Geleneksel dîn tatbikatına bakıldığında insanların,
berzah âlemine ait olan nefse "ruh" dedikleri görülmektedir. Bu sebeple;
onlara: "İnsan nasıl bir varlıktır?” diye sual sorulduğu zaman verdikleri cevap;
"Bir fizik beden ve ruhtan ibarettir.'' şeklinde olmaktadır. Akabinde
ruhun azaplanacağı, ruhun bir miktar cehennemde yanacağını söylemektedirler. Buradan
da anlaşılıyor ki, onların ruh dedikleri şey, berzah âlemine ait olan nefstir.
Ruh
ve nefs kavramlarını Kur'an'daki asıllarına uygun olarak bu dersimizde
göreceğiz. Allahû Tealâ, insandan başka herşeyi insan için yaratmıştır. İnsan,
Allah'ın en şerefli mahlûkudur. Allahû Tealâ, şerefli mahlûk olan insanı 3
vücutla yaratmıştır. “Salsalin” adı verilen, şekillenebilir bir balçıktan
halkedilen bir fizik vücud vardır. Allahû Tealâ Hicr Sûresi 26. âyet-i kerimede
buyuruyor ki:
15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min
hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz
insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve
organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
Fizik vücut bu zahirî âleme aittir. Dizayn
edilen, berzah âlemine ait olan bir de nefs vardır. Allahû Tealâ, Şems Suresi
7.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7
kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
Bir
üçüncü vücut ise Allah'ın insanlara üfürdüğü ruhtur. Hiçbir âleme ait olmayan Allah'ın
ruhu insanda bir emanettir. Fizik vücut ve nefs hiçbir şekilde Allah'a
ulaşamaz. Sadece Allah'tan üfürülen ruh ölmeden evvel dünya hayatını yaşarken
Allah'a ulaşabilir. Allahû Tealâ Secde Sûresi 9.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve
ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ
teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah),
onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve
sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme
hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Zahirî âleme ait olan bir fizik vücud,
berzah âlemine ait olan bir nefs ve Allah'ın Zat'ından üfürülen bir ruh vardır.
Bütün insanlar bu üçlü ile yaratılmışlardır. Bu üçlüyle yaratılan insan, aynı
zamanda serbest iradenin de sahibidir. Allahû Tealâ, insanoğlunun hanif dini
olarak 7 safha ve 4 teslimi yaşamasını istemektedir. Çünkü; Allahû Tealâ bütün
insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır. Hanif dîninde de bu emanetlerin
sırasıyla Allah'a teslim edilmesi gerekmektedir. Bu teslimlerin sırasını Kur'an
âyetleri şöyle ifade etmektedir:
l. teslim;
ruhun Allah'a teslimi
2.
teslim; fizik vücudun Allah'a teslimi
3. teslim;
nefsin Allah'a teslimi
4.
teslim; iradenin Allah'a teslimi
Emanet olan ruh Allah'a teslim edildiğinde
fizik vücut emanet olmaktadır. Emanet olan fizik vücut Allah'a teslim edildiğinde,
nefs emanet olmaktadır. Emanet olan nefs Allah'a teslim edildiğinde de, irade emanet
olmaktadır. En son olarak emanet olan iradeyi Allah'a teslim edilerek teslimi
küllî ile Allah'a teslim olunmaktadır. Allahû Tealâ insana verdiği bu 4 emaneti
geri istemektedir.
İbrahim (A.S)'ın hanif dînini, Arapça
adıyla İslâm'ı (7 safha 4 teslim olarak) yaşayarak kâmil insan olmak, bu 4
emanetin teslimiyle mümkündür. Kâmil insan olabilmek için, Kur'ân âyetlerine
göre aşılması gereken 28 basamaklık bir İslâm merdiveni vardır.
1.
basamakta; herkes olayları yaşar.
2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun
lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en
ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Savaş, o sizin
için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve
hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz
bir şey olur ki, o sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz
bilmezsiniz.
Genellikle dünyayı talep eden insanlar,
yaşadıkları olayları kâr ve zarar ölçüsüyle nefislerine göre değerlendirmektedirler.
Ama dünya hayatında ruhen Allah’a ulaşmayı dileyenlerin değerlendirme ölçüsü
ise, hayır ve şerrdir. Hayır, derecat kazandıran, şerr ise derecat kaybettiren herşeydir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîsinde: “Cehennem nefsin sevdiği şeylerle
çevrilidir.” buyurmaktadır.
Nefs, başlangıçta tamamen
karanlıklardan oluşmaktadır.19 afetle (hastalıkla) donatılmıştır. Bu sebeple
nefsin bütün talepleri şerrdir. Kişi nefsin taleplerine uyduğu zaman sürekli
derecat kaybeder. Allah’ın insanlara üfürdüğü ruhun talepleri ise hayırdır. Kişi
ruhun taleplerine uyduğu zaman hayır işlemektedir. Cennet de nefsin sevmediği
şeylerle çevrilidir. Bir tarafta nefsin afetlerinden kaynaklanan, nefsin
talepleri; öbür tarafta Allah’tan insana üfürülen, yapısındaki 19 hasletle
ruhun ulaştırdığı pozitif talepler söz konusudur. Kişi ruhun talebine uyarsa
hayır işler; derecat kazanır. Nefsin talebine uyarsa şerr işler; derecat
kaybeder.
Nefsine göre yaşadıkları olayları
yanlış değerlendiren bir kişiye misal vermek gerekirse; arabası çalınan bir
insan düşünelim. Evvelâ hırsız haketmediği bir başkasının malını gaspettiği ve
o miktar paraya sahip olduğu için sevinir ama Allah'ın yasak ettiği bir fiili
işlemiştir, derecat kaybetmiştir. Buna karşılık hırsızın kaybettiği derecatı araba
sahibi kazanmasına rağmen arabası çalınması hasebiyle buna şiddetle üzülür. Hırsız
olaya sevinir, hayır zanneder ama yasak olan şer bir fiili işlediği için derecat
kaybetmiştir. Mal sahibi de olaya şiddetle üzülür, şerr zanneder ama o da hayra
ulaşmıştır.
Kâr ve zarar ölçüsü içerisindeki
değerlendirme nefsin ölçüsüdür. Ama Allahû Tealâ’nın ölçüsü, ruhun ölçüsüdür. Allahû
Tealâ, olayların ruha göre değerlendirilmesini emretmektedir. Eğer mal sahibi
bu olaydan derecat kazanıyorsa o zaman arabanın çalınması o kişi için bir
hayırdır. Hırsız da derecat kaybetmesine rağmen seviniyorsa bu, o kişi için
şerrdir. O zaman olayları yaşayan herkesin, olaylara Allah'ın ölçüsüyle bakması
ve buna göre değerlendirme yapması gerekmektedir.
2.
basamakta; Allah olayları değerlendiren insanlardan bir kısmını seçmez.
Seçilmeyenlerin dışında kalan bütün insanlar mutlaka Allahû Tealâ tarafından
seçilirler. Allahû Tealâ Şûra Sûresi 13. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan
vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd
dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum
ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men
yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde,
onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin
(ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz.
İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek,
size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı
dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na
yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Acaba bu seçilmeyenler neden
seçilmezler? İlâhi İradeye karşı koydukları, isyan ettikleri için Allah tarafından
seçilmezler. Allahû Tealâ kadın olsun, erkek olsun dünya hayatında bütün
insanların Kendisine ulaşmasını ve teslim olmasını istemektedir. Allahû Tealâ, âkil
ve bâliğ olan bütün insanlara, resûlleri vasıtasıyla tebliğ yaparak Kendi
Zat'ına davet etmektedir. Hidayet; Allah'tan üfürülen ruhun dünya hayatında
Allah'a ulaşması ve teslim olması iken, dînlerini Kur'ân-ı Kerim’den değil de
insanların sonradan yazdığı emaniyye denilen bidatleri içeren kitaplardan
öğrenenler "Ruh vücuttan çıkınca insan ölür. Ancak ölümle insan ruhu
Allah'a ulaşır, hayattayken insan ruhunun Allah'a ulaşması yoktur."
diyerek hidayete mâni olmaktadırlar. Bu insanlar hem kendileri Allah'a ulaşmayı
dilemezler; hem de bu emaniyye bilgilerle insanların hidayetine mâni olmaktadırlar.
İşte Allahû Tealâ, kendileri hidayeti dilemedikleri gibi başkalarının da
hidayetine mâni olan bu insanları seçmez. Yeryüzünde fesat çıkaran kişiler
Allah tarafındn seçilmezler. Geri kalan insanların % 90'ından fazlası Allah
tarafından seçilir. Ama Allahû Tealâ, seçilenleri de muhakkak musibetlerle
imtihan etmektedir. Musibetlerle imtihan olunan insanlardan, imtihanları
geçenler Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir. Sadece Allah'a ulaşmayı dileyenler
hanif dînini, Arapça adıyla 7 safha ve 4 teslimden oluşan İslâm'ı yaşarlar.
Hanif dîninin 3 özelliği vardır:
1- Allah'ın tekliğine inanmak, vahdet
2- Dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dileyenlerin
oluşturduğu tek toplumu oluşturmak, tevhid
3- Ruhu, vechi (fizik vücut), nefsi ve iradeyi
Allah'a teslim etmektir.
Hanif dîninin üç özelliğini yerine getirenler hak mü'minlerdir. Bir
kişinin hak mü'minlerden olması için:
1- Allah'ın varlığına birliğine inanması
2- Dünya hayatında ruhun Allah'a ulaşmasına
inanması
3- Ruhun Allah'a ulaşmasının farz olduğuna
inanması
4- Dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dilemesi
halinde, Allah'ın kendisine verdiği söz gereğince mutlaka ruhunu Kendisine
ulaştıracağından emin olması gerekir.
Gerçekten ruhun dünya hayatında Allah'a
ulaşması farz mıdır? Âyetler kesinlikle bunu göstermektedir.
1.farz emir:
51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum
minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah'a
firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O'ndan (Allah
tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.
Âyet-i kerimede Allahû Tealâ: "Allah'a
kaç, Allah'a sığın." diye emretmektedir. Fizik vücut ve nefs Allah'a ulaşamaz.
İrade zaten bir vücut değildir. Allah'a ulaşabilme yetkisinde olan, sadece Allah'ın
üfürdüğü ruh emanetidir. Ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasının farz olduğu
bu âyet-i kerimede açıkça ortaya çıkmaktadır.
2. farz emir:
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en
yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar
Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını),
O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan
(cehenneme girmekten) korkarlar.
Allahû Tealâ, ruhun Kendisine
ulaştırılmasını emrettiği için, ruhun dünya hayatında Allah' a ulaşması
farzdır.
3. farz emir:
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten
mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön
(Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
Rabbe rücu eden nefs ve fizik vücut
değildir. Rabbe ulaşan Allah'ın Zat'ından üfürülen ruhtur. Bu âyet-i kerime
sebebiyle ruhun dünya hayatında Allah' a ulaşması farzdır.
4. farz emir:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi
tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin
İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.
Herşeyden kesilerek Allah'a ulaşan
ruhtur. Nefs ve fizik vücut Allah'a ulaşmaz. Allahû Tealâ, bu 4 âyet-i kerime gereğince
dünya hayatında, Secde Suresinde açıkladığı ruhun, hayattayken sahibi olan Allah'a
mutlaka teslim edilmesini istemektedir. Kur'an-ı Kerim'de Allah bir şeyi
emretmişse o farzdır. Bu 4 âyet-i kerimedeki ifadeler de emir hüviyetindedir ve
bu sebeple farzdır.
Ruhun dünya hayatında Allah'a
ulaşması farzdır. Ama bu farzın yerine gelebilmesi nefsin 7 kademede
tezkiyesine bağlıdır. Nefs, 7 kademede tezkiye olmadıkça ruh Allah'ın Zat'ına
ulaşamaz. Nefsin 7 kademede tezkiye olması ise fizik vücudun nefsi infâk etmesi
ile gerçekleşir. Fizik vücut gerekli zikri yapmadığı; nefsi infâk etmediği takdirde
nefs kesinlikle tezkiye olamaz. Allahû Tealâ Ra’d Sûresi 22.âyet-i kerimede buyuruyor
ki:
13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve
ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil
hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla
Rab'lerinin vechini (Zat'ını, Zat'a ulaşmayı ve Allah'ın Zat'ını görmeyi)
dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli
ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan
kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.
Allahû Tealâ: “onları
rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk ederler.” buyuruyor. Fizik
vücut gizli ve açıkça zikrederek (salih amel işleyerek) nefsi infâk etmektedir.
Nefs tezkiyesi fizik vücudun infâk etmesiyle gerçekleşmektedir.
Sahâbeyi misal olarak vermek gerekirse;
14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) tebliğ yapmadan evvel, sahâbenin
hepsi cahiliyye standartları içerisinde; dalâlette idiler. Yani şeytanın
kuluydular. Ama Peygamber Efendimiz (S.A.V) , onlara âyetlerle tebliğ yapmaya
başladığı zaman Allahû Tealâ’nın emrine (tebliğe) uyarak Zumer Suresine göre
Allah’a ulaşmaya dileyerek şeytana kul olmaktan kendilerini kurtardılar. Allahû
Tealâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve
enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki;
taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar,
kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı
dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Bütün sahâbe taguta kul olmaktan içtinap
ettiklerine göre Allah’a yönelmekle (Allah’a ulaşmayı dileyerek) kendilerini
şeytana kul olmaktan kurtarmışlardır. Sahâbe Allah’a yönelmiş olduğundan (Allah’a
ulaşmayı dilemiş) Allah’a kul olmuştur. Onlar ruhun dünya hayatında Allah’a
ulaşmasına ve bunun farz olduğuna inanan, Zumer Suresi 17. âyet-i kerimeye göre
Allah’a ulaşmayı diledikleri için ruhlarının Allah’a ulaşacağından emin
olanlardır.
Allahû Tealâ seçtiklerini musibetlerle
imtihan etmektedir. Allahû Tealâ Bakara 156. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû
innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki,
kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz
(O'na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz
(ulaşacağız).” derler.
“Biz muhakkak ki Allah içiniz.” diyenler, Allah’a
ulaşmayı dileyenlerdir. Bu kişiler, Allah’a inanmakta, ruhun dünya hayatında
Allah’a ulaşacağına, bunun farz olduğuna inanmakta ve ruhun Allah’a
ulaşacağından emin oldukları için de dilemektedirler. Allahû Tealâ da, Allah’a
ulaşmayı dileyenleri mutlaka Kendisine ulaştıracağını garanti etmektedir.
3.
basamakta; kişi Allah’a ulaşmayı diler.
4.
basamakta; Allahû Tealâ o kişiyi Kendisine ulaştırma garantisini verdiği
için onun üzerine Rahmân esması ile tecelli eder. Enfâl Suresinin 29. âyet-i
kerimesine göre de o kişiye peşpeşe 7 tane furkan verir.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe
yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu
zul fadlil azîm(azîmi).
Ey
âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı
ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size
mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
6/EN'ÂM-46: Kul e reeytum in ehazallâhu sem’akum ve
ebsârekum ve hateme alâ kulûbikum men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bih(bihî),
unzur keyfe nusarriful âyâti summe hum yasdifûn (yasdifûne).
(Ya Muhammed
müşriklere) de ki: “Gördünüz mü? (aczinizi anladınız mı?) Şâyet Allah sizin
işitme hassanızı ve görme özelliğinizi alsa ve sizin kalplerinizi mühürlese,
Allah'tan başka hangi ilâh onları size (geri) getirir?” Bak, âyetlerimizi nasıl
açıklıyoruz! Sonra onlar yüz çeviriyorlar.
5.
basamakta; varsa o kişinin baş gözlerindeki hicab-ı mestureyi ve basar
hassası üzerindeki gışavet adlı perdeyi alır. İrşad makamını, irşad makamı
olarak görmeye başlar.
6.
basamakta; varsa kulaklarında işitmeye mâni olan vakrayı ve sem'i
hassasının mührünü de açmak suretiyle engelleri kaldırır. İrşad makamının
sözlerini kişi işitmeye başlar.
7.
basamakta; ise Allahû Tealâ onun kalbinde idraka engel ekinnet varsa onu alır,
fıkıh hassasının mührünü açar ve kalbe ihbatı koyar.
Kişi 7 furkanın sahibi olarak idrak
eder; akleder. Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için Allah'ın Rahmân esmasıyla
tecelli etmediği ve kendilerini furkanların sahibi kılmadığı insanların
(cehennemliklerin) hepsi, Mulk Suresinin 10. âyet-i kerimesinde sağır ve
akletmeyenler olarak ifade edilmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ
kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve:
“Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında
olmazdık.” dediler.
22/HACC-46: E fe lem yesîrû fîl ardı fe tekûne lehum
kulûbun ya’kılûne bihâ ev âzânunyesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’mal ebsâru ve
lâkin ta’mal kulûbulletî fîs sudûr(sudûri).
Onlar,
yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, onunla akıl ettikleri kalpleri ve onunla
işittikleri kulakları olsun. Fakat baş gözleri kör olmaz. Lâkin sinelerdeki
kalpler kör olur.
Kur'ân-ı Kerim âyetlerinde belirtilen
işiten, gören, akledenlerin, hak mü'min olmalarına karşılık, îmânı kendisine
fayda vermeyen kafirlerin sağır, dilsiz ve kör olduklarını yine Kur'ân-ı Kerim
açıklamaktadır. Sağır, dilsiz ve körlerin kimler olduğuna bakıldığında bu
kişilerin Allah'a ulaşmayı dilemeyenler olduğu, işiten, gören ve akledenlerin
de Allah'a ulaşmayı dileyenler olduğu görülmektedir.
Her dönemde insanlar tebliğe muhatap
olmaktadırlar. Kendilerine hidayet tebliğ edilmektedir. Hidayet; insan ruhunun dünya hayatında Allah'a ulaşmasıdır. Kişi tebliğe
muhatap olduktan sonra serbest iradesi ile Allah'a ulaşmayı dilerse, Allahû
Tealâ mutlaka o kişiyi Kendisine ulaştıracaktır. O kişiyi Kendisine ulaştırmayı
istediği için 7 furkanın akabinde onu 12 ihsan ve 7 ni'metle destekleyerek,
ruhunu Kendisine ulaştıracaktır.
Kişi Allah'a ulaşmayı dilemediği
taktirde ömür boyu dalâlette kalır. Allahû Tealâ, o kişiye furkanlar vermez. Bu
kişi 12 ihsanın sahibi olamaz,7 ni'meti Allah'tan hiç alamaz. Doğal olarak o
kişi, ruhunu dünya hayatında Allah'a ulaştıramaz. Allahû Tealâ, Allah'a
ulaşmayı dilemeyen bu insanların ölüler olduklarını, aynı zamanda sağır ve dalâlette
olduklarını ifade etmektedir.
Allah’a ulaşma dileği insana çok şey
sağlamaktadır. Sağır, kör ve dilsiz iken
işitir, görür, idrak eder hale getirmekte, dalâlette iken hidayet üzere
kılmakta, şeytanın kulu iken şeytanın kulluğundan kurtarıp Allah'a kul etmektedir.
Allah’a dost kılmakta, cehennemlikken insanı cennetine almaktadır.
Allah'a ulaşmayı dileyenlere Allah'ın
hediyesi çoktur. Hak mü'minlerden olmanın,
hak mü'minlerin bütün vasıflarına ehil olmanın olmazsa olmaz şartı, “Allah'a ulaşmayı dilemektir.” Bu dilek yoksa, Kur'ân'daki İslâm'ı
yaşamak da mürşide ulaşmak da yoktur. Bu dilek yoksa Allah'ın cennetine girmek
söz konusu değildir.
Bu sebeple Allah'a ulaşmayı dilemek cennetin
anahtarı, cehennemin kilididir. Allah'a ulaşmayı dilememek de cennetin kilidi,
cehennemin anahtarıdır. Bugün İslâm'ın 5 farzını yerine getirenler yaptıkları
ibadetlerle Allah’ın cennetini ummaktadırlar. Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyurmuştur
ki:
- Hiç kimse kendi ameli ile cennete gidemez.
Sahâbe sorar:
-Sen de mi?
Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor
ki:
-Evet
ben de ama Rabbim beni rahmetine garketmiştir.
Bu insanlar yaptıkları ibadetlerle cennete
gitmeyi umarken bu hâdis-i şerifi unutmaktadırlar.
İşte, bir insanın Allah'ın rahmetine mazhar
olabilmesi mutlak surette Allah'a ulaşmayı dilemesine bağlıdır. Çünkü kişi 3.
basamakta Allah'a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ ona, 4. basamakta Rahmân esması
ile tecelli etmektedir. Peygamber Efendimiz (S.A.V), Rahmân esmasının
tecellisine mazhar olan kişinin Allah'ın rahmetine garkolacağını şu şekilde işaret
etmiştir:
-İsteyen cennete gider istemeyen
gitmez.
-Ey! Allah'ın Resûl'ü! Cenneti
istemeyen olabilir mi?
-Evet, beni istemeyen cenneti de
istemez.
Mürşidi istemeyen kimdir? Allah'a
ulaşmayı dilemeyen kişidir. Çünkü dilemediği taktirde, Allah o kişiye
furkanları vermez, o kişi huşû sahibi olmaz. Huşû sahibi olmayan bir insan,
asla Allahû Tealâ’nın kendisi için tayin ettiği mürşidi bulamaz. Allahû Tealâ
Kehf Sûresi 17. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an
kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin
minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel
muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin
doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol
taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın)
geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir.
Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette
bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad
eden evliya) bulunmaz.
Allahû Tealâ; Ra’d Sûresi 27. âyet-i
kerimede dalâlette bıraktığı insanlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile
aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî
ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler:
“Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak
ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine
ulaştırır (hidayete erdirir).”
Allah'ın dalâlette bıraktığı kişiler,
Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Kendisine ulaştırdığı, hidayete
erdirdiği insanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir. Allahû Tealâ,
Allah'a ulaşmayı dilemeyi farz kılmaktadır. Farzların mutlaka yerine getirilmesi
gerekmektedir. 14 asır evvel sahâbe bundan emin olduğu için Allah'a ulaşmayı dilemiştir.
Sahâbenin Allah'a ulaşmayı dilemesi hasebiyle de Allahû Tealâ, hepsinin ruhunu
Kendisine ulaştırmıştır. Sahâbenin hepsi hidayete ermiş, ulûl'elbab olmuştur. Zumer
Sûresinde bu konu açıkça ifade edilmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne
ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl
elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü
işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın
hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin
sahipleri).
En şerefli mahlûk olan insan, Allahû
Tealâ tarafından çok ama çok sevilmektedir. Kişinin basit bir tek dileğine
karşılık; Allah'ın 7 furkan,12 ihsan ve 7 ni'met vermek suretiyle onu nefs
tezkiyesine ulaştırması, nefsini tezkiye etmesi, ruhunu Kendisine ulaştırması,
insanı çok sevdiğinin göstergesidir. Bu sonuç tahakkuk ettiği zaman, Allah'ın
mükâfatı 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısıdır. Allahû Tealâ, bir tek,
basit bir dilek karşılığı bu mükâfatı vermektedir.
Allahû Tealâ; Allah’a ulaşma dileğinin arkasından;
o kişinin kalbine ulaşır, kalbi hazırlar. Kalbi hazırlamadığı taktirde, nefs
tezkiyesi mümkün değildir. Nefs tezkiyesi yoksa ruh Allah'a ulaşamaz. Ama Allahû
Tealâ, o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırmayı garanti ettiği için doğal olarak
gerekli şartları da Kendisi hazırlamaktadır. Kişinin kalbine hidayetle ulaşmaktadır.
Allahû Tealâ, Tegâbun Sûresi 11. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi
iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu
bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah'ın izni
olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah'a îmân ederse (âmenû olursa),
(Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
Allahû Tealâ; o kişinin kalbini Kendisine
çevirir. Allahû Tealâ Kaf Sûresi 33. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi
kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân'a
huşu duyanlar ve münib (Allah'a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah'ın
huzuruna) gelenler (için).
Allah, o kişinin göğsünü şerheder.
Allahû Tealâ En’âm Suresi 125.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah
sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan
haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne
lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah
kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah'a) teslime
(İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada
yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min
olmayanların üzerine azap verir.
Göğsün
şerhedilmesi demek, göğsünden kalbine rahmet yolu açılması demektir. 11. basamakta kişi zikrederse, ki zikir (zikir Allah
İsmi'nin tekrarıdır) Allah'ın katından salâvât, rahmeti o kişin göğsüne getirir
ve yol açılmışsa yolu takip ederek rahmet, o kişinin kalbine ulaşır. Kalpte kalıcı
olan sadece rahmetin % 2'lik kısmıdır. Bu da kişiyi huşû sahibi kılmaya yeterlidir.
Allahû Tealâ, Bakara Sûresi 45.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve
innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan)
sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı
ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına
elbette ağır gelir.
Huşûya ulaşan bu kişi hacet namazı
ile mürşidini Allah'tan sormaktadır. Allahû Tealâ, mutlaka ona mürşidini göstermektedir.
O kişi ihsanla mürşidine tâbî olduğu zaman Allah'tan 7 ni'met almaktadır.
1.
ni'met, devrin imamının ruhunun o kişinin başının üzerine gelip
yerleşmesidir.
Allahû Tealâ, Mu’min Sûresi 15.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır
rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri
yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı)
dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı
dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o
kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir
ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
2.
ni'met, kişinin kalbine iman yazılmasıdır.
Allahû Tealâ, Mucâdele Sûresi
22.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel
yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve
ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul
îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min
tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike
hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah'a ve
ahiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve
O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları,
oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah)
onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile
destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının
üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek.
Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar
da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır.
Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
3.
ni'met, bütün günahların sevaba çevrilmesidir.
Allahû Tealâ, Furkân Suresi 70. âyet-i
kerimede buyuruyor ki:
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen
sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu
gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim
(mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min
olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah
seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur
(günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).
4. ni'met,
ruhun vücuttan ayrılıp Sıratı Mustakîm'e ulaşmasıdır.
Allahû Tealâ, Nebe Sûresi 39.âyet-i kerimede
buyuruyor ki:
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen
şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün
(mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk
günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran
(yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab
(sığınak, melce) olur.
5.ni’met o
kişi Allah’ı zikretmeye başladığı için (zikir ıslâh edici ameldir),o kişinin
nefs tezkiyesine başlamasıdır.
Allahû Tealâ, Mu’min Sûresi 40.âyet-i
kerimede buyuruyor ki:
40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ
mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike
yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat
(şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz.
Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs
tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü'minlerdir. Onlar, cennete
konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.
6.
ni'met, iradenin güçlenmeye başlamasıdır.
Allahû Tealâ, Bakara Sûresi 257.âyet-i
kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum
minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu
yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum
fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû
olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin
kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar,
şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin
kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada
ebedî kalacak olanlardır.
7.
ni'met, fizik vücudun Allahû Tealâ’ya tâbiiyet kulluğuna başlamasıdır.
Allahû Tealâ, Nahl Sûresi 36. âyet-i kerimede
buyuruyor ki:
16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen
eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men
hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul
mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki
Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata
getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar
ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar)
diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı
dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine
dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin,
nasıl olduğuna bakın (görün).
Kişi 7 furkan, 12 ihsan ve 7 nimet ile nefs
tezkiyesine başlamaktadır. Gün be gün zikrini arttırmaktadır. Çünkü Allahû Tealâ,
kişiye vasıta emirleri sevdirir; kişi namazı, orucu, zekâtı, haccı severek
yapar. Allah, kişiye özellikle zikri sevdirmiştir. Zikir artışıyla birlikte her
kademede îmân kelimesinin etrafında biriken fazılların miktarı %7 artarak devam
eder. Nefs-i Emmare, Nefs-i Levvame, Nefs-i Mülhime, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i
Radiye, Nefs-i Mardiyye ve Nefs-i Tezkiye kademeleri bir bir geçilerek, kalpteki
fazl miktarı %49’a ulaşır. Daha evvelde %2’lik rahmet nuruna ilâveten o kişinin
kalbi %51 aydınlanır. Buna paralel ruh da 7 gök katı yükselir. 7 âlemi geçtikten
sonra ruh, nefs tezkiyesine paralel, yoklukta Allah’ın Zat’ına ulaşır. Fizik
vücut da yapmış olduğu hizmet ve ibadetlerle Allah’ın evvab kulları arasına
girer.
Ruhun
Allah'a ulaşması Allah'a teslim olması dünya hayatında farzdır ve bu birinci
teslimdir. İşte kişi bu farzı yerine getirmek istiyorsa, Allahû Tealâ’nın kendisinden istediği
sadece basit bir dilek olan; kalben Allah’a ulaşmayı dilemektir. Gerisini hep
Allah gerçekleştirmektedir. O kişiye 7 furkanı, 12 ihsanı veren ve o kişiyi huşû
sahibi yapan Allahû Tealâ’dır. Hacet namazı kılması halinde mürşidi gösteren, mürşide
tabi olduğu zaman 7 nimeti veren, vasıta emirleri sevdiren Allah’tır. Severek
zikri ona yaptıran Allah’tır. Sonuç olarak; o kişinin nefsini tezkiye eden
ruhunu kendisine ulaştıran Allahû Tealâ’dır.
Allah’ın farzları yerine getirildiği zaman,
Allahû Tealâ’nın birçok mükâfatları söz konusudur:
3. basamakta; Allah’a ulaşma dileği yerine
getirildiği zaman 1. kat cenneti,
14. basamakta, mürşide tâbî olunduğu zaman 2. kat cenneti,
21. basamakta ruh, Allah’ın Zat’ına ulaştığı zaman 3. kat cenneti
ve dünya saadetinin yarısını Allahû Tealâ, insana mükâfat olarak vermektedir.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı kalben dileyen
herkese kapılarını açarak rahmet ve fazlı ile büyük bir lütufta bulunmaktadır. Herkes
huzur ve saadeti arıyorsa, Allahû Tealâ, basit bir dilek karşılığında dünya
saadetinin yarısını ve 3.kat cenneti onlara garanti etmektedir. O zaman
insanoğlu bunu mutlaka gerçekleştirmelidir.
Allah razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.