30 Temmuz 2016 Cumartesi

Hz. Yusuf (A.S) VI

                              Hz. Yusuf (A.S)


Doğuşlarından itibaren insanların nefslerinin kalpleri afetlerle doludur. Allahû Tealâ'nın hedefi, bu afetleri yok etmektir. Ve kişi bunu kendi iradesini kullanarak seçmek mecburiyetindedir. Bunun için Allah'a ulaşmayı dilemek ve ardından Allah'tan alınacak ihsanlarla O'nun gösterdiği irşad makamına ulaşmak ve zikir yapmak söz konusudur. Bir insan, Allah'a ulaşmayı dilemedikçe, nefsinin tezkiye olması, temizlenebilmesi, kurtuluşu hiçbir zaman mümkün değildir. O insan dünya hayatını yaşadığı halde Allah'a göre ölüdür. Çünkü gözlerindeki hicab-ı mesture ile baktığı için irşad makamını başka insanlardan ayıramaz. İrşad makamının söylediklerini kulakları duyar ama kulaklarında vakra olduğu için anlayamaz, mânâsına varamaz. Kalbinde ekinnet olduğu için kalbine indirdiği konuları idrak edemez. Ne zaman Allah'a ulaşmayı kalpten dilerse, Allah onun kalbindeki Allah'a ulaşma talebini işitir, bilir ve görür. Gördüğü anda Allah Rahman esmasıyla o insana tecelliye başlar. Bu tecelli, o insanı ölüyken diriltir. Kişinin gözlerindeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı, kalbindeki ekinneti alır, yerine ihbat koyar. Artık kişi irşad makamına sadece bakmaz, onu görmeye başlar. Kişinin kulakları irşad makamının irşada dair söylediği şeylerin mânâsını anlamaya başlar. Ve kişinin kalbindeki idraki önleyen ilâhi bilgisayar (ekinnet) alınıp, yerine idraki sağlayan başka bir ilâhi bilgisayar (ihbat) takılınca, kişi kalbiyle idrak etmeye başlar. Ve böylece gözleri görmeyen, kulakları duymayan ve idrak edemeyen bir kişi olması hasebiyle ölüyken; Allah'ın Rahman esmasıyla tecellisi üzerine; gören, işiten ve idrak eden birisi olur. Böylece kişi ölüyken diriltilmiştir. Ve daha sonra kişi mürşidine ulaştırılır. Mürşidine ulaşıp tâbî olduğu zaman (ki mürşidi Allah gösterir, ulaştırır, mürşid sevgisi verir, bütün ibadetleri Allah sevdirir) bu âyet gereğince Allah Rahîm esmasıyla tecelliye başlar, kişinin bütün günahlarını sevaba çevirir, kalbine îmân kelimesini yazar. Kişi zikir yaptığında Allah'ın katından salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl o kişinin göğsüne gelir. Göğsünden kalbine ulaşır. Kalbinde îmân kelimesinin etrafında toplanmaya başlar. İşte bu toplanma, kişinin nefs tezkiyesi yapmasıdır. 
12/YÛSUF-54: Ve kâlel meliku’tûnî bihî estahlishu li nefsî, fe lemmâ kellemehu kâle innekel yevme ledeynâ mekînun emîn(emînun).
Ve melik şöyle dedi: “Onu bana getirin! Onu kendim için seçtim." Onunla konuşunca: “Muhakkak ki; sen, bugün bizim yanımızda mevki sahibisin, eminsin (güvenilir kişisin).” dedi.
12/YÛSUF-55: Kâlec’alnî alâ hazâinil ard(ardı), innî hafîzun alîm(alîmun).
(Yusuf A.S) şöyle dedi: “ Beni bu yerin hazineleri üzerine sorumlu kıl! Muhakkak ki; ben iyi korurum, iyi bilirim.”
12/YÛSUF-56: Ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fîl ard(ardı), yetebevveu minhâ haysu yeşâ’(yeşâu), nusîbu bi rahmetinâ men neşâu ve lâ nudîu ecrel muhsinîn(muhsinîne).
Ve işte böylece Yusuf (A.S)'ı yeryüzünde yerleştirdik (mevki sahibi yaptık). Onun (yeryüzünün), dilediği yerine yerleşti. Dilediğimiz kimseye rahmetimizi göndeririz. Ve muhsinlerin ecrini (mükâfatını) zayi etmeyiz.
12/YÛSUF-57: Ve le ecrul âhıreti hayrun lillezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Ve mutlaka âmenû olan (yaşarken Allah'a ulaşmayı dileyen) kimseler için ahiretin (ruhu hayatta iken Allah'a ulaştırmanın) ecri (mükâfatı) daha hayırlıdır. Ve onlar takva sahibi olmuşlardır.
                Hz. Yusuf’un Mısır’da vezirliğe veya tam yetkili olarak hazinenin başına getirilmesinden sonra, bolluk yıllarında kıtlık yıllarına hazırlık yapıldı. Kıtlığın başlaması ile sadece Mısır’da değil komşu ülkelerde de kıtlık baş gösterdi. Hz. Yakup ve oğullarının yaşadığı Filistin ve civarı da açlıkla yüz yüze gelmişti. Ve Hz. Yusuf’un aldığı tedbirler sebebiyle Mısır, bu kıtlık yıllarını başarıyla atlatıp komşu ülkelere de yardım eder haldeydi. Kıtlığın arttığı bu yıllarda şiddetli geçim sıkıntısına düşen Hz. Yakup, Mısır’da zahire bulunduğunu öğrenince Bünyamin dışındaki oğullarını Mısır’a gönderdi.

12/YÛSUF-58: Ve câe ihvetu yûsufe fe dehalû aleyhi fe arefehum ve hum lehu munkirûn(munkirûne).
Ve Yusuf (A.S)'ın kardeşleri geldiler ve onun yanına girdiler. Onlar onu tanımadıkları halde o, onları hemen tanıdı.
12/YÛSUF-59: Ve lemmâ cehhezehum bi cehâzihim kâle’tûnî bi ahin lekum min ebîkum, e lâ terevne ennî ûfîl keyle ve ene hayrul munzilîn(munzilîne).
Ve onların zahiri yüklerini hazırlayınca şöyle dedi: “Sizin babanızdan olan diğer kardeşinizi bana getirin. Ölçüyü tam ifa ettiğimi görmüyor musunuz? Ben ikram edenlerin en hayırlısıyım."
12/YÛSUF-60: Fe in lem te’tûnî bihî fe lâ keyle lekum indî ve lâ takrebûn(takrebûni).
“Eğer onu bana getirmezseniz, o taktirde benim yanımda sizin için bir ölçek (zahire bile) yoktur. Ve bir daha yanıma gelmeyin (bana yaklaşmayın).”
12/YÛSUF-61: Kâlû senurâvidu anhu ebâhu ve innâ le fâ’ilûn(fâ’ilûne).
“Onu babasından istemeye çalışacağız. Ve biz bunu mutlaka yaparız.” dediler.
12/YÛSUF-62: Ve kâle li fityânihic’alû bidâatehum fî rihâlihim leallehum ya’rifûnehâ izenkalebû ilâ ehlihim leallehum yerci’ûn(yerci’ûne).
Adamlarına (yardımcı gençlere) şöyle dedi: “Onların erzak bedellerini, yüklerinin içine koyun (geri verin). Umulur ki; onlar ailelerine geri döndükleri zaman onu farkederler, böylece geri gelirler."
12/YÛSUF-63: Fe lemmâ receû ilâ ebîhim kâlû yâ ebânâ munia minnel keylu fe ersil meanâ ehânâ nektel ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
Böylece ailelerine döndükleri zaman (babalarına) şöyle dediler: “ Ey babamız! Bize ölçek (erzak verilmesi) yasak edildi. Artık kardeşimizi bizimle gönder ki; biz ölçekle (erzak) alalım. Muhakkak ki; biz onu gerçekten koruyanlarız."
12/YÛSUF-64: Kâle hel âmenukum aleyhi illâ kemâ emintukum alâ ahîhi min kabl(kablu), fallâhu hayrun hâfizâ(hâfizen) ve huve erhamur râhimîn(râhimîne).
(Yâkub A.S) şöyle) dedi: “Ancak daha önce onun kardeşi için sizden emin olduğum gibi onun hakkında size güvenir miyim? Fakat Allah koruyucuların en hayırlısıdır ve O rahmet edenlerin en çok rahmet edenidir.”
12/YÛSUF-65: Ve lemmâ fetehû metâahum vecedû bidâatehum ruddet ileyhim, kâlû yâ ebânâ mâ nebgî, hâzihî bidâatunâ ruddet ileynâ, ve nemîru ehlenâ ve nahfazu ehânâ ve nezdâdu keyle beîr (beîrin), zâlike keylun yesîr(yesîrun).
Ve yüklerini (metalarını) açtıkları zaman sermayelerini kendilerine iade edilmiş buldular ve şöyle dediler: “Ey babamız! Daha ne isteriz. Bunlar bizim sermayemiz. Bize geri verilmiş ve ailemize (gene) erzak getiririz ve kardeşimizi koruruz. Ve (erzakımızı) bir deve yükü (daha) arttırırız. İşte bu az bir miktardır.”
12/YÛSUF-66: Kâle len ursilehu meakum hattâ tu’tûni mevsikan minallâhi le te’tunnenî bihî illâ en yuhâta bikum, fe lemmâ âtevhu mevsikahum kâlallâhu alâ mâ nekûlu vekîl(vekîlun).
(Yâkub A.S): “Sizin kuşatılmanız hariç onu mutlaka bana getireceğinize dair, Allah adına bir misak (kesin söz) verinceye kadar onu sizinle göndermem." dedi. Bunun üzerine ona misaklerini verdiler. O zaman şöyle dedi: “Allah bizim söylediklerimize vekildir.”
12/YÛSUF-67: Ve kâle yâ beniyye lâ tedhulû min bâbin vâhidin vedhulû min ebvâbin muteferrikah(muteferrikatin), ve mâ ugnî ankum minallâhi min şey(şey’in) inil hukmu illâ lillâh(lillâhi), aleyhi tevekkeltu ve aleyhi fel yetevekkelil mutevekkilûn(mutevekkilûne).
Ve şöyle dedi: “Ey oğullarım! Bir tek kapıdan girmeyiniz. Ayrı kapılardan giriniz. Allah'tan olan bir şeyi sizden gideremem. Hüküm ancak Allah'a aittir. Ben, O'na tevekkül ettim. Artık tevekkül edenler de, O'na tevekkül etsinler."
12/YÛSUF-68: Ve lemmâ dehalû min haysu emerehum ebûhum, mâ kâne yugnî anhum minallâhi min şey’in illâ hâceten fî nefsi ya’kûbe kadâhâ, ve innehu le zû ilmin limâ allemnâhu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

Ve babalarının onlara emrettiği yerden girdiler. Fakat bu, Allah'tan olan bir şeyi onlardan gidermedi (onlara bir fayda vermedi). Ancak (bu), Yâkub (A.S) nefsindeki bir dileği yerine getirmiş oldu. Muhakkak ki; o, Biz ona öğrettiğimiz için bir ilmin sahibi idi. Fakat insanların çoğu bilmez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.