ORUÇ
Oruç, takvaya erişmemizde en önemli
emirdir. Allahû Tealâ: “Sabır ve orucun ecri Bana aittir. Onu, Ben takdir
ederim.” buyurmaktadır. Oruç ve zikir takva sahibi olmanın yoludur. Takva
sahibi olabilmek, oruçlu iken zikretmekle daha kolaydır. Çünkü; oruçlu insan
nefsi ile cihaddadır. En büyük cihad ise nefs ile yapılan cihaddır. Bu cihadı kolaylaştıran
şey, açlık ve susuzluk duygusunu Allahû Tealâ’nın ortadan kaldırmasıdır. Oruçlu
iken Allah’ın yardımının ulaşması ise ancak zikirle mümkündür. Tasavvufta olan
kişilerin tasavvufun dışındakilerden farklı olarak, orucu büyük bir zevkle
tutmaları ve oruçtaki huzuru yaşamaları, zikir sayesindedir. Allah’a ulaşmayı
dileyen kişiye Allahû Tealâ’nın yardımları gelerek Allah, oruç tutmayı
sevdirecektir. Allahû Tealâ, Bakara Suresi 183. âyet-i kerimede orucun takvaya
ulaşmada en önemli bir emir olduğunu ifade etmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor
ki:
2/BAKARA-183: “Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumus sıyâmu
kemâ kutibe alellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).”
Ey îmân edenler! Oruç sizden
öncekilerin üzerine yazıldığı (farz kılındığı) gibi, sizin üzerinize de
(yazıldı) farz kılındı. Umulur ki; (böylece) takva sahibi olursunuz.
Oruç, üzerimize farz kılınmıştır.
Ramazan ayında orucu, kesin olarak tutmamız gerekir. Allahû Tealâ Bakara Suresi
185. âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
2/BAKARA-185: “Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden
lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ vel furkân, fe men şehide minkumuş şehre
felyasumhu ve men kâne merîdan ev alâ seferin fe ıddetun min eyyâmin uhar,
yuridullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usra ve li tukmilul ıddete ve li
tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).”
(Bu sayılı günler) ramazan ayıdır ki;
insanlar için bir hidayetçi (Allah’a ulaşma vesilesi) olan, furkan olan (hakkı
bâtıldan ayırt eden) ve Hüda’dan beyyine (ispat vasıtası olan açıklama) olan
(açıkça anlatılıp açıklanan) Kur’ân onun (bu ayın) içinde indirilmiştir. Artık
içinizden her kim bu aya (yetişir de ramazan ayını görüp) şahit olursa o zaman
onu oruçlu geçirsin. Ve kim hasta veya sefer üzere (yolculuk halinde) ise
(tutamadığı) günler sayısınca diğer günlerde tutar. Allah size kolaylık diler,
zorluk dilemez. (Size bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidayete
erdirecek şey üzerine Allah’ı tekbir etmeniz içindir. Umulur ki; (bütün bu
kolaylıklara) şükredersiniz.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), bizler
için en güzel örnektir. Allahû Tealâ Ahzâb Suresi 21. âyet-i kerimede şöyle
buyuruyor:
33/AHZÂB-21: “Le kad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun
hasenetun li men kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe
kesîrâ(kesîren).”
Allah’a ulaşmayı dileyenler ve Allah’a
ulaşanlar ve Allah’ı çok zikredenler için andolsun ki Allah’ın resûlü en güzel
(ahsen) örnektir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) oruç
konusunda da bize en güzel örnektir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa
(S.A.V)’in Ramazan ayı dışında da oruç tuttuğu görülmektedir. Resûlullah
(S.A.V), her perşembe gününü oruçlu geçirmiştir. Oruçla ilgili Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’in: “Oruç tutunuz,
sıhhat bulunuz” hadisinden de orucun bize sıhhat sağlamakta önemli bir yer
tuttuğu anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in: “Tok iken sofraya oturmayınız ve tok olarak da kalkmayınız.”
hadîsindeki ölçüye uyabilirsek, gerçekten orucun, fizik bedenimizin sıhhatine
kesin bir reçete olduğu açıkça görülür.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Mustafa (S.A.V): “Oruç tutunuz; şeytan,
kanın damarda dolaştığı gibi Âdemoğlunda dolaşır. Oruç ile onun yollarını
daraltın.” buyurmaktadır. Şeytan, nefsimizin afetlerine füccur kapısından
tesir eder. Oruç ibadeti bizi zikir artışına götürür. Bu artış, kalbimizi
nurlandırması sebebiyle aynı zamanda şeytanın kalp üzerindeki tesir sahasını da
azaltır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîsinde de şöyle buyurmuştur: “Oruç bir kalkandır.” Belirtilen hadisi
şeriften anlıyoruz ki; oruç, günahları işlemeye engel olan bir kalkandır. Hz.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V): “Oruçlu iken dilinize hâkim olunuz, başkasına kötü söz söylemeyiniz,
size kötü söz söyleyenlere de ben oruçluyum deyiniz.” buyurmuştur.
Oruç, günahlara kefarettir. Bir
kişinin işlediği birtakım günahların cezasının ödenmesinde Allahû Tealâ’nın
kriterleri vardır. Allahû Tealâ, Mâide Suresi 89. âyet-i kerimede işlenen
günahların kefaretinin ödenmesinde orucu devreye koymaktadır. Allahû Tealâ
buyuruyor ki:
5/MÂİDE-89: “Lâ yuâhizukumullahu bil lagvi fî eymânikum ve
lâkin yuâhizukum bimâ akkadtumul eymân(eymâne), fe keffâretuhû it’âmu aşereti
mesâkîne min evsatı mâ tut’imûne ehlîkum ev kisvetuhum ev tahrîru
rekabeh(rekabetin), fe men lem yecid fe sıyâmu selâseti eyyâm(eyyâmin), zâlike
kefâretu eymânikum izâ haleftum, vahfezû eymânekum, kezâlike yubeyyinullahu
lekum âyatihi leallekum teşkurûn(teşkurûne).”
Allah sizi, yeminlerinizdeki boş
sözlerden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat akid yaptığınız yeminlerden dolayı
sorumlu tutar. Bunun kefareti (cezası), ev halkınıza yedirdiğinizin
ortalamasından on yoksulu yedirmeniz veya onları giydirmeniz ya da bir köle
azad etmenizdir. Bunları bulamayanlar ise üç gün oruç tutsun. İşte
yeminlerinizi bozduğunuz zaman onların (yeminlerinizin) kefareti budur.
Yeminlerinizi koruyun (onları bozmaktan sakının). Allah âyetlerini size böyle
açıklıyor, umulur ki şükredersiniz.
Allahû Tealâ, hac farizasını yerine
getirirken kara avını yasaklamıştır. Yasaklanmasına rağmen, kişi böyle bir
günah işlemişse Allahû Tealâ, bu işlenen günahtan kurtulmanın çözümünde yine
oruca yer vermektedir. Allahû Tealâ Mâide Suresi 95. âyet-i kerimede buyuruyor
ki:
5/MÂİDE-95: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ taktulûs sayde ve entum
hûrûm(hûrûmun) ve men katelehu minkum muteammiden fe cezâun mislu mâ katele min
en neami yahkumu bihî zevâ adlin minkum hedyen bâligal ka’beti ev keffâratun
taâmu mesâkîne ev adlu zâlike siyâmen li yezûka vebâle emrih(emrihî) afâllâhu
amma selef(selefe) ve men âde fe yentakimullâhu minh(minhu) vallâhu azîzun
zûntikâm(zûntikâmin).
Ey îmân edenler! Siz ihramda iken av
hayvanını öldürmeyin. Ve sizden kim kasten (bilerek) onu öldürürse, o zaman
kendisine öldürdüğünün dengi bir hayvanın cezası vardır ki, (bunun öldürülen
hayvanın dengi olduğuna dair) içinizden, âdil iki kimse takdir edip karar
verir. Kâbe'ye ulaşacak (Kâbe'ye götürülüp orada kesilecek) bir kurban veya
yoksulları yedirme şeklinde bir kefâret, ya da buna denk bir oruçtur ki bu,
böylece o yaptığı işin vebalini tatması içindir. Allah, geçmiştekileri (işlenen
bu tür cürümleri) bağışladı. Kim dönüp de (bir daha) böyle yaparsa, o taktirde
Allah ondan intikam alır. Allah Azîz'dir, intikam sahibidir
Mâide Suresi 95. âyet-i kerimede
belirtilen günahın cezası; kurban kesmektir; fakiri doyurmaktır; o da yerine
getirilemezse oruç tutmaktır. Kişi malî ibadeti yerine getiremiyorsa, bedenî
ibadeti yerine getirmelidir.
Allahû Tealâ: “Bir mü’minin, kasten
öldürmesi olamaz.” buyuruyor. Ama yanlışlıkla öldürmüşse, o zaman burada da bir
kefaret vardır, diyet vardır. Kişinin diyetini mal ile ödeyememesi durumunda bu
günaha, oruç kefaret olmaktadır. Allahû Tealâ Nisâ Suresi 92. âyet-i kerimede
şöyle buyuruyor:
4/NİSÂ-92: Ve mâ kâne li mu’minin en
yaktule mu’minen illâ hataâ(hataen), ve men katele mu’minen hataen fe tahrîru
rakabetin mu’minetin ve diyetun musellemetun ilâ ehlihî illâ en yessaddakû, fe
in kâne min kavmin aduvvin lekum ve huve mu’minun fe tahrîru rakabetin
mu’mineh(mu’minetin), ve in kâne min kavmin beynekum ve beynehum mîsâkun fe
diyetun musellemetun ilâ ehlihî ve tahrîru rakabetin mu’mineh(mu’minetin), fe
men lem yecid fe sıyâmu şehreyni mutetâbiayni tevbeten minallâh(minallâhi), ve
kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ve bir mü'minin, bir mü'mini
öldürmesi, “hata ile olması hariç” olamaz (caiz değildir) ve kim bir mü'mini
bir hata sonucu öldürürse, o zaman bir mü'min köle azad etmesi ve ölenin
ailesine bir diyet teslim edilmiş olması gerekir, ancak onların, (o diyeti)
sadaka olarak bağışlamaları hariç. Fakat o (hata ile öldüren) eğer, size düşman
bir kavimden olup ve o mü'minse, o taktirde, bir mü'min köle azad etmesi
gerekir. Ve eğer sizinle arasında anlaşma bulunan bir kavimden ise o zaman
ölenin ailesine teslim edilmiş bir diyet ve bir mü'min köle azad etmesi gerekir.
Fakat (bunları) yapmaya imkân bulamayan kimse ise, o taktirde tövbesinin
Allah tarafından kabulu için, ardarda iki ay oruç tutsun .Ve Allah,
en iyi bilendir, en iyi hüküm verendir.
Erkeklerden bazıları eşlerini,
annelerinin yerine koyarak haksız sözler söylerler. Allahû Tealâ: “Bunu bilerek
yapan kişinin günah kazandığını ama yine bu günahtan dolayı fakiri doyurması,
giydirmesi, köle azad etmesi, bunları yerine getiremediği zaman da mutlaka bu
günahını kefaretini oruçla ödemesi lâzım geldiğini” bizlere bildirmektedir.
Allahû Tealâ Mucâdele Suresi 2., 3. ve 4. âyet-i kerimelerde şöyle
buyurmaktadır:
58/MUCÂDELE-2: Ellezîne yuzâhirûne
minkum min nisâihim mâ hunne ummehâtihim, in ummehâtuhum illellâî velednehum,
ve innehum le yekûlûne munkeren minel kavli ve zûrâ(zûren), ve innellâhe le
afuvvun gafûr(gafûrun).
İçinizden (sizden) kadınlarına sırt
çevirenler (arkalarını dönenler) ki, onlar (eşleri) kendilerinin anneleri
değildir. Onların anneleri, sadece onları doğuranlardır. Ve muhakkak ki onlar,
gerçekten inkâr edici (çirkin) ve günaha sokan (ağır) bir söz söylüyorlar.
Muhakkak ki Allah; mutlaka affeden ve mağfiret edendir.
58/MUCÂDELE-3: Vellezîne yuzâhirûne
min nisâihim summe yeûdûne li mâ kâlû fe tahrîru rekabetin min kabli en
yetemâssâ, zâlikum tûazûne bih(bihî), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Onlar ki, kadınlarına sırt çevirip,
sonra söyledikleri şeyden geri dönerler. O taktirde temas etmeden önce bir
köleyi azad etsin (serbest bıraksın). İşte size bu vaazediliyor (yapmanız
gerekenler öğüt veriliyor). Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.
58/MUCÂDELE-4: Fe men lem yecid fe siyâmu şehreyni
mutetâbiayni min kabli en yetemâssâ, fe men lem yestetı’ fe ıt’amu sittîne
miskînâ(miskînen), zâlike li tû’minû billâhi ve resûlih(resûlihî), ve tilke
hudûdullâh(hudûdullâhi), ve lil kâfirîne azâbun elîm(elîmun).
Artık kim (azad edecek köle veya
cariye) bulamazsa, o taktirde (eşlerine) temas etmeden önce iki ay devamlı
(ardarda) oruç tutsun. Fakat kimin (oruca) gücü yetmezse, o zaman altmış miskini (çalışmaktan
aciz, yaşlı kimseyi) doyursun. İşte bu, Allah'a ve O'nun Resûl'üne îmân
ettiğiniz içindir. Ve bu, Allah'ın hudududur ve kâfirler için elîm azap vardır.
Allahû Tealâ; orucun vaktini Bakara
Suresinin 187. âyet-i kerimede şöyle ifade etmektedir:
2/BAKARA-187: “Sûmme etimmûs sıyâme ilelleyli, ve lâ
tubaşiruhunne ve entum âkifune fil mesâcid(mesâcidi). Tilke hududullâhi fe lâ
takrabûhâ, Kezalike yubeyyınullâhu âyatihî lin nâsi leallehum
yettekun(yettekune).”
Oruç gecesinde kadınlarınıza (cinsel)
yaklaşmada bulunmanız size helâl kılındı. Onlar sizin için, siz de onlara için
(fenalığa karşı koruyucu) birer elbisesiniz. Allah, sizin nefslerinize ihanet
ettiğinizi bildi ve tövbenizi kabul etti de sizi affetti. Böylece şimdi onlara
(eşlerinize) yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdığı takdir ettiği şeyi
(üremeyi) isteyin. Fecirde beyaz iplik siyah iplikten tebeyyün edinceye
(size seçilinceye) (gündüzün aydınlığı, gecenin karanlığından sıyrılıncaya)
kadar yiyin için. Sonra da geceye kadar tamamlayın. (Çok ibadet
etmek için) mescidlerde itikâfta iseniz geceleri de (cinsel) yaklaşmada
bulunmayın. Bunlar, Allah’ın (yasak) sınırlarıdır. Sakın yaklaşmayın. İşte
Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor. Umulur ki; takva sahibi olursunuz.
Bakara Suresi 187. âyet-i kerimeye
göre; siyah iplik, beyaz iplikten ayırt edilene kadar oruca niyet edip, akşam
ezanıyla birlikte orucumuzu açmamız gerekmektedir. Allahû Tealâ’nın dizaynında,
Ramazan aylarında kadınlara yaklaşma mümkün olmasına rağmen, itikâfa çekilenler
bunu yapamazlar. Allahû Tealâ itikâf süresi boyunca kadınlara yaklaşmayı yine
aynı âyetle yasaklamaktadır.
Hastalar ve yolculukta seferî halde
olanlar, özürleri sebebiyle Ramazan ayında oruç tutmayabilirler. Ama
tutmadıkları günler kadar kaza etmeleri lâzımdır. Buna gücü yetmeyenler,
karşılığında bir fakir doyumu kadar fidye ödemelidir. Allahû Tealâ; Bakara
Suresinin 184. âyet-i kerimesinde geçerli mazeretleri sebebiyle oruç
tutamayanlar hakkında buyuruyor ki:
2/BAKARA-184: “Eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin), femen kâne minkum
marîdan ev alâ seferin fe ıddetun min eyyâmin uhar, ve alellezîne yutîkûnehu
fidyetun taâmu miskîn(miskînin), femen tetavvaa hayran fe huve hayrun
leh(lehu), ve en tesûmû hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).”
(Size farz kılınan bu oruç) sayılı
günlerdir. Sizden kim hasta veya sefer üzere (yolculuk halinde) bulunursa,
(tutamadığı) günler sayısınca diğer (başka günlerde tutar). (İhtiyarlıktan veya
iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan dolayı) ona (oruç tutmaya) güç
yetiremeyenler, bir yoksulu (sabah, akşam) doyuracak (kadar) bir fidye vermesi
(gerekir). Bununla birlikte kim de; isteyerek (gönülden) bir hayır yapar da,
(orucunu veya fidyeyi) artırırsa, işte bu kendisi için bir hayırdır. Eğer
bilmiş olsaydınız oruç tutmak sizin için de hayır olurdu.
İnsanlar oruç tutmaktadır. Ama eğer
Allah’a ulaşmayı dilemiyorlarsa, eğer Allah’ın tayin ettiği mürşide tâbî
değillerse, bu oruç onları sadece Allahû Tealâ’dan uzaklaştırır. Sigara içen
bir insan, bu süre içerisinde sigara içmediği için (şeytanın füccur kapısından,
onun afetleri üzerinde vücuda getirdiği hassasiyet, öfke yüzünden) etrafını
kırar ve kazandığından çok daha fazlasını kaybeder. O insanlar için oruç;
sadece yemeden, içmeden kesilmedir. Ama
Allah’a ulaşmayı dileyen bir insanda oruç daha farklıdır. Muhakkak ki; Allah’a ulaşmayı dileyen kişi,
Allahû Tealâ’dan ihsanlar almaktadır. Bu ihsanlar; Allahû Tealâ’nın yardımı,
Râhman esmasıyla o kişinin üzerine tecelli etmesi, hicab-ı mesturenin
kaldırılması, kulaklardaki vakranın kaldırılması, kalpteki ekinnetin
kaldırılması, kalbe ihbatın konması, kalbe hidayetin konması, kalbin Allah’a
dönmesi, Allah’ın kalbe giden nur yolunu açması ve kalpte huşûnun
gerçekleşmesi, huşû sahibi olan kişiye Allah’ın mürşidi göstermesi şeklinde
gerçekleşmektedir. Allah’a
ulaşmayı dileyip, bu ihsanları aldığımız zaman, eğer mürşidimize tâbî olmuşsak
mutlaka 3 vasıf şartına ulaşırız:
1- Ruhumuz Sıratı Mustakîm’e ulaşır.
2- Fizik vücudumuzun şeytana kul olmaktan
kurtulup Allah’a kul olmaya başlar.
3- Nefsimiz de nefs tezkiyesine başlar.
Nefs tezkiyesine başlanması demek, gün geçtikçe kişinin nefsinin üzerindeki
şeytanın hakimiyet alanının azalması demektir. O zaman oruç, o kişi için
sadece açlık ve susuzluk değil, bir nefsi tezkiye aracı olmaktadır.
Başlangıç noktasında bütün insanlar,
Nefs-i Emmare’dedir. Yani herkes şeytanın füccurunu almaktadır. Daha sonra
Nefs-i Levvame, sonra da Nefs-i Mülhime kademesi gelmektedir. Başlangıç
noktasında bütün insanların şeytandan füccur ilhamları almasına karşılık,
Allah’tan takva ilhamını alabilmemiz, nefs tezkiyesinin üçüncü kademesinde
gerçekleşir. Oruç, zikir artışına vesile olduğu için zikir de bizi nefs
tezkiyesine götürür. Dolayısıyla oruç, takvaya ulaştıran vasıtalardan
birisidir. Allahû Tealâ, bizden sadece Allah’a ulaşmayı dilememizi
istemektedir. Ne olur dilersek? Allah bize mutlaka ihsanlar verir. Mürşide tâbî
olduğumuz zaman Allahû Tealâ mutlaka ni’metler de verir. Allahû Tealâ; verdiği
ihsanlar ve ni’metlerle, kuluna bütün vasıta emirleri sevdirir. O kişi orucu
sever. Oruç; onun için sadece açlık ve susuzluk değil, Allah’ın yardımını ona
ulaştıran bir vasıta haline gelir. Namazı da severek kılar. Bütün bunları
Allahû Tealâ’dan aldığı yardımlarla gerçekleştirir.
Fizik beden, ruhla nefs arasında bir
savaş mekânıdır. Ama nefs, gün geçtikçe tezkiye olmaya başlarsa, tezkiye olduğu
kadar ruhla paralel bir dizayna ulaşır. Akabinde fizik vücut da bu vasıta
emirleri kolaylıkla yerine getirmeye başlar. Sonuçta; daha evvel mide orucu tutan kişi yedi kademede nefs
tezkiyesini gerçekleştirince, oruca
diğer uzuvlarda da katılır. Yani gözler de kulaklar da dil de oruç tutmaya
başlar. Nasıl mı? Fizik bedenin Allah’a teslimiyle... Ruhun Allah’a
teslimi, bizi Allahû Tealâ’nın yasak ettiği fiillerden korur. Hz. Muhammed
Mustafa (S.A.V) Efendimiz: “Oruçluyken
kötü söz söylemeyin. Size kötü söz söyleyenlere de karşılık vermeyin. Ben
oruçluyum deyin.” buyuruyor. Oruç, dilimizi Allah’ın yasak ettiği fiillerde
kullanmamıza mani olan bir vasıtadır.
Zikrimizi arttırırsak fenâ, beka ve
zühd kademesinde kulaklarımızın da, gözlerimizin de bu oruca katıldığını
görürüz. Fizik bedenini Allah’a teslim etmiş bir insanın artık kulaklarının da
gözlerinin de günah işlemesi söz konusu değildir. Kur’ân-ı Kerim’deki İslâm’ın
yedi safhasına göre oruç ibadeti, geniş bir yelpaze içerisinde değer
kazanmaktadır. Başlangıçta oruç, kişi için sadece açlık ve susuzluğu ifade
ediyorken daha sonra onu elini, dilini koruma noktasınına götürür. İnsan,
nefsini de Allah’a teslim ettiği zaman, düşünceleriyle de oruç tutar. (İhlâsın
yedi şartından bir tanesi de düşüncelerimizden hesaba çekilmektir.) Bu seviyedeki
insan, Allahû Tealâ’nın kendisine verdiği fizik bedenin her uzvuyla oruçludur. Oruç, uzuvlarımızla da tutulmalıdır.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) bu konuda: “Eğer oruç sizi yalancılıktan, emanete
hıyanetten vazgeçiremiyorsa, Allah’ın sabahtan akşama kadar aç kalmanıza
ihtiyacı yoktur.” buyuruyor.
Dînin odak noktasında hidayet vardır.
Hidayet yoksa dîni yaşamak da yoktur. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa
(S.A.V), âlemlere rahmet olarak gönderildi. Oruç hidayetin gerçekleşmesinde,
vasıtalardan sadece bir tanesidir. Ama kim için? Allahû Tealâ’nın tayin ettiği
mürşide tâbî olan kişi için. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadisinde : “Oruç sabrın yarısıdır.” buyuruyor. Nefsimizin en büyük afetlerinden birisi
sabırsızlıktır. Daimî zikir
noktasında, sabırsızlığın yerine sabır yerleşir. Oruç, daimî zikre ulaşıncaya kadar bizi sabra alıştırmaktadır.
Dînin temeli olan Allah’a ulaşmayı
dileyip ihsanla, mürşide tâbiiyet gerçekleşmiyorsa, vasıta emirlerin bizi bir
yere ulaştırması mümkün değildir. Günümüzde şeytanın İslâm âleminin önüne
koyduğu tuzak şudur : “Ruhun Allah’a ulaşması yoktur, ruh vücuttan çıkınca kişi
ölür. Ancak ölümle ruh Allah’a ulaşır. Mürşide tâbî olmadan da insanlar cennete
girebilir. Kul ile Allah arasına kimse giremez. İslâm’da ruhban sınıfı yoktur
ve Allah’a ulaştırmakla vazifeli mürşid yoktur.” Şeytan bu düşünceleri
insanlara kabul ettirmiştir. Bu kişiler, bu vasıta emirleri yerine getirseler
dahi temel olmayınca, İslâm dizaynının onun üzerine kurulması mümkün değildir.
Allahû Tealâ’nın istediği bir dizayn içerisinde mutlaka Kur’ân-ı Kerim’e
bağlanmamız gerekir. Bugün İslâm’ın beş şartını yerine getirenler, oruçlu
oldukları günlerde, dayanılmaz bir açlık ve susuzluk içerisinde etrafındaki
insanların kalbini kırıyorlarsa bu noktada bir eksiklik ve yanlışlığın olduğunu
düşünmek gerekir. Kur’ân-ı Kerim’in muhtevası içerisinde orucun yerine
baktığımız zaman; Allahû Tealâ’nın oruç ibadetini açlık, susuzluk çekelim diye
değil, aksine Allah’ın güzelliklerini yaşayalım diye farz kıldığını
görmekteyiz.
Kur’ân’daki İslâm, yedi safhadan
oluşmaktadır. Bu safhanın başlangıcı Allah’a ulaşmayı dilemek, ikinci safhası
mürşide ulaşmaktır. Daha sonraki safhalar; ruhun Allah’a teslimi, fizik bedenin
Allah’a teslimi, nefsin Allah’a teslimi, irşada ulaşma ve iradenin de Allah’a
teslimiyle tamamlanır. Olay bu muhteva içerisinde olmasına karşılık ne yazık
ki; insanlar bunun idrakinde değillerdir. Günümüzde nefs, paraya çok tamah
ettiği için genellikle mal ile yapılan ibadetler unutulmuş, geriye oruçla,
namaz kalmıştır. Namazlar da kısaltılınca geriye sadece oruç kalmıştır.
Orucun bizleri Allahû Tealâ’nın
güzelliklerine ulaştırması, mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyip, ihsanla mürşide
tâbîyetle gerçekleşir. Aksi takdirde kulaktan dolma sözlerle insanlar hep
mürşide tâbî olmayı bir fantezi olarak görecek hatta çoğu kişi bunu bir
sapıklık olarak değerlendirecektir. Halbuki Kur’ân’daki İslâm’ın odak
noktasında Allah’a ulaşmayı dilemek ile başlayan 7 safha 4 teslim vardır. Mürşide
tâbiiyet bu safhaların 2.’sidir. 1. safha olan Allah’a ulaşmayı dilemek yoksa İslâm
da yoktur. Ancak Allah’a ulaşmayı dileyip, mürşide tâbîiyetle; ruhun, fizik
vücudun, nefsin ve iradenin teslimi gerçekleşir. Teslimler gerçekleştikçe,
insanın dünya ve ahiret saadeti artar. İbadetler zevk vermeye başlar; oruç da
sadece açlık ve susuzluk olmaktan çıkarak, insana mutluluk veren bir ibadet
haline gelir.
Allah razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.