Mürşid
Sevgili kardeşlerim, bugünkü
konumuz, Mürşid.
Mürşid; kendisi hidayete ermiş ve Allah’ın emriyle hidayete
erdiren, bu konuda Allah’ın görevlendirdiği kişilerdir. İrşad, mürşid, Raşit,
rüşt aynı kökten gelmektedir. Rüşt, kendini ispat etmiş ve o konuda yetkili ve
o işin ehli olması demektir.
Sevgili Kardeşlerim, çocuklarımızı okula gönderiyoruz,
onlara defter, kitap alıyoruz, sonra bakanlık onlara her kitap için ayrı
öğretmen tayin ediyor, niçin? O kitaplardaki bilgileri çocuklara öğretsin diye.
O öğreticiler olmadan çocuklar o kitabı okuyarak bir şeyler öğrenebilir, ancak
yeterli olmaz. İşte, mürşitler de bize Allah’ın dinini öğretiyor.
Kur’ân’ın bir lafzı var, bir de ruhu. Din adamlarının
çoğu ilmi Allah’tan öğrenmedikleri için ruhunu bilmezler, ancak yüzünden
kıraatıyla güzel okurlar, ama ilmi Allah’tan öğrenen Allah dostları ise onu
açıklama yetkisinin sahibidirler. Onlar bilmese de kalp gözü ve kalp kulağı
açık olduğu için Allah’tan sorup öğrenirler.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) son peygamberdir, hâtem-ül
enbiyâdır, ondan sonra peygamber gelmeyecektir. O dünyasını değiştireli 1400
yıl geçti, Allah bizi unuttu mu? Unutmadığını Kur’ân’ı incelediğimizde
görüyoruz.
21/ENBİYA-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen
nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler)den
başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin
sahiplerine) sorun.
Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun diyor.
3/ÂLİ İMRÂN-7: Huvellezî
enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu
muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ
teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû
illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min
indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem
(hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab'ın esasıdır ve
diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat kalplerinde eğrilik
(bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere)
tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak
isterler. Ve onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh
sahipleri ise: "Biz O'na îmân ettik, hepsi Rabbimizin katındandır"
derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulûl'elbab (daimi zikrin ve
sırların sahipleri) (tezekkür edebilir).
Burada görülüyor ki; Kur’an’ı açıklama yetkisi din
adamların da değil, Ulûl Elbâb da. Ama şeytan yine boş durmamış, ona da Akıl
sahibi demiş. Allah zaten aklı olmayana din sormuyor. Ve Ulûl elbâbın daimî
zikrin sahipleri olduğu da Âli İmrân sûresinin 190. ve 191. âyetlerinde
açıklanıyor.
Allahû Tealâ Kehf sûresinin 17. âyet-i kerimesinde
buyuruyor ki:
18/KEHF-17: Ve
tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet
takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min
âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil
fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından
geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün.
Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu,
Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa,
işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı
dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse, onu dalaletten kurtaracak
bir veli mürşid bulunmaz demiyor mu Allahû Tealâ? Demek ki mürşid insanı
dalaletten kurtarıyor, hidayete erdiriyor.
Yine Secde sûresi 24. âyette;
32/SECDE-24: Ve
cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ
yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık
ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn
hasıl etmiş oldukları için.
Peki, bu imamların görevi ne imiş? İnsanları hidayete
erdirmek, o halde hidayetin ne olduğuna bakmak lazım. Hidayet Allahû Tealâ
tarafından “Allah’a ulaşmak” olarak tarif ediliyor:
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve
lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ
ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi
yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan
başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki
hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah'a ulaşmasıdır.)
Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar,
Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki
fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi'dir (ilmi
geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
Yine hidayet Bakara sûresi 120 ve En’âm sûresi 71 de
açıklanıyor.
Mürşidi tayin eden Allahû Tealâ’dır. Buyuruyor ki:
16/NAHL-9: Ve
alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum
ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan
bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar
vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
Mürşidleri Allah tayin ediyor. Ama seçmeyi bize
bırakıyor, biz insanlar aklımızla ve irademizle, dilersek gayy yolunu, dilersek
rüşt yolunu seçiyoruz. Bu âyette eğer Allah dileseydi hepinizi hidayete
erdirirdi diyor. Bize bıraktığı için imtihan var, cennet ve cehennem var. Yine Bakara
sûresi 256. âyette;
2/BAKARA-256: Lâ
ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit
tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ,
vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu,
Allah'a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme
ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı
ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah'a îmân ederse (mü'min olur,
Allah'a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah'tan) kopması mümkün
olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah
Sem'î'dir, Alîm'dir.
Rüşt yolu; Allah’a ulaştıran yol, gayy yolu ise
şeytana, cehenneme ulaştıran yoldur. İnsanlar ancak Allah’a ulaşmayı dileyerek
rüşt yolunu seçmiş olurlar.
Yunus 7 ve 8. âyetlerde;
10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve
radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken
ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve
onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YUNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû
yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince
varacakları yer ateştir (cehennemdir).
İşte, Allah’a ulaşmayı dilemeyen Allah’ın âyetlerinden
gafildir. Bu insanlar yıllarca ilim görmüşler ama ilimleri ile kurtuluşa ulaşamıyorlar.
Neden? Çünkü:
1-İslam’ın 7 safhası ile ilgili âyetleri,
2-Allah’a ulaşmayı dilemek ile ilgili âyetleri,
3-Mürşide ulaşmaya ait âyetleri,
4-Ruhun Allah’a ulaşmasını,
5-Fizik vücut teslimini,
6-Nefsin teslimini,
7-İrşada dair âyetleri değiştiriyorlar ya da
yalanlıyorlar.
MÜRŞİDİN
ÖZELLİKLERİ:
Mürşidi tarif ederken, irşada ulaşmış ve irşad eden
demiştik. Bu kişi irşada nasıl ulaşır? Vel Asr sûresinde;
103/ASR-1: Vel asr(asri).
Asra yemin olsun.
103/ASR-2: İnnel
insâne le fî husr(husrin).
Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.
103/ASR-3: İllellezîne
âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabrı).
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs
tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah'a ruhu ulaşıp Hakk'ı
tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü
7 basamağı aşanlar) hariç.
Bu âyette 4 grup insandan bahsediliyor, her grup 7
basamağı teşkil eder ve 28 basamaklı bir islam merdivenini oluşturur. 28
basamaklı İslam merdiveninde;
1.Basamak: Olaylar yaşanır. ( Bakara-216)
2.Basamak: Olayları değerlendirir. Allah kişiyi seçer.
(Şûrâ-13)
3.Basamak: Allah’a ulaşmayı diler. (Rûm-31, Bakara-256,
Ankebût-5)
4.Basamak: Allah o kişiye Rahman esmasıyla tecelli
eder. Rahman esmasının tecellisi ile kişiye 7 furkan ve 12 ihsan verilir.
5.Basamakta 1.furkan ve 1. ihsan olarak kişinin
gözlerindeki hicab-ı mesture kaldırılır. 2. furkan ve 2. İhsan olarak basar
hassası üzerindeki gişavet alınır. (İsrâ-45, İsrâ-46, Enfâl-29,En’âm-36, En’âm-46,
Neml-81)
6.Basamakta 3. furkan ve 3. ihsan olarak kulaklardaki
vakra alınır. 4. furkan ve 4. ihsan olarak semi hassası üzerindeki mühür açılır.
(En’âm-46, İsrâ-45, İsrâ-46)
7.Basamakta 5. furkan ve 5. ihsan olarak kalbin mührü
açılır. 6. furkan ve 6. ihsan olarak kalpteki ekinnet alınır. 7. furkan ve 7.
ihsan olarak ekinnetin yerine ihbat konur. (En’âm-46, Hacc-34, Hacc-54)
8.Basamakta 8. ihsan olarak Allah kişinin kalbine
ulaşır ve hidayeti koyar. (Tegâbun-11)
9.Basamakta 9. ihsan olarak Allahû Tealâ kişinin
kalbinin nur kapısını Kendisine çevirir. (Kaf-33)
10.Basamakta 10. ihsan olarak kişinin göğsünden
kalbine nur yolu açılır. (En’âm-125)
11.Basamakta 11. İhsan olarak kişinin yaptığı zikir
neticesinde, rahmet nurları kalbe girmeye başlar. (Zumer-22)
12.Basamakta 12.ihsan olarak, Allah zikri ile kalbe
gelen rahmet nuru %2 olur ve huşuya ulaşır. (Hadîd-16)
13.Basamak: Kişi 12 ihsanla hacet namazı kılar ve
mürşidi gösterilir. (Mâide-35, Nahl-9, Fâtiha-5 ve Bakara-45, 46)
14.Basamak: Mürşidin önünde tövbe ediliyor. (Furkân-70,
Fetih-10, Mumtehine-12)
Mürşide tâbiiyetle
Allahû Tealâ 7 tane nimet veriyor:
1.Nimet: Devrin İmamı’nın ruhu başımızın üzerine
geliyor. (Mu’min-15)
2.Nimet: Kalbe iman yazılıyor. (Mucâdele-22)
3.Nimet: 1- Günahlar sevaba çevrilir, (Furkân-70)
2-
Sevapların 1’e 10’dan, 1’e 700’e çıkarılması (Bakara-261)
4.Nimet: Ruhun Allah’a doğru yola çıkması (Nebe-39, Muzemmil-8)
5.Nimet: Nefs tezkiyesinin başlaması (Zumer-22,23, Nûr-21,
Şems-9)
6.Nimet: Fizik vücudun şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a
kul olmaya başlaması (Râd-36, Ankebût-56)
7.Nimet: İradenin güçlenmeye başlaması (Ahzâb-43,
Bakara-257)
15.Basamak: Nefs-i Emmare (Yûsuf-53)
16.Basamak: Nefs-i Levvame (Kıyâme-2)
17.Basamak: Nefs-i Mülhime (Şems-7,8)
18.Basamak: Nefs-i Mutmaine (Fecr-27)
19.Basamak: Nefs-i Radiye (Fecr-28)
20.Basamak: Nefs-i Mardiye (Fecr-28)
21.Basamak: Nefs-i Tezkiye (Fâtır-18)
22.Basamak: Fenâ makamı (Ruhun teslimi) (Nebe-39, Âli
İmrân-14)
23.Basamak: Bekâ makamı (En’âm-127)
24.Basamak: Zühd makamı (Yûsuf-20, Ahzâb-41)
25.Basamak: Muhsinler makamı (fizik vücut teslimi) (Nisâ-125,
Âli İmrân-20)
26.Basamak: Ulûl Elbâb makamı (daimi zikir) (Âli
İmrân-190, 191, Nisâ-103)
27.Basamak: İhlâs makamı (Nefsin teslimi) (Beyyine-5,
Bakara-139)
Bu makamın sonunda Allahû Tealâ Tahrîm sûresinin 8.
âyetine göre o kişiyi Tövbe-i Nasuha davet eder.
28.Basamak: Salâh Makamı, 7 kademedir.
1. kademe günahların örtülmesi (Tahrîm-8)
2. kademe salâh nurunun verilmesi (Tahrîm-8)
3. kademe günahların sevaba çevrilmesi (Tahrîm-8)
4. kademe iradenin Allah’a teslimi. (Âli İmrân-102)
5. kademe irşad makamına tayin (Tevbe-100, Âli
İmrân-110)
6. kademe kavim Resûlleri (Nahl-36, İbrâhim-4, İsrâ-15,
Zumer-71, Mu’minûn-44)
7. kademe Devrin İmamı (Secde-24, Enbiyâ-73)
İşte iradesini de Allah’a teslim eden kişiyi Allah
irşada memur ve mezun kılarak o kişiyi mürşid tayin eder. Mürşidin 4 tane kalp
şartı ve 3 tane vasıf şartı olmak üzere 7 tane özelliği vardır:
Kalp
Şartları:
1.Daimi zikrin sahibidir.
2.Nefsinin kalbinde hiç afet kalmamıştır.%100
nurlanmıştır.
3.Kalp gözü açılmıştır.
4.Kalp kulağı açılmıştır.
Vasıf
Şartları:
1. Ehli Tezekkürdür.
2. Ehli Hayırdır.
3. Ehli Hükümdür, Ehli Hikmettir.
Bu vasıfların sahibi olan Mürşidin Cuma sûresi 2. âyet
ve Âli İmrân sûresi 164. âyetlerinde 4 görevi olduğunu Allahû Tealâ bildiriyor:
62/CUMA-2: Huvellezî
bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve
yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin
mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden
(görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye
eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti
öğretir. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece
açık bir dalâlet içinde idiler.
3/ÂLİ İMRÂN-164: Le
kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû
aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve
in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine
(devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi
kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın)
âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti
öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık
bir dalâlet içinde idiler.
1-Kitabı öğretmek,
2-Hikmeti öğretmek,
3-Nefsi tezkiye etmek,
4-Kur’an ı açıklamak.
İşte mürşid, Kur’an açıklamakla Allah tarafından
görevlendirilen kişidir.
Ama şeytan günümüzde tasavvufu yaşayan cemaatleri de
bozmuş, ehil olmayan kişiler Allah dostlarının yerine kendilerini atamış. O
kişi o cemaate ait kişilerin nefs tezkiyesi yapmalarını, ahlaklarının
güzelleşmelerini ve en önemlisi hidayete ermelerini temin edemiyor. Neden?
Çünkü yetkili değiller, Cuma sûresi 2. ve Âli İmrân sûresi 164. âyetlerdeki
görevleri yapacak özellikleri yok, kalp gözleri açılmamış, kalp kulağı açılmamış
ve Allah tayin etmemiş.
Peki, ne yapmaları gerekirdi? Mutlaka hacet namazıyla
yeniden Allah’tan mürşidlerini sormaları gerekirdi. Etrafınızda bulunan kişiler
sizi cemaatlere davet edebilirler, o cemaat hak da olabilir, batıl da, sakın
onlara uymayın. Yapacağınız iş hacet namazıyla Allah’tan sormaktır. Çünkü Allah
asla kulunu yanıltmaz ama insanlar insanları yanıltabilir.
İşte, Allahû Tealâ ihsanla tâbi olanları zulmetten
nura çıkarıyor, ona namazı, orucu, zekâtı, zikri sevdiriyor ki, onların imanları
artıyor, ahlakları güzelleşiyor.
Size bir tavsiyem var, günümüz de 5 vakit namaz kılan,
oruç tutan 30 yıl, 40 yıl namaz kılan, birkaç kez hacca giden amcalarımız,
dedelerimizi bir gözleyin. Eğer hak olan, gerçek olan bir mürşide tâbi
değillerse kendilerinde bir değişiklik olmaz ve zorla ibadet ederler. Bir vakti
kılarlarsa diğerini kaçırırlar, mutlaka bir eksiklik hissederler. Biz bunları söylerken kimseyi suçlamıyoruz,
kim ne yaparsa kendi nefsi için yapar, ama İslam’ın hakkıyla yaşanmadığına işaret
etmek istiyoruz. İslam ancak 7 safha 4 teslimle yaşanır, sahabe böyle yaşamış
ve o yaşantıya asrısaadet denmiş, herkes birbiri ile kardeş olmuş. Aynı Kur’an
bizim elimizde var ve biz neden kardeş olamıyoruz, hiç düşündünüz mü?
MÜRŞİD FARZ
MIDIR?
55/RAHMÂN-33: Yâ
ma'şerel cinni vel insi inisteta'tum en tenfuzû min aktâris semâvâti vel ardı
fenfuz(fenfuzû), lâ tenfuzûne illâ bi sultân(sultânin).
Ey insan ve cin topluluğu! Semaların ve arzın
kuturlarından (çaplarından) nüfuz etmeye (çıkıp gitmeye) eğer gücünüz
yetiyorsa, haydi nüfuz edin (geçip, çıkın)! Bir sultan (bir mürşid) olmaksızın
nüfuz edemezsiniz (geçip çıkamazsınız).
İşte bu âyette açıkça görülüyor ki hiç kimse bir
sultan olmadan ruhunu Allah’a ulaştırıp, teslimi gerçekleştiremez. Ancak günümüz
meal yazıcıları bu âyette geçen sultan kelimesini; bir güç ya da atom şeklinde
örtmüşlerdir.
9/TEVBE-100: Ves
sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin
radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru
hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan
salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun
kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç
edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da
onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına
sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da
O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler
hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm)
mükâfattır.
60/MUMTEHİNE-12: Yâ
eyyuhen nebiyyu izâ câekel mu'minâtu yubâyi'neke alâ en lâ yuşrikne billâhi
şey'en ve lâ yesrikne ve lâ yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehunne ve lâ ye'tîne bi
buhtânin yefterînehu beyne eydîhinne ve erculihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin
fe bâyı'hunne vestagfirlehunnallâh (vestagfirlehunnallâhe) innallâhe gafûrun
rahîm(rahîmun).
Ey
nebî (peygamber)! Mü'min kadınlar; Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak,
hırsızlık yapmamak, zinada bulunmamak, evlâtlarını öldürmemek, elleri ve
ayakları arasında bir iftira uydurmamak, maruf bir iş konusunda sana asi
olmamak üzere, sana tâbî olmak için geldikleri zaman, artık onların biatlerini
kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafur'dur
(mağfiret edendir, günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (Rahîm esması ile
tecelli edendir).
Günümüz din adamları bu ayetleri incelemeden, “canım
biz Peygamber Efendimiz (S.A.V.) e ve Kur’an’a tâbiyiz” diyorlar. Bunun böyle
olmadığını Zumer sûresinin 71. Ve Mulk sûresinin 8, 9, ve 10. âyetlerinde
görüyoruz.
39/ZUMER-71: Vesîkallezîne
keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle
lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum
ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi
alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler,
zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin)
kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden
(sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini
okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler)
dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
67/MULK-8: Tekâdu
temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e
lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur.
Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir
(uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.
67/MULK-9: Kâlû
belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum
illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize
nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz
ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
67/MULK-10: Ve kâlû
lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli
ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.
Bu âyetlere bakıldığında her zaman parçasında
cehenneme girenler yok mu? Her insan yaşadığı zaman parçasında bu soruya
muhatap olması gerekmez mi? Tabiî ki hepimiz tebliğe muhatabız. Aklımızla ve
irademizle bir karar verip, cenneti ya da cehennemi hak ediyoruz.
5/MÂİDE-35: Yâ
eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi
leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı
dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi
isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke
nestaîn(nestaînu).
(Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden
İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.
Allah’tan Bize Kalu Bela da tayin ettiği mürşidi
istememizi Allah emrediyor.
72/CİNN-14: Ve ennâ
minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev
reşedâ(reşeden).
Ve gerçekten bizden, (Allah'a) teslim olanlar da var
ve bizden kasitun (kalpleri kasiyet bağlamış) olanlar da var. Artık kim
(Allah'a) teslim olmuşsa (ruhunu teslim etmişse) işte onlar, irşad olmayı
(nefsin ve iradenin teslimini) arayanlardır (dileyenlerdir).
Allahû Tealâ burada cinlere hitap ediyor. Çünkü insanlarla
birlikte sadece cinlere cüzi irade vermiş. Sadece insanlar ve cinler için
imtihan var. Onlar da kurtuluşa ulaşmaları için mürşidlerine ulaşmak zorundalar,
onlara da farz. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadisinde;
“Kim devrin halifesine biat etmez ise o cahiliyet ölümü
ile ölür.” demektedir. (Sahihi muslim, Musnedi Ahmed)
Bir başka hadisinde, ”Benin sahabem gökteki yıldızlar gibidir, kim
onlardan birine tabi olursa, kurtuluşa erer.” demektedir.
Bizim mezhep imamımız İmâm-ı Azâm Ebû Hanîfe, ömrünün
son iki yılında kendisi dinde otorite olmasına rağmen, tâbiyetin farz olduğunu
idrak etmiş, Allah’a ulaşmayı dilemiş ve Mârufi Kerhi isimli bir mürşide tabi
olmuş. ”Tâbi olmasaydı Numan, olmuştu hali duman” demiş. Biliyorsunuz onun bir
adı da Numandı.
Yine bir mezhep imamı olan İmâm Şâfî de, hiç okuması
yazması olmayan, ümmi olan çoban Şeymân-ı Râi isimli bir evliyaya tâbi olmuş.
Said-i Nursi Hz. ise tam üç tane mürşide tabi olmuş. Biri
ölünce hacet namazı kılmış Allah ona 2. mürşidini göstermiş, O da ölünce 3.mürşidine
tâbi olmuş:
1.Mürşidi, MOLLA MUHAMMET EMİN
2.Mürşidi, SAİT NUR MUHAMMET
3.Mürşidi, ŞEYH MUHAMMET CELAL ( İştimai Reçeteler 1)
yazarı ise Said-i Nursi.
Bu konuda ilgili olan kardeşlerimiz bir araştırsın,
görecekler ki her büyük evliyanın tâbi olduğu bir mürşidi var. Zaten tâbi
olmadan evliya olunmaz. Ermiş diyoruz. Nereye ermiş? Ölmeden önce ruhun Allah’a
ulaşması kişiyi eren yapıyor. Ermişin çoğulu da evliyadır.
MÜRŞİD
KİMDEN VE NASIL İSTENİR?
Mürşid Allah’tan namazla ve sabırla istenir:
2/BAKARA-45: Vesteînû
bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım)
isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini
sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-46: Ellezîne
yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab'lerine (dünya
hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine
yakîn derecesinde inanırlar.
İşte burada o huşû sahipleri hayattayken Allah’a
ulaşmayı dilerler, öldükten sonra da Allah’a döneceklerini bilirler. Âyette
geçen “mulâkû rabbihim” ölmeden önce
ölmek, “ileyhi râciûn” öldükten sonra Allah’a dönmektir.
Hacet namazıyla mürşid istemenin 4 şartı vardır.
1-
Allah’a ulaşmayı
dilemek.
2-
Ölmeden önce
ruhunun mutlaka Allah’a ulaşacağına inanmak.
3-
Bunun üzerine
farz olduğuna inanmak.
4-
Allah’ın bunu
mutlaka gerçekleştireceğine iman etmek.
Bu şartlar yoksa, kalpte oluşmamışsa ömür boyu hacet
namazı kılsanız yine de bir şey göremezsiniz.
Hacet namazı
tarifi:
Hacet Namazı 4 rekâttır. Allah'tan herhangi bir haceti olan veya mürşidine ulaşmak
isteyen kimse hacet namazı kılar. Bu namaz, perşembeyi cumaya bağlayan gece ya
da kandil gecelerinde kılınır. Bu mümkün olmazsa herhangi bir gecede de
kılınabilir. Öncelikle boy abdesti alınır. Hacet namazına niyet edildikten
sonra aşağıdaki âyetler okunur:
1. rekât: Sübhaneke + Fatiha + 3 Âyet-el Kürsî
2. rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas
Oturuş: Et Tahiyyatü
3. rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas
4. rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas
Oturuş: Et Tahiyyatü + Allahümme Salli + Allahümme Barik + Rabbena
Namaz
bittikten sonra kişi, Allah'tan haceti neyse onu veya mürşidini diler.
Konuşulmaz. Kıble, yatağın sağ tarafında kalmalı ve kişi vücudunun ön cephesi
kıbleye doğru olarak, yan üstü dönüp yatmalıdır. Yattıktan sonra üç kere Âyet-el
Kürsî okunur. Allah'tan, zahirî veya batınî hacet ya da mürşid dilenir.
Ardından sessiz zikir (zikr-i hafi) yapılır. Yan üstü yatıldığından sağ kulak
yastığa gelecektir. Baş, hafifçe sağa sola oynatılarak kalp atışlarının
(kulaktaki basınç sebebiyle) rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Kalbin her çift
atışında "Allah, Allah" diyerek, sessiz şekilde içinden Allah
zikredilir.
Hacet
namazının ilk kılındığı gece, hacete dair bir rüya görülmezse, hedefe ulaşana
kadar perşembeyi cumaya bağlayan geceler, kılmaya devam edilmelidir. Her gece
de kılınabilir.
Allah razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.