13 Ekim 2015 Salı

NİYAZİ MISRÎ’NİN HAYATI

NİYAZİ MISRÎ’NİN HAYATI

Giriş:

XVII. Yüzyıl’da yaşayan en meşhur sufi şairlerden biri olan Niyazi Mısrî Malatya’nın Soğanlı Kasabası’nda doğmuştur.

1.     Bölüm:

1617’de doğan Niyazi, Mevaidu’l İrfan adlı eserinde hayatının birinci bölümünü yani Ummi Sinan’a intisab edinceye kadar olan kısmını kendisi şöyle anlatmıştır:

“Ben doğum yerim olan Malatya’da ilk ilim talebinde bulunduğum sırada kalbimde tarikat-ı sufiyye’yi bilmek arzusu vardı. Önce onların meclislerine muhalif idim, gitmezdim. Fakat sohbetleri bereketiyle günden güne şevkim arttı. Nihayet Halveti şeyhlerinden birine bey’at ettim. Babamda beni ona gitmekten menediyor, kendi şeyhine götürmek istiyordu. O zat Nakşibendiyeden idi. Ve bana göre kamil değildi. Sefer etmem icabetti. Nihayet 1048 yılında ki Bağdat bu yılda fethedilmişti, ilim talebi kasdiyle Diyarbekir’e sefer ettim. Ama asıl maksadım tarikat ilmi idi. Orada bir sene kaldım, sonra Mardin’e gittim. Orada da bir sene kaldım. Diyarbekir ve Mardin’de mantık ve kelam okudum. Oradan Mısır’a gittim. Mısır’da Şeyhuniyye Medresesi’nde Kadiriden bir şeyh buldum. Ona bey’at ettim ve Camiü’l-Ezher’de derse başladım. Camiü’l-Ezher’de okuyor ve o tekkede de yatıyordum. Ciddi çalışıyor, her ikisini de muntazam yürütüyordum. Bir gün şeyhim bana dedi ki: “Zahir ilim talebinden tamamen vazgeçmedikçe, tarikat ilmi sana açılmaz.”
İlimden ayrılmam bana güç geldi. Ağlayarak tazarru ve niyaz ile Allah’a istihare etim ve uyudum. Gördüm ki güya ben büyük bir şehirdeyim, sultana hizmet ediyorum. Sultan da Şeyh Abdül-Kadir Geylani (k.s.)imiş. Kendisinin, avlusu geniş bir sarayı var. Kendisi nedimlerinden büyük bir cemaat arasında abdest alıyor. Sanki ben de öbür tarafında tereddüt içerisinde duruyor, bana kızacağından korkuyorum. Oradan çıkacak bir yer de bulamıyorum. Beni gördü, çağırdı: “Ey Sufi!” dedi. Hemen kendisine döndüm ve önünde durdum. Hadimlerinden birine: “Buna bir kese getir.” Dedi. Hizmetçi çabuk çabuk birkaç adım gelince “Gel! Ona kendi cebimden vereyim.” Dedi. Elini cebine soktu ve bir kese çıkardı ve bana uzattı. Huzurunda keseyi açtım. İçinde taze sikkeli dirhemler vardı. Başka bir kese daha gördüm, onu da açtım. Onda da taze sikkeli dinarlar vardı. Ben: “Efendim, bu iki kesenin manası nedir?” diye sordum. “Dirhemler zahir ilimdir, öğren ve onunla amel et. Dinarlar tarikat ilmidir, ona ancak sana takdir edilmiş bulunan kimsenin (mürşidin) yüzünden kavuşabilirsin. Ancak senin şeyhin bu şehirde değildir.” Diyerek işaret etti. Söylemeye muktedir olamayacağım bir ferah ve sevinç ile uyandım.
Rüyayı şeyhime söyledim. Bu rüya üzerine beni halife yapmak istedi. Dedim ki: “Efendi, benim kalbim hilafete kanmaz. Artık bundan sonra seyehat etmek istiyorum. Çünkü hiçbir yerde durağım kalmadı. Eğer bana izin vermezsen helak olmaktan korkuyorum.”
İzin verdi. Bana yüzünde ilim mukadder olan zatı bulmak arzusiyle yola çıktım. Senelerce dolaştım. Arap ve Rum (Anadolu) şehirlerinde çok şeyhlerin sohbetine eriştim. Akibet şeyhim, gözbebeğim, kalbimin devası Şeyh Ümmi Sinan Elmalı (k.s.) ‘nın hizmetine ulaştım. Kalbimin şifasını onun hizmeti şerefinde buldum. Mübarek nefesi kimyasiyle, bana Hz. Şeyh Abdu’l-Kadiri Geylani (k.s.)’nin bahsettiğim rüyada işaret ettiği her şey hasıl oldu. Allah’a hamdolsun, Allah’ın lütfiyle telvin gitti, temkin hasıl oldu. “Allah gerçeği söyler, O doğru yola iletir.”

İşte Şeyhi izin verdikten sonra Niyazi Mısrî, çok zahiri ilim sahibi olduğu bu dönemde yollara düşer. Devesine binip yol almaya başlar. Günlerden bir gün rastladığı bir kalaycıya temizlemesi için bir kab verir. Kalaycı kabı eline alarak, Niyazi’ye bakar;  “Bu kabın Niyazi gibi dışını mı, yoksa Sinan gibi içini mi temizleyeyim?” Der. Niyazi bu yabancının kendisini nasıl tanıdığına şaşırır. Ama sonra anlar ki; bu birliğe erişenlere yabancılık yoktur. Kalaycının sözü Niyazi’ye ayna olur ve orada şimdiye kadar ki tutumunu, yani bilgisiyle büyüklenmesinin küçüklüğünü seyreder. Daha sonra Sinan’ın şahsında arınmış tertemiz bir gönlün güzelliğini, küçüklüğünü bilmedeki büyüklüğü görüp ona hayran kalır. Ve henüz ham olduğunu anlayarak Sinan’ın kendisine kılavuzluk etmesini diler ve o da bunu kabul eder.

Elmalı’ya gidişi ve mürşidi ile ilgili kanaatlerini manzum olarak da ifade etmiştir:

Kani bir mürşid-i kamil isteyen,
Yetiş Elmalı’da Ümmi Sinan’a

Gerçi her kuşede “Şeyhim” der çoktur,
Binde birinin de irfanı yoktur,
Mürşid-i kamilin tariki Hak’tır,
Yetiş Elmalı’da Ümmi Sinan’a

Lillah fillah irşad yoluna girmiş,
Yoluyla ehlinden usulün almış,
Sinesi hem nur-ı Hak ile dolmuş,
Yetiş Elmalı’da Ümmi Sinan’a

Ayetin, hadisin sırrın anlayan,
Daim tevhid ile gönlün eyleyen
Biçare Mısrî’nin Sözün dinleyen
Yetiş Elmalı’da, Ümmi Sinan’a


2.     Bölüm:

Kırk yaşına ulaştığında Mısrî, Ummi Sinan’dan hilafetini alır, mürşid olabilecek bir kıvama gelir.

Elmalı’dan Uşak’a döner. Bu arada Çal’dan gelen bir heyet kendilerine faydalı olabilecek bir şeyh isterler. Mısrî, Çal’a gider. Fakat bu beldenin insanları “talib-i dünya ve tarik-i ukba” olduklarından orada fazla kalamaz. Kütahya’da görevlendirilir. Bir müddet burada kalan Mısrî, Uşak üzerinden 1661 yılında Bursa’ya gelir. 1669 tarihinde Abdal Çelebi adlı İranlı bir tüccar Mısrî dergahını yaptırana kadar Şehreküstü Camii yanındaki tekkede, Ulucami civarındaki Medrese ile Sebbağ Ali Dede’nin evinde kalır.


3.     Bölüm:

Bursa ile birlikte Mısrî’nin hayatında değişik bir safha başladı. Sürgünlerle ve karşı tavırlarla dolu olan bu safha için “sıkıntılı” tabirini kullanmak kolay ise de, O meseleye bu açıdan bakmamaktadır:

Mısrî bir defa Rodos’a ve iki defa da Limni’ye sürülmüştür. Bu sürgünlere neden olan olaylardan birincisi; Tasavvufla ilgili bazı görüşlerinin aşırı bulunması, Vahdet-i Vücudçu bir sufi olması nedeniyle bu sistemin tavizsiz savunucusu olmasıdır. İkincisi; siyasi otoritenin tasavvufi hayatla ilgili olarak bazı kararlarına karşı çıkmasıdır.

1693 tarihinde ikinci kez Limni’ye sürgün edilen Mısrî, sürgün olarak bulunduğu Limni Adası’nda 1694 tarihinde, yemişsekiz yaşında iken vefat etmiştir.



NİYAZİ MISRÎ’NİN ESERLERİ

Niyazi Mısrî’nin yirmiye yakın eseri vardır. Bunlardan bazıları şunlardır.

1-     Divan (İlmihal-i Tarikat):
Osmanlı Dönemi’nde divan sahibi olan mutasavvuf şairler çoktur. Bu divanlar içinde Mısrî’nin Divan’ı kadar yayılan ve sevileni çok azdır. Günümüzde de Din Sosyolojisi, Tasavvuf ve Laiklik konulu araştırmalara kaynak olmuştur.

2-     Mevaidu’l-İrfan (İrfan Sofraları):
Mısrî’nin, Divan’ından sonra en meşhur ve en önemli eseri “İRFAN SOFRALARI” anlamına gelen bu eserdir. 71 sofra (bölüm) den meydana gelen eser tasavvufi konularla ilgili tespitlerin yanında bazı hatıraları da ihtiva etmektedir. Sofralar çoğu zaman bir ayet ve hadisle başlamakta olup bu ayet ve hadisin tasavvufi yorumu yapılmaktadır.
Türkçe olarak yazılan 68. sofranın dışındakiler Arapça olarak kaleme alınmıştır. Eserin Limni’de tamamlanması sebebiyle Niyazi Mısrî’nin son eseri kabul edilmektedir.

3-     Kaside-i Bürde Tesbi’i:

4-     Mecmua:
Bursa Eski Eserler Kütüphanesi, Orhan Kitaplığında bulunan bir mecmua vardır. Büyük bir bölümü Mısrî’nin el yazısıyla olan bu eser 116 varaktan ibaret olup 14*19 ebadındadır.
Bu sayfalar Mısrî’nin değişik fikirleri, rüyaları ve sevgisini içermektedir.
Ayrıca Mısrî, bu sayfalarda yer yer kendisine vahiy geldiğini söylemektedir.
(Günümüz İslâm alimleri tarafından da bir tartışma konusu olan ‘Allah peygamberlerden başkasına vahyetmez’ ifadesinin Kur’ân-ı Kerim’e tamamen ters düştüğünü Kur’ân’ın bütünü incelendiğinde görebilmekteyiz.)


NİYAZİ MISRİ’NİN ESERLERİNDEN TASAVVUF


1-     Divan’ından Şiirler:


                              ARZULARSIN

Nadanı (cahilliğini) terk etmeden, yaranı arzularsan,
Hayvanı sen geçmeden, insanı arzularsın.
Men arefe nefsehu kad arefe rabbehu
Nefsini ses bilmeden Subhan’ı arzularsın
Sen bu evin kapısını henüz bulup açmadan
İçindeki kenz-i bipayan-ı (sonzuz hazineyi) arzularsın
Yönün Hakka’a dönmeden ihsanı arzularsın
Dağlar gibi kuşatmış benlik günahı seni
Günahını bilmeden gufranı arzularsın
 ...

Niyazi Mısrî’nin aşağıdaki dizelerinde;
1) Ölmeden önce (canımızı Azrail almadan), ruhumuzu Allah’a ulaştırmamız (Allah’a dönmemiz) gerektiğini görebiliriz.

                                     GEL ALLAH’A DÖNELİM

Hevaya yiter gönül, gel Allah’a dönelüm gel
Siva ise yiter gönül, gel Allah’a dönelüm gel

Nice bir sevelüm gayrı, nice bir olalum ayrı
Analum vuslat-ı yarı, gel Allah’a dönelüm gel

Bize Hakdan gel olmadın, ecel kösi çalmadın
Canun Azrail almadan, gel Allah’a dönelüm gel

Özenmez misünol yara, ki aldanmışsın ağyara
Seni azdırmış emmare, gel Allah’a dönelüm gel

Taleb kıl her seher gahı, yürekten eylegil ahı
Sevenler buldı Allah’ı, gel Allah’a dönelüm gel

Soralım gel bilenlere, külli boyun virenlere
Visaline irenlere, gel Allah’a dönelüm gel

Niyazi’ye olup haldaş, olursun gel yola yoldaş
Döküp gözlerimüzden yaş, gel Allah’a dönelüm gel
                         

                               YOL

Ya Rab, bize ihsan it, vuslat yolunı göster,
Surette koma can it, uzlet yolını göster

Eyledi heva garet, oldı işümüz adad
Dergahun ulı gayret, kudret yolını göster

Nefsümi hevadan kes, kalbümi riyadan kes
Meylümi sivadan kes, halvet yolını göster

Talim idüp esmayı, bildür bize eşyayı
Duymağa “Ev edna”yı, hikmet yolını göster

Candan sana talip kıl, her taate ragıp kıl
Bir pire musahib kıl, hidmet yolını göster



                                                DERMAN ARARDIM

Derman aradım derdime derdim bana derman imiş,
Burhan arardım aslıma aslım bana burhan imiş
Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyu
Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş.

Öyle sanırdım ayriyem, dost gayrıdır ben gayriyem
Benden görüp işideni bildim ki ol canan imiş
Savm u salat u haccile sanma biter zahid işin
İnsan-ı Kamil olmağa lazım olan irfan imiş

Kanden gelir yolun senin ya kende varır menzilin
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş
Mürşid gerektir bildire Hakkı sana Hakkel-Yakin
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş

Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa oğratır
Mürşidi Kamil olanın gayet yolu asan imiş
Anla heman bir söz dürür yokuş değildir düz dürür
Alem kamu bir yüz dürür gören anı hayran imiş

İşit Niyazi’nin sözün bir nesne örtmez Hak yüzün
Hak’dan ayan bir nesne yok gözsüzlere pünhan imiş      



                                  SOR                   

Rumuz-i enbiyayı vakıf-ı esrar olandan sor
Enel Hak sırrını candan geçüp, ber-dar olandan sor.

Yürü var ehl-i tecrid’i alayık ehline sorma
Anı can u cihanı teredüp deyyar olandan sor

Gehi kahrın, gehi lutfun kemalin bilmek istersen
Fena ender fena’da yok olup hem var olandan sor

Dila bu Mantıkkuttayr’ı fesahat ehli anlamaz
Bunu ancak ya Atar u yahut tayyar olandan sor

Anadan doğna gözsüzler kemahi görmez eşyayı
Niyazi vech-i dildarı, Ulul-ebsar olandan sor

                           


                                                DERVİŞ OLAN

Derviş olan aşık gerek,  yolunda hem sadık gerek
Bağrı anın yanık gerek, can gözleri açık gerek

Alçaktan alçak yürüye toprak içinde çürüye
Aşk ateşinde eriye altın gibi sızmak gerek

Zikr-i Hakka meşgul ola, yana yana ta kül ola
Her kim diler makbul ola, tevhide boyanmak gerek

Eyven kişi yol alamaz maksudunu tez bulamaz
Yoğ olmayan var olamaz varını dağıtmak gerek

Dervişlerin en alçağı buğday içinde burçağı
Bu Mısrî gibi balçığı her bir ayak basmak gerek




SEVEN BİR GÖNÜL
O ki; baştan beri iyilik yolunun sarplığını sezmiş, güçlüğünü görmüş ve hayatın dikenlerinden solmayan güller dermiştir. Bütün düşmanca davranışlara sevgiyle karşılık vermiştir. Divan’ının başında gönlü ile şöyle der:

Ey gönül, gel gayriden geç aşka eyle iktida
Zümrei ehli hakikat anı kılmış mukteda

O menzile giden yolun sevgiden geçtiğini anlamış ve güçlükler içinde kıvranırken bile buyruktan ayrılmamak, şaşırıp sapıtmamak için Allah’ına dert döküp, yalvarmıştır.

Uyan gözün aç durma yalvar güzel Allah’a
Yolundan izin ayırma yalvar güzel Allah’a.
Her geceyi kaim ol her gündüzü saim ol,
Hem zikr ile daim ol yalvar güzel Allah’a.
Bir gün bu gözün görmez hem kulağın işitmez,
Bu fırsat ele girmez yalvar güzel Allah’a
Sağlığı ganimet bil, her saatini nimet bil
Gizlice ibadet kıl yalvar güzel Allah’a.                                                             

***
Ey kerim Allah ey gani Sultan
Dertliyiz senden umarız derman
Lutfuna had yok ihsana payan
Dertliyiz senden umarız derman

Gel demez isen biz günahkara
Bir adem kadir mi ki yola vare
Çare yok senden olmasa çare
Dertliyiz senden umarız derman.

Niyazi çilelelerin neden çekildiğini bilir. Gerçek sevgiliden uzak kalmanın güçlüğünü, yalnızlığını insanı yakan ateşini hisseder. Dertlerin gerçek dermanının arayıp bulmaya yol gösterdiğini görür. Ve der ki;

Can bu ilden göçmeden canını bulmazsa ne güç
Yarini terk etmeden yaranı bulmazsa ne güç
Sureti insan içi hayvan olursa kişinin
Taşlar ile döğünüp insanı bulmazsa ne güç.
Herkesin derdine derman yine derdindedir.
Derdinin için deki dermanı bulmasa ne güç

İnsanı sıkan, yakan ayrılıklara düşüren hep benlik ve bencilliktir. İnsan kendinden kurtula, benlikten vazgeçe görsün… O zaman ne düşman kalır ortada, ne de yabancı…
Herkesin dost, kardeş ve bir olduğu bir iklimde; insanı yakan ateş sönerek yerini mis kokulu gül bahçesine bırakır.

Ben sanırdım alem içre bana hiç yar kalmadı
Ben beni terk eyledim bildim ki ağyar kalmadı.
Cümle eşyada görürdüm har var gülzar yok
Hep gülistan oldu alem şimdi hiç har kalmadı…

İyilik yolunda yürümek kolay değildir. Bunun için sevgiye boyanmak, aşk ateşinde yanmak, toprak gibi alçakgönüllü olmak gerekir. Hatta bu kadarı da yetmez. Gerçek yolunda olan insan bu yolda kendini yok bilmeli, inkar etmeli ve varını dağıtmasını vermesini mutlaka öğrenmelidir.

Derviş olan aşık gerek yolunda hem sadık gerek
Bağrı anın yanık gerek can gözleri açık gerek.
Alçaktan alçak yürüye toprak için de çürüye
Aşk ateşin de eriye altın gibi sızmak gerek.
Evyen kişi yol alamaz maksudunu tez bulamaz.
Yok olmayan var olamaz varını dağıtmak gerek.

İnsanı dosdoğru yolundan şaşırtan, gönlüne gölge düşürten dünyaya aşırı düşkün olmaktır. Gönül gözü açık olanın gölgeleri kovalamaktan vazgeçip, yönünü gerçek güneşe dönmesi gerekir. Ta ki, gönüllerdeki ortaya döküldüğünde yüzünü yere eğenlerden olmasın.

Hava ise yeter gönül, gel Allah’a dönelim gel,
Seva ise yeter dil, gel Allah’a dönelim gel,
Nice bir sevelim gayri nice bir olalım ayrı
Analım vuslatı yari gel Allah’a dönelim gel.
Bize Hak’tan gel olmadan ecel kösü çalınmadan,
Canın Azrail almadan, gel Allah’a dönelim gel.

SEVGİDEN SERMEST OLARAK

Niyazi Mısrî yönünü Allah’a dönmüştür. Çok çileler çekmiş ama incinmemiş ve incitmemiştir. Karıncadan Süleyman’a kadar, ne varsa hepsini sevmiş. Gönlünü bu sevgi ile öylesine yıkamış, öylesine arıtmış ki; nihayet Yüce Yaratan oraya gelip yerleşmiş. Mısrî sevgiden sermest olarak onun sesinden şöyle söylemiş.

Ey Allah’ım seni sevmek ne güzeldir ne güzeldir.
Yolunda baş ü can vermek ne güzeldir ne güzeldir.
Şol ismi zatını sürmek visalin gülünü dermek
Cemali Pakini görmek ne güzeldir ne güzeldir.

Sürüp dergahına yüzler, döküp yaşı yere gözler
Bir olsa gece gündüzler ne güzeldir ne güzeldir.
Visalin derdine düşmek yanup aşk oduna pişmek
Sonun da sana erişmek ne güzeldir ne güzeldir.
Niyazi yarini bulmak yanın da eğlenüp kalmak
Varup bir ile bir olmak ne güzeldir ne güzeldir.

*****


Çıktım erik dalına, onda yedim üzümü
Bostan sahibi kakıdı, der ne yersin kozumu

Bu beyitten kastedilen şudur:  Her ağacın ona özgü meyvası olduğu gibi, her hareketinde ona uygun bir sonucu olması gerekir. Bunun gibi her bilimin elde edilmesi için, geçilmesi gerekli yolları, kendine özgü yöntemleri vardır. O bilimle ilgili kitapları okumak,  teknikleri öğrenmek, konuyu iyice araştırıp düşünmek çalışmak gerekir.
 İşte iç dünyamıza yolculuk; özümüzü keşfetmek için tek bir dilekle ‘Allah’ım ben de senin yolunda yol almak istiyorum.’ diyerek başlar. Allah’ın seçtiği kulları arasında yer alarak,  Allah’ın size Mürşid sevgisi vermesiyle mürşidin kapısında eğitilmenizle devam eder. Az uyumak-az yemek….Allah için olmak… Başkalarını mutlu etmek için gayretin sahibi olmak….Nefsini tezkiye ve tasfiye etmeye başlamak… Bir insan başkalarına mutluluk verdikçe mutlu olur. Eğer onları mutsuz kılarsa kendi de mutsuz olur. Başka yol yoktur. Mutluluk vermenin bedelini Allah anında öder ve siz de huzur içinde olursunuz. Allah için yaşamakla, başkaları için yaşamakla ne kaybederiz ki?  Bir şey kaybetmeyiz! Kazanırız. İnsanları sevmeli ve onlar için yaşamalıyız.

Erik, üzüm ve ceviz, tarikat ve hakikatleri işaret eder. Zira eriğin dışı yenir. İçi yenmez. Erik dışardan görünen, yüzeydeki davranışlara örnektir. Ve üzüm hem yenir hem de nice nimet ondan meydana gelir. Ancak içinde bir küçük çekirdek olması nedeni ile bir miktar gösteriş ve günahı da sembolize ederek davranışların iç yüzeyini gösterir. Fakat gerçeğini gizler. Ceviz ise salt hakikate örnektir. İçinde asla yabana atacak bir şey yoktur. Hem yenir ve hem de nice hastalıklara şifa olur.

İşte bir kimse eriği erik ağacından, üzümü üzüm bağından ve cevizi de ceviz ağacından istemelidir. Her kim üzümü erik ağacından isterse, o kimse ahmak ve cahildir. Kuru yere çile çeker, emekleri boşa gider. Ve elde ettiği ancak zahmettir. Zaman kaybıdır.

 Öyleyse bir kimse dıştan görünen davranışın doğru olup olmadığını bilmek isterse, onu şeriattan ve erbabından öğrenmelidir.  Mürşidine ulaşıp, el öpüp, tabiyet gerçekleştirmelidir. Böylece ruh vücudundan ayrılacaktır. Tarikata katılacaktır. Diğer ruhlarla beraber kafile kafile Sırat-ı Mustakim’e çıkacak ve ruh Allah’a ulaşacaktır... Ve sırası ile fizik bedenimiz, nefsimiz ve irademiz de Allah’a teslim olur. 7. katta 7 alemden geçerek kişinin ruhu zikir hücrelerinde zikrini tamamlar ve dikey yolculukla insanın ruhu Allah’a teslim olur.

 Allah kainatı yarattı.. “Ol!” dedi ve oldu.
Allah insanı yarattı. İnsan da dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı dilerse Allah mutlaka ruhunu Kendisine ulaştıracaktır. Bu insan ruhu Allah’a ulaştığı erdiği için, Ermiş olacaktır. Ruh Allah’ın insanın fizik vücuduna üfürmesi ile Allah’dan gelmişti. Ve tekrar Allah’a dönüp, onda yok olmalıdır. Böylece ermiş evliya olunur.

Öyleyse bir kimse dıştan görünen davranışın, doğru olup olmadığını bilmek öğrenmek isterse Veli Mürşidine sormalıdır. Ve onların eğitimi ile doğruyu bulmağa çalışmalıdır.


Bostan sahibinden kasıt; ‘yol gösterici Mürşid-i Kamil’dir. O halde kendi başımıza yapamayacağımız bu yolda bu iş erik ağacından, üzüm istemeye benzer. Halbuki Mürşid-i Kamil bize doğru yolu öğretecektir.

Çünkü Allah diyor ki; “Kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu Kendime ulaştırırım. Ruhun Teslimi, Fizik Bedenin Teslimi, Nefsimizin Teslimi,  İrademizin Allah’a teslimi olmak üzere bu dört teslimi yerine getirmek, asıl görevimizdir. İşte bu da Hidayet’tir.

Bir serçenin kanadın kırk kağnıya yüklettim
Çifti dahi çekmedi şöyle kaldı kazanı

Kağnı ile yürümek; görünürdeki davranışlara örnektir. Kanat ile uçmak; iç davranışlara benzer. O yüzden gönül insanlarının davranışları, dıştan görünen insanlardan farklı olur.

Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir. ben de gördüm tozunu

Bu dünyada yer ve mevkii sahibi olmuş, dünya bilgisini elde etmiş insanlara, gönül erlerinin sinek gibi gözüktüğünü, hor görüldüğünü, hakir olduğunu belirtir. Ne var ki gerçekte gönül erenleri, kendini kartal sanıp, kendilerini sinek gibi görenleri, sevgileri ile yere vurur. Onları tuşa getirir.
 
Ya Rab bize ihsan et
 Vuslat yolunu göster
 Sureta koma can et
 Uzlet yolunu göster

  Nefsimi Hevadan kes,
  Kalbimi riyadan kes
  Meylimi siyadan kes
  Halvet yolunu göster

   Candan sana Latip kıl,
   Her taata Ragıp kıl
   Bir pire musahip kıl,
   Hikmet yolunu göster.

    Har içre biter gülzar,
    Zar içre doğar envar,
    Her şeye tecellin var
    Kudret yolunu göster.



Bir göz ki anın olmaya ibret naszarın da
Ol düşmandır sahibinin başı üzerin de
Anadan doğma gözsüzler kemahi görmez eşyayı
Niyazi veçh i dildarı ülil ebsardan sor.

Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğradır.
Mürşidi kamil olanın yolu gayet asanmış  dizeler var


2-     Mevaidu’l-İrfan (İrfan Sofraları)’ndan Öğütler:

Aşağıda 71 Sofranın bazı  sofralarından  bir veya iki lokma verilmiştir.


9- Görünüşte insan Allah’a yönelmektedir. Ama hakikatte yöneldiği maksadın cazibesi kendisini çekmektedir. Amel ve ibadet insanı Allah’a çeker.

12- İnsanlar dört gruptur. Bir kısmı iyilik edene iyilik eder; bu eşek huyudur. Bir kısmı kötülük edene kötülük eder; bu köpeklerin ve yırtıcı hayvanların huyudur. Bir bölümü iyilk edene kötülük eder; bu yılan huyudur. Bir grubu ise kötülük edene iyilik eder; bu da Peygamberlerin, velilerin, iyi insanların huyudur.

21- Tasarrufun altında bulunan her şey; altın, gümüş, ev-bark, çoluk-çocuk, kap-kacak, eş… Sen bunların sahibi olduğunu zannedersin, elinden çıkarlarsa üzülürsün. Bu cahilliğinden ileri gelir.

52- Amellerin en zoru küçük cihad (harp)dır. Cihadların en zoru ise nefsle mücadeledir. Küçük cihadda kumandanın şart olması gibi büyük cihada da kumandan gereklidir. Bunun adı mürşiddir ve en kuvvetli silahı tevhiddir.

58- Ey Derviş! Mürşid yanında, denizin yanındaki Nil gibi ol!... Deniz kenarındaki taşlar gibi olma. Onlar ki uzun yıllar denizle iç içe olduğu halde onun letafet, rikkat ve yumuşaklığından hiç nasiplenmemiştir.

58- Zahir ve batın ilmin birbirlerine göre durumu ise Adem ile Havva gibidir.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.