13 Ekim 2015 Salı

İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ’NİN HAYATI

İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ’NİN HAYATI
Erzurum’un Hasankale ilçesinde misafirseverliği ile ün salmış Molla Bekir’in Osman isminde bir oğlu vardır. Halk arasında sevilir ve Derviş Osman diye anılır.
Bir gün evlerine Özbek Derviş Zekeriya adlı, hasta bir yolcu misafir olarak gelir. Molla Bekir, oğlu Osman’ı onun hizmetine verir. İlkbahar gelince iyileşen misafir, giderken kendine gözü gibi bakan Osman’a,  hizmeti zevk sayan bu gönül insanına hayırlar dileyerek, dualar eder.
Bundan sonra Derviş Osman, yüzünü Yaratan’a doğru çevirerek; yalnız onun ve nurlarının dinleyicisi olur.
Nihayet Erzurum’un Hasankale kasabasında, 1703 yılının Cuma sabahı güneşin doğuşu ile beraber,  bir oğlu dünyaya gelir. İşte bu bebek; dadaşlar diyarının yüz aydınlığı, Erzurum’un evliyası İbrahim Hakkı Hazretleri’dir. Anadolu’da yaşayacak evliyanın en büyüklerinden olacaktır.
Babası Osman Erzurumî de evliyadan bir zattır. İbrâhîm Hakkı yedi yaşında annesi Seyyide Hanım’ı kaybeder. Babası Osman Erzurumî, bu sıralarda gördüğü bir rüya üzerine tasavvufta kendisini yetiştirecek olan mürşidi İsmail Fakirullah’a tâbî olur. Siirt’in Tillo kasabasında yaşayan bu mürşidin derslerine katılabilmek için Erzurum’dan ayrılır, Tillo’ya gider. Orada yaşamaya başlar.
Dokuz yaşına kadar babasından ayrı kalan İbrâhîm Hakkı babasının hasretine dayanamaz. Amcası Molla Ali, İbrâhîm Hakkı’yı da alarak Tillo kasabasına babasının yanına götürür. İbrâhîm Hakkı, babası ve babasının mürşidi İsmail Fakirullah ile karşılaşışını kendisi şöyle anlatır:
“Ben 9 yaşındaydım. Ali amcam, beni babamın yanına götürdü. Bir ikindi vaktinde Tillo’ya girdik. Dergâha vardığımızda babam ile mürşidi namaz kılıyorlardı. İlk bakışta İsmail Fakirullah’ın mübarek yüzü bana babamdan daha yakın geldi. O anda yüzünün cazibesine kapıldım. Aklım onun güzelliğine, duruşundaki heybete ve olgunluğa hayran kaldı. Babam beni kendi odasına götürdü ancak ben hasta kalbime şifa verecek olan kılavuzumu bulmuş olmanın sevinci içindeydim.”

İbrâhîm Hakkı, Tillo’ya geldiği günlerde gördüğü bir rüyayı da şöyle anlatır.
“Rüyamda gökyüzünün beyaz serçelerle dolu olduğunu gördüm. Birara serçeler hep birden halkın üzerine doğru saldırdılar. Bana saldıranları babam uzaklaştırdı. Ancak bir serçe fırsat bulup sağ koltuğumun altına sokuldu.”
“Sabahleyin rüyamı babama anlattım. Babam koltuğumun altına baktıktan sonra orada veba hastalığının belirtilerini gördü. Hastalığa yakalandığım ilk beş gün kendimden habersiz olarak yattım. Altıncı gece gözümü açtığımda babamı başucumda gördüm. Mürşidimiz İsmail Fakirullah da yanındaydı. Bana uzun uzun dua ettikten sonra babama; “İbrâhîm’in işi bitmişken Allahû Tealâ ihsan ederek onu yeniden diriltti.” buyurarak müjde verdi.”
İbrâhîm Hakkı iyileştikten sonra yine derslere devam etti. Büyük bir heyecanla anlatılanları dinliyor, öğrendiklerini hayatına tatbik etmek için büyük bir çaba harcıyordu. Kur’ân-ı Kerim’i öğrendikçe hayatının daha güzelleştiğini, severek ve yardım ederek yaşamanın faziletini kavrıyordu.
İbrahim Hakkı (k.s.) Hazretleri daha çocukken İsmâil Fakîrullah (k.s.) Hazretleri’ne teslim edildi. İyi bir terbiye alması için çocukluğunun mühim bir devresini Fakîrullah Hazretleri’nin yanında geçiren İbrahim Hakkı Hazretleri, bir gün eline aldığı bir testiyle çeşmeye gider, doldururken oraya gelen bir atlı:

- Çekil bakayım önümden be çocuk! diye İbrahim Hakkı Hazretleri’ni azarlayarak atını çeşmeye sürer. O da testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. İbrahim Hakkı Hazretleri, testisini bırakıp kendisini kurtarmak zorunda kalır. Bu esnada at da üzerine basıp testiyi kırar. Ağlayarak hocasının huzuruna gelir ve:

- Çeşmeden su alırken atını koşturarak gelen biri, atını üzerime sürdü. Can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de tepeletip kırdı! der. Hocası sorar:
- Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?
- Hayır, der, hiçbir şey söylemedim.
 - Çabuk git ve o adama bir-iki laf söyle, der.

İbrahim Hakkı Hazretleri gider, çeşmenin başında atını tımar etmeye başlayan adamın yanına varıp bekler. Fakat bir türlü terbiyesini bozup da:

- Benim testimi niye kırdın zâlim adam! diyemez.

Dönüp geldiğinde hocası Fakîrullah Hazretleri sorar:

- Ona bir şeyler söyleyebildin mi?
- Söyleyemedim efendim; niyetlendim, lâkin bir türlü dilimi çevirip de ağır bir söz sarf edemedim! Hocası bağırır:
- Sana diyorum, çabuk git ve o adama bir şeyler söyle, mukabele et! Yoksa sonu felâket!..

İbrahim Hakkı Hazretleri bu defa kararlı olarak koşup çeşmenin başına gelir. Bir de bakar ki, testisini kıran adamı, kendi atı, attığı çiftelerle çeşmenin havuzuna yuvarlamış, ölüsü yatmaktadır! Koşarak gelip, hocası İsmâil Fakîrullah Hazretleri’ne bu vahim vaziyeti anlatır. Hocası bu hâle üzülür:

-Vah vah! Bir testiye bir adam! Üzüldüm buna doğrusu! der. Huzurundakiler bundan bir şey anlamadıklarını söyleyince, büyük velî şöyle îzah eder:
 “O atlı adam, İbrahim Hakkı’ya zulmetti. Zulme uğrayan da tek kelimeyle olsun mukabelede bulunmadı, zâlimi Allâh’a havâle etti. Allahû Teâlâ’nın da gayretine dokunup zâlimi cezâlandırdı. Şayet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip, ona bir şeyler söyleseydi, ödeşeceklerdi. Fakat İbrahim, büsbütün mazlum oldu. Bense ödeştirmek için uğraşıyordum, maalesef muvaffak olamadım!”

Yine bir gece rüyasında İsmail Fakirullah’ın dergâhında yedi seçilmiş kişinin ayakta durduğunu gördü. Fakirullah kalkarak onlara sarıldı. Onların içinden biri olan İbrâhîm Hakkı’yı öptü. Bu rüyayı hemen babasına anlattı. Ama babası uyanık olmasına rağmen onun rüyasını görmüştü.
“Birazdan hikmetini anlarsın.” dedi.
Gerçekten dergâhın kapısından dışarıya bakınca Siirt tarafından ak sakallı bir ihtiyarın geldiğini gördü. Bu kişi, İbrâhîm Hakkı’nın yanına gelerek onu öptü. Fakirullah’ı ziyaret etmek istediğini söyledi. Ziyaretçi olduğu söylenince içeri girmesine izin verildi.
Fakirullah, “Hoşgeldin Seyyid Hamza” dedi. Seyyid Hamza çok şaşırdı. İlk defa karşılaşıyorlardı, adını nereden bilmişti. Dışarı çıkınca:
“Ben Siirt’in ileri gelenlerinden Seyyid Hamza’yım. Bu ana kadar Tillo’ya hiç gelmedim. Bu büyük âlim ve velîyi hiç görmedim. Ancak bu kasabayı ve yolunu rüyamda görerek öğrendim. Rüyamda şu küçük erkek çocuğunu da görmüştüm. Eğilip öptüm. Sabah olunca atıma bindim. Rüyada gördüğüm yolu güzergâh olarak takip ettim. Kimseye sormadan dergâhı bulup sizleri tanıdım. Gördüğüm rüyayı bu velîye anlatacak, hizmeti ve sohbetiyle şereflenecektim. Ben daha anlatmadan “Ey Seyyid Hamza! Bu gece bize çok misafir geldi, deyip hem ismimi hem de rüyamı anlattı. Şaşırıp kaldım.” dedi.
Seyyid Hamza’nın bu şaşkınlığına İbrâhîm Hakkı’nın babası şöyle cevap verdi: “Senin bu gördüğün rüyanın aynısını bu oğlum da gördü. Ancak herkesin gördüğü rüyaları evliya uyanıkken de görür. Allah’ın ihsanları sonsuzdur.”
İbrâhîm Hakkı, 17 yaşındayken de babasını kaybetti. Bunun üzerine Fakirullah’ın emriyle Erzurum’a gitti. Burada dünya ilmini öğrendi. Ancak 7 sene sonra Fakirullah’ın yanına Tillo’ya geri döndü.
AŞKIN ARKADAŞI
İbrahim Hakkı genç yaşında babasını kaybederek yetim kalmıştı. Yıllar yılı Mevlası’nın rızasını kazanmak için çalıştı, çabaladı. Günlerce gözyaşı döktü… Gönlündeki bütün putları bir bir kırdı. İçini boşaltıp temizledi. Yalnız Allah’ın ve O’na yakın olanların sevgisini diledi. Hep dualarında Yüce Yaratan’a “Beni aşkınla arkadaş et!” diye yalvardı. Ve ölmeden önce ölen, dünyada iken gerçek sevgiliye kavuşan ender kullardan biri oldu.

NEYLERSE GÜZEL EYLER
Artık o sevgilisi ile bir olmanın sarhoşluğu içindedir. Her şeye O’nun nuru ile bakar. Her yerde ve her şeyde O’nu ve O’nun güzel işlerini görür. Gören bir göz için; şerr gibi gözükenlerin nasıl hayra dönüştüğünü hayret ve hayranlıkla seyreder. Anlayış ve güzellik denizine dalıp, oradan dalga dalga seslenir.

Hak, şerrleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Arif anı seyr eyler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler


Arif olan, her şeyin hayrını ancak Hakk’ın, yani her şeyi bilen Allah’ın bildiğini bilir ve sıkıntılara sabreder. Güçlüklere katlanır. O’ndan gelenin kötüsü olmayacağını bilerek her şeye razı olur. Sevgilisinin lütufları kadar,  kahırlarını da sever. Zira görür ki; O’nun kahrı da aynı lütuf gibidir. Nasıl ki ilaçta acıdır ama şifa verir… O halde Allah’ı seven kimsenin bu kahır gibi görünen lütuflarına da dayanması,  Allah’a güvenmesi ve içini rahat tutması gerekir. Şöyle ki;

Sen Hakk'a tevekkül kıl
Tefvîz et ve rahat bul,
Sabr eyle ve razı ol,
Mevlâ'm görelim neyler,
Neylerse, güzel eyler...


İnsan kendi kendine kaldıkça, isteklerine sımsıkı sarıldıkça iyilik yolunda yürümesi güçleşir. Sadece kendi istekleri peşinde koşan kimse, ya onları elde edip hayal kırıklığına uğrar ya da elde edememenin sıkıntısını çeker. İki kere yere serilir. Yanlız Allah’ı isteyip, O’nun rızasını dileyenler ise bu iki uçurumun kenarından kurtulurlar.

Bil kadıii hacat-ı
Kıl ona münacatı
Terk eyle muradatı
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Hak'tandır bütün işler,
Boştur gavu teşvişler,
Ol, hikmetini işler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.


Her şeyin Allah’tan ve hayrımıza olduğunu bilen kimse, her şeyi gönül hoşluğu ile kabul eder. Bir dileği olmadı diye ve istemediği bir şey başına geldi diye üzülmez. Sabrederek işin sonunu bekler. O zaman her şeyin hayrını ve güzel olduğunu açık gözle görür. Ve İbrahim Hakkı’nın şu dizelerine hak verir.

Bir iş üstüne düşme,
Olduysa inat etme,
Hak'tandır o, red etme,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler,

Deme şu niçin şöyle
Yerincedir ol öyle
Bak sonuna sabreyle
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler.

En çok çekinilecek şey gönül kırmaktır. Allah’ın en büyük buyruğu; insanların kardeş ve bir olmasıdır. Başkalarını hor tutan ve gönül kıran kimse ise birliği bozmuş, kardeşlik çemberini kırmış, insan ismi üzerine kara bir çizgi çekmiş olur. Böyle bir insan elbette tek kalacaktır.  Herkesi kardeş tutan, kırık kalpleri onaran, gönüllerde yer tutanlar sevgililerdendir. Onlar benliklerini yıktıkları için herkesle barış halinde ve birlik içerisindedirler.

Hiç kimseye hor bakma
İncitme, gönül yıkma
Sen nefsine yan çıkma
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler.

NE ETMİŞSE GÜZEL ETMİŞ
Düşünen bir baş ve seven bir gönül için; evren her satırı güzellikler ile dolu bir kitaptır ki; bu kitapta insan kendini ve kendinde Rabb’ini bulur. Ve en son o sevginin yüce sarhoşluğu içinde İbrahim Hakkı şu mısraları söyler.

Vallahi güzel etmiş
Billahi güzel etmiş
Tallahi güzel etmiş
Allah görelim netmiş
Ne etmişse güzel etmiş 



Fakirullah’ın vefatına kadar hizmetiyle şereflendi. İbrâhîm Hakkı, onun vefatından sonra öğrenci yetiştirmeye başladı. Bu arada fıkıh, tasavvuf ve fen bilgilerini anlatan “Mârifetnâme” adlı eserini yazdı. Bu eserde canlılar hakkında çeşitli teoriler ileri süren Fransız doktoru Lemarck, Hollanda’lı Hugo de Vires gibi yazarlardan çok önce, en basitinden en mükemmel olan insana kadar canlıları anlatmıştır.
O, sadece biyoloji ilmi ile değil, fizikten kimyaya, matematikten astronomiye kadar devrindeki bütün ilimlerle uğraşmıştır. Hayatında hiçbir zaman okumayı ve okutmayı bırakmamış, ideal insanı arif insan olarak tanıtmıştır. İbrâhîm Hakkı gönül sahibi olan, fen ve sanata yer veren büyük bir âlim, Hakk’a rıza gösteren bir velîdir. Eserlerinde tayyi mekânı yaşadığını; “Biz uzayı Tillo’nun sokaklarından daha iyi biliriz.” sözleri ile açıklamıştır.
İbrâhîm Hakkı’nın açık fikirli ve neşeli bir kişiliği vardı. Kızına yazdığı manzum öğütte “güleç yüzlü, güzel sözlü ol ey can” demesiyle tasavvufu özetlemiştir.
İbrâhîm Hakkı için şiir, Allah’ı anmak için bir vasıtadır. Ona göre şiir, Allah’ı anlatmalıdır, tüm sanat dalları Allah’ı anlatmalıdır. Kendisi Hakk aşığıdır, o zaman tabii ki Allah’ı anlatacaktır. Şiirleri, öğrettiği konuların özetidir. Şiirlerinde “Hakkî” mahlasını kullanmış ve hep kendisine öğütlerde bulunmuştur. Mürşidine bağlılığından ve insanın aczini bu kelimede görmesinden ötürü “Fakiri” mahlasını da kullanmıştır.
İbrâhîm Hakkı, 1781 yılında Tillo’da vefat etti. Mürşidi Fakirullah’ın yanına defni için vasiyet etmişti. Vasiyeti yerine getirildi ve isteği üzerine; mezar taşına “Hudâ’yı bilmeye ancak cihâne geldi sultanım.” yazıldı.
İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ’NİN ESERLERİ
Yukarıda kullandığımız İbrâhîm Hakkı’nın “Tefvîznâme” adlı şiirinden bazı kıtalardı. Başka bir kıtada şöyledir:
Hep işleri fâyıktır
Birbirine lâyıktır
Neylerse muvafıktır
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler


Sultan 1 Mahmud zamanında İstanbul'a geldi ve saray kütüphanesinde ilmî araştırmalarda bulundu

En meşhur eseri, bütün eserlerinin içinde bulunduğu tek yer olan Mârifetnâme’dir Bu kitapta eski ve yeni bilgileri kaynaştırmaya çalıştı Öyle ki Mârifetnâme, zamanının en kapsamlı ansiklopedisi özelliğini taşımaktadır

Mârifetnâme’de astronomiden sosyolojiye, biyolojiden fiziğe, karakter ilminden psikolojiye, dînden tasavvufa, ahlâktan âdâb ilmine varıncaya kadar her ilimden bahisler bulunmaktadır Çok sade ve tatlı bir anlatımı vardır Zamanına göre dili bir hayli sadedir

Mârifetnâme ilmî bir eser olmakla beraber aynı zamanda bir halk kitabıdır Hemen herkesin bilgi dağarcığında Mârifetnâme’den birkaç cümle vardır

1166 sayfalık Mârifetnâme’nin âdâb bölümünden öğütler derledik Yaptığımız bu nakiller hayatta başarılı olmanın sırlarını vermektedir

* Kurtuluş doğruluktadır.

* Ey aziz!
Konuşursan doğru konuş Doğruluk keramettir Yalan aşağılıktır Kurtuluş doğruluktadır Yalancı ve hileci şeytandır Lâkin görünüşte insandır Yalan söyleyen kimseden hayır umulmaz


*Boş laflar ve şakalar zarara yol açar; ömrü boşa geçirmektir Gıybet ve koğuculuktan sakın ki, bunlar insanı halktan ve Haktan uzak ederler

* Dili tatlı olanın dostu çok olur.


* Dil insanın terazisidir, âlim ve cahili ayırıcıdır Mü’min insaf etmeyene insafla gider Ahlâkı güzel olan yumuşak söyler Çok selâm ve tatlı dil sevgiye sebeptir Büyüklerin yolu güzel sözlü olmak ve açık selâm vermektir Dili tatlı olanın dostu çok olur Sözü tatlı olanın muhabbeti lazımdır

* Özür dileyenin özrünü kabul et.

* Allah’ı tanıyan kişi insanlardan özür diler Özür dileyenin özrünü kabul eyle Sana eziyet edeni affedip tatlı ve yumuşak söyle Elinden geldiği kadar kusurları affet, ayıplan görmezden gel Af ihsanların en güzelidir


* İyi arkadaş hayatın süsüdür.

* İyilik yapanla kötülük yapanı bir tutma İyilik edeni duadan unutma İyiliği unutup kusuru saklayan dost değil, düşmandır Dostunun hatasına dayanamayan ölüm hastalığında yalnız kalır Dostun, gözün gibi olan insandır İyi arkadaş hayatın süsü ve belada yardımcıdır Güzel görüşmekle arkadaşlık devam eder

* Mü’min yumuşak olur.

* Mü’min uysal ve yumuşak olur, emin ve güvenilir olur İlim, yumuşak huyun esasıdır İlmin başı rıfk ve bilimdir Bereket rıfk iledir Hilmin başı kızgınlığını yenmek ve tahammüldür

* Hikmetin başı insanlarla iyi geçinmektir İnsanın rıfk ve cömertliği düşmanına kendini sevdirir Hilmin zekâtı güzel idaredir İlmin zekâtı zeki insanlara öğretmektir

* İlmin süsü hilim ve rızadır Hilmin süsü eziyete katlanmaktır Kudretin süsü insaf ve adalettir Nimetin süsü akraba ziyaretine gitmektir

* İyi insan aza da şükreder.


* Büyüklenmek telefin esasıdır Kanaat kolaylığın özü, tamah fakirin felaketidir Söz vermek öyle bir hastalıktır ki, şifası vefasıdır

* Akıllı kimseye muhalefet etmek şiddetli tekdire gider Ahmağa cevap vermemek en güzel cevaptır

* İyi insan aza şükreder, kötü insan çoğu da beğenmez, kötüye kullanır

* İyi insan verdiği sözü yerine getirir Sözünü tutmayanı affeder

* Hakka yaklaşmak yalvarmakladır İnsanlara yaklaşmak ise onlardan bir şey istememekledir

* Cimri ve korkakla istişare etme.

* Meşveret sana rahattır İstişare rahmettir Cimri ve korkakla meşveret etme

* İyi insan güzel hareketleri kendi üzerine borç bilir ve bunları yerine getirir Başa kakıcı alçak insanlar ise geçmişte yaptıkları iyilikleri halk üzerinde bir borç bilip almaya çakşırlar

* Mü’min, insanların eziyetlerine katlanır, ondan ise kimse incinmez İyi insan namusunu malıyla, kötü insan malını namusu ile korur

* Yardım et ki, yardım olunasın.


* Yardım et ki, yardım olunasın Kötülük edene iyilik et ki, ona sahip olasın Kendine razı olduğun sözü insanlara söyle

* Senden büyüklere itaatli ve saygılı ol ki, senden küçükler seni saysınlar

* Sahibinin değerini düşüren işten kaç ki, sorulduğu zaman utanıp inkâr eder İyi bir insana ihanet ettinse ondan sakın; kötü bir insana iyilik yaptınsa kendini ondan koru

* En faydalı hazine gönüllerdeki sevgidir Miskin Allah’ın gönderdiği insandır, ona bir şey veren, onu gönderene vermiş olur; vermeyen, gönderene vermemiş olur

* Güzel ahlâkın en güzeli sana gelmeyene senin gitmendir, seni mahrum edene senin iyilik etmendir Sana zulmedeni affetmendir Halkın sana ihtiyacı, Hakkın nimetinin revaç bulmasıdır

* Cömertlik insanın süsüdür.

* Malik olursan rıfkeyle, söz verirsen tut, iyilik yaparsan gizle Başa kakıcıların yanında oruçlu ol Başkasından kötü bir huy gördünse, onun benzerinden sakın

* Sevginin sebebi cömertliktir Cömertlik zenginliğe ve rahatlığa sebeptir Cömertlik insanın süsüdür Cömertlikle efendilik olur İnsanların elinde olandan elini çekmek iki cömertliğin biridir

* Şükür ile nimet artar Tatlılıkla zorlar kolay olur Herkese selam vermek güzel haslettir

* Tevazu ilmin meyvesidir Tevazu şeref süsüdür Tevazuun meyvesi yükselmektir Kanaatin meyvesi azizliktir

* Güzel huy her faziletin esasıdır Güzel huy insana hayırlı arkadaştır Güzel huy insana Hakkın nimetidir Güzel huy insanı saadete götürür

* İnsanlarla öyle ol ki, bir tarafa gitsen seni arzu eylesinler Vefat edersen sana ağlayıp, senden söz etsinler

* Ülfetin sebebi vefadır Ayrılığın sebebi ihtilaftır Fakirliğin sebebi israftır

* Gönüldeki sükûnet en güzel süstür

* İnsanlarla iyi geçinenin ayıpları örtülür.

* Malınla cömert, sırrınla cimri ol ki, mal veren aziz, sır veren zelildir Seni öven belki boğazlar Sana ayıbını söyleyen nasihat eder

* İnsanlarla eziyet etmeyene kimse düşman olmaz Senin hakkında iyi düşünce besleyeni doğru çıkar


* İnsanlara iyi geçinen selâmet bulur Kızgınlığına hakim olan halimdir Şehvetine sahip olan hakimdir

* İnsanlarla iyi geçinenin ayıplan örtülür Halkın ayıplarını arayanın ayıplan duyulur

* Alime hürmet Hakkı tazimdir.

* Öğüdü kabul eden yüzkaralığından kurtulur Sana teveccüh edene yardım etmen gerekir

* İnsanlar için kuyu kazan kendi düşer içine

* Küçük musibeti büyük sayan daha büyüğüne tutulur Halka ihsan eden, Haktan ihsan bulur

* İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmiş olmaz.

* Senden razı olana teşekkür etmek onun rıza ve cömertliğini arttırır Senden razı olmayana teşekkürün, ondan sana barış ve sevgiye sebep olur İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmemiş olur Yanında başkasına teşekkür eden senden bir şey istemiş olur

* Namahreme bakmayanın kalbi rahat olur.

* İnsanlardan utanmayan Allah’tan haya etmemiş olur Namahreme bakmayanın kalbi rahat olur

* Sana söz getiren, senden de söz götürür Babasına ve annesine itaatli olan, evladını kendisine itaatli bulur

* Görmemezlikten gelmek gibi hilim, bilmemezlikten gelmek gibi akıl olmaz Allah katında günah olanda, kullara itaat olunmaz

* Akıllı olana gerektir ki, doktorun hastaya söylediği gibi söylesin O hiddet ve şiddet gösterdikçe bu yumuşak söylesin

* Halkın beğenmediği işleri işleme ki, hakkında iftiraya başlamasınlar

* Kadın reyhandır, kahraman değil, onu yük altına atma Kadına yük olma Geçimli hanım iki rahatın biridir

* Sakın mecliste kimseden yüksekte oturma Meclistekiler seni yükseğe oturtmadıkça sen yukarıda bulunma




İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ ‘nden Eşlerine Mektuplar

I. Mahmut zamanında İstanbul’da Saray kütüphanesinde çalışıyordur. Oradan 45 yaşlarında iken eşlerine mektup yazar. Her bir hanımının özelliği ile onları hoş tutan mektupları, aynı adrese yollar.


  1. Hanımına

İzzetli, hürmetli, şevkatli, gönüllü,
Akıllı, hünerli, marifetli,
Güzel huylu, tatlı dilli,
Canı gönülden dua eder, nazik hatırını sual ederiz,
Benim nazlı yarim, dert ortağım canım Firdevs’im

  1. Hanımına

Güleç yüzlü dervişim Fatma Hanım’ım
Benim yükümü çeken ,
Selametle kurtuldun mu?
Canı gönülden dua eder, nazik hatırını sual ederiz.

  1. Hanımına

Gayretli Belkıs Hatun’a,
Şirin sözlü Melek huylu,
Oğlumun annesi,

  1. Hanımına

İzzetli, hürmetli,
İnce belli, uzun boylu,
Kömür gözlüm,

Marifetlim, 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.