Hz. Yusuf (A.S)
Doğuşlarından itibaren insanların nefslerinin
kalpleri afetlerle doludur. Allahû Tealâ'nın hedefi, bu afetleri yok etmektir.
Ve kişi bunu kendi iradesini kullanarak seçmek mecburiyetindedir. Bunun için
Allah'a ulaşmayı dilemek ve ardından Allah'tan alınacak ihsanlarla O'nun
gösterdiği irşad makamına ulaşmak ve zikir yapmak söz konusudur. Bir insan,
Allah'a ulaşmayı dilemedikçe, nefsinin tezkiye olması, temizlenebilmesi,
kurtuluşu hiçbir zaman mümkün değildir. O insan dünya hayatını yaşadığı halde
Allah'a göre ölüdür. Çünkü gözlerindeki hicab-ı mesture ile baktığı için irşad
makamını başka insanlardan ayıramaz. İrşad makamının söylediklerini kulakları
duyar ama kulaklarında vakra olduğu için anlayamaz, mânâsına varamaz. Kalbinde
ekinnet olduğu için kalbine indirdiği konuları idrak edemez. Ne zaman Allah'a
ulaşmayı kalpten dilerse, Allah onun kalbindeki Allah'a ulaşma talebini işitir,
bilir ve görür. Gördüğü anda Allah Rahman esmasıyla o insana tecelliye başlar.
Bu tecelli, o insanı ölüyken diriltir. Kişinin gözlerindeki hicab-ı mestureyi,
kulaklarındaki vakrayı, kalbindeki ekinneti alır, yerine ihbat koyar. Artık
kişi irşad makamına sadece bakmaz, onu görmeye başlar. Kişinin kulakları irşad
makamının irşada dair söylediği şeylerin mânâsını anlamaya başlar. Ve kişinin
kalbindeki idraki önleyen ilâhi bilgisayar (ekinnet) alınıp, yerine idraki
sağlayan başka bir ilâhi bilgisayar (ihbat) takılınca, kişi kalbiyle idrak
etmeye başlar. Ve böylece gözleri görmeyen, kulakları duymayan ve idrak
edemeyen bir kişi olması hasebiyle ölüyken; Allah'ın Rahman esmasıyla tecellisi
üzerine; gören, işiten ve idrak eden birisi olur. Böylece kişi ölüyken
diriltilmiştir. Ve daha sonra kişi mürşidine ulaştırılır. Mürşidine ulaşıp tâbî
olduğu zaman (ki mürşidi Allah gösterir, ulaştırır, mürşid sevgisi verir, bütün
ibadetleri Allah sevdirir) bu âyet gereğince Allah Rahîm esmasıyla tecelliye
başlar, kişinin bütün günahlarını sevaba çevirir, kalbine îmân kelimesini
yazar. Kişi zikir yaptığında Allah'ın katından salâvâtla rahmet ve salâvâtla
fazl o kişinin göğsüne gelir. Göğsünden kalbine ulaşır. Kalbinde îmân
kelimesinin etrafında toplanmaya başlar. İşte bu toplanma, kişinin nefs
tezkiyesi yapmasıdır.
12/YÛSUF-54: Ve kâlel meliku’tûnî bihî estahlishu li nefsî, fe lemmâ
kellemehu kâle innekel yevme ledeynâ mekînun emîn(emînun).
Ve melik şöyle dedi: “Onu bana
getirin! Onu kendim için seçtim." Onunla konuşunca: “Muhakkak ki; sen,
bugün bizim yanımızda mevki sahibisin, eminsin (güvenilir kişisin).” dedi.
12/YÛSUF-55: Kâlec’alnî alâ hazâinil ard(ardı), innî hafîzun
alîm(alîmun).
(Yusuf A.S) şöyle dedi: “ Beni
bu yerin hazineleri üzerine sorumlu kıl! Muhakkak ki; ben iyi korurum, iyi
bilirim.”
12/YÛSUF-56: Ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fîl ard(ardı), yetebevveu
minhâ haysu yeşâ’(yeşâu), nusîbu bi rahmetinâ men neşâu ve lâ nudîu ecrel
muhsinîn(muhsinîne).
Ve işte böylece Yusuf (A.S)'ı
yeryüzünde yerleştirdik (mevki sahibi yaptık). Onun (yeryüzünün), dilediği
yerine yerleşti. Dilediğimiz kimseye rahmetimizi göndeririz. Ve muhsinlerin
ecrini (mükâfatını) zayi etmeyiz.
12/YÛSUF-57: Ve le ecrul âhıreti hayrun lillezîne âmenû ve kânû
yettekûn(yettekûne).
Ve mutlaka âmenû olan
(yaşarken Allah'a ulaşmayı dileyen) kimseler için ahiretin (ruhu hayatta iken
Allah'a ulaştırmanın) ecri (mükâfatı) daha hayırlıdır. Ve onlar takva sahibi
olmuşlardır.
Hz. Yusuf’un Mısır’da vezirliğe veya tam yetkili
olarak hazinenin başına getirilmesinden sonra, bolluk yıllarında kıtlık
yıllarına hazırlık yapıldı. Kıtlığın başlaması ile sadece Mısır’da değil komşu
ülkelerde de kıtlık baş gösterdi. Hz. Yakup ve oğullarının yaşadığı Filistin ve
civarı da açlıkla yüz yüze gelmişti. Ve Hz. Yusuf’un aldığı tedbirler sebebiyle
Mısır, bu kıtlık yıllarını başarıyla atlatıp komşu ülkelere de yardım eder
haldeydi. Kıtlığın arttığı bu yıllarda şiddetli geçim sıkıntısına düşen Hz.
Yakup, Mısır’da zahire bulunduğunu öğrenince Bünyamin dışındaki oğullarını
Mısır’a gönderdi.
12/YÛSUF-58: Ve câe ihvetu yûsufe fe dehalû aleyhi fe arefehum ve hum
lehu munkirûn(munkirûne).
Ve Yusuf (A.S)'ın kardeşleri
geldiler ve onun yanına girdiler. Onlar onu tanımadıkları halde o, onları hemen
tanıdı.
12/YÛSUF-59: Ve lemmâ cehhezehum bi cehâzihim kâle’tûnî bi ahin lekum
min ebîkum, e lâ terevne ennî ûfîl keyle ve ene hayrul munzilîn(munzilîne).
Ve onların zahiri yüklerini
hazırlayınca şöyle dedi: “Sizin babanızdan olan diğer kardeşinizi bana getirin.
Ölçüyü tam ifa ettiğimi görmüyor musunuz? Ben ikram edenlerin en
hayırlısıyım."
12/YÛSUF-60: Fe in lem te’tûnî bihî fe lâ keyle lekum indî ve lâ
takrebûn(takrebûni).
“Eğer onu bana getirmezseniz,
o taktirde benim yanımda sizin için bir ölçek (zahire bile) yoktur. Ve bir daha
yanıma gelmeyin (bana yaklaşmayın).”
12/YÛSUF-61: Kâlû senurâvidu anhu ebâhu ve innâ le fâ’ilûn(fâ’ilûne).
“Onu babasından istemeye
çalışacağız. Ve biz bunu mutlaka yaparız.” dediler.
12/YÛSUF-62: Ve kâle li fityânihic’alû bidâatehum fî rihâlihim leallehum
ya’rifûnehâ izenkalebû ilâ ehlihim leallehum yerci’ûn(yerci’ûne).
Adamlarına (yardımcı gençlere)
şöyle dedi: “Onların erzak bedellerini, yüklerinin içine koyun (geri verin).
Umulur ki; onlar ailelerine geri döndükleri zaman onu farkederler, böylece geri
gelirler."
12/YÛSUF-63: Fe lemmâ receû ilâ ebîhim kâlû yâ ebânâ munia minnel keylu
fe ersil meanâ ehânâ nektel ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
Böylece ailelerine döndükleri
zaman (babalarına) şöyle dediler: “ Ey babamız! Bize ölçek (erzak verilmesi)
yasak edildi. Artık kardeşimizi bizimle gönder ki; biz ölçekle (erzak) alalım.
Muhakkak ki; biz onu gerçekten koruyanlarız."
12/YÛSUF-64: Kâle hel âmenukum aleyhi illâ kemâ emintukum alâ ahîhi min
kabl(kablu), fallâhu hayrun hâfizâ(hâfizen) ve huve erhamur râhimîn(râhimîne).
(Yâkub A.S) şöyle) dedi:
“Ancak daha önce onun kardeşi için sizden emin olduğum gibi onun hakkında size
güvenir miyim? Fakat Allah koruyucuların en hayırlısıdır ve O rahmet edenlerin
en çok rahmet edenidir.”
12/YÛSUF-65: Ve lemmâ fetehû metâahum vecedû bidâatehum ruddet ileyhim,
kâlû yâ ebânâ mâ nebgî, hâzihî bidâatunâ ruddet ileynâ, ve nemîru ehlenâ ve
nahfazu ehânâ ve nezdâdu keyle beîr (beîrin), zâlike keylun yesîr(yesîrun).
Ve yüklerini (metalarını)
açtıkları zaman sermayelerini kendilerine iade edilmiş buldular ve şöyle
dediler: “Ey babamız! Daha ne isteriz. Bunlar bizim sermayemiz. Bize geri
verilmiş ve ailemize (gene) erzak getiririz ve kardeşimizi koruruz. Ve
(erzakımızı) bir deve yükü (daha) arttırırız. İşte bu az bir miktardır.”
12/YÛSUF-66: Kâle len ursilehu meakum hattâ tu’tûni mevsikan minallâhi
le te’tunnenî bihî illâ en yuhâta bikum, fe lemmâ âtevhu mevsikahum kâlallâhu
alâ mâ nekûlu vekîl(vekîlun).
(Yâkub A.S): “Sizin
kuşatılmanız hariç onu mutlaka bana getireceğinize dair, Allah adına bir misak
(kesin söz) verinceye kadar onu sizinle göndermem." dedi. Bunun üzerine
ona misaklerini verdiler. O zaman şöyle dedi: “Allah bizim söylediklerimize
vekildir.”
12/YÛSUF-67: Ve kâle yâ beniyye lâ tedhulû min bâbin vâhidin vedhulû min
ebvâbin muteferrikah(muteferrikatin), ve mâ ugnî ankum minallâhi min
şey(şey’in) inil hukmu illâ lillâh(lillâhi), aleyhi tevekkeltu ve aleyhi fel
yetevekkelil mutevekkilûn(mutevekkilûne).
Ve şöyle dedi: “Ey oğullarım!
Bir tek kapıdan girmeyiniz. Ayrı kapılardan giriniz. Allah'tan olan bir şeyi
sizden gideremem. Hüküm ancak Allah'a aittir. Ben, O'na tevekkül ettim. Artık
tevekkül edenler de, O'na tevekkül etsinler."
12/YÛSUF-68: Ve lemmâ dehalû min haysu emerehum ebûhum, mâ kâne yugnî
anhum minallâhi min şey’in illâ hâceten fî nefsi ya’kûbe kadâhâ, ve innehu le
zû ilmin limâ allemnâhu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve babalarının onlara
emrettiği yerden girdiler. Fakat bu, Allah'tan olan bir şeyi onlardan gidermedi
(onlara bir fayda vermedi). Ancak (bu), Yâkub (A.S) nefsindeki bir dileği
yerine getirmiş oldu. Muhakkak ki; o, Biz ona öğrettiğimiz için bir ilmin
sahibi idi. Fakat insanların çoğu bilmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.