BİRR
Dersimizin konusu; Kur’ân-ı Kerim âyetleri ışığında
anlatılacak olan, “birr” dir.
Kur'ân-ı Kerim içeriğine bakıldığında, insan ilişkilerinin iki
grupta incelenmesi sözkonusudur:
1- Kul ile Allah arasındaki ilişkiler.
2- Kul ile kul arasındaki ilişkiler.
1- Kul ile Allah
arasındaki ilişkilerde hak sahibi Allah'tır. Allahû Tealâ dilerse, kulun günahını affetmektedir.
Allah dilerse; kulun günahlarını, mürşidine tâbî olması halinde sevaba
çevirmekte, dilerse o kula günahlarından dolayı azap etmektedir. Namaz, oruç ve
bu dizayn içindeki emirler, kul ile Allahû Tealâ arasındaki ilişkileri tayin eder.
Bu farz emirler yerine getirilmediği taktirde, yerine getirilmiş olsaydı hangi
derecat kazanılacaksa o kadar derecat kaybedilmektedir. Bu hal üzerine olan
insan, nefsine zulmetmiş olmaktadır.
2- Kul ile kullar
arasındaki ilişkilerde, hak sahibi kuldur. İnsanlar, kulların haklarını ödemediği taktirde
onlara zulmetmiş olup, onlara zulmetmekle de üzerlerine vebal almaktadırlar.
Dolayısıyla, Allahû Tealâ’nın indinde kul hakkı çok önemlidir. Konumuz olan “birr”, kul hakkının standartları
içerisinde olup, kul ile kullar arasındaki ilişkileri anlatmaktadır.
Hz. Ebubekir Allahû Tealâ'nın bir sevgilisi olup, Hülefâ-ü
Râşidûn’un birincisidir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V),
Rahmet-i Rahmân'a kavuştuktan sonra insanlar nefslerine uyup, yozlaşma başladığında;
Hz. Ebubekir'in söylediği şu söz, çok mânidar ve önemlidir: "Ben, namaz ve
zekâtı birbirinden ayıranlara savaş açarım." Namaz, kul ile Allah
arasındaki ibadeti ifade eder. Ama birr, insan ile diğer insanlar arasındaki
kul hakkını içermektedir. İnsanlar yozlaşmaya başladığında, özellikle diğer
insanlarla olan ilişkilerde kul hakkına riayet etmemeye başlamışlardır. Bu
sebeple Hz. Ebubekir, zekâtını vermeyenlere savaş açacağını belirtmiştir.
Kul ile Allahû Tealâ arasındaki ilişkilerde; Allah'ı temsil
eden, huzur namazının imamıdır. Adâletin timsalidir. Allah adına, yeryüzünde
adâleti gerçekleştirendir. İşte Hz. Ebubekir, yeryüzünde Allah adına adâleti
yerine getiren kişi olarak düşünülürse; kul hakkının ihlali halinde hakkı, hak
sahibine teslim etmek elbette onun görevidir. Kendisinden sonra gelen Hz. Ömer;
tarihte adâletin timsali, Allah'ın bir
sevgilisi olarak hep anılmıştır ve anılacaktır.
Allahû Tealâ, Bakara Suresi 177. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-177: "Leysel birra en tuvellû vucûhekum kıbelel meşrıkı vel
mağrıbi ve lâkinnel birra men âmene billâhi vel yevmil âhırı vel melâiketi vel
kitâbi ven nebiyyîne, ve âtelmâle alâ hubbihî zevil kurbâ vel yetâmâ vel
mesâkine vebnes sebîli ves sâilîne ve fir rıkâbi, ve ekâmes salâte ve âtez zekâte,
vel mûfûne biahdihim izâ âhedû, ves sâbirîne fil ba'sâi ved darrâi ve
hınelbe'si, ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humul muttekûn(muttekûne)."
Yüzlerinizi
doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) birr (ebrar kılacak
davranış biçimi) değildir. Lâkin asıl birr, kişinin, Allah'a, yevm'il ahire,
(Allah'a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere,
kitaba, peygamberlere îmân etmesi ve O'nun sevgisine dayalı olarak,
akrabalarına (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda
olan ihtiyarlara) yolda kalmış yolculara, dilencilere, köle ve esirlere
(kurtulmaları için) mal vermesi (harcaması) namazı kılması, zekâtı vermesi, ahd
verdiği (Allah'a ve insanlara) zaman ahdini yerine getirmesi, zorlukta ve darlıkta
ve sıkıntı halinde sabredenlerden olmasıdır. İşte onlar, o kişiler sadıklardır.
İşte, takva sahibi onlardır.
Hadîs kitaplarında geçen, önemli bir hadîs vardır. Cebrail
(A.S) bir gün beyaz elbiseler içerisinde, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in
huzuruna gelir ve sualler sormaya başlar. İlk sorusu:
-Îmân nedir Ey Allah'ın Resûl'ü?
Peygamber Efendimiz (S.A.V) inanç şartlarını açıklıyor:
- Allah'a, meleklerine, dünya hayatında ruhun Allah'a
ulaşmasına, resûllerine, ölümden sonra kıyâmet gününde dirilmeye inanmaktır.
Allahû Tealâ; birr'i açıkladığı Bakara Suresi 177. âyet-i
kerimede, önce inanç şartlarıyla bir
başlangıç yapmaktadır. Bu inanç şartlarından sonra, birr'i devreye koymuştur.
Daha sonra da vasıta emirleri bildirmiştir. Özellikle, inanç şartlarından en
önemlisi iblis tarafından gizlenmiştir ki; bu, insanı kurtuluşa ulaştıran ruhun
dünya hayatında Allah'a ulaşmasıdır. İblis: “Ruh bize hayat verir, ruh vücuttan
çıkınca kişi ölür, ruhun biz hayattayken Allah'a ulaşması yoktur, irciî emri
bir ölüm emridir, ancak ruhumuz ölümle Allah'a ulaşır.” diyerek insanları
kandırmış ve Kur'ân-ı Kerim'in içeriğinde olan bu emri tatbikattan çıkartmıştır.
İnsanlara ezberlettirilen, "Îmânın şartları nedir?" sorusuna verilen
cevapta da ruhun dünya hayatında Allah'a ulaştırılması yer almamıştır.
İblis; inanç şartlarını devre dışı bırakarak, insanların
Allahû Tealâ'nın emrettiği standartlar içerisinde kalp şartlarının sahibi
olmasını istememektedir. Mürşide tâbiiyet de günümüzde İslâm tatbikatının
içerisinde yer almamaktadır. İblis, vasıta emirlerin içinde en önemlisi olan
zikri de unutturmayı başarmıştır; insanların elinde, onları asla kurtuluşa
ulaştırmayacak sadece vasıta emirleri bırakmıştır. İblis: "İnsanlar bir
şeylerle oyalansınlar. Onlarla kurtuluşa ulaşacaklarını zannetsinler ve hiç
kimse kurtuluşa ulaşamasın." demektedir. İşte, bir insanın kurtuluşa
ulaşamaması için, ona dünya hayatında ruhunu Allah'a ulaştırmasını unutturmak
yeterlidir. Dünya hayatını yaşarken
ruhun Allah'a ulaşmasını dilemeyen bir insan, mürşide tâbî olsa da mürşid ona
bir fayda vermez. Mürşidin ona fayda verebilmesi, kişinin kalp şartlarına sahip
olmasına ve Allah'a ulaşmayı dilemesine bağlıdır. Bu nedenle Bakara Suresi 177.
âyet-i kerimede Allahû Tealâ; inanç şartlarının içerisinde, önce ruhun dünya
hayatını yaşarken Allah'a ulaşmasını açıklamaktadır. Sonra vasıta emirleri
belirtmektedir. Âyetin kapsamı
içerisinde, kişi öncelikle inanç ve kalp şartlarının sahibi
olacaktır. Daha sonra üç tane vasıf şartının da sahibi olacaktır. Bu
vasıf şartlarından birincisi; mürşide tâbiiyet sırasında ruhun bizden
ayrılıp Sıratı Mustakîm'e ulaşmasıdır (ruhun hidayeti). İkincisi; fizik
bedenin Sıratı Mustakîm üzerinde şeytana
kul olmaktan kurtulup, Allah'a kul olmaya başlamasıdır (fizik bedenin
hidayeti). Üçüncüsü; nefsimizin nefs tezkiyesine başlamasıdır (nefsin
hidayeti).
Allahû Tealâ buyuruyor ki: "Onlar, Allah ile olan
ahdlerini ifa ederler." İnsanı üç vücutla yaratan Allahû Tealâ; ruhumuzdan
misak, fizik bedenimizden ahd ve nefsimizden yemin almıştır. Bakara Suresi
177. âyet-i kerime, insanın fizik beden olarak Allah'a vermiş olduğu ahdi
açıklamaktadır. Âyet-i kerimedeki: “Onlar darlıkta da, yoklukta da, sıkıntıda
da sabrederler.” ifadesinde belirtilen sabrın sahipleri, nefs tezkiyesini
yapanlardır. Onlar sadıklardır ve takva sahipleridir.
Zekât ve birr, dînî hayatımızda çok önemli bir yer
tutmaktadır. İnsan, sosyal bir mahlûktur. İnsanın diğer insanlarla olan
ilişkilerinde, hakkı vermesi dînin farz emirlerindendir. Bakara Suresi 177.
âyet-i kerimede belirtilen ihtiyaç sahipleri; akrabalarımız, yetimler,
düşkünler, yolda kalmışlar, dilenenler ve köle durumunda azad bekleyen
kölelerdir.
Allahû Tealâ; kul ile Allah arasındaki ilişkileri, Kur'ân-ı
Kerim’de 28 basamakta dizayn etmiştir. Bu 28 basamağın ilk 14 kademesinde,
Allahû Tealâ’nın her işlediğimiz hayrı, 1'e 10 artışla desteklediği
görülmektedir. Allahû Tealâ, En'âm Suresi 160. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
6/EN'ÂM-160: "Men câe bil haseneti fe lehu aşru emsâlihâ, ve men câe
bis seyyieti fe lâ yuczâ illâ mislehâ ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne)"
Kim
(Allah'ın huzuruna) bir hasene ile gelirse, artık onun on misli, onundur. Ve
kim bir seyyie ile gelirse, o zaman onun mislinden başkası ile cezalandırılmaz.
Ve onlar zulm olunmazlar.
En’âm Suresi 160. âyet-i kerimede; Allahû Tealâ’nın, adâletin
gereği olarak, cezayı 1'e 1 olarak yerine getirdiği ve hayrı teşvik ettiği göze
çarpmaktadır. Allahû Tealâ, her haseneye daha başlangıçta 1'e 10 vererek, seyyiate 1'e 1 vererek kısası tahakkuk
ettirmektedir. Seyyiatin kişiye ödetilmesinde Allah'ın “El Adl” esması,
hasenatın kişiye ödenmesinde ise Allahû Tealâ'nın “El Hakk” esması ile mükâfatı
söz konusudur. Mürşidimize tâbî olduktan
sonra Allahû Tealâ'nın nefs tezkiyesine paralel olarak mükâfatını,
Nefs-i Emmare'de 1'e 100,
Nefs-i Levvame'de 1'e 200,
Nefs-i Mülhime'de 1'e 300,
Nefs-i Mutmainne'de 1'e 400,
Nefs-i Radiye'de 1'e 500,
Nefs-i Mardiyye'de 1'e 600
Nefs-i Tezkiye'de 1'e 700'e kadar arttırdığı görülmektedir.
Allahû Tealâ Bakara Suresi 261. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-261: "Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fi sebîlillâhi ke
meseli habbetin enbetet seb'a senâbile fî kulli sunbuletin mietu
habbeh(habbetin), vallâhu yudaıfu li men yeşâ'(yeşâ'u), vallâhu vâsiun
alîm(alîmun)."
O,
Allah yolunda mallarını harcayanların durumu, her başağında yüz tane olmak
üzere, yedi başak veren bir (tohumun) nebatın durumu gibidir. Allah dilediği
kimse için (onun rızkını) kat kat artırır. Allah, VÂSİ'un ALÎM'dir.
Başlangıç noktasında; Allahû Tealâ kul ile kullar arasındaki
ilişkilerde işlenen hayra karşılık olarak, 1'e 10 vermektedir. Mürşide tâbî
olunduğunda, Allah yolunda infâk edilerek, kul hakkı ödendiği takdirde o zaman
Allahû Tealâ hayrı, 1'den 700'e kadar arttırmaktadır.
1- Zekât ve Birr
Zekât, malın helâl edilmesidir. Zekâtı vermek farzdır.
Kazancın % 2,5'i zekâttır. Kazancın geri kalanının % 2,5'i de birr'dir. Eğer,
Allahû Tealâ’nın farz kıldığı % 2,5
oranındaki zekât verilmezse, nefse zulmedilerek haram yenmiş olmaktadır. Kazancın helâl olabilmesi, mutlaka Allahû
Tealâ’nın emrettiği zekâtın verilmiş olmasına bağlıdır. Daha sonra da bu
kazancın tayyip olması (temizlenmesi, güzel olması) gerekir. Tayyip olması
da mutlaka birr'in verilmesiyle gerçekleşir. Zekât ve birr, toplam % 5’lik bir
oranı kapsamaktadır.
Bakara Suresi 177. âyet-i kerimeye göre, kazançların % 5' inin
mutlaka, Allah için ihtiyaç sahiplerine verilmesi söz konusudur. Kazancın % 2,5
oranı, birr'dir. Birr, helâl olanın tayyip kılınmasıdır. Bir kişi, helâl ve
tayyip ni'meti yemek istiyorsa; Bakara Suresinin 177. âyet-i kerimesine göre
mutlaka kazancının % 5'ini, Allah yolunda harcamalıdır.
2- Rızık ile İnfâk Arasındaki
Fark
Genel mânâda; Allahû Tealâ'nın bu konuda Kur'ân-ı Kerim'de
bahsettiği, infâktır. İnsana rızkı veren Allahû Tealâ’dır. Allahû Tealâ’nın
aile reisine verdiği, rızıktır. Ama aile reisinin, aile fertlerine yaptığı
harcama bir infâktır. Onun için Er Rezzak olan, rızkı veren sadece Allahû
Tealâ’dır. Allah'ın verdiği rızkı tâbîinlere dağıtmak ise, bir infâktır. İnfâk,
Allahû Tealâ’nın insana verdiğini kullara vermektir. Zekât da, birr de, “infâk”
muhtevasının içinde değerlendirilmelidir. “İnfâk” kavramının içerisinde sadece
zekât ve birr yoktur. Sadakalar da yer almaktadır.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in bir
hadîsinde buyurduğu gibi, sadakalar bizi belalardan, musîbetlerden
korumaktadır. Yolumuz El Hakk yoludur. Musîbetlere bakıldığı zaman, kazançtan
kaynaklanan günahlar söz konusudur. Kur'ân-ı Kerim incelendiğinde; Allahû
Tealâ’nın, yemin edip de o yemini bozanlardan kefaret ödemesini istediği
görülmektedir. Bu muhtevaya; zekât, birr, sadakalar ve ihtiyaç içerisinde olan
insanlara borç verme de (karzı hasen) dahildir. Allahû Tealâ Hadîd Suresi 11.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
57/HADÎD-11: "Men zellezî yukridullahe kardan hasenen feyudâıfehu lehu
ve lehû ecrun kerîm."
Allah'a
güzel bir borç verecek olan kimdir? Artık Allah, bunu onun için kat kat
artırır. Onun için kerim (üstün ve onurlu) bir ecir vardır.
Allahû Tealâ; karzı haseni, Allah yolunda Allah'a verilen bir
borç olarak açıklamaktadır. Allahû Tealâ buyuruyor ki: "Eğer siz ihtiyaç
sahibi kişiye borç verdiyseniz, vakti geldiğinde ödeyemiyorsa ona mühlet
tanıyın. Yine ödeyemeyecek durumdaysa, onu sıkboğaz etmeyin, onu bağışlayın.
Ona vermiş olduğunuz borcu bağışladığınız zaman siz, Allah'a borç vermiş
olursunuz."
Kur'ân-ı Kerim'deki İslâm'ın yaşanmasındaki temel direklerden
bir tanesini infâk oluşturmaktadır. İnfâk, sadece maddî şeyleri ihtiva etmez.
İnfâkın genel kapsamı; “vermek” olduğuna göre, Allah için hangi fedakârlık
yapılırsa; o, bir nev'i “verme”dir. İnsanın, karşı taraf için yaptığı her
harcama, infâkdır.
3- Allah Sevgilileri’nin
İnfâk Edişi
Allah'ın Sevgililerine baktığımız zaman; en üst seviyedekiler,
salâha ulaşmış olanlardır. Allahû Tealâ; Kur'ân-ı Kerim'de onları tarif
ederken, onların özelliklerinden bir tanesinin, “kendilerine verilmiş olan
rızıktan gizli ve açık olarak Allah için harcamaları” olduğunu ifade
etmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
2/BAKARA-254: "Yâ eyyuhellezîne âmenû enfikû mimmâ razaknâkum min
kabli en ye'tiye yevmun lâ bey'un fîhi ve lâ hulletun ve lâ şefâah(şefâatun),
vel kâfirûne humuz zâlimûn(zâlimûne)."
Ey
îmân edenler! Onun içinde ne bir alışverişin, ne bir dostluğun ve ne de bir
şefaatin bulunmadığı gün, (kıyâmet günü) gelmeden önce, size verdiğimiz
rızıklardan infâk edin (Allah için harcayın). Kâfirler ise onlar, zalimlerdir.
2/BAKARA-274: "Ellezîne yunfikûne emvâlehum bil leyli ven nehâri
sirran ve alâniyeten fe lehum ecruhum ınde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ
hum yahzenûn(yahzenûne)."
O
kimseler ki; mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr (Allah yolunda) infâk
ederler (harcarlar). İşte onların ecirleri (mükâfatları) Rab'leri katındandır.
Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklar.
Peygamber Efendimiz (S.A.V); Bakara Suresi 274. âyet-i
kerimeyi yaşamak isteyen sabikunlardan olan Hz. Ebubekir’in, bütün malını Allah
için verdiğini açıkça ifade etmiştir. Hz. Ömer malının yarısını vermiş, Hz.
Osman kervanını bağışlamıştır. Hz. Ali ise, mevcut olan servetini dörde bölüp;
Allah yolunda bir kısmını gizli, bir kısmını açık, bir kısmını gece, bir
kısmını gündüz harcamıştır. Hz. Ali’ye neden böyle yaptığını sorduklarında; Hz.
Ali, Allahû Tealâ'nın söylediğini tam olarak yerine getirmek istediğini, çünkü
âyet-i kerimede infâk etmenin; sadece gizli, aşikâr, gece ve gündüz şeklinde
olduğunu ifade etmiştir. Onlar, bu standartlar içerisinde o güzel makamlara
erişmişlerdir. Nefslerini tezkiye ederek, ruhlarını Allah'a teslim etmişlerdir.
Fizik bedenleri de Allah'a kul olmuştur. Hepsi nefslerini de teslim ederek
Tövbe-i Nasuh'la salâha ulaşmışlar ve bihakkın takvanın sahibi olmuşlardır.
İşte; 14 asır evvel birbirlerinin can düşmanı olan sahâbe, ruhen Allah'a
ulaşmayı diledikten sonra 12 ihsanla Allah'ın Resûl'üne tâbî olmuşlardır.
Sahâbenin çok kısa zamanda asr-ı saadet toplumunu oluşturmaları; Allahû
Tealâ’nın onlarda vücuda getirdiği kemâlâttır. Sahâbe; Kur'ân-ı Kerim'i
yaşayıp, Kur’ân-ı Kerim’in bütününü hayatına geçirmiştir.
4- Mal bir imtihan
vesilesidir.
Malın sahibi Allahû Tealâ’dır. Mal; Allahû Tealâ’nın Kur'ân-ı
Kerim’de beyan ettiği gibi, sadece bir imtihan vesilesidir. Mal ve çocuklar,
dünya hayatının ziynetidir. Allahû Tealâ Tegâbun Suresi 15. âyet-i kerimede buyuruyor
ki:
64/TEGÂBUN-15: "İnnemâ emvâlukum ve evlâdukum fitneh(fitnetun),
vallâhu indehû ecrun azîm(azîmun)."
Mallarınız
ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitne (bir imtihan)dir. Allah ise büyük
ecir (en güzel karşılık) O'nun katında olandır.
Zengin; Allah'ın âyetlerini idrak ederek, malın Allah'ın
kendisine verdiği bir emanet olduğunu, bu emanetin Allahû Tealâ’nın emirlerine
riayet ederek harcanması gerektiğini net olarak yaşayan kişidir. İnsanın,
evvelâ kazancını Allahû Tealâ’nın emirlerine uygun hale getirmesi
gerekmektedir. Yani, kazancını helâl kılması gerekir. Helâl kılmayı, “zekât vermekle” gerçekleştirir. Kazancını tayyip kılması gerekir. Tayyip kılmayı da, “birr vermekle”
gerçekleştirir. Bir insan, kazancını Allah'ın emrine uygun hale getirir,
zekâtını, birr'ini verirse Allahû Tealâ : "Biz onları kat be kat
arttırırız." buyurmaktadır. Allahû Tealâ Rûm Suresi 39. âyet-i kerimede
buyuruyor ki:
30/RÛM-39: "Ve mâ âteytum min riben li yerbu ve fî emvâlin nâsi fe lâ
yerbû indallâh(indallâhi) ve mâ âteytum min zekâtin turîdûne vechallâhi fe
ulâike humul mud'ıfûn(mud'ıfûne)."
İnsanların
mallarından artması için verdiğiniz faiz Allah katında artmaz. Ama Allah'a
(ruhen ulaşmayı dünya hayatında isteyerek) Allah'ın vechini dileyenlerin
verdiği zekât ise işte (sevaplarını ve gelirlerini) kat kat arttıranlar
onlardır.
5- Zekât kimlere
verilmelidir?
Allahû Tealâ Tevbe Suresinin 60. âyet-i kerimesinde diyor ki:
9/ TEVBE-60: "İnnemas sadakâtu lil fukarâi vel mesakîni vel âmilîne
aleyhâ vel muellefeti kulûbuhum ve fîr rikâbi vel gârimîne ve fî sebîlillâhi
vebnis sebîl(sebîli), farîdaten minallâh (minallâhi), vallâhu alîmun hakîm
(hakîmun)."
Muhakak
ki; sadaka, Allah'tan bir farz olarak fakirler ve miskinler (yoksullar) ve
memurlar (zekât toplayıcılar) içindir. Ve kalpleri (İslâm'a) ısındırılacak
olanlara ve kölelere (harcamaya) ve borçlulara ve Allah yolunda (olanlara) ve
yolculara aittir. Ve Allah bilendir, hüküm sahibidir.
Allahû Tealâ; Tevbe-60’da zekâtın, Bakara Suresi 177. âyet-i
kerimede de birr'in kimlere verileceğini belirtmektedir. Bakara Suresi 177.
âyet-i kerimede; akrabalar, yetimler ve miskinlerden bahsedilmektedir. Bu
kişiler, çalışamayacak durumda olanlardır. Ama Allahû Tealâ; sadece
çalışamayacak durumda olanların, diğer insanlarda hakkının olduğunu ifade
etmemektedir. Çalışacak durumda olup da, iş bulamayanların, işsizlerin de diğer
insanların kazancında hakları vardır. Kimin kazancında hakları vardır? İşte, o
zekâtını ve birr'ini verenlerin kazancında hakları vardır. Allahû Tealâ:
"Eğer, o kişi zekâtını ve birr'ini verirse, ben onu muhakkak ki
artırırım." buyurmaktadır. Bu artış; öyle olur ki, o kişi yatırım
gerçekleştirebilecek duruma gelir.
6- Kur’ân-ı
Kerim’e göre işveren sermayeyi nasıl kullanmalıdır?
Allahû Tealâ, Zuhrûf Suresi 32. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
43/ZUHRÛF-32: "Ehum yaksimûne rahmete rabbik(rabbike), nahnu kasemnâ
beynehum maîşetehum fîl hayâtid dunyâ ve refa'nâ ba'dahum fevka ba'dın
derecâtil liyettehıze ba'duhum ba'dan suhriyyâ(suhriyyen), ve rahmetu rabbike
hayrun mimmâ yecmeûn(yecmeûne)."
Senin
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında maişetlerini
aralarında Biz paylaştırdık ve onlardan bir bölümü (diğer) bir bölümünü
çalıştırması için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle yükselttik.
Rabbinin rahmeti; toplayıp, yığdıklarından daha hayırlıdır.
Allahû Tealâ, diyor ki: "Biz bazılarını, bazılarınıza
rızık bakımından üstün kıldık ki; üstün kıldıklarımız emri altındakileri çalıştırsınlar."
Allahû Tealâ bu âyette, sermaye sahiplerinden, sermayelerini yastık altında
bekletmek yerine, yatırıma dönüştürmelerini istemektedir. Evvelâ; kazanç
sahiplerinin durumunu açıklamaktadır. İşçilerin kazançlarını helâl kılması
zekât vermekle, kazançlarını temizlemeleri ise mutlaka birr vermekle gerçekleşmektedir.
Daha önce de belirtildiği gibi; bu oran toplam % 5’tir. Ama, herkes işçi
değildir. Allahû Tealâ’nın, sermaye sahibi kıldığı işverenler de vardır. Allahû
Tealâ, işverenlerin de sahip oldukları paralarını, yatırıma dönüştürmelerini
istemektedir. Günümüzde; Allahû Tealâ’nın katında, rantiyecilikle, yatırım
yapmadan para kazananların veballeri çoktur.
9/ TEVBE-34: "Yâ eyyuhellezîne âmenû inne kesîren minel ahbâri ver
ruhbâni le ye'kulûne emvâlen nâsi bil bâtıli ve yasuddûne an
sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne yeknizûnez zehebe vel fıddate ve lâ
yunfikûnehâ fî sebîlillâhi fe beşşirhum bi azâbin elîm(elîmin)."
Ey
âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Muhakkak ki;
ahbarlardan (yahud âlimlerden) ve ruhbanlardan (rahiplerden) çoğu mutlaka
insanların mallarını bâtılla (boş yere, haksız olarak) yerler ve Allah'ın
yolundan engellerler (mani olurlar). Ve altın ve gümüşü biriktiren ve onu Allah
yolunda infâk etmeyen kimseler. Artık onlara elîm azabı haber ver.
Allahû Tealâ’nın Tevbe Suresi 34. âyet-i kerimede belirttiği
infâk etmeyen insanlar, yatırımı gerçekleştirmeyenlerdir. Allahû Tealâ; kıyâmet
gününde, yastık altında biriktirip de
Allah yolunda harcanmayan paralar için: "Cehennem ateşinde kızdırıp onları
vücutlarına koyarız." buyurmaktadır. Bu, bir azaptır.
16/NAHL-71: "Vallahu faddale ba'dakum alâ ba'dın fîr rızkı fe
mellezîne fuddılû birâddî rızkıhim alâ mâ meleket eymânuhum fe hum fîhi
sevâ(sevâun) e fe bini'metillâhi yechadûn(yechadûne).
Allah
rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı. Üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin
altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde vermiyorlar. Simdi Allah'ın
ni'metini inkâr mı ediyorlar?
Allahû Tealâ, nefsini Allah'a teslim eden insanlar için:
"İhtiyaçtan fazlasını versinler ki sosyal adâlet ve eşitlik hâkim
olsun." buyurmaktadır. Allahû Tealâ; en üst noktada, bütün toplumu teşkil
eden fertlerin böyle bir teslimiyetle Allah'a bağlanmasını istemektedir. Yarın
için bir şeyler biriktirebilme ihtiyacı ve kaygısı, insanların teslimiyetlerini
zedelemektedir. Allahû Tealâ, toplumun bütün fertlerinin bu standartlar
içerisinde olmasını istemektedir. 14 asır evvel yaşayan bütün sahâbe,
ihtiyaçlarının fazlasını vermişlerdir. İhtiyaçları neyse sadece onları
tüketmişlerdir. Başkaları için verip,
bu şekilde infâk etmekle toplumun zekât alan kesimi, zekât verecek
duruma gelir. Peygamber Efendimiz
(S.A.V) bir hadîsinde; sahâbenin, bir sabah zekâtını vermek üzere yola
çıktığını, bir başka sahâbeyle karşılaştığını ve onun da: “Ben de zekâtımı sana vermek üzere geliyordum." dediğini
buyurmuştur.
Allahû Tealâ'nın emir ve nehiylerine itaat etmeyen
fertlerinden oluşan toplumların en büyük hastalığı, ekonomik hastalıklardır.
Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntı, Allah'ın emirlerine karşı bir
tutumun neticesidir. İnsanlar, bilmiyorlar ki herşeyin ve kudretin sahibi
Allah'tır. Allahû Tealâ, yarattığı mahlûkatın hepsini görüp, bilip ve onlara
göre istihkakını vermektedir. Allah'a karşı düşman olanlar, elbette ki Allahû
Tealâ'nın mükâfatlarına sahip olamazlar. Allahû Tealâ’nın mânevî yönden zengin
kılmadığı kimselerin de, Allah'ın güzelliklerine ulaşması mümkün değildir. Bu
insanların hazin duruma düşmelerinin kökeninde; Allah'a yönelmemeleri, Allah'a
ulaşmayı dilememeleri, Allah'ın temsilcisi olan Allah'ın Resûl'üne gerekli
tazimi göstermemeleri vardır. Halbuki; bütün insanlar, huzuru ve mutluluğu
aramaktadırlar. Ahiret saadetinin
temel sebebi; Allah'a ulaşmayı dilemektir. Dünya saadetinin yegâne
kaynağı, Allahû Tealâ'nın tayin ettiği mürşide gün geçtikçe artan en üst oranda
tazimi gerçekleştirmektir. Bu şartlar gerçekleştirildiği zaman, dünya ve
âhiret saadetinden bahsetmek mümkündür.
Geleneksel İslâm tatbikatında; zekât konusu geniş bir yer
almasına karşılık, “birr” kavramına hiç değinilmemiştir. Birr, Kur'ân-ı Kerim içeriğinde
önemli bir yer tutmaktadır. Malın mutlak sahibi, Allahû Tealâ’dır. Malı,
insanlara emanet olarak vermiştir. Emanet olan mal, Allah'ın verdiği dizayn
içerisinde elde edilmeli, Allahû Tealâ'nın emrettiği biçimde kullanılmalı ve
emrettiği biçimde ondan faydalanılmalıdır. Bu şekildeki bir davranış tarzı,
insanları asıl hedefe; dünya ve âhiret saadetine ulaştıracaktır.
Allah razı
olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.