19 Ekim 2015 Pazartesi

RUHUN DÜNYA HAYATINI YAŞARKEN ALLAH’A ULAŞMASI FARZ MIDIR?

RUHUN DÜNYA HAYATINI YAŞARKEN ALLAH’A ULAŞMASI FARZ MIDIR?

       Geleneksel dîn tatbikatına bakıldığında insanların, berzah âlemine ait olan nefse "ruh" dedikleri görülmektedir. Bu sebeple; onlara: "İnsan nasıl bir varlıktır?” diye sual sorulduğu zaman verdikleri cevap; "Bir fizik beden ve ruhtan ibarettir.'' şeklinde olmaktadır. Akabinde ruhun azaplanacağı, ruhun bir miktar cehennemde yanacağını söylemektedirler. Buradan da anlaşılıyor ki, onların ruh dedikleri şey, berzah âlemine ait olan nefstir.
       Ruh ve nefs kavramlarını Kur'an'daki asıllarına uygun olarak bu dersimizde göreceğiz. Allahû Tealâ, insandan başka herşeyi insan için yaratmıştır. İnsan, Allah'ın en şerefli mahlûkudur. Allahû Tealâ, şerefli mahlûk olan insanı 3 vücutla yaratmıştır. “Salsalin” adı verilen, şekillenebilir bir balçıktan halkedilen bir fizik vücud vardır. Allahû Tealâ Hicr Sûresi 26. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
       Fizik vücut bu zahirî âleme aittir. Dizayn edilen, berzah âlemine ait olan bir de nefs vardır. Allahû Tealâ, Şems Suresi 7.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
       Bir üçüncü vücut ise Allah'ın insanlara üfürdüğü ruhtur. Hiçbir âleme ait olmayan Allah'ın ruhu insanda bir emanettir. Fizik vücut ve nefs hiçbir şekilde Allah'a ulaşamaz. Sadece Allah'tan üfürülen ruh ölmeden evvel dünya hayatını yaşarken Allah'a ulaşabilir. Allahû Tealâ Secde Sûresi 9.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
        Zahirî âleme ait olan bir fizik vücud, berzah âlemine ait olan bir nefs ve Allah'ın Zat'ından üfürülen bir ruh vardır. Bütün insanlar bu üçlü ile yaratılmışlardır. Bu üçlüyle yaratılan insan, aynı zamanda serbest iradenin de sahibidir. Allahû Tealâ, insanoğlunun hanif dini olarak 7 safha ve 4 teslimi yaşamasını istemektedir. Çünkü; Allahû Tealâ bütün insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır. Hanif dîninde de bu emanetlerin sırasıyla Allah'a teslim edilmesi gerekmektedir. Bu teslimlerin sırasını Kur'an âyetleri şöyle ifade etmektedir:
        l. teslim; ruhun Allah'a teslimi
        2. teslim; fizik vücudun Allah'a teslimi
        3. teslim; nefsin Allah'a teslimi
        4. teslim; iradenin Allah'a teslimi
        Emanet olan ruh Allah'a teslim edildiğinde fizik vücut emanet olmaktadır. Emanet olan fizik vücut Allah'a teslim edildiğinde, nefs emanet olmaktadır. Emanet olan nefs Allah'a teslim edildiğinde de, irade emanet olmaktadır. En son olarak emanet olan iradeyi Allah'a teslim edilerek teslimi küllî ile Allah'a teslim olunmaktadır. Allahû Tealâ insana verdiği bu 4 emaneti geri istemektedir.
        İbrahim (A.S)'ın hanif dînini, Arapça adıyla İslâm'ı (7 safha 4 teslim olarak) yaşayarak kâmil insan olmak, bu 4 emanetin teslimiyle mümkündür. Kâmil insan olabilmek için, Kur'ân âyetlerine göre aşılması gereken 28 basamaklık bir İslâm merdiveni vardır.
        1. basamakta; herkes olayları yaşar.
2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.
        Genellikle dünyayı talep eden insanlar, yaşadıkları olayları kâr ve zarar ölçüsüyle nefislerine göre değerlendirmektedirler. Ama dünya hayatında ruhen Allah’a ulaşmayı dileyenlerin değerlendirme ölçüsü ise, hayır ve şerrdir. Hayır, derecat kazandıran, şerr ise derecat kaybettiren herşeydir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîsinde: “Cehennem nefsin sevdiği şeylerle çevrilidir.” buyurmaktadır.
        Nefs, başlangıçta tamamen karanlıklardan oluşmaktadır.19 afetle (hastalıkla) donatılmıştır. Bu sebeple nefsin bütün talepleri şerrdir. Kişi nefsin taleplerine uyduğu zaman sürekli derecat kaybeder. Allah’ın insanlara üfürdüğü ruhun talepleri ise hayırdır. Kişi ruhun taleplerine uyduğu zaman hayır işlemektedir. Cennet de nefsin sevmediği şeylerle çevrilidir. Bir tarafta nefsin afetlerinden kaynaklanan, nefsin talepleri; öbür tarafta Allah’tan insana üfürülen, yapısındaki 19 hasletle ruhun ulaştırdığı pozitif talepler söz konusudur. Kişi ruhun talebine uyarsa hayır işler; derecat kazanır. Nefsin talebine uyarsa şerr işler; derecat kaybeder.
        Nefsine göre yaşadıkları olayları yanlış değerlendiren bir kişiye misal vermek gerekirse; arabası çalınan bir insan düşünelim. Evvelâ hırsız haketmediği bir başkasının malını gaspettiği ve o miktar paraya sahip olduğu için sevinir ama Allah'ın yasak ettiği bir fiili işlemiştir, derecat kaybetmiştir. Buna karşılık hırsızın kaybettiği derecatı araba sahibi kazanmasına rağmen arabası çalınması hasebiyle buna şiddetle üzülür. Hırsız olaya sevinir, hayır zanneder ama yasak olan şer bir fiili işlediği için derecat kaybetmiştir. Mal sahibi de olaya şiddetle üzülür, şerr zanneder ama o da hayra ulaşmıştır.
        Kâr ve zarar ölçüsü içerisindeki değerlendirme nefsin ölçüsüdür. Ama Allahû Tealâ’nın ölçüsü, ruhun ölçüsüdür. Allahû Tealâ, olayların ruha göre değerlendirilmesini emretmektedir. Eğer mal sahibi bu olaydan derecat kazanıyorsa o zaman arabanın çalınması o kişi için bir hayırdır. Hırsız da derecat kaybetmesine rağmen seviniyorsa bu, o kişi için şerrdir. O zaman olayları yaşayan herkesin, olaylara Allah'ın ölçüsüyle bakması ve buna göre değerlendirme yapması gerekmektedir.
        2. basamakta; Allah olayları değerlendiren insanlardan bir kısmını seçmez. Seçilmeyenlerin dışında kalan bütün insanlar mutlaka Allahû Tealâ tarafından seçilirler. Allahû Tealâ Şûra Sûresi 13. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
        Acaba bu seçilmeyenler neden seçilmezler? İlâhi İradeye karşı koydukları, isyan ettikleri için Allah tarafından seçilmezler. Allahû Tealâ kadın olsun, erkek olsun dünya hayatında bütün insanların Kendisine ulaşmasını ve teslim olmasını istemektedir. Allahû Tealâ, âkil ve bâliğ olan bütün insanlara, resûlleri vasıtasıyla tebliğ yaparak Kendi Zat'ına davet etmektedir. Hidayet; Allah'tan üfürülen ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşması ve teslim olması iken, dînlerini Kur'ân-ı Kerim’den değil de insanların sonradan yazdığı emaniyye denilen bidatleri içeren kitaplardan öğrenenler "Ruh vücuttan çıkınca insan ölür. Ancak ölümle insan ruhu Allah'a ulaşır, hayattayken insan ruhunun Allah'a ulaşması yoktur." diyerek hidayete mâni olmaktadırlar. Bu insanlar hem kendileri Allah'a ulaşmayı dilemezler; hem de bu emaniyye bilgilerle insanların hidayetine mâni olmaktadırlar. İşte Allahû Tealâ, kendileri hidayeti dilemedikleri gibi başkalarının da hidayetine mâni olan bu insanları seçmez. Yeryüzünde fesat çıkaran kişiler Allah tarafındn seçilmezler. Geri kalan insanların % 90'ından fazlası Allah tarafından seçilir. Ama Allahû Tealâ, seçilenleri de muhakkak musibetlerle imtihan etmektedir. Musibetlerle imtihan olunan insanlardan, imtihanları geçenler Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir. Sadece Allah'a ulaşmayı dileyenler hanif dînini, Arapça adıyla 7 safha ve 4 teslimden oluşan İslâm'ı yaşarlar.
        Hanif dîninin 3 özelliği vardır:
        1- Allah'ın tekliğine inanmak, vahdet
        2- Dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek toplumu oluşturmak, tevhid
        3- Ruhu, vechi (fizik vücut), nefsi ve iradeyi Allah'a teslim etmektir.
        Hanif dîninin üç özelliğini yerine getirenler hak mü'minlerdir. Bir kişinin hak mü'minlerden olması için:
        1- Allah'ın varlığına birliğine inanması
        2- Dünya hayatında ruhun Allah'a ulaşmasına inanması
        3- Ruhun Allah'a ulaşmasının farz olduğuna inanması
        4- Dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dilemesi halinde, Allah'ın kendisine verdiği söz gereğince mutlaka ruhunu Kendisine ulaştıracağından emin olması gerekir.
         Gerçekten ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşması farz mıdır? Âyetler kesinlikle bunu göstermektedir.
         1.farz emir:
51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah'a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O'ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.
         Âyet-i kerimede Allahû Tealâ: "Allah'a kaç, Allah'a sığın." diye emretmektedir. Fizik vücut ve nefs Allah'a ulaşamaz. İrade zaten bir vücut değildir. Allah'a ulaşabilme yetkisinde olan, sadece Allah'ın üfürdüğü ruh emanetidir. Ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasının farz olduğu bu âyet-i kerimede açıkça ortaya çıkmaktadır.
         
         2. farz emir:
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
         Allahû Tealâ, ruhun Kendisine ulaştırılmasını emrettiği için, ruhun dünya hayatında Allah' a ulaşması farzdır.
         3. farz emir:
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
         Rabbe rücu eden nefs ve fizik vücut değildir. Rabbe ulaşan Allah'ın Zat'ından üfürülen ruhtur. Bu âyet-i kerime sebebiyle ruhun dünya hayatında Allah' a ulaşması farzdır.
         4. farz emir:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.
          Herşeyden kesilerek Allah'a ulaşan ruhtur. Nefs ve fizik vücut Allah'a ulaşmaz. Allahû Tealâ, bu 4 âyet-i kerime gereğince dünya hayatında, Secde Suresinde açıkladığı ruhun, hayattayken sahibi olan Allah'a mutlaka teslim edilmesini istemektedir. Kur'an-ı Kerim'de Allah bir şeyi emretmişse o farzdır. Bu 4 âyet-i kerimedeki ifadeler de emir hüviyetindedir ve bu sebeple farzdır.
          Ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşması farzdır. Ama bu farzın yerine gelebilmesi nefsin 7 kademede tezkiyesine bağlıdır. Nefs, 7 kademede tezkiye olmadıkça ruh Allah'ın Zat'ına ulaşamaz. Nefsin 7 kademede tezkiye olması ise fizik vücudun nefsi infâk etmesi ile gerçekleşir. Fizik vücut gerekli zikri yapmadığı; nefsi infâk etmediği takdirde nefs kesinlikle tezkiye olamaz. Allahû Tealâ Ra’d Sûresi 22.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab'lerinin vechini (Zat'ını, Zat'a ulaşmayı ve Allah'ın Zat'ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.
          Allahû Tealâ: “onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk ederler.” buyuruyor. Fizik vücut gizli ve açıkça zikrederek (salih amel işleyerek) nefsi infâk etmektedir. Nefs tezkiyesi fizik vücudun infâk etmesiyle gerçekleşmektedir.
          Sahâbeyi misal olarak vermek gerekirse; 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) tebliğ yapmadan evvel, sahâbenin hepsi cahiliyye standartları içerisinde; dalâlette idiler. Yani şeytanın kuluydular. Ama Peygamber Efendimiz (S.A.V) , onlara âyetlerle tebliğ yapmaya başladığı zaman Allahû Tealâ’nın emrine (tebliğe) uyarak Zumer Suresine göre Allah’a ulaşmaya dileyerek şeytana kul olmaktan kendilerini kurtardılar. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
          Bütün sahâbe taguta kul olmaktan içtinap ettiklerine göre Allah’a yönelmekle (Allah’a ulaşmayı dileyerek) kendilerini şeytana kul olmaktan kurtarmışlardır. Sahâbe Allah’a yönelmiş olduğundan (Allah’a ulaşmayı dilemiş) Allah’a kul olmuştur. Onlar ruhun dünya hayatında Allah’a ulaşmasına ve bunun farz olduğuna inanan, Zumer Suresi 17. âyet-i kerimeye göre Allah’a ulaşmayı diledikleri için ruhlarının Allah’a ulaşacağından emin olanlardır.
          Allahû Tealâ seçtiklerini musibetlerle imtihan etmektedir. Allahû Tealâ Bakara 156. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O'na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.
          “Biz muhakkak ki Allah içiniz.” diyenler, Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Bu kişiler, Allah’a inanmakta, ruhun dünya hayatında Allah’a ulaşacağına, bunun farz olduğuna inanmakta ve ruhun Allah’a ulaşacağından emin oldukları için de dilemektedirler. Allahû Tealâ da, Allah’a ulaşmayı dileyenleri mutlaka Kendisine ulaştıracağını garanti etmektedir.
          3. basamakta; kişi Allah’a ulaşmayı diler.
          4. basamakta; Allahû Tealâ o kişiyi Kendisine ulaştırma garantisini verdiği için onun üzerine Rahmân esması ile tecelli eder. Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesine göre de o kişiye peşpeşe 7 tane furkan verir.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
6/EN'ÂM-46: Kul e reeytum in ehazallâhu sem’akum ve ebsârekum ve hateme alâ kulûbikum men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bih(bihî), unzur keyfe nusarriful âyâti summe hum yasdifûn (yasdifûne).
(Ya Muhammed müşriklere) de ki: “Gördünüz mü? (aczinizi anladınız mı?) Şâyet Allah sizin işitme hassanızı ve görme özelliğinizi alsa ve sizin kalplerinizi mühürlese, Allah'tan başka hangi ilâh onları size (geri) getirir?” Bak, âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz! Sonra onlar yüz çeviriyorlar.
          5. basamakta; varsa o kişinin baş gözlerindeki hicab-ı mestureyi ve basar hassası üzerindeki gışavet adlı perdeyi alır. İrşad makamını, irşad makamı olarak görmeye başlar.
          6. basamakta; varsa kulaklarında işitmeye mâni olan vakrayı ve sem'i hassasının mührünü de açmak suretiyle engelleri kaldırır. İrşad makamının sözlerini kişi işitmeye başlar.                         
          7. basamakta; ise Allahû Tealâ onun kalbinde idraka engel ekinnet varsa onu alır, fıkıh hassasının mührünü açar ve kalbe ihbatı koyar.
          Kişi 7 furkanın sahibi olarak idrak eder; akleder. Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için Allah'ın Rahmân esmasıyla tecelli etmediği ve kendilerini furkanların sahibi kılmadığı insanların (cehennemliklerin) hepsi, Mulk Suresinin 10. âyet-i kerimesinde sağır ve akletmeyenler olarak ifade edilmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.
22/HACC-46: E fe lem yesîrû fîl ardı fe tekûne lehum kulûbun ya’kılûne bihâ ev âzânunyesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’mal ebsâru ve lâkin ta’mal kulûbulletî fîs sudûr(sudûri).
Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, onunla akıl ettikleri kalpleri ve onunla işittikleri kulakları olsun. Fakat baş gözleri kör olmaz. Lâkin sinelerdeki kalpler kör olur.
          Kur'ân-ı Kerim âyetlerinde belirtilen işiten, gören, akledenlerin, hak mü'min olmalarına karşılık, îmânı kendisine fayda vermeyen kafirlerin sağır, dilsiz ve kör olduklarını yine Kur'ân-ı Kerim açıklamaktadır. Sağır, dilsiz ve körlerin kimler olduğuna bakıldığında bu kişilerin Allah'a ulaşmayı dilemeyenler olduğu, işiten, gören ve akledenlerin de Allah'a ulaşmayı dileyenler olduğu görülmektedir.
          Her dönemde insanlar tebliğe muhatap olmaktadırlar. Kendilerine hidayet tebliğ edilmektedir. Hidayet; insan ruhunun dünya hayatında Allah'a ulaşmasıdır. Kişi tebliğe muhatap olduktan sonra serbest iradesi ile Allah'a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ mutlaka o kişiyi Kendisine ulaştıracaktır. O kişiyi Kendisine ulaştırmayı istediği için 7 furkanın akabinde onu 12 ihsan ve 7 ni'metle destekleyerek, ruhunu Kendisine ulaştıracaktır.
          Kişi Allah'a ulaşmayı dilemediği taktirde ömür boyu dalâlette kalır. Allahû Tealâ, o kişiye furkanlar vermez. Bu kişi 12 ihsanın sahibi olamaz,7 ni'meti Allah'tan hiç alamaz. Doğal olarak o kişi, ruhunu dünya hayatında Allah'a ulaştıramaz. Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı dilemeyen bu insanların ölüler olduklarını, aynı zamanda sağır ve dalâlette olduklarını ifade etmektedir.
          Allah’a ulaşma dileği insana çok şey sağlamaktadır. Sağır, kör ve dilsiz iken  işitir, görür, idrak eder hale getirmekte, dalâlette iken hidayet üzere kılmakta, şeytanın kulu iken şeytanın kulluğundan kurtarıp Allah'a kul etmektedir. Allah’a dost kılmakta, cehennemlikken insanı cennetine almaktadır.
          Allah'a ulaşmayı dileyenlere Allah'ın hediyesi çoktur. Hak mü'minlerden olmanın, hak mü'minlerin bütün vasıflarına ehil olmanın olmazsa olmaz şartı, “Allah'a ulaşmayı dilemektir. Bu dilek yoksa, Kur'ân'daki İslâm'ı yaşamak da mürşide ulaşmak da yoktur. Bu dilek yoksa Allah'ın cennetine girmek söz konusu değildir.
          Bu sebeple Allah'a ulaşmayı dilemek cennetin anahtarı, cehennemin kilididir. Allah'a ulaşmayı dilememek de cennetin kilidi, cehennemin anahtarıdır. Bugün İslâm'ın 5 farzını yerine getirenler yaptıkları ibadetlerle Allah’ın cennetini ummaktadırlar. Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyurmuştur ki:
         - Hiç kimse kendi ameli ile cennete gidemez.
         Sahâbe sorar:
         -Sen de mi?
         Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki:
         -Evet ben de ama Rabbim beni rahmetine garketmiştir.
          Bu insanlar yaptıkları ibadetlerle cennete gitmeyi umarken bu hâdis-i şerifi unutmaktadırlar.
          İşte, bir insanın Allah'ın rahmetine mazhar olabilmesi mutlak surette Allah'a ulaşmayı dilemesine bağlıdır. Çünkü kişi 3. basamakta Allah'a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ ona, 4. basamakta Rahmân esması ile tecelli etmektedir. Peygamber Efendimiz (S.A.V), Rahmân esmasının tecellisine mazhar olan kişinin Allah'ın rahmetine garkolacağını şu şekilde işaret etmiştir:
         -İsteyen cennete gider istemeyen gitmez.
         -Ey! Allah'ın Resûl'ü! Cenneti istemeyen olabilir mi?
         -Evet, beni istemeyen cenneti de istemez.
         Mürşidi istemeyen kimdir? Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişidir. Çünkü dilemediği taktirde, Allah o kişiye furkanları vermez, o kişi huşû sahibi olmaz. Huşû sahibi olmayan bir insan, asla Allahû Tealâ’nın kendisi için tayin ettiği mürşidi bulamaz. Allahû Tealâ Kehf Sûresi 17. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
         Allahû Tealâ; Ra’d Sûresi 27. âyet-i kerimede dalâlette bıraktığı insanlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
         Allah'ın dalâlette bıraktığı kişiler, Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Kendisine ulaştırdığı, hidayete erdirdiği insanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir. Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı dilemeyi farz kılmaktadır. Farzların mutlaka yerine getirilmesi gerekmektedir. 14 asır evvel sahâbe bundan emin olduğu için Allah'a ulaşmayı dilemiştir. Sahâbenin Allah'a ulaşmayı dilemesi hasebiyle de Allahû Tealâ, hepsinin ruhunu Kendisine ulaştırmıştır. Sahâbenin hepsi hidayete ermiş, ulûl'elbab olmuştur. Zumer Sûresinde bu konu açıkça ifade edilmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
          En şerefli mahlûk olan insan, Allahû Tealâ tarafından çok ama çok sevilmektedir. Kişinin basit bir tek dileğine karşılık; Allah'ın 7 furkan,12 ihsan ve 7 ni'met vermek suretiyle onu nefs tezkiyesine ulaştırması, nefsini tezkiye etmesi, ruhunu Kendisine ulaştırması, insanı çok sevdiğinin göstergesidir. Bu sonuç tahakkuk ettiği zaman, Allah'ın mükâfatı 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısıdır. Allahû Tealâ, bir tek, basit bir dilek karşılığı bu mükâfatı vermektedir.
          Allahû Tealâ; Allah’a ulaşma dileğinin arkasından; o kişinin kalbine ulaşır, kalbi hazırlar. Kalbi hazırlamadığı taktirde, nefs tezkiyesi mümkün değildir. Nefs tezkiyesi yoksa ruh Allah'a ulaşamaz. Ama Allahû Tealâ, o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırmayı garanti ettiği için doğal olarak gerekli şartları da Kendisi hazırlamaktadır. Kişinin kalbine hidayetle ulaşmaktadır. Allahû Tealâ, Tegâbun Sûresi 11. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah'ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah'a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
          Allahû Tealâ; o kişinin kalbini Kendisine çevirir. Allahû Tealâ Kaf Sûresi 33. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân'a huşu duyanlar ve münib (Allah'a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelenler (için).
          Allah, o kişinin göğsünü şerheder. Allahû Tealâ En’âm Suresi 125.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah'a) teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine azap verir.
          Göğsün şerhedilmesi demek, göğsünden kalbine rahmet yolu açılması demektir. 11. basamakta kişi zikrederse, ki zikir (zikir Allah İsmi'nin tekrarıdır) Allah'ın katından salâvât, rahmeti o kişin göğsüne getirir ve yol açılmışsa yolu takip ederek rahmet, o kişinin kalbine ulaşır. Kalpte kalıcı olan sadece rahmetin % 2'lik kısmıdır. Bu da kişiyi huşû sahibi kılmaya yeterlidir. Allahû Tealâ, Bakara Sûresi 45.âyet-i kerimede buyuruyor ki:   
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
          Huşûya ulaşan bu kişi hacet namazı ile mürşidini Allah'tan sormaktadır. Allahû Tealâ, mutlaka ona mürşidini göstermektedir. O kişi ihsanla mürşidine tâbî olduğu zaman Allah'tan 7 ni'met almaktadır.
          1. ni'met, devrin imamının ruhunun o kişinin başının üzerine gelip yerleşmesidir.
           Allahû Tealâ, Mu’min Sûresi 15.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
  
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
          2. ni'met, kişinin kalbine iman yazılmasıdır.
          Allahû Tealâ, Mucâdele Sûresi 22.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
  3. ni'met, bütün günahların sevaba çevrilmesidir.
  Allahû Tealâ, Furkân Suresi 70. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).
  4. ni'met, ruhun vücuttan ayrılıp Sıratı Mustakîm'e ulaşmasıdır.
  Allahû Tealâ, Nebe Sûresi 39.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
  5.ni’met o kişi Allah’ı zikretmeye başladığı için (zikir ıslâh edici ameldir),o kişinin nefs tezkiyesine başlamasıdır.
  Allahû Tealâ, Mu’min Sûresi 40.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü'minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.
  6. ni'met, iradenin güçlenmeye başlamasıdır.
  Allahû Tealâ, Bakara Sûresi 257.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
  7. ni'met, fizik vücudun Allahû Tealâ’ya tâbiiyet kulluğuna başlamasıdır.
  Allahû Tealâ, Nahl Sûresi 36. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
  Kişi 7 furkan, 12 ihsan ve 7 nimet ile nefs tezkiyesine başlamaktadır. Gün be gün zikrini arttırmaktadır. Çünkü Allahû Tealâ, kişiye vasıta emirleri sevdirir; kişi namazı, orucu, zekâtı, haccı severek yapar. Allah, kişiye özellikle zikri sevdirmiştir. Zikir artışıyla birlikte her kademede îmân kelimesinin etrafında biriken fazılların miktarı %7 artarak devam eder. Nefs-i Emmare, Nefs-i Levvame, Nefs-i Mülhime, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Radiye, Nefs-i Mardiyye ve Nefs-i Tezkiye kademeleri bir bir geçilerek, kalpteki fazl miktarı %49’a ulaşır. Daha evvelde %2’lik rahmet nuruna ilâveten o kişinin kalbi %51 aydınlanır. Buna paralel ruh da 7 gök katı yükselir. 7 âlemi geçtikten sonra ruh, nefs tezkiyesine paralel, yoklukta Allah’ın Zat’ına ulaşır. Fizik vücut da yapmış olduğu hizmet ve ibadetlerle Allah’ın evvab kulları arasına girer.
  Ruhun Allah'a ulaşması Allah'a teslim olması dünya hayatında farzdır ve bu birinci teslimdir. İşte kişi bu farzı yerine getirmek istiyorsa, Allahû Tealâ’nın kendisinden istediği sadece basit bir dilek olan; kalben Allah’a ulaşmayı dilemektir. Gerisini hep Allah gerçekleştirmektedir. O kişiye 7 furkanı, 12 ihsanı veren ve o kişiyi huşû sahibi yapan Allahû Tealâ’dır. Hacet namazı kılması halinde mürşidi gösteren, mürşide tabi olduğu zaman 7 nimeti veren, vasıta emirleri sevdiren Allah’tır. Severek zikri ona yaptıran Allah’tır. Sonuç olarak; o kişinin nefsini tezkiye eden ruhunu kendisine ulaştıran Allahû Tealâ’dır.
  Allah’ın farzları yerine getirildiği zaman, Allahû Tealâ’nın birçok mükâfatları söz konusudur:
  3. basamakta; Allah’a ulaşma dileği yerine getirildiği zaman 1. kat cenneti,
  14. basamakta, mürşide tâbî olunduğu zaman 2. kat cenneti,
  21. basamakta ruh, Allah’ın Zat’ına ulaştığı zaman 3. kat cenneti ve dünya saadetinin yarısını Allahû Tealâ, insana mükâfat olarak vermektedir.
  Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı kalben dileyen herkese kapılarını açarak rahmet ve fazlı ile büyük bir lütufta bulunmaktadır. Herkes huzur ve saadeti arıyorsa, Allahû Tealâ, basit bir dilek karşılığında dünya saadetinin yarısını ve 3.kat cenneti onlara garanti etmektedir. O zaman insanoğlu bunu mutlaka gerçekleştirmelidir.

 Allah razı olsun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.