FISK
Kur’ân-ı Kerim incelendiğinde;
fıskın, üç şekilde olduğu görülmektedir. Birinci fısk, ikinci fısk ve üçüncü
fısk.
ü Birinci Fısk
Fısk, kısaca Allah'ın yolunda
olmamaktır. Başlangıç noktasında, bütün insanların kalplerinde îmân yoktur. Bu
sebeple; bütün insanlar dalâlette ve fısktadırlar. Hiç kimse hayata, Allah'ın
yolunda başlamaz. Allah'ın yoluna girmek, insanın serbest iradesiyle verdiği
bir karara bağlıdır. Kişi, kendi serbest iradesiyle ruhen Allah'a ulaşmayı
dilediği takdirde fısktan kurtulabilir. Bu talebi gerçekleştiren kişi, birinci
fısktan kurtulmuş olmaktadır. Allahû Tealâ, Yûnus Suresi 33. âyet-i kerimede
buyuruyor ki:
10/YÛNUS-33: Kezâlike hakkat kelimetu rabbike alellezîne fesekû ennehum lâ
yu’minûn(yu’minûne).
Böylece
senin Rabbinin sözü fasık olan kimseler üzerine hak oldu. Muhakkak ki onlar, inanmazlar.
Yûnus Suresi 33. âyet-i kerimeye
göre; Allah’ın, fıskta olan insanların üzerine azap vermesi hak olmaktadır.
Dünya hayatını yaşarken ruhen Allah'a ulaşmayı dilemeyenler, fısktadır. Allahû
Tealâ, bu konuda, Yûnus Suresi 7 ve 8. âyet-i kerimelerde diyor ki:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ
vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak
ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı)
dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve
onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte
onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir
(cehennemdir).
Ruhen Allah'a ulaşmayı
dilemeyenlerin, kazandıkları negatif dereceler itibariyle gidecekleri yer
cehennemdir. Allahû Tealâ’nın, kendisine verdiği serbest irade ile Allah'a
ulaşmayı dileyen kişi, Allah'tan 7 tane furkan almaktadır. Allah'ın yoluna 7
furkan ile ulaşmakta ve böylece fısktan kurtulmaktadır. Allah'a ulaşmayı
dileyip de, henüz mürşidlerine tâbî olamayanlar da fısktan kurtulmaktadırlar.
Bu dilek insana ait olmasına karşılık, bu dileğin sonucu olan; “ruhun Allah’a
ulaşması” Allah'ın üzerinedir. Allahû Tealâ, ruhun Allah'a ulaşmasını Kendi
üzerine almaktadır. Bu olayı O, gerçekleştirmektedir.
Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı
dileyenleri mutlaka cennetine alacağını, fasıkların ise; hiçbir zaman cennete
gidemeyeceklerini kesinleştirmektedir. Bunun sebebi de; Allahû Tealâ'nın,
Allah'a ulaşmayı dileyenlere verdiği sözdür. Allahû Tealâ, Şûrâ Suresi 13.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ
ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ
teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu
yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah)
dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni
ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye
Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da
vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey
(Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine
seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine
ulaştırır).
Allahû Tealâ, ruhen Allah'a ulaşmayı
dileyen kişiye 12 ihsan vermektedir. 12 ihsanla mürşidine tâbî olan kişiyi; 7
ni'metle desteklemekte ve ona vasıta emirleri sevdirmektedir. Kişi, 5 vakit
farz namazının ötesinde, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz'in kıldığı
namazlardan olan kuşluk, teheccüd sünnetini, şükür namazını da severek ve
isteyerek gerçekleştirmektedir. Allah’a ulaşmayı dileyen insan, Hz. Muhammed
Mustafa (S.A.V) Efendimiz'in sünnetine uygun olarak, Ramazan ayına ilâveten her
perşembe günü oruç tutar. Oruç, onun için açlık ve susuzluk hissettiren bir
olay değildir. O kişi, Allah'ın açlık ve susuzluk hissini kendisinden aldığı,
kendisine sadece orucun zevkini bıraktığı bir standart içerisinde oruç tutar.
Zekât ve birr’ini, Allah yolunda isteyerek ve severek infâk eder. Günümüz İslâm
tatbikatında unutulan zikri, gün be gün
artırarak yerine getirir. Allah'ın kendisine zikir yapmak suretiyle verdiği en
büyük zevki, her gün tadarak doyuma ulaşır.
12 ihsan ve 7 ni'metle desteklenen
kişi, gün geçtikçe zikrini artırarak; Nefs-i Emmare, Nefs-i Levvame, Nefs-i
Mülhime, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Radiye, Nefs-i Mardiyye ve Nefs-i Tezkiye
kademelerini birer birer geçmektedir. 7 kademede nefs tezkiyesini
gerçekleştirir. Nefsin bu aklanma kademelerine paralel olarak ruh da 7 gök
katında yükselir. 7. gök katının 7 âlemini de geçerek Yokluk'ta, Allah'ın
Zat'ına ulaşır.
Nefsin 7 kademede tezkiye olmasıyla ruh
da Allah'ın Zat'ına ulaşır. Böylece kişi, hidayete ererek Allah'ın veli kulu
olmaktadır. Ruh ve nefs için mekân olan fizik beden de; Allah'ın evvab kulları
arasına girmektedir. Allahû Tealâ, Fecr Suresi 27, 28, 29 ve 30. âyet-i
kerimelerde diyor ki:
89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine
dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey
fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah'a ulaştırdığın
zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve
cennetime gir.
ü İkinci Fısk
Kişi; Allah'a ulaşmayı dileyip,
mürşidine tâbî olduğu zaman kalbine îmân yazılmaktadır. Bu sebeple, îmânı artan
bir kişi olmaktadır. Ruhu Allah'a ulaştığı noktada hidayete ermektedir. Eğer
kişi daha sonra, mürşidinden ve Allah'a ulaşmaktan şüphe ederse; Allahû Tealâ,
verdiği bütün güzellikleri; 12 ihsanı ve 7 ni'meti geri almaktadır. Allahû
Tealâ, o kişinin başının üzerine koruyucu olarak gönderdiği devrin imamının
ruhunu geri almaktadır. Kalbin mührünü açmıştı, tekrar mühürler. Kalbe îmân
yazmıştı, geri alır. Kalpteki ekinneti kaldırmıştı, geri koyar. Kulaklardaki
vakrayı almıştı, yeniden koyar. Kişinin göğsünden kalbine nur yolu açmıştı, bu
yolu kapatır. Kısaca; kişiyi başlangıç noktasındaki fısk durumuna geri
döndürür. Allahû Tealâ, Nûr Suresi 55. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
24/NÛR-55: Vaadallâhullezîne âmenû minkum ve amilûs sâlihâti
leyestahlifennehum fil ardı kemestahlefellezîne min kablihim, ve leyumekkinenne
lehum dînehumullezîrtedâ lehum ve le yubeddilennehum min ba’di havfihim
emnâ(emnen), ya’budûnenî lâ yuşrikûne bî şey’â(şey’en), ve men kefere ba’de
zâlike fe ulâike humul fâsikûn(fâsikûne).
Allah,
sizden âmenû olanlara ve salih amel (nefs tezkiyesi) işleyenlere, kendilerinden
öncekileri yeryüzünde halife kıldığı gibi mutlaka onları da halife kılacağını
ve onlara, onlar için razı olduğu dînlerini mutlaka sağlamlaştıracağını ve
korkularından sonra (korkularını) mutlaka güvenliğe çevireceğini vaadetti. Bana
kul olurlar, hiçbir şeyle (Bana) şirk koşmazlar. Bundan sonra kim inkâr ederse,
işte onlar, onlar fasıklardır.
Allahû Tealâ, hidayete erdikten
sonra fıska düşenler için, Nahl Suresi 106 ve 107. âyet-i kerimelerde buyuruyor
ki:
16/NAHL-106: Men kefere billâhi min ba’di îmânihî illâ men ukrihe ve
kalbuhu mutmainnun bil îmâni ve lâkin men şereha bil kufri sadran fe aleyhim
gadabun minallâh(minallâhi), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Kalbi
îmânla mutmain olmuş olduğu halde zorlanan kimse hariç, fakat kim îmânından
(hidayete erdikten) sonra Allah'ı inkâr ederse ve kim küfre göğüs açarsa (irşad
makamından şüphe edip fıska düşerse, kişinin küfrü talebi sebebiyle, Allahû
Tealâ, onun göğsünü küfre açar, şerheder), artık Allah'tan bir gazap onların
üzerinedir ve onlar için azîm azap vardır.
16/NAHL-107: Zâlike bi ennehumustehebbûl hayâted dunyâ alel âhıreti ve
ennallâhe lâ yehdîl kavmel kâfirîn(kâfirîne).
İşte
bu, onların dünya hayatını, ahiret hayatına göre daha çok sevmeleri ve
Allah'ın, kâfir kavmi hidayete erdirmemesi sebebiyledir.
Nahl Suresi 107. âyet-i kerimede
bahsedilen kişi; dünya hayatını ahiret hayatına tercih etmektedir. Bu kişi
mürşidden ve Allah'a ulaşmaktan şüphe ettiği için, Allah; ona verdiği bütün
ihsanlarını ve ni'metlerini geri çekmiştir. Allahû Tealâ, kâfirleri hidayete
erdirmeyeceğini de açıkça ifade etmektedir.
ü Üçüncü Fısk
Hidayete erdikten sonra fıska düşen
insan; meselenin farkına varıp, Allahû Tealâ'nın ona, o mürşid vasıtasıyla
bütün güzellikleri verdiğini akıl etmişse, tekrar Allah'a ulaşmayı diler.
Böylece; Allahû Tealâ, ona ikinci bir hak tanır. Allahû Tealâ'nın bir kere daha
12 ihsan, 7 ni'met vermesi, ona vasıta emirleri sevdirmesi ve ruhunu Allah'a
ulaştırması halinde, bu kişi mürşidinden tekrar şüphe ederse, işte o zaman
Allahû Tealâ o kişinin kalbini tabeder, mühürler. Bu kişi için, artık fısktan
kurtulmak söz konusu değildir. Allahû Tealâ, Nahl Suresi 108 ve 109. âyet-i
kerimelerde buyuruyor ki:
16/NAHL-108: Ulâikellezîne tabeallâhu alâ kulûbihim ve sem’ihim ve
ebsârihim, ve ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
İşte
onlar, Allah'ın kalplerini, işitme hassalarını ve görme hassalarını tabettiği
(mühürlediği) kimselerdir. Ve işte onlar; onlar, gâfillerdir.
16/NAHL-109: Lâ cereme ennehum fîl âhıreti humul hâsirûn(hâsirûne).
Onların,
ahirette hüsrana düşenler olduğuna şüphe yoktur.
Allahû Tealâ, Nahl Suresi 108 ve
109. âyet-i kerimelerde ikinci ve üçüncü fısktan söz etmektedir. Allah'ın;
kalplerini, gözlerini ve kulaklarını mühürlediği kişiler gâfillerdir. Allahû
Tealâ, bu gerçeği bir bütün olarak Nisâ Suresi 137. âyet-i kerimede açıklamaktadır.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
4/NİSÂ-137: İnnellezîne âmenû, summe keferû, summe âmenû, summe keferû,
summezdâdû kufran lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum
sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak
ki onlar âmenû oldular, sonra inkâr ettiler. Sonra yine âmenû oldular sonra
inkâr ettiler. Daha sonra da küfürlerini artırdılar. Allah, onları mağrifet
edecek değildir ve onları yola (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet
edecek değildir.
Nisâ Suresi 137. âyet-i kerimede; üç
fısktan da söz edilmektedir. Başlangıç
noktasında Allah'a ulaşmayı dileyen kişi, fısktan kurtularak âmenû olmaktadır.
İkinci fıskta; tekrar küfre düşmekte yine âmenû olmaktadır. Daha sonra; bir
kere daha küfre düşmektedir. Allahû
Tealâ, üçüncü kere fıska düşen bu kişinin kalbini tabetmekte, mühürlemektedir.
Kur'ân-ı Kerim’de, münafıkların
hepsinin “fasık” olduğu ifade edilmektedir. Allahû Tealâ, Tevbe Suresi 67.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
9/TEVBE-67: El munâfikûne vel munâfikâtu ba’duhum min ba’d(ba’din),
ye’murûne bil munkeri ve yenhevne anil ma’rûfi ve yakbidûne eydiyehum nesûllâhe
fe nesiyehum innel munâfıkîne humul fâsikûn(fâsikûne).
Münafık
erkekler ve münafık kadınlar, birbirlerindendir. Münkeri (kötülüğü) emrederler
ve ma'ruftan (iyilikten) nehyederler (yasaklarlar) ve ellerini sıkarlar
(cimrilik ederler). (Onlar), Allah'ı unuttular böylece (O da) onları unuttu.
Muhakkak ki münafıklar, fasıklardır.
14 asır evvel münafıklar,
canlarını ve mallarını korumak için Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)
Efendimiz'e biat etmişlerdir. Ama Allahû Tealâ, bu sebeple biat edenlere 12
ihsan, 7 ni'met vermemiş ve onları Kendisine ulaştırmamıştır. Bu insanlar,
zaten fısktalardı. Bütün insanların göreceği şekilde biat etmeleri de onları
fısktan kurtarmamıştır. Çünkü bu insanlar, hiçbir zaman kalben Allah'a ulaşmayı
dilememişler, bu yüzden kalplerinin içine îmân girmemiştir. Allahû Tealâ, bu
insanlar için, Hucurât Suresi 14. âyet-i kerimede diyor ki:
49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ
ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum
min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar:
“Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah'a
ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalplerinize (içine) îmân
girmedi. Ve eğer Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat ederseniz (Allah'a ulaşmayı
dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur,
Rahîm'dir.”
Allahû Tealâ, Tevbe Suresi 24.
âyet-i kerimede, bütün münafıkların, fasık olduğu gerçeğini açıklamaktadır.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
9/TEVBE-24: Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve
aşîretukum ve emvâlunıktereftumûhâ ve ticâretun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu
terdavnehâ ehabbe ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe
terabbesû hattâ ye' tiyallâhu bi emrih(emrihî), vallâhu lâ yehdîl kavmel
fasikîn(fasikîne).
De
ki: “Şâyet babalarınız ve oğullarınız ve kardeşleriniz ve zevceleriniz ve
aşiretiniz ve kazandığınız mallarınız, kesada uğramasından (satışının
durmasından) korktuğunuz ticaret ve razı olduğunuz (hoşunuza giden) evler,
Allah'tan ve O'nun resûlünden ve O'nun (Allah'ın) yolunda cihad etmekten size daha
sevgili ise artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin. Ve Allah, fasıklar
kavmini (topluluğunu) hidayete erdirmez.
Tevbe Suresi 24. âyet-i kerimede
belirtilen insanlar; başlangıç noktasında fısktadır. Fıskta olanların dünya
hayatını tercih etmeleri sebebiyle, Allahû Tealâ onları kendi haline
bırakmaktadır. Onları fısktan kurtarmaz ve hidayete erdirmez.
Allahû Tealâ, Tevbe Suresi 66. âyet-i
kerimede; hidayete ulaştıktan sonra fıska düşen insanlardan söz etmektedir. İki
grup fasık vardır. İkinci fıska düşenler, tekrar Allah'a ulaşmayı dilerler ve
mürşide tâbî olurlarsa, Allahû Tealâ onlara hidayet açısından ikinci bir hak
tanımaktadır. Ama üçüncü kere fıska düşenler mücrim oldukları için; Allahû
Tealâ, onlara azap edecektir. Allahû Tealâ, Tevbe Suresi 66. âyet-i kerimede
buyuruyor ki:
9/TEVBE-66: Lâ ta’tezirû kad kefertum ba’de îmânikum, in na’fu an tâifetin
minkum nuazzib tâifeten bi ennehum kânû mucrimîn(mucrimîne).
Özür
beyan etmeyin. Siz, îmânınızdan sonra inkâr etmiştiniz. Eğer sizden bir grubu
affetsek de suçlu olmalarından dolayı bir (diğer) gruba da azap edeceğiz.
Nahl Suresi 106. âyet-i kerime, Nûr
Suresi 55. âyet-i kerime ile Tevbe Suresi 66. âyet-i kerime arasında bir ilişki
söz konusudur. Kişi, hidayete erdikten sonra şüphe ederse, ikinci kere fıska
düşer. Tevbe Suresi 66. âyet-i kerimeye göre, ikinci fıskta olanların tövbe
istiğfar etmeleri halinde; Allahû Tealâ, onları tekrar hidayete erdirmektedir.
Ama tekrar şüphe edip üçüncü fıska düşerlerse, mücrim olmaktadırlar. Allahû
Tealâ, onlara asla mağfiret etmeyecektir. Allahû Tealâ, Munâfikûn Suresi 5 ve
6. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
63/MUNÂFİKÛN-5: Ve izâ kîle lehum teâlev yestagfir lekum resûlullâhi levvev
ruûsehum ve reeytehum yesuddûne ve hum mustekbirûn(mustekbirûne).
Ve
onlara (münafıklara): “Geliniz, Allah'ın Resûl'ü sizin için mağfiret dilesin.”
denildiği zaman, başlarını alay ederek iki yana salladılar. Ve sen, onların yüz
çevirdiklerini (ayrıldıklarını) gördün. Ve onlar, kibirlenen kimselerdir.
63/MUNÂFİKÛN-6: Sevâun aleyhim estagferte le hum em lem testagfir lehum,
len yagfirallâhu lehum, innallâhe lâ yehdîl kavmel fâsikîn(fâsikîne).
Onlar
(münafıklar) için mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onlara asla
mağfiret etmez. Muhakkak ki Allah, fasıklar kavmini hidayete erdirmez.
Allahû Tealâ, üçüncü kere fıska
düşenlere mağfiret etmeyeceğini Tevbe Suresi 80. âyet-i kerimede ifade
etmektedir:
9/TEVBE-80: İstagfir lehum ev lâ testagfir lehum, in testagfir lehum
seb’îne merreten fe len yagfirallâhu lehum, zâlike bi ennehum keferû billâhi ve
resûlih(resûlihi), vallâhu lâ yehdîl kavmel fâsikîn(fâsikîne).
Onlar
için mağfiret dile veya onlar için mağfiret dileme. Eğer yetmiş kere mağfiret
dilesen de Allah, onları asla mağfiret etmez. İşte bu, Allah'ı ve O'nun
Resûl'ünü inkâr etmeleri sebebiyledir. Ve Allah, fasık kavmi hidayete erdirmez.
Allahû Tealâ, üçüncü fıska düşenlere
kesin olarak azap edeceğini buyurmaktadır. Kendilerine azap edilecek olan
fasıklar, aynı zamanda münafıklardır. Allah; üçüncü kez fıska düşen
münafıkların, ebedî olarak cehennemde kalacaklarını ifade etmektedir. Allahû
Tealâ, Tevbe Suresi 68. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
9/TEVBE-68: Vaadallâhul munâfikîne vel munâfikâti vel kuffâre nâre
cehenneme hâlidîne fîhâ hiye hasbuhum, ve leanehumullâh(leanehumullâhu) ve
lehum azâbun mukîm (mukîmun).
Allah,
münafık erkeklere ve münafık kadınlara ve kâfirlere, orada ebedî kalacakları
cehennem ateşini vaadetti. O (cehennem), onlara yeter. Ve Allah, onlara lânet
etti. Ve onlar için ikâme edilmiş olan (devamlı kılınan) bir azap vardır.
Allah'a ulaşmayı dilemeyerek,
dalâlette kalanlar fısktadırlar. Kişi, Allah'a ulaşmayı dilemedikçe; Allahû
Tealâ, o kişiden var olan engelleri almaz. İnsan; o engeller sebebiyle, Allahû
Tealâ'nın âyetlerinin mânâsına ulaşamaz. Allahû Tealâ, bu konuda Bakara Suresi
59. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-59: Fe beddelellezîne zalemû kavlen gayrellezî kîle lehum fe
enzelnâ alellezîne zalemû riczen mines semâi bimâ kânû yefsukûn(yefsukûne).
Böylece
o zalimler, sözleri, kendilerine söylenenden başka bir sözle değiştirdiler.
Bunun üzerine Biz de, fıska düştüklerinden dolayı o zulmedenlerin üzerine
gökten korkunç bir azap indirdik.
Allahû Tealâ, resûlü inkar edenlerin,
fıskta olduğunu belirtmektedir. Allahû Tealâ, Âli İmrân Suresi 81 ve 82. âyet-i
kerimede buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min
kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne
bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum
ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve
Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde
olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman,
ona mutlaka îmân edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye misak
aldığı zaman, "İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi)
üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu. (Onlar da): "İkrar ettik (kabul
ettik)" dediler. (Allahû Teâlâ): "Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle
beraber şahitlerdenim." buyurdu.
3/ÂLİ İMRÂN-82: Fe men tevellâ ba’de zâlike fe ulâike humul
fâsikûn(fâsikûne).
Artık
bundan sonra, kim yüz çevirirse (nebilerden sonra gelecek olan bu Resûl'ü inkâr
ederse), işte onlar, onlar fâsıklardır.
Allahû Tealâ, A’râf Suresi 163.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
7/A'RÂF-163: Ves’elhum anil karyetilletî kânet hâdıratel bahri iz ya’dûne
fîs sebti iz te’tîhim hîtânuhum yevme sebtihim şurre’an ve yevme lâ yesbitune
lâ te’tîhim, kezâlike neblûhum bi mâ kânû yefsukûn(yefsukûne).
Ve
onlara (bir zamanlar) deniz kenarında olan beldeden sor. Balıkları onlara yasak
uygulama günlerinde (cumartesi günü) akın akın geldiği zaman, (o gün) cumartesi
gününde haddi aşıyorlar (yasağı uygulamıyorlar). Ve yasak uygulamama günü
onlara (balıklar) gelmiyorlar. İşte böyle, fıska düşmüş olduklarından dolayı
onları imtihan ediyorduk.
Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı
dileyenleri kurtuluşa erdirmektedir. Allah'a ulaşmayı dilemeyenleri
azaplandırmaktadır. Allahû Tealâ, A’râf Suresi 165. âyet-i kerimede diyor ki:
7/A'RÂF-165: Fe lemmâ nesû mâ zukkirû bihî enceynellezîne yenhevne anis sûi
ve ahaznellezîne zalemû bi azâbin beîsin bi mâ kânû yefsukûn(yefsukûne).
Artık
onunla öğüt verildikleri şeyi unuttukları zaman, kötülükten men (nehy) edenleri
kurtardık. Ve zulüm edenleri, fıska düşmüş olduklarından dolayı kötü bir azapla
aldık (yakaladık).
Daimî zikre ulaşan insanlar için,
artık fıska düşmek söz konusu değildir. Allahû Tealâ, Hucurât Suresi 7.
âyet-i kerimede buyuruyor ki:
49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî
kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve
zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel
isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve
aranızda Allah'ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat
etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu
kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte
onlar, onlar irşad olanlardır.
Kur'ân-ı Kerim’in, insanlara
bildirdiği en önemli mesaj; dünya hayatını yaşarken Allah'ın Zat'ına
ulaşmaktır. Allah'a ulaşmayı dilemek de mürşide tâbiiyet de farzdır. Allahû
Tealâ’nın, 12 ihsanla mürşidine tâbî olan kişiden istediği şey; kişinin ruhunu
Allah'a ulaştırması, fizik bedenini Allah'a teslim etmesi, nefsini Allah'a
teslim etmesi, irşada ulaşması ve irade teslimini gerçekleştirerek bihakkın
takvaya ulaşmasıdır. Allahû Tealâ, tüm insanların 14 asır evvel yaşayan sahâbe
gibi, irşadla vazifeli kullar olmasını istemektedir.
Allah razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.