MİRAS
Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de,
varis kılınanları açıklamaktadır.
1-
Allah, Herşeyin Varisidir
Allahû Tealâ, Hicr Suresi 23. âyet-i
kerimede buyuruyor ki:
15/HİCR-23: Ve innâ le nahnu nuhyî ve numîtu ve nahnul vârisûn(vârisûne).
Ve
muhakkak ki; Biz, sadece Biz hayat veririz. Ve Biz öldürürüz. Ve varis olanlar
da Biziz.
Allah'ın doksan dokuz esmasından bir
tanesi El Varis'tir. Yarattığı mülkün yegâne sahibi, Allah'tır. Allahû Tealâ,
yarattığı mülkü; sadece geçici bir süre için, yarattığı insanlara hayatları
boyunca faydalandırmayı nasip kılmaktadır. Ama; onun ötesinde yegâne sahip,
Allah'tır. Allahû Tealâ, Meryem Suresi 40. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
19/MERYEM-40: İnnâ nahnu nerisul arda ve men aleyhâ ve ileynâ
yurceûn(yurceûne).
Muhakkak
ki Biz, yeryüzüne ve onun üzerinde olan kimselere Biz, varis olacağız. Ve
onlar, Biz'e döndürülecekler.
Allahû Tealâ, Enbiyâ Suresi 89.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
21/ENBİYÂ-89: Ve zekeriyyâ iz nâdâ rabbehu rabbi lâ tezernî ferden ve ente
hayrul vârisîn(vârisîne).
Ve
Hz. Zekeriya, Rabbine (şöyle) nida etmişti: “Rabbim, beni tek başıma bırakma ve
Sen, varislerin en hayırlısısın.”
2- Allah, Her Dönemde Huzur Namazı'nın İmamlarını, Mülkünün Mirasçıları
(varisleri) Kılmıştır
Allahû Tealâ, Meryem Suresi 6. âyet-i kerimede
buyuruyor ki:
19/MERYEM-6: Yerisunî ve yerisu min âli ya’kûbe vec’alhu rabbî
radıyyâ(radıyyen).
Bana
ve Yâkub (A.S)'ın ailesine varis olsun. Ve Rabbim, onu (Senden) razı (olan)
kıl.
Allahû Tealâ, Zekeriya (AS)'a,
Meryem Suresi 6. âyet-i kerimede ifade edilen bu duanın neticesinde; Yahya
(A.S)'ı bahşediyor. Allah; Yahya (A.S), daha küçükken hikmeti veriyor. Buradan
da; Allahû Tealâ'nın bir varis tayin ettiği görülmektedir.
Davut (A.S)'ın oğlu Hz. Süleyman'dır. Allahû
Tealâ, Neml Suresi 16. âyet-i kerimede, Süleyman (A.S)'ın, Davut (A.S)'a varis
olduğunu dile getirmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
27/NEML-16: Ve varise suleymânu dâvûde ve kâle yâ eyyuhen nâsu ullimnâ
mentıkat tayrı, ve ûtînâ min kulli şey’(şey’in), inne hâzâ le huvel fadlul
mubîn(mubînu).
Ve
Süleyman (a.s), Dâvud (a.s)'a varis oldu. Ve: "Ey insanlar! Kuş dili bize
öğretildi. Bize herşeyden verildi. Muhakkak ki bu, apaçık bir fazldır."
dedi.
3-
Kitab'ın Seçilen Kullara Miras Bırakılması
Allahû Tealâ, Fâtır Suresi 32.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
35/FÂTIR-32: Summe evresnel kitâbellezînastafeynâ min ibâdinâ, fe minhum
zâlimun li nefsih(nefsihî), ve minhum muktesid(muktesidun), ve minhum sâbikun
bil hayrâti bi iznillâh(iznillâhi), zâlike huvel fadlul kebîr(kebîru).
Sonra
kullarımızdan seçtiklerimizi kitaba varis kıldık. Böylece onlardan bir kısmı
nefsine zulmedicidir, onlardan bir kısmı muktesittir. Onlardan bir kısmı da
Allah'ın izniyle hayırlarda yarışanlardır. İşte o ki o, büyük fazldır.
Allahû
Tealâ, hayırlarda ileri geçenler (sabîkûn hayrat) ve sahâbenin durumu için şu
açıklamalarda bulunmaktadır:
a-
Kitab’a varis olanlar, Allah'ın
köleleridir. Hayırlarda ileri geçenler, bu kişilerdir.
Allahû Tealâ, varis kılınan irşada memur
ve mezun kılınanlar için, Tevbe Suresi 100. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri
vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum
cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul
azîm(azîmu).
O
sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini
Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı
muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan
(Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne)
ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara
tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır.
Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen
kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
b-
Kitab’a varis olanlar muktesitlerdir. Bu kişiler; ruhlarını Allah'a teslim
etmişlerdir. Ama; zamanın bütününü henüz Allah için harcamazlar. Zikirlerini,
günün belli bir zaman dilimi içerisinde yapmaktadırlar. Geri kalan zamanda ise,
zikretmezler. Dolayısıyla zamandan tasarruf ederler, iktisap ederler. Allahû
Tealâ, bu özelliklerinden dolayı onlara “muktesit” demektedir. Ama; muktesitler
de Kitab’ın varisidirler. Yani; Allah'a ulaşmayı dilemişler, mürşidlerine tâbî
olmuşlar ve ruhlarını Allah'a teslim etmişlerdir. Zikir artışı içerisinde
yollarına devam etmektedirler.
Allahû Tealâ, Hadîd Suresi 10.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
57/HADÎD-10: Ve mâ lekum ellâ tunfikû fî sebîlillâhi, ve lillâhi mîrâsus
semâvâti vel ard(ardı), lâ yestevî minkum men enfeka min kablil fethi ve
kâtel(kâtele), ulâike a’zamu dereceten minellezîne enfekû min ba’du ve kâtelû
ve kullen ve adallâhul husnâ, vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Ve
size ne oluyor ki, Allah'ın yolunda infâk etmiyorsunuz? Göklerin ve yerin
mirası Allah'ındır. İçinizden, fetihten önce infâk eden ve savaşanlar, işte
onlar, daha sonra (fetihten sonra) infâk eden ve savaşanlarla bir değildir,
onlardan daha yüksek (azamî) derece sahibidirler. Ve Allah, hepsine hüsna'yı
vaadetti. Ve Allah, yaptıklarınızdan en iyi haberdar olandır.
c-
Kitaba varis olanlardan bir kısmı da; henüz nefsine zulmedenlerdir. Ama; bu
kişilerden de Allah'a ulaşmayı dileyenler gelip, mürşide tabî olacaklardır. Allahû
Tealâ, Nisâ Suresi 64. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi),
ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur
resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve
Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka
birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana
gelselerdi, böylece Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için
mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların
tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak
bulurlardı.
4-
Allah'a Ulaşmayı Dilemeyenler
Allahû Tealâ, Kitab’a varis kılınan Allah’a
ulaşmayı dilemeyenler için, A’râf Suresi 169 ve 146. âyet-i kerimelerde
buyuruyor ki:
7/A'RÂF-169: Fe halefe min ba’dihim halfun verisûl kitâbe ye’huzûne arada
hâzel ednâ ve yekûlûne se yugferu lenâ ve in ye’tihim aradun misluhu
ye’huzûh(ye’huzûhu), e lem yu’haz aleyhim mîsâkul kitâbi en lâ yekûlû alâllâhi
illel hakka ve deresû mâ fîh(fîhî), ved dârul âhıretu hayrun lillezîne
yettekûn(yettekûne), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Artık
onlardan sonra, sonraki nesil halef oldu (onların yerine geçti). Kitab'a varis
oldular. Ve: “Yakında bize mağfiret edilecek (günahlarımız sevaba çevrilecek).”
diyerek, bu değersiz dünya malını alırlar (aldılar). Ve onun gibi bir misli
daha dünya malı onlara gelse, onu da alırlar. Allah'a karşı haktan başka bir
şey söylememeleri için onlardan Kitab'ın misaki alınmadı mı? Ve O'nun
içindekileri, onlar okudular (öğrendiler). Takva sahibi olanlar için ahiret
yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl etmez misiniz?
7/A'RÂF-146: Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril
hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ
yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen),
zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde
haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri
görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve
gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi
yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
Allahû Tealâ, Âli İmrân Suresi 187.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-187: Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâbe le
tubeyyinunnehu lin nâsi ve lâ tektumûneh(tektumûnehu), fe nebezûhu verâe
zuhûrihim veşterav bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe bi’se mâ
yeşterûn(yeşterûne).
Ve
Allah, kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu
gizlemeyeceksiniz." diye, misâk almıştı. Fakat onu (misâkı), arkalarına
attılar (sözlerini tutmadılar) Ve onu az bir değere sattılar. Oysa yaptıkları
alışveriş ne kötü.
5- Kitap'tan Şüphe İçinde Olanlar
Allahû Tealâ, Kitap’tan şüphe içinde
olanlar için, Şûrâ Suresi 14. âyet-i kerimede diyor ki:
42/ŞÛRÂ-14: Ve mâ teferrekû illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum,
ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike ilâ ecelin musemmen le kudıye beynehum,
ve innellezîne ûrisûl kitâbe min ba’dihim le fî şekkin minhu murîb(murîbin).
Kendilerine
ilim geldikten sonra aralarında azanlardan başkası fırkalara ayrılmadı. Eğer Rabbinden
“belirlenmiş bir zamana kadar (bekletme)” sözü geçmemiş olsaydı, mutlaka
onların arasında (hemen) hüküm verilirdi. Muhakkak ki onlardan sonra Kitab'a
varis kılınanlar, gerçekten O'ndan şek ve şüphe içindedirler.
Kitab’a varis kılınanlar arasında;
şüphe içerisinde olanlar da vardır. Onlar, kitaptan nasiplerini almayanlardır.
Allahû Tealâ, insanı en şerefli mahlûk olarak yaratmış ve onun mutlu olmasını
istemektedir. Hem bu dünya hayatında, hem de ahiret hayatında... Allah'ın insan
için öngördüğü bu iki mutluluktan ilki; ahiret saadetidir. Dünya hayatıyla,
ahiret hayatı mukayese edildiği zaman; dünya hayatı, ahiret hayatının yanında
bir “hiç”tir. Allahû Tealâ, zaman itibariyle sonsuz hayatı içeren ahiret
hayatını, kulun lehine saadet içerisinde geçirmesini istemektedir. Bu saadeti
de; en kolay sebebe bağlamıştır. Allah'ın insandan beklediği bir tek şey
vardır. Sadece bir dilek: “Allah'a dünya hayatında ulaşmayı dilemek.”
Başlangıç noktasında kişinin kalbinde
ekinnet bulunmaktadır. Kalp şeytana dönük, göğüsten kalbe ulaşan rahmet yolu
kapalı, takva kapısı mühürlü, kalbin içinde küfür kelimesi bulunmaktadır. Kalbin
içerisinde %100 karanlıklar var, 19 tane afetle füccur kapısı açık,
kulaklarında vakra ve mürşidle arasında hicab-ı mesture denilen bir perde var. Allahû
Tealâ, bütün bu engellere rağmen, böyle bir kişiden Allah'a ulaşmayı dilemesini
istemektedir. Allah bu dileğin sahiplerini işitir, bilir ve görür. Allahû
Tealâ, kimin kalbinde bu talep oluşursa, derhal 12 ihsânı göndermeye başlar. Kişinin;
Allah’ın gösterdiği mürşid önünde tövbe etmesi halinde 7 tane ni'met verir.
Bundan sonra; kişi zikrini yapıp ibadetlerine devam ettiği süre içerisinde;
Nefs-i Emmare, Nefs-i Levvame, Nefs-i Mülhime, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Radiye,
Nefs-i Mardiyye ve Nefs-i Tezkiye kademelerini bir bir geçerek evvab takvasının
sahibi olur. Allah'a ulaşmayı dileyenlerin, mürşidlerine tabî olanların,
ruhlarını, fizik bedenlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim
edenlerin gidecekleri yer cennettir.
6-
İslâm'ın 7 Safhasını Yaşayanlar Cennete Varis Klınmıştır
Allahû Tealâ, cennete varis
kılınanlar için A’râf Suresi 43 ve Zumer Suresi 74. âyet-i kerimede diyor ki:
7/A'RÂF-43: Ve neza'nâ mâ fî sudûrihim min gıllin tecrî min tahtihimul
enhâr(enhâru), ve kâlûl hamdu lillâhillezî hedânâ li hâzâ ve mâ kunnâ li
nehtediye levlâ en hedânallâh(hedânallâhu), lekad câet rusulu rabbinâ bil
hakk(hakkı), ve nûdû en tilkumul cennetu ûristumûhâ bimâ kuntum
ta'melûn(ta'melûne).
Onların
göğüslerinde, (nefsin kalbindeki) afetlerinden ne varsa çekip aldık. Onların
altlarından nehirler akar. “Bizi buna hidayet eden Allah'a hamdolsun. Allah'ın,
bizi hidayete erdirmesi olmasaydı, biz hidayete ermezdik. Andolsun ki
Rabbimizin resûlleri hak ile gelmiştir.” dediler. “Yapmış olduklarınızdan
dolayı varis kılındığınız cennet işte budur.” diye nida olunurlar.
39/ZUMER-74: Ve kâlûl hamdu lillâhillezî sadakanâ va’dehu ve evresenel arda
netebevveu minel cenneti haysu neşâ(neşâu), fe ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
Ve
cennetlikler dediler ki: "Hamd, vaadine sadık olan Allah'a mahsustur. Ve
(cennetteki) bu yere bizi varis kıldı. Cennette dilediğimiz yerde
kalabiliyoruz." (Salih) amel yapanların ecri ne güzel.
7-
Allahû Tealâ, Yeryüzünün Mirasını Sahâbeye Bahşetmiştir
Mü’minler, Allah’a teslimiyetleri oranında faydalandırılır. Allahû
Tealâ, Enbiyâ Suresi 105. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
21/ENBİYÂ-105: Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz zikri ennel arda
yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn(sâlihûne).
Andolsun
ki; zikirden (Tevrat'tan) sonra Zebur'da, arza salih kullarımızın varis
olacağını, yazdık.
Allahû Tealâ'nın; Hz. Musa zamanında
yaşayanların sahip olduğu topraklardan onları çıkartması, onların denizde
boğulması ve İsrailoğullarının orada mirasçı kılınması; Enbiyâ Suresi 105.
âyet-i kerimede belirtilen neticedir.
8-
Ailede Miras
Allahû Tealâ, Enfâl Suresi 75. âyet-i
kerimede diyor ki:
8/ENFÂL-75: Vellezîne âmenû min ba'du ve hâcerû ve câhedû meakum fe ulâike
minkum, ve ûlûl erhâmi ba'duhum evlâ biba'dın fî kitâbillâh(kitâbillâhi),
innallâhe bi kulli şey'in alîm(alîmun).
Ve
bundan sonra âmenû olup hicret eden (göç) eden kimseler ve sizinle beraber
cihad eden kimseler, işte onlar sizdendir. Allah'ın Kitab'ında rahim sahipleri
(akrabalar), birbirlerine daha yakındır. Muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi
bilendir.
Allahû Tealâ, vasiyet konusunda
Bakara Suresi 180. âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:
2/BAKARA-180: Kutibe aleykum izâ hadara ehadekumul mevtu in tereke
hayrâ(hayran), el vasiyyetu lil vâlideyni vel akrabîne bil ma’rûf(ma’rûfi),
hakkan alel muttekîn(muttekîne).
Sizden
birinize ölüm geldiği zaman eğer bir hayır (mal v.s) bırakırsa, anne-babaya ve
yakınlarına (akrabalarına) marufla (örf ve adete uygun olarak) vasiyet etmek,
siz muttekilerin (takva sahiplerinin) üzerine (yerine getirilmesi gereken) bir
hakk (bir borç) olarak farz kılındı.
Kur’ân-ı Kerim’e göre; vasiyet
değiştirilemez. Değiştirme halinde; vebal, değiştirenin üzerinedir. Ancak;
vasiyet edenin adâletten uzaklaşacağından veya günaha gireceğinden korkulursa;
bu durumda vasiyetin değiştirilmesi mümkündür. Allahû Tealâ, Bakara Suresi 181
ve 182. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
2/BAKARA-181: Fe men beddelehu ba’de mâ semiahu fe innemâ ismuhu alellezîne
yubeddilûneh(yubeddilûnehu), innallâhe semîun alîm(alîmun).
Artık
kim onu (vasiyeti) işittikten sonra değiştirirse, o taktirde onun
günahı(vebali), sadece onu değiştirenlerin üzerinedir. Muhakkak ki Allah
Sem'î'dir (en iyi işitendir), Alîm'dir (en iyi bilendir).
2/BAKARA-182: Fe men hâfe min mûsın cenefen ev ismen fe aslaha beynehum fe
lâ isme aleyh(aleyhi), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Fakat
kim, vasiyet edenin, haktan uzaklaşacağından veya günaha gireceğinden korkarsa,
bu sebeple onların aralarını ıslâh ederse (düzeltirse), bu durumda, onun
üzerine bir günah (vebal) yoktur. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur (mağfiret
edendir), Rahîm'dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).
a- Yetimlere mallarının verilişi.
Allahû Tealâ,
yetimlere mallarının verilmesi gerektiğini, onlara mallarının verilmemesinin
büyük günah olduğunu açıklamaktadır. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 2. âyet-i
kerimede diyor ki:
4/NİSÂ-2: Ve âtûl yetâmâ emvâlehum ve lâ tetebeddelûl
habîse bit tayyîb(tayyîbi), ve lâ te’kulû emvâlehum ilâ emvâlikum innehu kâne
hûben kebîrâ(kebîran).
Ve yetimlere mallarını verin. Ve temizle (helâl olan ile)
habis olanı (haram olanı) değiştirmeyin. Ve onların mallarını kendi mallarınıza
(katarak) yemeyin. Muhakkak ki o büyük bir günahtır.
Geride kalan
yetimler iki şekilde olabilir. Bu malları kullanabilecek (rüşdünü kazanmış) ve
kullanamayacak durumda olanlar (henüz rüşdünü kazanamamış olanlar). Allahû
Tealâ bu durumda; diğer akrabalara hitap etmektedir: “Yetimlerin mallarını
verin, eğer onlarda rüşdü görürseniz verin. Onların mallarını haksız yoldan
yemeyin.” şeklinde emretmektedir. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 5, 6 ve 9. âyet-i kerimelerde
buyuruyor ki:
4/NİSÂ-5: Ve lâ tu’tûs sufehâe emvâlekumulletî cealellâhu
lekum kıyâmen verzukûhum fîhâ veksûhum ve kûlû lehum kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen).
Ve Allah'ın, (kullanımı konusunda) sizi kaim kıldığı (vekil
kıldığı) mallarınızı sefihlere vermeyiniz ve onun içinden (o mallarla) onları
rızıklandırınız (besleyiniz) ve giydiriniz ve onlara güzel söz söyleyiniz.
4/NİSÂ-6: Vebtelûl yetâmâ hattâ izâ belegun nikâh(nikâha),
fe in ânestum minhum ruşden fedfeû ileyhim emvâlehum ve lâ te’kulûhâ isrâfen ve
bidâren en yekberû ve men kâne ganiyyen felyesta’fif, ve men kâne fakîran
felye’kul bil ma’rûf(ma’rûfi), fe izâ defa’tum ileyhim emvâlehum fe eşhidû
aleyhim, ve kefâ billâhi hasîbâ(hasîben).
Ve yetimleri nikâh çağına gelinceye kadar deneyin. Bundan
sonra eğer kendilerinde bir rüşd (yeterlilik) hissederseniz, o taktirde
mallarını onlara teslim edin. Ve büyürler (geri alırlar) diye, onları (malları)
israf etmeyin ve acele ile yemeyin. Ve (vâsi) zengin bir kimse ise, o taktirde
iffetli olsun (yetimlerin mallarını yemekten kaçınsın). Ve (vâsi) fakir bir
kimse ise, o taktirde örfe uygun olarak yesin. Nihayet onlara mallarını geri vereceğiniz
zaman, onlara karşı şahit tutun. Hesap görücü olarak Allah yeter.
4/NİSÂ-9: Velyahşellezîne lev terekû min halfihim
zurriyeten dıâfen hâfû aleyhim, felyettekûllâhe velyekûlû kavlen
sedîdâ(sedîdan).
Ve onlar sakınsınlar ki, eğer arkalarında güçsüz olmalarından
korktukları çocuklar bıraksalardı, onlar için (onlara haksızlık yapılmasından)
korkarlardı. Artık Allah'a karşı takva sahibi olsunlar. Ve adaletli (dürüst)
söz söylesinler.
b- Anne, baba ve yakın akrabanın
bıraktıklarında erkek ve kadına pay vardır. Kadın olsun, erkek olsun ikisi de;
anne babanın bıraktığı mirasın sahipleridir.
Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 7. âyet-i
kerimede buyuruyor ki:
4/NİSÂ-7: Lir ricâli nasîbun mimmâ terekel vâlidâni vel
akrabûne, ve lin nisâi nasîbun mimmâ terekel vâlidâni vel akrabûne mimmâ kalle
minhu ev kesur(kesura), nasîben mefrûdâ(mefrûdan).
Ana-baba ve yakın akrabaların geriye bıraktığından
(mirasından) erkekler için bir pay vardır. Ve kadınlar için de, ana-baba ve
yakın akrabaların geriye bıraktığından (mirasından) bir pay vardır. Ondan
(bırakılanlardan) az veya çok farz kılınmış bir paydır.
c- Mirastan akraba, yoksul ve yetimlerin
rızıklandırılması.
Allahû Tealâ,
anne, babanın ve akrabanın geriye bıraktığı mallardan, miras düşmeyen
akrabaların da faydalanması gerektiğini açıklamaktadır. Erkek ve kadınların
herbirini varisler kılmaktadır. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 8 ve 33. âyet-i
kerimelerde diyor ki:
4/NİSÂ-8: Ve izâ hadaral kısmete ulûl kurbâ vel yetâmâ vel
mesâkînu ferzukûhum minhu ve kûlû lehum kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen).
Ve miras taksiminde, (miras düşmeyen uzak) akrabalar,
yetimler ve yoksullar orada hazır bulunursa, o taktirde onları, ondan
(mirastan) rızıklandırınız ve onlara güzel söz söyleyiniz.
4/NİSÂ-33: Ve li kullin cealnâ mevâliye mimmâ terekel
vâlidâni vel akrabûn(akrabûne) vellezîne akadet eymânukum fe âtûhum nasîbehum
innallâhe kâne alâ kulli şey’in şehîdâ(şehîden).
Ve ana- babanın ve yakın akrabaların bıraktıklarından, herkesi
mirascı kıldık. Ve artık, yeminlerinizin bağlandığı kimselere de paylarını
verin. Muhakkak ki Allah herşeye şahittir.
Allahû Tealâ,
Bakara Suresinin 177. âyet-i kerimede “birr”i tarif ederken, “Birr, malı çok
sevmenize rağmen, 7 grup insana bu maldan vermenizdir.” buyurmaktadır.
Belirtilen 7 grup insan içerisinde yer alan; akraba, yoksul ve yetimlerin de
mal üzerinde hakları bulunmaktadır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
2/BAKARA-177: Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbelel
maşrıkı vel magrıbi ve lâkinnel birre men âmene billâhi vel yevmil âhırı vel
melâiketi vel kitâbi ven nebiyyîn(nebiyyîne), ve âtel mâle alâ hubbihî zevil
kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîne vebnes sebîli, ves sâilîne ve fîr rıkâb(rıkâbi),
ve ekâmes salâte ve âtez zekât(zekâte), vel mûfûne bi ahdihim izâ âhed(âhedû),
ves sâbirîne fîl be’sâi ved darrâi ve hînel be’s(be’si) ulâikellezîne sadakû,
ve ulâike humul muttekûn(muttekûne).
Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı
yansıtan) BİRR (ebrar kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin birr, kişinin,
Allah'a, yevm'il âhire (Allah'a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat
gününe) meleklere, Kitab'a ve peygamberlere îmân etmesi ve sevdiği maldan,
akrabalara (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan
ihtiyarlara), yolda kalmış yolculara, isteyen (muhtaçlara), köle ve
(kurtulmaları için) esirlere vermesi ve namazı kılması, zekâtı vermesidir. Ve
(Allah'a ve insanlara) ahd verdikleri zaman ahdlerine vefa edenler (yerine
getirenler), zorlukta ve darlıkta ve şiddetli savaş halinde sabredenler, işte
onlar sadık olanlardır. İşte onlar muttekilerdir (takva sahibi olanlardır).
d-
Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler; karınlarına ateş tıkınmışlardır.
Allahû Tealâ, yetimlerin
malların haksızlıkla harcayanlar için Nisâ Suresi 10. âyet-i kerimede buyuruyor
ki:
4/NİSÂ-10: İnnellezîne ye’kulûne emvâlel yetâmâ zulmen
innemâ ye’kulûne fî butûnihim nârâ(nâran) ve seyaslevne seîrâ(seîran).
Muhakkak ki yetimlerin mallarını zulümle (haksızlıkla)
yiyenler, karınlarına sadece ateş yerler. Ve onlar, yakında alevli ateşe
atılacaklar.
e- Allahû Tealâ’nın, çocukların mirası hakkındaki
vasiyeti.
Allahû Tealâ, çocukların mirası
konusunda, Nisâ-11’de diyor ki:
4/NİSÂ-11: Yûsîkumullâhu fî evlâdikum liz zekeri mislu
hazzıl unseyeyn(unseyeyni), fe in kunne nisâen fevkasneteyni fe le hunne sulusâ
mâ terek(tereke), ve in kânet vâhideten fe lehan nısf(nısfu) ve li ebeveyhi li
kulli vâhidin min humâs sudusu mimmâ tereke in kâne lehu veled(veledun), fe in
lem yekun lehu veledun ve verisehû ebevâhu fe li ummihis sulus(sulusu), fe in
kâne lehû ıhvetun fe li ummihis sudusu, min ba’di vasiyyetin yûsî bihâ
evdeyn(deynin), âbâukum ve ebnâukum, lâ tedrûne eyyuhum akrabu lekum
nef’â(nef’en), ferîdaten minallâh(minallâhi) innallâhe kâne alîmen
hakîmâ(hakîmen).
Allah size, çocuklarınızın (mirası) hakkında şöyle tavsiye
ediyor. Erkeğe, kadının payının iki katı, fakat, eğer kadınlar ikiden fazla
iseler, o zaman terekenin (mirasın) üçte ikisi onlarındır ve eğer o (kadın) bir
tek ise, o zaman yarısı onundur. Eğer ölenin çocuğu varsa, onun anne ve
babasının herbiri için, bıraktığı mirasın altıda biri pay vardır. Fakat onun
çocuğu yoksa ve yalnız ana-baba mirasçı oluyorsa, o taktirde, üçte biri
annesinindir (geriye kalan babanındır). Fakat eğer ölenin kardeşi de varsa, o
zaman, altıda biri annesinindir. Bunlar, borcu ödenip ve de vasiyeti yerine
getirildikten sonradır. Babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin fayda
bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. (Belirlenen bu paylar)
Allah'tan bir farzdır. Muhakkak ki Allah, Alîm'dir, Hakîm'dir.
Allahû
Tealâ, insanların birbirinin mallarını haksızlıkla harcamalarını
yasaklamaktadır. Allahû Tealâ, Nisâ suresi 29 ve 30. âyet-i kerimelerde
buyuruyor ki:
4/NİSÂ-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ te’kulû emvâlekum
beynekum bil bâtılı, illâ en tekûne ticâreten an terâdın minkum, ve lâ taktulû
enfusekum, innallâhe kâne bikum rahîmâ(rahîmen).
Ey îmân edenler (âmenû olanlar)! Birbirinizin mallarını
batılla (haksızlıkla) yemeyin, ancak sizin rızanızla yaptığınız ticaret hariç.
Ve kendinizi (ve birbirinizi) öldürmeyin (intihar etmeyin). Muhakkak ki Allah,
size karşı Rahîm'dir.
4/NİSÂ-30: Ve men yef’al zâlike udvânen ve zulmen fe sevfe
nuslîhi nâra(nâren) ve kâne zâlike alallâhi yesîrâ(yesîran).
Ve kim bunu düşmanlık ve zulümle yaparsa, o taktirde biz onu
yakında ateşe yaslayacağız. Ve işte bu, Allah için kolaydır.
Allahû Tealâ, erkek ve kadınların
malları konusunda Nisâ Suresi 32 ve 34. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
4/NİSÂ-32: Ve lâ tetemennev mâ faddalallâhû bihî ba’dakum
alâ ba’d(ba’dın), lir ricâli nasîbun mimmektesebû ve lin nisâi nasîbun
mimmektesebn(mimmektesebne), ves’elûllâhe min fadlih(fadlihî) innallâhe kâne bi
kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Ve Allah'ın bazınızı, bazınıza üstün kıldığı şeyleri temenni
etmeyin (istemeyin). Erkekler için, kazandıklarından bir nasip vardır ve
kadınlar için de, kazandıklarından bir nasip vardır. Ve Allah'tan, O'nun
fazlından isteyin. Muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi bilendir.
4/NİSÂ-34: Er ricâlu kavvâmûne alen nisâi bi mâ
faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim fes sâlihâtu
kânitâtun hâfizâtun lil gaybi bi mâ hafizallâh(hafizallâhu) vellâtî tehâfûne
nuşûzehunne fe ızûhunne vehcurûhunn(vehcurûhunne) fîl medâcıı vadrıbûhunne fe
in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ(sebîlen) innallâhe kâne aliyyen
kebîrâ(kebîren).
Erkekler, mallarından (kadınlar için mehir ve nafaka olarak)
harcamaları sebebiyle ve Allah'ın, onların bir kısmını, diğerlerine üstün
kılmasından dolayı, kadınların üzerinde daha çok kâimdirler (koruyup gözetici,
idare edicidirler). Bu bakımdan salih amel (nefs tezkiyesi) yapan kadınlar
itaatkârdırlar, Allah'ın (onların haklarını ve iffetlerini) korumasıyla, onlar
da gaybde (kocalarının yokluğunda hem kendilerini, hem kocalarının mal ve
şerefini) koruyucudurlar. İtaatsizliklerinden (baş kaldırmalarından)
korktuğunuz (kadınlara) ise (önce) nasihat ediniz. Ve (sonra da) yataklarında
yalnız bırakınız. Ve ( hâlâ itaat etmezlerse) onlara vurunuz. Bundan sonra eğer
size itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Muhakkak
ki Allah Âli'dir (yücedir), Kebîr'dir (büyüktür).
Allahû Tealâ,
Kur’ân-ı Kerim’de, mirasın nasıl bölüşülmesi gerektiğine dair bütün hükümlerini
açıklamaktadır. Allah, hakkı hak sahibine teslim eder ve kimseye haksızlık
yapmaz. Ama; miras payı oranlarını beğenmeyen ve bu oranları kendi
düşüncelerine göre yorumlayan insanlar olabilir. Allahû Tealâ, fizik ötesini de
fizik standartlarını da geçmişi de geleceği de bilmektedir. Çünkü; Allah’ın
ilmi herşeyi kuşatmıştır. Allah, neyi öngörmüşse en güzeli sadece, odur.
İnsanların kendi akıllarıyla Allah’ın âyetlerini yargılamaları; sadece
bilgisizlikleri sebebiyle, kendi nefslerine zulmetmeleridir.
f-
Kadınlara zorla varis olmak helâl değildir:
Allahû Tealâ,
kadınlara zorla mirasçı olmayı yasaklamaktadır. Kadınlara verilen mehirin geri
alınmaması gerektiğini de açıklamaktadır. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 19 ve 20.
âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
4/NİSÂ-19: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ yahıllu lekum en
terisûn nisâe kerhâ(kerhen) ve lâ ta’dulûhunne li tezhebû bi ba’dı mâ
âteytumûhunne illâ en ye’tîne bi fâhışetin mubeyyineh(mubeyyinetin), ve
âşirûhunne bil ma’rûf(ma’rûfi), fe in kerihtumûhunne fe asâ en tekrehû şey’en
ve yec’alallâhu fîhi hayren kesîrâ (kesîren).
Ey îmân edenler (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı dileyenler)!
(Eşi vefat eden ve yakınınız olan) kadınlara zorla (kerhen) varis olmanız size
helâl değildir. Ve onlara verdiklerinizin (mehrin) bir kısmını (onlardan) almak
için, onları sıkıştırmayın, açıkça fuhuş yapmaları hariç. Ve onlarla iyi
geçinin. Fakat eğer onlardan hoşlanmadınızsa, o taktirde umulur ki, sizin
hoşlanmadığınız bir şey hakkında Allah pek çok hayır kılar.
4/NİSÂ-20: Ve in eradtumustibdâle zevcin mekâne zevcin, ve
âteytum ihdâhunne kıntâren fe lâ te’huzû minhu şey’â(şey’en), e te’huzûnehu
buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).
Ve eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz ve
onlardan birine kantarlarca mal (mehir) vermiş olsanız dahi, artık ondan
(verdiğinizden) bir şeyi geri almayın. Onu (verdiğinizi), iftira ederek ve
apaçık günah işleyerek mi alacaksınız?
Allahû Tealâ,
bırakılan mirastan, evvela yetimlerin hakkını gözetmektedir. Daha sonra da,
“Kadının sahip olduğu mala zorla varis olmayın.” buyurmaktadır. Allahû Tealâ,
güç bakımından zayıf olan insanların mallarının, haram yoldan harcanmaması
gerektiğini işaret etmektedir.
g- Babası ve çocuğu olmayan kişi hakkında miras hükmü:
Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 176. âyet-i
kerimede buyuruyor ki:
4/NİSÂ-176: Yesteftûnek(yesteftûneke), kulillâhu yuftîkum
fîl kelâleh(kelâleti) inimruun heleke leyse lehû veled(veledun), ve lehû uhtun
fe lehâ nısfu mâ terak(terake), ve huve yerisuhâ in lem yekun lehâ
veled(veledun), fe in kânetesneteyni fe le humes sulusâni mimmâ terak(terake)
ve in kânû ıhveten ricâlen ve nisâen fe liz zekeri mislu hazzıl
unseyeyn(unseyeyni), yubeyyinullâhu lekum en tadıllû vallâhu bi kulli şey’in
alîm(alîmun).
Senden fetva istiyorlar. De ki: Allah, kelâle (babası ve
çocuğu olmayan kişi) hakkında şöyle fetva veriyor. Eğer kişinin (erkeğin)
ölümünde, onun çocuğu yoksa ve kızkardeşi varsa, o taktirde bıraktığının yarısı
onundur. Ve eğer onun (ölen kızkardeşin) oğlu yoksa, o (erkek kardeş), ona (kız
kardeşe) varis olur. Fakat, eğer iki kızkardeşi varsa, o taktirde bıraktığının
üçte ikisi onlarındır. Ve eğer kadın ve erkek birçok kardeşlerse, o zaman “iki
kızkardeş payı” kadarı erkeğindir. Allah, şaşırırsınız diye size beyan ediyor
(açıklıyor). Allah herşeyi en iyi bilendir.
Allahû Tealâ,
Kurân-ı Kerim’de; insanlara verdiği malları, miras yoluyla nasıl taksim
etmeleri gerektiğini açıklamaktadır. İnsanların, Allah’ın hükümlerine göre
tasarruf etmelerini emretmektedir. Aksi taktirde; ateşe girebileceklerine
işaret etmektedir.
Allah razı
olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.