Allahû
Tealâ kâinatı tek bir noktadan yarattı. Enbiya Suresi 30. âyeti kerîmede
buyuruyor ki:
21/ENBİYA-30: E
ve lem yerellezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma,
ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).
İnkâr edenler (kâfirler), semaların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi? Sonra Biz, o ikisini (birbirinden) ayırdık. Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı?
İnkâr edenler (kâfirler), semaların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi? Sonra Biz, o ikisini (birbirinden) ayırdık. Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı?
Kâinatın
tek bir noktadan yaratıldığını bu âyet açıklamaktadır.
Ayrıca
6 âlemi 6 günde yarattığını da Hud suresi 7. âyeti kerîmede açıklıyor:
11/HUD-7: Ve
huvellezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin ve kâne arşuhu alel mâi
li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve le in kulte innekum meb’ûsûne
min ba’dil mevti le yekûlennellezîne keferû in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun).
“Hanginiz en güzel
ameli yapacak?” diye sizi imtihan etmek için 6 günde (6 yevmde) semaları ve
yeryüzünü yaratan O’dur. Ve O’nun arşı su üzerinde idi. Eğer sen: “Muhakkak ki
siz, ölümden sonra beas edileceksiniz (diriltileceksiniz).” dersen, kâfir
olan(inkâr eden, örten) kimseler mutlaka (şöyle) derler: “Bu ancak apaçık bir
sihirdir.”
Bu âlemler:
1.
Zahiri Âlem
2.
Zahiri Âlemin Berzahı
3.
Gayb Âlemi
4.
Gaybın Berzahı
5.
Emr Âlemi
6.
Zulmani Âlem
7.
Adem ( Yokluk Âlemi)
Allahû
Tealâ bu 6 âlemi de rahmetiyle ve ilmiyle kuşatmıştır. 7. de âlem sayılıyor ancak
yaratılmamıştır.
Ayrıca
bu âlemlerin dışında 7 gök katı da yaratmıştır.
78/NEBE-12: Ve
beneynâ fevkakum seb'an şidâdâ(şidâden).
Üzerinize, 7 katlı gök bina ettik .
65/TALÂK-12: Allâhullezî halaka seb'a semâvâtin ve minel ardı mislehunn(mislehunne), yetenezzelul emru beynehunne li ta'lemû ennallâhe alâ kulli şey'in kadîrun ve ennallâhe kad ehâta bi kulli şey'in ilmâ(ilmen).
O, öyle bir Allah'tır
ki; yedi kat göğü ve onların misli olan yedi kat yeri yaratmıştır. Allah'ın
emri bunların arasında iniyor. Bilmiş olunuz ki; Allah, herşeye kaadirdir ve
herşeyi ilmiyle sarmıştır.
Kâinatı yaratan Allah, cinleri ve dini de
yaratmıştır. Ayrıca insanın dışındaki bütün canlıları da sudan yaratmıştır. En
son olarak insanı yaratmayı murat etmiştir.
2/BAKARA-30: Ve
iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e
tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi
hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne).
Ve Rabbin meleklere:
“Muhakkak ki Ben, yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de):
“Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi (halife) kılacaksın? Biz
Seni, hamdinle tesbih ve Seni takdis ediyoruz.” dediler. (Rabbin de): “Muhakkak
ki Ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.
15/HİCR-26: Ve
le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
Bu
bizim görünen FİZİK VÜCUDUMUZ, bundan başka Allahû Tealâ bize bir de NEFS beden
vermiş. Rabbimiz Şems suresi 7. âyette buyuruyor ki;
91/ŞEMS-7: Ve
nefsin ve mâ sevvahâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva
edene (dizayn edene) (andolsun).
Bir de Allahû Tealâ Secde suresi 9. âyet-i
kerîmede belirttiği üzere bize ruhundan üfürmüş;
32/SECDE-9: Summe
sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel
ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu
dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve onu
(onun nefsinin kalbine) sem’î (kalbin işitme hassası), basar (kalbin görme
hassası) ve fuad (kalbin idrak etme hassası) hassalarına (sahip) kıldı. Ne
kadar az şükrediyorsunuz.
Ademi yaratıp, ruhundan üfürdükten sonra
cin ve meleklere secde emri vermiştir.
15/HİCR-29: Fe
izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!
Allah’ ın bu emrine cin taifesinden şeytan
itaat etmemiş ve Allah’ a karşı gelmiştir.
7/A'RÂF-12: Kâle
mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene hayrun minh(minhu),
halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(Allahû Tealâ) şöyle
buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden
nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım,beni ateşten ve onu nemli topraktan
(balçıktan) yarattın.” dedi.
7/A'RÂF-13: Kâle
fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines
sâgirîn(sâgirîne).
(Allahû Tealâ):
“Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık.
Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.
7/A'RÂF-14: Kâle
enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne).
(Şeytan): “Beas gününe
(dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.
7/A'RÂF-15: Kâle
inneke minel munzarîn(munzarîne).
(Allahû Tealâ):
“Muhakkak ki sen izin (mühlet) verilenlerdensin.” buyurdu.
7/A'RÂF-16: Kâle
fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin’e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin’e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.
7/A'RÂF-17: Summe
le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an
şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara,
önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların
çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.
A'RÂF-18: Kâlehruc
minhâ mez'ûmen medhûrâ(medhûren), le men tebiake minhum leemleenne cehenneme
minkum ecmaîn(ecmaîne).
(Allahû Tealâ):
“Kınanmış (hor görülmüş) ve kovulmuş olarak oradan çık!” dedi. “Elbette
onlardan kim sana tâbî olursa, mutlaka sizin hepinizden cehennemi (tamamen)
dolduracağım.”
15/HİCR-40: İllâ
ıbâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
Ancak onlardan muhlis
olan kulların müstesna.
Bu âyette
ihlasa ulaşan kişilerin şeytandan emin olacağı ifade ediliyor.
17/İSRÂ-61: Ve
iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâle e
escudu li men halakte tînâ(tînen).
Ve meleklere: “Âdem
(A.S)’a secde edin!” dediğimiz zaman iblis hariç hemen secde ettiler. (İblis):
“Ben, senin topraktan yarattığın kimseye mi secde edeyim?” dedi.
17/İSRÂ-62: Kâle
e raeyteke hâzellezî kerremte aley(aleyye), le in ahharteni ilâ yevmil kıyâmeti
le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâ(kalîlen).
(İblis) dedi ki: “Senin
görüşüne göre, benim üzerime (benden daha) mükerrem (ikram edilmiş, şerefli)
kıldığın kimse bu mu? Eğer beni kıyâmet gününe (kadar) tehir edersen
(ertelersen), onun zürriyetinden (neslinden) pek azı hariç, mutlaka bana
(kendime) tâbî kılacağım.”
17/İSRÂ-63: Kâlezheb
fe men tebiake minhum fe inne cehenneme cezâukum cezâen mevfûrâ(mevfûren).
(Allahû Tealâ şöyle buyurdu):
“Git! Artık onlardan kim sana tâbî olursa, o zaman muhakkak ki sizin cezanız,
eksiksiz bir ceza olarak cehennemdir.”
17/İSRÂ-64: Vestefziz
menisteta’te minhum bi savtike ve eclib aleyhim bi haylike ve recilike ve
şârikhum fîl emvâli vel evlâdi vaıdhum, ve mâ yaiduhumuş şeytânu illâ
gurûrâ(gurûren).
“Ve onlardan güç
yetirdiklerini, sesinle aldat. Atlıların ve yayalarınla onları bağırarak
yönlendir (cehenneme sevket). Evlâtlarında ve mallarında onlara ortak ol. Ve
onlara (yalan şeyler) vaadet.” Şeytanın vaadettikleri gurur (aldatma)dan başka
bir şey değildir.
Bu âyetler grubunda açıklandığı gibi, Allah
insanı hanif fıtratı ile yaratmış ve ruhundan üfürmüş, onu bu sayede en üstün
mahlûk kılmış. Yaratılış özelliği ile meleklerden dahi üstün olabilecek
vasıflar vermiş. Ama bu hanif fıtratı özelliklerini kullanabilmek ancak, o
kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesine bağlıdır. Dilemeyen kişi ise hanif fıtratı
özelliklerini kendisine kapamış ve hayvanlardan daha aşağıdadır. Manevî tekâmüle
kendisini kapatmıştır.
Kişi ne zaman bir kişinin aleyhinde
konuşmaya başlarsa o an şeytana uymuştur; mutlaka şeytanın telkiniyle bu sözleri
söylemektedir. Günümüzdeki en büyük yozlaşma sebebi dedikodudur. Bu konuda Peygamber Efendimiz (S.A.V)
buyuruyor ki: ‘’Bir kişi hakkında
konuşacaksanız iyiliğini söyleyin ya da susun ‘’ görülüyor ki, bizim başkaları
aleyhine konuşmamız şeytanın amacına ulaşmasına vesile oluyor. Bizler Allah
yolunda olan kişiler olarak bu konulara hassas olmalıyız. Kaldı ki, Allah
yolunda olmayanlar ne yapar?
30/RÛM-30: Fe
ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ,
lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren
nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak
kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah,
insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında
değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn
budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
Yaradılışımız
ve dinin yaradılışı hanif fıtratıyladır. Bu fıtrat hiç değişmeyecektir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki:
“Her doğan çocuk islâm fıtratıyla, hanif fıtratıyla doğar; sonra annesi, babası
onu yahudi, mecusi, putperest yapar.”
Resûlullah’ın, bu hadis-i şerifle bizlere
ulaştırmak istediği mesajı Kur’ân-ı Kerim âyetleriyle sizlere açıklamak
istiyorum:
Yüce Rabbimiz, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)
Efendimiz’e buyuruyor ki: “Baban İbrahim’in dinine tâbî ol.” Allahû Tealâ
bizler için de “Babanız İbrahim’in dinine tâbî olun” emrini Nahl Suresinin 123.
âyet-i kerimesinde vermektedir. Babamız Hz. İbrahim (A.S)’ın dini hanifti.
Acaba hanif dîni nedir?
16/NAHL-123: Summe
evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel
muşrikîn(muşrikîne).
Sonra da sana
"hanif (vahdet, tevhid ve teslimi esas alan) olarak İbrâhîm (A.S)'ın
dînine tâbî olmayı" vahyettik. Ve o, müşriklerden olmadı.
Rabbimiz
En’am Suresi 76, 77, 78. âyet-i kerîmelerde buyuruyor ki;
6/EN'ÂM-76: Fe
lemmâ cenne aleyhil leylu reâ kevkebâ(kevkeben), kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ
efele kâle lâ uhıbbul âfilîn(âfilîne).
Gece onun üzerini
örtünce, (gece olunca) bir yıldız gördü. “Bu benim Rabbim” dedi. Fakat
kaybolunca, “Kaybolup gidenleri sevmem.” dedi.
6/EN'ÂM-77: Fe lemmâ reel kamere
bâzigan kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle le in lem yehdinî rabbî le
ekûnenne minel kavmid dâllîn(dâllîne).
Ay’ı doğarken görünce:
“Benim Rabbim bu.” dedi. Fakat kaybolunca: “Eğer Rabbim beni hidayete
erdirmezse, mutlaka dalâletteki kavimden olurum.” dedi.
6/EN'ÂM-78: Fe
lemmâ reeş şemse bâzigaten kâle hâzâ rabbî,hâzâ ekber(ekberu), fe lemmâ efelet
kâle yâ kavmî innî berîun mimmâ tuşrikûn(tuşrikûne).
Güneşi doğarken
görünce: “Bu benim Rabbim, bu daha büyük.” dedi. Fakat kaybolup gidince: “Ey
kavmim ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” dedi. İbrahim üzerine gece
basınca bir yıldız gördü. “Budur benim Rabb’im” dedi. Fakat yıldız batınca,
“ben batanları sevmem” dedi. Sonra, Ay’ı doğarken görünce, “budur benim
Rabb’im” dedi. Fakat batıp gidince,“eğer Rabb’im bana hidayet etmemiş olsaydı,
muhakkak ki sapıklardan olurdum“ dedi. Daha sonra Güneş’i doğar halde görünce,
“budur benim Rabb’im, bu hepsinden daha büyük” dedi. O da batınca, “ey kavmim,
gördüğünüz gibi, bunların hepsi yok olan varlıklardır. Ben sizin Allah’a ortak
koştuklarınızdan berîyim” dedi.
Hanif
dininin esas mesajı, şirkten berî olmaktır. Yüce Rabbimiz En’am Suresi’nin 79. âyet-i
kerimesinde bunu ifade ediyor:
“ınniy veccehtü vechiye
lilleziy fetaressemâvâti vel’arda haniyfen ve mâ ene minelmüşrikiyn.” Şüphesiz ben, hanif olarak vechimi gökleri
ve yeri yaratan Allah’a çevirdim ve ben O’na ortak koşanlardan değilim.
Hanif
dîninin aslı budur: Tek Allah’a iman etmek ve dünya hayatını yaşarken Allah’a
ulaşmayı dilemek.
Allahû
Tealâ Hz. İbrahim Aleyhisselam’ı seçmiş ve Hz. İbrahim Aleyhisselam babasına:
“Sen putları niye ilah ediniyorsun? Doğrusu ben seni de, milletini de apaçık
bir dalâlette görüyorum” diyor.
Mümtehine Suresi 4. âyet-i kerîmede buyuruluyor ki;
60/MUMTEHİNE-4: Kad
kânet lekum usvetun hasenetun fî ibrâhîme vellezîne meah(meahu), iz kâlû li
kavmihim innâ bureâu minkum ve mimmâ ta’budûne min dûnillâhi kefernâ bikum ve
bedâ beynenâ ve beynekumul adâvetu vel bagdâu ebeden hattâ tu’minû billâhi
vahdehû illâ kavle ibrâhîme li ebîhi le estagfirenne leke ve mâ emliku leke
minallâhi min şey’in, rabbenâ aleyke tevekkelnâ ve ileyke enebnâ ve ileykel
masîr(masîru).
Hz. İbrâhîm ve onunla
beraber olanlar sizin için güzel bir örnek olmuştur. Onlar kavimlerine şöyle
demişlerdi: “Muhakkak ki biz, sizden ve sizin Allah’tan başka taptığınız
şeylerden uzağız, sizi inkâr ediyoruz. Ve siz, Allah’ın tek oluşuna inanıncaya
kadar, sizinle bizim aramızda ebediyyen düşmanlık ve öfke başladı.” Hz.
İbrâhîm’in, babasına: “Senin için mutlaka istiğfar edeceğim (mağfiret
dileyeceğim). (Ancak) Allah’tan sana gelecek bir şeyi önlemeye malik değilim,
sözü (demesi) hariç. Rabbimiz, biz Sana tevekkül ettik. Ve Sana yöneldik. Ve
masîr (varış, dönüş, ulaşma), Sana’dır.”
Gerçekten
İbrahim ( A.S.) ve O’nunla birlikte olanların sözlerinde sizin için güzel bir
örnek vardır. Onlar vaktiyle kavimlerine: “Biz sizlerden ve Allah’tan başka
taptıklarınızdan uzağız. Siz, tek Allah’a iman edinceye kadar aramızda ebedi
bir düşmanlık ve öfke baş göstermiştir” dediler. Ancak İbrahim’in babasına
şöyle demesi müstesna olmuştur: “Elbette senin için Rabbimden mağfiret
dileyeceğim.”
O halde görülüyor ki, Allahû Tealâ Hz. İbrahim
(A.S)’ı bu istikamette bizler için örnek tayin ediyor. Acaba Hz. İbrahim
(A.S)’ın örnek seçilmesinin hikmeti ne?
En’am Suresi 75. âyet-i kerîmede buyuruluyor
ki;
6/EN'ÂM-75: Ve
kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti vel ardı ve li yekûne minel
mûkınîn(mûkınîne).
Ve böylece Biz,
İbrâhîm’e onun mûkınîn (yakîn hasıl edenlerden) olması için yerin ve göklerin
(semaların) melekûtunu gösteriyoruz (gösteriyorduk).
Bakara Suresi 124.
131 . 132 Ayet-i kerîmelerde buyuruyor ki Rabbimiz ;
2/BAKARA-124: Ve
izibtelâ ibrâhîme rabbuhu bi kelimâtin fe etemmehun(etemmehunne), kâle innî
câiluke lin nâsi imâmâ(imâmen), kâle ve min zurriyyetî kâle lâ yenâlu ahdiz
zâlimîn(zâlimîne).
Hani o zaman ki; Rabbi İbrâhîm’i (birtakım) kelimelerle imtihan etti. Nihayet imtihan tamamlanınca da (Allah şöyle) buyurdu: “Muhakkak ki Ben, seni insanlara imam kılacağım.” (İbrâhîm A.S): “Benim zürriyetimden de (imamlar kıl).” deyince; (Allah): “Benim ahdime (imamlık ve önderlik rahmetime, senin zürriyetinden olan) zalimler nail olamaz.” diye buyurdu.
Hani o zaman ki; Rabbi İbrâhîm’i (birtakım) kelimelerle imtihan etti. Nihayet imtihan tamamlanınca da (Allah şöyle) buyurdu: “Muhakkak ki Ben, seni insanlara imam kılacağım.” (İbrâhîm A.S): “Benim zürriyetimden de (imamlar kıl).” deyince; (Allah): “Benim ahdime (imamlık ve önderlik rahmetime, senin zürriyetinden olan) zalimler nail olamaz.” diye buyurdu.
2/BAKARA-131: İz
kâle lehû rabbuhû eslim kâle eslemtu li rabbil âlemîn(âlemîne).
Hani Rabbi ona: “Teslim ol!” dediği zaman “Âlemlerin Rabbine teslim oldum.” dedi.
Hani Rabbi ona: “Teslim ol!” dediği zaman “Âlemlerin Rabbine teslim oldum.” dedi.
Hanif
dîni, islâm dîni tek Allah’a iman etmeyi ve o Allah’a teslim olmayı ifade
ediyor. Bu evrensel dîni, kayyum dîni, ezeli ve ebedi tek dîni Hz. İbrahim
Aleyhisselam ve Yakup Aleyhisselam evlatlarına miras bırakıyor.
“Ve
vassa biha ibrahiymü beniyhi ve ya’kub ya beniyye innallahestafa lekümüddiyne
felâ temutünne illâ ve entüm müslimun.”
Hz. İbrahim Aleyhisselam oğlu Yakup Aleyhisselam
evlatlarına dedi ki: “Şüphesiz Allah sizin için hanif dinini, islâm dinini
seçti. Artık siz Allah’a teslim olmadan evvel ölmeyin.” (Yani ölmeden evvel
Allah’a kesinlikle teslim olun.)
Her doğan çocuk tek Allah’a iman etmenin ve
tek Allah’a teslim olmanın yetenekleriyle doğuyor. Daha sonra annesi, babası
onu yahudî, mecusî, putperest yapıyor. Allah’ın Resul’ü hadis-i şerifiyle acaba
neyi kastediyor? - Hz. İbrahim (A.S)’ı Allahû Tealâ seçiyor ve yakîn sahibi
kılarak onu Sırat-ı Müstakim üzerinde imam tayin ediyor. Sırat-ı Müstakim
üzerinde Allahû Tealâ’nın vazifeli kıldığı imamlar açısından baktığımızda, Adem
(A.S)’dan kıyamet gününe kadar imamlar arasında bir fetret döneminin söz konusu
olmadığını görürüz. Sırat-ı Müstakim üzerine seçilen imam, ya Allah’ın
nebîsidir veya Allah’ın velîsidir. Bu sebeple, imamlık müessesesi açısından bir
fetret dönemine rastlamak mümkün değildir. Elbette ki, her doğan çocuk islâm
fıtratıyla, hanif fıtratıyla doğacaktır. Çünkü Sırat-ı Müstakim üzerinde
vazifeli olan Zamanın imamı Allah’a davet etmektedir.
Rabbimiz Fussilet Suresi -33. âyet-i
kerîmede buyuruyor ki;
41/FUSSİLET-33: Ve
men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel
muslimîn(muslimîne).
Allah’a davet eden ve
salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.”
diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
Allah’a davet etmekle kalmayıp, aynı zamanda
Sırat-ı Müstakim üzerinde de vazifeli olan imam, insanların ruhlarını Allah’a
teslim etmektedir, onları hidayete erdirmektedir. Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’in; “Her doğan çocuk hanif fıtratıyla, islâm fıtratıyla doğar.” mesajı
bunun açıklamasıdır. Eğer doğan çocuğun, Zamanın imamı’nın davetine uyması ve
Zamanın İmamı’na tâbî olması gerekirken, annesine ve babasına tâbî olursa o
zaman buradaki durum nasıldır? İşte, bunun için Allahû Tealâ birçok âyet-i
kerime vaz’etmiştir. Bunlardan bir tanesi de Maide Suresinin 104. âyet-i
kerimesidir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
5/MÂİDE-104: Ve
izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûli kâlû hasbunâ mâ vecednâ
aleyhi âbâenâ. E ve lev kâne âbâuhum lâ ya'lemûne şey'en ve lâ
yehtedûn(yehtedûne).
Ve onlara: “Allah'ın
indirdiğine (Kur’ân'a) ve Resûl’e (itaate) gelin.” denildiğinde; “Babalarımızı
üzerinde bulduğumuz şey (dîn) bize yeter (kâfi)” derler. Ya onların babaları
(bu gerçeklere ait) bir şey bilmiyorlarsa ve hidayete ermemişlerse de mi?
Zamanın
imamı’nın görevlerini Allahû Tealâ âyet-i kerimede net olarak açıklıyor:
“Yetlû
aleyküm âyâtihi ve yüzekkiyhim.” (Al-i
İmran Suresi -164. âyet-i Kerîme)
O
size âyetlerimizi okur ve sizin nefsinizi tezkiye eder.
Zamanın
imamı’nın lisanıyla âyetlerin kendisine açıklandığı kişi, bu âyetlere iman
ederse, ilim sahibi olur ve Zamanın İmamı’na tâbî olduğu takdirde de hidayete
erer. Kişi, Zamanın İmamı’nın yerine, annesini, babasını geçirirse, Zamanın İmamı’na
tâbî olmaz ve anne baba da Allah’ın âyetlerinden bir şey bilmiyorsa, o kişi
hidayete eremez.
O halde, ‘'Her doğan çocuk, İslâm fıtratıyla
doğar’' demekten murad her doğan çocuğun ömür sermayesi içerisinde Zamanın
İmamı’nın davetine muhatap olduğu ve bu daveti kabul ederek Zamanın İmamı’na
tâbî olması halinde, muhakkak hidayete ereceği, Allah’a vâsıl olacağıdır.
Eğer, Zamanın İmamı’nın yerine anne-baba
geçerse ve anne-baba Allah’ın âyetlerinden bir ilmin sahibi değilse, (Zamanın İmamı’na
tâbî olmadıkları için) hidayete ermemişlerse o zaman o kişi de şirkin
içerisinde kalır. Sonuçta onun annesi, babası onu yahudî, mecusî, putperest
yapar. Buradaki yahudinin temel özelliği, dünyaya haris olmaları, dünyaya
herkesten fazla rağbet etmeleridir. Mecusî ise, ateşe tapanlar olarak Kur’ân-ı
Kerim’de açıklanmaktadır. Putperestler, yine şirk içinde olan, puta tapan insanlardır.
O halde kişi Allah’ın davetine uymadığı
takdirde, Zamanın İmamı’na tâbî olmadığı takdirde, kesinlikle şirkin içinde
kalmaktadır.
Allahû Tealâ Bakara Suresinin 170 ve 171.
âyet-i kerimelerinde buyuruyor ki:
“Ve izâ kıyle lehümüttebi’û mâ enzelallahü
kaâlû bel nettebi’u mâ elfeynâ aleyhi âbâenâ, evelev kâne âbâühüm lâ ya’kılûne
şey’en ve lâ yehtedûn ve meselülleziyne keferû kemeselilleziy yen’ıku bima lâ
yesma’u illâ du’âen ve nidâ’, sümmün bükmün umyün fehüm lâ ya’kılûn.”
Onlara “Allah’ın indirdiğine (Kur’ân’a)
uyun” dendiğinde, “hayır, biz atalarımızın tuttuğu yoldan yürürüz, atalarımıza
tâbî oluruz” derler. Ya ataları akletmemişse ve hidayete ermemişse de mi? Allahû
Tealâ’nın davetçisinin davetine uymayan insanlar, küfür ehli misali o kâfirler
çobanlarının sözünü anlamayan, ancak onun bağırıp çağırmasını işiten hayvanlara
benzerler. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Onlar Kur’ân-ı Kerim’i işitip
anlayamazlar.
İşte, tek Allah’a iman edip Allah’a
ulaşmayı dilemeyenlerin hali bu noktadadır. Ama, farklı bir durum da söz konusu
olabilir. Hz. Lokman (A.S)’ın evladına nasihatlerinde olduğu gibi:
31/LOKMÂN-12: Ve
lekad âteynâ lukmânel hikmete enişkur lillâh(lillâhi), ve men yeşkur fe innemâ
yeşkuru li nefsih(nefsihî), ve men kefere fe innellâhe ganiyyun hamîd(hamîdun).
Ve andolsun ki Lokman’a hikmet verdik ki, Allah’a şükretsin. Ve kim şükrederse, o taktirde sadece kendi nefsi için şükreder. Ve kim küfrederse (inkâr ederse), o taktirde muhakkak ki Allah; Gani’dir (kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur), Hâmid’dir (hamdedilen).
Ve andolsun ki Lokman’a hikmet verdik ki, Allah’a şükretsin. Ve kim şükrederse, o taktirde sadece kendi nefsi için şükreder. Ve kim küfrederse (inkâr ederse), o taktirde muhakkak ki Allah; Gani’dir (kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur), Hâmid’dir (hamdedilen).
Allahû Tealâ’nın, Lokman (A.S)’a hikmet
verdiğini ve Hz. Lokman’ın da bu hikmetin şükrünü, hamdini eda etme babında
çevresindeki insanlara nasihat ettiğini görüyoruz. En yakın çevresi elbette ki
evladüiyalidir; ailesidir.
31/LOKMÂN-13: Ve
iz kâle lukmânu libnihî ve huve yaızuhu yâ buneyye lâ tuşrik billâh(billâhi),
inneş şirke le zumlun azîm(azîmun).
Ve Lokman, oğluna
vaazederek (öğüt vererek) şöyle demişti: "Ey yavrum, Allah’a şirk koşma!
Muhakkak ki şirk, azîm (çok büyük) bir zulümdür."
Görülüyor ki, Allahû Tealâ’nın Sırat-ı
Müstakim üzerinde vazifeli kıldığı imam, evladına evvel emirde Allah’a şirk
koşmamayı öğüt veriyor. Yani nehyi anil münker ile hitap ediyor. “Allah’a şirk
koşma, şirk en büyük zulümdür.”
Yine Allahû Tealâ Lokman Suresinin 15. âyet-i
kerimesinde buyuruyor ki:
31/LOKMÂN-15: Ve
in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve
sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe
ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir
şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat
etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a
ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Bana’dır. O zaman
yaptığınız şeyleri size haber vereceğim
Bu âyet-i kerime, hadis-i şerifin açıklamak
istediğimiz nirengi noktasını ifade ediyor. Çocuğun anne-babası, bilmedikleri
bir şeyi Allah’a şirk koşarlarsa, o çocuğun onlara itaat etmemesini Allahû
Tealâ bize öğütlüyor. Ama itaat etmemekle birlikte, dünya hayatında onlarla iyi
geçinmemiz isteniyor.
Allahû Tealâ hangi yola tâbî olmamızı emir
buyuruyor? “Vettebi’ sebiyle men enâbe ileyye.” “Bana ulaşanın yoluna tâbî ol
(velîlerin yoluna tâbî ol)” Çünkü Allah’a ulaşan kişi, Allah’ın velîsidir.
Allah’a ulaşan kişi, hidayete ermiş kişidir. Öyleyse, Lokman Suresi’nin 15.
âyet-i kerimesiyle Allahû Tealâ, hidayete eren, Allah’ın Zatına ulaşan velîlerin
yoluna tâbî olunmasını bizlere emrediyor ve anne-baba Allah’ın ilminden bir şeye
sahip değilse, hidayete ermemişse, o cahil olan anne-babanın, Allah’a bilmeden
bir şeyi ortak koşmayı çocuklarına emretmelerini ve o emre itaat edilmesini
Allahû Tealâ istemiyor. O zaman, Allah’ın Zatına ulaşana itaat etmemizi emir
buyuruyor.
Evliyalık açısından meseleye bakıldığında
bir fetret dönemine rastlamak mümkün değildir. Çünkü hangi zaman parçasını
incelerseniz inceleyin mutlaka o kavimlerde Allah’ın Zatı’na ulaşan Allah’ın
velîleri vardır ve Allahû Tealâ, “velî olarak, hidayete ermiş olarak Bana
ulaşanın yoluna tâbî ol“ buyurmuştur.
Hz. Lokman, Zamanın imamı olarak en yakın
çevresi olan evladına nasihatta bulunuyor ve özellikle tek Allah’a iman
etmesini ve mutlaka Allah’ın kendisi için tayin ettiği mürşide tâbî olmasını,
öneriyor.
31/LOKMÂN-14: Ve
vassaynel insâne bi vâlideyh(vâlideyhi), hamelethu ummuhu vehnen alâ vehnin ve
fisâluhu fî âmeyni enişkurlî ve li vâlideyk(vâlideyke),ileyyel masîr(masîru).
Ve Biz, insana anne ve
babasına (bakmasını) vasiyet ettik (farz kıldık). Onu, annesi zorluk üzerine
zorlukla taşıdı. Ve onun sütten kesilmesi iki yıldır. (Hem) Bana (hem) anne ve
babana şükret! Dönüş, Bana’dır.
31/LOKMÂN-16: Yâ
buneyye innehâ in teku miskâle habbetin min hardalin fe tekun fî sahretin ev
fîs semâvâti ev fîl ardı ye’ti bihâllâh(bihâllâhu), innellâhe
latîfunhabîr(habîrun).
Ey yavrum! Muhakkak ki o (amelin), bir hardal tanesi kadar dahi olsa ve o, bir kaya içinde veya göklerde veya yerde bile olsa, Allah onu, (kıyâmet günü hayat filminde karşına) getirir. Muhakkak ki Allah; Lâtif’tir (lütuf sahibi), Habîr’dir (haberdar olan).
Ey yavrum! Muhakkak ki o (amelin), bir hardal tanesi kadar dahi olsa ve o, bir kaya içinde veya göklerde veya yerde bile olsa, Allah onu, (kıyâmet günü hayat filminde karşına) getirir. Muhakkak ki Allah; Lâtif’tir (lütuf sahibi), Habîr’dir (haberdar olan).
31/LOKMÂN-17: Yâ
buneyye ekımıs salâte ve’mur bil ma’rûfi venhe anil munkeri vasbir alâ mâ
esâbek(esâbeke), inne zâlike min azmil umûr(umûri).
Ey yavrum, namazı ikame
et (namaz kıl)! Ma’ruf ile (irfanla, iyilikle) emret ve münkerden (kötülükten)
nehyet (münkeri yasakla, mani ol). Ve sana isabet eden şeylere (musîbetlere)
sabret. Muhakkak ki bu, azmedilen (mutlaka yapılması gereken) işlerdendir.
31/LOKMÂN-18: Ve
lâ tusa’ir haddeke lin nâsi ve lâ temşi fîl ardı merahâ(merahan) innellâhe lâ
yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr(fehûrin).
Ve insanlardan (kibirlenerek) yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Muhakkak ki Allah, çalımla yürüyenlerin ve çok övünenlerin hiçbirini sevmez.
31/LOKMÂN-19: Vaksid
fî meşyike vagdud min savtik(savtike), inne enkerel asvâti le savtul
hamîr(hamîri).
Ve yürüyüşünde mütevazi
(alçakgönüllü) ol ve sesini alçalt (alçak sesle konuş). Muhakkak ki seslerin en
çirkini, elbette hamirin (merkebin) sesidir.
31 / LOKMAN – 20 EE lem terev ennellâhe sehhare lekum mâ
fîs semâvâti ve mâ fîl ardı ve esbega aleykum niamehu zâhireten ve
bâtıneh(bâtıneten), ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden
ve lâ kitâbin munîr(munîrin).
Göklerde ve yerlerdeki
herşeyi, Allah'ın size musahhar (emrinize amade) kıldığını görmediniz mi? Ve
sizin üzerinizdeki görünen ve görünmeyen (açık ve gizli) ni'metlerini
tamamladı. Ve insanlardan bir kısmı (hâlâ) ilmi, bir hidayete erdiricisi ve
aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın, Allah hakkında mücâdele ederler.
31/LOKMÂN-21: Ve
izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ vecednâ aleyhi
âbâenâ, e ve lev kâneş şeytânu yed’ûhum ilâ azâbis saîr(saîri).
Ve onlara
"Allah’ın indirdiği şeye (Kitaba) tâbî olun!" denildiği zaman:
"Hayır, babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (putlara) tâbî oluruz."
dediler. Ve şeytan onları, alevli ateşin (cehennemin) azabına çağırıyor olsa da
mı?
O halde görülüyor ki, Allah’ın indirdiğine
tâbî olmayan kişi, şirk içinde olan bir küfür ehline tâbî oluyor. O şirk içinde
olan kişiye vahyeden ise iblistir. Allahû Tealâ bu sebeple âyet-i kerimede
“şeytan onları cehenneme çağırıyorsa da mı?” diyor ve 22. âyet-i kerimede noktayı koyuyor:
31/LOKMÂN-22: Ve
men yuslim vechehu ilâllâhi ve huve muhsinun fe kadistemseke bil urvetil vuskâ,
ve ilâllâhi âkibetul umûr(umûri).
Ve kim muhsin olarak
vechini Allah’a teslim ederse, o taktirde sağlam bir kulba tutunmuş olur. Ve
işlerin sonucu Allah’a (ulaşır).
2/BAKARA-256: Lâ
ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit
tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ,
vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur.
İrşad yolu (hidayet yolu; Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolu;
şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık
kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân
ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o,
(Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin
eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.
Evliyanın düstur haline getirdiği temel
mesaj şudur:
El ele, el Hakk’a.
Mürşidin elini, Zamanın İmamı’nın elini
tuttuğumuz zaman, Zamanın İmamı’nın diğer eli Hakk’ın eli olduğu için Hakk’ın
elini tutmuş oluruz.
Kısacası, Allahû Tealâ bu mesajla herkesin
hanif fıtratıyla, islâm fıtratıyla doğduğunu ve islâm standartları içerisinde
yaşamasını emir buyuruyor.
Dileyen herkesin Kur’ân’daki islâm’ı Allahû
Tealâ’nın emrettiği biçimde evvela Allah’ın davetine uyarak, daha sonra bu
daveti gerçekleştirmek üzere Sırat-ı Müstakim üzerinde vazifeli olan Zamanın
imamına tâbî olarak Allah’ın kendisine yaşamayı nasip kılması dileriz.
“Bütün göklerde ve bütün arzlarda yarattığım
herşeyi, ey insanlar, sizlerin emrine musahhar kıldım!” Allahû Tealâ başka bir
mahlûkundan bahsetmiyor; cinlerden bahsetmiyor; meleklerden bahsetmiyor.
“İnsan” diyor. “İnsanın emrine musahhar kıldım.” diyor.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, böyle bir
dizaynda herşey çok güzel! Herşey biz insanlar için yaratılmış ve insanların
emrine musahhar kılınmış, hasredilmiş. Allahû Tealâ’nın yarattığı bütün
mahlûklar bir tarafa, insan bir tarafa. İnsan, kendisi için kâinatın
yaratıldığı bir yarattıktır.
İnsan bir yaratık mıdır? -Elbette
yaratıktır, Allahû Tealâ’nın bir mahlûkudur, halk ettiği bir mahlûkudur. Yani
yarattığı bir yaratığıdır. Yarattığı diğer bütün yaratıklardan en üst seviyede
değer verdiği mahlûkudur.
İşte bu cepheden konumuz son derece önemli.
Çünkü eğer biz insanlar, Allahû Tealâ tarafından en üst seviyede yaratılmışsak,
bu en üst noktada olmanın şükrünü ve hamdini Allah’a eda etmek
mecburiyetindeyiz. İnsan olarak yaratılmak bir mazhariyettir, bir üstünlüktür,
Allah’ın lütf-u keremidir. Öyleyse sadece bırakınız herşeyi sadece insan olarak
yaratıldığımız için Allahû Tealâ’ya ne kadar hamdetsek, şükretsek azdır.
İşte insan dediğimiz zaman o, farklı bir
yaratıktır. Neden farklıdır? Başka hiçbir yaratıkta olmayan bir nesnenin
sahibidir. Ne cinlerde ne meleklerde ne hayvanlarda ne göklerde yaşayan
kuşlarda ne denizlerde yaşayan balıklarda ve ne diğer deniz mahlûkunda ne
bitkilerde, hiçbir şeyde olmayan bir muhteşem donanımla donatıldık. Çünkü
bizlerde ‘’Allah’ın Ruhu’’ var veya vardı.
Dîn de; hanif dîni de ezelî ve ebedîdir.
İnsanlar da bu dîni insanlık tarihi boyunca yaşamışlardır; kıyâmete kadar da yaşayacaklardır. O
yaşamları boyunca sadece bir tek dîni yaşabilecek olan özelliklerle donatılmış
olarak doğacaklardır. Hepsi hanif olarak doğacaklardır, hanif olarak
öleceklerdir. Yani hanif dînini yaşayabilecek olan özellikle doğacaklardır. Bu
özellikle yaşayacaklardır, bu özellikle hayatları sona erecektir.
Dîn, neden Peygamber Efendimiz (S.A.V)
zamanında İslâm adını almış? Çünkü İslâm; teslim demektir. Dîn teslimlerden
ibarettir; ruhun teslimi, fizik vücudun teslimi, nefsin teslimi ve iradenin
teslimi. Eğer Allahû Tealâ Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde diyorsa ki:
“Hz. Nuh’a verdiğimiz dîn, Hz. İbrâhîm’e verdiğimiz dîn, Hz. Musa’ya verdiğimiz
dîn, Hz. İsa’ya verdiğimiz dîn ve senin dînin aynı dîndir, başka bir dîn hiç
olmamıştır. Bu dîn Allah’a teslim olma dînidir.” işte bir tek şey vardır;
sadece tek bir şey: Allah’a teslim
olmak! Ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek. Ancak böyle bir
dizayn içerisinde mutluluğu yaşayabilirsiniz.
Mutluluk bir bütündür. İç dünyanızda,
nefsinizle ruhunuz arasındaki kavganın bitmesi; iç dünyanızda sulh ve sükûn. Dış
dünyanızda başka insanlarla sizin aranızdaki kavganın bitmesi Allah ile olan
ilişkilerinizde nefsinizle ruhunuzun arasındaki kavganın bitmesi.
Öyleyse Allah ile ilişkileriniz mi?
Mutluluğunuzun sembolüdür. Bir insanın Allah ile olan ilişkilerinin en güzele
döndüğü yer, iradesini de Allah’a teslim ettiği noktadır. Orada bütün kavgalar
bitmiştir. Orada artık sulh ve sükûn içinde bir ömür geçirilecektir. Allah için
yaşanacaktır. Başka insanlara Allah’ın öğretisi öğretilecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.