ZULÜM
Kur'ân-ı Kerim hakikâtlerine
göre, insana derecat kaybettiren her fiilin adı zulümdür. Allah, insanoğlunu
kâinattaki en şerefli varlık olarak yaratmıştır. Yarattığı mahlûkatın içinde en çok insanı sevmektedir.
Allah'ın istediği tek şey, insanın mutluluğudur. Allahû Tealâ, Bakara Suresi
29. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-29:
Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne
seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).
O (Allah) ki, yeryüzünde
olanların hepsini sizin için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe
yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. Ve o, Alîm'dir (herşeyi en
iyi bilendir).
Yeryüzü, Allah'ın yarattığı
kâinat düzeninde belki bir toz zerresi kadardır. Allahû Tealâ, Câsiye Suresi
13. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
45/CÂSİYE-13:
Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî
zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların
hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak
ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
Allahû Tealâ'nın, kâinatı insan
için yarattığı Bakara Suresi 29. âyet-i kerime ile Câsiye Suresi 13. âyet-i
kerimede açıkça ifade edilmektedir. Herşeyi insan için yaratan Rabbimiz, insanı
da Kendisi için yaratmıştır. Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir. Hiçbir
mahlûkata ihtiyacı yoktur. Allahû Tealâ'nın: "Ben insanı Kendim için
yarattım." demekten muradı, insanın huzurunu ve saadetini hedeflemesidir. İnsan,
Allah içindir. Allahû Tealâ, en üst seviyede yarattığı bu mahlûkatının ahiret
hayatında cennete gitmesini, dünya hayatında da saadeti yaşamasını istemektedir.
Allahû Tealâ'nın insanlara miras bıraktığı kutsal kitaplardaki emir ve yasakların
hepsi, insanın saadete ve huzura ulaşmasına dönüktür. Bu sebeple Kur'ân-ı Kerim,
bütün insanlar için bir saadet davetiyesidir. Davete uyan bütün insanlar için
aynı zamanda bir saadet reçetesi ve garantisidir. Allahû Tealâ'nın, Kur'ân-ı
Kerim'de emir ve yasakları vardır. Allah'ın emirlerine itaat edip yasaklarına
uyulduğu takdirde dereecat kazanılmaktadır. Emirlerine isyan edip yasakların
işlenmesi halinde ise derecat kaybedilmektedir.
Zulüm; Allah'ın "yap"
dediği emirlere isyan etmek, yasak ettiği fiilleri de işlemektir. Allahû Tealâ,
insanların sağ ve sol omuzlarındaki kiramen kâtibin meleklerini vazifeli
kılmıştır. Kiramen kâtibin melekleri her türlü aktiviteyi ve düşünceleri de
filme almaktadırlar. Sol taraftaki kiramen kâtibin melekleri kaybedilen
derecatları, sağ taraftaki de kazanılan derecatları sürekli kaydetmektedirler. Ahiret
saadeti, kazanılan pozitif derecelerin kaybedilen negatif derecelerden fazla
olması ile elde edilmektedir. Bu sebeple zulüm kavramı; kendisine ve başkasına
karşı zulüm işleyerek derecat kaybını ifade etmesi açısından insan için oldukça
önemli bir kavramdır. Allahû Tealâ'nın insanı ahiret ve dünya saadetine
ulaştırmak üzere vaazettiği dizaynına bakıldığı zaman, kul ile Allah arasındaki
ilişkilerle, kul ile kullar arasındaki ilişkiler görülmektedir. Kul ile Allah
arasındaki ilişkilerde, Allahû Tealâ'nın farz kıldığı emirleri işlenmeyip ve
yasak ettiği bir fiil işlendiği zaman derecat kaybı sözkonusudur. Kul ile
kullar arasındaki ilişkilerde de, bir başkasına zulmedildiği zaman yine derecat
kaybedilmektedir. İnsan başkasına zulmetmesi halinde derecat kaybedeceği için,
bu durumda bir kere daha kendisine zulmetmiş olmaktadır. Bütün insanlar saadet
ve huzuru aramaktadırlar. Ama saadet ve huzur, insanların kendi nefslerine,
kendi seçtikleri yola tâbi olmaları ile değil; insanı yaratan Allahû Tealâ’nın
emir ve yasaklarına itaat ederek, 7 kademede nefsin tezkiye edilmesi ve daha
sonra tasfiye edilmesiyle mümkündür. Bütün insanlar üç bedenle yaratılmıştır. Allahû
Tealâ, fizik vücudun yaratılışı konusunda Hicr Suresi 26. âyet-i kerime’de
buyuruyor ki:
15/HİCR-26:
Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein
mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme
uğramış salsalinden) yarattık.
Allahû Tealâ, nefs konusunda
Şems Suresi 7. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
91/ŞEMS-7:
Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene
dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
Allahû Tealâ, ruh konusunda
Secde Suresi 9. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
32/SECDE-9:
Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel
ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti
ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için
sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası)
kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
19 hasletle mücehhez olan ruh,
Allah'ın emrindendir. Tamamen nurdan müteşekkildir. Allah'tan insana üfürülmüş
olan ruh, sadece Allah'tan aldığı emirleri akla ulaştırmaktadır. Aklın da hayrı işlemesini istemektedir. 19
afetle mücehhez olan nefs de, şeytanın insandaki temsilcisidir. Berzah âlemine
aittir. Şeytanın vücuda giriş merciidir. Zulüm, bu 19 afetten bir tanesidir.
Ruhtaki adâlet hasletine karşılık, nefsde zulüm afeti vardır. Zulüm, insana
derecat kaybettirmektedir. Ahiret saadeti ise, kazanılan derecelerin kaybedilen
derecelerden fazla olması ile mümkündür. Nefsin taleplerine uyulduğunda derecat
kaybı; ruhun taleplerine uyulduğunda ise derecat kazanılması gerçekleşmektedir.
Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 79. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
4/NİSÂ-79:
Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe
min nefsik(nefsike), ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen), ve kefâ billâhi
şehîdâ(şehîden).
Sana iyilikten (hasenatdan) ne
isabet ederse, işte o Allah'tandır. Ve sana kötülükten (seyyiattan) ne isabet
ederse, o taktirde o, kendi nefsindendir (derecat kaybedecek bir şey yapmandan
dolayıdır). Ve seni, insanlara Resûl olarak gönderdik ve şahit olarak Allah
yeter.
Nisâ Suresi 79. âyet-i kerimeden de
anlaşıldığı gibi, hayır daima Allah'tandır.
Şerr insana deracat kaybettirir ve nefstendir. Dünya ve ahiret saadetine ulaşılması ancak
nefsin tezkiye ve tasfiyesi ile mümkündür. Nefsin tezkiye ve tasfiyesi ile Allah'ın
emirlerine itaat ve yasaklarına riayet etmek gerçekleşmektedir. Ruh, zaten bu
muhtevanın sahibidir. Ama nefs, Allah'ın "yap" dediği emirlere isyan
eden, "yapma" dediği fiilleri de işlemek isteyen bir hüviyetin
sahibidir. Derecat kaybeden kişi kendisine zulmetmektedir. Diğer insanlarla
ilişkilerde de onlara zulmederek bir kere daha derecat kaybeden bu kişi, hiçbir
zaman ahiret ve dünya saadetine ulaşamaz. Allahû Tealâ, Yûnus Suresi 44. âyet-i
kerimede buyuruyor ki:
10/YÛNUS-44:
İnnallâhe lâ yazlimun nâse şey'en ve lâkinnen nâse enfusehum
yazlimûn(yazlimûne).
Muhakkak ki Allah, insanlara
(hiç)bir şeyle (asla) zulmetmez. Lâkin insanlar, kendi nefslerine zulmederler.
Ahiret ve dünya saadetine
ulaşabilmek, ancak ruhun talebine itaat etmek ve yasaklarına riayet etmekle
mümkündür. Allahû Tealâ, insandan nefsini tezkiye ve tasfiye etmesini istemektedir.
Kur'ân-ı Kerim'in muhtevasındaki ilk 14 basamak nefsin tezkiye olabilmesi için
gereken ön hazırlıkları, üçüncü yedili basamak nefsin 7 kademede tezkiye
olmasını, dördüncü yedili basamak da nefsin tasfiyesini içermektedir. Peygamber
Efendimiz (S.A.V) hadîs-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Allah şüphesiz
ki bu dîni nefsinizi salâha ulaştırmanız için var etti." İslâm dîninden
murat, nefsin Allah'a teslimi ve salâha ulaşmasıdır. Allah'ın insanlar için tayin ettiği hedef, “nefsin ıslâhı”dır.
Çünkü nefsini ıslâh eden ahiret ve dünya saadetine ulaşan salihler, başkasının
elinden ve dilinden emin olduğu kişilerdir. Ama çoğu insan, Allah'ın emir ve yasaklarına
riayet etmemektedir. Peygamber Efendimiz (S.A.V): "Nefsinize
zulmetmeyiniz. Çünkü nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır." diyerek insanlara
uyarıda bulunmuştur. Nefsin insan üzerindeki hakkı, nefsin tezkiye ve sonra
tasfiyesi ile ıslâh edilmesidir. Ne yazık ki bir kısım insanlar bu hadîs-i
şerifi: "Oruç tutar da acıkırsanız bu nefsinize zulümdür. Gece ortasında
kalkıp namaz kılmak nefsinize zulümdür." şeklinde anlamışlardır. Bu
düşünce, Kur'ân-ı Kerim hakikâtlerine aykırıdır.
Kul ile kullar arasındaki
ilişkiler açısından zulüm kavramı incelendiğinde, birinci seviyede mutlaka
hakkın, hak sahibine ödenmesi ve adâletin yerine getirilmesi yer almaktadır.
Allahû Tealâ, insandan adâletli olmasını ve ihsanda bulunmasını istemektedir.
Allahû Tealâ, Nahl Suresi 90. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
16/NAHL-90:
İnnallâhe ye’muru bil adli vel ihsâni ve îtâi zîl kurbâ ve yenhâ anil fahşâi
vel munkeri vel bagy(bagyi), yeizukum leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Muhakkak ki Allah, adaletli
olmayı ve ihsanı ve akrabalara vermeyi emreder. Ve fuhuştan, münkerden (Allah'ın
yasakladığı şeylerden) ve azgınlıktan (hakka tecavüzden) sizi nehyeder. Böylece
umulur ki siz, tezekkür edersiniz diye size öğüt veriyor.
Allahû Tealâ'nın, insanla Allah
arasında dizayn ettiği 28 basamaklık İslâm merdiveni vardır. 3 vücut, serbest
irade ve akıl sahibi olarak hayata başlayan bütün insanlar olaylar yaşamaktadırlar.
Yaşadıkları bu olayları değerlendirmektedirler. Allahû Tealâ, insanlardan büyük
bir kısmını seçmektedir. Geriye kalanları ise seçmez. Bu insanların
seçilmemesinin nedeni, kendileri Allah'a ulaşmayı dilemedikleri
gibi başkalarının da dilemesine mâni olarak yaptıkları “zulüm”dür. Allahû
Tealâ, Nisâ Suresi 167,168 ve 169. âyet-i kerimelerinde buyuruyor ki:
4/NİSÂ-167:
İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve
Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları
için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
4/NİSÂ-168:
İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum
tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkâr edenleri ve
zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah
mağfiret edecek değildir ve yola (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet
edecek değildir.
4/NİSÂ-169:
İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi
yesîrâ(yesîren).
Ancak cehennem yoluna (hidayet
eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için
kolaydır.
Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı
dileyen kişiye 12 tane ihsan vermektedir. 12. ihsan, Allah'ın o kişi için tayin
ettiği mürşidi görmektir. Kişi mürşide tâbî olduğunda Tarikî Mustakîm'e ulaşmaktadır.
İnsanları Allah'ın yolundan men edenler, uzak bir dalâlet içindedirler. Allah
onlara asla mağfiret etmez. Onları Tarikî Mustakîm'e ulaştırmaz. Onları ancak
Tarikî Cehîm'e ulaştırır.
İnsanoğlu dinamik bir hayatın
içerisindedir. Her an ya derecat kazanır, ya da derecat kaybeder. İnsanoğlu
için üç hal mevcuttur. Oturuyordur, ayaktadır ya da yan üstü yatıyordur. Bir
dördüncü hal mevcut değildir. Allahû Tealâ, bu üç hal içinde de zikir
yapılmasın emretmektedir. "Ben şu anda zikretmiyorum ama kimseye de kötülük
yapmıyorum" zihniyeti tamamen yanlıştır. Allah, insanlara daimî zikri farz
kılmaktadır. Eğer kişi zikretmiyorsa, o anda derecat kaybeder. Kaybettiği
derecat, kazandığı derecattan fazlaysa; o insanın ahiret hayatında gideceği yer
cehennemdir. Cehenneme giden bir insanın dünyada da saadete ulaşması mümkün
değildir. Allahû Tealâ'nın insan için öngördüğü ahiret saadeti, kazandığımız
derecelerin kaybettiğimiz derecelerden fazla olması ile mümkündür. Allahû
Tealâ, Mu’minûn Suresi 102 ve 103. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
23/MU'MİNÛN-102:
Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap
tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
23/MU'MİNÛN-103:
Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme
hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap
tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar,
cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
Başlangıç noktasında şeytan, nefsin
afetlerine %100 tesir edebilmektedir. Çünkü Allah'a açılan bütün kapılar
kapalı, şeytana açılan bütün kapılar açıktır. Kişi irşad kademesine bakar; ama
onun söylediklerini idrak edemez. Kalp şeytana dönüktür. Kişinin göğsünden
kalbine giden rahmet yolu kapalıdır. Nefsin kalbindeki 19 afetten biri, cehalettir.
Bu sebeple bütün insanlar başlangıçta cehalet standartlarındadır. Allahû Tealâ
bu insanlar için: "Onlar ölüdürler." buyurmaktadır. Allahû Tealâ,
Neml Suresi 80 ve 81. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
27/NEML-80:
İnneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev
mudbirîn(mudbirîne).
Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin
ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (Allah'ın) davetini işittiremezsin.
27/NEML-81:
Ve mâ ente bi hâdîl umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ
fe hum muslimûn(muslimûne).
Ve sen, körleri dalâletlerinden
(çevirip) hidayete erdirecek değilsin. Sen, ancak âyetlerimize inananlara
işittirebilirsin. İşte onlar, teslim olanlardır.
Allahû Tealâ tarafından
seçilmeyenler, başkalarına zulmedenlerdir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir
hadîs-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Dîn, Allah'a itaat ve mahlûkata
şefkâttir." Mahlûkata zulmedenler ve Allah'a isyan edenler, Allah
tarafından seçilmeyenlerdir. Allahû Tealâ, seçilenleri ise imtihana tâbi tutmaktadır.
Bu musibetlerden negatif istikamette etkilenmeyenler ve Allah için olduklarının
idrakine varanlar imtihanı geçmektedirler. Allahû Tealâ, Bakara Suresi 155, 156
ve 157. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
2/BAKARA-155:
Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel
enfusi ves semerât(semerâti), ve beşşiris sâbirîn(sâbirîne).
Ve sizi mutlaka korku ve
açlıktan ve mal, can ve ürün eksikliğinden imtihan ederiz. Ve sabredenleri
müjdele.
2/BAKARA-156:
Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi
râciûn(râciûne).
Onlar ki, kendilerine bir musîbet
isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O'na ulaşmak ve teslim
olmak için yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.
2/BAKARA-157:
Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul
muhtedûn(muhtedûne).
İşte onlar (dünya hayatında
Allah'a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab'lerinden salâvât ve rahmet
onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.
Allahû Tealâ, Bakara Suresi 155, 156
ve 157. âyet-i kerimelerde sahâbeden bahsetmektedir. Onlar, musîbetlerden
negatif etkilenmemişlerdir. Aksine onlar, pozitif düşünenlerdir. Pozitif
düşünenler, Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir. Kişi Allah'a ulaşmayı dilediği an,
Allah o kişiye Rahmân esması ile tecelli etmektedir. Ona ardarda 12 tane ihsan
vermektedir:
1. ihsan, kişinin basar hassasının
üzerindeki gışavetin alınmasıdır.
2. ihsan, hicab-ı mesturenin
kaldırılmasıdır.
3. ihsan, sem'î hassasının üzerinden
mührün açılmasıdır.
4. ihsan, kişinin kulaklarındaki
vakra'nın alınmasıdır.
5. ihsan, kişinin kalbinin mührünün
açılmasıdır.
6. ihsan, kalpteki ekinnetin
alınmasıdır.
7. ihsan, kalbe ihbat konulmasıdır.
8. ihsan, Allah kalbe ulaşmasıdır.
9. ihsan, kalbin Allah'a
döndürülmesidir.
10. ihsan, kişinin göğsünün yarılması,
göğsünden kalbine nur yolunun açılmasıdır
11. ihsan, kişinin kalbine nurun
girmesi ve huşû sahibi olmasıdır.
12. ihsan, hacet namazıyla mürşidin
gösterilmesidir.
Kişi mürşidine tâbî olduğu zaman,
Allahû Tealâ o kişiye 7 tane ni'met vermektedir. Kur'ân-ı Kerim'de bu insanlar
için: "Onlar asıl hidayete erecek olanlardır." buyrulmaktadır.
Başlangıçta Allah'a açılan kapılar kapalı, şeytana açılan kapıları açık olduğu
için, bütün insanlar şerr işleyerek bu sebeple de derecat kaybetmektedirler.
Başka insanların onlara zulmetmesi sebebiyle de derecat kazanmaktadırlar. Yine
aynı dizayn içerisinde, kendi cüz'î iradelerinin dahili olmadan, küllî iradeyle
gerçekleşen tabii afet neticesinde derecat kazanırlar. Şeytan 19 afete %100
tesir etme imkânının sahibidir. İnsanların kendi serbest iradeleri ile
işledikleri hayırlar ve şerrlere bakıldığında, şerrlerin hayırlardan fazla
olduğu görülmektedir. Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı dileyenlere verdiği 12
tane ihsana paralel olarak, onların günahlarını örtmektedir. Günahları örterek böylece
kazandıkları derecelerin kaybettikleri derecelerden fazla olmasını sağlamaktadır.
Allahû Tealâ, Enfâl Suresi 29. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
8/ENFÂL-29:
Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum
seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı
takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi
kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder
(günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Kişinin nefs tezkiyesi yapabilmesi
için, Allah'tan 7 tane ni'met alması gerekir. 7 tane ni'met sahibi olan insan,
ıslâh edici amellere ve nefs tezkiyesine başlayabilmektedir. Allahû Tealâ
mürşidine tâbî olan kişiye 7 ni’met vermektedir:
1.ni’met, kişinin başının üzerine
devrin imamının ruhunun gelmesidir.
Allahû Tealâ, Mu’min Suresi 15.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
40/MU'MİN-15:
Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî
li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın
sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin
(Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği
kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin
ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh
(devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
2.
ni'met, kişinin kalbine îmân yazılmasıdır.
Allahû Tealâ, Mucâdele Suresi
22. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
58/MUCÂDELE-22:
Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve
resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike
ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum
cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû
anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul
muflihûn(muflihûne).
Allah'a ve ahiret gününe
(ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne
karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları,
kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların
kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi
(orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine
yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar
orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da
O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır.
Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
3.
ni’met, bütün günahların sevaba çevrilmesi ve sevapların 1'e 10' dan 100'e çıkarılarak 700’e
kadar artan derecat sisteminin değişmesidir.
Allahû Tealâ, Bakara Suresi 261.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-261:
Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet
seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li
men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda
harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak
üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah,
dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi'dir,
Alîm'dir.
Kişi Allah'a ulaşmayı dilediği zaman
Allah günahları örtmektedir. Mürşide tâbiiyyet halinde ise, o güne kadar işlenmiş
bütün günahları da sevaba çevirmektedir. Allahû Tealâ, Furkân Suresi 70. âyet-i
kerimede buyuruyor ki:
25/FURKÂN-70:
İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu
seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe
eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel
(nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini
(günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba
çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).
Peygamber Efendimiz (S.A.V), bir
hadîs-i şerifinde mürşide tâbî olan kişinin seyyiatlerinin hasenata
çevrildiğini buyurmaktadır: "İslâm’ın kendisinden evvelki günahları
sildiğini bilmiyor musun?" Allahû
Tealâ, kişi Allah'a ulaşmayı dilediği zaman furkanlara paralel olarak bütün
günahları örtmektedir. Mürşide tâbi olunduğunda ise, günahları mağfiret ederek
sevaba çevirmektedir. İnsan için, işlenen günahların (seyyiatlerin)
karşılığında pozitif derecatın sahibi olması çok önemlidir.
4. ni'met, ruhun Sıratı Mustakîm
üzerine çıkmasıdır.
Allahû Tealâ, Nebe Suresi 39.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
78/NEBE-39:
Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a
ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen
(Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı
Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak,
melce) olur.
5. ni'met, nefs tezkiyesinin
başlamasıdır.
Allahû Tealâ, Mu’min Suresi 40.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
40/MU'MİN-40:
Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin
ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri
hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şerr, derecat
düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan
veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi)
yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü'minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve
hesapsız rızıklandırılacaktır.
6. ni'met, fizik vücudun Allahû
Tealâ'ya tâbiiyet kulluğuna başlamasıdır.
7. ni'met, iradenin güçlenmeye
başlamasıdır.
12
ihsan ve 7 ni'metle desteklenen kişi, nefs tezkiyesine başlamaktadır. Islâh
edici amel, nefsi tezkiye eden ameldir. Bu amel Allah'ın zikri olup; Allah'ın
isminin kalpte ardarda tekrar edilmesidir. Zikir, diğer vasıta emirlerin
yanında en önemlisidir. Nefs tezkiyesine başlayan kişi, gün be gün zikrini
arttırmaktadır. Nefs-i Emmare'de %7, Nefs-i Levvame'de %7, Nefs-i Mülhime'de
%7, Nefs-i Mutmainne'de %7, Nefs-i Radiye'de %7, Nefs-i Mardiyye'de %7 ve
Nefs-i Tezkiye'de %7 olmak üzere kişinin kalbinde %49'luk bir fazl birikimi oluşmaktadır.
Daha evvel kalpteki %2 rahmet nuru ile birlikte toplam %51 fazl ve rahmet
birikimi kalbin nurlanan kısmıdır. Bu noktada kalpte %49 karanlık vardır.
Şeytan sadece karanlıklara tesir edebilmektedir. Nurlara tesir etmesi mümkün
değildir. Nefs kademelerine paralel olarak ruh da 7 gök katında yükselmektedir.
7 âlemi de geçerek Yokluk'ta Allah'ın Zat'ına ulaşmaktadır.
Nefsin 7 kademede tezkiye olmasıyla,
ruh da Allah'ın Zat'ına ulaşmaktadır. Ruh ve nefs için mekân olan fizik beden
de, Allah'ın evvab kulları arasına girmektedir. Dünya saadetinin bütününe
ulaşmak için sadece nefs tezkiyesi yeterli değildir. Dünya saadetinin tamamına
ulaşmak için nefsin tasfiyesi gerekir. Nefsin tasfiyesi ise, ancak daimî
zikirle mümkündür. Ruh’un Allah’ın Zat’ına ulaşmasından sonra, zikir artışıyla fenâ
makamında kalpte biriken fazılların oranı %51’dir. Zikir artışına paralel
olarak, fazılların miktarı beka makamında %10, zühd makamında %10, muhsinler
makamında %10 oranında artmaktadır. %51'lik nur birikimine %30 daha ilâve edildiği
zaman %81'lik bir fazl birikimi ile fizik beden Allah'a teslim edilmiş
olmaktadır. Geriye %19 oranında karanlık kalmıştır. Bir tarafta %100 nurlu olan
Allah'ın emaneti ruh, diğer tarafta %81 nurlanmış olan nefs vardır. %81'e karşı
%19'un hiçbir zaman başarıya ulaşması mümkün değildir. Nefsin kalbinde 19 tane
afet vardır; ama afetlerden kaynaklanan talepler akla ulaştığı zaman, akıl
bunları by-pass edebilmektedir. Çünkü %81 oranında gelen nurlu talepleri akıl,
hemen devreye koyarak fizik bedene hayırları işletmektedir. Bu sebeple fizik
beden Allah'a bütün standartları ile teslim olmaktadır. Bir sonraki kademe
ulûl'elbab makamıdır. Bu makam, daimî zikre ulaşılarak nefsin Allah’a teslim edildiği
kademedir. Nefsin kalbinde %100 nurlanma gerçekleşmektedir. Artık nefsin
kalbinde 19 tane afetin yerine ruhun 19 tane hasleti yer almaktadır. Bu durumda
nefs de ruh gibi %100 nurlanan bir muhteva kazanır. Fizik beden, ruhun ve
nefsin mekânıdır. Artık fizik bedene kumanda eden aklın 2 müşavirinden biri
olan nefsin de talebi hayırdır. Bu durumda kişi, sürekli hayrı işlemektedir.
Allahû Tealâ, bu kişiye zemin katın sırlarını göstermektedir. Kalp 7 kademede
müzeyyen olmaktadır. Daha sonraki kademe olan ihlâsa ulaşmakla, kalbin bir kez
daha 7 kademe müzeyyen olması sağlanır. Böylece kişi, 7 gök katı ve 7. gök
katındaki 7 âlemin sırlarına vakıf olur. Allahû Tealâ, kalbi 14 kademede
müzeyyen olan kişiyi Tövbe-i Nasuh'a davet eder. Bu kişinin bir daha günah işlemesi
mümkün değildir. Tövbe-i Nasuh'la tövbe eden kişinin kalbi 4 kademe daha
müzeyyen olmaktadır. Toplam 18 kademede kalbi müzeyyen olan bir insan,
iradesini de Allah'a teslim ettiği zaman Allah'ın Zat'ını da görmektedir.
Allah, o kişiyi irşada memur ve mezun kılmaktadır. Bu nokta dünya ve ahiret
hayatı açısından kişinin fevzül azîme, hazzul azîme, ecrul azîme ve fazlul
azîme ulaştığı noktadır. İnsanoğlu için ulaşılması lâzım gelen hedef budur.
Allahû Tealâ, herşeyi insan için
insanı da Kendisi için yarattığını ifade etmektedir. İnsan, 7 safhada 4 teslimi
gerçekleştirerek Allah için olabilmektedir.
Allah razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.