24 Ekim 2015 Cumartesi

BİRR

BİRR
Dersimizin konusu; Kur’ân-ı Kerim âyetleri ışığında anlatılacak olan, “birr” dir.
Kur'ân-ı Kerim içeriğine bakıldığında, insan ilişkilerinin iki grupta incelenmesi sözkonusudur:
1- Kul ile Allah arasındaki ilişkiler.
2- Kul ile kul arasındaki ilişkiler.

1- Kul ile Allah arasındaki ilişkilerde hak sahibi Allah'tır. Allahû Tealâ dilerse, kulun günahını affetmektedir. Allah dilerse; kulun günahlarını, mürşidine tâbî olması halinde sevaba çevirmekte, dilerse o kula günahlarından dolayı azap etmektedir. Namaz, oruç ve bu dizayn içindeki emirler, kul ile Allahû Tealâ arasındaki ilişkileri tayin eder. Bu farz emirler yerine getirilmediği taktirde, yerine getirilmiş olsaydı hangi derecat kazanılacaksa o kadar derecat kaybedilmektedir. Bu hal üzerine olan insan, nefsine zulmetmiş olmaktadır.
2- Kul ile kullar arasındaki ilişkilerde, hak sahibi kuldur. İnsanlar, kulların haklarını ödemediği taktirde onlara zulmetmiş olup, onlara zulmetmekle de üzerlerine vebal almaktadırlar. Dolayısıyla, Allahû Tealâ’nın indinde kul hakkı çok önemlidir. Konumuz olan “birr”, kul hakkının standartları içerisinde olup, kul ile kullar arasındaki ilişkileri anlatmaktadır.
Hz. Ebubekir Allahû Tealâ'nın bir sevgilisi olup, Hülefâ-ü Râşidûn’un birincisidir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V), Rahmet-i Rahmân'a kavuştuktan sonra insanlar nefslerine uyup, yozlaşma başladığında; Hz. Ebubekir'in söylediği şu söz, çok mânidar ve önemlidir: "Ben, namaz ve zekâtı birbirinden ayıranlara savaş açarım." Namaz, kul ile Allah arasındaki ibadeti ifade eder. Ama birr, insan ile diğer insanlar arasındaki kul hakkını içermektedir. İnsanlar yozlaşmaya başladığında, özellikle diğer insanlarla olan ilişkilerde kul hakkına riayet etmemeye başlamışlardır. Bu sebeple Hz. Ebubekir, zekâtını vermeyenlere savaş açacağını belirtmiştir.
Kul ile Allahû Tealâ arasındaki ilişkilerde; Allah'ı temsil eden, huzur namazının imamıdır. Adâletin timsalidir. Allah adına, yeryüzünde adâleti gerçekleştirendir. İşte Hz. Ebubekir, yeryüzünde Allah adına adâleti yerine getiren kişi olarak düşünülürse; kul hakkının ihlali halinde hakkı, hak sahibine teslim etmek elbette onun görevidir. Kendisinden sonra gelen Hz. Ömer; tarihte adâletin timsali,  Allah'ın bir sevgilisi olarak hep anılmıştır ve anılacaktır.
Allahû Tealâ, Bakara Suresi 177. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

2/BAKARA-177: "Leysel birra en tuvellû vucûhekum kıbelel meşrıkı vel mağrıbi ve lâkinnel birra men âmene billâhi vel yevmil âhırı vel melâiketi vel kitâbi ven nebiyyîne, ve âtelmâle alâ hubbihî zevil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkine vebnes sebîli ves sâilîne ve fir rıkâbi, ve ekâmes salâte ve âtez zekâte, vel mûfûne biahdihim izâ âhedû, ves sâbirîne fil ba'sâi ved darrâi ve hınelbe'si, ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humul muttekûn(muttekûne)."
Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) birr (ebrar kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin asıl birr, kişinin, Allah'a, yevm'il ahire, (Allah'a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere, kitaba, peygamberlere îmân etmesi ve O'nun sevgisine dayalı olarak, akrabalarına (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara) yolda kalmış yolculara, dilencilere, köle ve esirlere (kurtulmaları için) mal vermesi (harcaması) namazı kılması, zekâtı vermesi, ahd verdiği (Allah'a ve insanlara) zaman ahdini yerine getirmesi, zorlukta ve darlıkta ve sıkıntı halinde sabredenlerden olmasıdır. İşte onlar, o kişiler sadıklardır. İşte, takva sahibi onlardır.

Hadîs kitaplarında geçen, önemli bir hadîs vardır. Cebrail (A.S) bir gün beyaz elbiseler içerisinde, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in huzuruna gelir ve sualler sormaya başlar. İlk sorusu:
-Îmân nedir Ey Allah'ın Resûl'ü?
Peygamber Efendimiz (S.A.V) inanç şartlarını açıklıyor:
- Allah'a, meleklerine, dünya hayatında ruhun Allah'a ulaşmasına, resûllerine, ölümden sonra kıyâmet gününde dirilmeye inanmaktır.
Allahû Tealâ; birr'i açıkladığı Bakara Suresi 177. âyet-i kerimede,  önce inanç şartlarıyla bir başlangıç yapmaktadır. Bu inanç şartlarından sonra, birr'i devreye koymuştur. Daha sonra da vasıta emirleri bildirmiştir. Özellikle, inanç şartlarından en önemlisi iblis tarafından gizlenmiştir ki; bu, insanı kurtuluşa ulaştıran ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasıdır. İblis: “Ruh bize hayat verir, ruh vücuttan çıkınca kişi ölür, ruhun biz hayattayken Allah'a ulaşması yoktur, irciî emri bir ölüm emridir, ancak ruhumuz ölümle Allah'a ulaşır.” diyerek insanları kandırmış ve Kur'ân-ı Kerim'in içeriğinde olan bu emri tatbikattan çıkartmıştır. İnsanlara ezberlettirilen, "Îmânın şartları nedir?" sorusuna verilen cevapta da ruhun dünya hayatında Allah'a ulaştırılması yer almamıştır.
İblis; inanç şartlarını devre dışı bırakarak, insanların Allahû Tealâ'nın emrettiği standartlar içerisinde kalp şartlarının sahibi olmasını istememektedir. Mürşide tâbiiyet de günümüzde İslâm tatbikatının içerisinde yer almamaktadır. İblis, vasıta emirlerin içinde en önemlisi olan zikri de unutturmayı başarmıştır; insanların elinde, onları asla kurtuluşa ulaştırmayacak sadece vasıta emirleri bırakmıştır. İblis: "İnsanlar bir şeylerle oyalansınlar. Onlarla kurtuluşa ulaşacaklarını zannetsinler ve hiç kimse kurtuluşa ulaşamasın." demektedir. İşte, bir insanın kurtuluşa ulaşamaması için, ona dünya hayatında ruhunu Allah'a ulaştırmasını unutturmak yeterlidir.  Dünya hayatını yaşarken ruhun Allah'a ulaşmasını dilemeyen bir insan, mürşide tâbî olsa da mürşid ona bir fayda vermez. Mürşidin ona fayda verebilmesi, kişinin kalp şartlarına sahip olmasına ve Allah'a ulaşmayı dilemesine bağlıdır. Bu nedenle Bakara Suresi 177. âyet-i kerimede Allahû Tealâ; inanç şartlarının içerisinde, önce ruhun dünya hayatını yaşarken Allah'a ulaşmasını açıklamaktadır. Sonra vasıta emirleri belirtmektedir. Âyetin kapsamı içerisinde, kişi öncelikle inanç ve kalp şartlarının sahibi olacaktır. Daha sonra üç tane vasıf şartının da sahibi olacaktır. Bu vasıf şartlarından birincisi; mürşide tâbiiyet sırasında ruhun bizden ayrılıp Sıratı Mustakîm'e ulaşmasıdır (ruhun hidayeti). İkincisi; fizik bedenin Sıratı Mustakîm üzerinde şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah'a kul olmaya başlamasıdır (fizik bedenin hidayeti). Üçüncüsü; nefsimizin nefs tezkiyesine başlamasıdır (nefsin hidayeti).
Allahû Tealâ buyuruyor ki: "Onlar, Allah ile olan ahdlerini ifa ederler." İnsanı üç vücutla yaratan Allahû Tealâ; ruhumuzdan misak, fizik bedenimizden ahd ve nefsimizden yemin almıştır. Bakara Suresi 177. âyet-i kerime, insanın fizik beden olarak Allah'a vermiş olduğu ahdi açıklamaktadır. Âyet-i kerimedeki: “Onlar darlıkta da, yoklukta da, sıkıntıda da sabrederler.” ifadesinde belirtilen sabrın sahipleri, nefs tezkiyesini yapanlardır. Onlar sadıklardır ve takva sahipleridir.
Zekât ve birr, dînî hayatımızda çok önemli bir yer tutmaktadır. İnsan, sosyal bir mahlûktur. İnsanın diğer insanlarla olan ilişkilerinde, hakkı vermesi dînin farz emirlerindendir. Bakara Suresi 177. âyet-i kerimede belirtilen ihtiyaç sahipleri; akrabalarımız, yetimler, düşkünler, yolda kalmışlar, dilenenler ve köle durumunda azad bekleyen kölelerdir.
Allahû Tealâ; kul ile Allah arasındaki ilişkileri, Kur'ân-ı Kerim’de 28 basamakta dizayn etmiştir. Bu 28 basamağın ilk 14 kademesinde, Allahû Tealâ’nın her işlediğimiz hayrı, 1'e 10 artışla desteklediği görülmektedir. Allahû Tealâ, En'âm Suresi 160. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

6/EN'ÂM-160: "Men câe bil haseneti fe lehu aşru emsâlihâ, ve men câe bis seyyieti fe lâ yuczâ illâ mislehâ ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne)"
Kim (Allah'ın huzuruna) bir hasene ile gelirse, artık onun on misli, onundur. Ve kim bir seyyie ile gelirse, o zaman onun mislinden başkası ile cezalandırılmaz. Ve onlar zulm olunmazlar.

En’âm Suresi 160. âyet-i kerimede; Allahû Tealâ’nın, adâletin gereği olarak, cezayı 1'e 1 olarak yerine getirdiği ve hayrı teşvik ettiği göze çarpmaktadır. Allahû Tealâ, her haseneye daha başlangıçta 1'e 10 vererek,  seyyiate 1'e 1 vererek kısası tahakkuk ettirmektedir. Seyyiatin kişiye ödetilmesinde Allah'ın “El Adl” esması, hasenatın kişiye ödenmesinde ise Allahû Tealâ'nın “El Hakk” esması ile mükâfatı söz konusudur. Mürşidimize tâbî olduktan sonra Allahû Tealâ'nın nefs tezkiyesine paralel olarak mükâfatını,
Nefs-i Emmare'de 1'e 100,
Nefs-i Levvame'de 1'e 200,
Nefs-i Mülhime'de 1'e 300,
Nefs-i Mutmainne'de 1'e 400,
Nefs-i Radiye'de 1'e 500,
Nefs-i Mardiyye'de 1'e 600
Nefs-i Tezkiye'de 1'e 700'e kadar arttırdığı görülmektedir.
Allahû Tealâ Bakara Suresi 261. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

2/BAKARA-261: "Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fi sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb'a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudaıfu li men yeşâ'(yeşâ'u), vallâhu vâsiun alîm(alîmun)."
O, Allah yolunda mallarını harcayanların durumu, her başağında yüz tane olmak üzere, yedi başak veren bir (tohumun) nebatın durumu gibidir. Allah dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırır. Allah, VÂSİ'un ALÎM'dir.

Başlangıç noktasında; Allahû Tealâ kul ile kullar arasındaki ilişkilerde işlenen hayra karşılık olarak, 1'e 10 vermektedir. Mürşide tâbî olunduğunda, Allah yolunda infâk edilerek, kul hakkı ödendiği takdirde o zaman Allahû Tealâ hayrı, 1'den 700'e kadar arttırmaktadır.

      

1- Zekât ve Birr
Zekât, malın helâl edilmesidir. Zekâtı vermek farzdır. Kazancın % 2,5'i zekâttır. Kazancın geri kalanının % 2,5'i de birr'dir. Eğer, Allahû Tealâ’nın farz kıldığı  % 2,5 oranındaki zekât verilmezse, nefse zulmedilerek haram yenmiş olmaktadır. Kazancın helâl olabilmesi, mutlaka Allahû Tealâ’nın emrettiği zekâtın verilmiş olmasına bağlıdır. Daha sonra da bu kazancın tayyip olması (temizlenmesi, güzel olması) gerekir. Tayyip olması da mutlaka birr'in verilmesiyle gerçekleşir. Zekât ve birr, toplam % 5’lik bir oranı kapsamaktadır. 
Bakara Suresi 177. âyet-i kerimeye göre, kazançların % 5' inin mutlaka, Allah için ihtiyaç sahiplerine verilmesi söz konusudur. Kazancın % 2,5 oranı, birr'dir. Birr, helâl olanın tayyip kılınmasıdır. Bir kişi, helâl ve tayyip ni'meti yemek istiyorsa; Bakara Suresinin 177. âyet-i kerimesine göre mutlaka kazancının % 5'ini, Allah yolunda harcamalıdır.
      
2- Rızık ile İnfâk Arasındaki Fark
Genel mânâda; Allahû Tealâ'nın bu konuda Kur'ân-ı Kerim'de bahsettiği, infâktır. İnsana rızkı veren Allahû Tealâ’dır. Allahû Tealâ’nın aile reisine verdiği, rızıktır. Ama aile reisinin, aile fertlerine yaptığı harcama bir infâktır. Onun için Er Rezzak olan, rızkı veren sadece Allahû Tealâ’dır. Allah'ın verdiği rızkı tâbîinlere dağıtmak ise, bir infâktır. İnfâk, Allahû Tealâ’nın insana verdiğini kullara vermektir. Zekât da, birr de, “infâk” muhtevasının içinde değerlendirilmelidir. “İnfâk” kavramının içerisinde sadece zekât ve birr yoktur. Sadakalar da yer almaktadır.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in bir hadîsinde buyurduğu gibi, sadakalar bizi belalardan, musîbetlerden korumaktadır. Yolumuz El Hakk yoludur. Musîbetlere bakıldığı zaman, kazançtan kaynaklanan günahlar söz konusudur. Kur'ân-ı Kerim incelendiğinde; Allahû Tealâ’nın, yemin edip de o yemini bozanlardan kefaret ödemesini istediği görülmektedir. Bu muhtevaya; zekât, birr, sadakalar ve ihtiyaç içerisinde olan insanlara borç verme de (karzı hasen) dahildir. Allahû Tealâ Hadîd Suresi 11. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

57/HADÎD-11: "Men zellezî yukridullahe kardan hasenen feyudâıfehu lehu ve lehû ecrun kerîm."
Allah'a güzel bir borç verecek olan kimdir? Artık Allah, bunu onun için kat kat artırır. Onun için kerim (üstün ve onurlu) bir ecir vardır.

Allahû Tealâ; karzı haseni, Allah yolunda Allah'a verilen bir borç olarak açıklamaktadır. Allahû Tealâ buyuruyor ki: "Eğer siz ihtiyaç sahibi kişiye borç verdiyseniz, vakti geldiğinde ödeyemiyorsa ona mühlet tanıyın. Yine ödeyemeyecek durumdaysa, onu sıkboğaz etmeyin, onu bağışlayın. Ona vermiş olduğunuz borcu bağışladığınız zaman siz, Allah'a borç vermiş olursunuz."
Kur'ân-ı Kerim'deki İslâm'ın yaşanmasındaki temel direklerden bir tanesini infâk oluşturmaktadır. İnfâk, sadece maddî şeyleri ihtiva etmez. İnfâkın genel kapsamı; “vermek” olduğuna göre, Allah için hangi fedakârlık yapılırsa; o, bir nev'i “verme”dir. İnsanın, karşı taraf için yaptığı her harcama, infâkdır. 
      
3- Allah Sevgilileri’nin İnfâk Edişi
Allah'ın Sevgililerine baktığımız zaman; en üst seviyedekiler, salâha ulaşmış olanlardır. Allahû Tealâ; Kur'ân-ı Kerim'de onları tarif ederken, onların özelliklerinden bir tanesinin, “kendilerine verilmiş olan rızıktan gizli ve açık olarak Allah için harcamaları” olduğunu ifade etmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

2/BAKARA-254: "Yâ eyyuhellezîne âmenû enfikû mimmâ razaknâkum min kabli en ye'tiye yevmun lâ bey'un fîhi ve lâ hulletun ve lâ şefâah(şefâatun), vel kâfirûne humuz zâlimûn(zâlimûne)."
Ey îmân edenler! Onun içinde ne bir alışverişin, ne bir dostluğun ve ne de bir şefaatin bulunmadığı gün, (kıyâmet günü) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infâk edin (Allah için harcayın). Kâfirler ise onlar, zalimlerdir.
2/BAKARA-274: "Ellezîne yunfikûne emvâlehum bil leyli ven nehâri sirran ve alâniyeten fe lehum ecruhum ınde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne)."
O kimseler ki; mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr (Allah yolunda) infâk ederler (harcarlar). İşte onların ecirleri (mükâfatları) Rab'leri katındandır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklar.

Peygamber Efendimiz (S.A.V); Bakara Suresi 274. âyet-i kerimeyi yaşamak isteyen sabikunlardan olan Hz. Ebubekir’in, bütün malını Allah için verdiğini açıkça ifade etmiştir. Hz. Ömer malının yarısını vermiş, Hz. Osman kervanını bağışlamıştır. Hz. Ali ise, mevcut olan servetini dörde bölüp; Allah yolunda bir kısmını gizli, bir kısmını açık, bir kısmını gece, bir kısmını gündüz harcamıştır. Hz. Ali’ye neden böyle yaptığını sorduklarında; Hz. Ali, Allahû Tealâ'nın söylediğini tam olarak yerine getirmek istediğini, çünkü âyet-i kerimede infâk etmenin; sadece gizli, aşikâr, gece ve gündüz şeklinde olduğunu ifade etmiştir. Onlar, bu standartlar içerisinde o güzel makamlara erişmişlerdir. Nefslerini tezkiye ederek, ruhlarını Allah'a teslim etmişlerdir. Fizik bedenleri de Allah'a kul olmuştur. Hepsi nefslerini de teslim ederek Tövbe-i Nasuh'la salâha ulaşmışlar ve bihakkın takvanın sahibi olmuşlardır. İşte; 14 asır evvel birbirlerinin can düşmanı olan sahâbe, ruhen Allah'a ulaşmayı diledikten sonra 12 ihsanla Allah'ın Resûl'üne tâbî olmuşlardır. Sahâbenin çok kısa zamanda asr-ı saadet toplumunu oluşturmaları; Allahû Tealâ’nın onlarda vücuda getirdiği kemâlâttır. Sahâbe; Kur'ân-ı Kerim'i yaşayıp, Kur’ân-ı Kerim’in bütününü hayatına geçirmiştir.
       
4- Mal bir imtihan vesilesidir.
Malın sahibi Allahû Tealâ’dır. Mal; Allahû Tealâ’nın Kur'ân-ı Kerim’de beyan ettiği gibi, sadece bir imtihan vesilesidir. Mal ve çocuklar, dünya hayatının ziynetidir. Allahû Tealâ Tegâbun Suresi 15. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

64/TEGÂBUN-15: "İnnemâ emvâlukum ve evlâdukum fitneh(fitnetun), vallâhu indehû ecrun azîm(azîmun)."
Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitne (bir imtihan)dir. Allah ise büyük ecir (en güzel karşılık) O'nun katında olandır.

Zengin; Allah'ın âyetlerini idrak ederek, malın Allah'ın kendisine verdiği bir emanet olduğunu, bu emanetin Allahû Tealâ’nın emirlerine riayet ederek harcanması gerektiğini net olarak yaşayan kişidir. İnsanın, evvelâ kazancını Allahû Tealâ’nın emirlerine uygun hale getirmesi gerekmektedir. Yani, kazancını helâl kılması gerekir. Helâl kılmayı, “zekât vermekle” gerçekleştirir. Kazancını tayyip kılması gerekir. Tayyip kılmayı da, “birr vermekle” gerçekleştirir. Bir insan, kazancını Allah'ın emrine uygun hale getirir, zekâtını, birr'ini verirse Allahû Tealâ : "Biz onları kat be kat arttırırız." buyurmaktadır. Allahû Tealâ Rûm Suresi 39. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

30/RÛM-39: "Ve mâ âteytum min riben li yerbu ve fî emvâlin nâsi fe lâ yerbû indallâh(indallâhi) ve mâ âteytum min zekâtin turîdûne vechallâhi fe ulâike humul mud'ıfûn(mud'ıfûne)."
İnsanların mallarından artması için verdiğiniz faiz Allah katında artmaz. Ama Allah'a (ruhen ulaşmayı dünya hayatında isteyerek) Allah'ın vechini dileyenlerin verdiği zekât ise işte (sevaplarını ve gelirlerini) kat kat arttıranlar onlardır.

5- Zekât kimlere verilmelidir?
Allahû Tealâ Tevbe Suresinin 60. âyet-i kerimesinde diyor ki:

9/ TEVBE-60: "İnnemas sadakâtu lil fukarâi vel mesakîni vel âmilîne aleyhâ vel muellefeti kulûbuhum ve fîr rikâbi vel gârimîne ve fî sebîlillâhi vebnis sebîl(sebîli), farîdaten minallâh (minallâhi), vallâhu alîmun hakîm (hakîmun)."
Muhakak ki; sadaka, Allah'tan bir farz olarak fakirler ve miskinler (yoksullar) ve memurlar (zekât toplayıcılar) içindir. Ve kalpleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara ve kölelere (harcamaya) ve borçlulara ve Allah yolunda (olanlara) ve yolculara aittir. Ve Allah bilendir, hüküm sahibidir.
Allahû Tealâ; Tevbe-60’da zekâtın, Bakara Suresi 177. âyet-i kerimede de birr'in kimlere verileceğini belirtmektedir. Bakara Suresi 177. âyet-i kerimede; akrabalar, yetimler ve miskinlerden bahsedilmektedir. Bu kişiler, çalışamayacak durumda olanlardır. Ama Allahû Tealâ; sadece çalışamayacak durumda olanların, diğer insanlarda hakkının olduğunu ifade etmemektedir. Çalışacak durumda olup da, iş bulamayanların, işsizlerin de diğer insanların kazancında hakları vardır. Kimin kazancında hakları vardır? İşte, o zekâtını ve birr'ini verenlerin kazancında hakları vardır. Allahû Tealâ: "Eğer, o kişi zekâtını ve birr'ini verirse, ben onu muhakkak ki artırırım." buyurmaktadır. Bu artış; öyle olur ki, o kişi yatırım gerçekleştirebilecek duruma gelir.

6- Kur’ân-ı Kerim’e göre işveren sermayeyi nasıl kullanmalıdır?
Allahû Tealâ, Zuhrûf Suresi 32. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

43/ZUHRÛF-32: "Ehum yaksimûne rahmete rabbik(rabbike), nahnu kasemnâ beynehum maîşetehum fîl hayâtid dunyâ ve refa'nâ ba'dahum fevka ba'dın derecâtil liyettehıze ba'duhum ba'dan suhriyyâ(suhriyyen), ve rahmetu rabbike hayrun mimmâ yecmeûn(yecmeûne)."
Senin Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında maişetlerini aralarında Biz paylaştırdık ve onlardan bir bölümü (diğer) bir bölümünü çalıştırması için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle yükselttik. Rabbinin rahmeti; toplayıp, yığdıklarından daha hayırlıdır.
      
Allahû Tealâ, diyor ki: "Biz bazılarını, bazılarınıza rızık bakımından üstün kıldık ki; üstün kıldıklarımız emri altındakileri çalıştırsınlar." Allahû Tealâ bu âyette, sermaye sahiplerinden, sermayelerini yastık altında bekletmek yerine, yatırıma dönüştürmelerini istemektedir. Evvelâ; kazanç sahiplerinin durumunu açıklamaktadır. İşçilerin kazançlarını helâl kılması zekât vermekle, kazançlarını temizlemeleri ise mutlaka birr vermekle gerçekleşmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi; bu oran toplam % 5’tir. Ama, herkes işçi değildir. Allahû Tealâ’nın, sermaye sahibi kıldığı işverenler de vardır. Allahû Tealâ, işverenlerin de sahip oldukları paralarını, yatırıma dönüştürmelerini istemektedir. Günümüzde; Allahû Tealâ’nın katında, rantiyecilikle, yatırım yapmadan para kazananların veballeri çoktur.

9/ TEVBE-34: "Yâ eyyuhellezîne âmenû inne kesîren minel ahbâri ver ruhbâni le ye'kulûne emvâlen nâsi bil bâtıli ve yasuddûne an sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne yeknizûnez zehebe vel fıddate ve lâ yunfikûnehâ fî sebîlillâhi fe beşşirhum bi azâbin elîm(elîmin)."
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Muhakkak ki; ahbarlardan (yahud âlimlerden) ve ruhbanlardan (rahiplerden) çoğu mutlaka insanların mallarını bâtılla (boş yere, haksız olarak) yerler ve Allah'ın yolundan engellerler (mani olurlar). Ve altın ve gümüşü biriktiren ve onu Allah yolunda infâk etmeyen kimseler. Artık onlara elîm azabı haber ver.

Allahû Tealâ’nın Tevbe Suresi 34. âyet-i kerimede belirttiği infâk etmeyen insanlar, yatırımı gerçekleştirmeyenlerdir. Allahû Tealâ; kıyâmet gününde,  yastık altında biriktirip de Allah yolunda harcanmayan paralar için: "Cehennem ateşinde kızdırıp onları vücutlarına koyarız." buyurmaktadır. Bu, bir azaptır.

16/NAHL-71: "Vallahu faddale ba'dakum alâ ba'dın fîr rızkı fe mellezîne fuddılû birâddî rızkıhim alâ mâ meleket eymânuhum fe hum fîhi sevâ(sevâun) e fe bini'metillâhi yechadûn(yechadûne).
Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı. Üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde vermiyorlar. Simdi Allah'ın ni'metini inkâr mı ediyorlar?

Allahû Tealâ, nefsini Allah'a teslim eden insanlar için: "İhtiyaçtan fazlasını versinler ki sosyal adâlet ve eşitlik hâkim olsun." buyurmaktadır. Allahû Tealâ; en üst noktada, bütün toplumu teşkil eden fertlerin böyle bir teslimiyetle Allah'a bağlanmasını istemektedir. Yarın için bir şeyler biriktirebilme ihtiyacı ve kaygısı, insanların teslimiyetlerini zedelemektedir. Allahû Tealâ, toplumun bütün fertlerinin bu standartlar içerisinde olmasını istemektedir. 14 asır evvel yaşayan bütün sahâbe, ihtiyaçlarının fazlasını vermişlerdir. İhtiyaçları neyse sadece onları tüketmişlerdir. Başkaları için verip, bu şekilde infâk etmekle toplumun zekât alan kesimi, zekât verecek duruma gelir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîsinde; sahâbenin, bir sabah zekâtını vermek üzere yola çıktığını, bir başka sahâbeyle karşılaştığını ve onun da: “Ben de zekâtımı sana vermek üzere geliyordum." dediğini buyurmuştur.
Allahû Tealâ'nın emir ve nehiylerine itaat etmeyen fertlerinden oluşan toplumların en büyük hastalığı, ekonomik hastalıklardır. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntı, Allah'ın emirlerine karşı bir tutumun neticesidir. İnsanlar, bilmiyorlar ki herşeyin ve kudretin sahibi Allah'tır. Allahû Tealâ, yarattığı mahlûkatın hepsini görüp, bilip ve onlara göre istihkakını vermektedir. Allah'a karşı düşman olanlar, elbette ki Allahû Tealâ'nın mükâfatlarına sahip olamazlar. Allahû Tealâ’nın mânevî yönden zengin kılmadığı kimselerin de, Allah'ın güzelliklerine ulaşması mümkün değildir. Bu insanların hazin duruma düşmelerinin kökeninde; Allah'a yönelmemeleri, Allah'a ulaşmayı dilememeleri, Allah'ın temsilcisi olan Allah'ın Resûl'üne gerekli tazimi göstermemeleri vardır. Halbuki; bütün insanlar, huzuru ve mutluluğu aramaktadırlar. Ahiret saadetinin temel sebebi; Allah'a ulaşmayı dilemektir. Dünya saadetinin yegâne kaynağı, Allahû Tealâ'nın tayin ettiği mürşide gün geçtikçe artan en üst oranda tazimi gerçekleştirmektir. Bu şartlar gerçekleştirildiği zaman, dünya ve âhiret saadetinden bahsetmek mümkündür.
Geleneksel İslâm tatbikatında; zekât konusu geniş bir yer almasına karşılık, “birr” kavramına hiç değinilmemiştir. Birr, Kur'ân-ı Kerim içeriğinde önemli bir yer tutmaktadır. Malın mutlak sahibi, Allahû Tealâ’dır. Malı, insanlara emanet olarak vermiştir. Emanet olan mal, Allah'ın verdiği dizayn içerisinde elde edilmeli, Allahû Tealâ'nın emrettiği biçimde kullanılmalı ve emrettiği biçimde ondan faydalanılmalıdır. Bu şekildeki bir davranış tarzı, insanları asıl hedefe; dünya ve âhiret saadetine ulaştıracaktır.
        Allah razı olsun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.