ALLAH’A DAVET
Allah'a davet Kur'ân-ı Kerim'in bir emridir. Allahû
Tealâ Yûnus Suresinde şöyle buyurmaktadır:
10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâ-mi),
ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim
yurduna, Zat'ma ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
Demek ki Allah'ın bir daveti var. Davet, Kur'ân'ın
muhatabı olan insanadır. Kur'ân âyetleri ile insana baktığımız zaman Allahû
Tealâ'nın kadın olsun erkek olsun bütün insanları bir üçlü ve bir serbest irade
ile hayata getirdiğini görüyoruz:
15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min sal-sâlin
min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, "hamein mesnûn olan
sal-salinden" (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış
salsalinden) yarattık.
Fizik vücudumuz, içinde yaşadığımız bu zahirî âleme
aittir. Aynanın karşısında herkesin gördüğü şey, sadece kendi fizik vücudu, bu
dünya âlemine ait olan bedenidir. Ama yarım ağırlıklar kanununa göre fizik
bedenin içinde bulunan ve fizik bedenle %100 aynı olan berzah âlemine ait bir
de nefsimiz vardır. Allahû Tealâ Şems Suresinde de nefs vücudumuzu
anlatmaktadır:
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde)
sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
Üçüncü vücudumuz, Allahû Tealâ'nın Secde Suresinde belirttiği,
insana üfürdüğü bizde bir emanet olan Allah'ın ruhudur:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve
ceale lekumus sem'a vel ebsâre vel efideh(efidete), kalîlen mâ
teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin,
fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası),
basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az
şükrediyorsunuz.
Allahû Tealâ bütün insanlara, dilediklerini
yapabilmeleri için, cüz'i irade (serbest irade) vermiştir. Ama 3 vücut ve
serbest irade ile insanı yaratan Allahû Tealâ, insanı boşuna yaratmamış ve
başıboş da bırakmamıştır.
23/MU'MİNUN-115: E fe hasibtum ennemâ halaknâkum
abesen ve ennekum ileynâ lâ turceûn(turceûne).
Öyleyse Bizim, sizi abes olarak (boş yere) yarattığımızı
ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?
75/KIYÂME-36: E yahsebul insânu en yutreke
sudâ(suden).
İnsan başıboş (sorumsuz) bırakılacağını mı zannediyor?
İnsandan başka yarattığı herşeyi Allahû Tealâ insan
için yaratmıştır. İnsan da Allah içindir.
Allah için yaratılan insanı Allahû Tealâ Kendi Zat'ına davet etmektedir.
Kur'ân-ı Kerim'e baktığımız zaman 2 davet ile karşı karşıya olduğumuzu öğreneceğiz:
1- Allah'a
ulaşmayı dilemeye davet.
2- Allah'a ulaşmaya davet.
Davetçiler Allahû Tealâ'nın irşada memur ve mezun
kıldığı Allah'ın mürşidleridir. Allahû Tealâ Yûsuf Suresinde şöyle
buyurmaktadır:
12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed'û ilallâhi alâ
basiretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene tninel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: "Benim ve bana tabî olanların, basiret
üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol,
işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim."
Allahû Tealâ’nın, insanları Kendi Zat'ına davet ederken
bu davet için vazifeli kıldığı mürşidler vardır.
Yusuf-108’de "basiret üzere" buyurulduğuna
göre bu insanlar 7 safha 4 teslimi yaşamışlardır. 4. teslim olan irade
teslimini gerçekleştirdikten sonra Allahû Tealâ'nın Zat'ını kalp gözüyle
görmüşler ve Allah onları irşada memur ve mezun kılmıştır. İrşada memur ve mezun kılınanlar, Allah'ın
emriyle insanları Allah’a davet ederler. Yûsuf Suresinin 8. âyet-i kerimesi bu hakikati ifade etmektedir.
Allahû Tealâ Fussilet Suresinde de sahâbenin Allah’a davet
ettiğini ifade etmektedir:
41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mim-men deâ
ilallâhi ve amile sâlihan ve kale innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi)
yapan ve: "Muhakkak ki ben teslim olanlardanım." diyenden daha güzel
sözlü kim vardır?
Âyet-i kerimede davetçi: “Ben teslim olanlardanım.”
dediğine göre o, ruhunu, vechini (fizik vücudunu), nefsini ve en son iradesini
Allah’a teslim etmiştir. Allah’ın emriyle bu âyette açıklandığı gibi o, diğer
insanları Allah’a davet etmektedir. Allahû Tealâ her devirde kadın olsun, erkek
olsun bütün insanları Kendi Zat’ına davet etmektedir. İnsanın fizik bedeni
Allah’a ulaşamaz. İnsanın nefsi de Allah’a ulaşamaz. Allah’a ulaşan Allah’ın
bize üfürdüğü ruhtur. Allahû Tealâ bu ruhu, Kendi Zat’ına davet etmektedir. Zaten
ruh Allah’ın bir emanetidir. Allahû Tealâ emanetini geri istemektedir:
33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel
ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal
insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz
ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular.
Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.
Allah’ın emaneti olan ruh, sadece insanda vardır. İnsandan
başka bu emaneti taşıyan bir başka varlık yoktur. Bu bakımdan insan, Allah’ın
en sevgili mahlûkudur. Bu ruh sebebiyle meleklerin ve cinlerin Allah’ın emriyle
kendisine secde etmesini istediği yegane varlıktır. İnsanın dışındaki hiçbir
varlık secdeye layık görülmemiştir. Bu durumda yapılması gereken şey, tebliğe
muhatap olduktan sonra kişinin Allah'ın emrine uyarak Allah'ın davetine icabet
etmesi ve dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dilemesidir. Emanet olan ruh, Allah'ın Zat'ına ulaşmadıkça kişi, Allah'ın ermiş evliyasından olamaz.
Türkçe'mizde "ermiş" kelimesi ruhunu dünya hayatında Allah'a
ulaştıranlar için kullanılmaktadır. Allahû Tealâ üfürdüğü ruhu, dünya hayatını
yaşarken Kendisine teslim etmek üzere Allah'a ulaştırmamızı emretmektedir. Davet,
ruhumuzadır. Fizik vücut ölmeden evvel, ruhun muhakkak ki Allah'a ulaşması,
teslim olması lâzımdır. Ruhunun teslimi ile kişi ermiş evliyadan olur.
Dünya
hayatında ruhunu Allah'a teslim edebilmesi için kişinin önce Allah'a ulaşmayı
dilemesi gerekmektedir. Bu, Allahû
Tealâ tarafından üzerimize farz kılınmıştır. 2. safha kişinin kendisini
Allah'a ulaştırmaya vesile olacak mürşidini hacet namazıyla Allah'tan istemesi
ve Allah'ın gösterdiği mürşide tâbî olmasıdır. 3. safhada da ruhunu Allah'a
teslim etmesi lâzımdır. Muhtevaya baktığımız zaman görüyoruz ki; Allah'a
ulaşma dileğini Allahû Tealâ üzerimize farz kılmıştır:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte
ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne). O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun.
Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın
30/RUM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû
şiyeâ(şiyean), kullu hizbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde
fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün g-ruplar, kendilerinde olanla
ferahlanırlar.
Allahû Tealâ, Lokmân Suresinde bir kere daha Allah'a
ulaşmayı dilemenin üzerimize farz olduğunu açıklamaktadır:
31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke ala en tuşrike bî mâ
leyse leke bihî Umun fe lâ tutı'humâ ve sâhib-humâ fîd dünyâ magrûfen vetteb’i
sebile men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bimâ
kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için
seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle
sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah"a ulaştırmayı dileyenlerin)
yoluna tabî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size
haber vereceğim.
Allahû Tealâ, kadın olsun erkek olsun herkesi hanif
fıtratıyla yaratmıştır. Hanif fıtratıyla yarattığı bütün insanlar için seçtiği
bir tek dîn vardır; bu hanif dînidir; Arapça adıyla İslâm Dînidir.
Hanif dîninin tebliğcisi Peygamber Efendimiz Hz.
Muhammed Mustafa (S.A.V) hadîs-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:"Her
doğan çocuk İslâm fıtratıyla, hanif fıtratıyla hayata gelir ama annesi babası
onu yahudî, mecusî, putperest yapar."
Çocuğun dünya hayatına başladığı en yakın çevre
ailesidir. Yani anne babasıdır. Eğer anne baba gizli şirktelerse otomatikman o
çocuğa verdikleri yanlış dîn öğretisi sebebiyle çocuk da gizli şirkte kalır.
Allah'ın, yaşamasını istediği hanif dînini değil, babasından gördüğü
geleneklere, bidatlere dayanan babasının dînini yaşamaya başlar. Lokman-15’de Allahû
Tealâ, buna işaret ediyor ve buyuruyor ki: “Annen baban bilmediğin bir şeyi
Bana şirk koşarlarsa onlara itaat etme (annen baban gizli şirktelerse onlara
itaat etme). Dünya hayatında onlarla iyi geçin. Ama sen Bana ulaşanın yoluna tâbî
ol.”
Evvelâ Allah'a ulaşmayı dilemek üzerimize farzdır.
Daha sonra Allah'a ulaştıran yola tâbî olmayı Allahû Tealâ bize öğütlemektedir.
İnsan dünya hayatına gelir ama başlangıç noktası
itibariyle Allah'ın âyetlerini bilmediği için cahillik ile birçok günah işler. Kazandığı
o çok büyük günahlardan tövbe etmek veya Allah yoluna girmek istediği zaman,
şeytan vesvese yoluyla o güne kadar işlemiş olduğu günahları kendisine
göstererek onu ümitsizliğe düşürür. Allahû Tealâ da bu hakikati bildiği için
"kulun işlediği günah asla Allahû Tealâ'nın affından büyük olamaz"
gerçeğinden hareketle Zumer Suresinde şöyle buyurmaktadır:
39/ZUMER-53: Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ
enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetil-lâhi), innallâhe yagflmz zunûbe
cemîâ(cemîan), innehu huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi
aşmış) kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah,
günahların üzerine hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O;
Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen)."
Bir insanın mağfirete ulaşabilmesi için herşeyden
evvel 3. basamakta Allah'a ulaşmayı dilemesi, insanla Allah arasında Allah'ın
dizaynettiği 28 basamaklık İslâm merdiveninin 14. basamağında mürşidine tâbî
olması gerekmektedir. 3. basamakta Allah'a ulaşmayı dilemeyen hiç kimseye 14.
basamakta tövbe etse dahi mağfiret nasip olmaz. Bu hakikati bir sonraki âyet-i
kerimede Allahû Tealâ bize bir kere daha açıklamaktadır:
39/ZUMER54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min
kabli en ye'tiyekumul azâbu sunime lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a
ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun
(ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım
olunmazsınız.
Âyet-i kerimeler, açıkça Allah'a ulaşma dileğinin
üzerimize farz olduğunu ispat etmektedir.
2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî
karîb(karîbun) ucîbu da'veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu'minû bî
leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki
Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet
ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû
olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada
ulaşırlar (irşad olurlar).
Allahû Tealâ burada: “Benim davetime icabet etsinler”
dediğine göre Allah'ın daveti Allah'a ulaşmayı dilemeye davettir. Resûl'ün
daveti Allah'a ulaşmaya davettir. Allah, Allah'a ulaşmayı dilemeye davet
etmektedir. Resûl ise Allah'a ulaşmayı dileyenleri, Allah'a ulaşmaya davet
eder. Allahû Tealâ'nın Bakara Suresindeki: “Kullarım Beni senden sorarlarsa Ben
onlara yakınım. Dua edenin davetine icabet ederim." ifadesi, "Kim
hacet namazıyla mürşidini Benden talep ederse Ben onlara mürşidi göstereceğim.
Ama onlar da Benim davetime icabet etsinler. Yani Allah'a ulaşmayı
dilesinler." anlamına gelmektedir. İnsan Allahû Tealâ'dan bu dünya
hayatına ait maddî şeyleri isteyebilir, ahirete
ait manevî şeyleri de isteyebilir. Dünyaya ait istedikleri için de Allahû Tealâ
şöyle buyurmaktadır:
2/BAKARA-200: Fe izâ kadaytum menâsikekum fezkurûllâhe
ke zikrikum âbâekum ev eşedde zîkrâ(zîkren), fe minen nâsi men yekûlu
rabbenâ âtinâ fid dünyâ ve mâ lehu fil ahirati min halâk(halâkın).
Böylece (hacca ait) ibadetlerinizi tamamladığınız
zaman, artık atalarınızı zikrettiğiniz gibi, hatta daha da şiddetli (bir
zikirle) Allah'ı zikredin. Fakat insanlardan kim: "Rabbimiz bize
dünyada ver." derse, ahirette onun bir nasibi yoktur.
Allahû Tealâ, burada dünyayı isteyene şartsız
verdiğini ama onun ahirette nasibi olmadığını ifade etmektedir. O zaman Allahû
Tealâ manevî istikametteki taleplerimize davet şartını koşmakta ve davete
icabet etmemizi emretmektedir Eğer biz: "Yarabbim, bizi mürşidimize
ulaştır!" diyerek bir talepte
bulunursak bu manevî istikametteki bir taleptir. Bizim mürşidimize
ulaşabilmemiz için Allahû Tealâ'nn Bakara Suresinde buyurduğu gibi davete
icabet etmemiz şarttır. Allah'a ulaşmayı dilemedikçe, Allahû Tealâ'nın hiç
kimseye mürşid göstermesi söz konusu değildir. Mürşidi görebilmenin olmazsa
olmaz şartı evvel emirde Allah'a ulaşmayı dilemektir. Allahû Tealâ Şûra Suresinde
şöyle buyurmaktadır:
42/ŞÛRÂ-47: Istecîbû li rabbikum min kabli en
ye'tiye yevmun lâ meredde lehu minallâhfminal-lâhi), mâ lekum min melcein
yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah'a ulaşmayı dileyin).
Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığmak yoktur. Ve sizin
için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).
Allah'tan geri çevrilmesine çare olmayan ölüm günü ne
bir saniye ileri, ne bir saniye geri alınabilir. O zaman vazifeli ölüm
melekleri emri mutlaka yerine getirirler. Ölümle zaten herkesin ruhu Allah'a
ulaşır. Ölümle ruhun Allah'a ulaşmasında cüz'i iradenin bir rolü yoktur. Ama
dünya hayatında kendi serbest iradesiyle ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyen
kişinin ruhunu Allah, Kendisine ulaştırmayı garanti etmiştir. Allah, o kişiye
3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısını mükâfat olarak vereceğini
vaadetmiştir. Allahû Tealâ buyurmaktadır ki: “Ölüm günü gelmeden evvel
Allah'ın davetine icabet et. Yani Allah'a ulaşmayı dile.”
Allahû Tealâ Enfâl Suresinn 24. âyet-i
kerimesinde diyor ki:
8/ENFÂL-24: Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lil-lâhi
ve lir remli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâheyehûlu beynel mer'i
ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşemn(tuhşerûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler). Allah
ve Resûl'ü sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman (davete) icabet
edin! Ve Allah'ın kişi ile kalbi
arasına girdiğini ve muhakkak sizin O'na haşrolunacağmızı bilin! (Hepinizin
ruhu Allah'ta toplanacak ve Allah, ruhlarınıza meab olacak.)
Başlangıç noktasında davete icabet etmeyen; Allah'a
ulaşmayı dilemeyen herkes, Allah'a göre ölüdür; dilsizdir; kördür. İşte ölü olan bu insanların
davete icabet etmek suretiyle dünya hayatına göre dirilmeleri gerekir. Allahû
Tealâ Enfâl-24’de bu durumu ifade etmektedir.
Allah'ın daveti ölüyken bizi diriltmektedir. Kim bu davete icabet eder de Allah'a ulaşmayı
dilerse, ölü halde iken dirilir. Acaba bu olay nasıl gerçekleşmektedir? Allahû
Tealâ buyuruyor ki:
27/NEML-80: Inneke lâ tusmiul mevta ve lâ tus-mius
summed duâe izâ vellev mudbirîn(mud-birîne).
Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını
dönüp kaçan sağırlara da (Allah'ın) davetini işittiremezsin.
27/NEML-81: Ve mâ ente bi hâdîl umyi an dalâletihim,
in tusmiu illâ men yu 'minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn(muslimûne).
Ve sen, körleri dalâletlerinden (çevirip) hidayete
erdirecek değilsin. Sen, ancak âyetlerimize inananlara işittirebilirsin. İşte
onlar, teslim olanlardır.
İşitenler, âyetlere îmân edenlerdir. Allahû Tealâ'dan
furkanları alan hak mü'minlerdir. Kişinin hak mü'minlerden olması için evvelâ:
1- Allah'a
inanması,
2- Ruhun
dünya hayatında Allah'a ulaşmasına inanması,
3- Ruhun
dünya hayatında Allah'a ulaşmasının farz olduğuna inanması,
4- Dilemesi
halinde Allahû Tealâ'nm kendi ruhunu Allah'a ulaştıracağından emin olması
lâzımdır.
Birinci gruptakilerden Allah'a ulaşmayı dileyen kişi henüz hiçbir şeyini
teslim etmemesine rağmen Allah, o kişiyi teslim almıştır. Dilekle birlikte o
kişi Allah'ı kendisine vekil tayin etmiştir. Onun vekili olarak Allah onu
teslim almıştır. Bu,teslimin 1. safhasıdır. Doğuştan insanların hassaları ve
uzuvları üzerinde engeller yoktur. Doğuştan hiç kimsenin kalbinde ihbat da
yoktur. Tebliğe muhatap olduktan sonra kişi doğrudan doğruya Allah'a ulaşmayı
dilediği taktirde hassalar ve uzuvlar üstünde engel olmadığı için Allah sadece
onun kalbine ihbatı koyar ve o kişi akledenlerden, âmenû olanlardan olur.
Kalbine ihbatın konmasıyla o kişi artık Allah'ın âyetlerini idrak etmeye
başlar.
22/HACC-54: Ve li ya'lemellezîne utul ilme ennehul
hakku min rabbike fe yu'minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe
le hâdillezîne âmenû ilâ sıratın mustakîm(mus-takîmin).
Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun firşad
makamının. Velî Resûl'ün. Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak
olduğunu bilmeleri. O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı)
idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak
kalplerin mutmain olması) içindir.
Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı
Mustakîm'e hidayet edendir.
İkinci insan grubunda ise durum farklıdır. Daha evvel kendisine tebliğ
ulaştığı halde kişi tebliğe ilgisiz kalmışsa, Allahû Tealâ onun hassalarını
örtmüştür. Bakara Suresine göre sağır ve dilsizdir. Yani kalbi ve kulakları
mühürlü, basar hassasının üzerinde gışavet adlı perde vardır.
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem'ıhim,
ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem'î)
hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet
(perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.
Üçüncü insan grubuna gelince, eğer daha evvel tebliğe muhatap olmuş da tebliğciyi
yalanlamışsa, ona karşı çıkmışsa, İsrâ Suresinin 46. âyet-i kermesine göre
Allahû Tealâ o kişinin uzuvlarına engel koymuştur.
17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten
enyefkahûhu ve fi âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fil kur'âni
vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O'nu (Kur'ân'ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı,
(fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına
vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur'ân'da Rabbinin tekliğini zikrettiğin
zaman nefretle arkalarına döndüler
Diyelim ki daha sonra bu kişinin aklı başına geldi ve
tebliğe muhatap olduğu zaman Allah'a ulaşmayı diledi. O zaman da Allahû Tealâ,
Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesine göre hassalar ve uzuvlar üzerine koyduğu
engelleri kaldırmak üzere o kişiye 7 tane furkan verir.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekul-lâhe
yec'al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfır lekum, vallâhu
zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olursanız
sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin)
günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve
Allah, büyük fazl sahibidir.
Bu 7 furkanla birlikte Allah, o kişinin günahlarını
örter. Günahlarının örtülmesiyle birlikte kişi 1. kat cennetin sahibi olur.
Allah'a ulaşmayı dileyen kişiye 4. basamakta Allah Rahmân esması ile tecelli
ettikten sonra, 5. basamakta baş gözlerindeki hicab-ı mestureyi, basar hassası
üzerindeki gışavet adlı perdeyi almak suretiyle o kişi irşad kademesini artık
görmeye başlar. Daha evvel kişi körken; irşad kademesini irşad kademesi olarak
görmezken furkanların sahibi olduğu zaman 1. ve 2. furkanda mürşidi görmeye
başlar.
3. ve 4. furkanda Allah, kişinin kulaklarındaki
işitmeye engel olan vakrayı alır. Ve sem'î hassasının mührünü açar. O kişi
irşad kademesinin sözlerinin mânâsına ulaşır, işitir. 7. basamakta Allahû
Tealâ idrake mani olan ekinneti alır, fıkıh hassasını açar ve kalbine ihbatı
koymak suretiyle o kişi artık Allah'ın âyetlerini idrak etmeye başlar. İşte bu,
âmenû olan kişidir. İlim kendisine verilmiştir. Kişi irşad kademesinin
sözlerinin Hakk'tan inen sözler olduğuna îmân etmiştir. Allah da bu sebeple
kalbine ihbat koymuş ve o kişi artık idrak eden, akledenlerden olmuştur.
Allahû Tealâ o kişiyi nasıl furkanlar vererek zahire
göre dirilttiyse; 12 ihsanla tamamlayarak bâtına göre de diriltmek üzere
kalbine hidayetle ulaşır. Kişinin nefsinin manevî kalbi şeytana dönükken Allah,
Kendisine çevirir.
64/TEGABUN-11: Mâ asâbe min musibetin illâ bi
iznillâh(iznillâhi), ve men yu'min billahi yehdi kalbehu, vallâhu bi külli
şey'in alîm(alîmun).
Allah'ın izni olmadıkça bir musibet isabet etmez. Ve
kim Allah'a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah,
herşeyi en iyi bilendir.
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi vecâe bi
kalbin munîbin.
Gaybda Rahman'a huşu duyanlar ve münib (Allah'a
yönelmiş) bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelenler (için).
Allah, o kişinin göğsünü şerheder. Göğsünden kalbine
rahmet yolu açar. Kişinin kalbini teslimlere açar.
6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah
sadrehu lil islâm fislâmi), ve men yurid en yudıllehu yec'al sadrehu
dayyikan haracen, ke ennemâ yassa'adu tıs semai, kezâlike yec'alûl-lâhur ricse
alâllezîne lâ yu'minûnfyu'minûne). Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve
(Allah'a) teslime (İslâm'a) açar.
Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi
daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine pislik
(azap, darlık, güçlük) verir.
Rahmet yolu açıldıktan sonra 11. basamakta kişi
zikretmeye başlarsa ki; zikir bir şifredir; Allah’ın katından rahmet ve salâvât
o kişinin göğsüne gelir. Ama rahmet ve salâvâttan sadece rahmet nuru içeriye
sızar. Salâvât sadece onu taşır. % 2'lik rahmet nuru ile kişi huşû sahibi olur.
Ondan ötede hiçbir zaman rahmetin kalpte kalan miktarının %2'nin ötesine
geçmesi mümkün değildir. Nitekim Allahû Tealâ şöyle buyurmaktadır:
39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil
islâmife huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti
kulûbuhum min zikrillâh(zikril-lâhi), ulâike fi dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için)
varmışsa artık o. Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların
vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.
Göğsü şerhedilmiş; göğsünden kalbine rahmet yolu
açılmış insanların kalbine Allah'ın nuru ulaştığı için Allahû Tealâ:
"Onlar, Allah'tan bir nur üzeredir." buyurmaktadır. Allah'tan nur
üzere olan bu insanlar huşû sahibi olanlardır.
57/HADÎD-16: E lem ye'ni lillezîne âmenû en tahşea
kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnu kellezîne ûtûl
kitabe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum
fâsikûn(fâsikûne).
Allah'ın zikri ile ve Hakk'tan inen şeyle (Allah'ın
nurları ile), âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşu
duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece
üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan
kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
Huşû sahibi olan kişi perşembeyi cumaya bağlayan gece
hacet namazı ile mürşidini Allah'tan talep ederse, Allahû Tealâ ona mürşidini
göstereceğini garanti etmektedir.
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve
innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (yardım)
isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini
sormak), huşu sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
Öyleyse davetin
birinci kısmı Allah’a ulaşmayı dilemeye davettir. Davetin ikinci kısmı ise Allah'a ulaşmaya davettir. Allah'a
ulaşmaya davetini Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)'e
hitap ederek şöyle ifade etmektedir:
28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa'lem ennemâ
yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minal-lâh(minallâhi),
innallâhe lâ yehdil kavmez zâlim în (zâlimine).
Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin
hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tabidirler.
Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî
olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini
hidayete erdirmez.
Kişi ya hidayetçiye ya da hevasına tâbî olur. Hacet
namazı ile mürşidini Allah'tan sorması halinde Allah'ın gösterdiği mürşide tâbî
olursa, o kişi Allah'ın hidayetçisine tâbî olmuştur. Allahû Tealâ ona 7 furkan,
12 ihsana ilâveten tâbiiyetle birlikte 7 de ni’met verir. İşte bu noktaya
kadar Allah'a ulaşmayı dileme daveti (Allah'ın daveti) ile Allah'a ulaşma
daveti (resûlün daveti), her ikisi de gerçekleşmiş oldu. Kişi mürşidine tâbî
oldu.
Tâbiiyetle
birlikte Allah, kişiye 7 ni’met verir:
1. ni’met, kişinin başının üzerine Allahû Tealâ devrin imamının
ruhunu göndermesidir.
40/MU'MİN-15: Refıııd derecâti zul arş(arşi), yulkır
ruha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah,
kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği
için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine)
Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden
(Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
2. ni’met, kişinin kalbine îmân yazılmasıdır.
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu'minûne billahi
velyevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev
ebnâehum ev ihvânehum ev aşiretehum, ulâike ketebe fı kulûbihimul îmâne
ve eyyedehum bi ruhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecri min tahtihel enhâru
hâlidînefîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e
lâ inne hızballâhi humul muflihün(muflihûne).
Allah'a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah'a
ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere
muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya
kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki. (Allah) onların kalplerinin içine
îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş
olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları,
altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak
olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı
oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları,
onlar, felaha erenler değil mi?
3. ni’met, bütün günahların sevaba çevrilmesidir.
25/FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen
sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâti-him hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu
gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine
îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa,
o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba)
çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet
gönderendir).
4. ni’met, ruhun vücuttan ayrılıp Sıratı Mustakîm'e ulaşmasıdır.
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(ha kku), fe men
şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü
ve ona tabî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen)
kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Müstakim'i) yol ittihaz eder
(edinir). (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
5. ni’met, o kişi Allah'ı zikretmeye başladığıiçin (zikir ıslâh
edici ameldir), o kişinin nefs tezkiyesine başlamasıdır.
40/MU’İN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ
mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev ıııısâ ve huve mu'minun fe ulâike
yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse
mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim
amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar,
(îmânı artan) mü'minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız
rızıklandırılacaktır.
6. ni’met, iradenin güçlenmeye başlamasıdır.
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum
minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne kefem evliyâuhumut tâgûtu
yuhricûne-hum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum
fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin)
dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve
kâfirlerin dostlan taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost
olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar.
İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
7. ni'met, fizik vücudun Allah'a tâbiiyet kulluğuna
başlamasıdır.
16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fi külli ümmetin resûlen
eni'budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men
hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fil ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul
mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin,
kavimlerin) içinde resul beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık).
(Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan)
içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resulün
daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir
kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin.
Böylece yalanlayanlara akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
Böylece o kişi Allah tarafından 7 furkan, 12 ihsan ve
7 ni'metle teçhizatlandıktan sonra en büyük ibadet olan, ibadetlerin sultanı
olan zikri yapmaya başlar. Allahû Tealâ diğer ibadetleri de kişiye sevdirir;
namazı, orucu, zekâtı, haccı... Ama bunlardan en önemlisi ibadetlerin sultanı zikirdir. Allah kişiye zikri sevdirir ve zikir
artışlarıyla kişi Nefs-i Emmare, Nefs-i Levvame, Nefs-i Mülhime, Nefs-i
Mutmainne, Nefs-i Radiye, Nefs-i Mardiyye ve Nefs-i Tezkiye kademelerini bir
bir geçer.
Nefs-i Emmare'de kişinin yaptığı zikirlerle nefsinin
manevî kalbinde Allah'ın yazdığı îmân kelimesinin etrafında biriken fazılların
miktarı %7 olur. Kişi mürşidine ulaşana kadar sadece kalbine sızan %2'lik
rahmet nuru ile huşû sahibi olmuştu. Fazıllar henüz kalpte yoktur. Ne zaman
kişi mürşidine tâbî olur da Allahû Tealâ Rahîm esması ile tecelli ederse; bu
sefer Bakara Suresinin 157. âyet-i kerimesinde zikredilen rahmet ve salâvâta
ilâveten, fazl ve salâvât da gelmeye başlar:
2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve
rahmetun ve ulâike humul muh-tedün(muhtedûne).
Onlar (dünya hayatında Allah'a mutlaka döneceklerinden
emin olanlar var ya), Rab'lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte
onlar, hidayette olanlardır.
Musîbetlerle imtihan olanlardan her kim Allah'a
ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ Rahmân esması ile onun üzerine tecelli eder.
Rahmet ve salâvâtını göndermeye başlar. Salâvât, rahmeti taşıyandır. Fazıllar
bu devrede yoktur. Kişi mürşidine tâbî olursa Allah Rahîm esması ile tecelli
eder.
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsi, innen nefse le
emmâretun bis sûı illâ mâ vahime rabbî, inne rabbîgafurun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü
nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla
tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları
sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir.
Allahû Tealâ Rahîm esması ile tecelli ettiği kişilere
aynı zamanda salâvât ve fazl da göndermeye başlar.
24/NUR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû
hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi' hutu-vâtiş şeytani fe innehu ye'mum
bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ
zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu
semî'un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tabî olmayın! Ve
kim şeytanın adımlarına tabî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu
taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı
ve Allah'ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin
üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşme-seydi). içinizden hiçbiri
ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye
eder. Ve Allah, Sem'î'dir (en iyi işitendir) Alîm'dir (en iyi bilendir).
Başlangıçta %2'lik rahmet nuru ve daha sonra zikirle
birlikte kişi, kalbinde %49 fazl birikimiyle nefs tezkiyesine, %98 fazl
birikimiyle nefs tasfiyesine ulaşabilir. Nefsini Allah'a teslim edebilir.
Zikir artışlarıyla kişinin nefsinin kalbinde Nefs-i Levvame'de %7, Nefs-i
Mülhime'de %7, Nefs-i Mutmainne'de %7, Nefs-i Radiye'de %7, Nefs-i Mardiyye'de
%7 ve Nefs-i Tezkiye'de %7 nur birikimi olur. 7 tezkiye kademesinde kalpte
oluşan fazılların miktarı %49'a ulaşır. Daha evvel de %2'lik rahmet nuru
kalbinde oluşmuştu. Toplam %51 kalp aydınlandığına, nurlanmasına ulaşıldığı
zaman nefs tezkiyesi tamamlanır.
Her tezkiye kademesinde Allah'ın emaneti olan ruh da
bir gök katı yükselir:
1-
Nefs-i
Emmare'de 1. gök katına,
2-
Nefs-i
Levvame'de 2. gök katına,
3-
Nefs-i
Mülhime'de 3. gök katına,
4-
Nefs-i
Mutmainne'de 4. gök katına,
5-
Nefs-i
Radiye'de 5. gök katına,
6-
Nefs-i
Mardiyye'de 6. gök katına,
7-
Nefs-i
Tezkiye'de 7. gök katına ulaşır. 7 âlemi geçtikten sonra ruh, Allah'ın Zat'ına
ulaşır, Allah'ın Zat'ında ifna olur.
Allahû Tealâ Nebe Suresinin 39. âyet-i kerimesinde
buyuruyor ki:
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men
şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü
ve ona tabî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen)
kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder
(edinir). (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
Ruhun Allah'ın Zat'ına ulaşması ile ruh Allah'a teslim
olur. Kişi ermiş evliyadan olur ve nefs de 7 kademede tezkiye olur ve fizik
vücut da Allah'ın evvab kulları arasına girer. Allahû Tealâ bu noktaya kadar
kadın, erkek bütün insanlar için sadece ve sadece bir dileklerine bağlı olarak
hepsini gerçekleştirmeyi garanti etmiştir. Kişinin basit bir dileğine karşılık
Allahû Tealâ'nın sonsuz bir ikramı söz konusudur. Bu sonsuz ikram 3. kat cennet
ve dünya saadetinin yarısıdır.
Allah'ın
davetinin iki aşamalı olduğu görülmektedir:
ü Davetin
birinci kısmı Allah'a ulaşmayı dilemeye davettir. Daveti yapan Allah’tır.
ü Davetin ikinci
kısmı Allah'a ulaşmaya davettir. Resûl
davet etmektedir. Daveti yapan Allah'tır.
Kişi Allah'a ulaşmayı dilemedikçe, davete icabet
etmediği için; Allah ve Resûlüne isyan eden bir kişi hükmündedir.
Allah razı
olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.