30 Ekim 2015 Cuma

ZULÜM

                                                             ZULÜM
              Kur'ân-ı Kerim hakikâtlerine göre, insana derecat kaybettiren her fiilin adı zulümdür. Allah, insanoğlunu kâinattaki en şerefli varlık olarak yaratmıştır.  Yarattığı mahlûkatın içinde en çok insanı sevmektedir. Allah'ın istediği tek şey, insanın mutluluğudur. Allahû Tealâ, Bakara Suresi 29. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-29: Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).
O (Allah) ki, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. Ve o, Alîm'dir (herşeyi en iyi bilendir).
              Yeryüzü, Allah'ın yarattığı kâinat düzeninde belki bir toz zerresi kadardır. Allahû Tealâ, Câsiye Suresi 13. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
45/CÂSİYE-13: Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
             Allahû Tealâ'nın, kâinatı insan için yarattığı Bakara Suresi 29. âyet-i kerime ile Câsiye Suresi 13. âyet-i kerimede açıkça ifade edilmektedir. Herşeyi insan için yaratan Rabbimiz, insanı da Kendisi için yaratmıştır. Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir. Hiçbir mahlûkata ihtiyacı yoktur. Allahû Tealâ'nın: "Ben insanı Kendim için yarattım." demekten muradı, insanın huzurunu ve saadetini hedeflemesidir. İnsan, Allah içindir. Allahû Tealâ, en üst seviyede yarattığı bu mahlûkatının ahiret hayatında cennete gitmesini, dünya hayatında da saadeti yaşamasını istemektedir. Allahû Tealâ'nın insanlara miras bıraktığı kutsal kitaplardaki emir ve yasakların hepsi, insanın saadete ve huzura ulaşmasına dönüktür. Bu sebeple Kur'ân-ı Kerim, bütün insanlar için bir saadet davetiyesidir. Davete uyan bütün insanlar için aynı zamanda bir saadet reçetesi ve garantisidir. Allahû Tealâ'nın, Kur'ân-ı Kerim'de emir ve yasakları vardır. Allah'ın emirlerine itaat edip yasaklarına uyulduğu takdirde dereecat kazanılmaktadır. Emirlerine isyan edip yasakların işlenmesi halinde ise derecat kaybedilmektedir.
              Zulüm; Allah'ın "yap" dediği emirlere isyan etmek, yasak ettiği fiilleri de işlemektir. Allahû Tealâ, insanların sağ ve sol omuzlarındaki kiramen kâtibin meleklerini vazifeli kılmıştır. Kiramen kâtibin melekleri her türlü aktiviteyi ve düşünceleri de filme almaktadırlar. Sol taraftaki kiramen kâtibin melekleri kaybedilen derecatları, sağ taraftaki de kazanılan derecatları sürekli kaydetmektedirler. Ahiret saadeti, kazanılan pozitif derecelerin kaybedilen negatif derecelerden fazla olması ile elde edilmektedir. Bu sebeple zulüm kavramı; kendisine ve başkasına karşı zulüm işleyerek derecat kaybını ifade etmesi açısından insan için oldukça önemli bir kavramdır. Allahû Tealâ'nın insanı ahiret ve dünya saadetine ulaştırmak üzere vaazettiği dizaynına bakıldığı zaman, kul ile Allah arasındaki ilişkilerle, kul ile kullar arasındaki ilişkiler görülmektedir. Kul ile Allah arasındaki ilişkilerde, Allahû Tealâ'nın farz kıldığı emirleri işlenmeyip ve yasak ettiği bir fiil işlendiği zaman derecat kaybı sözkonusudur. Kul ile kullar arasındaki ilişkilerde de, bir başkasına zulmedildiği zaman yine derecat kaybedilmektedir. İnsan başkasına zulmetmesi halinde derecat kaybedeceği için, bu durumda bir kere daha kendisine zulmetmiş olmaktadır. Bütün insanlar saadet ve huzuru aramaktadırlar. Ama saadet ve huzur, insanların kendi nefslerine, kendi seçtikleri yola tâbi olmaları ile değil; insanı yaratan Allahû Tealâ’nın emir ve yasaklarına itaat ederek, 7 kademede nefsin tezkiye edilmesi ve daha sonra tasfiye edilmesiyle mümkündür. Bütün insanlar üç bedenle yaratılmıştır. Allahû Tealâ, fizik vücudun yaratılışı konusunda Hicr Suresi 26. âyet-i kerime’de buyuruyor ki:
15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
Allahû Tealâ, nefs konusunda Şems Suresi 7. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
Allahû Tealâ, ruh konusunda Secde Suresi 9. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
            19 hasletle mücehhez olan ruh, Allah'ın emrindendir. Tamamen nurdan müteşekkildir. Allah'tan insana üfürülmüş olan ruh, sadece Allah'tan aldığı emirleri akla ulaştırmaktadır.  Aklın da hayrı işlemesini istemektedir. 19 afetle mücehhez olan nefs de, şeytanın insandaki temsilcisidir. Berzah âlemine aittir. Şeytanın vücuda giriş merciidir. Zulüm, bu 19 afetten bir tanesidir. Ruhtaki adâlet hasletine karşılık, nefsde zulüm afeti vardır. Zulüm, insana derecat kaybettirmektedir. Ahiret saadeti ise, kazanılan derecelerin kaybedilen derecelerden fazla olması ile mümkündür. Nefsin taleplerine uyulduğunda derecat kaybı; ruhun taleplerine uyulduğunda ise derecat kazanılması gerçekleşmektedir. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 79. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
4/NİSÂ-79: Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsik(nefsike), ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen), ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
Sana iyilikten (hasenatdan) ne isabet ederse, işte o Allah'tandır. Ve sana kötülükten (seyyiattan) ne isabet ederse, o taktirde o, kendi nefsindendir (derecat kaybedecek bir şey yapmandan dolayıdır). Ve seni, insanlara Resûl olarak gönderdik ve şahit olarak Allah yeter.
            Nisâ Suresi 79. âyet-i kerimeden de anlaşıldığı gibi, hayır daima  Allah'tandır. Şerr insana deracat kaybettirir ve nefstendir.  Dünya ve ahiret saadetine ulaşılması ancak nefsin tezkiye ve tasfiyesi ile mümkündür. Nefsin tezkiye ve tasfiyesi ile Allah'ın emirlerine itaat ve yasaklarına riayet etmek gerçekleşmektedir. Ruh, zaten bu muhtevanın sahibidir. Ama nefs, Allah'ın "yap" dediği emirlere isyan eden, "yapma" dediği fiilleri de işlemek isteyen bir hüviyetin sahibidir. Derecat kaybeden kişi kendisine zulmetmektedir. Diğer insanlarla ilişkilerde de onlara zulmederek bir kere daha derecat kaybeden bu kişi, hiçbir zaman ahiret ve dünya saadetine ulaşamaz. Allahû Tealâ, Yûnus Suresi 44. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
10/YÛNUS-44: İnnallâhe lâ yazlimun nâse şey'en ve lâkinnen nâse enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Muhakkak ki Allah, insanlara (hiç)bir şeyle (asla) zulmetmez. Lâkin insanlar, kendi nefslerine zulmederler.
             Ahiret ve dünya saadetine ulaşabilmek, ancak ruhun talebine itaat etmek ve yasaklarına riayet etmekle mümkündür. Allahû Tealâ, insandan nefsini tezkiye ve tasfiye etmesini istemektedir. Kur'ân-ı Kerim'in muhtevasındaki ilk 14 basamak nefsin tezkiye olabilmesi için gereken ön hazırlıkları, üçüncü yedili basamak nefsin 7 kademede tezkiye olmasını, dördüncü yedili basamak da nefsin tasfiyesini içermektedir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadîs-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Allah şüphesiz ki bu dîni nefsinizi salâha ulaştırmanız için var etti." İslâm dîninden murat, nefsin Allah'a teslimi ve salâha ulaşmasıdır. Allah'ın insanlar için tayin ettiği hedef, “nefsin ıslâhı”dır. Çünkü nefsini ıslâh eden ahiret ve dünya saadetine ulaşan salihler, başkasının elinden ve dilinden emin olduğu kişilerdir. Ama çoğu insan, Allah'ın emir ve yasaklarına riayet etmemektedir. Peygamber Efendimiz (S.A.V): "Nefsinize zulmetmeyiniz. Çünkü nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır." diyerek insanlara uyarıda bulunmuştur. Nefsin insan üzerindeki hakkı, nefsin tezkiye ve sonra tasfiyesi ile ıslâh edilmesidir. Ne yazık ki bir kısım insanlar bu hadîs-i şerifi: "Oruç tutar da acıkırsanız bu nefsinize zulümdür. Gece ortasında kalkıp namaz kılmak nefsinize zulümdür." şeklinde anlamışlardır. Bu düşünce, Kur'ân-ı Kerim hakikâtlerine aykırıdır.
             Kul ile kullar arasındaki ilişkiler açısından zulüm kavramı incelendiğinde, birinci seviyede mutlaka hakkın, hak sahibine ödenmesi ve adâletin yerine getirilmesi yer almaktadır. Allahû Tealâ, insandan adâletli olmasını ve ihsanda bulunmasını istemektedir. Allahû Tealâ, Nahl Suresi 90. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
16/NAHL-90: İnnallâhe ye’muru bil adli vel ihsâni ve îtâi zîl kurbâ ve yenhâ anil fahşâi vel munkeri vel bagy(bagyi), yeizukum leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Muhakkak ki Allah, adaletli olmayı ve ihsanı ve akrabalara vermeyi emreder. Ve fuhuştan, münkerden (Allah'ın yasakladığı şeylerden) ve azgınlıktan (hakka tecavüzden) sizi nehyeder. Böylece umulur ki siz, tezekkür edersiniz diye size öğüt veriyor.
            Allahû Tealâ'nın, insanla Allah arasında dizayn ettiği 28 basamaklık İslâm merdiveni vardır. 3 vücut, serbest irade ve akıl sahibi olarak hayata başlayan bütün insanlar olaylar yaşamaktadırlar. Yaşadıkları bu olayları değerlendirmektedirler. Allahû Tealâ, insanlardan büyük bir kısmını seçmektedir. Geriye kalanları ise seçmez. Bu insanların seçilmemesinin nedeni, kendileri Allah'a ulaşmayı dilemedikleri gibi başkalarının da dilemesine mâni olarak yaptıkları “zulüm”dür. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 167,168 ve 169. âyet-i kerimelerinde buyuruyor ki:
4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.
4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîren).
Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.
           Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı dileyen kişiye 12 tane ihsan vermektedir. 12. ihsan, Allah'ın o kişi için tayin ettiği mürşidi görmektir. Kişi mürşide tâbî olduğunda Tarikî Mustakîm'e ulaşmaktadır. İnsanları Allah'ın yolundan men edenler, uzak bir dalâlet içindedirler. Allah onlara asla mağfiret etmez. Onları Tarikî Mustakîm'e ulaştırmaz. Onları ancak Tarikî Cehîm'e ulaştırır.
            İnsanoğlu dinamik bir hayatın içerisindedir. Her an ya derecat kazanır, ya da derecat kaybeder. İnsanoğlu için üç hal mevcuttur. Oturuyordur, ayaktadır ya da yan üstü yatıyordur. Bir dördüncü hal mevcut değildir. Allahû Tealâ, bu üç hal içinde de zikir yapılmasın emretmektedir. "Ben şu anda zikretmiyorum ama kimseye de kötülük yapmıyorum" zihniyeti tamamen yanlıştır. Allah, insanlara daimî zikri farz kılmaktadır. Eğer kişi zikretmiyorsa, o anda derecat kaybeder. Kaybettiği derecat, kazandığı derecattan fazlaysa; o insanın ahiret hayatında gideceği yer cehennemdir. Cehenneme giden bir insanın dünyada da saadete ulaşması mümkün değildir. Allahû Tealâ'nın insan için öngördüğü ahiret saadeti, kazandığımız derecelerin kaybettiğimiz derecelerden fazla olması ile mümkündür. Allahû Tealâ, Mu’minûn Suresi 102 ve 103. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
           Başlangıç noktasında şeytan, nefsin afetlerine %100 tesir edebilmektedir. Çünkü Allah'a açılan bütün kapılar kapalı, şeytana açılan bütün kapılar açıktır. Kişi irşad kademesine bakar; ama onun söylediklerini idrak edemez. Kalp şeytana dönüktür. Kişinin göğsünden kalbine giden rahmet yolu kapalıdır. Nefsin kalbindeki 19 afetten biri, cehalettir. Bu sebeple bütün insanlar başlangıçta cehalet standartlarındadır. Allahû Tealâ bu insanlar için: "Onlar ölüdürler." buyurmaktadır. Allahû Tealâ, Neml Suresi 80 ve 81. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
27/NEML-80: İnneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn(mudbirîne).
Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (Allah'ın) davetini işittiremezsin.
27/NEML-81: Ve mâ ente bi hâdîl umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn(muslimûne).
Ve sen, körleri dalâletlerinden (çevirip) hidayete erdirecek değilsin. Sen, ancak âyetlerimize inananlara işittirebilirsin. İşte onlar, teslim olanlardır.
          Allahû Tealâ tarafından seçilmeyenler, başkalarına zulmedenlerdir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Dîn, Allah'a itaat ve mahlûkata şefkâttir." Mahlûkata zulmedenler ve Allah'a isyan edenler, Allah tarafından seçilmeyenlerdir. Allahû Tealâ, seçilenleri ise imtihana tâbi tutmaktadır. Bu musibetlerden negatif istikamette etkilenmeyenler ve Allah için olduklarının idrakine varanlar imtihanı geçmektedirler. Allahû Tealâ, Bakara Suresi 155, 156 ve 157. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
2/BAKARA-155: Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel enfusi ves semerât(semerâti), ve beşşiris sâbirîn(sâbirîne).
Ve sizi mutlaka korku ve açlıktan ve mal, can ve ürün eksikliğinden imtihan ederiz. Ve sabredenleri müjdele.
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O'na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.
2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
İşte onlar (dünya hayatında Allah'a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab'lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.
           Allahû Tealâ, Bakara Suresi 155, 156 ve 157. âyet-i kerimelerde sahâbeden bahsetmektedir. Onlar, musîbetlerden negatif etkilenmemişlerdir. Aksine onlar, pozitif düşünenlerdir. Pozitif düşünenler, Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir. Kişi Allah'a ulaşmayı dilediği an, Allah o kişiye Rahmân esması ile tecelli etmektedir. Ona ardarda 12 tane ihsan vermektedir:
          1. ihsan, kişinin basar hassasının üzerindeki gışavetin alınmasıdır.
          2. ihsan, hicab-ı mesturenin kaldırılmasıdır.
          3. ihsan, sem'î hassasının üzerinden mührün açılmasıdır.
          4. ihsan, kişinin kulaklarındaki vakra'nın alınmasıdır.
          5. ihsan, kişinin kalbinin mührünün açılmasıdır.
          6. ihsan, kalpteki ekinnetin alınmasıdır.
          7. ihsan, kalbe ihbat konulmasıdır.
          8. ihsan, Allah kalbe ulaşmasıdır.
          9. ihsan, kalbin Allah'a döndürülmesidir.
        10. ihsan, kişinin göğsünün yarılması, göğsünden kalbine nur yolunun açılmasıdır
        11. ihsan, kişinin kalbine nurun girmesi ve huşû sahibi olmasıdır.
        12. ihsan, hacet namazıyla mürşidin gösterilmesidir.
          Kişi mürşidine tâbî olduğu zaman, Allahû Tealâ o kişiye 7 tane ni'met vermektedir. Kur'ân-ı Kerim'de bu insanlar için: "Onlar asıl hidayete erecek olanlardır." buyrulmaktadır. Başlangıçta Allah'a açılan kapılar kapalı, şeytana açılan kapıları açık olduğu için, bütün insanlar şerr işleyerek bu sebeple de derecat kaybetmektedirler. Başka insanların onlara zulmetmesi sebebiyle de derecat kazanmaktadırlar. Yine aynı dizayn içerisinde, kendi cüz'î iradelerinin dahili olmadan, küllî iradeyle gerçekleşen tabii afet neticesinde derecat kazanırlar. Şeytan 19 afete %100 tesir etme imkânının sahibidir. İnsanların kendi serbest iradeleri ile işledikleri hayırlar ve şerrlere bakıldığında, şerrlerin hayırlardan fazla olduğu görülmektedir. Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı dileyenlere verdiği 12 tane ihsana paralel olarak, onların günahlarını örtmektedir. Günahları örterek böylece kazandıkları derecelerin kaybettikleri derecelerden fazla olmasını sağlamaktadır. Allahû Tealâ, Enfâl Suresi 29. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
          Kişinin nefs tezkiyesi yapabilmesi için, Allah'tan 7 tane ni'met alması gerekir. 7 tane ni'met sahibi olan insan, ıslâh edici amellere ve nefs tezkiyesine başlayabilmektedir. Allahû Tealâ mürşidine tâbî olan kişiye 7 ni’met vermektedir:
          1.ni’met, kişinin başının üzerine devrin imamının ruhunun gelmesidir.
Allahû Tealâ, Mu’min Suresi 15. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
         2. ni'met, kişinin kalbine îmân yazılmasıdır.
Allahû Tealâ, Mucâdele Suresi 22. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
         3. ni’met, bütün günahların sevaba çevrilmesi ve sevapların 1'e 10' dan 100'e çıkarılarak 700’e kadar artan derecat sisteminin değişmesidir.
Allahû Tealâ, Bakara Suresi 261. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi'dir, Alîm'dir.
         Kişi Allah'a ulaşmayı dilediği zaman Allah günahları örtmektedir. Mürşide tâbiiyyet halinde ise, o güne kadar işlenmiş bütün günahları da sevaba çevirmektedir. Allahû Tealâ, Furkân Suresi 70. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).
         Peygamber Efendimiz (S.A.V), bir hadîs-i şerifinde mürşide tâbî olan kişinin seyyiatlerinin hasenata çevrildiğini buyurmaktadır: "İslâm’ın kendisinden evvelki günahları sildiğini bilmiyor musun?"  Allahû Tealâ, kişi Allah'a ulaşmayı dilediği zaman furkanlara paralel olarak bütün günahları örtmektedir. Mürşide tâbi olunduğunda ise, günahları mağfiret ederek sevaba çevirmektedir. İnsan için, işlenen günahların (seyyiatlerin) karşılığında pozitif derecatın sahibi olması çok önemlidir.
        4. ni'met, ruhun Sıratı Mustakîm üzerine çıkmasıdır.
Allahû Tealâ, Nebe Suresi 39. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
         5. ni'met, nefs tezkiyesinin başlamasıdır.
Allahû Tealâ, Mu’min Suresi 40. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü'minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.
         6. ni'met, fizik vücudun Allahû Tealâ'ya tâbiiyet kulluğuna başlamasıdır.
         7. ni'met, iradenin güçlenmeye başlamasıdır.

         12 ihsan ve 7 ni'metle desteklenen kişi, nefs tezkiyesine başlamaktadır. Islâh edici amel, nefsi tezkiye eden ameldir. Bu amel Allah'ın zikri olup; Allah'ın isminin kalpte ardarda tekrar edilmesidir. Zikir, diğer vasıta emirlerin yanında en önemlisidir. Nefs tezkiyesine başlayan kişi, gün be gün zikrini arttırmaktadır. Nefs-i Emmare'de %7, Nefs-i Levvame'de %7, Nefs-i Mülhime'de %7, Nefs-i Mutmainne'de %7, Nefs-i Radiye'de %7, Nefs-i Mardiyye'de %7 ve Nefs-i Tezkiye'de %7 olmak üzere kişinin kalbinde %49'luk bir fazl birikimi oluşmaktadır. Daha evvel kalpteki %2 rahmet nuru ile birlikte toplam %51 fazl ve rahmet birikimi kalbin nurlanan kısmıdır. Bu noktada kalpte %49 karanlık vardır. Şeytan sadece karanlıklara tesir edebilmektedir. Nurlara tesir etmesi mümkün değildir. Nefs kademelerine paralel olarak ruh da 7 gök katında yükselmektedir. 7 âlemi de geçerek Yokluk'ta Allah'ın Zat'ına ulaşmaktadır.
         Nefsin 7 kademede tezkiye olmasıyla, ruh da Allah'ın Zat'ına ulaşmaktadır. Ruh ve nefs için mekân olan fizik beden de, Allah'ın evvab kulları arasına girmektedir. Dünya saadetinin bütününe ulaşmak için sadece nefs tezkiyesi yeterli değildir. Dünya saadetinin tamamına ulaşmak için nefsin tasfiyesi gerekir. Nefsin tasfiyesi ise, ancak daimî zikirle mümkündür. Ruh’un Allah’ın Zat’ına ulaşmasından sonra, zikir artışıyla fenâ makamında kalpte biriken fazılların oranı %51’dir. Zikir artışına paralel olarak, fazılların miktarı beka makamında %10, zühd makamında %10, muhsinler makamında %10 oranında artmaktadır. %51'lik nur birikimine %30 daha ilâve edildiği zaman %81'lik bir fazl birikimi ile fizik beden Allah'a teslim edilmiş olmaktadır. Geriye %19 oranında karanlık kalmıştır. Bir tarafta %100 nurlu olan Allah'ın emaneti ruh, diğer tarafta %81 nurlanmış olan nefs vardır. %81'e karşı %19'un hiçbir zaman başarıya ulaşması mümkün değildir. Nefsin kalbinde 19 tane afet vardır; ama afetlerden kaynaklanan talepler akla ulaştığı zaman, akıl bunları by-pass edebilmektedir. Çünkü %81 oranında gelen nurlu talepleri akıl, hemen devreye koyarak fizik bedene hayırları işletmektedir. Bu sebeple fizik beden Allah'a bütün standartları ile teslim olmaktadır. Bir sonraki kademe ulûl'elbab makamıdır. Bu makam, daimî zikre ulaşılarak nefsin Allah’a teslim edildiği kademedir. Nefsin kalbinde %100 nurlanma gerçekleşmektedir. Artık nefsin kalbinde 19 tane afetin yerine ruhun 19 tane hasleti yer almaktadır. Bu durumda nefs de ruh gibi %100 nurlanan bir muhteva kazanır. Fizik beden, ruhun ve nefsin mekânıdır. Artık fizik bedene kumanda eden aklın 2 müşavirinden biri olan nefsin de talebi hayırdır. Bu durumda kişi, sürekli hayrı işlemektedir. Allahû Tealâ, bu kişiye zemin katın sırlarını göstermektedir. Kalp 7 kademede müzeyyen olmaktadır. Daha sonraki kademe olan ihlâsa ulaşmakla, kalbin bir kez daha 7 kademe müzeyyen olması sağlanır. Böylece kişi, 7 gök katı ve 7. gök katındaki 7 âlemin sırlarına vakıf olur. Allahû Tealâ, kalbi 14 kademede müzeyyen olan kişiyi Tövbe-i Nasuh'a davet eder. Bu kişinin bir daha günah işlemesi mümkün değildir. Tövbe-i Nasuh'la tövbe eden kişinin kalbi 4 kademe daha müzeyyen olmaktadır. Toplam 18 kademede kalbi müzeyyen olan bir insan, iradesini de Allah'a teslim ettiği zaman Allah'ın Zat'ını da görmektedir. Allah, o kişiyi irşada memur ve mezun kılmaktadır. Bu nokta dünya ve ahiret hayatı açısından kişinin fevzül azîme, hazzul azîme, ecrul azîme ve fazlul azîme ulaştığı noktadır. İnsanoğlu için ulaşılması lâzım gelen hedef budur.
         Allahû Tealâ, herşeyi insan için insanı da Kendisi için yarattığını ifade etmektedir. İnsan, 7 safhada 4 teslimi gerçekleştirerek Allah için olabilmektedir.
        Allah razı olsun.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.