ALLAH’A
ULAŞMAYI DİLEMEK
10/YÛNUS-7: İnnellezîne
lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an
âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize
ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya
hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar
âyetlerimizden gâfil olanlardır.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kur’ân-ı
Kerim’in en önemli âyetlerinden biriyle karşı karşıyasınız.
Bu
âyet-i kerime, Kur’ân-ı Kerim’in birinci safhasını anlatır:
ALLAH’A
ULAŞMAYI DİLEMEK
Bir
tek dilek; Allah’a ulaşmayı dilemek yoksa, kurtuluş da yoktur. Allah’a ulaşmayı
dilemeyen bir insan, Allah’ın hanif fıtratıyla yarattığı bütün sistemlerini,
kapalı ve mühürlü tutmaya karar vermiş bir insandır. Âyetleri bilse de bilmese
de netice değişmez. Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, cennete gitmesi
mümkün değildir.
İnsanlar
için sadece iki tane alternatif vardır:
1-
Allah’a ulaşmayı dilemek.
2-
Allah’a ulaşmayı dilememek.
Bir insan,
hayattayken ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilemezse gideceği yer cehennemdir. Bu
insan, 80 yaşında ölse, sorumluluk 15 yaşında başladığı için hayatının 65
senesini ibadetle geçirmiş ve İslâm’ın 5 şartını ömür boyunca yerine getirmiş
olsa, yani namaz kılmış, oruç tutmuş, zekât vermiş, hacca gitmiş, kelime-i
şahadet getirmiş olsa bile en önemli, en büyük ibadet olan zikri yapmamıştır.
İslâm’ın 5 şartı arasına zikri koymamıştır. Allah’a ulaşmayı dilemediği cihetle
bu ibadetlerin hiçbiri onu kurtaramaz. İbadet yapmıştır ama Allah’a kul
olamamıştır. Çünkü ilk kulluk, Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Ve de Allah’a
kul olamayan cennete giremez, dünyada da mutlu olamaz.
“İslâm”
kelimesi, Allah’a teslim olmak demektir. İslâm ve teslim kelimeleri aynı kökten
gelir: Sin, lâm ve mim. İslâm’ın 5 şartının içinde teslim olmak yoktur. Oysaki,
Allahû Tealâ:
1- Ruhu
2- Fizik
vücudu
3- Nefsi
4- İradeyi
Allah’a teslim etmeyi emretmektedir. Bunlar üzerinize farz kılınmıştır.
Bütün
sistemleri 7’li olan İslâm’ın inanç şartları, bugün 6’ya indirilmiştir. Mü’min
olmanın 7. inanç şartı (ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaştırılmasına inanmak)
devreden çıkarılmıştır. İslâm’ın 6. ve 7. şartlarının da bu asr-ı hidayette
yerli yerine ulaştırılması lâzımdır. İslâm’ın 5 tane şartı, kurtuluşu
içermemektedir. Ama eğer onlara ruhu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı dilemek
6. şart olarak; ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek 7. şart
olarak ilâve edilirse o zaman İslâm’a lâyık bir değer oluşur. Bütün sahâbe, bu
7 tane şartı yerli yerine oturtmuş, hepsini gerçekleştirmişlerdir.
Allah’ın sözü
var. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Kendisine ulaştırır. Yani o kişi, Allah’a
ulaşmaz. Allah, onu Kendisine ulaştırır. Allah’ın kontrolünde, Allah ona öyle
yardımlar eder ki, kişi Allah’tan otomatik olarak 12 tane ihsan alır ve bu
ihsanlarla mürşidine ulaşır.
Allah önce Rahmân
esmasıyla tecelliye başlar, gözlerdeki hicab-ı mestureyi alır, kulaklardaki
vakrayı alır, kalpteki mührü açar, küfrü alır, kalpteki ekinneti alır, yerine
ihbat koyar. Allahû Tealâ, kişinin kalbine ulaşır, kalbin nur kapısını Allah’a
çevirir, göğsünden kalbine nur yolu açar, kişinin huşûya ulaşmasını sağlar.
Mürşidini gösterir. Ve kişi mürşidine ulaşıp, önünde diz çökerek tövbe eder. 7
tane ni’met alır. Ve bu ni’metlerle kişi önce ruhunu, sonra vechini, nefsini ve
iradesini adım adım Allah’a teslim etmek için hazır hale gelir.
Böylece nefs
tezkiyesini gerçekleştirecek ve ruhunu Allah’a ulaştıracaktır. Allah’ın sözü
buraya kadardır. Ondan sonra kişi, şeytanın şiddetli saldırısına defalarca
uğrar. İblis onu o hidayet noktasından tekrar aşağı düşürmek için ardarda bütün
gayretini sarfeder.
Bu âyet,
birçok âyetle illiyet rabıtası içerisindedir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin
cehenneme gitmesi burada, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin kurtuluşu ise Vel Asr Suresinde anlatılmaktadır:
103/ASR-1: Vel
asrı.
Asra
yemin olsun.
103/ASR-2: İnnel
insâne le fî husrin.
Muhakkak
ki insan, gerçekten hüsrandadır.
103/ASR-3: İllellezîne
âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabrı).
Ama
âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7
basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7
basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.
Allah’a
ulaşmayı dileyenler Allah’a ulaşacaklardır. Yunus Suresinin 7. âyet-i kerimesi
aşağıdaki 4 âyetle direkt olarak ilişkilidir.
11/HÛD-29: Ve
yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi
târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen
techelûn(techelûne).
Ve ey
kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey)
istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah’a aittir. Ve ben âmenû
olanları ((Allah’a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak)
değilim. Muhakkak ki onlar, Rab’lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin
ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
(29/ANKEBUT-5)
29/ANKEBÛT-6: Ve
men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsih(nefsihî), innallâhe le ganiyyun anil
âlemîn(âlemîne).
Ve kim
cihad ederse, o taktirde sadece kendi nefsi için cihad eder. Muhakkak ki Allah,
âlemlerden müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).
42/ŞÛRÂ-13: Şerea
lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ
bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi),
kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men
yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
|
(Allah)
dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni
ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye
Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da
vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey
(Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine
seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine
ulaştırır).
Kim Allah’a
ulaşmayı dilemezse bu dünyadaki titri, hangi ilim kademesini temsil ederse
etsin o, Allah’ın âyetlerinden gâfildir.
10/YÛNUS-8: Ulâike
me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte
onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir
(cehennemdir).
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ,
bu âyet-i kerime gereğince, Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin gideceği
yerin mutlak olarak cehennem olduğunu söylüyor. Bu, Kur’ân-ı Kerim’in “olmazsa
olmaz” şartıdır. Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse, dilemeyen kişinin kurtuluşu
hiçbir şekilde mümkün değildir. Dileyen kişi ise mutlaka Allah’ın cennetine
girer. Yunus Suresi 7 ve 8. âyet-i kerimeleri, cennetin anahtarı, cehennemin de
kilididir. Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse gideceği yer cehennemdir. Ama dileyenin
de Allah’ın yardımı geleceği için gideceği yer mutlak olarak Allah’ın
cennetidir.
Bundan
14 asır evvel bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler ve Allah’a
ulaşmışlardır: (39/ZUMER-18)
İnsanoğlunun
ruhunu Allah’a ulaştırma noktasına dikkatle bakın: Kişi, Allah’a ulaşmayı
diliyor, Allah onu mürşidine ulaştırıyor, nefs tezkiyesine başlatıyor ve kişi
mutlaka ruhunu Allah’a ulaştırıyor.
Allah’a ulaştığı taktirde kişinin
kurtulmaması mümkün değildir.
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs
salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın. |
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ:
“Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olun.” diyerek en önemli olaydan
bahsetmektedir. Allah’a yönelmek, Allah’a ruhu hayatta iken ulaştırmayı dilemek
demektir. Allah’a ulaşmayı dilemek Kur’ân’ın OLMAZSA OLMAZ şartıdır. Allah’a
ulaşmayı dilemeyen kişinin cennete girmesi mümkün değildir. (10/YUNUS-7
– 8)
Allah’a
yönelenler, Allah’a ulaşmayı dileyenler ve böylece takva sahibi olanlar söz
konusudur.
Allah’a
yönelmek Allah’ın bir farz emridir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse 1. takvanın
sahibi olur. 7 kademeli takvadan birincisi Allah’a ulaşmayı dileme takvasıdır.
Buradaki
namaz, hacet namazıdır. Allahû Tealâ 7 furkanı verdikten ve o kişiyi gören,
işiten, idrak eden hale getirdikten sonra kişinin hacet namazını kılması,
mürşidini huşûya ulaşarak Allah’tan talep etmesi lâzımdır. Allahû Tealâ, bu
namazın ikame edilmesini böylece müşriklerden olunmamasını emretmektedir.
Çünkü kim
Allah’a ulaşmayı dilemezse o mutlaka şirktedir.
Rum Suresinin
32. âyet-i kerimesi o şirki anlatmaktadır.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean),
kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O
müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup
oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’a
yönelenler tek bir fırkayı, mü’minleri oluştururlar. Allah’a ulaşmayı
dilemeyenlerse, dînde fırkalara ayrılanlardır ve onlar geriye kalan bütün inanç
gruplarını oluştururlar. Allah’a ulaşmayı dilemezlerse, takva sahibi olmazlarsa
onlar müşriklerden olacaklardır. Şirkte oldukları için gidecekleri yer
cehennemdir.
Bugün
Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin 72 tane fırkasından bahsedilmektedir. Ama aynı
fırkaların içinde Allah’a ulaşmayı dileyen küçük birer azınlık hepsinin içinde
mevcuttur. Onlar fırkalara ayrılmayan, takva sahipleridir. Allahû Tealâ sadece
iki grup insanın olduğunu ifade etmektedir:
1-
Allah’a ulaşmayı dileyenler, takva sahibi olanlar.
2-
Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, takva sahibi olmayanlar.
Allahû
Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyip de tek bir fırkada olanları, müşriklerden
olmayanları Sebe Suresinde mü’minler olarak anlatmaktadır:
34/SEBE-20: Ve
lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel
mûminîn(mûminîne).
Ve
andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece
mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona
(şeytana) tâbî oldular.
Bu
âyette, şirkte olanlar olarak vasıflandırılanlar, fırkalara ayrılmış
olanlardır. Fırkalara ayrılmayanlar, şirkte olmayanlar sadece Allah’a yönelerek
Allah’a ulaşmayı dilemiş olanlardır. Kim Allah’a yönelirse o, Allah’a ulaşmayı
dileyen kişidir. Allah’a yönelmekle Allah’a ulaşmayı dilemek aynı şeydir.
Şura-13
Allah’a yönelmenin Allah’a ulaşmayı dilemek olduğunu ispat etmektedir. (42/ŞÛR–13)
31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ
leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen
vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum
bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve
bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse,
ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana
yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra
dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ’nın Lokman-13’te ifade ettiği şirk Rum Suresinin 31 ve 32. âyetlerindeki
şirktir. Şirkten kurtulmak için Allah’a ulaşmayı dilemek temel farzdır. “Bana
yönelenlerin yoluna tâbî ol” ifadesi ile “Sonra dönüşünüz Banadır” ifadesi
ölümden sonra bana döneceksiniz demektir. “Bana yönelenlerin yoluna tâbî ol”
Bana ulaşmak için yola çıkanların yoluna tâbî ol, demektir. Çünkü Allahû Tealâ
Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesinde diyor ki: (42/ŞÛR–13)
Öyleyse
burada Allahû Tealâ: “Sonra dönüşünüz, Banadır.” diyerek bütün insanların
dönüşünün Kendisine olduğunu ifade etmektedir. Bu dönüş ölümden sonraki
dönüştür. Kişinin ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırması ile ruhun ölümden
sonra Allah’a dönüşü aynı şey değildir. Ölmeden evvel Allah’a ulaşmak hidayete
ermektir.
39/ZUMER-54: Ve
enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ
tunsarûn(tunsarûne).
Ve
Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size
azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi,
nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu
âyet-i kerime Kur’ân’ın en önemli âyetlerindendir. Bu âyet, Allah’a ulaşmayı
dilemekten başlayarak bütün teslimleri muhtevasına alan bir muhteva taşır.
Ruhun,
fizik vücudun, nefsin ve iradenin teslimi birbirinin arkasından gelen
teslimlerdir:
1-
(1. safha), Allah’a ulaşmayı dilemekle 3.
basamakta başlar. Bu ilk bölümdür ve 7.
basamağa kadar devam eder. 7. basamaktan 14. basamağa kadar ise, Allah’a
yönelmek 1. safhanın ikinci bölümü olarak devam eder.
2-
Kişi 14. basamakta mürşidine tâbî olur (2.
safha).
3-
21. basamakta ruhun Allah’a ulaşması, ilk
teslimdir (3. safha).
4-
25. basamakta fizik vücudun Allah’a teslimi 2.
teslimdir (4. safha).
5-
27. basamakta nefsin Allah’a teslimi 3.
teslimdir (5. safha).
6-
28. basamağın 4. kademesinde kişi muhlis olur,
yani irşad olur (6. safha).
7-
28. basamağın 5. kademesinde iradenin Allah’a
teslimi 4. teslimdir (7. safha). Burada kişi “İrşada memur ve mezun kılındın.”
cümlesiyle irşad makamının sahibi kılınır.
Zumer
Suresinin 54. âyet-i kerimesi, Allah’a yönelmek, Allah’a ulaşmayı dilemek de
dahil olmak üzere bütün teslimleri içerir.
13/RA'D-21: Vellezîne
yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel
hisâb(hisâbi).
Ve
onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi
(ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar
ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu
âyet, 23 tane Kur’ân-ı Kerim mealinde de çarpıtılarak “Onlar ki; Allah’ın
birleştirmesini emrettiği şeyi birleştirirler.” (ki birleştirmek diye bir şey
geçmiyor. “Ve onlar vasıl ederler, ulaştırırlar.” diye geçmektedir) sözünden
sonra parantez içinde de: (Akrabalık bağlarını devam ettirirler, mü’minlere
iyilikte bulunurlar) Rab’lerinden korkarlar ve kötü hesaptan endişe ederler.”
denilmiştir.
Allah’ın
söyledikleri tamamen değiştirilmektedir. Çünkü bu âyette “vuslat” yani ruhun, o
insan ölmeden evvel Allah’a ulaştırılması vardır ve onun gizlenmesine
çalışılmaktadır.
Bir
evvelki âyetteki “yenkudunel misak” “misaki bozmalar” ifadesi; bu âyetle
birleştirildiğinde, ruhun ezelde Allah’a verdiği: ruhun ölümden evvel Allah’a
ulaştırılmasına ait misaki anlatmaktadır.
Bu âyettekiler Allah’ın
Vechi’ni (Zat’ını), Allah’ın Zat’ına ruhlarını ulaştırmak için dileyenlerdir.
73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi
tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na
ulaş.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İnsana
Allah tarafından üfürülmüş olan, insandaki Allah’ın ruhunun, hayatta iken
Allah’a ulaşması emrolunuyor, yani farz kılınıyor.
Secde
Suresinin 9. âyetinde Allah insana ruhundan üfürdüğünü açıklıyor.
32/SECDE-9: Summe
sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel
ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra
(Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan
üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad
(idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Fecr
Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyetlerinde Allah ruha “Geri dönerek Rabbine ulaş.”
emrini veriyor.
89/FECR-27: Yâ
eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey
mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî
ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine
dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî
fî ibâdî.
(Ey
fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın
zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî
cennetî.
Ve
cennetime gir.
(4/NİSÂ-58)
51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî
lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse
Allah’a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O’ndan
(Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Öyleyse
Allah’a kaç, Allah’a sığın.” Yani “Allah’a ruhunu hayatta iken ulaştır.” buyruluyor.
Allah’a insan ruhunun hayatta iken ulaştırılması açık bir şekilde emrolunuyor.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) apaçık bir uyarıcı olarak insanları uyarıyor.
4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti
ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe
niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak
ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik
yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla
size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, iyi işiten ve en iyi
görendir.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sevgili
kardeşlerim bu âyet iki yönlü bir âyet. Şu dünya üzerinde insanlardan bir
emanet aldıysanız o emanetleri emanetlerin sahiplerine vereceksiniz. Emanetler
sizin değildir. Emanet olarak almışsınızdır. Onları sahibine iade etmekle
teslim olmakla emrolundunuz.
Sevgili
öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler bu âyette bir şeye dikkat etmeniz lâzım.
Allahû Tealâ diyor ki: “Emanetler.” diyor ama sahipleri demiyor “Sahibi” diyor.
Ehillerine demiyor “Ehline” diyor. Gördüğünüz gibi emanetler çoğul kullanılmış
ama sahipleri yok. Emanetlerin hepsinin bir tek sahibi var âyet-i kerimede.
Emanetleri sahibine teslim etmenizi, tebliğ etmenizi emreder sahiplerine değil.
Öyleyse emanetler olacak birden fazla ama sahibi bir olacak. Acaba Allahû Tealâ
ne demek istiyor? Bizde emanet var, ruh. Emanet var, fizik vücut. Bu ikisi
teslim olduktan sonra emanet hükmüne girecek olan bir rehine var nefs. Ondan
sonra da bir başka emanet daha var, irademiz.
Öyleyse
Allahû Tealâ bütün emanetleri sahibine teslim etmenizi emrediyor. Ruhunuzu da
fizik vücudunuzu da (vechinizi de) nefsinizi de ve iradenizi de. Bunlardan
sadece iradenin tesliminde Allahû Tealâ muvafakatınızı ister. Siz isterseniz,
eğer böyle bir talebiniz olursa iradenizi de Allah’a teslim edersiniz. Allah’ın
iradesine bağlanırsınız. Böyle bir talebiniz yoksa Salâh’ın son mertebesine
ulaşmazsınız Allah’a köle olmazsınız. Allah’a kul olmanın son mertebesine ulaşırsınız
ve bütün güzellikleri her halükarda yaşarsınız.
Sevgili
öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler Allahû Tealâ burada 3 emanetin de Allah’a
teslimini açıkça istiyor. Ruhumuzu Allah’a teslim etmekle vazifeliyiz. Fizik
vücudumuzu, vechimizi, Allah’a teslim etmekle vazifeliyiz. Nefsimizi de Allah’a
teslim etmekle vazifeliyiz. Öyleyse 3 vücut 3 teslim. Üçü de üzerimize Allahû
Tealâ tarafından farz kılınmış. Şimdi bütün insanlar için söz konusu olan şey
Allah’a emanetleri teslim etmeleri. Bunun için her şey Allah’a ulaşmayı
dilemekle başlar. Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz, mürşidinize ulaşacaksınız,
ruhunuzu Allah’a teslim edeceksiniz, fizik vücudunuzu Allah’a teslim
edeceksiniz ve nefsinizi Allah’a teslim edeceksiniz. Ve iradenizi de Allah’a
teslim etmek isterseniz onu da teslim edeceksiniz. Allahû Tealâ onu da farz
kılmış ama sizin rızanızı mutlaka orada istiyor.
Olmadıkça,
siz rızanızı belirtmedikçe Allah’a iradeniz teslim olmaz. Allah iradenizi
teslim almaz.
Allahû Tealâ burada diyor
ki: “Bir de diyor yeryüzünde hakemlik ettiğiniz zaman gene üzerinizde iki
tarafın hakkı da emanettir.” Adaletle hükmedeceksiniz ki iki tarafın da hakkını
kendilerine teslim etmiş olasınız. Adaletin en güzeli Allah’a aittir. Onun için
Allah’ın resûlleri adaletin gerçek sahipleridir. Niçin? Kararı kendileri
verdikleri için mi? Hayır, kendileri karar veremezler. Daima karar için Allah’a
müracaat ettikleri için ve daima Allah’ın kararını başkalarına ulaştırdıkları
için. Allahû Tealâ burada diyor ki: “Muhakkak ki Allah bununla size ne güzel
öğüt veriyor.” diyor. Ve muhakkak ki Allah, işiten ve görendir. Allah işitir ve
bilir, semiûn alîm.
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten
mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine
dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
1- “Rabbine dön” ifadesiyle Allah nefse değil Rabbine geri
dönerek Rabbine ifna olacak bir varlığa, yani ruha hitap ediyor. Nefs ölümle
Allah’a dönmez.
2- Kendisinden evvel ölen aile fertleriyle birlikte olmak
üzere nefslerin kıyâmete kadar yaşayacakları berzah âlemine gider.
3- Allah hidayetin hayatta iken Allah’a ulaşmak olduğunu
söylüyor.
Innel hudâ hudallâhi
(Muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır).
(3/ÂL-İ İMRÂN-73)
Inne hudallâhi huvel hudâ (Muhakkak ki Allah’a ulaşmak var ya işte ol hidayettir). (2/BAKARA-120)
1-
Emmare
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le
emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs,
mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli
ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba
çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
2-
Levvame
75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil
levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.
3- Mülhime (91/ŞEMS-8)
4-
Mutmainne (89/FECR-27)
5- Radiye (89/FECR-28)
6-
Mardiyye (89/FECR-28)
7-
Tezkiye
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in
ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ,
innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve
men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük
taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer
ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan
hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû
duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini
tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş
Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).
4-
Ruhu hayatta iken
Allah’a dönecektir.
(13/RA’D-21)
- (73/MUZEMMİL-8) - (51/ZÂRİYÂT-50) - (10/YÛNUS-25) - (4/NİSÂ-175) - (4/NİSÂ
-58) - (13/RA’D-27) - (42/ŞÛRÂ-13)
42/ŞÛRÂ-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en
ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein
yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah’a ulaşmayı dileyin), Allah
tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin
için bir sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr
edemezsiniz).
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kişi sadece Allah’a ulaşmayı dileyerek Allah’ın davetine
icabet edebilir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler dalâlettedir. Gidecekleri yer
cehennemdir. Ölüm günü geldikten sonra davete icabet etmek bir şey ifade etmez
çünkü kişi hakikati zaten görecektir.
Allahû Teala: “Şu dünya hayatını yaşarken Benim davetime
icabet edeceksiniz.” demektedir. İşte Allah’ın daveti, Allah’a ulaşmayı
dilemektir. Eğer davete icabet edilirse kurtuluş garantidir. Davete icabet
edilmezse cehennem garantidir.
Allah’ın davetine icabet etmeyenlerin, Allah’a ulaşmayı
dilemeyenlerin durumu Yunus Suresinin 7. ve 8. âyet-i kerimelerinde
anlatılmaktadır: (10/YÛNUS-7 – 8)
Öyleyse insanlar ölüm günü gelmeden önce Allah’ın davetine
icabet etmek mecburiyetindedirler.
5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve
mîsâkahullezî vâsekakum bihî, iz kultum semi’nâ ve ata’nâ,
vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın,
sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman,
onunla sizi bağladığı misakını hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun,
muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyette zikredilen ni’met, devrin imamının ruhudur. Namaz
kılan herkes günde 45 kere okuduğu Fatiha Suresinin 7. âyet-i kerimesiyle
Allahû Tealâ’dan Sıratı Mustakîm’e, (başlarının) üzerlerine (devrin imamının
ruhunu) ni’met olarak verdiklerinin yoluna ulaşmayı diliyor.
1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne
en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
O
(SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının) üzerlerine (Devrin İmamı’nın ruhunu) ni’met
olarak verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette
kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.
Allahû Tealâ, elest bezminde, bütün insanların, Allah’ın
huzurunda toplanmasını A’raf-172’de ifade ediyor.
7/A'RÂF-172: Ve
iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ
enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti
innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet
günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz
için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı
zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben,
sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz
şahit olduk.”
Maide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde ise elest bezmindeki
toplantının neticesini belirten Allahû Tealâ herkese nefsler, ruhlar ve fizik
vücutlar olarak ayrı ayrı hitap ediyor:
“Ben, sizin Rabbiniz olduğuma göre ey nefsler; sizlerden
yemin istiyorum, ey ruhlar; sizlerden misak istiyorum, ey fizik vücutlar;
sizlerden ahd istiyorum. Sözlerimi işittiniz mi?" Diyoruz ki: “İşittik”
Allahû Tealâ bunun üzerine: “Emrime itaat edin!" buyuruyor.
Nefsler tezkiye ve tasfiye olacaklarına dair yemin, ruhlar
fizik vücutları ölmeden evvel Allah’a geri döneceklerine, Allah’a
ulaşacaklarına dair misak ve fizik vücutlar şeytana kul olmaktan kurtulup
Allah’a ahsen kul olacaklarına dair ahd veriyor. Allahû Tealâ soruyor: “İtaat
ettiniz mi emrime?" “İtaat ettik”
diyoruz.
Ve böylece Allah’a verdiğimiz yemin, misak, ahd ortaya
çıkıyor. Allahû Tealâ da yeminlerimizi, misaklerimizi, ahdlerimizi, üzerimize
farz kıldığını, bizi bu yemin, misak ve ahdle Kendisine bağladığını, taahhüd
altına soktuğunu, üzerimize bu görevi yüklediğini ifade ediyor.
Nefs, ruh ve fizik vücut açısından aynı standartlarda, ayrı
ayrı olaylar söz konusudur. Çünkü nefs tasfiye olacağına yani nefsin kalbindeki
afetleri yüzde yüz yok edeceğine, yerle-rine fazılların geleceğine dair Allahû
Tealâ’ya yemin veriyor. Ruh, fizik vücut sağ iken, hayatta iken Allahû Tealâ’ya
ulaşacağına dair misak veriyor. Ve fizik vücut şeytana kul olmaktan kurtulup
Allah’a kul olacağına dair Allah’a ahd veriyor. Ve bu yemini, misaki ve ahdi
aldıktan sonra Allahû Tealâ bir de bizden ikrar almak için soruyor; “İtaat ettiniz
mi?" diye ve “atâna” diyoruz, “itaat ettik."
Allahû Tealâ herkesten “elestu birabbikum günü” yemin,
misak ve ahd alıp bunları herkesin üzerine farz kıldıktan sonra İlâhi İrade
herkesin cüz’i iradesinden Allah’a teslim olacağına dair bu âyet-i kerimede
bahsedilen misaki alıyor. Kur’ân-ı Kerim’de Rad Suresinin 20. âyet-i
kerimesinde bahsedilen “ahdallahi” Maide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde geçen
iradenin misakine eşdeğerdir. (5/MÂİDE-7)
Bakara Suresinin 132. âyet-i kerimesinde zikredilen
“Allah’ın vasiyeti” Ali İmran Suresinin 76. âyet-i kerimesinde geçen ahde
(misak, ahd, yemin ve iradenin misakini içeren) eşdeğerdir.
13/RA'D-20: Ellezîne
yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar,
Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini
Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini
de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.
2/BAKARA-132: Ve
vassâ bihâ ibrâhîmu benîhi ve ya’kûb(ya’kûbu), yâ beniyye innallâhestafâ
lekumud dîne fe lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
İbrâhîm
de bunu kendi oğullarına vasiyet etti. Yâkub da: “Ey oğullarım! Muhakkak ki
Allah, bu dîni sizin için seçti. Artık siz ölmeyin. Ancak Allah’a teslim olarak
(ölün).” dedi.
3/ÂLİ
İMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul
muttekîn(muttekîne).
Hayır,
(öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi
olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.
6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî
hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil
kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev
kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum
tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin
malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça
yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında
(bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile,
artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece
tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ, yetimin malı konusunda kesin emrini vermektedir. Yetimlerin malı
yetimlere aittir. Vasilere; yetimlerin dışında bulunan büyükler, anne, babaları
öldükten sonra yetimleri korumaları altına alanlar ve sahipleri altına
alanlara, yetimin malına kendilerine menfaat çıkarmak açısından kesinlikle
yaklaşmamaları açık bir şekilde emrediliyor. Buluğa erdikleri zaman da Allahû
Tealâ’nın emri, mutlaka onlara mallarını teslim etmek, kendi mülkleri olarak
kullanmalarını temin etmek, o konuda da yardımcı olmaktır. Eğer bir teraziyle
iş yapan birisi tartıyı kendi lehine kullanıyorsa yani eksik tartıyorsa devamlı
haram yiyor demektir. O, onun gideceği yeri kesinlikle cehennem kılar. Allahû
Tealâ, “Ölçüyü, tartıyı adaletle yerine getirin. Biz kimseyi gücünün dışında
sorumlu tutmayız. Nefsi mükellef tutmayız. Onun kapladığı alan içerisi hariç,
onun vasi olduğu alan, yani ona hangi gücü verdiysek, o kişiden istediğimiz
şey, o gücün içinde kalır. O büyük gün, ona verdiğimiz imkânın muhassalasını
(semerisini, sonucunu) isteriz. Daha fazlasını istemeyiz. Kim neyi yapabilecek
kapasitede ise ondan sadece o kapasiteyi isteriz. Yakınınız olsa bile,
yakınınız hakkında şehadet ediyorsanız bile mutlaka doğruyu söyleyin. Ve
Allah’ın ahdini yerine getirin.” diyor. “Ve bi ahdillahi evfu” ki siz onunla
Allahû Tealâ’nın size vasiyet ettiği emrini yerine getirin.
Burası bu âyetin en önemli bölümüdür. Allahû Tealâ
“Allah’ın ahdi” diyor. Allah’ın ahdi, bizim irademizin misakine eşdeğerdir. Ruhumuzu, fizik
vücudumuzu ve nefsimizi Allah’a teslim etikten sonra Allahû Tealâ irademizin
teslimini ister. Allah cephesinden Ahdallahi bizim irademizin misakiyle
örtüşmektedir. Yeminlerimizin gereğini
yerine getirmek; ruhu, vechi, nefsi Allah’a teslim etmek demektir. Yeminlerimize ilave olarak irademizin misaki
Allah’ın bize olan vasiyetidir. Bu vasiyet:
1-
Ruhumuzu Allah’a teslim etmeyi
2-
Fizik vücudumuzu Allah’a teslim etmeyi
3-
Nefsimizi Allah’a teslim etmeyi
4-
İrademizi Allah’a teslim etmeyi ihata eder, muhtevası içine alır.
Allahû Tealâ, vasiyetini böyle yapmasına rağmen bunun
karşılığında bizden istediği yemin, misak, ahde baktığımız zaman vasiyetin son
bölümünün bizden yemin ile istenmediğini görüyoruz. Karşılık olarak yemin
tarzında bir şey söyleyerek, emri üstlenmemizi Allahû Tealâ emretmiyor.
Ruhumuzu Allah’a ulaştıracağımıza dair bizden misak almış. Fizik vücudumuzu
şeytana kul olmaktan kurtarıp, Allah’a kul edeceğimize dair bizden ahd almış.
Nefsimizi Allah’a teslim edeceğimize dair bizden yemin almış. Böylece üçüne
misak, ahd ve yemin diyoruz. Bunlar bizim Allah’a verdiğimiz yemin, misak ve
ahd’imizdir. Bunların ötesinde irademizin teslimine dair bizden MİSAK almış.
Ahdimiz, fizik vücudumuzun Allah’a teslimini içeriyor.
Ama Allah’ın ahdi, Allah’ın bizden istedikleri yani Allah’ın bize olan vasiyeti
ki farzın temelini vasiyet oluşturur, bunların ötesindedir. Allahû Tealâ,
irademizi de Allah’a teslim etmemizi istiyor.
Allahû Tealâ, A’raf Suresi 172. âyet-i kerimede
Âdemoğulları’nın üzerine nefslerine şahit tuttuğunu buyurduktan sonra “Ben
sizin Rabbiniz değil miyim?” buyuruyor. Hepimizin cevabı “Evet” oluyor. Yani
“Sen bizim Rabbimizsin” diye ikrar ediyoruz.
Rabbimiz bu konunun devamını Maide Suresinin 7. âyet-i
kerimesinde bize hatırlatıyor ve buyuruyor. (5/MÂİDE-7 )
Burada, daha önce ruhumuzdan misak, fizik vücudumuzdan
ahd, nefsimizden yemin adlı yeminleri alan Rabbimiz, irademizi de Allah’a
teslim etmemiz istikametinde irademizi bağlayan bir misak aldığını buyuruyor.
Bu da dördüncü yeminimizdir.
Allah’ın ahdi bizim irademizin misakine eşittir. Bu
âyet-i kerimede (En’âm-152) Rabbimiz, “Allah’ın ahdini yerine getirin.”
buyurmakla direkt olarak irademizin verdiği misaki yerine getirmemizi
emrediyor. İrademizin misaki en son teslimimizin yerine gelmesi demektir. Bunun
yerine gelebilmesi için de, daha önceki safhalarda:
1- Ruhumuzun misakini (21. basamakta)
2- Fizik vücudumuzun ahdini (25. basamakta)
3- Nefsimizin yeminini (26. basamakta) yerine getirmiş
olmamız gerekir.
İrademizin teslimi ve irademize ait misakin yerine
getirilmesi ise 28. basamağın 4. kademesindedir. Allah’ın vasiyeti ise dört
teslimimizin birden yerine getirilmesini ifade eder.
Öyleyse görülüyor ki, iradenin bağlanması, müzeyyen olma
şartına bağımlı, müzeyyen olma ise daimî zikre ulaşan bir kişide yaşarsa
otomatik olarak olgunlaşan bir meyvedir. Kişiyi mutlaka bu noktaya
ulaştıracaktır. Onun için Allahû Tealâ, insanlardan bu konuda bir söz almak
gereğini duymamış ama vasiyet ruhun, vechin ve nefsin tesliminden sonra iradenin
teslimini de içerir. Buradan Allahû Tealâ, ‘ahdallahi’ Allah’ın ahdi dediği
zaman bu, vasiyettir.
Vasiyet; üç vücudumuzun
tesliminin ötesinde irademizin teslimini de içerir. Ama Allahû Tealâ, diğerleri
konusunda ruhumuzu Allah’a teslim edeceğimize dair bizden misak almış, fizik
vücudumuzu Allah’a teslim edeceğimize dair ahd almış, nefsimizi Allah’a teslim
edeceğimize dair yemin almış, ama irademizi Allah’a teslim edeceğimize dair bir söz almamıştır.
Böylece bütün insanlar için Allah ile olan ilişkilerde
bir dizayn söz konusudur. Bu âyet, Maide Suresinin 7. âyet-i kerimesi ile bir
illiyet rabıtası içerisindedir.
Allahû Tealâ’nın bize vasiyet ettiği dizayn net bir
şekilde orada da belirtilmiştir. Bilin ki; Allahû Tealâ, hepinizin ruhunuzu da,
vechinizi de, nefsinizi de mutlaka Allah’a teslim etmenizi üzerinize farz
kılar. Bu Allahû Tealâ’nın farz emridir. Öyleyse dizayn budur. Vasiyet ise
bütün muhtevayı kaplayan, sizi herşeyinizle ruhunuzla, vechinizle, nefsinizle,
iradenizle Allah’a teslime götüren, Allah’ın bir temel emridir.
10/YÛNUS-25: Vallâhu
yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin
mustekîm(mustekîmin).
Ve
Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına
ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ diyor ki: “Allah selâm yurduna davet eder.”
Selâm, selâmet, salim, Islâm, teslim, müslim, müslüman
kelimeleri (28 ayrı açıdan 28 kelime türeyebilir) “slm” kökünden gelmektedir.
Bilelim ki “sin”, “lâm” ve “mim” den oluşan, “slm” kökünden gelen bu kelimeler,
Kur’ân-ı Kerim’de en çok mânâlandırıldığı şekliyle “teslim”i ihata eder. Onun
için Allahû Tealâ’nın selâm yurduna davet etmesi aslında teslim yurduna davet
etmesidir.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dilemeyi ve ruhun ölmeden
Allah’a ulaşmasını, 12 defa farz kılmıştır. Mutlaka ruhun Allah’a ulaşması lâzımdır.
Allah’a ulaşınca teslim olur. Buradaki “selâm” kelimesinin muhtevası,
teslimdir. Çünkü Allahû Tealâ, âyet-i kerimede buyuruyor ki: “Allah kimi, o
selâm yurduna ulaştırmayı dilerse, o kişiyi Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.”
Sıratı Mustakîm’e ulaştırırsa ne olur? (4/NİSÂ-175)
Sıratı Mustakîm, insan ruhlarını Allah’a ulaştıran yoldur.
6/EN'ÂM-87: Ve
min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ
sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve
onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları
seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah’a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik
(ulaştırdık).
6/EN'ÂM-88: Zâlike
hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita
anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte bu
Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer
şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).
(3/ÂL-İ
İMRAN-73) - (2/BAKARA-120)
Net olarak Allahû Tealâ bizlere Sıratı Mustakîm’in hidayete
erdirdiğini, Allah’a ulaştırdığını söylüyor. Allah’a ulaşan ruh, Allah’ın
Zat’ında yok olur, ifna olur. Bu, ruhun Allah’a ulaşması ve O’na teslim
olmasıdır. Seyr-i sülûk adlı bir yolculukla, insan ruhu Allah’a ulaşmış ve
Rabbine teslim olmayı başarmıştır.…
Burada Allahû Tealâ “selâm yurdu” demekle, Allah’ın Zat’ını
kastediyor. Allah’ın Zat’ı, teslim yurdudur. Ne kadar ruh varsa hepsi Allah’tan
gelmiştir ve Allah’ın Zat’ına mutlaka geri dönecektir. Ne zaman ruh Allah’ın
Zat’ında yok olursa, işte o zaman herkes için asıl hedefe ulaşmak söz
konusudur. Allah’ın Zat’ında yok olmak, vuslata nail olmak, ruhu Allah’a
hayattayken teslim etmek, Allah’ın 12 defa farz kıldığı bir hususu gerçekleştirmek
demektir. Allahû Tealâ, son derece açık olarak: “Allah’a dön ve teslim ol.”
diyor: (39/ZUMER-54) - (4/NİSÂ-58)
Yunus Suresinin 25. âyet-i kerimesinin de Allah’a davet
eden 12 âyetten biri olduğunu hatırlatırız:
“Allah selâm yurduna (veya teslim yurduna) davet eder ve
kimi dilerse onları Sıratı Mustakîm’e ulaştırır. O Sıratı Mustakîm ki, Allah’a
ulaştıran yoldur.”
Davet, Allah’ın Zat’ınadır.
10/YÛNUS-26: Lillezîne ahsenûl husnâ ve
zîyâdeh(zîyâdetun), ve lâ yerheku vucûhehum katerun ve lâ zilleh(zilletun),
ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Onlar
için Ahsenül hüsna (Allah'ın Zat'ına ulaşmak) ve ziyadesi (daha fazlası,
Allah'ın cemalini görmek) vardır. Onların yüzlerini bir keder kaplamaz ve bir
zillet (küçük düşme, hakirlik) yoktur. İşte onlar, cennet halkıdır. Onlar,
orada devamlı kalanlardır.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada ahsen olanlardan bahsediliyor. Bu âyet-i kerime, bir
evvelki âyet-i kerimenin daha üst noktasını ifade etmektedir. Yunus Suresinin
25. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyordu ki: “Allah selâm yurduna,
teslim yurduna davet eder. Ve kimleri oraya ulaştırmayı dilerse onları Sıratı
Mustakîm’e ulaştırır.” Böylece Allahû Tealâ onları Allah’a ulaştıran yola ulaştırıyor
ve o yol onları mutlaka Allah’ın Zat’ına ulaştıracaktır. Allah’a ulaşma,
Ahsenül Hüsna olarak ifade edilmiştir. Kişi, ruhunu Allah’a teslim ettikten
sonra fizik vücudunu Allah’a teslim edecek daha sonra nefsini, daha sonra
iradesini de Allah’a teslim edecek ve o zaman ahsen olacaktır. Allahû Tealâ:
“Ve onlara daha güzeli ve ziyadesi, daha fazlası vardır.” diyor. Işte kim irşada
ulaştıktan sonra iradesini de Allah’a teslim eder ve Allah, o kişinin iradesini
Kendisine bağlarsa, o kişi mutlaka Allah’ın Zat’ını görür. Işte bu Allah’a ulaşmanın
daha ötesidir, daha fazlasıdır.
Bir kişi, 21. basamakta Allah’a ulaşır. 22. basamakta fenâ
makamının, 23. basamakta beka makamının, 24. basamakta zühd makamının, 25.
basamakta muhsinler makamının sahibi olur, fizik vücudunu da Allah’a teslim
eder. 26. basamakta daimî zikrin sahibi olur, kalbi 7 kat yerlerin melekûtunu
görerek müzeyyen olur. 27. basamakta muhlis olur ve kalbi 7 kat göklerin
melekûtunu görerek 7 kademe daha müzeyyen olur. Sonra bu kişi, Sidret-ül
Münteha’yı Allahû Tealâ ona gösterdiği zaman Tövbe-i Nasuh’a davet edilir ve
Tövbe-i Nasuh’un 1., 2., 3., 4. mertebelerinde nefsinin kalbi devamlı olarak
müzeyyen olur ve ulûl’elbab’tan başlayan, irşada ulaşana kadar devam eden 19
mertebelik müzeyyen (tezyin) olma, kademeleri kişinin iradesinin Allah’a
teslimiyle tamamlanır. Irade Allah’a teslim olduğu zaman kişi, Allah’ın Zat’ını
görür.
Fizik vücudunu Allah’a teslim eden kişi, fizik vücudu ahsen
olan kişidir.
Nefsini Allah’a teslim eden kişi, nefsi ahsen olan kişidir.
Iradesini Allah’a teslim eden kişi, iradesi de ahsen olan
kişidir.
Işte asıl ahsen olanlar, iradesini de Allah’a teslim
edenlerdir. Onlar Hakk’ul yakînin sahipleridir, yani Allah’ın Zat’ını görmek şerefine
erenlerdir.
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile
aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî
ileyhi men enâb(enâbe).
Ve
kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki:
“Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi
Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet-i kerimede kâfirlerin Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’den mucize istemeleri söz konusudur. Allahû Tealâ, Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’in onlara cevap olarak: “Allah dilediğini dalâlette bırakır,
dilediğini hidayete erdirir.” demesini istemektedir.
Allah’ın dilediğini dalâlette bırakması,
Allah’a yönelen (ulaşmayı dileyen) kişiyi
ise Kendisine ulaştırması, yani hidayete erdirmesi söz konusudur. Başta
bütün insanlar fısktadır, dalâlettedir, küfürdedir. Hiç kimse dalâlete sonradan
düşmez. Kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren dalâletten kurtularak
hidayete adım atmıştır. Eğer kişi, hidayete erdikten sonra tekrar dalâlete
düşerse, o zaman tekrar fıska düşer.
Bir kısım insanlar ruhlarını Allah’a
ulaştırmayı yani dalâletten kurtulmayı dile-mezler. Bunun mânâsı Allah’ın da
onları hidayete erdirmeyi dilememesidir. Allah’ın onları içinde bulundukları
dalâlette bırakması hep yanlış anlaşılmaktadır. Bu kişiyi Allah dalâlete
düşürmemiştir. Bütün insanlar doğuşlarından itibaren zaten dalâlettedirler.
Allah onları kendi dalâlet hallerinde bırakır. Onlarla ilgilenmez. Onlar hiçbir
zaman dalâletten kurtulamayacaklardır. Onlar her zaman dalâlette kalacaklardır.
Allah, onları hidayete erdirmeyecektir. Ama kim de Allah’a ulaşmayı dilerse
Allah onları mutlaka hidayete erdirir.
Kim dalâlette kalmayı istiyorsa,
hidayete ulaşmayı, Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa o, Allah’ın dâlalete düşürdüğü
değil, dalâlette bırakmayı dilediği kişidir. O kişi, Allah’a ulaşmayı inkâr
ettiği ve başka insanları da (bir evvelki âyetteki gibi) Allah’ın yoluna
ulaşmaktan men ettiği için Allah’ın hidayete ermesini dilemediği, dalâlette
kalmasına müsaade ettiği kişidir.
3/ÂLİ
İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ
hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul
innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun
alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî
olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki
hidayet (insan ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşması), (Allah’ın kendisine
ulaştırması)s Allah’ın hidayetidir, size verilenin bir benzerinin, bir
başkasına verilmesidir.”. Yoksa onlar, Rabbinizin huzurunda, sizinle
çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu
dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar),
Alîmdir (en iyi bilendir).
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Size
verilenin bir benzeri, yani sizin peygamberinize nasıl Tevrat verilmişse ey
yahudiler, sizin peygamberinize nasıl Incil verilmişse ey hristiyanlar, bu
devrin peygamberine de Kur’ân-ı Kerim ve-rilmiştir.
Kim
Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu işitir, bilir ve görür. Kişinin üzerinde
Rahman esmasıyla tecelliye başlar, 12
ihsan verip, onu mutlaka mürşidine ulaştırır. Kişi nefs tezkiyesine
başlar. Işte o zaman Allah o kişinin zikir yapması sebebiyle ona salâvatla
fazlını göndermeye başlar. Öyleyse fazl Allah’ın elindedir. Çünkü herkese
vermez. Sadece Rahîm esmasını kullandığı insanlar için geçerlidir.
Öyleyse
bu sonuca dikkatle bakın. Burada Allahû Tealâ’nın bir güzelliği var. Rahmeti ve
fazlı bir ayrı dizayn içinde Allahû Tealâ işaret ediyor. Kim Allah’a ulaşmayı
dilerse, Allah ona Rahman esmasıyla tecelliye başlıyor. Kişi mürşidine
ulaştıktan sonra, Allah’ın elinde olan fazl artık o kişiye verilmeye
başlanmıştır. Bir kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse fazlın onun iç dünyasında
hiçbir faydası olmaz, çünkü fazl o kişinin içine hiçbir şekilde giremez.
Kişinin göğsünden kalbine yol açılmamıştır. Birincisi kişinin kalbi mühürlüdür.
Ikincisi o kişi sabahtan akşama kadar 24 saat zikir yapsa, kalbine bir damla
nur girmesi mümkün değildir. Allah’ın elinde olan fazl kişiye gönderilmez,
çünkü o kişi ona ehil değildir.
2/BAKARA-120: Ve
len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne
hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi,
mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen
onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar
senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya)
işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına
uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Dünya
hayatını yaşarken ruhunu Allah’a ulaştıran hidayete erer.”
Hidayet; ruhun Allah’a ulaşarak teslim olmasıdır.
Ruhun hidayeti (22. basamak), ruhun Allah’a ulaşması;
fizik vücudun hidayeti (25. basamak), fizik vücudun Allah’ın bütün emirlerini
yerine getirip yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen standartta Allah’a teslim
olması; nefsin hidayeti (27. basamak), Allah’ın bütün emirlerini yerine getirip,
yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemeyecek hale gelerek Allah’a teslim olması
iradenin hidayeti (28. basamağın 4. kademesi), iradenin allah’a teslim olmasıdır.
dördünün de hidayeti Allah’a teslim olmalarıdır. İnsan, bunların dördünü de
Allah’a teslim etmekle mükelleftir. (4/NİSÂ-58)
Emanetin
sahibi tektir, ama emanet 4 tanedir: Ruh, vech, nefs ve irade.
Zamanın
dîn adamları bu hakikatlerden haberdar olmadıkları için insanları da bunlardan
haberdar edemeyeceklerdir.
Hz.
Musa zamanında ona tâbî olanlardan az sayıda insan, Hz. İsa zamanında 12
havarisi, İslâm’da da Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve O’na tâbî olanların hepsi,
Allah’ın yoluna girmişler; ruhlarıyla, vechleriyle, nefsleriyle, iradeleriyle
Allah’a teslim olmuşlardır. Ancak bugün bu kavimlerin çoğu Allah’a teslim olma
kavramını unutmuşlardır.
İnsanlar
Allah’a teslim olmak üzere yaratılmışlardır. Her peygamber zamanında tâbî
olanlar Allah’a teslim olmuşlardır. Aradan geçen yüzyıllarda, Allah’ın
hakikatlerini iblis devreden çıkarmıştır. Bundan sonra insanlar, dejenere
olarak, cehenneme gidecek olan büyük ve Allah’ın mükâfatlarına nail olacak olan
küçük bir kesimden ibaret kalmışlardır.
Peygamberimiz’e
tâbî olan Hz. Ali ve Hz. Ebubekir kolundan gelen iki grup insan, asırlar
boyunca zincirin halkalarını bugüne kadar ulaştırmışlardır. bugün İslâm’ın
içinde küçük bir grup, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı
İslâm’ı yaşamaktadır. Ne yazık ki Allahû Tealâ’nın katında bu küçük grup
dışında olanların kurtulma ümitleri yoktur. Her ümmette küçük bir grup,
Allah’ın, peygamberlere verdiği Allah’a teslim olma emrini bugün de
gerçekleştirmektedirler.
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe
yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl
elbâb(elbâbi).
Onlar,
sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın
hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin
sahipleri).
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ, Al-i İmran 190. ve 191. âyet-i kerimelerde ulûl’elbabın tarifini
vermektedir:
3/ÂLİ
İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le
âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak
ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl
elbab için elbette ayetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ
İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve
yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ
bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar
(ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken,
otururken, yan üstü yatarken (daima ) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin
yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen
bunları bâtıl olarak (boşuna ) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin
azabından koru.
Ehli
tezekkür olan kişi daimî zikrin sahibidir ve daimî zikrin sahibi olan kişi bir
hedefe ulaşmıştır. Daimî zikir onu Ayn’el yakînin sahibi kılar. Bu kişi:
1-
Daimî zikrin sahibidir.
2-
Bütün afetler yok olmuştur.
3-
Kalp gözü açılmıştır. Allah’ın gösterdiklerini görür.
4-
Kalp kulağı açılmıştır. Allah’ın söylediklerini işitir.
5- Ehli tezekkürdür. Allah ile daima tezekkür etmek, bir konuyu
müzakere etmek imkânının sahibidir.
6-
Ehli hayırdır. Daimî zikrin sahibi olduğu için her an deracat kazanmaktadır.
7-
Ehli hikmettir, ehli hükümdür. Hikmetin ve hükmün sahibidir.
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan
vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd
dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum
ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men
yunîb(yunîbu).
(Allah)
dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni
ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye
Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da
vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey
(Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine
seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine
ulaştırır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesi Kur’ân-ı
Kerim’in en önemli âyetlerinden biridir. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı
dileyen; yani Allah’a yönelen kişiyi mutlaka Kendisine ulaştıracağını ifade
etmektedir. Allahû Tealâ, insanlardan bir kısmını seçeceğini, seçtiklerinden de
Allah’a ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştıracağını söylemektedir, garanti
etmektedir. Bu âyet açık bir şekide Rum Suresinin 30, 31, ve 32. âyetleriyle
alâkalıdır. (30/RÛM-30)
Allahû Tealâ sadece tek bir dînin olduğunu,
bütün insanları hanif fıtratıyla yarattığını ve yaratmasında değişiklik görülemeyeceğini
ifade etmektedir. Allahû Tealâ, bütün insanları kıyâmete kadar hep hanif
fıtratıyla yani hanif dînini yaşayabilecek olan özelliklerle yaratacaktır. (30/RÛM- 31)
Müşriklerden olmayan (şirke düşmeyen) kişinin,
Allah’a ulaşmayı dileyen kişi olduğu kesinleşmektedir. Allahû Tealâ, Rum
suresinin 32. âyet-i kerimesinde şirki anlatmaktadır: (30/RÛM-32)
Allahû Tealâ’nın şirk tarifi açık ve kesin bir
şekilde burada yerli yerine oturmaktadır: Şirk içinde olanlar Allah’a ulaşmayı
dilemeyenlerdir, Allah’a yönelmeyenlerdir. Allah’a yönelmiş olsalardı tek bir
fırka oluşturacaklardı (73. fırka) ve diğer bütün fırkalar bunun dışında
kalacaklardı (72 fırka). Müşrikler Allah’a ulaşmayı kesinlikle dilemiyorlar,
dileseler gizli şirkten kurtulacaklar. Rum-32 ve Şura-13’te gizli şirkten
bahsedilmektedir.
Allah’a yönelip de takva sahibi olanların
içinde bulunduğu tek fırka bütün insanlar için bir kurtuluştur. Allah kimi
dilerse onu Kendisine seçer ve bu seçtiklerinden Allah’a ulaşmayı dileyenleri
mutlaka Kendisine ulaştırır. Allah’ın seçtiği ve seçmediği insanlar vardır.
Allahû Tealâ insanların %90’dan fazlasını seçer. Allah’a ulaşmayı dilemekten
insanları men etmeyen herkes seçilir. Seçilenlerin de hepsinin kalbi kasiyet
bağlamıştır. Henüz o kişi Allah’a ulaşmayı dilememiştir ve kalbi
kapkaranlıktır. Bu karanlık kalpliler Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başka
insanların da Allah’a ulaşmasına mani olurlarsa, Allah onları dalâlette ve
şirkte bırakır, onları seçmez. Bu şirk; gizli şirktir.
Âyet-i kerime açık ve kesin bir şekilde
insanların ikiye ayrıldığını, bir kısmının Allah’a ulaşmayı dilediğini ve
şirkten kurtulduğunu diğer kesimin şirkte kaldığını söylemektedir.
Allah’ın
insanlardan beklediği şey Allah’a ulaşmayı dilemeleridir. Allah, Kendisine
ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştıracaktır. O insanlar ruhlarını Allah’a
ulaştırmayacaklardır. Allah, onların ruhlarını Kendisine ulaştıracaktır. Bu
kişilere namazı, orucu, zikri, bütün ibadetleri sevdiren Allah’tır. Allah’ın
sevdirmesiyle kişi bütün ibadetlerini yerine getirir.
29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne
ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı)
dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka
gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi
işiten, en iyi bilendir.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyenleri mutlaka Kendisine ulaştıracağını garanti
etmektedir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’ın tayin ettiği, Allah’a ulaşma
günü mutlaka gelecektir. O kişi ruhunu mutlaka ölmeden evvel Allah’ın Zat’ına
ulaştıracaktır.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe
yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu
zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız
sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin)
günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve
Allah, büyük fazl sahibidir.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim
âmenû olursa ve bunun sonunda Allah’a karşı takva sahibi olursa, Allah, o
insanlara doğruyu yanlıştan ayırma özelliği verir. Buna rağmen nefsin tesiri
altında insanlar yine yanlışları, hataları işleyeceklerdir; ama en azından,
doğruyu yanlıştan ayırma özelliğinin sahibi olacaklardır. Doğru yanlıştan
ayırılırsa, Allah’ın emirlerine mutlaka itaat artar, Allah’ın yasak ettiği
fiiller işlenmez. Böylece kişi, Allah’a şu veya bu olayda ihanet etmemiş olur. Bir
başka ifadeyle, mürşide ulaşmadan evvel, bir insan nefsini kendine ilâh
ediniyordu. Çünkü Allah’ın emirleri ona güç geliyordu ve gerçekleştirmiyordu.
Böylece o emri veren Allah’a değil, o emre karşı gelen nefsine itaat ediyordu
ve nefsini o olayda Allah’ın yerine koyuyordu:
45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze
ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve
ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min
ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını
kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi)
üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun
basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda
Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
Bu
muhteva içerisinde insanların güzele ulaşması için, doğruyu yanlıştan ayırması
lâzımdır. İşte burası, kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği noktadır. Çünkü âyet-i
kerime: “Ve sizler takva sahibi olun” diyor. Olduğunuz andan itibaren Allahû
Tealâ, sizi öyle bir noktaya ulaştıracak ki; günahlarınızı örtecek. Kalbinizin
mührünü açacak küfür kelimesini ve ekinneti alacak ve yerine ihbat koyacaktır.
Kalbinize konulan ihbat, furkandır. Mü’min olacaksınız. İrşad makamına tâbî
olduğunuz an, 7 tane ni’met almanız söz konusu. Bu ni’metlerden bir tanesi,
günahlarınızın sevaba çevrilmesi ve Allah’ın 1’e 10 yerine 1’e 100 vermeye
başlamasıdır:
2/BAKARA-261: Meselullezîne
yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî
kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu
vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını
Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane
(tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir.
Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah
Vâsi’dir, Alîm’dir.
Böylece
nefs tezkiyesi başlar. Tövbe merasimi sırasında ikisi birden gerçekleşir:
25/FURKÂN-70: İllâ
men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim
hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak
kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan)
mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların,
Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah,
Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
Nefsin
kalbinde faziletler biriktiği sürece o kişi, nefs tezkiyesini adım adım
gerçekleştirecektir. Nefs tezkiyesi boyunca hedefe yürümek söz konusudur. Nefs
tezkiyesi boyunca devamlı, Allah’ın âyetlerine, Allah’ın emirlerine daha çok
itaat, yasak ettiklerini işlememek konusunda daha büyük başarı söz konusu
olacaktır. Ve yine doğruyu yanlıştan ayırma özelliği “furkan” kelimesiyle ifade edilmektedir.
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme
vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen),
vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve, hanif olarak Hz. İbrahim’in dinine tâbi olmuş ve
vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen
daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz.İbrâhîm’i dost edindi.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
O kişi ki vechini, fizik vücudunu Allah’a teslim etmiş ve
muhsinlerden olmuştur. Ve hanif olarak Hazreti İbrâhîm’in dînine tâbî olmuştur.
Ve Allah Hazreti İbrâhîm’i dost ittihaz etmiştir.”
Burada fizik vücudun teslimi olayını görüyoruz. 22.
basamakta kişi fenafillah makamına ulaşır Allah’ın Zat’ında ruhu ifna olur. 23.
basamakta Allah ona bir altın taht ihsan eder. Kişi beka makamının sahibi olur.
24. basamakta bu kişi züht sahibi olur, zikri günün yarısını aşar. 25.
basamakta ise Muhsinlerden olur, fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir.
Ne olmuştur fizik vücut? Allah’ın emirlerini %100 yerine
getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir hüviyet kazanmıştır.
İşte bu fizik vücudun Allah’a teslim olduğunu gösterir. Zaten burada da;
“Vechini Allah’a teslim etmiştir” diyor Allahû Tealâ. Ve Muhsinlerden olmuştur
kişi. Daha halbuki nefste %19 karanlık var. Kişi bu mertebede kaldıkça, fizik
vücudunu Allah’a teslim mertebesinde kaldıkça nefsinin kalbinde %19 karanlık
vardır. Kişi daimî zikre ulaştığı takdirde %19 karanlık da nura dönüşecektir.
Ama burada o kişinin kalbinde henüz %19 karanlık vardır. Buna rağmen kişinin
fizik vücudu bu karanlıkları asla değerlendirmez, kale almaz, dikkate almaz,
onlar yokmuş gibi davranır. Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yerine getirir
yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemez.
İşte böyle bir husus, böyle bir pozisyonun sahibi olan o
kişinin, fizik vücuduna Allahû Tealâ; “Muhsin olan bir kişinin fizik vücudu”
diyor. Kişi fizik vücudunu, Allah’ın bütün emirlerini %100 yerine getiren,
yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özelliğe ulaştırmıştır ve Muhsinlerden
olmuştur. Ve: “Bu kişi hanif olarak Hazreti İbrâhîm’in dînine tâbî, olmuştur”
diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse hanif nedir? Hanif bir fıtrattır. Allahû Tealâ Rum
Suresinin 30. âyet-i kerimesinde: “Kendini dîne doğrult” diyor, “ki Biz bütün
insanları hanif fıtratı ile yarattık” diyor Allahû Tealâ. Bütün insanlar hanif
fıtratı ile yaratılmıştır. Yani ruhlarını da, vechlerini de, nefslerini de,
iradelerini de Allah’a teslim olabilecek olan bir özellikle yaratılmışlardır;
bir. Tek Allah’a inanabilecek bir özellikle yaratılmışlardır; iki. Ve Allah
yolunda yek vücut bir cemaat oluşturabilecek olan bir özellikle
yaratılmışlardır; üç.
Bu üç tane fıtrat bir araya geldiği zaman hanif fıtratını
ifade eder. Allah’ın tekliğine inanmak; tek bir Allah’ın varlığına inanmak,
Allah’a teslim olmaya inanmak; 4 açıdan birden Allah’a teslim olmaya inanmak ve
cemaat arasında tek bir yumruk gibi tek bir cemaat oluşturmak. Yani inanalar
arasındaki vahdeti, birliği, beraberliği sağlamak. Böyle bir fıtrat bütün
insanlarda mevcuttur. Ve Allahû Tealâ’ya kim fizik vücudunu teslim ederse, o
teslimin önemli bir kısmını aşmıştır, sadece daimî zikre ulaşması kalmıştır
kişinin.
Öyleyse hanif olmak şerefine kişi ermiştir.
18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an
kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî
fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe
huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen
murşidâ(murşiden).
Ve
güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman
sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun
(mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın
âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o
hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı
dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kehf Suresinin 17.
âyet-i kerimesi hidayetten bahsetmesi sebebiyle Kur’ân’ın önemli âyetlerinden
birisidir.
Kur’ân’ın
temelini, çağımıza damgasını vuran “hidayet” teşkil etmektedir. Bütün resûller,
nebîler hidayetle vazifelendirilmişlerdir. Hidayet; ruhun, vechin, nefsin ve
iradenin Allah’a teslimi demektir. Hidayet 7 safhadan oluşur:
Birinci safha : Allah’a ulaşmayı dilemek (3. basamak).
İkinci safha : Allahû Tealâ’dan 12 tane ihsan alarak
mürşide ulaşmak (14. basamak).
Üçüncü safha : Ruhu Allah’a ulaşarak teslim etmek (21.
basamak).
Dördüncü safha : Fizik vücudu teslim etmek (25.
basamak).
Beşinci safha : Nefsi teslim etmek (26. basamak).
Altıncı safha : İrşad olmak (muhlis olmak) (27.
basamak).
Yedinci safha : İradeyi teslim etmek (28. basamak 5.
kademe).
Allah kimi
Kendisine ulaştırırsa o kişi hidayete erer: (3/ÂL-İ İMRÂN-73) - (2/BAKARA-120)
İnsanın ruhu
Allah’a ulaşmaz. Allah, o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırır. (42/ŞÛRÂ-13)
Kehf Suresinin 17.
âyet-i kerimesi bir başka konuya daha ışık tutmaktadır: Dalâlette olanlar için bir velî mürşid
bulunmaz. Çünkü kişi hidayete ermeyi (Allah’a ulaşmayı) dilemiyorsa Allah o
kişiyi zaten hidayete erdirmez. O kişi dalâlette kalmayı tercih etmiştir, Allah
da onu dalâlette bırakır.
Öyleyse Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye,
kıldığı hacet namazı üzerine, Allah mürşidini gösterecek, onu 12 tane ihsanla
mürşidine ulaştıracaktır. Kişi hidayete adım atacak ve ruhu Allah’a doğru yola
çıkacaktır.
16/NAHL-9: Ve
alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum
ecmaîn(ecmaîne).
Ve
sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani
mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O
dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
İki tane
alternatif vardır:
1- Kişi, Allah’a
ulaşmayı diler ve Allahû Tealâ onu mutlaka mürşidine ulaştırır.
2- Kişi, Allah’a
ulaşmayı dilemez ve Allahû Tealâ ona bir velî mürşid tayin etmez.
16/NAHL-91: Ve evfû bi ahdillâhi izâ ahedtum ve lâ
tenkudûl eymâne ba’de tevkîdihâ ve kad cealtumullâhe aleykum kefîlâ(kefîlen),
innallâhe ya’lemu mâ tef’alûn(tef’alûne).
(Allah
ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi teslim etme konusunda) sizinle
ahdleştiği zaman Allah’ın ahdini ifa edin (yerine getirin). Onu,
sağlamlaştırdıktan (hidayete erdikten ve nefsinizi tezkiye ettikten) sonra
yeminleri bozmayın (ruhunuzu Allah’a ulaştırdıktan ve nefsinizi tezkiye
ettikten sonra dalâlete düşmeyin). Ve siz, Allah’ı üzerinize kefil
kılmıştınız (Allahû Tealâ, sizi hidayete erdirerek, ruhunuzu Kendisine
ulaştırarak verdiği sözü, kefaletini yerine getirmişti). Muhakkak ki Allah,
sizin ne yaptığınızı bilir.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ, bir insanın hidayete ulaştıktan sonra dalâlete düşmesinden
bahsetmektedir. Eğer Allah’a verilen yemin bu noktada bozulur ve Allah’ın
koruyucu zırhı kalkarsa nefs tezkiyesinin yok edilmesi, ruhun Allah’tan geri
dönmesi söz konusu olabilir. Bu durum, insanların çok azında vücut bulmasına
rağmen bu noktadan sonra dönüş her zaman mümkündür. Allahû Tealâ’nın kefaleti, sözüdür. “Kim Bana
ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım.”
Allah’a
ruhunu ulaştıran kişi 21. basamağa ulaşmış, nefsini tezkiye etmiştir. Nefs,
yolun yarısını tamamlamış, nefsin kalbi %51 nurla dolmuştur. Ruh da Allah’ın
Zat’ına ulaşarak hidayete ermiştir. Allah, kişiyi mutlaka Kendisine ulaştırır.
Ulaştırdığı zaman kefaleti biter. Allahû Tealâ’nın sözü buraya kadardır.
Allah’a ulaşmayı dileyen kişi için Allahû Tealâ kefildir. Bu açıdan âyet son
derece önemlidir.
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû
yettekûn(yettekûne).
Onlar,
âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi
olmuşlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Görülüyor
ki, sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler takva sahibi olurlar. Bu ilk takvadır.
Allah’a ulaşmayı dileyenler, Allah’a yönelmenin de birinci safhasında olurlar
ve ilk takvanın sahibi olurlar. Ve şirkten ve cehennemden kurtulurlar. (30/RÛM-30 – 31 – 32)
4/NİSÂ-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû
bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan
mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu
Allah’a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah’a) sarılanları ise, (Allah)
kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, kendisine ulaştıran
“Sıratı Mustakîm”e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sıratı
Mustakîm bir yol, Allah’a ulaştıran bir yol. Yehdîhim ileyhi, onları ona
ulaştıracak olan Sıratı Mustakîm’e ulaştıracaktır. Sıratı Mustakîm, Allah’a
ulaştıran yolun adıdır. Burada da Allahû Tealâ Sıratı Mustakîm’in açık bir
vasfını veriyor.
Sevgili
öğrenciler, izleyenler, dinleyenler Sıratı Mustakîm nedir? diye sorun. Cevap
alacaksınız, doğru yol. Nemene bir doğru yol bu doğru yolun vasfı nedir?
Diyeceklerdir ki kim İslâm’ın 5 tane şartını yerine getirirse işte o Sıratı
Mustakîm’dedir, doğru yoldadır. Namaz kılan, oruç tutan, zekat veren, hacca
giden, kelime-i
şehadet getiren herkes Sıratı Mustakîm’in üzerindedir diyecekler. Ve siz de
onlara diyeceksiniz ki aldanıyorsunuz, hiç kimse İslâm’ın 5 tane şartını
yapıyor diye Sıratı Mustakîm’in üzerinde olamaz. Sıratı Mustakîm’in üzerinde
olabilmesi için bir kişinin 7 tane kalp şartının sahibi olması lâzım, 7 tane
inanç şartının sahibi olması lâzım, 3 tane de hidayet şartının sahibi olması
lâzım.
1- Kalbindeki
ekinnet alınmış olacak,
2- Kalbinin nur
kapısındaki mührü Allahû Tealâ açacak,
3- Kalbine ihbat
konulmuş olacak,
4- Allah o kalbe
ulaşıp, kalbin nur kapısını Allah’a çevirmiş olacak,
5- O kişinin
göğsünden kalbine Allah nur yolu açacak,
6- Kalbin içindeki
%2’lik nurla kişi huşû sahibi olacak,
7- Mürşidine
ihsanla tâbî olduğunda kalbinin içine îmân kelimesini
Allahû Tealâ yazacak
İşte
Allah’ın büyük ni’metlerinden birisi, Allah’ın nurlarının kalbinize gelmesi
için göğsünüz şerh edildi yarıldı. Kalbinize yol açıldı. Kalbinizin mührü
açıldı ve zikir yaptığınız zaman artık hazır hale geldiniz. Bunun ötesinde 7
tane inanç şartınız var.
1-
Allah’a inanmak
2-
Allah’ın meleklerine inanmak
3-
Kitaplarına inanmak
4-
Resûllerine inanmak
5-
Basubadel mevte, ölümden sonra Allah’a ruhun ulaşmasına, ölümden sonra kıyâmet
günü insanların yeniden dirilmesine inanmak
6-
Hayrın Allah’tan, şerrin insanın nefsinden olduğuna inanmak
7-
Ruhun ölmeden Allah’a ulaşmasına inanmak
Bu 7
tane inanç şartı olur da 7 tane kalp şartı olmazsa mü’min olamazsınız. Mü’min
olmanın temelinde bir insanın kalbinin içindeki küfür kelimesinin Allahû Tealâ
tarafından alınması ve kalbin içine mutlaka îmânın yazılması yatar.
Öyleyse
sevgili kardeşlerim, âyet-i kerime bu noktada çok önemli
bir vasıtanın sahibi. Allahû Tealâ, en güzele ulaştırıyor ifadesiyle. Nefsin
kalbinde Allah’ın nurları birikiyor.
Sevgili kardeşlerim, burada Allahû Tealâ “Rahmetinin ve fazlını
içine koyar diyor ve onları Allah’a ulaştıran Kendisine ulaştıran Sıratı
Mustakîm e ulaştırır.” diyor. En’am Suresi’nin 87 ve 88. âyetlerinde daha açık
bir ifade kullanmış Allahû Tealâ diyor ki: “Onların annelerinden, babalarından,
evlatlarından, kardeşlerinden seçeriz ve onları Sıratı Mustakîm’e ulaştırırız.
O
Sıratı Mustakîm ki Allah onları Sıratı Mustakîm’le hidayete erdirir.” diyor.
Kendi Zatına ulaştırır.
Öyleyse Sıratı Mustakîm
bir yol, Allah’a ulaştıran yol. Öyleyse Sıratı Mustakîm doğru yoldur demek
yetmez. Nasıl bir doğru yoldur? Allah’a ulaştıran doğru yoldur, işte şimdi
oldu.
Öyleyse
Sıratı Mustakîm dediğiniz zaman Allahû Tealâ’nın dizaynına bakın Sıratı
Mustakîm insanların ruhlarını Allah’a ulaştıran yolun adı. (6/EN’AM-87
– 88)
İşte
bu âyette bu sebepten, o En’am 87 ve 88’in illiyet rabıtasına sahip olan bir
âyet. Aynı zamanda Allahû Tealâ Nur Suresinin 21. âyet-i kerimesinde: “Eğer
Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmazsa içinizden hiçbiriniz ebediyyen
nefsinizi tezkiye edemezsiniz.” diyor. Ne oldu? İşte gene rahmet ve fazl. Her ikisinde
de henüz mürşide ulaşmamış bir insanın durumu var. Rahmetin ve fazlın
üzerlerine ulaşması böylece onların Sıratı Mustakîm e ulaştırmak.
24/NÛR-21: Yâ
eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’
hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ
fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve
lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey
âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına
tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o
(şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak
ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize
olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen
nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve
Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).
Öyleyse
Nur-21 ile de bu âyet-i kerime bir illiyet rabıtasının içinde. Zümer-23’le de
alâkalı. Allahû Tealâ Zümer-22’de diyor ki: “Sadece Allah’ın göğüslerini şerh
ettiği ve kalbine ulaştığı kişilerin kalbine Allah’ın nuru ulaşabilir.”
39/ZUMER-22: E
fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe
veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin
mubîn(mubînin).
Allah
kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir
nur üzere olur, değil mi? Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay
haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler. 39/ZUMER-23: Allâhu
nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu
culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ
zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men
yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah,
ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer
ikişer (salâvât-fazl ve salâvât-rahmet), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak
indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların
ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte
bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi
dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.
Ve
görüyoruz ki insanlar var. O insanlar bütün güzellikleri yaşamak için varlar.
İşte burada bir muhteva var. Sevgili kardeşlerim, her
şeyi Allahû Tealâ en güzel standartlarda size ulaştırmış Kur’ân-ı Kerim’iyle ve
hep güzellikleri anlatıyor. İşte bu âyetinde aynı güzellik var. Sıratı
Mustakîm’in Allah’a ulaştıran yol olduğunu Allahû Tealâ bir defa daha üzerine
bastırarak açıklıyor.
3/ÂLİ İMRÂN-14: Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti
minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel
haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ,
vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).
İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar
biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere olan
sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi.
Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel
sığınaktır.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ burada, Allah’ın “en güzel sığınak” olduğunu söyleyerek âyet-i
kerimelerde buyuruyor:
(78/NEBE-39)
50/KAF-31: Ve
uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve
cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32: Hâzâ
mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte
size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak
sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış
olanlar) için.
Evvab;
meaba, sığınağa ulaşmış ve sığınmış olan insanlardır. Ruhlarını ölmeden evvel
Allah’a ulaştırmış insanlar evvabtır.
Allah’ın
beka makamında bütün evliya kullarına ihsan ettiği altın tahtlar, Allah’ın
katındaki sığınaklardandır ama bu sığınaklar Allah’ın Zat’ı gibi değildir.
Altın tahtlar da Allah’ın Zat’ı da selâm yurdudur. Allah’ın katında sığınılacak
olan yer sadece Allah’ın Zat’ı değildir, aynı zamanda bütün tahtlardır. Ama
Allah’ın Zat’ı, Allah’ın katındaki en güzel sığınaktır.
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men
şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve
ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen)
kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder
(edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Mürşide
tâbî olunan gün Hakk günüdür. Dileyen kişi Sıratı Mustakîm’i yol edinir.
Allah’a ulaşan kişinin ruhuna Allah meab (sığınak) olur.
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû
ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn (tuflihûne).
Ey
âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takvâ
sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin.
Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ
burada âmenû olanların takva sahibi olmasını ve Allah’a ulaştıracak olan
vesileyi, yani mürşidi Allah’tan istemelerini emrediyor. Tabiatıyla mürşide
ulaştıktan sonra da nefs tezkiyesi söz konusu. Ve Allahû Tealâ, “Allah yolunda
cihad edin." diyor . Bu cihad, hem insanın nefsiyle yapacağı büyük cihad
hem de Allah’ın düşmanlarıyla yapılan küçük cihadı kapsar. Allahû Tealâ, felâha
ermenin, kurtuluşa ermenin cihadla mümkün olacağını söylüyor. Bu âyetteki cihad
nefs tezkiyesi ve tasfiyesi olan büyük cihaddır. Nefse karşı cihad-ı ekberi
kazanmak ancak mürşide tâbî olmakla gerçekleşir. Mürşidsiz hiç kimse tek başına
büyük cihadı başaramaz. Allah’tan, Allah’a ulaştıracak olan vesileyi istemek,
mürşidi istemek, nefs tezkiyesi yapmak farzdır. Felâh, cennet müjdesine, cennet
kurtuluşuna ulaşmaktır.
Âyette
bahsedilen felâh (kurtuluş) 3. kat cennet müjdesidir. Bir insanın 3. kat cennet
kurtuluşuna ulaşması, felâha ermesi, vesileyi istemesine, mürşide ulaşmasına,
tövbe edip kalbine îmân yazıldıktan sonra nefs tezkiyesi yapmasına ve böylece
3. safha takva sahibi olup felâha ermesine bağlıdır. 1. safhadaki takva Allah’a
ulaşmayı dilemek, yani âmenû olmaktır.
Kişiyi birinci kat cennete ulaştırır (Cennetün Aliyeh). 2. safhadaki
takva âyet-i kerimede “Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak
vesileyi isteyin” olarak belirtiliyor. Yani Allah’a ulaştıracak vesileyi,
mürşidi isteyip mürşidin önünde tövbe ederek, el öperek “lâ ilâhe illallâh
muhammedun resûlullâh” diyerek, 2. safhadaki takvanın sahibi olursunuz. Burada
ikinci kat cennet kazanılır (Cennetün firdevs). Sonra O’nun yolunda cihad
etmeye, büyük cihadı (nefs tezkiyesi) yapmaya başlıyorsunuz. Nefs tezkiyesi
sonunda Allahû Tealâ’nın evliyası oluyorsunuz. Tezkiye olayında ruh Allah’a
ulaşır ve kişi felâha erer. Burada 3. kat cennetin müjdesi vardır (Cennetün
Huld). Böylece âyet-i kerime bize 1. 2. ve 3. safhadaki takva ile takva sahibi olmayı gösteriyor.
Lügat anlamı
itibarıyla sakınmak, korkmak anlamına gelen takva kavramı Kur’ân-ı Kerim’de
Maide Suresinin 93. âyet-i kerimesinde farklı seviyelere ait 2. 3. ve 4
safhadaki takvaların üçünü birden muhtevasına almıştır. Dolayısıyla bütün
âyetlerde geçen takvaları sakınmak ve korkmak şeklinde değerlendirirsek,
kavramın ifade ettiği aslî mânâdan sapmış oluruz. Günümüzde birbirinden farklı
incelediğimiz 23 tane Kur’ân-ı Kerim meallerinde bu sapmayı kolaylıkla tespit
etik.
(50/KAF-32)
- (5/MÂİDE-93)
Âyetlerde
birbirinden ayrı farklı sevyelere ait 7 safha takva vardır.
1. safha takva:
(30/RÛM-31)
2. safha
takva: (5/MÂİDE-35)
3. safha
takva: (50/KAF-31)
4. safha
takva:
22/HACC-37: Len
yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike
sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiril muhsinîn(muhsinîne).
Onun
(kurbanların), etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat sizden O’na, takva
(Allah’a teslim olma) ulaşır. İşte böylece size, onu musahhar kıldı. Sizi
hidayete erdirdiği şey üzerine (hidayete erdirmesi sebebiyle) Allah’ı tekbir
etmeniz için. Ve muhsinleri (Allah’a fizik vücutlarını teslim edenleri)
müjdele!
5. safha
takva:
7/A'RÂF-201: İnnellezînettekav
izâ messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn(mubsırûne).
Muhakkak
ki; takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu
zaman (Allah’ı) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür ederler). İşte o zaman
onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası ile görürler:
Casiye-23).
6. safha
takva:
2/BAKARA-179: Ve
lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey
ulûl’elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takva
sahibi olursunuz.
7. safha
takva: (3/ÂLİ İMRÂN-102)
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû,
yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut
tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun
nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin)
dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve
kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye
dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete
çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah, kendisine Allah’ın hidayet
yolunu seçmiş, mürşidine tâbî olmuş, Allah’tan kopması mümkün olmayan urvetül
vuskaya sımsıkı sarılmış insanların dostudur. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi
ruhu Allah’tan bir ipe; Sıratı Mustakîm’e, kendisi de insanlardan bir ipe;
mürşid’e sarılmıştır. Allah onların kalplerine rahmetini, fazlını ve salâvâtını
ulaştırır. onları zulmetten nura çıkarır. Nefslerinin kalbini Allah’ın
nurlarıyla doldurur. Îmân kelimesinin etrafında toplanan fazıllar nefsin
kalbindeki karanlıkları kovar ve onların yerine yerleşirler. Neticede nefsin
kalbini ruhun kalbine çevirirler. mürşide tâbî olmadan evvel bunların hiçbiri
mümkün değildir.
Bütün şeytanlar, insan şeytanlar ve
cin şeytanların hepsi tagutu oluşturur. Tagut, bir şeytanlar ordusudur. İnsan
şeytanlar, insanları Allah’ın yoluna girmekten men eden insanlardır. Cin
şeytanlar, cinleri Allah’ın yoluna girmekten men eden cinlerdir. Bu insanlar ve
cinler, şeytanın görevini yaparlar, ona uşaklık ederler. Allah’ın yolundan
insanları saptırırlar ve insanların kendileriyle beraber cehenneme gitmelerine
sebep olurlar. Çünkü bu insanlar mürşidlerine hiçbir zaman ulaşamayacaklardır.
Asla ruhları vücutlarını terkedip Allah’a doğru yola çıkamayacaktır ve
kalplerine îmân yazılmayacaktır. Nefs tezkiyesine başlayamayacaklardır.
Ömürleri boyunca mü’min olmaları mümkün değildir hep kâfir olarak
kalacaklardır.
Allahû Tealâ, âmenû olanları nefs
tezkiyesine başlatır. mürşidine ulaştıktan sonra kişinin nefsi zikirle giderek
aydınlanır, aydınlanır, aydınlanır. Ruhunu Allah’a ulaştırınca Allah’ın
evliyası olur. Ama daha sonra irşad makamından şüphe ederse fıska düşer,
kalbinin içine küfür kelimesi yazılır. Tekrar küfre dönen kişi tagutun
dostudur. İnsansa insan şeytanların, cinse cin şeytanların dostudur ve şeytanın
da dostudur. Kalp karanlık hale gelir. Kalpteki îmân kelimesi silindiği için
artık kişi mü’min değildir. tagut tarafından kalbi nurdan zulmete
çıkarılmıştır. Ve o ateş ehli olduğu için, gideceği yer cehennemdir.
5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum
enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum. İlâllâhi merciukum cemîân fe
yunebbiukum bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin
sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse
size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allâh'adır. O zaman yapmış olduğunuz
şeyleri size haber verecek.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Âmenû olanlar
(Allah’a ulaşmayı dileyenler) nefsleriniz üzerinizedir. Nefsi tezkiye etmek
yani temizlemek, arıtmak, Allah’a teslim etmek üzerinize borçtur. Hidayette
iseniz dalâlette-kiler size bir zarar veremezler. Insan dünya hayatında Allah’a
ulaşmayı dilediği an hidayette olmaya başlar. Nahl-99’a göre Allah’a ulaşmayı
dileyenlere şeytanın bir sultanlığı yoktur.
16/NAHL-99: İnnehu leyse lehu sultânun alellezîne
âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Çünkü
onun, âmenû olanlar ve Rab’lerine tevekkül edenler üzerinde bir sultanlığı
(yaptırım gücü) yoktur.
Nefsinin
sorumluluğu üzerine olan bir insanın yapması lâzımgelen şey nefs tezkiyesi ve
tasfiyesidir. Nefsi yarı yarıya temizlemek, afetlerinden yarı yarıya kurtarmak
“nefs tezkiyesi” adını alır. Tamamlamak ve nefsini Allah’a teslim etmek ise
nefs tasfiyesidir. Sorumluluğun giderilmesi nefsin Allah’a teslimi ile yani
nefsi hidayete erdirmekle mümkündür. Nefsin hidayette olmaya başladığı nokta
ise mürşide tâbî olunan noktadır. Çünkü bu noktadan itibaren nefs tezkiyesine
başlanır. Nefsi tezkiye edebilmek ancak bu noktadan sonra mümkün olur.
Allahû Tealâ
burada nefsin hidayet üzere olmasını mürşide ulaştıktan sonra nefs tezkiyesine
başlamak olarak adlandırmış. Maide Suresi 105. âyet-i kerimesi, dalâlette
olanların yani büyü yapanların, hüddam yapanların, bütün negatif sistemleri
uygulayanların, şeytanla işbirliği yapanların, hidayette olanlara bir zarar
veremeyeceğini ifade ediyor. Bakara Suresinin 102. âyet-i kerimesine göre Allah
müsaade etmezse, şeytanın büyüsü ve sihri ve diğer zarar verici zülmanî
ilimleri insana bir zarar veremez.
2/BAKARA-102: Vettebeû
mâ tetlûş şeyâtînu alâ mulki suleymân(suleymâne) ve mâ kefere suleymânu ve
lâkinneş şeyâtîne keferû yuallimûnen nâses sihrâ, ve mâ unzile alel melekeyni
bi bâbile hârûte ve mârût(mârûte), ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ
innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî
beynel mer’i ve zevcih(zevcihî), ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi
iznillâh(iznillâhi), ve yeteallemûne mâ yadurruhum ve lâ yenfeuhum ve lekad
alimû le menişterâhu mâ lehu fîl âhireti min halâkın, ve le bi’se mâ şerev bihî
enfusehum lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Onlar,
Süleyman (A.S)’ın mülkü üzerine şeytanların okuduğu (anlattığı, tilâvet ettiği)
şeylere tâbî oldular (uydular). Süleyman (A.S), inkâr etmedi (sihir yapmadı ve
kâfir olmadı). Fakat şeytanlar insanlara, sihri ve Babil Şehri’ndeki iki
meleğe, Harut ve Marut’a indirilen şeyleri öğretmekle kâfir oldular. Oysa
onlar: “Biz sadece bir fitneyiz (sizin için bir imtihanız). O halde (sakın
sihir ilmini öğrenerek) kâfir olmayın.” demedikçe hiç kimseye bunu
öğretmezlerdi. Fakat o ikisinden, erkek ile karısının arasını açacak şeyler
öğreniyorlardı ve de onlar, Allah’ın izni olmadan onunla (sihirle) hiç kimseye
zarar verebilecek değillerdir. Ve onlar kendilerine fayda vermeyen, zarar veren
şeyleri öğreniyorlar. Andolsun ki onlar, onu (sihri ve ona ait bilgileri) satın
alan kimsenin ahirette bir nasibi olmadığını kesin olarak öğrendiler. Elbette
onunla (sihre karşılık) nefslerini sattıkları şey ne kötü, keşke bilselerdi.
Şeytanın zarar
verememesi noktası Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Bu âyette zarar
veremeyeceği standartlar ifade edilmiştir. Kişi mürşidine ulaşarak, önünde
tövbe ettiği zaman eğer Allah’a ulaşmayı dileyen biriyse aynı anda devrin
imamının ruhu başımızın üzerine gelir ve yerleşir. O bir muhafızdır,
koruyucudur, Kaf Suresinin 32. âyet-i kerimesine göre. Işte bu koruyucu muhafız
sebebiyle şeytanın zülmanî ilimlerinin bir zarar vermesi artık hiçbir zaman,
hiçbir şekilde mümkün değildir. (50/KAF-32)
7/A'RÂF-40: İnnellezîne kezzebû bi âyâtinâ
vestekberû anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbus semâi ve lâ yedhulûnel cennete
hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti) ve kezâlike neczîl mucrimîn (mucrimîne).
Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara
kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz (ruhlarını hayatta iken Allah’a
ulaştıramazlar). Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete
giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu insanlar, Allah’ın âyetlerini değiştirenlerdir. Kur’ân-ı
Kerim’e dokunamazlar ama mânâyı diledikleri gibi değiştirmeye çalışmaktadırlar.
Bir bütün tabloyu düşünün: Allah’a ulaşmayı dilemek, mürşide ulaşmak, tâbî
olmak, ruhun, fizik vücudun, nefsin, iradenin Allah’a teslimi... Herbiri, insanın
daha üst cennetlere girebilmesi için bir kademedir. Böylece insanları, Allah’ın
hedeflerinden saptırmış olurlar.
Bütün insanlar için söz konusu olan şey kurtuluştur. Allah’ın
emirleri yerine getirildiği zaman kurtuluş kesindir. Ama zamanımızda, Islâm’ın
beş şartının insanları kurtaracağına inanılmaktadır. Problem buradan başlar. Insanlar,
şeytanın onlara asırlar boyunca öğrettiği, böyle bir yanlışa, inanmaktadırlar.
Oysa ki kurtulmaları mümkün değildir. Ancak Allah’a ulaşmayı dileyenler cennete
girebilir.
Allah’ın âyetlerini yalanlayanlar, Allah’ın gösterdiği
hedeflere hem yürümeyenler, hem başka insanları da yürütmeyenler,
kaybedenlerdir.
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva
edene (dizayn edene) (andolsun).
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Nefse ve onu sevva edene andolsun.” buyruluyor. Nefs,
emmare, levvame, mülhime, mutmainne, radiye, mardiyye, tezkiye isimli 7
kademede tezkiye olur. Her kademede, başlangıçta tamamen afetlerle dolu olan nefs,
%7 afetleri azalarak %51 temizlikte tezkiye olur ve ruh Allah’a ulaşarak teslim
olur. Temizlik %100’e ulaştığı zaman nefs tasfiye olur. Ruh, vech, nefs ve
irade sırayla Allah’a teslim olurlar.
91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sonra Allah nefse fücurunu, yani devamlı günah işleyen bir
dizaynı ve devamlı hayra dönük işlemler yapan takvasını ilham etti.
91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa)
ermiştir.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim nefsini tezkiye ederse 3. kat cennete hak kazanır.
Allah’a ulaşmayı dilediği 3. basamakta bi-rinci kat, mürşidine tâbî olduğu 14.
basamakta 2. kat, ruhunu Allah’a ulaştırdığı ve teslim ettiği 21. basamakta 3.
kat cennetin sahibi olur.
15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min
hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun
ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş
ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Hamein”, inorganik maddelerin bazılarının, özel
şartlarda bir süre sonra organik madde dönüşümüne uğramış halidir. “Mesnûn” da
belli bir şeklin standardize edilmiş halidir (standart insan şekli). Toprakta
bulunan inorganik azotu, organik azota çevirir. Böylece biyolojik bedenin iç
yapı taşı olan aminoasitlerin amin grubunu NH2 oluşturur. Karbon atomuyla su,
amino asidin asit grubu olan karboksil grubunu COOH meydana getirir. Canlı DNA
(desoksiribonükleik asit)’in 4 ana amino asidi olan adenin, tionin, guanin ve
sitozinin yapısının esasını organik karbon (C) ve organik azot (N) oluşturur.
Toprağa gömülen cesedin parçalanması, organik azot ve organik karbonun tekrar
inorganik karbon ve inorganik azota dönüşmesi esasına dayanır. Burada Allahû
Tealâ, insanın inorganik sistemden organik sisteme geçen temel yapısının
standartlarını iki basit ifadeyle (hamein ve salsalin) vermiştir.
Salsalin, aslında çamurken sonra kurumuş ve standart
bir şekil verilmiş topraktır.
Hamein, organik dönüşüme uğramıştır ve nefsi de
şekillendirmiştir.
Allahû Tealâ, zaman içerisinde toprağın inorganik
standartlarının organik standartlara dönüşmesini temin ederek insanı
yaratmıştır. Muhtevada; inorganik maddelerin organik maddeye, organik
maddelerin de inorganik maddelere dönüşmesi dünyada devamlı bir hüviyet
kazanır. İnsanın vücuda gelmesinde çamur azot tatbikatıyla, bakterilerin
tesiriyle inorganik azot, organik azota çevrilir. Ve böyle bir sistemde önce
aminoasitlerin birincisi amin grubu teşekkül eder ve daha sonra da
desoksiribonükleik asidin (DNA) diğer 4 ana amino asidi adım adım gelişir:
Adenin, tionin, guanin ve sitozin.
Allahû Tealâ inorganik maddelere (hayatla alâkası
olmayan malzemeye) yavaş yavaş hayatı tutabilecek olan yeni bir hüviyet
kazandırır.
Allahû Tealâ, hayatı verdiği zaman o hayatın
üstlenebileceği, yerleşebileceği bir muhtevayı (aminoasitler grubunu) da
oluşturmuş, sonra da insana hayat vermiştir. Bu statüyü oluştururken, sistemin
inorganik başlangıcından organik başlangıca ulaşması, hayatın başlaması
değildir. Organik bir sistemde hayat yoktur. Ama organik sistem hayat gelirse,
o hayatı kabul edecek ve devam ettirecek olan bir vasıf taşımaktadır. İnsana
hayatı veren ve “akıl” adı verilen bir mahlûkuyla insanı ne yapacağını bilen
bir hüviyete sokan, Allah’tır.
“Allah’a gerek yoktur, herşey kendi kendine
oluşmuştur.” tezi, Allah’ın kanunları karşısında hiçbir şey ifade etmez.
Birtakım âlimler ilimden biraz bir şeyler öğrendikleri zaman Allah’ın söylediklerini
yalanlamaya çalışırlar. Allah’ın onlara verdiği ilim, onları Allah’a daha çok
yaklaştıracak bir ilim olmasına rağmen onları Allah’ın yokluğunu iddia edecek
bir hedefe yöneltmektedir. Bunun arkasında sadece şeytan vardır. İnsanlar
ilerleyen günlerde, aylarda, yıllarda şeytanı ve onun takımını çok daha iyi
tanıyacaklardır.
33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel
ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal
insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz
ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular.
Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ burada “emanet” adıyla “ruh”tan bahsetmektedir. Âyet-i kerime, ruhu
teslim alanın sadece fizik vücut değil, nefsle beraber fizik vücut olduğunu da
ispat etmektedir. Fizik vücut ve nefs beraberce ruhu teslim almışlardır. Çünkü
Allahû Tealâ çok zalim ve çok cahil ifadelerini kullanmaktadır. Bu, henüz
tezkiye olmamış bir nefsin ifadesidir. Kalbi %100 afetlerle dolu olan bir nefs
ve fizik vücut beraberliği, bir emanet kabul ediyorlar: Ruh. bir emanettir.
Bu âyet-i kerime fizik vücutla
birlikte nefsin de emaneti kabul ettiğini ispat ediyor. Cahil ve zalim olmak,
nefsin afetlerinin vasıflarıdır. İnsanoğlu, nefsin kalbindeki zalim hüviyetinin
sahibidir. Nefs, za-limdir ve cahildir. Hayata böyle başlar. Adım adım, nefs
tezkiyesini yaptıkça zulmetme hüviyeti yok olur; müşfik bir insan olur kişi. Ve
cehalet de yok olur; yerine ilim gelir, âlim bir kişi olur. Ve ruhumuz, fizik
vücudumuz ve nefsimize Allahû Tealâ tarafından verilen bir emanettir.
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti),
ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin.
Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak),
huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İstiane sabırla ve namazla yalnız
Allah’tan istenebilir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)
buyurmaktadır: “Cebrail kardeşimin bana öğrettiği iki namazdan biri İSTİHARE,
diğeri HACET namazıdır.”
Kişi bir kararın kendisi için uygun
olup olmadığını İSTİHARE namazı kılarak Allah’tan sorabilir. Bu iki rekâtlık
namazda Fatiha’dan sonra Kâfirun Suresi okunur. İkinci rekâtta da Fatiha’dan
sonra İhlâs Suresi okunur ve Allah’tan yapmak istenen şeyin ya da kararın uygun
olup olmadığı sorulur. Eğer Allahû Tealâ beyaz veya yeşil renklerin hakim
olduğu bir rüya göstermişse kararın uygun, siyah veya kırmızı renklerin olduğu
bir rüya göstermişse uygun olmadığı anlaşılır.
2. namazın adı HACET namazıdır ve
şöyle kılınır:
1. Rekât: Subhaneke + Fatiha + 3
Âyetel Kursî
2. Rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk +
Nâs
Oturuş: Ettehiyyatu
3. Rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk +
Nâs
4. Rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk +
Nâs
Oturuş: Ettehiyyatu + Allahumme Salli +
Allahumme Barik + Rabbena
Ve kişi Allah’tan hacette bulunur:
“Yarabbi benim mürşidim kim, bana onu göstermeni dilerim. “Dünyaya ya da manevî
âleme ait birşey isteniyorsa yine hacet namazı kılınır. Allahû Tealâ
“namazla”sözüyle hacet namazını ifade etmektedir. İnsanlar vardır hem Allah’a
ulaşmayı dilemezler hem de hacet namazını kılarak Allah’tan devamlı
mürşidlerini sorarlar. Allahû Tealâ da onlara sabırlı da olsalar mürşidlerini
hiç göstermez. Bu insanlar kendi kendilerini aldatırlar: “Ben Allah’a ulaşmayı
diliyorum ama Allah bana mürşidimi göstermiyor” diyerek yalan söylerler. Çünkü
Allahû Tealâ buyurmaktadır: (29/ANKEBUT-5)
Eğer kişiler huşû sahibiyse kesin
şekilde inanırlarki ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıracaklardır ve
ölümden sonra da ruhları tekrar Allah’a bir defa daha geri dönecektir.
Hacet namazı kılınıpta Allah’tan
sorulduğu zaman o şeye ehil olunmalıdır.
Hacet namazını kılan kişi huşû
sahibiyse yani Allah’a ulaşmayı gerçekten diliyorsa ve mürşidini Allah’tan
sorduysa Allah’ın o kişiye mürşidini daha ilk seferde göstermemesi mümkün
değildir. İşte bu dizayn içerisinde âyet-i kerime Allah’tan istianenin nasıl istenmesi
gerektiğini ifade etmektedir. Ve kişi huşû sahibi olmuşsa Allahû Tealâ mutlaka
mutlaka mürşidini gösterecektir ve istianeyi ona ulaştıracaktır.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim
ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya
hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na
döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ mürşide ulaşmayı
herkesin üzerine farz kılmıştır. Bu bir emirdir. herkes sabırla ve hacet
namazını kılarak Allah’tan mürşidini istemek mecburiyetindedir. Allah’a
ulaşmayı dilemeyenler, Bakara-45 ve 46. ayetlerin muhtevasına girmezler.
onların Allah’tan istiane istemeleri netice vermez. Allah onlara mürşidlerini
göstermez. Çünkü gerçekten dilemiş olsalardı Allahû Tealâ bu talebi mutlaka o
kişinin kalbinde işitecek, görecek ve bilecekti. Allahû Tealâ, mürşidi sadece
huşû sahiplerine gösterir.
Allah’a ulaşmayı istemiyorsanız huşû
sahibi değilsinizdir. Çünkü insanlar Allah’a ulaşmayı dilemezlerse Allah da
onları kendisine ulaştırmayı dilemez. Allah hep kalbe bakar. Kalpte böyle bir
talep varsa o zaman talebiniz üzerine mürşidi gösterir. Kişi huşû sahibi
değilse, Allah’a ulaşacağına inanmıyorsa hiçbir zaman hacet namazı da
kılmayacaktır: (5/MÂİDE-35)
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o kişi
Allahû Tealâ’dan Allah’a ulaştırmaya vesile olacak kişiyi isteyecektir. Devrin
imamı vesile değildir, ulaştırandır. Ulaştırma keyfiyetini bu dünya üzerinde
gerçekleştirebilen kişi sadece devrin huzur namazının imamıdır. Kim Allah’a
ulaşmayı diliyorsa ve ruhunu hayattayken
Allah’a ulaştıracağına mutlaka inanıyorsa o kişi huşû sahibidir ve hacet namazını
kıldığı gece mutlaka Allah ona mürşidini gösterecektir.
Hacet namazının ardındaki neticeyi
Bakara-46’da açıklıyor: Huşû sahipleri için mürşidlerine ulaşmak zor değildir.
Allahû Tealâ onlara mürşidlerini gösterir. Huşû sahiplerinin vasfı ise ölmeden
evvel ruhlarını Allah’a ulaştıracaklarına kesin şekilde inanmalarıdır.
O halde öldüğü zaman kişinin
vücudundan ruh çıkmayacaktır; çünkü kişinin vücudunda ruh yoktur. Azrail (A.S)’
ın görevini yapması için ruh Allah’ın katından geri gelir. Ve Azrail (A.S)’ın
yardımcıları onu alır, tekrar Allah’ın katına çıkarır. Rücu kelimesi ruhun
Allah’a geri dönüşüdür.
32/SECDE-9: Summe
sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel
ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra
(Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan
üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad
(idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Secde
Suresinin 7, 8 ve 9. âyetleri insanın yaratılmasıyla alâkalıdır. Bu âyetlerde
Allahû Tealâ, önce âdem (A.S)’ın yaratılışını, sonra ondan sonra gelecek olan
nesilleri, şu dünya üzerinde vazifeli kılınmasını, âdem (A.S)’ın nasıl sevva
edildiğini (düzenlendiği) ve âdem (A.S)’ın içine Allah’ın ruhundan nasıl üflediğini
ve insanlarda da işitme, görme ve idrak etme hassalarını nasıl hassa kıldığını
ifade ediyor.
32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi
emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve
sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn
hasıl etmiş oldukları için.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
24. âyet, Kur’ân’ın en önemli âyetlerindendir. Huzur
namazının imamlarını tarif etmektedir. Enbiya-72’de Allahû Tealâ peygamber
isimleri saymaktadır. Enbiya-73’te de huzur namazının imamları vardır:
21/ENBİYÂ-72: Ve
vehebnâ lehu ishâk(ishâka), ve ya’kûbe nâfileh(nâfileten), ve kullen cealnâ
sâlihîn(sâlihîne).
Ve ona,
İshak (A.S)’ı ve nafileten (ilâveten) Yâkub (A.S)’ı vehbî (armağan) olarak
verdik. Ve hepsini salihler kıldık.
21/ENBİYÂ-73: Ve
cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve
ikâmes salâti ve îtâez zekâh(zekâti), ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).
Ve
onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah’a ulaştıran)
imamlar kıldık. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi
vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.
Enbiya Suresinin 73. âyet-i kerimesindeki imamlar, Hz. İsa,
Hz. Musa, Peygamber Efendimiz (S.A.V), Hz. İbrâhîm gibi peygamberler yani
nebî-resûllerdir.
Bütün peygamberler devrin imamıdır, huzur namazının
imamıdır. Ama Secde-24’te peygamber olmayan imamlardan bahsedilmektedir.
Peygamber olan imamlar da olmayan imamlar da resûl imamlardır. İkisi de
resûldür ama ikisi de nebî değildir. Nebîler, peygamberlerdir. Kur’ân-ı Kerim’e
baktığımız zaman, peygamberlerin sadece nebîler olduğunu görürüz. Öyleyse bütün
peygamberler nebîdir, aynı zamanda resûldür. Peygamber olmayan resûller ise resûldürler
ama nebî değil, velîdirler.
Öyleyse nübüvvet, peygamberliktir; velâyet Allah’a dost
olmaktır. Allah’ın en büyük dostları nebîlerdir (peygamberlerdir). Her
peygamber mutlaka devrinde huzur namazının imamıdır. Ama peygamberlerin
arasında fetret devirleri vardır. Hz. İsa’dan
600 yıl sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V) gelmiştir. Arada geçen
peygambersiz devrelerde velî resûllerden (her kavmin resûllerinden) bir
tanesini Allah seçip vekâleten huzur namazının imamı kılmıştır. İşte onlar bu
âyet-i kerimede bahsedilen imamlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.