir. Herkes hata yapabilir.
            Bir davranış sergilerken birçok doğru vardır. O doğrulardan bir tanesi bir kardeşinizi kızdırıp üzüyorsa o doğru yerine ikinci bir doğruyu onu kızdırmayacak, onu üzmeyecek olan bir başka doğruyu ikame ettirmelisiniz.
            Allahû Tealâ, hangi sebeple olursa olsun size karşı yapılan ters ya da yanlış davranışı bir hasenat ile önlemenizi emrediyor.
            Allahû Tealâ Fussilet Suresinin 33., 34. ve 35. âyetlerinde şöyle buyurmaktadır:

41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?

41/FUSSİLET-34: Ve lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun).
Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur.

41/FUSSİLET-35: Ve mâ yulakkâhâ illellezîne saberû, ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın azîm(azîmin).
Ona (kötülüğü iyilikle karşılama hasletine), sabredenlerden ve hazzul azîm (en büyük haz) sahiplerinden başkası ulaştırılmaz.
           
Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’i okuyan herkese “kötülüğü iyilikle önlemek” istikametindeki emri vermektedir.
            Karşı tarafa: “Eğer ben sana karşı bir kötü davranışta bulunduysam Allah’a karşı hesap vermek mecburiyetindeyim ve hatamı bana söylersen hem senden hem de Allahû Tealâ’dan af dileyeceğim. Seninde beni affetmeni dilerim. Allahû Tealâ’dan da affetmesini dilerim.” denildiğinde doğru bir davranış şekli sergilenmiş olunmaktadır.
   Eğer bu kişi haksız yere başka birine olan öfkesi sebebiyle, mesela; evde eşi ile tartışıp gelerek orada sizin sanki bir yanlışınız varmış gibi bir davranış biçiminin içine girerek size kötü davrandıysa o zaman onun açık kapısı kalmaz. Eğer ortada sebep yoksa o zaman o sizden af dileyecektir.
Bu olayda başka ne yapabilirdiniz? O size hakaret ettiği zaman, kötü davrandığı zaman, siz de ona daha kötü davranabilirdiniz ve şeytanın esiri olabilirdiniz.
 Başka birinin yaptığı kötülüğe aynı kötülük ile cevap vermek veya daha kötüsünü ona uygulamak, “şeytanın esiri olmak” anlamına gelmektedir.
Allahû Tealâ, yapılan bir yanlışlığa karşı kısas emrini vermektedir. Ama evvela, olaylar dizisini düşünün ve dikkatle bakın!
 Birisi size kötü bir davranışta bulunduğu zaman o kişi derecat kaybeder. Size karşı kötü bir davranışı, zulmü yaptığı için siz “mazlum” olursunuz. Yani zulüm görmüş olursunuz. O kişide “zalim” yani zulmü yapan kişi olur; burada kul hakkı doğar. Zulmü yaptığı anda onun amel defterine yaptığı zulüm kadar derecat nakıs olarak, negatif derecat olarak yazılır. Kişi o kadar derecatı kaybeder. Sizin amel defterinize de kul hakkı doğduğu için zalim ne kadar derecat kaybetmiş ise o kadar yazılır. Siz onun kaybettiği bütün dereceleri aynen kazanırsınız.
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de: “Allah hesabı çok çabuk görür.” buyurmaktadır.
13/RA’D-41:E ve lem yerev ennâ ne’til arda nenkusuhâ min etrâfihâ, vallâhu yahkumu lâ muakkıbe li hukmih(li hukmihî), ve huve serîul hısâb(hısâbi).
Yeryüzüne gelip, onu etrafından (çevresinden) nasıl eksiltiyoruz onlar görmüyorlar mı? Ve Allah, hüküm verir. O'nun hükmünü bozacak kimse yoktur. Ve O, hesabı çabuk görendir.
3/ÂLİ İMRÂN-19:İnned dîne indâllâhil islâm(islâmu), ve mahtelefellezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câehumulılmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîul hısâb(hısâbı).
Muhakkak ki Allah'ın indinde dîn, İslâm'dır (teslim dînidir). Kendilerine kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki hased sebebiyle ihtilâfa düştüler. Ve kim Allah'ın âyetlerini örterse (inkâr ederse), o taktirde, muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.




Allahû Tealâ’nın hesabı hemen görmesi anında iki tarafın birden amel defterine rakamların yazılarak olayla kaybedilen ve kazanılan dereceyi Allah’ın sıfırlaması demektir.
Zulüm kişiye derecat kaybettirmiştir. Aynı zulmün karşı tarafında bulunan zulüm edilen kişi de derecat kazanmıştır. Onun kaybettiği deracat ile sizin kazandığınız deracat aynı derecattır. Onun yaptığı fiilin tam karşılığı ona negatif puanla ödettirilmiştir. Sizin gördüğünüz zulmün bedeli aldığınız pozitif puanla size ödenmiştir. Allah’ın hesabı tamamlanmıştır. Bütün olaylarda herşey merkezindedir.
Sümbül Efendi talebelerine: “Benden sonra yerime kimin geçeceğini tayin etmek için sizin hepinizi İstanbul içine gönderiyorum. Bütün sizi üzen haksızlıkları, kötülükleri, yanlışlıkları tespit edin ve bana gelin.” demiş.
Herkes akşama kadar mahkeme mahkeme, karakol karakol haydutların, en uğursuzların bulunduğu yerlere gidip olayları tespit etmiş. Akşam olduğunda talebeleri Sümbül Efendi Hazretleri’ne yüzlerce çeşit haksız olay anlatmışlar.
Bu kadar öğrenci arasında birisi suskun, hiç sesini çıkarmadan sadece dinliyormuş.
 Sümbül Efendi Hazretleri:
- Evladım, sen hiç bir şey söylemedin ve sustun.
 Talebesi:
- Bende onların gezdiği yerlere gittim ve bulundum. Ama herşey merkezindeydi. Zulüm yapana derecat kaybı, zulüm görene de derecat kazancı söz konusu oldu. Herşey anında ödendi, sıfıra sıfır elde var sıfır. Herşey Merkezindeydi.
Sümbül Efendi rahmetli olduktan sonra yerine, o  talebe geçer ve bu olayla da adı “Merkez Efendi” olur.
Bir diğer taraftan olayları değerlendirdiğimizde; diyelim ki birisi kötü davranışta bulunuyor ama arkadan kötü davrandığının farkına vararak hemen o kişiden Allah’ın huzurunda af diliyor. Özür dilenen kişi tasavvuf mensubuysa kendisinden af dileyen kişiyi affetmelidir. Eğer başka birisinin bize yaptığı bir kötülükten sonra bizden af dilemesine rağmen biz onu affedemiyorsak, o zaman biz tasavvufu yaşamıyoruz, demektir.  
            Eğer bir kişi sizin davranışınızdan huzursuz olmuşsa, sizin davranışınız onu rahatsız etmişse, ondan af dilemek mecburiyetindesiniz, bu zaruri bir iştir, mutlaka dilemelisiniz. Eğer dilemezseniz, siz tasavvuf mensubu birisi olamazsınız.
Allahû Tealâ’nın dostları birini kıracak bir hareket yaptıkları zaman mutlaka ondan af dileyenlerdir. Allahû Tealâ’nın dostları kendilerine kötülük edildiği zaman, af dilendiği taktirde, mutlaka affetmeleri lazım gelenlerdir. Cürmün derecesine göre af müessesesi çalışır, ama mutlaka çalışmalıdır. Birisi yaptığı bir hata dolayısıyla sizden af dilediği zaman onu affetmemek sizin yetkiniz içinde olmamalıdır. Affı mutlaka gerçekleştirmelisiniz. Kişi: “Ben Allah yolundayım, öyleyse ben affetmek mecburiyetindeyim.” demelidir.
 Eğer kişi yanlış davranışımızdan rahatsız olmuş ve bize karşı tavır almış sonra ondan af dilediğimizde de bizi affetmiş ama affettikten sonra biz gene “kör kör parmağım gözüne” der gibi o kişiye aynı hatayı tekrar ve tekrar yapmakta ısrar ediyorsak o zaman biz tasavvufu yaşamıyoruz demektir. Kör nefsimiz için şeytan için etrafımızdaki insanların kalbini kırmaktayız demektir. O zaman bir hesap yapın. Neyin karşılığında neyi satın alıyorsunuz? Allah’ın dostu olmanın karşılığında şeytanın dostu olmayı satın almaktasınız. Tasavvufta şeytanın dostluğunu isteyenler olmaz. Bu çatı Allah’ın hidayet çatısıdır ve Allah’ın dostlarıyla çalışır.
Küçücük şeylerden kendinize huzursuzluk çıkarıp arkadaşlarınızla küsmemelisiniz. Eğer küstüğünüz arkadaşlarınız da sizden barışmanızı istiyorsa, o küstüğünüz kişi yaptığı hata dolayısıyla sizden af diledikten sonra onu affetmek mecburiyetindesiniz. Eğer bu af onu kötü davranışların esiri kılıyor, nasıl olsa affedileceğim diye ard arda hataları tekrar etmekte devam ediyorsa, o zaman anlaşmazlığı İrşad Makamına ulaştırın. Eğer Allah’ın yolunda iseniz, Allah’ın yolunun gereklerini yapmak durumundasınız. Allahû Tealâ hiç kimseye zor kullanmaz. Allah’ın emri uygulanır. Kişi davranışlarına ısrarla devam ederse toplumdan ayrılmak durumunda kalır.
Asıl olan toplumdur. Her fert topluma karşı olan görevini ait olduğu standartlarda yerine getirmekle mükelleftir. Bu Allah’ın yolunun ve yolda olanların selameti için farzdır. Tasavvufta bozuk bir düzen olamaz.
Allahû Tealâ’nın 7 teslimini yaşamak, sulh ve sûkun içinde bir nizamla oluşur. Tasavvuf; çirkinlikleri süzen, yokmuş gibi sayan ve bütün güzellikleri yaşayan bir insan olmanızı ister. Gözünüze sadece güzellikleri görebilen bir gözlük takarsanız o zaman anlarsınız. O zaman size kötü davrananlar bundan sadece utanç duyarlar. Onlara kızamazsınız, onların o hatayı bir daha yapmamaları için onlara en güzel şekilde anlatırsınız. Neden hata yapıldı? Neden yapılmaması lazım? Nasıl daha iyi olabilir?
Biri size kötü davrandığı zaman siz ondan daha kötü davranabilirsiniz fakat o zaman şeytan sizi kendisine esir etmiştir.
Tasavvufu yaşayan insan başkasının kalbini kırmamak için büyük gayret gösterendir. Kendisine kötülük yapıldığında  karşılığında kötülük yapmakla mükellef olmadığını tam aksine o kötülüğü yapan kişi için: “Acaba onu bu kötülükten nasıl kurtarabilirim?” diye düşünen ve çalışan bir insan olmalıdır. Bunun için ona kızmaması, öfkelenmemesi ve küsmemesi lazımdır.
            Bazen iki kişi arasında sonuçlar negatife dönüşebilir. Sizin üzüldüğünüz bir olayı o kişi kasıtlı olarak sizi üzmek üzere ve ona bu üzüntünüzü bildirmenize rağmen tekrar tekrar yapıyorsa ve bundan vazgeçmiyorsa, o zaman o kişiyle dost olmak mecburiyetinde değilsiniz. Böyle bir kişi tasavvufa yakışmaz.
            Hepiniz geleceğin meşalelerisiniz, ışıklarısınız, güneşlerisiniz. Öğrendiklerinizi etrafınızdaki insanlara öğreteceksiniz. Yetmez yaşayacaksınız ve onlara da yaşatacaksınız. Bunu güzel davranışlarınızla Allah’ın bütün güzelliklerini onlarla paylaşarak yaşayacaksınız.
            Tasavvuf yolunda başlangıçta iradenizle kendinizi güç zapdederek başkalarının size yaptığı kötülüklere mukabele ederken, onların yanlış davranışlarına aynı yanlışla cevap vermemek için kendi kendinizi çok zorlayarak hareket ederken bir gün daimî zikre ulaşacaksınız. O zaman nefsinizde hiç afet kalmadığı için hiç zorlanmayacaksınız. Başkaları size yanlış davranabilir ama siz onlara karşı davranamazsınız. Nefsinizin bütün afetleri yok olduğu için davranış biçiminiz otomatik olarak o olacaktır. Başkalarının davranışlarından etkilenmemek, üzülmemek, başkalarının yaptığı yanlışları onlara karşı bir cevap olarak işlememek, yani seyyiate karşı hasenatla mukabele etmek... O zaman gayret etmeniz, kendinizi sıkmanız gerekmez. Allahû Tealâ’ya her olayda; “Yarabbi bana sabır ver, bu kardeşimizin yaptığı bir kötü davranışa tahammül edeyim” diye dua etmeniz gerekmez. O zaman söz konusu olan, içinizden o kişiye karşı hiçbir kin, nefret, öfke veya buna benzer bir his asla duymamaktır. Onu henüz olgunlaşamadığı için yanlış yapabilen, bu yanlışlarının affedilmesi lazım gelen ve kazanılması lazım gelen bir kişi olarak değerlendirirsiniz. Bu kişiyi kazanmak için davranışının neden yanlış olduğunu ona anlatmalısınız.
             Eğer bir davranışın yanlışlığını o kişiye kızarak öfkeyle: “Sen bana böyle yaptın. Sen tasavvufu bilmiyorsun. Senin gibi adam mı olur?” gibi sözlerle ifade ederseniz siz de onun bir benzerisiniz demektir. Sadece bu sefer olayı o yaptı, gelecek sefer de siz yapacaksınız demektir.
            Bir kişi size karşı yanlış davranış sergilediğinde ondan yana olmalısınız. Kişi böyle davrandığında: “Acaba bana niçin böyle davrandı? Acaba ben ona vaktiyle başka bir yanlışlık mı yaptım? Ya da şu anda kendine hakim olamayacak kadar başka bir sebepten dolayı öfkeli miydi? Öfkesini benden mi aldı? Aldıysa da ben alınmam. Çünkü benim hatamdan kaynaklanan bir olay değil, ben üzülmemeliyim.” diyebilmelidir.
            Allah’ın yolunda hizmet yapan tasavvuf mensubları Allah’ın yolunda birbirlerinin karşısında değil, yanında olmalılardır. Allah yolunda hizmetler omuz omuza, gönül gönüle gerçekleştirilmelidir.
Ne kadar çabuk öfkelerinize mağlup oluyorsunuz? Eğer şeytan sizi etkisine alırsa, onun etkisi altına aldığı oranda Allah’ın gözünde küçülürsünüz.
Herkes hata yapabilir. Bir olayda nefsinize kapılarak başka birine verdiğiniz bir huzursuzluk varsa ve arkasından pişmanlık ile af dilemek ile  noktalanıyorsa ve bu size bir ders olmuşsa, o noktadan itibaren o kardeşinizde dahil olmak üzere herkese en  güzel davranışları sergilemeye başlamışsınız demektir.
Allah’ın sizden istediği şey, sadece mutlu olmanız. Allah’ın yolunda Allah’a ait olan herşey en güzeli, şeytanın yolunda da en çirkini temsil eder.
            Eğer size verilen bir görev ile ilgili ya da hizmet ettiğiniz konum ile ilgili hatalarınız varsa ve bu konularda uyarılmanıza rağmen aynı hata da devam ederseniz sonunda o yanlışlıkları yapamayacağınız bir yere alınırsınız. Burada yaptıklarınız yani sadece sizin oluşturduğunuz sebepler, Allah’ın sizi oradan almasına sebebiyet vermiştir.
Allahû Tealâ hiçkimseye başkasına tahakküm etmek imkanını vermez. Allahû Tealâ sizin mutlu olmanızı, huzur içinde yaşamanızı ister. Davranış biçimlerinizde başkalarını kırmamaya, tahakküm etmemeye çalışın. Size verilen yetkileri başkalarını üzecek istikamette kullanmayın. Eğer bu yetkileri başkalarını üzecek istikamette kullanırsanız; Allah’ın sevgisini azaltırsınız ve sonra siz çok üzülürsünüz.
Allah razı olsun.                                          



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.