EHLİSÜNNET VEL CEMAAT
Ehlisünnet vel cemaat, Peygamber
Efendimiz (S.A.V)'in sünnetini yaşayan kişilerden oluşan topluluğu ifade etmektedir.
Vel cemaat, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz'e tâbî olan insanlardır.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Mustafa (S.A.V) bir hadîsinde şöyle buyuruyor: "İslâm garip başladı,
tekrar garip olduğu noktaya dönecektir. Müjdeler olsun o gariplere."
Sahâbe soruyor: "Ey Allah'ın Resûl'ü! Gariplere müjdeler olsun, diyorsunuz.
Bu garipler kimlerdir?" Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)
‘in cevabı: "Bu garipler, insanların ortadan kaldırdığı sünnetimi ihya
edenlerdir." Bu hadîs-i şeriften anlaşıldığı gibi, geçen 1400 yıllık zaman
içerisinde şeytan ve onun ahalisi, ehlisünnetin içini boşaltmış ve boş
ehlisünnetle insanları oyalamaktadır. Aynı şekilde vel cemaatin de içini
boşaltmıştır. Bahsedilen hadîs-i şerifte Peygamber Efendimiz (S.A.V), geçen
zaman içerisinde insanların ehlisünnet kaidelerini yerine getirmez hale
geleceklerini, vel cemaat akidesini ortadan kaldıracaklarını ifade etmektedir. Günümüzde
şeytan ve onun tayfası İslâm âlemi içerisinde bunu gerçekleştirmiştir. "Peygamber
Efendimiz (S.A.V) ‘in ehlisünneti nedir?" Allahû Tealâ, Hicr Sûresi
9.âyet-i kerimede buyuruyor ki:
15/HİCR-9:
İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
Muhakkak
ki; zikri (Kur'ân-ı Kerim'i), Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.
Kur'ân-ı Kerim, 14 asır evvel Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’in sünnetini, O'nunla birlikte yaşayan sahâbenin hayatını
âyetleriyle ispat etmekte ve günümüze kadar da korumaktadır. Çünkü Kur’ân’ın bir
harfi bile değişmemiştir. 14 asır evvel sahâbenin hepsi ruhen Allah'a ulaşmayı
dilemişlerdir. Allahû Tealâ, Zumer Sûresi 17, Ra’d Sûresi 20 ve 21. âyet-i
kerimelerde buyuruyor ki:
39/ZUMER-17:
Vellezînectenebût tâgûte en ya'budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe
beşşir ibâd(ibâdi).
Onlar
ki; şeytana kul olmaktan içtinab ederler (kaçınırlar) ve Allah'a yönelirler.
Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele.
13/RA’D-20:
Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar,
Allah'ın ahdini (nefslerinin yeminini, ruhlarının misakini ve vechlerinin
ahdini) ifa ederler (yerine getirirler). Ve misaklerini (ruhlarının Allah'a ezelde
verdiği ölümden evvel Allah'a ulaşma yeminini) bozmazlar.
13/RA’D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb (hisâbi).
13/RA’D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb (hisâbi).
Ve
onlar, Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi
(ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve
kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
Kişi Allah'a ulaşmayı dilerse ne olur?
Allahû Tealâ, insanlarla arasındaki ilişkiyi Kur'ân-ı Kerim standartları içerisinde
28 basamakta dizayn etmiştir. Bütün insanlar için 1. basamakta olaylar vardır.
Bu olayları yaşayan insanların içerisinden 2. basamakta Allah'ın seçtiği, 3.
basamağa ulaşanlar vardır. Bunlar, Allah'ın musîbetlerle imtihan edip imtihanı
başaranlar, sabırla Allah'ın Zat'ını dileyenlerdir. İşte sahâbe, 14 asır evvel
Allah'ın seçtikleri ve 3. basamakta sabırla Allah'ın Zat'ını dileyenlerdir.
Sahâbenin sabırla Allah'ın Zat'ına
ulaşmayı dilemeleri, onlara Allahû Tealâ’nın 12 tane ihsanını ulaştırmıştır. Allahû
Tealâ, sahâbenin üzerine:
1- Rahman
esması ile tecelli etmiştir.
2- Gözlerindeki
hicab-ı mestureyi kaldırmıştır.
3- Kulaklarındaki
vakrayı kaldırmıştır.
4- Kalplerindeki
mührü Allahû Tealâ açmıştır.
5- Allah
küfrü dışarı almıştır.
6- Kalplerindeki
ekinneti kaldırmış, ihbatı koymuştur.
Allahû Tealâ,
İsrâ Sûresi 45 ve 46. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
17/İSRÂ-45:
Ve izâ kara'tel kur'âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu'minûne bil âhıreti
hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen,
Kur'ân'ı okuduğun (onlara anlattığın) zaman seninle onların arasına ki; onlar,
ahirete inanmazlar, gizli (örtülü) bir perde koyarız (hicab-ı mesture).
17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakren), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur'âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakren), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur'âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
Onların
kalpleri üzerine ekinnet koyarız ki; O'nu, Kur'ân'ı (senin söylediklerini),
anlamasınlar (idrak, fıkıh edemesinler). Ve onların kulaklarına vakra (isminde
bir engel) koyarız (seni işitmelerine mani oluruz). Sen Kur'ân'da Rabbinin
tekliğini zikrettiğin zaman onlar, nefretle arkalarını dönerler.
7- Kalplerine ulaşmıştır:
64/TEGÂBUN-11:
Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi
yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah
izin vermedikçe, kimseye bir musîbet isabet etmez. Kim Allah'a âmenû olursa,
Allah onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi bilir.
8- Kalplerine hidayeti
koymak üzere kalplerini Allah'a döndürmüştür:
50/KAF-33:
Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîb(munîbin).
Gaybte
Rahmân'a huşû duyan ve (Allah'a) dönük bir kalple (Allah'ın
huzuruna)gelenlerdir.
9-
Göğüslerinden
kalplerine nur yolu açmıştır:
6/EN'ÂM-125:
Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid
en yudıllehu yec'al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa'adu fîs semâi,
kezâlike yec'alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu'minûn(yu'minûne).
Artık
Allah kimi hidayete erdirmeyi dilerse onun göğsünü teslime (İslâm'a) açar. Kimi
dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış,
sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine pislik (azap,
darlık, güçlük) verir.
10- Açılan
bu yoldan zikirle birlikte gelen rahmet ve fazl, onların kalbine ulaşmıştır.
(Ama kalbin üzerindeki mühür sebebiyle rahmet ve fazl içeri giremez, sadece
rahmet içeri sızar.)
11- Bu
sızıntıyla bütün sahâbe huşûya ulaşmıştır.
12- Ve
huşû sahibi olan kişilerin iç dünyasına Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’e tâbî olma duygusunu, sevgisini koymuş, 14 asır evvel sahâbenin hepsi
Resûlullah'a tâbî olmuştur. Allahû Tealâ, A’râf Sûresi 157. âyet-i kerimede
buyuruyor ki:
7/A'RÂF-157: Ellezîne
yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît
tevrâti vel incîli ye'muruhum bil ma'rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu
lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel
aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu
vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı buldukları ümmî nebî resûle tâbî olurlar. Onlara ma'ruf ile (irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz ve güzel olan şeyleri) helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri) onlara haram kılar. Ve onların ağırlıklarını (günahlarını sevaba çevirip, günahlarının ağırlığını kaldırır: Furkan-70) kaldırır. Ve üzerlerindeki zincirleri (ruhu vücuttan ayrılmasın diye üzerinde olan ve ruhu vücuda bağlayan zincir: Secde-24) kaldırır. Artık onlar, ona îmân ettiler ve ona saygı gösterdiler ve ona yardım ettiler, ve onunla beraber indirilen nura (Kur'ân-ı Kerim'e) tâbî oldular. İşte onlar, onlar felâha (kurtuluşa, cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir.
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı buldukları ümmî nebî resûle tâbî olurlar. Onlara ma'ruf ile (irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz ve güzel olan şeyleri) helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri) onlara haram kılar. Ve onların ağırlıklarını (günahlarını sevaba çevirip, günahlarının ağırlığını kaldırır: Furkan-70) kaldırır. Ve üzerlerindeki zincirleri (ruhu vücuttan ayrılmasın diye üzerinde olan ve ruhu vücuda bağlayan zincir: Secde-24) kaldırır. Artık onlar, ona îmân ettiler ve ona saygı gösterdiler ve ona yardım ettiler, ve onunla beraber indirilen nura (Kur'ân-ı Kerim'e) tâbî oldular. İşte onlar, onlar felâha (kurtuluşa, cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir.
12
ihsanla tâbî olan sahâbenin hepsi Allahû Tealâ’dan 7 ni'met almıştır:
1-
Devrin İmamı'nın Ruhu (Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’in Ruhu) bütün sahâbenin başının üzerine gelip yerleşmiştir.
2-
Kalplerine îmân yazılmıştır.
3-
O güne kadar sahâbenin işlemiş olduğu
günahlar sevaba çevrilmiş, mağfiret olayı gerçekleşmiştir.
4-
Allahû Tealâ'nın emaneti olan ruh,
bedenlerinden ayrılıp Sıratı Mustakîm'e ulaşmıştır.
5-
Sahâbenin hepsi ıslâh edici amellere
başlayarak nefs tezkiyesine başlamışlardır.
6-
Sahâbenin hepsi Sıratı Mustakîm
üzerindeki fizik bedenin hidayetine başlayarak da şeytana kul olmaktan kaçınıp,
Allah'a kul olmaya başlamışlardır.
7-
İradelerini güçlendirmeye
başlamışlardır.
Sahâbenin, Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’in sünnetini yaşadığı ve yerine getirdiği, Kur'ân-ı Kerim'de âyetlerle
sabittir. Ehlisünnetin başlangıcı sahâbedir. Sahâbe, Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’in sünnetine harfiyen uyanlardır. Onlar Allah'a ulaşmayı dileyerek, 12
ihsanla Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî oldular. 1400 yıldan beri iblis, Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’in sünnetini bozmuş, ifsad etmiş, ruhen
dünya hayatında Allah'a ulaşma dileğini değiştirmiştir.
Allahû
Tealâ diyor ki: "Babanız İbrâhîm'in dînini yaşayın." Kur'ân standartları
içerisinde babamız İbrâhîm'in dîni 7 safhadan oluşmaktadır. Birinci safhası, kesinlikle
ruhen Allah'a ulaşmayı dilemektir. Ama günümüzde insanlar bu 7 safhadan
habersizdir. Halbuki 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V), İslâm'ın 7
safhasını da yaşatmıştır. Sahâbenin hepsi Allah'a ulaşmayı
dilemişler ve ruhlarını Allah'a ulaştırmışlardır.
Günümüzde insanlar şu düşünceye
sahiptir: "Ruh bize hayat verir. Ruhumuz vücuttan çıkarsa kişi ölür. O
halde hayattayken ruhun Allah'a ulaşması yoktur. Ancak ölümle, ruh Allah'a
ulaşır." Halbuki, insana hayatı
veren, Allahû Tealâ’dır. Ruh, insanrda Allah'ın bir emaneti olarak bulunmaktadır.
Allah'ın verdiği yetkiyle ruh, her an kendi elektron devir sayısını ayarlama
yetkisinin sahibi olduğu için, dilediği an vücudun içerisine girer, dilediği an
vücuttan çıkar. Ruhun vücuttan çıkması hiç kimseyi öldürmez. Ama şeytanın
gayesi, Allahû Tealâ'nın dînini insanlara yaşattırmamaktır.
Kişinin ehlisünnetten olmasının;
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sünnetini tatbik eden birisi olabilmesinin ön
şartı, olmazsa olmaz şartı, ruhen Allah'a ulaşmayı dilemesidir. Ra’d Suresi 21.
âyet-i kerimeyi hayatına tatbik etmesidir, yaşamasıdır. Allahû Tealâ, bu isteği
kalpte görmek istemektedir. Peygamber Efendimiz (S.A.V), hadîs-i şerifinde
şöyle buyuruyor: "Allah sizin soyunuza bakmaz. Allah sizin mallarınıza da
bakmaz. Allah sizin şeklinize de bakmaz. Allah sizin kalbinize bakar." Peygamber
Efendimiz (S.A.V) bir başka hadisinde buyuruyor ki: “O, benden sonra gelen
garipler, ahir zamanda, Mehdi (A.S) zamanında gelecek olan garipler, onlar
ifsad olan sünnetimi, ıslâh edeceklerdir." 1. garipler grubu,
sahâbedir. 2. garipler ise Mehdi (A.S)’a tâbî olanlardır. Allahû
Tealâ emrini; Hac Sûresi 67. âyet-i kerimede Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e
şöyle veriyor:
22/HAC-67: Li kulli
ummetin cealnâ menseken hum nâsikûhu fe lâ yunâziunneke fîl emri ved'u ilâ
rabbik(rabbike), inneke lealâ huden mustekîm(mustekîmin).
Bütün ümmetler için tek bir yol (şeriat) kıldık. Onlar, onunla amel ederler. Seninle, emirlerin hususunda nizaya düşmesinler. Çünkü; sen, Rabbine davet ediyorsun. Şüphesiz ki; sen, istikameti (Allah'a doğru) bir hidayet üzeresin.
Bütün ümmetler için tek bir yol (şeriat) kıldık. Onlar, onunla amel ederler. Seninle, emirlerin hususunda nizaya düşmesinler. Çünkü; sen, Rabbine davet ediyorsun. Şüphesiz ki; sen, istikameti (Allah'a doğru) bir hidayet üzeresin.
“Sen Rabbine çağır." ifadesindeki “Rabbe
çağırma” davetini kabul edenler, sahâbedir. Bugün, kendilerini ehlisünnet
sahipleri olarak kabul edenlere: "Siz, Allah'ın sizin için tayin ettiği
mürşide tâbî oldunuz mu?" şeklinde sorulduğunda; onlar da: "Kul ile
Allah arasına kimse giremez. İslâm'da ruhban sınıfı yoktur." şeklinde
cevap vermektedirler. A'râf-157'ye göre sahâbenin hepsi Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’e 12 ihsanla tâbî oldular ve Allah'tan 7 ni'met aldılar. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sünnetinin
başlangıcı, ruhen Allah'a ulaşmayı dilemektir. İkinci safhası, Allahû Tealâ'nın
tayin ettiği mürşide tâbî olmaktır. Allahû Tealâ, A’râf Sûresi 157. âyet-i
kerimede buyuruyor ki:
7/A'RÂF-157: Ellezîne yettebiûner
resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli
ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve
yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet
aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî
unzile meahu ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve
İncil'de yazılı buldukları ümmî, nebî, resûle tâbî olurlar. Onlara ma'ruf ile
(irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz
ve güzel olan şeyleri), helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri),
onlara haram kılar. Ve onların, ağırlıklarını (günahlarını sevaba çevirip,
günahlarının ağırlığını) kaldırır. Ve üzerlerindeki zincirleri, (ruhu vücuda
bağlayan bağ ve fetih kapısının üzerindeki 7 baklalı altın zincir) kaldırır.
Artık onlar, O'na îmân ettiler ve O'na saygı gösterdiler ve O'na yardım ettiler
ve O'nunla beraber indirilen Nur'a (Kur'ân-ı Kerim'e) tâbî oldular. İşte onlar,
onlar felâha (kurtuluşa, cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir.
Günümüzde Allah'a ulaşmayı dilemeyen,
Allah'ın kendisi için tayin ettiği mürşide tâbî olmayan insanlar, kendilerini
hidayette zannetmektedirler. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in sünnetini ifsad
etmişlerdir. Yani Allah'a dünya hayatında ulaşmayı, Allahû Tealâ'nın dünya
hayatında tayin ettiği mürşide tâbiiyeti ortadan kaldırmışlardır. İnsanların
elinde sadece İslâm'ın 5 şartı; namaz, hac, zekât, oruç ve kelime-i şahadet
kalmıştır. Allahû Tealâ, A’râf Sûresi 30. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
7/A'RÂF-30: Ferîkan hadâ ve ferîkan hakka aleyhimud dalâletu, innehumuttehazûş şeyâtîne evliyâe min dûnillâhi ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).
Bir kısmı hidayete erdi ve bir
kısmının üzerine dalâlet hak oldu. Muhakkak ki onlar, Allah'tan başka
şeytanları dostlar edindiler. Ve onlar kendilerinin hidayete erdiklerini
zannediyorlar.
14 asır evveline gidildiği zaman, kelime-i
şahadet, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e (A'râf Suresinin 157. âyet-i kerimesine
göre tâbî olan) tâbiiyet sırasında 7 tane şahidin huzurunda sahâbenin söylemiş
olduğu kelimedir: "Eşhedu en lâ ilâhe illâllâh ve eşhedu enne muhammeden
abduhu ve resûluhu"dur. "Şahitlik ederim ki; Allah'tan başka İlâh
yoktur. Ve Hz. Muhammed (S.A.V),O'nun Resûl'üdür." İnsanlar kelime-i
şahadeti, Allahû Tealâ'nın kendileri için tayin ettiği irşad kademesine tâbî
olurken söylemeleri halinde Allah'ın ni'metine kavuşacaklardır. Yoksa kişinin
kendi kendine söylemesi halinde bu nimete kavuşma sözkonusu değildir. Bu durumu
da şeytan yozlaştırmış, ifsad etmiştir. Görülmektedir ki, Kur'ân'ı öğretmekle
görevli olanların %90'ında Allah'a ulaşma dileği yoktur. Bu dilek olmadığı
için, insanlar kelime-i şahadeti yozlaştırarak, herhangi birisi İslâm'a girmek
isterse, ona: "Eşhedu en lâ ilâhe illâllâh ve eşhedu enne muhammeden
abduhu ve resûluhu" kelime-i şahadetini tekrarlatmaktadırlar. Bu kelimeyi
ona tekrar ettiren kişi de daha henüz İslâm dairesinin içerisindedir. Yani
Allah'a inanmış fakat kalbine îmân yazılmamıştır. Çünkü Allah'a ulaşmayı
dilemediği için Allah'tan 12 ihsan almamış; Allah'ın tayin ettiği mürşide tâbî
olmadığı için de 7 ni'mete kavuşamamıştır. Herşey iblisin negatif tesiriyle
zaman içerisinde dejenere edilmiş, yozlaştırılmıştır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir
hadîsinde: "Benim ifsad olan sünnetimi ıslâh edenler gelecek."
buyurmaktadır. Islah olayı; O'nun sünnetini tekrar yaşayan insanların
içerisinde hayata geçirebilmek şeklinde gerçekleşir. Vel cemaat akidesi,
hidayetin yaşanmasıyla mümkünüdür. Peygamber Efendimiz (S.A.V), hadîs-i
şerifinde şöyle buyuruyor: "lâ tectemiu ummetî an dalâletî" (Benim
ümmetin dalâlet üzerinde birleşmez). Allah’a ulaşmayı dilemeyen, Allahû
Tealâ’nın tayin ettiği mürşide tâbî olmayan insanlar dalâlettedir. Dalâlette
olan insanların Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bu hadîs-i şerifine göre cemaat
oluşturmaları mümkün değildir.
Ehlisünnet akidesinin standartları
içerisinde vel cemaat olmak, mutlaka hidayeti yaşamakla gerçekleşmektedir. Dînin
omurgası hidayettir. Ruhun, fizik bedenin ve nefsin hidayetidir. En sonunda
iradenin hidayeti vardır. Sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olmak
suretiyle ruhun hidayetine başlamıştır. Fizik bedenin hidayeti de, nefsin
hidayeti de ve iradenin hidayeti de tâbiiyetle başlamaktadır. 7 kademede nefs tezkiyesini
gerçekleştirenler, ruhlarını Allah'a teslim ederek hidayete ulaştılar. Nefs-i
Emmare, Nefs-i Levvame, Nefs-i Mülhime, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Radiye, Nefs-i
Mardiyye ve Nefs-i Tezkiye kademelerini 14 asır evvel sahâbenin hepsi birer
birer geçmişlerdir. Her tezkiye kademesinde ruhları, birer gök katı yükselerek,
7 âlem geçtikten sonra Yokluk'ta Allah'ın Zat'ına ulaşmıştır. Allahû Tealâ,
Şems Sûresi 9. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Andolsun ki; nefsini tezkiye eden,
felâha erer (cennete girer).
Sahâbe
7 kademede nefs tezkiyesini gerçekleştirerek ruhlarını Allah'a teslim ederek birinci
hidayeti, ruhun hidayetini gerçekleştirdiler. Ruhun hidayetinin
gerçekleşmesiyle fizik beden şeytana kul olmaktan kurtuldu. Ama kul olabildi
mi? Hayır. Henüz nefsin manevî kalbinde %49 karanlık vardır. Bu karanlıklar
sebebiyle henüz fizik beden, Allah'ın farz emirlerini %100 yaşayamıyor, yasak
ettiği fiillerden de elini çekmiş değildir. Ama ne zaman velâyet kademelerinden,
fenâ, beka, zühd ve teslim (muhsinler) kademesine ulaşırsa, kalbinde %9
karanlık olmasına rağmen, fizik bedenin kumandanı akıl; bu %9 karanlığın
taleplerini by-pass ederek (mutlaka her olayda aklın iki müşavirinden bir
tanesi ruh ve nefstir) ruhun talebini fizik bedene tatbik ettirir. Kişi Allahû
Tealâ’nın "yap" dediği bütün emirleri yaşayan, yasak ettiği fiili
işlemeyen bir yapının sahibi olur. Böylece fizik bedenin hidayeti de
gerçekleşmiş olur.
Sahâbenin
hepsinin fizik bedenlerini de Allah'a teslim ettiklerini, Allahû Tealâ şu
âyetlerle ispat etmektedir:
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen
mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme
hanîfâ(hanîfen),
vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
O kişiden, vechi (fizik vücudu)
dînde daha ahsen kim vardır? O kişi ki; vechini (fizik vücudunu) Allah'a teslim
etmiş ve muhsinlerden olmuştur ve hanif olarak Hz. İbrâhîm'in dînine tâbî
olmuştur. Ve Allah, Hz. İbrâhîm'i dost ittihazetmiştir.
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Eğer seninle tartışmaya kalkarlarsa,
o zaman de ki: "Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu)
Allah'a teslim ettik." O kitap verilenlere ve ÜMMÎ'lere de ki: "Siz
de (fizik vücudunuzu Allah'a) teslim ettiniz mi?" Eğer teslim ettilerse o
zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermişlerdir. Eğer yüz çevirirlerse, o zaman
sana düşen (görev) ancak tebliğdir. Allah kullarını BASÎR'dir (görendir).
Sahâbenin
hepsi nefslerini de Allah'a teslim etmişlerdir:
Allahû Tealâ, Zumer Sûresi 18,
Beyyine Sûresi 5 ve Yûsuf Sûresi 108. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel
kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike
hum ulûlelbâb(elbâbi).
Onlar (sahâbe), sözleri işitirler ve onların (sözlerin) ahsen olanına (Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından söylenilenine) tâbî olurlar. İşte onlar, hidayete erenlerdir (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıranlardır). Ve onlar, ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleridir).
Onlar (sahâbe), sözleri işitirler ve onların (sözlerin) ahsen olanına (Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından söylenilenine) tâbî olurlar. İşte onlar, hidayete erenlerdir (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıranlardır). Ve onlar, ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleridir).
98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li
ya'budullâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmus salâte ve yu'tuz zekâte ve
zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Onlar emrolunmadılar. Sadece hanifler olarak, Allah için dînde halis (nefslerini halis kılmış) kullar olmakla emrolundular. Ve namaz kılmakla ve
zekât vermekle emrolundular. İşte kayyum olan dîn budur.
Onlar emrolunmadılar. Sadece hanifler olarak, Allah için dînde halis (nefslerini halis kılmış) kullar olmakla emrolundular. Ve namaz kılmakla ve
zekât vermekle emrolundular. İşte kayyum olan dîn budur.
12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed'û
ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: "Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim."
De ki: "Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim."
Ehlisünnet, vel cemaat standardı
içerisinde yer alanlar, 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olan
sahâbedir. Çünkü Allahû Tealâ’nın kendilerinden istediği tek cemaati
oluşturmuşlardır. Bu tek cemaati oluşturmanın şartı, ruhu ,fizik bedeni,
nefsi ve iradeyi Allah'a teslim
etmektir. Bundan sonraki sistemler otomatiktir. Çünkü Allah, onu Tövbe-i
Nasuh'a davet edecek, Allahû Tealâ'nın davetiyle oluşan Tövbe-i Nasuh'la Allahû
Tealâ, o kişiyi irşada ulaştıracak, kalbi müzeyyen olacak ve o kişi, içinden
gelen bir taleple Allahû Tealâ'ya köle olmayı dileyecektir. İslâm'ın 7.
safhası, bihakkın takvaya ulaşmak ve Allah'a köle olmaktır. Allahû Tealâ, Âli İmrân
Sûresi 103. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-103: Va'tasımû
bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni'metallâhi aleykum iz kuntum
a'dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni'metihî ihvânâ(ihvânen), ve
kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu
lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılın ve fırkalara ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki ni'metini hatırlayın; hani o zaman siz birbirinize düşman idiniz. (Sonra Allah), kalplerinizi uzlaştırdı da O'nun bu ni'meti ile artık kardeşler oldunuz. Siz, ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da (Allah), sizi ondan kurtardı. Allah, size âyetlerini böyle beyan ediyor ki; böylece hidayete eresiniz.
Ve hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılın ve fırkalara ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki ni'metini hatırlayın; hani o zaman siz birbirinize düşman idiniz. (Sonra Allah), kalplerinizi uzlaştırdı da O'nun bu ni'meti ile artık kardeşler oldunuz. Siz, ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da (Allah), sizi ondan kurtardı. Allah, size âyetlerini böyle beyan ediyor ki; böylece hidayete eresiniz.
Sahâbenin hepsi Âli İmrân-103'e göre, Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’e tâbî oldular, Allah'ın ipine sarıldılar, birbirine düşman
iken can kardeşi oldular. Böylece hepsi hidayete erdi. Allahû Tealâ; Âli İmrân
Sûresi 104. âyet-i kerimede sahâbenin tek ümmet, tek topluluk
oluşturduğunu açıkça ifade etmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-104: Veltekun minkum
ummetun yed'ûne ilel hayri ve ye'murûne bil ma'rûfi ve yenhevne anil
munker(munkeri), ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Sizden, (insanları) hayra çağıran,
ma'ruf (irfan) ile emreden, kötülüklerden alıkoyan (nefslerindeki kötü
afetlerden kurtulmalarına yardım eden) bir ümmet (mürşidler) oluşsun. İşte
onlar, MUFLİHUN (felâha erenler)un ta kendileridir.
Allahâ Tealâ, Âli İmrân Sûresi 110.
âyet-i kerimede bu tek cemaati açıkça ispat etmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor
ki:
3/ÂLİ İMRÂN-110: Kuntum hayra
ummetin uhricet lin nâsi te'murûne bil ma'rûfi ve tenhevne anil munkeri ve
tu'minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul
mu'minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).
Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. Ma'ruf ile emreder, münkerden (kötülükten) alıkoyarsınız (nefslerindeki kötü afetlerden kurtulmalarına yardım edersiniz). Allah'a îmân edersiniz. Eğer kitap ehli de îmân etmiş olsaydı kendileri için elbette hayırlı olurdu. Onlardan mü'min olanlar da var ama onların çoğu fasıklardır.
Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. Ma'ruf ile emreder, münkerden (kötülükten) alıkoyarsınız (nefslerindeki kötü afetlerden kurtulmalarına yardım edersiniz). Allah'a îmân edersiniz. Eğer kitap ehli de îmân etmiş olsaydı kendileri için elbette hayırlı olurdu. Onlardan mü'min olanlar da var ama onların çoğu fasıklardır.
Kur'ân'daki İslâm'ın bütünü, aslında
ehlisünnet vel cemaattir. Sünnet, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in mutlaka ifade
buyurduğu Allah'a ulaşmayı dilemek ve Allah'ın bizler için tayin ettiği mürşide
tâbî olmaktır.
Tek Allah'a inanmak, tek cemaati oluşturmak ve İslâm'ın çatısı olan Allah'a teslim olmak. Hanif dîninin 3 tane vasfı budur. Kur'ân'daki İslâm, hanif dîninin bütün standartlarını açıklamaktadır. Allahû Tealâ, sahâbenin bu standartları yaşadığını belirterek, insanların da sahâbenin hayatını örnek alarak Kur'ân'daki İslâm'ı yaşamalarını istemektedir.
Tek Allah'a inanmak, tek cemaati oluşturmak ve İslâm'ın çatısı olan Allah'a teslim olmak. Hanif dîninin 3 tane vasfı budur. Kur'ân'daki İslâm, hanif dîninin bütün standartlarını açıklamaktadır. Allahû Tealâ, sahâbenin bu standartları yaşadığını belirterek, insanların da sahâbenin hayatını örnek alarak Kur'ân'daki İslâm'ı yaşamalarını istemektedir.
Allah razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.