Hz. Şuayb (A.S)
Bahsettiğimiz gibi, Hz. Şuayb, Medyen halkının helâkından sonra Eyke
halkına peygamber olarak görevlendirildi. Aynı olaylar yaşandı; 38/SÂD-13 ve
14 ve 26/ŞUARÂ-176’dan
189’a kadar olan âyetleri okuyalım inşallah;
38/SÂD-13: Ve semûdu ve kavmu lûtın ve
ashâbul eykeh(eyketi), ulâikel ahzâb(ahzâbu).
Ve Semud kavmi, Lut (A.S)’ın kavmi ve Eyke halkı; işte onlar da (yalanlayan) fırkalardır.
Ve Semud kavmi, Lut (A.S)’ın kavmi ve Eyke halkı; işte onlar da (yalanlayan) fırkalardır.
38/SÂD-14: İn kullun illâ kezzeber rusule
fe hakka ıkâb(ıkâbi).
Onların hepsi resûlleri, sadece yalanladı. Böylece ikabım (cezalandırmam) hak oldu.
Onların hepsi resûlleri, sadece yalanladı. Böylece ikabım (cezalandırmam) hak oldu.
26/ŞUARÂ-176: Kezzebe ashâbul eyketil murselîn(murselîne).
Eyke halkı (da) mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
Eyke halkı (da) mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
26/ŞUARÂ-177: İz kâle lehum şuaybun e lâ
tettekûn(tettekûne).
Şuayb (A.S) onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah’a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?” demişti.
Şuayb (A.S) onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah’a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?” demişti.
26/ŞUARÂ-178: İnnî lekum resûlun
emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
26/ŞUARÂ-179: Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin (bana tâbî olun).
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin (bana tâbî olun).
26/ŞUARÂ-180: Ve mâ es’elukum aleyhi min
ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.
26/ŞUARÂ-181: Evfûl keyle ve lâ tekûnû minel
muhsirîn(muhsirîne).
Ölçüyü ifa edin (mizanınızı eksiye düşürmeyin). Ve muhsirinden (nefslerini hüsrana düşürenlerden, kaybettiği dereceler kazandığı derecelerden fazla olanlardan) olmayın.
Ölçüyü ifa edin (mizanınızı eksiye düşürmeyin). Ve muhsirinden (nefslerini hüsrana düşürenlerden, kaybettiği dereceler kazandığı derecelerden fazla olanlardan) olmayın.
26/ŞUARÂ-182: Vezinû bil kıstâsil
mustekîm(mustekîmi).
İstikamet üzere olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kıstası (ölçüsü) ile (kaybettiğiniz derecelerden daha fazla derece kazanın) tartın.
İstikamet üzere olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kıstası (ölçüsü) ile (kaybettiğiniz derecelerden daha fazla derece kazanın) tartın.
26/ŞUARÂ-183: Ve lâ tebhasun nâse eşyâehum
ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
İnsanların şeylerinden kısmayın (Allah’a ulaşmayı dilemelerine mani olarak, kazandıkları derecelerin, kaybettiği derecelerden az olmasına sebebiyet vermeyin). Ve (buna sebep olarak) yeryüzünde fesat çıkararak bozgunculuk yapmayın.
İnsanların şeylerinden kısmayın (Allah’a ulaşmayı dilemelerine mani olarak, kazandıkları derecelerin, kaybettiği derecelerden az olmasına sebebiyet vermeyin). Ve (buna sebep olarak) yeryüzünde fesat çıkararak bozgunculuk yapmayın.
26/ŞUARÂ-184: Vettekûllezî halakakum vel
cibilletel evvelîn(evvelîne).
Ve sizi ve evvelki toplumları yaratana karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin).
Ve sizi ve evvelki toplumları yaratana karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin).
26/ŞUARÂ-185: Kâlû innemâ ente minel musahharîn(musahharîne).
“Sen sadece büyülenmişlerdensin.” dediler.
“Sen sadece büyülenmişlerdensin.” dediler.
26/ŞUARÂ-186: Ve mâ ente illâ beşerun
mislunâ ve in nazunnuke le minel kâzibîn(kâzibîne).
Ve sen, bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Ve biz, seni mutlaka yalancılardan zannediyoruz.
Ve sen, bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Ve biz, seni mutlaka yalancılardan zannediyoruz.
26/ŞUARÂ-187: Fe eskıt aleynâ kisefen mines
semâi in kunte mines sâdıkîn(sâdıkîne).
Öyleyse eğer sen, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen üzerimize gökyüzünden bir parça düşür.
Öyleyse eğer sen, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen üzerimize gökyüzünden bir parça düşür.
26/ŞUARÂ-188: Kâle rabbî a’lemu bi mâ
ta’melûn(ta’melûne).
(Şuayb A.S): “Rabbim, sizin yaptıklarınızı çok iyi bilir.” dedi.
(Şuayb A.S): “Rabbim, sizin yaptıklarınızı çok iyi bilir.” dedi.
26/ŞUARÂ-189: Fe kezzebûhu fe ehazehum azâbu
yevmiz zulleh(zulleti), innehu kâne azâbe yevmin azîm(azîmin).
Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine, “gölge günün azabı” onları aldı (yakaladı). Muhakkak ki o, azîm günün (büyük bir günün) azabıydı.
Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine, “gölge günün azabı” onları aldı (yakaladı). Muhakkak ki o, azîm günün (büyük bir günün) azabıydı.
26/ŞUARÂ-190: İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum
mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda, mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu, mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).
Muhakkak ki bunda, mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu, mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).
Kur’an-ı Kerim’de ayrıca şöyle buyurulmaktadır;
15/HİCR-78: Ve in kâne ashâbul eyketi le zâlimîn (zâlimîne).
Eyke halkı da gerçekten zalim
idiler.
15/HİCR-79: Fentekamnâ minhum, ve innehumâ le bi imâmin mubîn(mubînin).
Bu sebeple onlardan da intikam aldık ve muhakkak ki; ikisi de (iki şehir
de) gerçekten, açıkça bir rehberdir (gelecek nesillere ibrettir).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.