HİCRET
Hicret, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in sahâbe
ile Mekke'den Medine'ye göç etmesidir. Bir başka deyişle eza, cefa ve zulüme
maruz kalan İslâm'ın, kendine barınacak yer olan Medine'ye göç etmesidir.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz,
hicreti tarif ederken şöyle buyurmaktadır: "Hicret iki çeşittir. Biri
kötülüklerden, günahlardan uzak durmak yani bunları terketmektir. Diğeri de,
Allah'a ve Resûl'üne göçmektir." Her iki açıdan da hicreti değerlendirmek gerekir.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz bir başka hadîs-i şerifinde de:
"Muhacir, Allah'ın yasak ettiği fiilleri terkedendir." buyurmaktadır.
İnsanoğlu serbest irade ve aklın sahibidir.
Nefs, başlangıç noktasında tamamen karanlıklardan müteşekkil, 19 tane afetle
mücehhezdir. Bu afetler:
1- Kin ve nefret
2- Küfür
3- Yalan
4- Haksızlık ve zulüm
5- Haset ve düşmanlık
6- Cehalet
7- Cimrilik
8- Öfke
9- İsyan
10- Sabırsızlık
11-
Kibir ve gurur
12-
Hırs ve şehvet
13-
Nankörlük
14-
Gıybet
15-
Zan
16-
İptilâlar
17-
Vefasızlık
18-
Mürayilik
19- Fitne ve fesatdır.
Bütün
insanlarda bu 19 tane afet vardır. Sadece insandaki dağılımlar farklılaşmaktadır.
Allah'ın yasak ettiği bütün fiiller, nefsteki bu afetlerden kaynaklanmaktadır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V): "Muhacir, Allah'ın yasak ettiği fiili terk edendir." hadîs-i şerifiyle, hicretin nefs açısından
değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Muhacir, nefsi ile cihad eden, nefs tezkiyesine başlayan kişidir.
Hicret kavramını anlayabilmek,
değerlendirebilmek elbette Kur'ân-ı Kerim âyetlerinin ışığında
gerçekleşecektir.
ü Allah'a hicret, Allah’a ulaşmayı dilemektir.
Allahû
Tealâ, Ankebût Suresi 26. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
29/ANKEBÛT-26:
Fe âmene lehu lût (lûtun) ve kâle innî muhâcirun ilâ rabbî, innehu huvel azîzul
hakîm(hakîmu).
Bundan
sonra Lut (A.S), O'na (İbrâhîm (A.S)'a) îmân etti (tâbî oldu) ve dedi ki:
"Muhakkak ki ben, Rabbime hicret edecek olanım (ruhumu yaşarken Allah'a
ulaştıracağım). Muhakkak ki O; Azîz'dir (çok yücedir), Hakîm'dir (hüküm
sahibidir)."
Âmenû
olan kişi, Allah'a ulaşmayı dileyen kişidir. Allah'a ulaşmayı dilemek, Kur'ân-ı
Kerim muhtevası içerisinde Allah’a hicret etmek anlamına gelmektedir. İnsan üç
vücutla yaratılmıştır. Üç vücuttan biri olan nefs, Allah'a ulaşamaz. Nefsler,
berzah âlemine aittir. Fizik beden de Allah'a ulaşamaz, o da zahirî âleme
aittir. Allah'a ulaşabilen sadece Allah'ın Kendisi'nden insana üfürdüğü ruhtur.
Emanet olan ruhun, ölmeden evvel Allah'a ulaştırılması gerektiği Kur’ân-ı
Kerim’de 12 âyet ile tam 12 defa farz kılınmıştır:
30/RÛM-31:
Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel
muşrikîn(muşrikîne).
O'na
(Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun.
Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
39/ZUMER-54:
Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ
tunsarûn(tunsarûne).
Ve
Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)! Ve size
azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi,
iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
51/ZÂRİYÂT-50:
Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse
Allah'a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O'ndan
(Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.
31/LOKMÂN-15:
Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve
sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe
ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve
bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse,
ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin
(ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz
Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
42/ŞÛRÂ-47:
İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu
minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min
nekîr(nekîrin).
Rabbinize
icabet edin (Allah'a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri döndürülmeyecek
olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin
için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).
89/FECR-28:
İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine
dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
73/MUZZEMMİL-8:
Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve
Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.
5/MÂİDE-7:
Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ
ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah'ın,
sizin üzerinizdeki ni'metini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman,
onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah'a karşı takvâ sahibi olun,
Muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.
13/RA'D-21:
Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve
yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve
onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi
(ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve
kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
6/EN'ÂM-152:
Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga
eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu
nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi
evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin
malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça
yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında
(bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık
adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür
edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.
10/YÛNUS-25:
Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve
Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına
ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
4/NİSÂ-58:
İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi
en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne
semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak
ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik
yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla)
size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi
görendir.
Kur’ân-ı Kerim’de 12 tane âyet-i kerime
ile ölmeden evvel ruhun, bu emanetin sahibi olan Allah'a teslim edilmesi
gerektiği farz kılınmıştır. Bu farzı yerine getirmeye kararlı olan kişi,
Allah'a hicret eden kişidir. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, bir
hadîs-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Allah sizin dünyadaki malınıza,
sizin hangi soydan geldiğinize ve sizin şeklinize bakmaz." Allahû Tealâ, insanları fizik bedenlerine
göre değerlendirmez. Niyet ve amellerle değerlendirmektedir. Allahû Tealâ, insanın
kalbine bakmaktadır. Allah'a ulaşacağına kalben îmân ederek Allah'a ulaşmayı
dileyen kişi, bu niyetin sahibi olan kişidir.
İnsanla Allah arasında 28 basamaklık
İslâm merdiveni vardır. Birinci basamakta herkes olayları yaşamaktadır. Herkes yaşadığı
olayları değerlendirmektedir. İkinci
basamakta; Allahû Tealâ, insanların %90'ını seçer, %10'luk bir kısmını da
seçmez. Bu seçilmeyenler, kendileri Allah'a ulaşmayı dilemedikleri gibi
başkalarının da Allah'a ulaşmasına mâni olanlar, isyan edenler ve mahlûkata
zulmedenlerdir. Onların kalbinde zeyg vardır. Bu insanların kalbi hastadır ve
onlar kibrin sahipleridirler. Allah’ın ikinci basamakta seçtiği insanların
hepsi Allah'a yönelmez. Allahû Tealâ, seçilenleri olaylarla imtihan etmektedir.
Üçüncü basamakta, seçilenlerin arasında %10'dan daha az bir grup Allah'a ulaşmayı
dilemektedirler. Allahû Tealâ, Kendisi’ne ulaşmayı dileyenleri mutlaka
Kendisi’ne ulaştıracağının garantisini vermektedir. Allahû Tealâ, Şûrâ Suresi
13. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
42/ŞÛRÂ-13:
Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ
vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû
fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî
ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah)
dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni
ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye
Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da
vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey
(Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine
seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine
ulaştırır).
Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği anda,
Allahû Tealâ bu talebi işitir, bilir ve görür. Rahman esması ile o kişinin
üzerine tecelli ederek, ardarda 7 tane furkan ve 12 ihsan vermektedir.
1.
furkan, 1. ihsan: Allah, o kişinin baş gözlerindeki hicab-ı mestureyi kaldırır.
(İsrâ-45)
2.
furkan, 2. ihsan: Kişinin basar hassasının üzerindeki gışavat alınır.(Câsiye-23)
3.
furkan, 3. ihsan: Kişinin sem’î hassasının üzerindeki mühür açılır (Câsiye-23).
4.
furkan, 4. ihsan: Kişinin kulaklarındaki vakra alınır.(İsrâ-46)
5.
furkan, 5. ihsan: Kalbin mührü açılır (Câsiye-23).
6.
furkan, 6. ihsan: Kişinin kalbindeki ekinnet alınır (İsrâ-46).
7.
furkan, 7. ihsan: Kalbe ihbat konur.(Hacc-54)
8.
ihsan: Kişinin kalbine hidayet konur.(Tegâbun-11)
9.
ihsan: Kişinin kalbinin nur kapısı Allah’a çevrilir.(Kaf-33)
10.
ihsan: Kişinin göğsünden kalbine nur yolu açılır.(En’âm-125)
11.
ihsan: Açılan bu yoldan kalbe nur girer.(Zumer-22)
12.
ihsan: Kişi huşûya ulaşır.(Hadîd-16)
ü Resûl’e hicret, mürşide tâbiiyyettir.
Allah’a
ulaşmayı dileyerek 7 furkan 12 ihsanın sahibi olan kişi, 12. basamakta hacet
namazı ile Allah’tan, mürşidini sormaktadır. 13. basamakta Allahû Tealâ, hacet
namazını kılan kişiye mürşidini göstermektedir. 14. basamakta ise kişi, Allahû
Tealâ’nın kendisine gösterdiği mürşide tâbi olmaktadır. Allahû Tealâ, hacet
namazı ile mürşidin Kendisi’ne sorulması gerektiğini Bakara Suresi 45. âyet-i
kerime ile Mâide Suresi 35. âyet-i kerimede buyurmaktadır:
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve
innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan)
sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet
namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan
başkasına elbette ağır gelir.
5/MÂİDE-35:
Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi
leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey
âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva
sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin.
Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
Mürşide
tâbiiyyet ile Resûl’e hicret gerçekleşmiş olur. Mürşid, Allah’ın irşada ulaştırdığı,
iradesini Allah’a teslim ederek, Allah tarafından irşada memur ve mezun kılınmaktadır.
İradesini de Allah’a teslim ettiği için bundan sonra emirleri hep Allah’tan
alacak ve Allah’ın emri ile hareket edecektir. O kişi artık Allah’a aittir.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen ve 12 ihsanı alan kişinin, iradesini
Allah’a teslim etmiş olan mürşide tâbi olmasını istemektedir. Mürşide tâbiiyyet, Resûl’e hicrettir.
Allahû Tealâ, Âli İmrân Suresi 164. âyet-i
kerimede buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-164:
Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû
aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve
in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Andolsun
ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met
olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl
beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder
ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden
evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.
ü Muhacir, Allah’ın yasaklarını terkeden
kişidir.
Allahû Tealâ, Allah’a hicreti farz
kıldığı gibi Resûl’e hicreti de farz kılmaktadır. Allah’a hicret
gerçekleşmediği takdirde, kişinin kesinlikle dalâlette kalacağı Kur’ân-ı Kerim âyetlerinde
ifade edilmektedir. Allah’a hicret, 12 ihsanı, Resûl’e hicret ise, 7 ni’meti
sağlamaktadır. Mürşidine tâbi olan kişi, nefs tezkiyesine başlamaktadır. Nefsin
cihadı, günahlardan uzak durmayı ifade etmektedir. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)
Efendimiz’in “Muhacir, Allah’ın yasak ettiği fiilleri terkeden kişidir.”
hadîs-i şerifi, nefs tezkiye ve tasfiyesine işaret etmektedir. İnsan, nefsinin
yapısındaki 19 afet sebebiyle günah işlemektedir. Bu günahların işlenmemesi ancak
nefsin tezkiye ve tasfiyesi mümkündür.
Nefs, 7 kademede tezkiye olmaktadır. Ruh,
Allah’a ulaştığında nefsin manevî kalbinin %51 nurlanması söz konusudur. Bu
durumda şeytan da ancak geriye kalan %49’luk bölüme tesir edebilmektedir. 7
kademede nefsini tezkiye eden kişi %51 oranında Allah’ın yasak ettiği fiilleri
terketmiştir. %100 Allah’ın yasak ettiği fiilleri terkedebilmek ise, daimî
zikre ulaşmakla mümkündür. Hicretin 1.
bölümü Allah ve Resûl’üne hicret etmek, 2. bölümü ise günahları terkederek
hicreti gerçekleştirmektir.
Bütün günahlar nefsten
kaynaklanmaktadır. Nefs tezkiyesini başarıya götüren yol da, daimî zikirden
geçmektedir. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 79. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
4/NİSÂ-79: Mâ
esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe
min nefsik(nefsike), ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen), ve kefâ billâhi
şehîdâ(şehîden).
Sana
iyilikten (hasenatdan) ne isabet ederse, işte o Allah'tandır. Ve sana
kötülükten (seyyiattan) ne isabet ederse, o taktirde o, kendi nefsindendir
(derecat kaybedecek bir şey yapmandan dolayıdır). Ve seni, insanlara Resûl
olarak gönderdik ve şahit olarak Allah yeter.
Allahû Tealâ, Allah yolunda hicret
edenlerin; güzel rızıklarla rızıklandırılacağını, Allah Kat’ında büyük
derecelere sahip olacağını ve onların üstün kılınacağını buyurmaktadır. Allahû
Tealâ, Hacc Suresi 58. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
22/HACC-58:
Vellezîne hâcerû fî sebîlillâhi summe kutilû ev mâtû le yerzukannehumullâhu
rızkan hasenâ(hasenen), ve innallâhe le huve hayrur râzikîn(râzikîne).
Ve
Allah yolunda hicret edip sonra da öldürülen veya ölen kimseleri Allah, mutlaka
güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Ve muhakkak ki Allah, rızık verenlerin
mutlaka en hayırlısıdır.
Allahû
Tealâ, Tevbe Suresi 20. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
9/TEVBE-20:
Ellezîne amenû ve hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim
a'zamu dereceten ındallâh(ındallâhi) ve ulâike humul fâizûn (fâizûne).
Âmenû
olan ve hicret (göç) eden kimselerin, malları ve canları ile Allah yolunda
cihad eden kimselerin, Allah'ın katında en büyük dereceleri vardır. Ve işte
onlar, onlar kurtuluşa erenlerdir.
Allahû
Tealâ, Nisâ Suresi 95. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
4/NİSÂ-95:
Lâ yestevîl kâıdûne minel mu’minîne gayru ulîd darari vel mucâhidûne fî
sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim, faddalallâhul mucâhidîne bi emvâlihim ve
enfusihim alel kâidîne dereceh(dereceten) ve kullen vaadallâhul husnâ ve
faddalallâhul mucâhidîne alel kâıdîne ecren azîmâ(azîmen).
Özür
sahibi olmayan mü'minlerden (savaşa gitmeyip) oturanlar ile Allah'ın yolunda
mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir (eşit) değildir. Allah, mallarıyla
ve canlarıyla cihad edenleri derece bakımından, oturanların üstünde faziletli
kıldı ve Allah hepsine “Hüsna”yı vaadetti. Ve Allah mücahitleri, oturup
kalanlar üzerine “büyük ecir” ile üstün kıldı.
ü Fizik vücudun hicreti; Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’in sahâbe ile Mekke’den Medine’ye göç etmesi olayıdır.
Fizik vücudun hicreti; eza, cefa ve
zulüme maruz kalan İslâm’ın, dış baskı olmadan tebliğin rahatça yapılabileceği
yer olan Medine’ye göç etmesidir. Allahû Tealâ, Nahl Suresi 41. âyet-i kerimede
buyuruyor ki:
16/NAHL-41:
Vellezîne hâcerû fillâhi min ba’di mâ zulimû li nubevvi ennehum fîd dunyâ
haseneh(haseneten), ve le ecrul âhıreti ekber(ekberu), lev kânû
ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve
zulme maruz kaldıktan sonra, Allah için (Allah yolunda) hicret edenleri, dünya
hayatında mutlaka hasenelerle (güzellikler, iyilikler, güzel bir yurt)
yerleştirmemiz içindir. Ve ahiret mükâfatı, elbette daha büyüktür, şâyet bilmiş
olsalardı.
Allahû
Tealâ, Nisâ Suresi 100. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
4/NİSÂ-100:
Ve men yuhâcir fî sebîlillâhi yecid fîl ardı murâgamen kesîren
veseah(veseaten), ve men yahruc min beytihî muhâciren ilâllâhi ve resûlihî
summe yudrikhul mevtu fe kad vakaa ecruhu alâllâh(alâllâhi), ve kânallâhu
gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ve
kim, Allah yolunda hicret (göç) ederse, yeryüzünde göç edilecek birçok geniş
yer bulur. Ve kim, Allah ve O'nun elçisine hicret etmek için evinden çıkar,
sonra da kendisine ölüm yetişirse, artık onun ecri (mükâfatı) Allah'a ait
olmuştur. Ve Allah, Gafur'dur, Rahîm'dir.
Allahû
Tealâ, Nahl Suresi 110. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
16/NAHL-110:
Summe inne rabbeke lillezîne hâcerû min ba’di mâ futinû summe câhedû ve saberû
inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm(rahîmun).
Daha
sonra da muhakkak ki senin Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret (göç)
edenlere sonra da cihad edip sabredenlere, şüphesiz (bütün) bunlardan sonra,
elbette Gafur (mağfiret eden)'dur ve Rahîm (rahmet nuru gönderen)'dir.
Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’e tâbî olup, O’nunla birlikte hicret edenlerle, hicret etmeyenleri
değerlendirmektedir. Hicret edenlerin derecat bakımından Mekke’de oturanlardan
üstün olduklarını buyurmaktadır.
Allahû Tealâ, insanların Allah yolunda
hicret etmesini istemektedir. Kur’ân-ı Kerim’de, Allah’a ulaşma dileğinin
gerçekleştirilmediği taktirde dalâlette kalınacağı ve gidilecek yerin cehennem
olacağı açıkça ifade edilmektedir. Allah’a ulaşmayı dilemek, Allah’a ve
Allah’ın Resûl’üne hicret, birbirinden ayrılmaz bir bütünün iki yarısıdır. Allahû
Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi mutlaka mürşidine ulaştırır. Mürşide tâbi
olan kişi, Allah’a ulaşmayı dilemiş olandır. Münafıklar Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’e tâbî olmuşlardır. Ancak Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için, bu
tâbiiyyet onlara hiçbir zaman gerçek tâbiiyeti sağlamamıştır. Mekke’de sahâbenin arasında münafıklar da
vardı. Bu münafıklar, hicret olayını duyunca kesinlikle mallarını terketmek
istememişlerdir.
ü Allah’a ulaşmayı dileyerek 12 ihsanla mürşdine
tâbi olan, ardından da Allah’tan 7 tane ni’met alan kişi, Allah ve Resûl’üne
karşı hicreti gerçekleştiren kişidir.
Allah
ve Resûl’üne hicret eden kişinin aldığı 7 ni’met şunlardır:
1.
ni’met, Allahû Tealâ tarafından, devrin imamı’nın ruhunun o kişinin başının
üzerine gönderilmesidir (Mu’min-15).
2.
ni’met, kalbe îmân yazılmasıdır (Mucâdele-22).
3.
ni’met, bütün günahların sevaba çevrilmesi ve sevapların, 1’e 700’e çıkarılacak
derecat sisteminin değişmesidir. (Furkan-70).
4.
ni’met, ruhun Sıratı Mustakîm’e doğru yola çıkmasıdır (Nebe-39).
5.
ni’met, nefs tezkiyesinin başlamasıdır (Mu’min-40).
6.
ni’met, iradenin güçlenmeye başlamasıdır (Ahzab-43).
7.
ni’met, fizik vücudun Allahû Tealâ’ya kul olmaya başlamasıdır (Râ'd-36).
İrade,
nefsin afetlerine karşı Allah’ın insana verdiği güçtür. Afetler karanlıklarla temsil
edilmektedir. Kalpteki karanlıkların azalması afetlerin azalması demektir.
Karşı güç azalmaya başladıkça iradenin gücü artmaya başlamaktadır. O zaman
iradenin güçlenmesi söz konusudur. Ruhun Sıratı Mustakîm’e ulaşması ile ruhun
hidayeti, nefsin nefs tezkiyesine başlaması ile nefsin hidayeti, fizik bedenin
şeytana kul olmaktan kurtulmaya başlaması ile fizik bedenin hidayeti, iradenin
güçlenmeye başlaması ile de iradenin hidayeti gerçekleşmektedir.
ü Gerçek mü’minler, Allah ve Resûl’üne hicret
edenlerdir.
Peygamber
Efendimiz (S.A.V) hicret konusunda hadîs-i şerifinde buyurmaktadır: “Hicret,
Allah ve Resûl’üne göçmen ve günahları terketmendir.”
Allah’a ulaşmayı dilemek ve mürşide
tâbiiyyet hicretin 1.bölümünü oluşturmaktadır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi,
henüz nefs tezkiyesine başlamayan ama Allah’ın kendisine 12 ihsan verdiği
kişidir. Mürşide tâbiiyyet ile birlikte, Allah’tan 7 ni’met alınmaktadır. Allah
bu kişiyi 12 ihsan ve 7 ni’metle teçhiz etmektedir. Bundan sonra hicretin 2.bölümü
başlamaktadır. Allah’ın yasak ettiği fiilleri terketmek. Allah’ın yasak ettiği
fiilleri terketmek, nefs tezkiyesi ve tasfiyesi ile mümkündür. Nefsi ıslah etmenin
yegâne vasıtası da zikirdir. Zikirden başka nefs ıslâhını gerçekleştiren hiçbir
şey yoktur. Zikir artışına paralel olarak, Nefs-i Emmare’de %7, Nefs-i
Levvame’de %7, Nefs-i Mülhime’de %7, Nefs-i Mutmainne’de %7, Nefs-i Radiye’de
%7, Nefs-i Mardiyye’de %7 ve Nefs-i Tezkiye’de %7 olmak üzere kişinin kalbinde
%49’luk bir fazl birikimi gerçekleşmektedir. Nefsin kalbinde, daha evvel kalpteki
%2 rahmet nuruyla birlikte, fazl ve rahmet toplamı olan %51’lik nurlanma
oluşmaktadır. % 51’lik nurlanmaya sahip olan kişi, Allah’ın yasak ettiği
fiilleri %51’lik oranda terkeden, hicretini bu oranda gerçekleştiren kişidir.
Allahû Tealâ, Enfâl Suresi 74. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
8/ENFÂL-74:
Vellezîne âmenû ve hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi vellezîne âvev ve nasarû
ulâike humul mu'minûne hakkâ(hakkân), lehum magfiretun ve rizkun
kerîm(kerîmun).
Ve
âmenû olanlar ve hicret (göç) eden kimseler ve Allah'ın yolunda cihad (savaş)
eden kimseler ve barındıran (himaye eden) ve yardım eden kimseler, işte onlar,
onlar gerçek mü'minlerdir. Onlar için mağfiret ve kerim rızık vardır.
Allahû Tealâ, ensarın; kendilerine hicret
edenleri kendi nefslerinden (kendilerinden) önde tutmuş olduklarını belirmektedir.
Allahû Tealâ, Haşr Suresi 9. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
59/HAŞR-9:
Vellezîne tebevveûd dâre vel îmâne min kablihim yuhıbbûne men hâcere ileyhim ve
lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimmâ ûtû ve yû’sirûne alâ enfusihim ve lev
kâne bihim hasâsah(hasâsatun), ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul
muflihûn(muflihûne).
Ve
onlardan önce (Medine'yi) yurt edinmiş olup kalplerinde îmân yerleşmiş olanlar,
kendilerine hicret eden kimseleri severler. Ve onlara verilenlerden (dağıtılan
ganimetlerden) dolayı, kendileri onlara muhtaç olsa bile, gönüllerinde bir
hacet (kaygı, haset) bulunmaz. Ve onları kendi nefslerine tercih ederler (üstün
tutarlar). Ve kim nefsini cimrilikten korursa, o taktirde işte onlar, onlar
felâha (kurtuluşa) erenlerdir.
Hicret,
Allah’a ve Resûl’üne hicret etmekle başlar ve günahları tamamen terketmekle
noktalanır. Bu terkediş, kişinin Tövbe-i Nasuh’la tövbe etmesiyle gerçekleşmektedir.
Bu aşamada Allahû Tealâ, o kişinin günahlarını örter ve onları sevaba çevirir.
Böylece o kişi irşada, salâha ulaşan bir kişi olarak her iki hicretini de
tamamlamış olur. Allahû Tealâ, 14 asır evvel iradelerini de Allah’a teslim eden
böylece Allah tarafından irşada memur ve mezun kılınan sahâbeyi ve onlara
ihsanla tâbî olan tâbiini Tevbe Suresi 100. âyet-i kerimede açıklamaktadır.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
9/TEVBE-100:
Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi
ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel
enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O
sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini
Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı
muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan
(Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne)
ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara
tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır.
Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen
kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
Allah razı olsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.